Avrasyalı Atlı-Savaşçı Kadınlar Amazonlar'ın Gerçekliği Üzerine Yeni Gözlemler
Fatma BAĞDATLI ÇAM
Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Bartın/TÜRKİYE
Savaşçı kadın anlamında bir tabir olarak “Amazonlar”ın günümüzde dahi yansımaları sürmektedir.
Yunancada “a-mazon”, “göğüssüz” anlamına gelmektedir. Erkek gibi ata binen ve savaşçı karakteriyle ünlenen Amazonların, Yunan Klasik Döneminin sanatsal alanında da oldukça büyük etkileri olmuştur. Anadolu’nun batı kıyılarındaki Yunan kentlerinin kuruluşlarıyla ilgili efsanelerde Amazonlar önemli bir konumdadırlar . Geç Arkaik Dönemden itibaren vazo resimlerinde, mimari yapıların frizlerinde ve ünlü heykeltraşların heykellerinde Amazon kadınları betimlenmiştir.
🔻Ares, Yunan savaş tanrısıydı ve belki de çabuk öfkelenmesinden, çoğunlukla agresif olmasından, ve tükenmek bilmeyen kavga sevdasından dolayı tüm Olimpos Tanrılarının en sevilmeyeniydi. Afrodit'i baştan çıkarmasıyla, Herkül'le savaşıp yenilmesiyle ve Poseidon'un oğlu Halirrhothious'u öldürerek Poseidon'u kızdırmasıyla bilinir.❗️
Kökenleri & Adları
Mitolojide, Amazonlar savaş Tanrısı Ares'in kızlarıydı.
Erkeklerin yalnızca üreme süreci için hoş karşılandığı ve tüm erkek bebeklerin öldürüldüğü, sadece kadınlara yönelik bir toplumun üyeleriydiler. Yunanların 'uygar' olarak gördükleri dünyanın sınırında yaşadıkları düşünülürdü ve çoğunlukla Karadeniz'in güney kıyısıyla, özellikle Themiskyra şehir devleti ile, ilişkilendiriliyorlardı.
Bir diğer Anadolu bağlantısı da Amazonların yıllık olarak tekrar ettikleri bir tören olan av Tanrıçası Artemis'e tapınağında kurban verdikleri ve savaş dansları ettikleri Efes antik kentidir. Dahası, Anadolu'daki özellikle Ephesus, Cyme, Sinope, Priene, Myrina, Smyrna ve Midilli Adası'ndaki Mytilene olmak üzere birçok yerleşim yeri Amazonlara atfedilmiştir.
Amazonlar daha iyi yay kullanmak ve mızrak atmak için sağ göğüslerini yakarlardı. Dahası, a-mazon terimi 'tek göğüslü' veya 'emzirilmemiş' gibi anlamları olsa da bir çok insan tarafından 'göğsü olmayan' olarak anlaşılır. Bu ismin bir diğer alternatif kökeni Farsçadır ve basitçe 'savaşçı' anlamına gelir. Bu ismin son bir yorumu ise Ermeniceden türemiş, 'Ay Tanrıçası' anlamına gelir ve gerektiği zaman silah taşıyan Karadeniz'in güney kıyısındaki ayın rahibelerine işaret eder.
Yunanlı tarihçiler Amazonların, Yunanlıların doğu sınırlarında bulunan Thermedon (Terme Nehri) kıyısındaki Themiskyra’da (Çarşamba Ovası) yaşadıklarını, yurtlarının ise Güney Rusya’daki (Ukrayna) İskit Toprakları, Trakya’daki İskit Toprakları, Libya ve Kuzey Afrika olduğunu bildirmektedir.
Ancak tüm bu bilgiler Demir Çağı Anadolu’sundan gelmektedir. Aşağıda detaylarıyla aktarılacağı üzere Amazonların Homeros metinlerindeki Amazon figürlerinin Troya Savaşından önceki devirlerde de Anadolu’da var olma ihtimalleri gözden kaçırılmamalıdır.
Hitit Dönemi Anadolu’sundaki Amazonların varlığına dair tartışmalar halen sürmektedir. Ancak Tunç dönemi Anadolu’sunda Hitit metinlerinden görebildiğimiz kadarıyla Karadeniz’de oldukça savaşçı yönleriyle Hitit Krallığına zor zamanlar yaşatmış Kaşka kavimleri arasında Atlı-Göçebe toplulukların ve dolayısıyla Amazonların var olup olmadığı sorgulanmamış, bu konuda ancak Karadeniz bölgesindeki Erken Dönemlere yönelik kazı ve araştırmaların sonuçları ile anlayabileceğiz.
Bu çalışmada ise Yunan tarihinde mitolojik bir karakter kazanmış olarak karşımıza çıkan Amazonların mitolojik hikayeleri ve antik yazarların verdiği bilgilerle kıyaslanarak değerlendirilecektir. Tarihsel ve Arkeolojik verilerle Kimmer-İskit Kavimleri ile Amazonların ilişkisi ve Amazon mitoslarındaki gerçeklik payları irdelenecektir.
Antik Kaynaklarda Amazonlar
Amazonlar Yunan kültüründe ve sanatında MÖ.8.yüzyıldan itibaren ortaya çıkar. Amazonlardan ilk bahseden yazılı kaynak Homeros’tur. İlyada’da Amazonlar, Troyalılar’ın müttefikleri arasında geçmektedir.
Priamos, Phrygia’da Amazonlara karşı yapılan bir savaşa katıldığından bahsetmektedir. Ozan, Amazonlar için “antianeirai/ erkek gibi” tanımlamasını kullanır. Bir başka bölümde ise Lykialı kahraman Bellerophontes’in Amazonları öldürdüğünü aktarır. Amazonların, Troyalılar’ın safında savaşa girdikleri hakkındaki bilgiler Vergilius’un “Aeneas” destanından gelir. Burada Amazonların, Troya savaşında Penthesilea önderliğinde hilal biçimli kalkanlarıyla savaştığından bahsedilmektedir. Troya Destanının ardından ilk tarihsel veriler Herodotos’tan gelir.
Amazonları Sarmat kavminin üyeleri olarak tanımlamakta ve yaşadıkları bölge ile ilgili Thermodon’u göstermekte ve İskitlerin Amazonlara “oiorpata” (erkek öldüren) dediklerini aktarmaktadır. Amazonlara ilişkin en geniş kapsamlı tanımlama Sicilyalı Diodorus’tan gelir.
İskitlerin mitolojik ve tarihsel gelişimini aktarırken Kafkasya ve Maeotis Gölü (Azak Denizi) civarından Trakya’ya hatta Mısır’a kadar yayıldıklarından bahseder. İskit kavimlerinden bir kısmının, Assurlar’ın baskısıyla Pontus ve Paphlagonia’ya doğru göç ettiklerini, diğerlerinin ise Media ve Tanais (Don Nehri Deltası) arasında kaldıklarını ve bunlara Sarmatlar dendiğini bildirir.
Pers kralı Kyros döneminde İskit yönetiminde kadın hakimiyetinin olduğunu, Kyros’un İskit kraliçesiyle savaşmasından anlaşılabilmektedir.
Sicilyalı Diodorus, devamında Amazonların İskitli olduğunu ve Thermedon Nehri kıyısındaki Themiskyra isimli büyük bir kentte yaşadıklarını ve burada büyük bir sarayın olduğunu söyler. Ares’in kızı olarak tanımladığı Amazon Kraliçesinin yasaları belirlendiğini ve savaş sırasında kadınlara liderlik ettiğini aktarır. Ona göre kadınlar kendilerini savaşta güçsüzleştirdiğine inandıkları için kız çocuklarının bebekken göğüslerini dağlarlar. Bu konudan Hippokrates de, Maeotis Gölü kıyısında yaşayan İskitler’in Sarmatlar olarak tanındığını ve kadınlarının savaşta düşmanlarını öldürene kadar evlenemediğini bildirir. Bu kadınların sağ göğüslerinin olmadığını, bebekken anneleri tarafından kızgın bir bronz alet yardımıyla dağlandığını aktarır.
M.Ö. 3.yüzyıl sonlarında yaşamış olan Rhodoslu Apollonius, “Altın Post” arayışındaki Argonatlar’ın Karadeniz kıyılarındaki yolculuklarını anlattığı kitabında, Amazonların yaşadığı bölgelerden bahseder[15]. Amazonların başkentinin Thermodon olduğunu ve üç kavimden oluştuğunu belirtir. Bu bölgeden bahsederken, Herakles tarafından tuzağa düşürülen Amazon Melanippe’nin ve parlayan kemerini fidye olarak Herakles’e verip Melanippe’yi kurtaran Hyppolite’nin Ares’in kızları olduğunu aktarır.Rhodoslu Apollonius’a göre Amazonlar, Ares ve Harmonia’nın kızlarıdır ve Ares tapınağında tanrıya bir altar etrafında koyun kurban etmektedirler. Çatısız olarak tanımlanan bu tapınakta kutsal sayılan siyah bir taşın var olduğunu ve eskiden Amazonların bu taşın etrafında dua ettiklerini bildirir.
Sicilyalı Diodorus’a göre Amazonların Libya ile olan bağlantısı oldukça ilginçtir.Diodorus, Amazonların Thermodon bölgesinde yaşadıklarını, ancak daha eski dönemlerde Libya’da olduklarını bildirir. Libya toprakları olarak aktardığı bölgede Yunan mitolojisinde Atlas ve Hesperidlerle ilgili mitolojiye benzer bir tanımlama yapar ve sonrasında bu bölgede Khersonesus adlı büyük bir kentin kurulduğundan bahseder. Olasılıkla Sicilyalı Diodorus, yararlandığı eski dönemlere ait metinleri yanlış anlayarak Khersonesus’un Libya topraklarında olduğunu düşünmüş olmalıdır.Yazardan Libya’daki Amazonların, Libya topraklarından Suriye’ye, Kilikya’ya ve oradan da Phrygia’daki Kaikos Nehri (Bakırçay) kıyılarına ulaştıklarını öğreniriz. Diodorus’un metinlerinde Khersonesus’un konumunun yanlış verilmesine rağmen ulaştığımız sonuç, Amazonların Khersonesus’ta yaşamış olmalarıdır.
Amazonların yaşadığı coğrafyaya ilişkin antik metinlerden çok çeşitli bilgiler gelmektedir. Kafkasya’dan günümüzde Ukrayna sınırlarındaki Azak Denizi kıyılarına kadar uzanan coğrafya, Karadeniz’de günümüzde Samsun sınırları içindeki Thermodon nehri (Terme Nehri) kıyıları ve Trakya bağlantıları olduğu anlaşılmaktadır. Bu bilgilere ek olarak Amazonların Sicilya ve Ege Adalarındaki varlıkları hatta Libya’da bile bulundukları anlaşılmaktadır.Amazonların yaşadıkları ya da bulundukları bölgelerin oluşturduğu coğrafyanın genişliği kuşku uyandırıcı gelmektedir. Ancak hepsinin ortak bildirdiği yer Thermedon Nehri kıyıları ve Maeotis Gölü kıyılarıdır. Tarihsel metinlerden yola çıkarak Amazonların ortaya çıkışı ile ilgili gözlemleri Antik Yunan Mitleri ve Sanatı üzerinde yoğunlaşarak gözlemlemek ve var oldukları bölgeleri belirleyebilmek için metinlerde Amazonlarla ilişkili olaylara dikkatli bakarak belirli bir kronoloji ve bölgesel sınırı belirlemeye çalışmak gerekmektedir. Bu verilerin gerçekliğini sorgulamak için de Arkeolojik verilerden yardım almak daha sağlıklı sonuçlara ulaşmaya yardımcı olacaktır.
Amazonlarla Yunanlıların savaşlarının anlatıldığı sahneler genel olarak “amazonamachi” olarak adlandırılmaktadır. Bununla ilgili en bilinen örnekler arasında Parthenon’un batı duvarları üzerindeki metoplarda ve Parthenon’un kült heykelinin kalkanı üzerinde, Bassae Apollon Tapınağı’nın frizlerinde ve Olympia Zeus Tapınağının kült heykelinin oturduğu taht üzerinde betimlenen heykeltıraşlık eserleridir.
“Amazonamachi” konusunun özellikle tapınakların duvarlarında tercih edilmiş olması yaygın olarak Yunanlılar’ın M.Ö.480’de Persleri yenilgiye uğratmalarını temsil ettiğine inanılmaktadır. Yunanlı olmayan (barbar) toplumlar üzerinde Yunan toplumunun üstünlüğünün simgesi olan bu konu M.Ö.380’lerde Lykia’da Trysa Heroon’unda ve M.Ö.350’lerde Pers Satrabı olan Mausolos için yapılan Mausoleion’un duvarlarına da ünlü heykeltraşlar tarafından işlenmiş olması, “amazonamachi”nin Yunan üstünlüğünü simgeleyen bir tema olmaktan çok Yunan sanatının sadece “zaferi” simgeleyen revaçta konulardan biri olabileceğini akla getirmektedir[44]. Bu açıdan bakıldığında Amazon kraliçesini öldürerek zafer kazanan Herakles, Theseus ve Akhilleus gibi kahramanların betimlerinin Yunan sanatına girdiği M.Ö.6.yüzyıldan itibaren çok yaygın olarak kullanıldığı unutulmamalıdır
Argos kralı Proitos, karısının Bellerophon'un ona saldırdığına yönelik (yanlış) suçlamalara öfkelenerek kahramanı Likya kralı Iobates'e hizmet etmesi için gönderdi. Kahramana aslan, yılan ve keçinin ateş püsküren bir karışımı olan fantastik yaratık Kimera'yı öldürme görevini veren o idi ve Bellerophon bunu başardığında, gidip Amazonlarla savaşması söylendi.
Chimera (Kimera)
Yunan mitolojisinde, birçok hayvanın birleşmesinden oluşan ve ağzından alev çıkaran yaratık olarak tasvir edilmiştir. Gövdesinin ortasında keçi başı olan aslan başlı ve yılan kuyruklu bir canavardır. Pek çok tasvirde arka tarafı ejderha şeklinde gösterilir. Bellerophon son derece güçlü olan bu yaratığı kanatlı atı Pegasus’la saldırarak yerin 7 kat derinine gönderir. Anlatılan efsanelerde Chimera’nın ağzından çıkan alev, Antalya’nın Kemer ilçesinde konumlanan ve günümüzde Yanartaş diye bilinen, sürekli yanan alevi oluşturmuştur.❗️
Fantastik Canavarlar filmleriyle birlikte sık sık duymaya başladığımız Büyüzooloji kelimesinin köklerine iniyoruz!
Büyüzooloji kısaca sihirli yaratıklar bilimidir. Bu alanda çalışmalar yapan cadı ve büyücülere büyüzoolog denir. Büyüzoologların arasında en ünlü olanı ise Fantastik Canavarlar Nelerdir ve Nerede Bulunurlar kitabının yazarı olarak tanıdığımız Newt Scamander. Luna Lovegood’un da eşi Rolf Scamander gibi, Newt Scamander’ın torunu, kariyerinin ileriki dönemlerinde büyüzoolojiyle uğraştığını biliyoruz. Rubeus Hagrid de kendisinden önce gelen Silvanus Kettleburn gibi Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda Sihirli Yaratıkların Bakımı dersi verdiğinden onları da büyüzoolog olarak kabul edebiliriz.

https://youtu.be/3jlqjCt6ba0?si=oAQ6Fv0VKeIx-fKE
“Vaktiyle bir Gülşah Güler varmiş varolsun”
“Pirus Zaferi” pek çok tarihçi tarafından bilinen bir tarihsel olaydır. Epir kralı Pirus (günümüzde Arnavutluk ve Yunanistan’ın batı sınırları içerisinde yer almakta.)
MÖ. 272’de Pirus, Makedonya’yı fethetmek için İtalya’dan çekildi. Pirus birkaç savaşta yeteneklerini ortaya koyarak Kral Antigonus’u yendi ve Makedonya’nın en güçlü bölgelerini ele geçirdi. Güney’i yağmalamak ve hatta Yunanistan’ı ele geçirmek için o bölgeye yöneldi. Mühtedi bir Sparta prensi Pirus’a gelerek, Sparta ordusunun Girit adasında bulunduğunu ve şehrin mukavemetten yoksun olduğunu söyleyerek onu Sparta’yı fethe teşvik etti.
Şehrin ordusu Kral Aerus’un emri altında çok uzaklarda bulunuyordu. Şehir savunması içinse geride sadece 2000 asker bırakılmıştı. Hafif bir garnizon gücünde olan bu askeri birlik, kölelerin isyan etmesi ihtimaline karşı şehirde bırakılan caydırıcı bir güç olmakta öteye gitmezdi. 27000 askeri ve 24 fili ile İskender’in ordusundan bu yana en kuvvetli ve disiplinli orduya sahip olan Pirus, Sparta ovasına indi.Yunanistan’da olduğunu bilmelerine rağmen Spartalılar, Pirus’un ordusuyla birlikte çıkagelişine şaşırmışlardı.
🏇Savaşın kaçınılmaz oluşu sebebiyle Spartalılar kadınları Girit adasına göndermek istiyorlardı. Zira kendi orduları Girit adasındaydı ve orada kuvvetli müttefikleri bulunduğu için gayet güvenli bir yerdi.
Kadınlar ise bu duruma şiddetli karşı çıktılar ve arkalarına eski Kraliçe Arachidamia’yı da aldılar. Arachidamia elindeki kılıcıyla Sparta’nın savunmasında kadınların da bulunmasını istedi.
Sparta kadınlarının bu cesur isteklerine karşı gelinmedi ve kadınların savaşa yardımcı olacak alanlarda çalışmasına karar verildi. Sparta şehrinin duvarlarının olmaması herkesçe bilinen bir durumdu.
Spartalılar şehirlerini gövdelerini siper ederek korurlardı. Ordularının büyük çoğunluğunun Girit’te olmasına rağmen Pirus’un fillerinin şehrin içine girmemesi için bir çare bulmak zorundaydılar.
Onlar da çareyi büyük bir hendek kazmakta buldular. 275 cm genişlik ve 182 cm derinliğe sahip hendek gayet caydırıcı bir fil bariyeri oldu. Hendek şehir etrafı boyunca uzatıldı. Hendeklerin kazılamadığı yerlerde ise vagon ve diğer materyallerden bariyerler oluşturuldu.
Yapılan bu savunma çalışmalarının hepsi Pirus’un geldiği gün ve onun gecesinde tamamlandı.
- Gün: Hendeğin dayanıklılık testi:
Sparta erkekleri cephe önünde yerlerini aldılar; kadınlar ise onların hemen arkasında su getirmek veya yaralılara yardım etmek için hazır bekliyorlardı. Prens Acrotatus tarafından kumanda edilen Spartalılar ilk gün yapılan saldırıları savuşturmayı başardılar. Pirus’un askerleri ise hendeğin zayıf noktalarını fil desteği ile aşmak isteseler de hem filler saf dışı kaldı hem de onlar püskürtüldü.
2. Gün: Pirus’un yarma harekatı:
Spartalılar, hendeğin savunma açısından ne kadar önemli olduğunun farkındaydılar. Aynı zamanda gerilla taktiği yapmayı da çok iyi biliyorlardı. Fakat Pirus kolay bir galibiyet için neye ihtiyacı olduğunu ve o an elinde neler bulunduğunu çok iyi bilen bir komutandı. Hendeğin bazı bölümlerinin cesetle dolarak neredeyse kapanmak üzere olduğu bir nokta gördü. Pirus bu noktadan bir süvari hücumu başlattı ve şehre girmeye çalıştı.
Pirus’un bu kararı oldukça isabetliydi. Pek çok tecrübeli süvari askeri yorgun Spartalı kadın ve erkeği aşarak şehrin içine girmeyi başardı. Yine de şehir dayanıyordu. Bu noktada Spartalı kadınların Epir süvarilerine karşı verdiği mücadele takdire şayandı. Tam Pirus zafer adına bir koridor açtığını düşünürken, Spartalılar tarafından atılan bir cirit ona isabet ederek onu atından düşürdü.
Amazon savaşçıları antik Yunan'da bir savaş sırasında.
Tarihçilere göre Amazonlar:
Dede Korkut'a göre
Dede Korkut eserlerinde Alp Kızları diye geçer. Amazonların Azerbaycan'da yaşadıkları iddia edilir.
Yunan tarihçilere göre
Amazonlardan Ksenofon'un Anabasis'inde bahsedilmektedir.
Herodot'a göre Sarmatlar, Amazonlar ve İskitlerin atalarıdır. Sarmatlarda kadınlar sık sık erkeklerle beraber ava çıkar, savaşta yer alırlardı. Ona göre savaşta bir adam öldürmeyen kadın evlenemezdi.
Britannia'da kurt baslı sancak (tuğ) ile atlı bir Sarmat süvariyi gösteren bir mezar taşı, Grosvenor Müzesi, Chester.XXX
Marguerite Duras yazma üzerine şöyle diyor. “Yazmak, aynı zamanda susmak, söylememek, sesini kesmek demektir, gürültüsüz haykırmaktır.”
Emile Zola ise “Ancak yazıya geçmiş düşüncenin değeri vardır; geri kalanlar boş çırpınmalardan, rüzgârın alıp götürdüğü bir saatlik hayallerden başka bir şey değildir.”diyor.
Blaise Cendrars ise “Yazmak, yaşamak demek değildir; yaşamanın dışına çıkmaktır.” diyerek bizim söylemek istediklerimize güzel birer rehber oluyorlar.
İlhan Selçuk’un Neşet Ertaş için söylediği çok güzel bir söz var. “Bazı insanlar toprağa gömülür, bazı insanlar toprağa dikilir.”
O devasa edebiyat ovasında, o insanın yaşamını devam ettirmesi için gönüllü olarak çaba harcayacak.
Yazma yolculuğundaki yolumuzun rüzgârı bol, ömrü uzun olsun.
♻️
Yunan mitolojisinde gorgonlar; "korkunç", dişi canavarlardır; deniz Tanrısı, Phorcys ve Ceto'nun kızlarıdır. __! Gorgonlar, Atlantis yakınlarındaki bir halkın adı olup, Amazonlar'ca yenilgiye uğratılmış, Herakles tarafından yok edilmişlerdir. __
XXXXXXX
Dünyanın bilinen en eski kadın teşkilatı: Bâcıyân-ı Rûm
13’üncü yüzyıl Anadolu’sunda göçmen Türkmen hanımların oluşturduğu bir grup olarak bilinen Bâciyân-ı Rûm, Türk Tarih Kurumu tarafından 21-23 Şubat tarihlerinde Bilecik’te düzenlenecek olan etkinliklerle anılacak. Dünyanın ilk kadın teşkilatı olan “Bâcıyân-ı Rûm”u ilk olarak 15’inci yüzyıl Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde duyurmuş; fakat tarihî kaynaklarda doğrudan böyle bir teşkilattan söz edilmediği için Bâciyân-ı Rûm’un önemi tam olarak kayıtlara geçmemiştir.
Türk tarihine bakıldığında kadınların her dönemde içtimaî ve siyasi mevkileri açısından önemli bir konumda oldukları görülür. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve Oğuzlar'da hükümdar eşleri de hakanlar gibi soylu bir boydan seçilirlerdi. Kağanların yanında kendilerine daha sonra hatun ünvanı verilmek suretiyle her konuda söz sahibiydiler. İtibarları Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etti. Karahanlılar, Harzemşahlar ve Selçuklular tarihi bunun misalleri ile doludur. Aralarında devlet siyasetine yön verenler, devlet reisliği yapanlar ve naip olarak devleti idare eden hatunlar vardı. İbn Battuta'nın verdiği bilgiler, Danişmendnâme, Dede Korkut ve Menakıbnâme gibi eserler, Anadolu'da kadınların çok önemli siyasi, askeri ve sosyal faaliyetlerde bulunduğuna dair öneklerle doludur.

BÂCİYÂN-I RÛM VE TARİHİ
Bâciyân-ı Rûm 13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda göçmen Türkmen hanımların oluşturduğu bir grup. Bu isimle ilk olarak onlardan bahseden ise 15'inci yüzyıl Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde'dir. Ne var ki, diğer tarihî kaynaklarda doğrudan böyle bir teşkilattan söz edilmediği için Bâciyân-ı Rûm'un mahiyeti tam olarak aydınlatılamamıştır. Mevcut bilgilerden yola çıkarak; Bâciyân-ı Rûm'un, Hacı Bektâş-ı Velî'nin manevî desteğiyle sufi Türkmen hanımlarca kurulmuş, halka hizmeti esas almış bir teşkilat olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu sufi Türkmen hanımların Anadolu'nun İslâmlaşmasında ve Türkleşmesinde önemli katkıları olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Âşıkpaşazâde ( ö. 1481/886 ) "Tevârih-i Âl-i Osmân" isimli eserinde 13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda muhacirlerin oluşturduğu zümreleri dört gruba ayırmıştır: Gâziyân-ı Rûm, Ahîyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm ve Bâciyân-ı Rûm. Bu zümreler içinde, Gâziler, savaşçı sınıfı; Ahîler, zanaatkâr sınıfı; Abdallar, dervişleri; Bacılar da kadınlar zümresini temsil etmektedirler. Söz konusu taifeler içinde sırf kadınlardan müteşekkil bir grubun adı olan "Bâciyân-ı Rûm" tabiri bir hayli ilgi çekici olmakla beraber Âşıkpaşazâde haricinde hiçbir kaynakta böyle bir ifadeye rastlanmaz. Tarihçinin kendisi de adı geçen teşkilat hakkında fazla malumat vermez. Sadece Bâciyân-ı Rûm'un Hacı Bektâş-ı Velî (ö.669/1271) ile olan bağlantısına dikkat çeker. Âşıkpaşazâde'nin işaret ettiği; Anadolu'ya büyük göçlerin yaşandığı ve Anadolu'da iktidar savaşlarının devam ettiği bu dönem, toplumdaki kargaşa ortamı nedeniyle yazılı kaynaklara ulaşılmada en çok zorlanılan asırlardır. Öyle ki; Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö.672 / 1273), Evhadüddîn-i Kirmânî (ö.635 / 1237 ), Hacı Bektâş-ı Velî, Ahî Evran (ö.660 /1262 ) gibi bu asırlarda yetişmiş mühim şahsiyetler hakkında bilgi edinmek istediğimizde dahi ancak kendilerinden sonraki dönemlerde derlenmiş menkıbeler bize referans olabilmektedir. Dolayısıyla 13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda ortaya çıkmış bir kadın teşkilatından doğrudan ve detaylı şekilde bahseden bir doküman bulmak oldukça zordur.
HACIYAN-I RÛM MU, BÂCIYÂN-I RÛM MU?
Âşıkpaşazâde"nin haber verdiği bu zümre üzerinde ilk defa Alman müsteşrik Franz Taeschner duruyor. Taeschner, o günün toplumunda kadınların bir teşkilât kurmuş olabileceğini o kadar imkansız görmüştür ki, bunun bir istinsah hatası veya yanlış anlama sonucu ortaya atılmış olduğunu kabul eder. Ona göre Hacıyân-ı Rûm (Anadolu Hacıları) veya Bahşiyân-ı Rûm (Anadolu sihirbazları veya ruhbanları) tabirleri bir yanlışlık sonucu Bacıyân-ı Rûm olarak yazılmıştı. Ancak bunun böyle olmadığı sonraki araştırmalarla anlaşılmıştır.
İlk defa F. Köprülü, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda içtimai teşekküllerin rolünü incelerken, Âşıkpaşazâde'nin "Bâcıyân-ı Rûm" diye adlandırdığı zümre hakkında verdiği bilgileri Bektaşi rivayetleri ve başka kaynaklarla da teyit ederek hakikaten Ortaçağ Anadolu'sunda kadınlar tarafından kurulmuş bir sosyal zümrenin varlığına dikkatleri çekti. Ancak F. Köprülü, bu teşkilâtın mahiyeti ve çalışmaları hakkında bir bilgi vermedi. F. Köprülü'den 60 sene sonra Mikail Bayram, Anadolu Bacıları Teşkilâtı hakkında ilk çalışmayı yaparak, bu kuruluşun çalışmaları ve sosyal fonksiyonları hakkında çeşitli bilgiler verdi.
OLUŞUMUN ANADOLU TASAVVUF HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ
12'inci yüzyılda Anadolu'ya göç yoluyla gelen tasavvuf büyükleri arasında; Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî, Evhadüddîn-i Kirmânî, Hacı Bektâş-ı Velî, Necmeddîn-i Dâye ( ö.654 / 1256 ), İbnü›l-Arabî ( ö.638 / 1240 ), Ahî Evran gibi isimleri sayabiliriz. Dolayısıyla 13'üncü yüzyıl Anadolu'su için dînî ve tasavvufî hayatın canlı şekilde yaşandığı bir dönemdir dememiz yanlış olmaz. Adı geçen tasavvuf büyükleri arasında Hacı Bektâş-ı Velî konumuz için ayrı bir önem taşır. Çünkü Âşıkpaşazâde Anadolu'daki muhacirleri; gâziler, abdallar, ahîler ve bacılar şeklinde dört sınıfa ayırır, Hacı Bektâş-ı Velî'nin bunlar içinde Bâciyân-ı Rûm'u tercih ettiğini ve önderleri Hatun Ana'ya manevî mirasını bıraktığını ifade eder.
Hatun Ana hakkında en detaylı bilgiye Hacı Bektâş'ın Menâkıbnâme'si olan Vilâyetnâme'de rastlarız. Hacı Bektâş'tan iki yüz küsür yıl sonra derlenmiş bu menkıbeler, içerdiği abartılı ifadelerin yanında, doğruluğunu diğer kaynaklarla tahlil edebileceğimiz bazı bilgiler de verir. Vilâyetnâme'de Hatun Ana'nın diğer isimleri Kadıncık Ana, Kutlu Melek, Fatıma Hatun, Fatma Nuriye olarak geçer.
Vilâyetnâme'de geçen Fatma Bacı hakkındaki övücü ifadelerle, Âşıkpaşazâde'nin "Hacı Bektâş nesi varsa Hatun Ana'ya emanet etti" şeklindeki beyanlarını bir araya getirirsek, Hacı Bektâş'ın manevi otoritesini, ermiş bir hatuna emanet edip, bu dünyadan göçtüğünü söyleyebiliriz.
ESKİ TÜRK KÜLTÜRÜNDE KADINLARIN SİYASÎ MEVKİLERİ
Eski Türk kültüründe kadınların içtimaî ve siyasî mevkileri açısından önemli bir konumda oldukları bilinir. Nizâmülmülk, bu konuda şunları söyler:
"Türkistan Hakanları devlet işlerinde hatunlarla müşavere eder ve onların fikirlerini üstün tutarlardı. Türkmen Padişahları (yani Selçuklular) da onlar gibi hatunlara büyük bir mevki verirler."
İbn Battuta'nın verdiği bilgiler ve, Ömer Lütfi Barkan'ın araştırmaları, Danişmendnâme, Dede Korkut ve Menakıbnâme gibi eserler, Anadolu'da kadınların çok önemli siyasî, askerî ve sosyal faaliyetlerde bulunduğuna dair öneklerle doludur.

BÂCİYÂN-I RÛM'UN HİZMETLERİ
Bâciyân-ı Rûm'un görmüş oldukları hizmetleri anlamamızda Ömer Lütfi Barkan'ın 1942 yılında Vakıflar Dergisi'nde yayınladığı "İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler" isimli makalesi meseleye ışık tutar. Vakıf defterlerinin kayıtlarının yer aldığı makalede, [63,74,32,81] numaralı kayıtlarda Kız Bacı, Ahi Ana, Sakari Hatun, Hacı Fatma zaviyelerinin kurucuları kadınlardır. Yine bazı zaviyelerin şeyhleri de kadınlardandır. Bu hususta bir misal olarak [43 mükerrer] numaralı kaydı zikredebiliriz:
"Kütahya evkafı içinde Od Yakan Baba nâmındaki dervişin bir köyde bina ettiği tekke, civardan gelen adaklar ve kurbanlarla az zamanda inkişaf bulup dinî mühim bir merkez haline girmiştir ve bu inkişafta bu zaviyeyi idare etmiş olan Hacı Bacı nâm sâliha ve mütedeyyine ehl-i velayet hâtunun ve kendisinden sonra yerine geçen Hundi Hacı nâmhâtûnun ve ondan sonra zikrolan ocağı ihya etmiş olan Sume Bacı nâm bir aziz ve satiha ve bakire hâtûnun büyük hizmetleri olmuştur. Ve hattâ bu sonuncu Bacı, kendi zamanında tekkeye maylettiği çiftliklerle, bağ, bahçe, değirmen ve sairenin, kendi ölümünden sonra akrabasından kimsenin müdahale etmemesi için, kendi parasiyle temin edilmeyip hayrât-ı müslimînden toplanan para ile satın alınmış olduğunu herkesin önünde ikrar ve zabta geçirmiştir."
Zaviye kuran ve idare eden bu kadınların faaliyetlerini Bâciyân-ı Rûm'un Anadolu'nun İslâmlaşmasında ve Türkleşmesinde ortaya koydukları hizmetler çerçevesinde değerlendirebiliriz. Nitekim Barkan, Âşıkpaşazâde'nin kayıtlarda ismi geçen zaviye şeyhleriyle Bâciyân-ı Rûm'u kastettiği görüşündedir. Vakıf kayıtlarından da anlaşıldığı üzere Anadolu bacılarının tasavvuf yaşantılarının temelinde Horasan menşeli fütüvvet ve melâmet anlayışlarının etkisi gö-rülmektedir. Bacıların fütüvvet anlayışları îsar merkezlidir; fakir ve kimsesizlere yardım etme, kendini hizmete adama, iyiliği yayma, insanları sevip onlara karşı hoş görülü olma şeklinde tezahür etmiştir. Bacı teşkilatı içinde "Fatma" isminin öne çıkması dahi fütüvvet anlayışının bu teşkilata etkisini az da olsa gösteren bir unsurdur.
BÂCİYÂN-I RÛM'UN ETKİNLİĞİNİ KAYBETMESİ
Bâciyân-ı Rûm'un oluşumundan kısa bir süre sonra etkinliğini kaybetmesinde Türkmen kitlelerin yerleşik hayata geçmelerinin etkisi olabilir. Yine de Teşkilat kuruluşundan iki asır sonra tamamen dağılmasına rağmen Âşıkpaşazâde'nin onlardan bahsetmesi, Bacıların geçmişte, isimlerini iki asır sonrasına ulaştıracak kadar önemli hizmetler yapmış olduklarını gösterir.
BİLECİK'TE DÜZENLENEN ETKİNLİKLERLE ANILACAK
Türk Tarih Kurumu, dünyanın ilk kadın teşkilatı olan "Bâcıyân-ı Rûm"u Bilecik'te düzenleyeceği etkinliklerle anacak. Anma etkinlikleri 21 Şubat günü sempozyumla başlayacak. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesinin ev sahipliğinde gerçekleşecek olan sempozyumda Bâcıyân teşkilatının organizasyonundan vakıf kuran kadınlara, Milli Mücadele'de kadınların rolünden Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınların faaliyetlerine kadar Türk kadınının toplumsal serüvenine ışık tutacak çok sayıda bildiri sunulacak. Bâcıyân teşkilatının Türk tarihindeki yeri ve Anadolu kültürüne etkisi de sempozyumda ele alınacak konular arasında yer alıyor.
İki gün sürecek olan sempozyumda Türk kadınının geçmişten bugüne toplumsal rolüne dair bir değerlendirme yapılması hedefleniyor. Bu doğrultuda sempozyumda astrofizikten ticarete, sanattan sosyal sorumluluk projelerine kadar alanlarında başarılarıyla öne çıkmış olan kadınların deneyim ve tavsiyelerini dinleyicilerle paylaşacağı oturumlar da düzenlenecek. Anma etkinlikleri kapsamında Türk Tarih Kurumu ve Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünce hazırlanan ve Bâcıyân-ı Rûm'a dair belgelerden oluşan iki ayrı serginin de açılışı gerçekleşecek. Etkinlik boyunca Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelen kadınlar ürünlerini sergileyecek.
Derlenmiştir.
Dergipark, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi
Bâciyân-ı Rûm ve Anadolu Tasavvufundaki Yeri /Hatice Çubukçu
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
#############









Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️