Yunan miteolojisi de Truva Savas&Kades Savasi

Truva Savaşı’nın ilk izlerine Homeros’un İlyada ve Odysseia eserinde rastlanıyor

Antik Yunan’ın en önemli ozanı, Truva Savaşı hakkında son derece detaylı bilgileri, binlerce yıl öncesinden günümüze aktarıyor. Homeros, bugün Çanakkale sınırları içerisinde yer alan Truva antik kentindeki oldukça ilginç bir savaştan bahsediyor. Hikâyeye göre Truvalı Paris ile Sparta Kralı Menelaus’un güzelliği dillere destan eşi Helen birbirlerine âşık oluyor. Paris, Helen’i kaçırıyor ve yasak aşk hikâyesi, kanlı bir savaş hikâyesine dönüşüyor…

Paris’in Helen’i kaçırması üzerine Akalar (Homeros’un eski Yunan halklarının bütünü için kullandığı isim) Büyük bir orduyla Truva şehrine saldırıyor. Ancak şehrin aşılmaz surları şehrin Akalar tarafından ele geçirilmesini engelliyor. Bunun üzerine Akalar, savaş tarihindeki en ilginç stratejilerinden birini devreye sokuyor. Devasa bir tahta at inşa ediliyor, Antik Yunan’ın en seçkin askerleri bu atın içerisine gizleniyor. Truvalılar, savaş meydanında Aklar yerine devasa bir at gördüklerinde, düşmanlarının geri çekildiğini düşünüyor. Bu sıra dışı “hediyeyi” şehre aldıklarında ise Truvalı erkeklerin hemen hepsi, Akalar tarafından katlediliyor…

19. yüzyıldan önce Truva Savaşı’nın gerçekliği hakkındaki tartışmalar, bugünkü kadar şiddetli değildi

Pek çok tarihçi, savaşın büyük oranda Homeros’un “hayal gücünün” bir ürünü olduğunu düşünüyordu. En azından, binlerce yıl önce bölgede gündelik yaşamın dışında bir takım gelişmelerin yaşanmış olabileceğini ancak bildiğimiz anlamdaki Truva Savaşı’nın, Homeros’un abartılı cümleleriyle bir “savaşa” dönüştüğü düşünülüyordu. Ancak 19. yüzyıldaki bazı arkeolojik gelişmeler, Truva Savaşı’nın gerçek olabileceği ihtimaline daha fazla tarihçinin ikna olmasına neden oldu…


tarihi eserler, milattan önce 13. yüzyıla tarihlendiriliyordu. 13. yüzyıl, Antik Yunanlı tarihçi Herodot’a göre Truva Savaşı’nın yaşandığı dönemdi… Peki, elde edilen veriler Truva Savaşı’nın binlerce yıllık bir efsaneden çok daha fazlası olduğuna inanmak için yeterli miydi? Truva Savaşı gerçekten yaşanmış mıydı?

Bilim insanları, antik Truva bölgesinde milattan önce 1200-1300 yılları arasında, gündelik yaşamın akışına aykırı bir şeylerin yaşandığı konusunda hemfikir

truva savaşı

Korkunç bir doğal felaket, acımasız yağmacılar, belki de büyük bir yangın. Ancak Antik Yunanlılar, devasa bir at vasıtasıyla Truvalıları katletti mi, Truva Savaşı gerçekten yaşandı mı, kesin bir şey söylemek zor. Bununla birlikte tarihin tozlu sayfalarında Truva Savaşı’nın izlerini ararken dönemin “süper güçlerinin” arşivlerine bakmak faydalı olabilir!

Mitolojinin yaygın olduğu Antik Yunanistan zamanında Thanatos, ölüm tanrısı isminin akılda çağrıştırabileceği korkunç figürlerin aksine, elinde bir kılıç olan kanatlı ve yaşlı bir adam olarak anlatılırdı. Bu da doğal olarak modern zamanlardaki Azrail ile olan bağdaşımını açıklıyor. Thanatos’un en çok bahsi geçen yerlerden biri de Truva Savaşı'dır. Bunun en büyük sebebi ise Zeus’un oğlu Sarpedon’un Truva’yı savunurken ölmesidir. Zeus oğlunun ölümüne çok üzülür ve oğlunun cesedini alması için bizzat Thanatos’u ve kardeşi Hypnos’u görevlendirir. Oğlunun cesedini ise Sarpedon’un anavatanı olan Likya’ya yollar.

Thanatos ve Sisyphus’un hikayesi: 

Thanatos ve Sisyhpus

Yunan mitolojisindeki her tanrı ve tanrıça kendine has efsaneler ile dolu. Thanatos hakkında bilinen en ünlü efsanelerden bir tanesi ise Thanatos ve Sisyphus’un hikayesi. Efsane, Korint’in kralı olan Sisyphus’un cezalandırılması ile başlıyor. Zeus Sisyphus’a oldukça kızgındır. Çünkü Sisyphus’un garip bir şekilde tanrıların sırlarını dostlarına açıklamak gibi kötü bir huyu vardı. Olaylar birbiri ardına devam edince Zeus artık Sisyphus’dan bıkar ve Thanatos’u Sisyphus’u zincirleyip yeraltı dünyasına götürmesi için görevlendirir. İşlerin ilginçleştiği yer ise aslında tam olarak burası. Sisyphus oldukça kurnaz bir adamdı ve Thanatos geldiğinde onu alt edecek bir numara düşünmüştü. Sisyphus, Thanatos’dan zincirlerin nasıl çalıştığını göstermesini ister. Göstermek amacıyla zincirleri kendi üzerine taktığında ise Sisyhpus Thanatos’u tuzağına düşürür.

Bu süre zarfında yeraltının efendisi olan Hades kendi hükmettiği krallığa yeni hiçbir ruhun gelmediğini fark eder. Savaş tanrısı Ares ise kimsenin ölmediği savaşları gözlemler. Thanatos zincire vurulu olduğu için onları taşıyıp rehberlik edecek kişi yoktur. Ares, Thanatos’u serbest bırakmak için Korint’e gider.

Bu olayların gelişiminde ise Sisyhpus öldürülür. 


❌❌❌❌❌❌❌❌❌


Odysseia Destanı (Yunan Mitolojisi)


Odysseia, Homeros’un MÖ 9 veya 8. Yüzyılda yazdığı Odysseus adlı Yunan kahramanının Troya savaşından İthaka’ya 20 yıl süren dönüş yolunda maceralarını anlatan manzum destanının adıdır. Muhtemelen sonradan 24 bölüme ayrılan destan Kahramanın yokluğunda öldüğünü düşünen İthaka’nın bazı ileri gelenlerinin Odysseus’un karısı Penelope’nin etrafını sarıp kısa süre içerisinde yeniden evlenmesi için baskı yapmasıyla başlamaktadır. Athena bu durumda araya girerek Odysseus ile Penelope’nin oğlu Telemakhus’un babasının kaderini çizmesini sağlamıştır.

Kyklop Polyphemus

Odysseus, Troya’dan ayrılırken deniz tanrısı Poseidon’u kızdırınca çıkan bir fırtına

Odysseus’un gemisine Kykloplar kaya fırlatırken, Odysseia Destanı

onu Agamemnon’un gemilerinden ayırmış böylece Homeros’un Odysseia adını verdiği olağanüstü serüvenler dizisi başlamıştır. Fırtına sırasında Trakya’da Kikonlar ülkesine sığınarak İsmaros kentini zapt etmiş, burada Apollon rahibi Maron’dan daha sonra esir düşeceği Kyklop Polyphemus’u sarhoş etmekte kullanacağı olağanüstü lezzette on iki küp şarabı almıştır. Trakya’dan ayrılıp güneye doğru yol alınca Lotophagoslar ülkesine varmış, burada ‘lotos’ adlı yemesi bağımlılık yapan bir meyveye alışan adamlarını zorla adadan ayırmayı başarmıştır. Daha sonra uğradığı Kykloplar ülkesinde tek gözlü dev Polyphemos’a esir düşüp bazı adamlarını kaybetmesine karşın, devi şarapla sarhoş edip bir kazık vasıtasıyla kör edip kurtulmuştur.

Aiolia adası

Odysseus daha sonra Zeus’un rüzgârları kontrol etme gücü bahşettiği kral Aiolos’un hüküm sürdüğü Aiolia adasına varmış, burada iyi karşılanmış hatta ayrılırken kral kendisine deri bir içerisinde gerektiğinde kullanması için sert rüzgârları hediye etmiştir. On günlük yolculuktan sonra İthaka’ya yaklaşan Odysseus yorgun düşüp uyuya kalınca Aiolos’un ne hediye ettiğini merak eden, verilenler hazineyse bölüşmeleri gerektiklerini düşünen arkadaşları deri torbayı açarak rüzgârları serbest bırakmışlardır. Çıkan fırtınada gemi yeniden Aiolia adasına dönmüşse de kral Aiolos olanları öğrenince tanrıların öfkesine sebep oldukları gerekçesiyle Odysseus ve adamlarını ülkesinden kovmuştur.

Kirke’nin adası

Aiolia adasından ayrıldıktan sonra Laistrygonia adasında gemisini yaratıklarca parçalanmaktan zor kurtaran Odysseus hayatta kalan arkadaşlarıyla birlikte Aeaea adasına ulaşmışlardır. Yorgun ve moralsiz olan denizciler iki gün boyunca sahilde yattıktan sonra üçüncü gün Odysseus adayı keşfe çıkmış ve ileride bir tepede yükselen dumanları görmüşse de yalnız başına gitmemiş arkadaşlarının yanına dönerek gördüklerini anlatmıştır. Tayfayı iki gruba ayıran Odysseus çekilen kura neticesinde gemide kalırken Eurylokhos liderliğindeki grup tepeye doğru yola koyulmuş, yolda rastladıkları kurt ve aslanların büyü ile hayvana dönüştürülen insanlar olduğunu fark etmeden Kirke’nin evine ulaşmayı başarmışlardır. Büyücü kadın grubu içeri çağırmış kadına güvenmeyen Eurylokhos dışındakiler davete icabet etmişlerdir. Kadın adamlara ikram ettiği yemeğin içine bir ilaç karıştırarak hepsini domuza çevirmiş ardından sopasıyla vura vura ağılına götürmüştür. Eurylokhos durumu görünce koşarak Odysseus’a haber vermişse de kahramanı Kirke’nin evine kadar götürmeye korkmuş, bunun üzerinde Odysseus yola yalnız başına çıkmıştır. Odysseus, yolda genç bir adam kılığına girmiş Hermes ile karşılaşmış ve ondan moli (μῶλυ) adı verilen (muhtemelen kardelen çiçeğinin soğanı) sihirli bir bitkinin büyüye karşı panzehir olarak kullanılabileceğini hatta büyücüyü nasıl yenebileceğini de öğrenmiştir. Odysseus, Hermes’in öğütlerini yerine getirerek Kirke’nin arkadaşlarını yeniden insana dönüştürmesini sağlamakla kalmamış, kadınla birlikte olmuş adada keyifli bir yıl geçirmiştir. Sonunda Odysseus, mürettebatın İthaka’yı özlemesi üzerine yola çıkmaya karar verirse de Kirke’nin uyarısıyla yola çıkmadan önce yeraltı dünyasına inerek Thebaili kâhin Tiresias’a danışmaya gitmiştir.

Yeraltı dünyasına iniş

Odysseus, Okeanos nehrini geçerek Persephone’un kavak korusunun yanına demirledikten sonra toprağı kazarak içini ölülerin şerefine süt, su, şarap ve bal dökmüş ardından bir keçi ile siyah koyun kurban etmiştir. Ölüler kan kokusunu alınca kan içmek için çukurun başına üşüşünce Odysseus kılıcını çekip gelenleri uzaklaştırarak Theireas’ın ruhunun gelmesini beklemiştir. Bununla birlikte kahramanın yanına ilk önce Kirke’nin evinden ayrıldıkları gün çatıdan düşerek ölmesine rağmen ekibin acelesi olduğundan uygun cenaze töreni düzenleyemedikleri Elpenor gelince adama yarım bıraktıkları işi tamamlayacağına dair söz vermiştir. Kâhin Teiresias’ın kandan içmesine izin veren kahraman adamdan Thrinakie’de Güneş’e sığırları çaldırmazsa evine dönebileceğini söylerken karısını rahatsız eden açgözlü taliplerin varlığından da bahsetmiştir. Odysseus istediğini öğrendikten sonra diğer hayaletlerin de yaklaşmasına izin vermiş bu arada annesi, Agamemnon, Akhilleus ve Herakles ile de konuşmuş, bir dağın tepesinden kaya yuvarlayan Sisyphos ile boğazına dek sular içerisinde ıstırap çeken Tantalos’u da görmüştür.

Sirenler

Yeraltı dünyasından panik içinde ayrılan kahraman demir alıp Kirke’nin adasına

Odysseus’un gemisine musallat olan sirenler (Gayley, 1893)

dönmüş, kadından seyahati boyunca karşılaşacağı zorluklar hakkında bilgi aldıktan sonra yola çıkmıştır. Kirke’ye göre gemisinin geçeceği bir adanın civarındaki sirenler söyledikleri güzel şarkılarla denizcilerin aklını başından alarak ölümlere yol açmaktaydı. Odysseus adamlarının kulaklarını balmumuyla tıkamasına karşın kendisini gemi direğine bağlayan Odysseus kulaklarını tıkamayınca sirenlerin şarkısından etkilenip adamlarına durmaları emrini vermişse de kimse kendisini duymadığından kaza yapmadan bölgeyi terk etmişlerdir. Bu olayın ardından Odysseus Skylla ve Kharybdis adlı canavarların meskeni olan dar bir geçitte Kharbydis’e bir yatak hediye ederek gönlünü almayı başarmışsa da Skylla’nın kayasının altından geçerken altı arkadaşını canavara kaptırmıştır.

Güneş’in sığırları

Apollon’un iri cins sığır sürülerini barındıran Thrinakie adasına yaklaşan Odysseus gerek Kirke gerekse kâhin Teiresias’ın uyarısına rağmen kaybedilen arkadaşlarının verdiği moralsizlik ve yol yorgunluğu ile adaya demirlemek ve geceyi geçirmek zorunda kalmıştır. Adamlarına adadaki sığırlara dokunmayacakları konusunda söz verdiren Odysseus rüzgârların birden bire yön değiştirmesiyle 1 ay kadar adada mahzur kalmıştır. Erzak tükenince uzun süre açlığa direnen denizciler Odysseus’un yokluğunda sığırlardan bir kaçını çalmış ve tanrılara adarsak öfkelerini çekmeyiz mantığıyla pişirip yemişlerdir. Odysseus geri döndüğünde işin işten geçtiğini anlamış, birkaç güne fırtına yatışınca adadan demir almışlardır. Bununla birlikte tanrılar adadan ayrıldıktan kısa bir süren sonra kopan fırtınada tekneyi batırıp tüm mürettebatın ölmesini sağlayarak intikam almış, geminin batmayan parçalarına tutunan Odysseus ise sağ kalmayı başarmıştır.

Kalypso

Odysseus, dalgalarla Ogygia adasına sürüklenmiş burada kendisine âşık olan su perisi Kalypso’nun adasında 7 yıl boyunca esir tutulmuştur. Evine dönem isteği azalmayan kahraman ancak Athena’nın Zeus’u ikna etmesi sonucu, Hermes’in adaya gidip Kalypso ile görüşmesiyle kadın tarafından gönülsüzce salıverilmiştir. Kalypso’nun yardımıyla bir sal inşa eden Odysseus İthaka’ya doğru yoluna devam etmiştir. Bununla birlikte Polyphemus’u kör ettiği için kahramana kızgınlığı devam eden Poseidon yine korkunç bir fırtına yaratarak Odysseus’un salının parçalanmasına sebep olmuştur. Bu sırada su perisi İno kahramana duvağını vererek beline sarmasını ve barışçı insanlar Phaeakialıların ülkesine doğru yüzmesini söyleyerek hayatını kurtarmıştır. Burada öyküsünün anlatınca kendisine acıyan prenses Nausikaa’nın yardımıyla ülkesi İthaka’ya dönebilmiştir. Böylece Troya savaşının bitiminden 10, evden ayrılışının ise 20 yıl sonrasında dikkat çekmemek için bir dilenci kılığına bürünen Odysseus ülkesine varabilmiştir. Oğluyla buluşan kahraman karısının taliplerini öldürmek ve bir zamanlar kralı olduğu ülkeyi yeniden yönetebilmek için bir plan yapmış, güç ve kurnazlık kullanarak düşmanlarının üstesinden gelmeyi başarmıştır.

Kaynak: Özhan Öztürk. Dünya Mitolojisi. Nika Yayınları. Ankara, 2016


❌❌❌❌❌❌


Antik Mısır ve Hitit medeniyetlerine ait arşivler, Ege’nin iki yakasında birbirleri ile mücadele halinde olan iki farkı güçten bahsediyor

truva savaşı

Bu kadim iki uygarlık, Truva Savaşı’nın -eğer gerçekse- yaşandığı dönemin önde gelen medeniyetleri arasındaydı. Bu nedenle hem Antik Yunanlar hem de Truvalılar ile siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan ilişki içerisindeydiler. Yani Ege’nin, birbirlerini pek de sevmeyen ve savaşma ihtimalleri bulunan iki önemli topluluğun mücadelesine tanık olduğu söylenebilir. 



Truva Savaşı, Yunanistan topraklarında yaşayan Akhalar ile Anadolu’da bugünkü Çanakkale bölgesinde olduğu düşünülen Truvalılar arasında süren 10 yıllık savaştır. Akhaların kuşattığı Truva Şehri 10 yıl boyunca direnebilse de sonunda Akhalar bir hile ile kaleye girmeyi başarır. Akhaların Truva’ya girmesi ile Truva Şehri düşer. Truva Savaşı, Anadolulu ozan Homeros’un yazdığı İlyada Destanı’nda anlatılır.

 Truva’nın diğer adı “İlios” olduğu için destanın adı İlyada Destanı’dır. Ancak İlyada Destanı, Truva Savaşı’nın tamamını anlatmaz. İlyada Destanı’nda sadece 10 yıl süren savaşın 9. yılının 51 günlük bir süresi anlatılır. 51 günlük bu süre Aşil’in (Akhilleus) Akha kralı Agemennon ile ters düşmesi ile başlayıp Hektor’un cenazesi ile son bulur. Homeros’un Truva Savaşı’nın devamını anlatmama sebebi olarak savaşın devamında ne olacağını okuyucuların bildiğini düşünmesidir. Homeros’un İlyada Destanı, 24 bölüm ve 16.000’den fazla dizeden oluşur. Truva Savaşı sadece insanların değil Tanrıların da dahil olduğu bir savaş olarak bilinir. 


1.jpg

 Bizler sadece casusluk politikaları üzerine konuşacağız.

Dışişleri Bakanlığı, bir devletin olmazsa olmazlarındandır. 

İlk başlarda bir tehdit olarak görülmeyen Asurlular, zamanda içinde bir merkezi güç haline gelemeye başlayacaktır. Mısır ve Hititler, bu gelişen gücün farkında olmasına karşın yanlarında görmek için mücadele etmişlerdir.

Asurlular, Mısırlıların yanında yer almış, kültürel ve ticari anlamda iş birlikleri sağlamışlardır. Bu durumdan rahatsız olan Hititler, bölgede tek söz sahibinin kendilerinin olduğunu her daim dile getirmekteydiler ancak Mısır'ın da böyle bir hedefinin olduğu söylemekte fayda vardır.

Bu dönemde casusluk politikasının Mısırı ciddi anlamda yıpratmış ve iç olayların arttırdığını söylemek mümkündür. Hititler her ne kadar savaşçı olsa lar da bu politikayla dâhiyane bir siyaset izlemişlerdir. Ancak savaş kaçınılmaz olmuştur.

Mısır ve Hititlerin üstünlük mücadelesi fiilen de görülmeye başlamıştır. Hititlerin önceki yöneticilerinin Suriye Politikası ve orayı ele geçirme planları Muvattali döneminde de sürmüştür.

Ancak orayı ele geçirmek isteyen sadece Hititler değil, Mısır'da olmuştur. Bundan dolayıdır ki, antik Kadeş kentinde iki devlet arasında Kadeş Savaşı meydana gelmiştir.

Savaşın iki temel sebebi vardır. Bunlar;

a) Ticaret yollarını ele geçirmek

b) Suriye toprakları içerisinde kalan Ammuru ve Amka topraklarını almaktır.

M.Ö 1274 yılında iki devlet arasında meydana gelen Kadeş Savaşı, Hititlerin üstünlüğü ile neticelenmiştir. Savaş akabinde tarihini ilk yazılı anlaşması Kadeş Anlaşması imzalanmıştır. 


Tarihin İlk Bilinen Barış Antlaşmasına Açılan Kapı Kadeş Savaşı

Takvimler M.Ö. 1274 yılını göstermekte… Yer günümüz Suriye toprakları içinde kalan Kadeş ovası… Dönemin iki büyük egemen gücü Hititler ve Mısırkarşı karşıya geldi. Anadolu ve Mezopotamya topraklarının büyük egemen gücü Hititler ile Ortadoğu da söz sahibi olan yüksek medeniyet sahibi Mısırlılar, tarihin ilk bilinen yazılı uluslararası barış anlaşması ile sonuçlanacak bir savaşa sürüklenmişlerdi.

İki dev ordu çarpışıyor: KADEŞ

İnsanlık tarihinde büyük öneme sahip olan Kadeş Barış Antlaşması‘nın gerçekleşmesine yol açan dönemin siyasi sahnesine kısaca göz atalım.

Kadeş Barış Anlaşmasına götüren süreçte Anadolu’da ilk merkezi yönetimi kurarak imparatorluk haline gelen Hititlerin başında Büyük Kahraman Kral II. Muwaattali, Mısır’da ise firavun II. Ramses bulunmaktadır.

II. Muwaattali, kardeşi III. Hattuşili’yi Yukarı Ülke Hakpiş’e kral olarak atayıp başkenti tanrıları ve ölü ruhları da yanına alarak güneye Tarhuntaşşa’ya taşımıştır (CTH 81) . Bu taşımanın nedenleri arasında Mısırlılar ile aralarında uzun zamandır süren Kuzey Suriye topraklarında yer alan stratejik öneme sahip Kadeş ovasının hakimiyetini sağlamak da düşünülmektedir.

Mısır Firavunu II. Ramses, tahta geçtikten sonra Kuzey Suriye üzerinde azalan hakimiyeti tekrar kurmak için hazırlıklara başlar. Hükümdarlığı elinde bulundurduğu 4. yılında M.Ö. 1274 yılının Nisan ayı ortalarında gerçekleştirdiği irili ufaklı seferler ile vasal kralıkları hatta Amurru krallığını bile tekrar kendi tarafına çekmeyi başarır. Lakin, II. Ramses’in aslı hedefi Kadeş’i almaktı.

Firavun II. Ramses’in bu hasmane saldırılarını haber alan Muwaattali kayıtlara geçen şu kelimeler ile durumun vahametini aktarır. “Ben, majeste, nereye sefere çıkarsam çıkayım, siz tanrılar elimden tutarsınız ve Amurru Ülkesi’ni fethedersem-ister silahlarla yeneyim, ister benimle barış yapsınlar- ve Amurru kralını tutsak alırsam… tanrıları armağana boğacağım”

Tanrılar huzurunda ant içen Hatti Ülkesi’nin Büyük Kahraman Kralı, Amurru üzerinden Mısır’a da ders vermek, otoritesini kabullendirmek için derhal karşı hazırlıklara başlar ve Hakpiş Kralı kardeşi III. Hattuşili’nin de desteğini alarak büyük bir ordu ile harekete geçer.

Kadeş Savaşı iki süper güç Hitit ve Mısır arasında M.Ö. 1274 yılında gerçekleşti.

Hitit ordusunun ilerlemeye başladığını haber alan Ramses ise, bu yaklaşan Hitit ordusuna karşı 4 büyük tabur oluşturdu. Bu 4 büyük tabur; kendisinin bizzat yönettiği Amon taburu, Ptah, Ra ve Set taburları idi.
Ramses’in müteffikleri ile birlikte oluşturduğu bu dört taburun mevcudu Mısır kaynaklarından edinilen bilgilere göre 20 bin piyade ve güçlü donanıma sahip 2 bin atlı arabadan oluşmaktadır. Hititler ise bu konuda yazılı bir kaynak bırakmamış ya da bırakmışlarsa da henüz elde edilemediğinden Hitit ordusunun kuvvet gücü bilgisine Mısır kaynaklarından ulaşılmaktadır. Mısırlılara göre, Hititlerin ordusu 37 bin piyade ve 3 bin 500 atlı arabadan oluşmaktaydı. Bu sayılar dönemin o zamana kadar kurulan en büyük orduların olduğunu göstermektedir.

M.Ö. 1274 yılında 4 taburu ile Kadeş’e doğru yürüyüşe geçen Ramses, Muwaattali’nin kurduğu casus tuzağına düşürmüştür. Muwaattali’nin bilerek Mısır ordusu içine gönderdiği İki bedevi casusunun verdikleri bilgilerle Ramses’in taktiksel hata yapmasını sağlar. Bu hata savaşın ilk gününde Hititlerin Mısırlılar karşısında hakimiyet kurmasına yol açar. Amon taburu dağılmak üzere iken Ramses diğer taburların acele yetişmesini sağlatması, ve ilk gün zaferinin coşkusu ile ganimete dalan Hitit ordusunda yer alan vassal krallık askerlerin düzensizliği bu sefer de Mısırlıları ezici güç durumuna getirir. Ancak, gerek Muwaattali’nin gerekse da kardeşi Hattuşi’nin askeri zeka ve taktiksel hareketleri savaşı Hititler lehine döndürmüştür. Ramses, geri çekilmeye başlayınca Hitit ordusu da Amurru’ya girer.

II. Ramses, Kadeş Savaşı’nın galibi kendisinin olduğunu göstermek için Karnak tapınağına propanga da çizimler yaptırmıştır.

Binlerce insanın öldüğü bu büyük meydan savaşında kimin galip geldiği şu an için bilinmezliğini korumaktadır. Savaş sonrası Mısır’a dönen Ramses’in Karnak tapınak duvarlarına yazdırdığı bilgilere göre bu savaşı Hititler kaybetmişti. Ama bunun iç politikaya yönelik bir propaganda olduğu düşünülmektedir. Hitit kaynaklarında ise başarı Hititlere aitti. Bu başarıyı destekleyici bilgi ise, savaş sonrası Muwaattali’nin, Mısır ülkesinin sınır eyalet kenti Apa’ya kadar ilerlemesi olabilir.

Büyük savaş kardeşim politikasına evriliyor

İki koca gün süren ve yukarıda da değindiğimiz gibi binlerce insanın ölmesine neden olan ve kazananın tam olarak belli olmadığı dönemin en büyük meydan savaşı Kadeş savaşı sonrası Hititlerde dengeler değişmiştir. Mısır’da ise hükümdarlık hala II. Ramses’in elinde idi.

Muwaattali savaş sonrası tanrı olmuştur. Yerine oğlu, Urhi-Teşup (III. Murşili) tahta geçmiştir. Urhi-Teşup hanedanlığının ilk zamanlarında amcası III. Hattuşili ile iyi ilişki içerisindeydi. Hattuşili’de, yiğeni Urhi Teşup’a destek vermekte ve onu korumaktaydı. Lakin, Urhi-Teşup, amcası Hattuşili’yi kendisine rakip olarak görmeye başlayınca onun elindeki tüm yetkileri geri aldı. Bu yetki geri alımı ve Urhi Teşup’un kızdırıcı siyaseti yüzünden Hattuşili’nin tevazusu yerini kine bırakmıştır. Hattuşili, Yukarı Ülke (Hakpiş) krallığı sırasında ve Kadeş’te gösterdiği askeri başarılarla ordu içinde takdir edilen bir kişilikti. Bundan dolayı, askeri ve siyasi kanattan almış olduğu destekle Hattuşili, Urhi Teşup’u tahtan indirerek onu sürgüne göndermiştir. Sürgüne gönderilen Urhi-Teşup, Mısır ülkesine kaçmış ve iadesi istenilmesine rağmen Mısır tarafından verilmemesi kısa çaplı siyası kriz yaşanmasına neden olmuştur.

Kardeşi II. Muwaattali’nin tahtına yiğeni Urhi-Teşup’u devirerek oturan III. Hattuşili, her ne kadar Urhi-Teşup yüzünden Mısır ile belli bir süre sıkıntılar yaşamış olsa da, çoğunlukla Hattuşili hükümdarlığı sırasında Mısırla iyi ilişkiler içerisinde kalmıştır. Bu iyi ilişkilere Hattuşili ve Ramses’i sürükleyen en önemli unsurlardan birisi Kuzey Suriye ticaret yoları üzerinde güçlenmeye başlayan Asur etkisi olmuştur. Kuzey Suriye ticaret yolları uğruna uzun yıllar hasım olan iki ülke bu sefer bu ticaret yolllarının paylaşımı için dostluk ve kardeşlik içinde yaşamaya başlamışlardır. Ve M.Ö. 1286 yılında yaşanan dostluk ve kardeşlik atmosferinin bir göstergesi olarak Hattuşili ile Ramses Kadeş Barış Antlaşması’nı mühürlemişlerdir.

Tarihin ilk bilinen yazılı uluslararası barış antlaşması “Kadeş Barış Antlaşması”

Tarihe ilk bilinen uluslararası yazılı barış anlaşması olarak kayda geçen ve günümüzde Kadeş Barış Anlaşması olarak bilinen III. Hattuşşili tarafından gümüş levhalara yazdırılarak Mısır’a gönderilmiştir. Lakin, günümüze kadar gümüş tablet bulunamamıştır.

Kadeş Barış Anlaşması’nın dili günün diplomatik dili Akadça olarak yazılmış, Hitit ve Mısır tanrılarının şahitliği altında Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses tarafından mühürlenmiştir.
Antlaşmanın kil tablet kopyası, 1906 yılı Boğazköy kazılarında kırık olarak bulunmuştur. Bulunan bu tablet şu an İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenmektedir. Mısır tarafında ise, tapınakların duvarlarına kopyalanmıştır. Bu anlaşmanın bir kopyası da şu anda Birleşmiş Miletler binasının 2. katında sergilenmektedir.
Dostluk ve kardeşlik göstergesi olan ve ilk bilinen barış anlaşmasının bir diğer özelliği ise, Hattuşili’nin karısı Pudehepa’nın da mührünün metin üzerinde olmasıdır. Günümüzde dahi hala kadın erkek eşitliği sağlanamamış ve kadının yeri ikinci üçüncü planda olmasına rağmen günümüzden 3500 yıl önce büyük bir antlaşmaya iki büyük kralın mührünün olduğu tablete kraliçenin de mührü yer alması oldukça önemlidir.

Kadeş Anlaşması’nın mühürlenmesi ile Hitit ve Mısır arasında dostluk rüzgarları esmeye başlamıştır. III. Hattuşili ile II. Ramses arasında sıklıkla mektuplaşmalar başlamıştır. Mektuplaşmalarda hitap “kardeşim” olarak kullanılmıştır. Hatta, bu hitap Kraliçe Pudehepa tarafından da kullanılmıştır.


By  


https://arkeonews.com/tarihin-ilk-bilinen-baris-antlasmasina-acilan-kapi-kades-savasi/


İstila yolları

Bronz Çağı sonlarında Akdeniz’in doğu yarısında güçlü toplumsal, siyasi yapılanışlar var olmayı sürdürüyordu. Bunlar Yunanistan’da Mikenkrallıkları, Girit’de Minos Uygarlığı, Anadolu’da Hitit İmparatorluğu, Kıbrıs’ta Alashiya Krallığı(en:Alashiya), Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da Asur İmparatorluğu ve Mitanni, yine Suriye’de Ugarit, Mısır’da Antik Mısır Kuzey Arabistan’da Arami kabileleriydi.

Miken Uygarlığı MÖ 1260 – 1150 yılları arasında çöktüğünde, Anadolu ve Suriye’deki,[2] Hitit İmparatorluğu ve Antik Mısır’ın da yine Suriye ve Kenan topraklarındaki[3] ticareti ciddi biçimde kesildi. Anadolu'da ise Hitit İmparatorluğu MÖ 1190 dolaylarında yıkılmıştır. Öte yandan bu bölgelerdeki okur-yazarlık da aynı ölçüde geriledi. Dönemin başlarında Troya’dan Gazze’ye kadar hemen hemen her kent örneğin HattuşaşMikenve Ugarit gibi şiddetli saldırılara uğradı ve diğer birçok kent de terk edildi.[4] Asur İmparatorluğukralı I. Tiglat-Pileser’un MÖ 1076’daki ölümünü izleyen 150 yıllık dönem de İmparatorluk için bir gerileme dönemiydi. Varlıklarını ancak daha dar bir bölgeye çekilerek sert bir savunmayla sürdürebildiler. Bu yıkımların sonlarına doğru MÖ 10. yüzyıl ortalarında Geç Hitit krallıkları, Aramikrallıkları ve Yeni Asur Devleti’nin ortaya çıktığı görülmektedir.

Tüm Yunanistan anakarasında, Anadolu’da ve Yakın Doğu’da Ege Adaları’nda MÖ 1200 – 800, büyük merkezi otoritelerin olmadığı yazılı belgelere rastlanmayan bir karanlık çağyaşanmıştır.[5] Dolayısıyla antik dünyanın kent devletleri ya da krallıkları yerine artık bu köy kültürleri hakim olacaktır. Bu dönem, Akdeniz Karanlık Çağı[6] olarak da bilinir. Gerçekten de MÖ 12. yüzyıl başı, tüm Doğu Akdeniz için dört yüz yıl kadar sürecek bir karanlık çağın başlangıcı olmuştur.[7] Birçok kaynakta Ege Göçleri olarak ifade edilen olaylar dizisi bu genel çöküşü dile getirmektedir.[8]

Anadoludeğiştir

17. yüzyıl ressamlarından Kerstiaen De Keuninck'in, Troya'nın düşüşünü tanımlayan bir tablosu.

Geç Bronz Çağı’nın tüm önemli Anadolu kentleri yıkım izleri göstermektedir, arkeolojik kazılarda yıkım izleri bulunan bir katmanla mutlaka karşılaşılmaktadır. Kızılırmak kavisi içindeki hiçbir kent yıkımdan kurtulamadı, başkent HattuşaşAlacahöyükMaşat ve Alişar. Görünüşe göre bu yerleşimler yabancılar tarafından iskan edildi. İzleyen yüzyıl boyunca bu bölgede hiçbir kent görülmemiştir. Kavsin dışında Karaoğlan yakıldı ve sakinleri öldürüldü, kazılarda kurbanların iskeletlerinden kalanlar bulunmuştur.  AlişarMaşatbenzer şekilde yıkıma uğradılar.[10] Tüm Hitit kentleri izleyen bin yıl boyunca bu topraklardaki uygarlık, Hititler’in düzeyini yeniden canlandıramadı.

Öte yandan Troya’nın VIIa olarak tanımlanan kazı katmanı yakılıp yıkılmıştı. Bu yıkımın MÖ 1190 ya da 1180 yıllarında gerçekleşmiş olması muhtemel görünmektedir.[11] Surlarla çevrili Milet de yıkıma uğramış görünmektedir. Arkeolojik kazılar kentin GHIIIC[not 1] içinde (MÖ 1190-1060) yıkıma uğradığını göstermektedir. Milet daha sonra iskan edilmiştir.[11]

Büyükçe bir yerleşim olan Tarsus da yıkıma uğrayan bir başka Hitit yerleşimidir. Kentte yapılan arkeolojik çalışmalara göre MÖ 1190 yılı sonrasında yakılıp yıkıldığı anlaşılmaktadır.[12]

Günümüz Güneydoğu Anadolu bölgesinde Bronz Çağı sonlarında yıkıma uğrayan diğer yerleşimler Lidar Höyük,[not 2] Tille Höyük,[not 3]Norşuntepe[not 4] gibi yerleşimlerdir.[12]

Barbar akınları, "Barbarlar" toplulukların, devletlere ya da şehir devletlerine düzenledikleri saldırılara verilen addır.

Yunanca barbaros sözcüğünden gelen bu kavramı ilk kullananlar Eski Yunanlardı. Barbar, Romalıları da içine alan bütün Helen olmayanlara verdikleri addı. Daha açık bir ifadeyle HellenlerGrekçekonuşmayan tüm topluluklara "barbar" demekteydiler.[1]

 Daha sonra Romalılar da kavramı, "uygar" olarak tanımladıkları, kültürel ve ekonomik olarak Roma ve Yunan etkisi dışında kalan topluluklar için kullandılar.

Zamanla bu toplumlara yükledikleri yıkıcı, vahşi tutumlar nedeniyle barbar kavramı olumsuz bir anlam alarak pek çok dile yerleşmiştir.

Bugün kullanıldığı şekliyle barbar topluluklar, çoğunlukla göçebe ve sürücü topluluklardır. Kabile düzeninin hakim olduğu, toplumsal tabakalaşmanın, sınıfların olmadığı toplumlardır. 


MaryannuOrta Doğu’da Bronz Çağı’na özgü savaşçı bir kastdır. Bu aristokrat sınıf, hükümdar tarafından verilen ve miras bırakılan bir toprak mülkiyetine dayanırdı.[1][not 1]

Bir Hitit savaş arabası (Antik Mısır duvar kabartmasından)

Orta Doğu'nun birçok toplumunda aristokrat sınıflar savaşlara savaş arabası üzerinde katılmaktaydı. Çünkü bu arabaların teçhiz edilmesinde atlar, ahşap, deri kayışlar ve tunç kullanılıyordu ve yapımı özel maharet gerektirmekteydi. Sonuç olarak pahalı olan bu silahlar ancak zengin aristokrat sınıf tarafından alınabilmekteydi.

Maryannu sözcüğü Amarna Mektupları'nda geçmektedir. Tarihçi Robert Drews’e göre Sanskritçe “genç savaşçı” anlamına gelen “marya”nın, bir Hurri sonekiyle çoğuludur.[

Maryannu, aynı zamanda Mısır'daki Mitannikrallığını tanımlamak için kullanılan bir sözcüktür.

Aryan olan Mitanniler, Mezopotamya'ya göç ettiler. Orada Hurri halkının arasına yerleştiler ve kısa süre sonra Maryannu adı verilen yönetici soylu sınıf haline geldiler.

Maryannu terimi Alalah ve Ugarit metinlerinde de geçer. Burada, bir kölenin serbest bırakılması durumunda kavuştuğu statüyü anlatmak için kullanıldığı görülür. Örneğin Alalah metinlerinde kralın bir Qabia'yı özgürlüğüne kavuşturması için "onu Alalah'ın maryannu çocukları gibi yaptı" şeklinde bir ifade kullanılır. Maryannu'nun doğuştan özgür olan kişileri tanımlamak için kullanıldığı görülmektedir.

Tuşrutta'nın, 3. Amenhotep'e gönderdiği tablet mektup.

Mitannilerin MÖ 16. yüzyılda Doğu Anadolu BölgesiGüney Doğu Anadolu ve Kuzey Suriye'ye olan göçleri vardır. Bu göçler Hurrilerin yaşadıkları yerlere olduğundan, Hurriler batıya doğru kaymışlardır. Bu kaymalar sonucu Hititler ile mücadeleler başlamıştır. Bazı Hurri kabileleri ise Mitanni egemenliğini kabul ederek onların yeni bir devlet kurmalarına yardım etmiştir. Mitannilerinikinci göçü ile birlikte, yine batıya kayma olmuş ve Hurriler Hitit denetimindeki Çukurova bölgesini ele geçirerek burada Kizzuvatna Devleti'ni kurmuşlardır. I. Murşili'nin ölümünden sonra Hititler uzun süren bir taht kavgasına başlamışlardır. Bu durumdan yararlanan Hurriler Hattuşaş'a kadar ilerlemiştir. Burada kraliçe ve çocuklarını esir almışlardır. Hitit Kralı I. Zidantazamanında Hititler bu devleti tanımış ve kral Pilliyaile barış anlaşması yapmıştır.[9][10]

Mısır Krallığı silahlı güce önem vermiş ve donanımlı ordular kurmuştur. Ülkelerini genişleterek Mısır coğrafyasının 

MÖ 1280’de yapılan “Kadeş Barış Antlaşması” tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmadır.

Savaşın gerçek nedeni Mısır ve Hitit devletlerinin birbirine eşit kuvvetler hâline gelmesi ve bu iki büyük devletin ekonomik menfaatlerinin Kuzey Suriye toprakları üzerinde çatışmasıydı. Her iki devlet de bu topraklar üzerinde hak iddia ediyordu.

Tarih Kadeş Savaşı M.Ö 1274 Homes Gölü civarında Kadeş şehrinin yakınlarında Mısır ve Hitit krallıkları arasında gerçekleşmiştir. O güne kadar kayıt edilmiş en büyük savaştır. Savaşta beş bin ila altı bin arası savaş arabası ve toplamda elli bin savaşçının bulunduğu düşünülmektedir.

Kırmızı: Hititler - Yeşil: Mısırlılar

Mısırlılar coğrafi nedenlerden dolayı Anadolu ve Mezopotamya toplulukları gibi işgale uğramaya açık durumda değillerdi. M.Ö 1650 yıllarında Mısırlılar, Suriye’den gelen Hiksoslular tarafından işgale uğramış ve uzun süre başka bir medeniyetin altında yaşamışlardır. İlk defa böyle bir işgale uğrayan Mısırlılar, Teb Prensleri önderliğinde Hiksosluları yenip bağımsızlıklarını ilan ettiler ve 18. Hanedanlıklarını kurdular. Böylece, Yeni Mısır Krallığı dönemi başladı ve Mısır artık yayılmacı bir politika izlemeye başladı. Hedefinde kuzey toprakları yani Suriye vardı.

Anadolu’da ise yine 1650’li yıllarda Kızılırmak bölgesinde Hititliler Anadolu’nun ilk imparatorluğunu kurdular. Hattuşi ve Murşi gibi önemli krallar çıkaran Hititliler, yayılmacı bir politika izleyerek Anadolu’nun büyük bir kısmını ve Kuzey Suriye’yi ele geçirdiler. 

Suriye’nin Kuzeyi ticaret yollarının kesiştiği önemli bir noktaydı. Şarap ve zeytin üretimi için bereketli topraklardı. 

https://typelish.com/b/savas-gunlukleri-2-antik-donem-savaslari-kades-savasi-100360

Tevrat ve İncil’i terk etmiş ve onun yerine yalan dolan hikayelere (Talmud ve Mişna kitapları) tabi olmuşlardır. 

Kur'an'da geçen peygamberlerin yaklaşık kronolojik sırası şöyledir: Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakub, Yusuf, Eyüp, Şuayb, Musa, Harun, Zul-Kifl, Davud, Süleyman, İlyas, Elyesa, Yunus, Zekeriya, Yahya, İsa ve Muhammed.


Hz. Âdem: İlk peygamber ve ilk insandır.

Hz. Şit (as): Şit aleyhisselam Adem aleyhisselam'dan sonra gönderilen ikinci peygamberdir. Adem aleyhisselam'ın oğludur

Hz. İdris: Hz. İdris, Hz. Şit aleyhisselamın torunlarından bir peygamberdir. Adem aleyhisselam'ın oğlu Kabil'in evladından olan bir topluma peygamber gönderilmiştir. Cebrail aleyhisselam 4 defa gelip ona Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmiştir. İdris aleyhisselamın bunları insanlara 105 veya 120 sene bildirdiği rivayet edilmiştir. Kendisine verilen birçok mucizelerden bazıları, ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilmesi, havadaki bulutlara çekilmeleri için emir verebilmesi ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermesi idi.

Hz. Nuh: Nuh aleyhisselam, İdris aleyhisselam'dan sonra gelen peygamberdir. Hz. Nuh, Idris aleyhisselamdan sonra azan insanlara peygamber olarak gönderildi. İnsanlar putlara tapmaya başladı. Cenab-ı Hak bunun için Nuh aleyhisselami peygamber olarak gönderdi. Yıllarca insanları dine davet etti, putlara tapınmaktan sakındırdı ve Allah Teâlâya ibadet etmelerini söyledi. 

Hz. Hud: Hz. Hud Yemen'de bulunan Ad kavmine gönderilen peygamberdir. Yemen'de Aden ile Umman (Oman) arasında bulunan Ahkaf diyarında Hz. Hud doğup büyüdü. Çocukluktan itibaren Allah'a ibadet ederdi. Ara sıra ticaret yapan Hz. Hud gayet şefkatli ve çok cömert idi. Kavmi (Ad) bolluk ve bereket içinde ve gösterişli binalar yaparak azmıştır. Bütün nimetleri kendilerine veren Allah’ı unutan Ad kavmi putlara tapmaya başladı.

Hz. Salih: Sâlih Peygamber Semud kavmine gönderilen peygamber olup Nuh aleyhisselamın oğullarından Sam'in neslinden olup Hz.Âdem'in 19. kuşaktan torunudur. Âd kavmi helâk olduktan sonra felaketten kurtulanlardan Semud, Sam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen yere yerleşti. Semud'un torunları Ad’ın helâk olduğu yere gidip yerleştiler. Reisleri de Canda bin Amr isminde birisi idi.

Hz. İbrahim: Mezopotamya'daki Keldâni kavmine gönderilmiştir. Oğulları, İsmail ve İshak aleyhisselam'dan ziyade soyundan daha birçok peygamber geldiği için «Ebü'l enbiya» (peygamberler babası) da denilmiştir. Nemrud ve ona tâbi olanlar azgınlık ve Allah'a isyan içinde yasamakta idiler. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre, rüyasında gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların bu nurun ışığında kaybolduğunu gördü.  


Hz. Lut: Hz. Lut, İbrahim aleyhisselamin kardeşi Hârân’ın oğludur. Nemrud'un memleketinden hicret edip Şam'a geldikten sonra Lut gölü yakınındaki Sedum şehri halkına peygamber olarak gönderildi. İnsanlara İbrahim aleyhisselamin dinini tebliğ etti . Bu kavim çok azgındı ve erkeklerle münâsebeti âdet haline getirerek livata fiilini işliyordu. Bu iş için de bilhassa genç delikanlılar üzerinde kötü emel besliyorlardı.

Hz İsmail: Hz. İbrahim'in Hacer'den olan büyük oğludur. Hicaz halkına peygamber oldu.

Hz. İshak: İbrahim (a.s)'in Hz. Sâre'den doğan ikinci oğlu. Hz. Ishak rivayete göre yüz altmış yaşlarında bu günkü Filistin'in bulunduğu bölgede Kudüs yakınlarında vefat etmiş, babası İbrahim (a.s)'in Mezradaki kabrinin yanına defnedilmiştir.

Hz. Yakub: Yakûb (a.s)'in soyu, İshâk (a.s) vasıtasıyla İbrahim (a.s)'a dayanmaktadır. Yakûb (a.s) bitmeyen tükenmeyen güzel bir sabra sahipti. O, sabrıyla ve ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi, evlam acısı ve evlam ihanetiyle imtihan edildi.

Hz. Yusuf: Kur'an'da ismi geçen Beni İsrail peygamberlerinden biri. Yakub Peygamber'in oğludur. Hz. Yûsuf'un on bir tane erkek kardeşi vardı. Yûsuf fevkalâde güzel ve son derece zekî idi. Babaları Hz. Yakub en çok Yûsuf'u seviyordu. Bu sevgiyi ağabeyleri kıskanıyorlardı.Yûsuf (a.s) bir gece rüyasında on bir yıldızın, güneş ve ayın kendisine secde ettiklerini gördü. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası rüyanın, Hz. Yûsuf'un büyük bir adam olacağına işaret olduğunu anladı ve Yûsuf'a rüyasını ağabeylerine anlatmamasını tembihledi. Ancak, ağabeyleri bundan haberdar oldular ve Yûsuf'u öldürüp bir yere atmayı planladılar. 

Hz. Eyyub: Hz. İbrahim soyundan gelen bir peygamber. İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yasayan ve çok zengin olup, sayısız malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir.

Hz. Şuayb: Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak gönderildi. Bu iki ülkede ayrı ayrı mücadelede bulundu. Medyen ve Eyke, dağlık ve ormanlık olan iki ülke idi. Medyen toprakları, Hicaz’ın kuzey batısında, oradan Kızıldeniz’in doğu sahiline, güney Filistin'e, Akabe Körfezi'ne ve Sina Yarımadasının bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alır.

Hz. Musa: Allah Teâlâ’nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat’ı verdiği ve yeryüzünde dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği 

Hz. Harun: Hz. Harûn (a.s), İsrailogulları peygamberlerinden, Hz. Musa (a.s)'in kardeşi. 

Hz. İlyas: Hz. Musa'dan sonra İsrailogullarının çeşitli boyları. sam civarına yerleşmiştir. sam bölgesindeki "Bek" şehrine yerleşen ve zamanla Allah'a isyan ederek haddi asan bir Benu İsrail kabilesine Hz. İlyas (a.s)'in gönderildiği rivayet edilmektedir.

Hz. Davud: Kur'ân-i Kerim'de adı geçen İsrailoğulları peygamberlerinden biri. İsrailogullari, Hz. Dâvûd zamanında en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Dâvûd (a.s.) Kudüs'ü fethetmiş, kendisine başkent yapmıştı.Hz. Dâvûd, hem hükümdar, hem peygamberdi

Hz. Süleyman: Hz. Süleyman, babasından sınırları Mısır’dan Fırat’a kadar uzanan bir krallık devralmış ve kısa sürede hakimiyetini güçlendirmişti. Hz. Süleyman, Allah’ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi kabul eden Sebe halkını, imana davet etmek için onlara "Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla" başlayan bir mektup göndermişti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya çağırmıştı.

Hz. Yunus: Yûnus (a.s)'in nüfusu yüz bini askın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildi. O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler.

Hz. Üzeyr: İsrail oğullarına gönderilen bir peygamberdir. Yüce Allah İsrâiloğullarının elinde bulunan Tevrat’ı onlardan aldı. Tevrat'ın içinde bulunduğu sandığı kaybettiler. Ayni zamanda Tevrat zihinlerinden de silindi. İsrailoğulları buna çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyr (a.s) Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarıp yakardı. Allah'tan inen bir nur, onun kalbine girdi. Unutmuş olduğu Tevrat’ı hatırladı. Ondan sonra Tevrat’ı yeniden İsrailoğullarına öğretti. Daha sonra Tevrat’ın içinde bulunduğu sandık bulundu. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'in öğrettiğinin aslına uygun olduğunu gördüler. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'i çok sevdiler. Fakat bu hususta aşırı gittiler. "O, olsa olsa Allah’ın oğludur." dediler.

Hz. Zekeriyya: Kur'ân'da adı gelen peygamberlerden biri. Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadır. Zekeriyya (a.s) bu şekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima İnsanları Yüce Allah'a inanmaya ve O'nun yolunda yürümeye çağırdı. fakat azmış olan, küfre dalan ve önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler

Hz. İsa: Kur'an-i Kerîm'de adı geçen ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz. isa (a.s) Batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce doğmuştur.

Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren Hz. İsa, daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. İsa’yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus'a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi Hz. İsa’ya ihanet etti ve Hristiyanlarin inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Hz. İsa’ya ihanet eden Yahuda, Romalılar tarafından İsa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.


Gayemiz soy kütüğü çıkartmak değil… Kur’an ve hadis mesnetli peygamber kıssalarını “Bir kıssadan bin hisse!” düsturu ile anlatmak… Herkesin anlayışı kendi aklı mesabesinde bilinciyle… 

Yusuf kıssasındaki ilkyazımda Hz. Yakup ile Hz. Yusuf’un kıssasına birlikte bakıldığında ilahi ve insani iradenin daha doğru anlaşılacağı açık demiştim.

Yakup Peygamberin on iki oğlu vardır. Bunlardan birisi de Hz. Yusuf’tur. Hz. Yusuf zamanı tarihi “Hitit” ler devrine rastlar. Hititler devri M.Ö. 2000-1000 yılları arasındadır. Hititler, Anadolu ile Kuzey Suriye coğrafyasında yaşadılar. M.Ö. 13’üncü yy. da Yakındoğu’nun önemli imparatorluğu hâline geldiler.

Mısırlılar ile Hititler arasında geçen Kadeş Savaşı tarihin ilk yazılı antlaşmasının yapıldığı savaştır. Kadeş Savaşına, savaş antik Kadeş kenti yakınlarında geçtiği için bu ad verilmiştir. Kadeş Savaşı sırasında Hititlerin başında Kral Muvattali’m vardı. Mısırlıların başında ise Mısır Fravunlarından II. Ramses bulunuyordu.

Kadeş Savaşı’nın çıkmasına neden II. Ramses’in Suriye topraklarında hâkimiyet kurmak arzusudur. O günkü Suriye toprakları üzerinde ticaret oldukça yaygındı. Suriye’yi ele geçirmek için Anadolu’nun gücünü elinde bulunduran Hititleri saf dışı etmekti. 

Her iki devlet de Kadeş Savaşını kendilerinin kazandıklarını söylediler. Böyle söyleseler de Suriye topraklarını o günün iki süper gücü olan Hititler ile Mısırlılar aralarında paylaştılar. Kadeş antlaşması kil tabela üzerine bu minvalde yapılmıştır.  

Hititlerin çöküşüyle Tunç devri kapanmış ve Demir devri açılmıştır. Hz. Yusuf, bu iki güçlü devletten Mısırlılar devletinde yaşamıştır.

Hz. Eyüp, Hz. Yusuf’tan sonra peygamber olmuştur. Hz. Eyüp, İshak Peygamberin oğlu İs’in oğludur.  Hz. Eyüp, Şam’da ikamet ederdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Amazonlar; Atlı-Savaşçı Kadınlar

7 BELDEYE 7 MUSHAF=Farkli lehçe’den kaynaklanır.