Ateşin sırrını tanrılardan çalan kişi, Yunan mitolojisinde bir Titan olan Prometheus'tur.
Prometheus ateşi getiriyor tarafından Jan Cossiers.
Silüriyen Dönem Hipotezi
Kadim mistik metinler çok daha eski bir yaradılış mitine işaret eder.
On bir yaşlarındayken Glencoe, Illinois’deki Bluff Road’da, Tudor mimarisiyle inşa edilmiş bir evde yaşıyorduk. Günün birin kapı çaldı ve soyadları Frank olan üç adam (ikisi genç, biri yaşlıydı) eskiden bu evde yaşadıklarını söyledi – fakat aylardan ya da yıllardan değil onlarca yıl öncesinden bahsediyorlardı. Yirmi yıl süresince burada yaşamışlar, burada büyümüşler. Evin eski olduğunun elbette farkındaydım ama o zamana kadar bu odaların bizlerden önce başka sahiplerinin olduğu ve aslında hiçbir zaman bütünüyle bizlere ait olmadığı aklıma gelmemişti. Genç olan benim odamın olduğu tarafa yöneldi ve tuğla duvara kazıdığı kendi adını gösterdi: Bobby Frank, 1972. Bu isim ve tarih başından beri oradaydı ve ben bunu bilmiyordum.
İnsan ırkının içinde bulunduğu durum tam da buna benziyor: buraya nasıl geldiğimizi bilmediğimiz gibi buranın bizden önce neye benzediği hakkında da hiçbir fikrimiz yok. Bu konu üzerinde çok düşündüğümüz söylenemez. Merak etmediğimizden değil, bir şeylerin ne kadarını bilmediğimizi bile bilmediğimiz için.
Komplo teorisi nedir?
Bizden saklanan gerçekleri ifade eder. Bu bir sır da olabilir, henüz sorulmamış bir sorunun yanıtı da.
Modern insan yaklaşık iki yüz bin yıldır yeryüzünde. Gezegendeki yaşamın başlangıcıysa üç buçuk milyar yıl öncesine dayanıyor. Yani modern insanın hakkında pek az şey bildiği 3.495.888.000 yıl, hiç olmamış gibi davranılıyor. Oysa bu süre içinde birden fazla endüstriyel uygarlık yükselmiş ve çökmüş olabilir – üç milyar yıl bunun için fazlasıyla yeterli. Başka bir deyişle aynı ekranda farklı bir şov. Ya da aynı sahada oynayan farklı takımlar.
Silüriyen dönemi, Paleozoyik Zaman’ın en kısa süren jeolojik dönemi olarak bilinir. 443,8 milyon yıl önce başlayıp 419,2 milyon yıl önce sona ermiştir. Bu dönem, adını Galler’deki Silures kabilesinden alır.
Silüriyen Dönemi, jeolojik ve biyolojik evrime dair kayda değer bilgiler sunar. Bu dönemde:
- İlk kara bitkileri ortaya çıkmıştır.
- Omurgalı balıklar çeşitlenmiştir.
- Deniz canlıları toprakta yaşamaya başlamıştır.
Silüriyen döneminde iklim genellikle ılıman ve ılıktır. Deniz seviyesi yüksektir ve kıtaların büyük bir bölümü sular altında kalmıştır. Bu da deniz canlılarının çeşitlilik göstermesini sağlamıştır.
Silüryen döneminin diğer önemli olayları şunlardır:
- İlk mercan resifleri oluşmuştur.
- Çenesiz balıklar hızla ve geniş olarak yayılmıştır.
- Damarlı bitkilerin fosilleri ilk kez görülmüştür.
Silüriyen Dönemi’nin sonuna doğru küresel bir soğuma meydana gelmiştir. Bu soğuma, deniz seviyesinin düşmesine ve birçok deniz canlısının yok olmasına neden olmuştur.
- En Eski Kanıtlar: Bilim insanları, Güney Afrika'daki Wonderwerk Mağarası'nda bulunan ve yaklaşık 1 milyon yıl öncesine ait olduğu düşünülen küller ve yanmış kemikler gibi mikroskobik ateş kanıtları buldu.
- Homo Erectus: Homo erectus'un yaklaşık 1 milyon yıl önce ateşi kontrollü bir şekilde kullandığına dair güçlü bilimsel destek bulunmaktadır.
Prometheus Ateşi Çalıyor
Edith Hamilton‘ın aktardığına göre, insanın yaratılış öykülerinden birine Prometheus ve kardeşi Epimetheus öncülük etmektedir (Mythology, 85). Anlatılana göre Prometheus, tıpkı adı gibi, oldukça bilgeydi hatta tanrılardan bile daha bilgeydi ama kardeşi Epimetheus onun tam zıttıydı. “Sonradan düşünmek” veya “sonradan akla gelen düşünce” (İng: afterthought) anlamlarına gelen ismiyle Epimetheus, içgüdüsü neyi söylüyorsa onu yapan ve sonradan fikrini değiştiren bir varlıktı. Bu dağınık beyinli Titan, insanları yaratmadan önce hayvanlara en güzel nimetleri bahşetti. Bu nimetlerin arasında: güç, atiklik, cesaret, kurnazlık, kürk, tüy ve kanat gibi hayatî şeyler bulunmaktaydı. Fakat insanlığa verebileceği hiçbir şey kalmamıştı, hayvanlarla denk olmalarına yarayacak bütün niteliklerden mahrumlardı artık.
Her zamanki gibi yaptıklarından pişman olan Epimetheus, kardeşinden yardım istedi ve böylece Prometheus yaratılış görevini üstlenmiş oldu. İnsanlığı üstün kılmanın yollarını düşündü. Onları dik bir biçime soktu. Tanrılara benziyorlardı artık. Daha sonra Prometheus, Hephaistos ve Athena‘nın Olimpos Dağı‘ndaki atölyesine gitti ve oradan ateşi çalıp bu nimeti insanlığa bahşetti. Pek çok zanaatın kapısını aralayan bu şey, hayvanlara verilen bütün özelliklerden kudretliydi onların gözünde.
Zeus’un Kandırılışı ve Pandora
Prometheus’un insanlık için yaptığı sadece ateşi çalmakla sınır kalmayacaktı zira onlara; tanrılara kurban edilmiş hayvanların en iyi kısımlarını kendilerine ayırmasını, en kötü kısımlarını ise tanrılara vermelerini öğütlemişti. Bir öküzü açtı ve yenilebilir güzel taraflarını deriyle örttü. İç organlarını da bu parçaların üstüne yerleştirerek onları bir güzel gizledi. Kurnaz Prometheus daha sonra bu etlerin yanına, o parlak ve yağlarla kaplı görünüşleriyle, kemikleri koydu. Ardından Zeus’a bir seçim yapmasını söyledi, hayvanın hangi tarafını adak olarak almalıydı? Zeus beyaz yağlı kemikleri tercih etti etler yerine. Şeytanî bir plan sonucu kandırılmıştı. Bu olaydan sonra tanrılara sadece hayvanın yağları ve kemikleri adak olarak yakıldı. Prometheus sayesinde insanlar, hayvanın iyi kısmını kendilerine saklamayı başarmışlardı.
Prometheus Creating Man from Clay, unconquered_sol Twitter hesabından alınmıştır.Ya toprağın insanlardan sakladığı hazineler?
Tunç, demir gümüş, altın ve bütün madenler,
Kim buldum diyebilir bunları benden önce?
Hiç kimse, yalan söyler kim buldum derse.
Uzun sözün kısası şunu bilmiş ol:
Bütün sanatları Prometheus verdi insanlara.
-Aiskylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Çev. Azra Erhat – Sabahattin Eyüboğlu
Aslında bir insanlık yoktu dünyada o sıra, daha ziyade “erkeklik” vardı çünkü henüz kadın yaratılmamıştı. Meşhur Pandora’nın Kutusu üzerine olan anlatıya ek olarak diğer bir hikâyeye göre: Prometheus’un erkeklere fazla değer verdiğini bilen Zeus; insanları “cezalandırmak” için onların bakmaktan gözlerini alamayacağı, tatlı, sevimli ve aynı zamanda kötücül bir varlık yarattı.
Bütün tanrılar, kadına -gümüşi bir elbise ve muhteşem güzellikte parlayan altın bir taç gibi- özel şeyler bahşetti. Ona verdikleri bu nimetlerden dolayı, kendisine “herkesin hediyesi” (İng: the gift of all) anlamına gelen Pandora adını verdiler. Bütün işlemler tamamlandığında Zeus; Pandora’yı dışarı çıkardı, onu gören tanrılar ve erkekler hayrete düşmüştü. İlk kadın olan Pandora’dan, “erkeklere kötülük yapma doğasına sahip” kadın ırkı gelmektedir. Hesiodos’un MÖ 700’lü yıllarda yazdığı düşünülen İşler ve Günler (İng: Works and Days) adlı eserindeki bu Pandora öyküsü bile o dönemdeki ataerkil bakışı özetler niteliktedir.
Zincire Vurulmuş Prometheus
Erkeklerden sonra cezalandırılma sırası baş günahkâr Prometheus‘ta idi. Her ne kadar Zeus Titanları alt etmesine yardım ettiği için Prometheus’a çok şey borçlu olsa da, bu borcunu umursamadı ve hizmetkarlarına onu yakalayıp Kafkaslara götürmesini ve onu oraya “Kimsenin kıramayacağı sağlam zincirlerle” (Hesiodos, Theogony) bağlamalarını emretti.
Yunan tanrılarının belki de en zayıf yönü kaderin önüne geçememeleriydi. Prometheus’un işkenceye maruz kalmasının başka bir sebebi de bu durumla alakalıydı zira Zeus’u ve Olimposluları tahtından edip kaderin döngüsünü devam ettirecek çocuğun (ki bu yine Zeus’un bir evladı olacaktı) kim olduğunu bir tek o biliyordu.
Zeus, Prometheus’un sırrını açıklaması için Hermes‘i onun yanına gönderdi. Prometheus ise ona şöyle cevap verdi:
Git ve deniz dalgasına kırılmaması için onu ikna et
Zira beni artık öyle kolay kolay ikna edemezsiniz.
(Hamilton, 91)
Buna karşılık olarak Hermes, konuşmamakta ısrar ederse onun daha da korkunç şeyler yaşayacağını söyledi:
Kanlı kırmızı bir kartal
Gelecek yanına, davetsiz misafir olacak ziyafetine
Bütün gün vücudunu lime lime edecek
Kararmış ciğerinde öfke dolu bir ziyafet çekecek.
(Hamilton, 91-92)
Hiçbir tehdit Prometheus’u yıldıramadı çünkü sadece bedenini esir almışlardı onun, ruhunu değil. Asla boyun eğmeme hususunda kararlıydı.
Edith Hamilton, nesiller sonra Prometheus’un serbest bırakıldığını söylüyor fakat nedeni tam olarak bilinmiyor. Her ne kadar ölümsüz olsalar da Centaurların (Yunan mitindeki insan başlı at) en bilgesi olan Chiron‘un Prometheus için ölmeye razı olduğuyla alakalı bir anlatı vardır.
(((İnsan başlı at, centaur (yunan mitolojisinde sentor) olarak bilinir. Bu varlık, belden yukarısı insan, belden aşağısı at şeklindedir ve genellikle vahşi, kontrolsüz kaosu veya doğanın ilkel güçlerini simgelemek için kullanılır.Yunanlara göre kentaurlar (sentorlar) İksion'un oğullarıydı. Homeros'a göre ise Tesalya'da yaşayan karşı koyulmaz bir güce sahip olan vahşi bir kavimdir.)))
Ayrıca, Zeus’un evladı yarı tanrı Herkül’ün Prometheus’u yiyen kartalı öldürüp onu zincirlerinden kurtardığı ve Zeus’un buna razı olduğu da bu hikâyenin başka bir versiyonudur fakat Zeus’un neden fikir değiştirdiği meçhuldür. Meçhul olmayan tek şey ise boyun eğen tarafın Prometheus olmadığıdır.
Prometheus ismi günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Onun bu eşsiz nâmıysa adaletsizliğe, zulme ve tiranlığa karşı mukavemetin bir sembolü hâline gelmiştir.
Prometheus’un Vulcan Tarafından Zincire Vuruluşu, Dirck van Baburen, 1623
Utrecht ekolünden gelen Dirck van Baburen’in bu yağlı boya tablosunda çarpık ayaklı demircilik tanrısı Vulcan’ı (Hephaistos) atölyesinde, korkuyla inleyen Prometheus’u zincirlerken görüyoruz. Yanlarında ise sırıtan bir şekilde ve elinde kadüsesi ile (İng: Caduceus) tüccarların, hırsızların ve seyyahların koruyucusu Merkür (Hermes) bulunmaktadır. Ayrıca sağ üst köşede, Prometheus’un karaciğerini sonsuza kadar yemekle görevlendirilecek kartal yer almakta. Utrecht ekolünden gelen sanatçıların, yani Hollanda’daki Utrecht şehrinde okumuş ya da oralı olan sanatçıların, bir ortak özelliği ise ünlü İtalyan sanatçı Caravaggio’dan etkilenmiş olmalarıdır. Van Baburen de bu konuda istisna değildi zira kullandığı dramatik aydınlatmalarda, kullanılan Barok chiaroscuro tekniğinde, figürün güneşten yanmış ellerinde ve yüzlerinde Caravaggio’nun etkilerini görmek mümkündür (Rijk Museum).
Rönesans sanatında, sakin ve dingin sahneler yaratmak için yumuşak ışık kullanılmaktaydı fakat Barok Dönemi sanatçıları dram ve yoğunluk yaratmak için sert ışık kullanarak chiaroscuro stilini geliştirdiler. Çok büyük ihtimalle en büyük chiaroscuro sanatçısı Michelangelo Merisi da Caravaggio‘dur. Bu 17. yüzyıl İtalyan ressamı tablosunda yer alan arka plandaki büyük bölümleri karartırken, ön taraftaki odak noktasını ise parlak bir şekilde aydınlatırdı (My Modern Met).
Prometheus, Gustave Moreau, 1868
19. yüzyılın önemli Fransız sembolistlerinden olan Moreau’nun 1868’de yaptığı bu tablo, çeşitli sanatçıların yaptığı Prometheus’un acı dolu vaziyetindeki tasvirlerden farklıdır zira bu tabloda kahin Titanımızın yüzü, çekmiş olduğu korkunç ızdıraba rağmen, kayıtsızdır. Salvator Rosa, Peter Paul Rubens ve Dirck van Baburen gibi Barok sanatçılarının Prometheus algısı daha çok insanlığa ders olması ve tanrının sözünden çıkılmaması için bir uyarı niteliği taşıyor olabilirdi çünkü çizimlerinde Prometheus; dehşet verici bir işkence altında korkarken, bağırırken veya acı çekerken görülmektedir. Fakat bu durum Moreau’nun Prometheus tablosunda farklıdır. Prometheus’un yüzünde herhangi bir acı ifadesi yoktur, sanki bedensel duygularından arınmış gibidir. Vücudu onun için önemsiz, basit bir et yığınıdır; onun o uzaklara dalıp giden düşünceli gözleri, tiran Zeus’un ve yardımcılarının yıldıramadığı inatçı iradesi ve düşünceleri zincire vurulamamamıştır.
Ayağının dibindeki ölü akbaba, bu sürecin uzun süredir devam ettiğine işaret etmektedir. Ayrıca Moreau’nun genel mit anlatısında ve diğer tablolarda yer alan asil ve kudretli bir kartal imajı yerine leşlerle beslenen ve asillikten tamamen uzak olduğu düşünülen akbabayı tercih edişi de Prometheus’a verilen hükmün ne kadar aşağılık ve yanlış olduğuna dair bir işaret olabilir. Fransız sanatçının bu Prometheus tasviri, antik Yunan tragedya yazarı Aiskhylos’un tanrılara korkusuzca başkaldıran ve yaptıklarından hiç pişman olmayan Prometheus betimlemesiyle paralellik göstermektedir. Kafasının üstündeki insanlığa bahşettiği ateşin simgesiyle Prometheus, yaptıklarından hiç pişman değil gibidir.
Varın saldırsın üstüme çatal dilli alev,
Yarılsın gökler yıldırımla,
Azgın yeller sarsın dört bir yanı,
Dünyayı kökünden koparsın solukları,
Denizler uğultuyla dalgalarıyla
Silip süpürsün yıldız yollarını göklerde!
Atsın sonunda beni karanlık Tartaros’a,
Girdapların amansız kucağına!
Ne yaparsa yapsın öldüremez beni.
-Aiskylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Çev. Azra Erhat – Sabahattin Eyüboğlu
Kaynakça
Hamilton, Edith. Mythology. Amerika: Back Bay Books, 1998.
Hesiod. Çev. M.L. West. Theogony and Works and Days. Oxford: Oxford University Press, 1998.
Ovidius. Çev. Mary M. Innes. The Metamorphoses. İngiltere: Penguin Books, 1955.
“Prometheus.” New World Encyclopedia. Erişilme Tarihi: 30 Mart 2024.
Cartwright, Mark. “Prometheus.” World History Encyclopedia. 20 Nisan 2013. Erişilme Tarihi: 30 Mart 2024
“Prometheus Being Chained by Vulcan, Dirck van Baburen, 1623.” Rijk Museum. Erişilme Tarihi: 29 Mart 2024.
Taggart, Emma. “How Chiaroscuro Emerged From the Dark to Become One of the Most Iconic Painting Styles.” My Modern Met. 31 Temmuz 2022. Erişilme Tarihi 30 Mart 2024.
Aiskylos. Çev. Azra Erhat – Sabahattin Eyüboğlu. Zincire Vurulmuş Prometheus. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2022.
Tablolarla Mitoloji: İnsanlığın Hâmisi İsyankâr Prometheus
#####
Prometheus ve insanlar
İlk başta insanlar doğanın zorlu güçlerine nasıl direneceklerini anlamadılar. Kendilerini yırtıcılardan nasıl koruyacaklarını bilmiyorlardı ve fırtınalı denizde yelken açmaktan korkuyorlardı. Prometheus onların yardımına gelmeye karar verdi. Onlara metalleri kullanmayı, bitkileri tanımayı ve ilaç hazırlamayı öğretti. Boğayı evcilleştirdi ve ona bir boyunduruk taktı. Daha sonra adamı uçsuz bucaksız denize taşıyan ilk gemiyi inşa etti. Prometheus insanlara birçok hediye verdi ve çok yardımsever ve fedakar davrandı.
##
"Prometheus" filmi, 2012 yapımı, yönetmenliğini Ridley Scott'un üstlendiği bilim-kurgu türünde bir yapımıdır.Film, insanlığın kökenini araştıran bir ekibin, evrenin en karanlık noktalarında karşılaştığı maceraları konu alır ve daha sonraki "Alien" filmleriyle bağlantılıdır.
Tanrılar ve İnsanlar Arasındaki Sınır: Prometheus’un Ateşi
Prometeus‘un hikâyesini hepimiz biliriz. Yunan Mitoloji‘sinde insanı yaratan ve tanrılardan ateşi çalıp insanlara bilimi, yaratıcılığı ve uygarlığı veren titandır. Prometeus’un bu yaptığı cezasız kalmaz ve Kafkas Dağı‘nda zincire vurulur. Her gün bir kartal gelip Prometeus’un karaciğerini yer, geceleyin ise karaciğer yeniden oluşur. Böylece her gün katlanılmaz bir acıya maruz kalır. Prometeus, insanlık tarihinde cesaretin, bilgeliğin, yeniye yönelik arayışın bir simgesine dönüşmüştür ve ismiyle bile büyük bir beklenti oluşturur. Bu nedenle Ridley Scott‘ın Prometheus‘unu heyecan verici bir film olarak görmek isterdik, ancak öyle olmadı. Karşımıza vasat ve Prometeus’un cesaretinden uzak, muhafazakar bir film çıktı.
Öteden beri sorduğumuz temel bir soru, “Nerden geldik ve nereye gidiyoruz?” sorusudur. Bu soru yeni araştırmalara yol açmış, böylece insanlık kendi kabuğu içinde sınırlı kalmayıp bu sorunun peşine düşerek bilimsel, sanatsal, felsefi araştırmalara hep devam etmiştir. Neden sorusunu soranlar için bir sınır kabul edilemez ve yeni sorular bizi yeni arayışlara itmeyi sürdürür. Bilim de bizi bu yeniliklere taşımada her zaman temel önemdedir. Bilimin sinemada temsili ise öteden beri sorunlu olmuştur. Bilim, sinemanın günah keçisidir. Bilim insanları “çılgın işler” peşinde koşan, ne yaptığının farkında olmayan, bu yüzden de dünyayı tehlikeye atan “aklı bir karış havada” tipler olarak karşımıza çıkar. Yaptıklarının ne kadar büyük bir yanlış olduğunu fark ettiklerinde ise ya ölümle bunun bedelini öderler ya da “iyi” tarafa geçip büyük tehlikenin savuşturulmasında bir aracı olurlar.
Prometheus her ne kadar bir bilimkurgu filmi olsa da, aslında baskın tarafın “bilim” değil de “kurgu” kısmı olduğu söylenebilir. Filmin başında, geçmişin keşfedilmesinde önemli çalışmalar yapan Charlie (Logan Marshall-Green) ve Dr. Shaw (Naomi Repace), uzay gemisinde mürettebat önüne çıkıyor ve yaptıkları bu araştırmanın neden önemli olduğunu anlatmaya başlıyor. Mürettebat, anlatılanlara pek ilgili görünmüyor fakat anlatının ilerleyen aşamalarındaki sınırı aşmanın getirdiği rahatsızlık ağır ağır hissettiriliyor
Bilimsel araştırmanın temel niteliklerinden biri, ele alınan nesnenin mümkün olduğunca kendi özgül koşullarında incelenmesidir. Örneğin NASA, Mars’a bir araştırma gemisi gönderip orada canlı bulunup bulunmadığını araştırdığında, gezegenin “kirletilmesine” izin vermez. Çünkü geçmişte Amerika’nın keşfi sırasında Avrupa’dan Amerika’ya giden göçmenler, yanlarında pek çok mikrobu da götürmüş, ömürleri boyunca bu mikroplarla hiç karşılaşmayan yerliler ise bağışıklıkları olmadığı için ölmüştü. Bunlardan ders alan bilim insanları, yeni bir gezegene gönderilen ekipman veya insanların üzerinde hiçbir dünyasal canlı bulunmasına izin vermez. Zira Dünya’daki bir canlının Mars üzerinde, eğer varsa, oradaki canlılarla nasıl bir etkileşim içine gireceğini bilemez. Eğer “yeni” bir dünyaya gidiyorsanız oradaki habitatın mümkün olduğunca kendi özgülünde kalmasına dikkat etmelisiniz.
Filmde ise af buyurun ama bu “çakma” bilim insanlarımız daha gezegene adım atar atmaz heyecan içinde, beklemeden araçlara atlayıp keşif yapmaya çıkıyor. Dahası, piramite benzer yerin içine girip de buranın havasının “kendi soludukları havadan bile temiz” olduğunu anladıklarında hemen maskelerini çıkarıp soluk almaya başlıyor. Yani ne ortamdaki organik yaşamın insanları nasıl etkileyeceğine, ne de kendi üzerlerindeki organizmaların bu ortamı nasıl etkileyeceğine dikkat ediyor, ki zaten bu dikkatsizlik sebebiyle çok geçmeden ileride “yaratık” olarak karşımıza çıkacak olan şey hayat bulmaya başlıyor.
Biraz zaman geçince, Charlie hemen bir kapı buluyor ve bilimsel çalışmanın esası olan bekleme, ortamı anlama, ortamı yalıtım içinde inceleme düsturundan uzaklaşıp kapının üzerine çıkarak sağı solu tuşluyor ve bin yıllardır kapalı olan kapıyı açtığı için gülerek “özür diliyor”. Sonra da etrafa bakınan David‘i (Michael Fassbender) “bir şeye dokunmaması” için uyarıyor! Zaten çok geçmeden hava ile temasa geçen odadaki cisimler hareketlenip ileride mürettebatın ölümüne yol açacak hayata kavuşuyor. Bu kutsal ortam açılıp, bu yeni gezegende yer gök sarsılıp fırtına kopunca da derhâl bir tane “kafa“yı alıp kurtarmaya çalışıyorlar. Kafa üzerinde çalışırlarken de çok geçmeden ağızları açık biçimde doğrudan “ameliyat” yoluyla incelemeyi seçiyorlar.
Filmin içinde çokça örneğini gördüğümüz bu “bilim dışı” durum, ilk bakışta “altı üstü film” diyerek savuşturulabilir. Ancak bir film de olsa hatayı yapanlar, aynı zamanda yenilik peşinde koşan bilim insanlarıdır. Hollywood‘un bilime bakışı aslında milyonlarca yıl önce ateşin yakıcı olduğunu ona dokunarak tecrübe eden atalarımızın ilerisinde değildir. Ellerinde son teknoloji aygıtlar olsa da, “ortamda oksijen mi vardır, hadi başlıklarımızı çıkartalım” edimi bilimden ziyade maymun iştahlılıktır. Bilim Hollywood için her daim bir günah keçisidir ve dokunulmayacak olana, kutsal olana dokunma günahını işler, dengeyi bozar ve ölümlere yol açar.
Filmlerdeki bilim insanları hiçbir zaman tam bir bilim insanı değildir. Bilim insanının başvuracağı bilimsel kuralları uygulamaktan uzaktır. Sahte bir merak içinde etrafı kırıp döker ve sonunda tıpkı Charlie gibi bunu hayatlarıyla öder. Ama biz soralım, Prometeus’un ateşi verdiği insanlığın bilimi böyle mi olmalıdır? Eğer karşımızda bir bilimkurgu filmi varsa, ondan daha bilimsel bir tavır, bilimi ve bilim insanını daha objektif bir şekilde temsil etme görevi bekleyebiliriz. Prometheus bu konuda sınıfta kalıyor.
Bilimkurgu filmleri, tıpkı mitolojik hikâyelerde olduğu gibi bir arayışı konu alır. Hemen hepsinde insanlık bir aşamaya gelmiştir ve ilginç, tanımlanması güç bir şey anlaşılmak istenmektedir. Sonrasında bunu anlamak için bir grup insan toplanıp ilgili yere gönderilir. Metaforik düzeyde kendi dünyasında sıkışıp kalmış insanın yenilik arayışını simgeler bu durum. Bunun arka planında ise var olan durumdan duyulan bir hoşnutsuzluk gizlidir. “Yeni diyarlar“, bu hoşnutsuzluğun giderilmesi için bir “umut” yeridir. Prometheus’un sonunda Shaw şu sözleri rapor eder,
“Gemi yok oldu ve tüm tayfa öldü. Bu mesajı alıyorsanız başlangıç noktasına gelmeye kalkışmayın. Burada sadece ölüm var…”
Başlangıç noktası insanın varoluşudur. Prometheus insanın kökenini anlamak için çıkılan yolu simgelemektedir ve mürettebattan birisinin Shaw’a söylediği gibi “boynundaki haçı çıkarıp atma zamanı” gelmiştir. Shaw bir süre haçını “kaybeder“, ki bu süreç aynı zamanda felaketle yüzleştikleri aralıktır. Ancak “bilim insanı” Dr. Shaw, bu yolculuğun insana felaket getirdiğini çok geçmeden anlar. “Kaybettiği” haçını alıp boynuna takar ve yenilik arayışının gereksiz, insanlık için felaket olduğunu söyler; kendi yaratıcıları, Prometheus’lardan kalan son kişiyi de öldürmeye karar verir. Mitolojik hikâyelerde kahraman hiç değilse olgunlaşır, elindekilerin değerini anlar ve sonunda yeniden sıla hasretiyle evine döner, çünkü o “büyümüş”tür, gelişime ve dönüşüme uğramıştır. Bir bilimkurgu filmi olarak Prometheus gerici bir şekilde bize şu mesajı verir, “Yenilik peşinde koşma, soru sorma, geçmişi anlamaya çalışma, bu sana mutsuzluk verir”.
Bu mesaj elbette özgürleşimci bilimkurgu felsefesinin özüne aykırıdır. Ancak mevcut durum analiz edildiğinde, söz konusu mesajın ne kadar ideolojik olduğu anlaşılacaktır. Yani kendi gündelik yaşamından hoşnutsuz olan insana yeniliğin ve araştırmanın korku ve ölüm getireceği mesajının ulaştırılması, var olan düzeni ve etiği meşrulaştırmada önemli bir etkiye sahip olacaktır. Muhafazakarlık var olanı korumak ister, değişimden hoşnutluk duymaz. Eğer geçmişi anlamak bugünü değiştirecekse anlamamayı yeğler. Prometheus da bugünü korumak adına insandaki tüm araştırma güdüsünü yok etmeyi amaçlamaktadır. Tam da farklılığı anlamak için bu filmi izleyenlere “merak etme” demektedir. Yani Prometeus’un insanlığa verdiği umudu kaldırıp bir kenara atmaktadır. Prometeus’un çaldığı ateşi, uygarlığı ve en önemlisi soru sormayı bırakıp, ateşi yeniden tanrılara iade etmektedir. Filmde ne olgunlaşma, ne gelişim vardır. Hayata korkuyla bakıp kendi dünyasına hapsolma güdüsü ön plandadır.
Ne yazık ki Prometheus, isminin getirdiği çağrışımlara kulak tıkayan bir film. Zeus’un ateşin karşılığı olarak insanlara gönderdiği Pandora’nın Kutusu olarak kökleri anlamaya dönük bilişsel serüven, Scott’a göre ritsel bir yapıya bürünüyor ve Yaratık (Alien) serisi tam da bu rit/kurban ilişkisini telafiye çabalayan amaca hizmet ediyor.
https://www.bilimkurgukulubu.com/sinema/tanrilar-insanlar-arasindaki-sinir-prometheusun-atesi/
XXXXXXXXXXXX
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️