Thomas Edward Lawrence (16 Ağustos 1888 - 19 Mayıs 1935), takma adı ile Arabistanlı Lawrence veya kendini Araplara tanıttığı ismi ile John Hume Ross, İngiliz ordu subayı, arkeolog, diplomat, yazar ve Seyyah.
1886 yılında devrinin kudretli Kraliçesi Victoria tarafından "Sir" unvanı verilecek kadar değerli bir seyyahtı.
Seyyah Burton; Seyyahımız Evliya Çelebi'nin iddiasına göre daha evvel de Avrupalılar Hazreti Muhammed'in kabrini çalmak için gelmiş; ancak büyük Türk komutan Zengi bunu engellemişti:
...Şam Atabeyi Nureddin, Şam'ın hâkimi iken Papa dedikleri dinin düşmanı dinsiz ve lânetlenmiş herif, ruhbanları ile biraraya geldiğinde 'Muhammed'in yolunu takip edenlerin dinlerini ve devletlerini yaralayalım. Birkaç adamımızı Firavun'un hazinelerinden de fazlasını vaadi ile Medine'ye gönderelim, orada bir eve yerleşsinler. Sonra lâğımlar kazıp Muhammed'in cenazesini çalıp Roma'ya getirsinler' dedi.
Derken, işi yapabilecek yirmi kişi buldular. Bu veled-i zinaların (piçlerin) herbiri bütün lisanları mükemmel şekilde konuşabiliyordu. Papa mel'unu herifleri karşısına aldı, 'Eğer Muhammed'in cenazesini buraya getirirseniz kılıcınız Arş'a asılır ve Hazreti İsa ile beraber haşrolursunuz; isminiz de tarihe yazılır' dedi ve adamları Medine'ye gönderdi. Kıyafet değiştirip yola çıktılar ve Mısır üzerinden geçip nurlarla dolu Medine'ye vardılar.
Burada ikiye ayrıldılar, içlerinden on kişi harem şeyhini ziyaret ederek hediyeler sundu, şeyh de 'Safâ geldiniz' diyerek bunları Harem-i Şerîf'in bir köşesindeki hücreye yerleştirdi. Geri kalan on kişi de Medine'de çöpçülük, hamamcılık ve hammallık yapmaya başladı. Papa'nın kâfirleri Medine'de üç sene kaldılar ve Hazreti Muhammed'in mezarına giden uzun bir tünel kazdılar.
Türbeye yaklaşmışlardı ki, Hazreti Peygamber o sırada Şam'da bulunan Nureddin'in rüyasına girdi ve 'Yâ Nureddin! Bu mel'unlar benim kabrimi kazıp cenazemi Kâfiristan'a götürmeye çalışıyorlar' dedi ve adamları birer birer gösterdikten sonra 'Yetiş yâ Nureddin! Bu vazife sana verildi.
Medine'ye gelmende sırrullah vardır. Gel, mezarımın her tarafını tunçlarla ve Horasan işi kâgir binalar ile çevir. Hizmetinin karşılığında sana şehitlik müyesser olacak, kıyamet günü benim bayrağımın altında olacaksın' buyurdu. Nureddin geceyarısı uykusundan uyandı, baştan aşağı nûra bürünmüş olduğunu gördü ve sabaha kadar on iki bin deve ve at topladı ve yanına da altı bin asker alarak Şam'a doğru yola çıktı.
(Sadeleştirme: Murat Bardakçı Papa, Peygamberimizin naaşını çaldırmak için Medine'ye 20 ajan papaz göndermişti)
🟥
Papa, Peygamberimizin naaşını çaldırmak için Medine'ye 20 ajan papaz göndermişti
Giriş: 04.11.2012 - 11:23.
✍️Murat Bardakçı.
12. asırda yaşamış bir Papa ile Portekizli bir 16. asır amirali Mescid-i Nebevî’ye musallat olmuş, bunun üzerine Peygamber’in kabri dört bir yanından kurşunla kaplanmış, hattâ toprağın altına bile tonlarla erimiş kurşun akıtılmıştı.
Mescid-i Nebevî’de yakında başlayacak olan inşaat sırasında Hazreti Muhammed’in başına birşeyler gelmesinden endişe duyulan kabri eskiden de tehlike altında kalmış, meselâ 12. asırda bir Papa ile 16. yüzyılda Portekizli bir amiral peygamberimizin naaşına musallat olmuşlardı. Ama böyle “korunan” yerlere Suudi’nin şerri bile uzanamaz, dolayısı ile hiç endişelenmeyin!
Suudiler’in bir ucunda Hazreti Muhammed’in türbesinin de bulunduğu Mescid-i Nebevî’yi yıkıp yerine çok daha büyük bir cami inşa edeceklerinin duyulmasından sonra inşaat sırasında peygamberin kabrinin başına bir iş gelmesinden endişe ediliyor ya... Daha önce de yazdım: Suudiler kutsal toprakları gerçi babalarının çiftliği gibi kullanmaktadırlar ama böyle bir işe kalkışabileceklerini ve “Hücre-i Saadet”, yani Hazreti Muhammed’in kabrinin bulunduğu mekân için şu anda ciddî bir tehdidin sözkonusu olduğunu pek zannetmiyorum... Ama, Hücre-i Saadet geçmişte iki büyük tehlike atlatmış ve her ne kadar inanılmayacak gibi görünse de, Hristiyan dünyası iki defa Hazreti Muhammed’in naaşını çalmaya teşebbüs etmişti!
SELÂHADDİN’İN PATRONU
12. yüzyılın ortalarında yapılan ilk teşebbüsün ayrıntılarını, Evliya Çelebi’nin meşhur “Seyahatnâme”sinin dokuzuncu cildinde buluyoruz. Seyahatnâme’de, Papa’nın Hazreti Muhammed’in naaşını çaldırmaya heveslendiği, gayet iyi Arapça konuşan 20 adamını Medine’ye gönderdiği ve bu sapık operasyonu Şam hükümdârı Nureddin Mahmud Zengî’nin engellediği anlatılıyor.
🇹🇷Musul’da 1118’de doğan ve Oğuzlar’ın Avşar boyuna mensup olan Nureddin Zengî, Selçuklu Devleti’nin seçkin kumandanı ve Halep ile Musul’un hâkimi İmâdeddin Zengî’nin oğlu idi. Babasının 1146’daki ölümünden sonra miras olarak Halep’i aldı, aynı sene Haçlılar’ın elinde bulunan Urfa’yı da kurtardı ve daha sonra Şam’a da hâkim oldu. 1174’teki vefatına kadar Haçlılar’a karşı ardarda zaferler kazanan Nureddin Zengî’nin yetiştirdiği kumandanların arasında Selâhaddin Eyyubî de vardı☝🏻
1150 İLE 1174 ARASINDA
Aşağıda, Evliya Çelebi’nin meşhur “Seyahatnâme”sinde Nureddin Zengî’nin Hazreti Muhammed’in naaşının çalınmasını engellemesinden bahseden bölümünü günümüzün Türkçesi ile ve kısaltarak naklediyorum... Seyahatnâme olayın hangi tarihte meydana geldiğini açıkça ifade etmiyor ama hadisenin Nureddin Zengî’nin Şam’da bulunduğu sırada yaşandığı ve Nureddin’in oraların tamamına 1150’lerin başında hâkim olduğu gözönüne alınınca, Hazreti Muhammed’in cenazesini çalma teşebbüsünün 1150 ile Nureddin’in vefat tarihi olan 1174 arasında meydana gelmiş olduğu anlaşılıyor.
İşte, Evliya Çelebi’nin bu konuda verdiği bilgiler: “...Şam Atabeyi Nureddin, Şam’ın hâkimi iken Papa dedikleri dinin düşmanı dinsiz ve lânetlenmiş herif, ruhbanları ile biraraya geldiğinde ‘Muhammed’in yolunu takip edenlerin dinlerini ve devletlerini yaralayalım.
Birkaç adamımızı Firavun’un hazinelerinden de fazlasını vaadi ile Medine’ye gönderelim, orada bir eve yerleşsinler. Sonra lâğımlar kazıp Muhammed’in cenazesini çalıp Roma’ya getirsinler’ dedi. Derken, işi yapabilecek yirmi kişi buldular. Bu veled-i zinaların (piçlerin) herbiri bütün lisanları mükemmel şekilde konuşabiliyordu.
Papa mel’unu herifleri karşısına aldı, ‘Eğer Muhammed’in cenazesini buraya getirirseniz kılıcınız Arş’a asılır ve Hazreti İsa ile beraber haşrolursunuz; isminiz de tarihe yazılır’ dedi ve adamları Medine’ye gönderdi. Kıyafet değiştirip yola çıktılar ve Mısır üzerinden geçip nurlarla dolu Medine’ye vardılar. Burada ikiye ayrıldılar, içlerinden on kişi harem şeyhini ziyaret ederek hediyeler sundu, şeyh de ‘Safâ geldiniz’ diyerek bunları Harem-i Şerîf’in bir köşesindeki hücreye yerleştirdi. Geri kalan on kişi de Medine’de çöpçülük, hamamcılık ve hammallık yapmaya başladı.
PEYGAMBER RÜYASINA GİRDİ
Papa’nın kâfirleri Medine’de üç sene kaldılar ve Hazreti Muhammed’in mezarına giden uzun bir tünel kazdılar. Türbeye yaklaşmışlardı ki, Hazreti Peygamber o sırada Şam’da bulunan Nureddin’in rüyasına girdi ve ‘Yâ Nureddin! Bu mel’unlar benim kabrimi kazıp cenazemi Kâfiristan’a götürmeye çalışıyorlar’ dedi ve adamları birer birer gösterdikten sonra ‘Yetiş yâ Nureddin! Bu vazife sana verildi. Medine’ye gelmende sırrullah vardır. Gel, mezarımın her tarafını tunçlarla ve Horasan işi kâgir binalar ile çevir. Hizmetinin karşılığında sana şehitlik müyesser olacak, kıyamet günü benim bayrağımın altında olacaksın’ buyurdu. Nureddin geceyarısı uykusundan uyandı, baştan aşağı nûra bürünmüş olduğunu gördü ve sabaha kadar on iki bin deve ve at topladı ve yanına da altı bin asker alarak Şam’a doğru yola çıktı.
Üç gün üç gece hiç durmadan gitti, Medine’ye ulaştı, kâfirleri bulabilmek için şehir halkının tamamını huzurundan tek tek geçirdi ve ihsanlar da verdi ama peygamberin kendisine ruyada gösterdiği adamları göremedi. Medineliler’e ‘Şehirde huzuruma çıkıp da ihsan almayan kimse kaldı mı’ diye sorduğunda, ‘Bâb-ı Şifa tarafındaki medresede on kişi yaşar ama ibadetle meşguldürler’ cevabını aldı. Nureddin bu on kişiyi getirmeleri için adamlarını gönderdi, getirdiler, sonra şehirde çöpçülük ve hammallık yapar gibi görünen ama Peygamber Efendimiz’in türbesine doğru kazılan tünelden çıkan toprakları taşıyan diğer on kişiyi de buldular. Tünele indiklerinde türbeye sadece bir adım kaldığını gördüler ve Nureddin bu yirmi kişiyi katledip pis cesedlerini uzaklardaki dağlara attırdı.
HER YERİ KURŞUNLA KAPLADI
Nureddin ileride böyle bir işe kalkışılmaması için tedbirler aldı ve Peygamberimiz’in türbesinin etrafını derinlerdeki kayalara ulaşana kadar kazdırdı, şerefli mezarlarının altına destekler koydurdu. Binlerce kantarı dolduracak kadar kurşun ve kalayı eritip buralara akıttı, kâfirlerin kazdığı tüneli de kurşunla doldurdu. Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer’in kabirlerinin üzerini de kurşunlarla ve adam beli kalınlığında demir kafeslerle örtüp etraflarını da sağlam duvarlarla çevirdi. Hazreti Risâlet Efendimiz, o zamandan buyana işte böylesine büyük bir tunç sandukanın içerisindedirler...” Evliya Çelebi hadise hakkında bunları yazıyor... Sözünü ettiği akıl dışı işe hangi Papa’nın kalkıştığını ise bilmiyoruz. Hadisenin meydana geldiği 1150 ile 1174 seneleri arasında Papalık tahtından dört kişi geçmiş: Üçüncü Eugene, Dördüncü Anastasius, Dördüncü Adrian ve Üçüncü Alexander. Akıllara ziyan işi planlayan Papa, işte bu dört kişiden biri! Hazreti Muhammed’in naaşına karşı sonraki asırlarda birşeyler planlayan Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque’in boşa çıkan hayâlini de yine bu sayfada okuyabilirsiniz...
AMİRALİN BU UÇUK PLANINI YAVUZ SULTAN SELİM BOZDU
1150’lerde Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyası, yaklaşık üç buçuk asır sonra bu işi yeniden denemeye kalktı ama çabaları yine boşa çıktı. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque’in planladığı bu ikinci girişim, 1510’lu senelerde sahneye kondu...
Osmanlı Beyliği’nin kurulduğu 14. asrın ilk yıllarında, İslâm’ın kutsal topraklarına merkezi Kahire olan ve Haçlılar’ı Ortadoğu’dan atan güçlü Memlük devleti hâkimdi. Memlükler kuvvetli bir kara ordusuna sahip idiler ama denizcilikte zayıf kalmışlardı..
AMİRALİN SİNSİ PLANI
Doğu’ya uzanan ticaret yollarını ellerine geçirmek isteyen Portekizliler, Memlükler’in denizcilikteki bu zaafından istifade ederek Arabistan Yarımadası’nda stratejik mevkiler elde etmeyi başardılar. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque, daha da ileri giderek Hazreti Muhammed’in Medine’deki kabrini Hristiyan topraklarına kaçırmak gibi sinsi bir plan kurdu. Amiralin gerekçesi, Memlükler’in Kudüs’teki kutsal yerleri ziyaret eden Hristiyanlar’dan vergi almalarıydı ve naaşı kaçırabildiği takdirde İslam dünyasının moralini yerle bir ederek zamanla Kudüs’e de hâkim olabileceğini düşünmüştü ama Osmanlılar’ın Memlükler’i tarih sahnesinden silerek Ortadoğu’ya ve bütün kutsal topraklara hâkim olmaları bu planı bozdu.
DENİZDE ÜSTÜNLÜK
Portekizliler 15. yüzyılın sonlarında Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusu’na ulaşmış ve gözlerini Arabistan’a dikmişlerdi. Memlükler, Portekizliler’in denizden ilerleyişini bir türlü durduramıyorlardı. Hint Okyanusu’ndaki Portekiz donanmasının kumandanı olan Amiral Alfonso d’Albuquerque, plânını işte bu sırada hazırladı.Mekke veMedine’nin ardından Kudüs’ü de alarak Müslümanlar’ı İslam’ın kutsal topraklarından sürebileceğine inanıyordu. d’Albuquerque’in planı, Muhammed Yakub Mughul’un “Kanunî Devri Osmanlılar’ın Hint Okyanusu Politikası ve Osmanlı-Hint Müslümanları Münasebetleri” isimli eserinde şöyle anlatılır: “...Portekiz, Hindistan’daki sömürgelerini muhafaza etmek ve kuvvetlendirmek için başka bölgeleri de işgal edecek, denizlere hâkim olmak maksadıyla Hürmüz Boğazı’nı elde tutacak, Kızıldeniz’de hâkimiyet kurmak amacıyla Aden’e girecekti. Nil Nehri‘nin yatağında yeni kanallar kazılarak suyun yolu değiştirilecek, böylelikle Mısır’a büyük zararlar verilecek ama çok daha önemlisi, Hazreti Muhammed’in Medine’deki mezarı açılarak naaşı kaçırılacak ve Hristiyan bir memlekete götürülecekti.
CİDDE’YE ÇIKARMA
Portekizli komutan, planını tatbik için 1513’te harekete geçti, birçok Müslüman toprağını işgal etti ama amacına ulaşmasına Osmanlılar engel oldular. Yavuz Sultan Selim, 1516’nın 2 Ağustos’unda Halep yakınlarındaki Mercidabık bölgesinde Memlük ordusunu bozguna uğratınca Mısır ile Suriye’nin tamamı Osmanlılar’ın eline geçti. İslâm’ın kutsal toprakları da kısa bir zaman sonra yine Yavuz Sultan Selim’in kontrolü altına girdi. Ama, Portekizliler yine de her yolu denemeye kararlı idiler, hattâ 1517’de Cidde’ye asker çıkarmaya çalıştılar ama püskürtüldüler... Bütün bu gelişmeler, Hindistan’a uzanan ticaret yollarının önemli bir bölümünün artık Osmanlı hâkimiyeti altında olması demekti. Arabistan Yarımadası’ndaki Portekiz ilerlemesi böylelikle durduruldu, Hindistan’dan Avrupa’ya yapılan mal akışı o tarihten itibaren Türkiye üzerinden sürdürülür oldu ve Alfonso d’Albuquerque’in korkunç planı da bir hayal olarak kaldı...”
🟥
Avşar Karamanoğlu Mehmet Bey: "...Türkçe'den başka bir dil kullanılmayacaktır." diye buyruk vermişti.(13 Mayıs 1277)
🔻Afşarlar Orta Asya'da iken Dede Korkut destanlarında Oğuzeli diye geçen Sir-Derya bölgesinde yaşamışlardır. Büyük göç ile birlikte Huzistan yoluyla bir grup da Irak, Suriye, Ermenistan yoluyla Anadolu'ya gelmişler, bu arada İran, Irak, Suriye, Afganistan ve Azerbaycan'a da yayılmışlardır.❗️
🔻En bilineni Avşar boyu; Oğuz Kağan Destanı bilgilerine göre Oğuzların 24 boyundan birisi, Kaşgarlı Mahmud'a göre Divân-ı Lügati't-Türk'teki 22 Oğuz bölüğünden kendine has bir tamga (orta asya türklerinin kullandığı simge ve harflere verilen ad.) ile tanımlanan altıncısıdır.❗️
🔻Avşarları üçe ayırabiliriz: 1) Anadolu Avşarları, 2) İran ve Azerbaycan Avşarları, 3) Orta Asya'da kalan Avşarlar.
Bu üç gruptan biri olan Anadolu Avşarlarını da ikiye ayırabiliriz: A) Selçuklular zamanından itibaren ve daha sonraki yıllarda yurdumuzun çeşitli illerine dağılmış, oralarda çok eskiden beri yerleşik düzene geçmiş olan Avşarlar Germiyanoğulları, Karamanoğulları gibi.❗️
Karamanoğlu Mehmed konumunu iyice sağlamlaştırmakla birlikte, Memlüklü Sultanı I. Baybars'ın geri dönmesi akabinde Abaka Han'ın başındaki Moğol ordusu Anadolu'ya gelmiş ve savaşta ölen Moğollar'ın çokluğunu gören Abaka Han, Selçukluların kendisine ihanet ettiğini düşünmesi nedeniyle Anadolu'da kitlesel katliamlar gerçekleştirmiştir. Abaka Han memleketine dönüşte Anadolu'nun idaresini kardeşi Kongurtay Noyan'a bırakıp Karamanoğullarını itaat altına aldırmakla görevlendirmiştir. Karamanoğlu Mehmed, Moğollarla Erzurum tarafında çatışmayı hedeflemekle birlikte Türkmenler'in çoğu Moğollardan korkarak kendisine katılmamıştır. Kongurtay Noyan, Sultan III. Gıyâseddin Keyhusrev ve Sâhib Ata'nın yer aldığı Moğol-Selçuklu kuvvetlerinin yaklaşması üzerine Haziran ayında İçil'e (Mut dolayları) çekilmiştir. Karamanoğlu Mehmed az kişiyle hareket ederken Kurbağahisarı mevkisinde küçük bir Moğol-Selçuklu birliğinin baskınına uğramış ve iki kardeşiyle (Tanu ve Zekeriya) birlikte öldürülmüştür. İbn Bîbî öldürülmesini 20 Haziran 1277 olarak belirtirken, Tevârih-i Âl-i Selçuk'ta 30 Mayıs 1279 olarak belirtilmiştir.
Eserin orijinal el yazmasından bir sayfa.
Tevârîh-i Âl-i Selçuk, İslâm öncesi Türk tarihindenOsmanlıların kuruluşuna kadar geçen dönemin anlatıldığı tarihi bir kaynaktır. Dört bölümden oluşan eserin birinci bölümünde Türk ve Moğol boylarının tarihi ile şeceresi ve Oğuz boylarının isimleri, tamgaları, ongunları, Türklerdeki toy, orun, ülüş adetleri ve uygulanması, Selçuklu Hanedanı dönemi ordu sistemi, unvanlar ve o dönemde Anadolu'daki yer ve şahıs adları hakkında bilgiler içerir.
Zengid toprakları.
Zengîler Devleti, Nûreddin Mahmud Zengî zamanında en geniş sınırlarına ulaşmış, onun ölümüyle dağılmıştır.
Zengî hanedanının bir üyesi olan Nûreddin 1118 yılında dünyaya geldi. 1146 yılında babası I. İmâdüddin Zengî'nin ölümü üzerine devlet eski Türk geleneklerine göre varisler arasında bölündü, bu paylaşım sonunda Musul Seyfeddin Gazi'ye bırakılırken, Nûreddin Mahmud'a da Haleb ve çevresi bırakıldı. 1150 yılında Türkiye Selçuklu Sultanı I. Rükneddin Mesud'un kızıyla evlendi. Oğuzların Avşar boyundandır.
Haçlılarla mücadelesi;
I. ve II. Haçlı seferleri arası Anadolu, Suriye ve Filistin.
I. İmâdüddin Zengî 1144'te Urfa'yı fethetti ve I. Haçlı seferi sonunda kurulan Urfa Kontluğu'na son verdi. Bu zafer Haçlılara karşı kazanılmış ilk önemli başarıdır. Urfa'nın kaybedilmesi üzerine Avrupa ikinci bir Haçlı seferine hazırlanmıştır. Orta Çağ İslam dünyasının en parlak simalarından olan Nûreddin Mahmud Zengî, babasından devraldığı Haçlılar ile mücadelesinde ağabeyi ve Musul Atabeyi Seyfettin Gazi'yle ve 1148'de ağabeyinin ölümünden sonra yerine geçen küçük kardeşi Kudbeddin Mevdud'le birlikte hareket ederek, Haçlılara karşı İslam cephesini birleştirmiş, II. Haçlı seferinin etkisizleştirilmesine çalışmıştır. Zengîlerin bu fedakarlıkları sonucu Haçlılar daha fazla ilerleme imkânı bulamayarak sahil şeridine sıkışıp kalmışlardır.
Nûreddin, kısa süreliğine Haçlıların eline geçen Urfa'yı ani bir baskınla 1146'da tekrar fethetti, böylece Urfa Kontluğu'nu tekrar diriltme çabası başarısız oldu. Ertesi yıl da Artak ve civarını ele geçirdi. Seyfeddin Gazi ile birlikte Şam'ı kuşatanHaçlılar ile savaştı ve II. Haçlı seferinin başarısızlıkla sonuçlanmasını sağladı. Harim kalesini ele geçirdi, Haçlıları Yağra'da bozguna uğrattı. 1149'da Antakya Prensi Raymond'u Afrin Muharebesi'nde öldürdü.Daha sonra Famiya kalesini zaptetti. Börilerin elinden Şam'ı aldı. 1153'te Yukarı Mezopotamya, Güneydoğu Anadolu ve Suriye'yi tek hakimiyet altında toplayarak sultanlığını ilan eden Nûreddin Mahmud'un prestiji Selçuklu hanedanı'nı gölgede bırakacak kadar arttı.
1152 yılında Urfa kontu II. Joselin'i esir adı ve Halep'te hapsetti. 1154 yılında Şam'a taarruz ederek Mucireddin Abak'in elinden Şam'ı aldı. 1156 yılında Kudüs KralıIII. Baudouin ile bir barış yaptı. Fakat Baudouin'in Türk ve Arap çadırlarına saldırması sonucu bu barış bozuldu. Şam yakınlarında cereyan eden muharebeleri Nûreddin kazandı ve Hristiyan esirleri Banyas'ta öldürülenlere karşılık kılıçtan geçirildi.
Nûreddin Zengî daha sonra 1157'de Kudüs Kralı III. Baudouin'i yenilgiye uğrattı. 1158'de Haçlılara yenildiyse de onları 1164'te Harim'de ağır bir bozguna uğrattı.
1160 yılında Haçlılar, Mısır'ın zayıf durumundan faydalanarak bu bölgeye yönelik saldırılara başladılar. Mısır'daki Fatımi Halifesi, Haçlıların tehdidi karşısında tek başına direnemeyeceğini anlayarak, Haçlılara karşı zaferleriyle tanınan Nûreddin Zengî'den yardım istedi. 1164 yılında, Fatımi Halifeliğini desteklemek amacıyla gönderilen Esedüddin Şirkuh ve yeğeni Selahaddin Eyyubi'nin komutasındaki Zengî güçleri, Haçlıları Mısır'da bozguna uğrattı. Ancak bu zafer, Haçlıların Mısır'a yönelik saldırılarını tamamen durdurmaya yetmedi.
1169 yılında Şirkuh ve Selahaddin, Mısır'a yaptıkları son seferde Haçlıları kesin bir yenilgiye uğrattılar. Bu zaferin ardından Şirkuh, Mısır'da vezir oldu ancak aynı yıl içinde hayatını kaybetti. Şirkuh'un ölümünün ardından Selahaddin Eyyubiyönetimi devraldı. Bu süreçte hem Fatımi Devleti'ni güçlendirdi hem de Nûreddin Zengî'nin emirleri doğrultusunda hareket etti.
Şahsiyeti;
Nûreddin Mahmud Zengî, adil bir hükümdar idi. Bu sebeple O'na kendi halkı tarafından el-Emir'ul-Adil(Adil Hükümdar) lakabı uygun görülmüştür. Çocukluğunda iyi bir eğitim alan Nûreddin devlet yönetiminde diplomatik bir üslup kullanmıştır. Uygulamış olduğu usta siyaset sayesinde Müslümanların birliğini sağlamış ve sonradan komutanlarından Selahaddin Eyyubi tarafından gerçekleştirilecek olan Kudüs'ün Fethi'nin zeminini hazırlamıştır.
Nûreddin ileri görüşlü bir liderdi, adımlarını daima geleceği düşünerek atardı. Onun üç hayali vardı. İlki Müslümanları birleştirerek İslam birliğini kurmaktı -ki bunu hayattayken gerçekleştirmiştir-. İkinci hayali yani Kudüs'ün yeniden fethini kendisinden hemen sonra Selahaddin Eyyubi gerçekleştirmiştir. Son hayali ise Konstantiniyye'nin fethi idi, bu fetih de Osmanlı Sultanı II. Mehmed'e nasip oldu.
Nûreddin öğrenime çok önem verdi. Şam, Halep, Hama, Humus ve Baalbek şehirlerinde öğrenim kurumları kurdu. İlk Darul Hadis'i O kurdurdu, kurdurduğu rasathanede güneş saati yaptırdı. Komutanlarına özel önem vermiş ve başta Selahaddin olmak üzere onları gerek kumandanlık ve gerekse siyaset konusunda yetiştirdi. Öldüğünde kendisi tarafından yaptırılan Şam'daki Nuriye Medresesi'ne defnedildi. Şam'da yaptırdığı büyük hastane, devrin en meşhur mütehassıs doktorlarının hizmet verdiği bir sağlık müessesesiydi. Hadis üniversitesi mahiyetindeki ilk dar-ül-hadisi o kurdu ve pek çok kitap vakfetti. Rasathane kurdurarak, Güneş saati yaptırdı. Dindar olup, ilim adamlarının hamisiydi. karargahında dahi Kur’an okutup, hürmetle dinlerdi. ülkesini adaletle idare ettiği için “Melik-ül-adil” lakabıyla tanındı. Haftada iki gün halkın huzuruna çıkarak şikayetleri dinlerdi. haksızlıkların önüne geçmek ve devletin menfaatlerini korumak için, hassas bir haber alma teşkilatı kurdu. haberleşmede güvercinlerden de faydalandı. Kendisinin ve aile çevresinin ihtiyaçlarını, ihsanlarını, şahsi malından karşılardı. ganimetten, alimlerin helal dediklerinden başkasını almaz, altın, gümüş kullanmaz ve ipek giymezdi.
Reşidüddin Hamedani, Hamedan'da bir Yahudi aileden 1247 yılında doğmuştur. Reşidüddin Fazlullah'ın büyükbabası bir nedim (saray mensubu) olarak İlhanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Hülagû Han'a hizmet etmiştir. Babası ise saray eczacısıdır. Bir eczacı oğlu olan Reşidüddin Fazlullah, hekimlik öğrenimini yapar ve bir eğitilmiş hekim olarak Hülagû Han'nın oğlu Abaka Han'a hizmet vermeye başlar.
Otuz yaşında iken İslam dinine geçmiştir. Reşidüddin Fazlullah'ın siyasi itibarı çabuk yükselir, Kazvin yakınındaki Sultaniye'de İlhanlı Büyük Vezir (Sadr-ı Azam, Sadrazam) sarayında görev verilir. Reşidüddin bir vezir ve hekim olarak İlhanlı hanları Mahmud Gazan ve Muhammed Hüdabende'ye (Olcaytu) hizmet etmiştir.
Reşidüddin, Mahmud Gazan'ın kardeşi Olcaytu'nun 1304 yılında İlhanlı tahtına geçmesinden sonra vezir olarak kalır.
Ancak Reșîdüddîn Fazlullah Hemedanî bu yazmanın doğrudan yazarı değil, yazım sürecini yöneten kişidir. İlhanlı hükümdarı Gazan Han, Reșîdüddîn Fazlullah Hemedanî'ye Tebriz yakınlarında Rab-ı Reşidi adlı bir mahalle kurdurmasını emreder. Kayıtlarda mahalle içinde yirmi dört kervansaray, bin beş yüz dükkân ve otuz bin konutun yanında hamam, darphane, boya ve kâğıt atölyeleri gibi bilim ve sanat faaliyetleri için gerekli ihtiyaçları karşılayacak birimlerin de yapıldığı bilinmektedir.
Rab-ı Reşidi'nin kurulmasından sonra Gazan Han'ın emri ile hazırlanan Câmiu't-Tevârîhtarafsız ve modern anlamda ilk dünya tarihi eseri olarak kabul edilmektedir.[2][2] Eser ilk olarak Moğol tarihi olarak düşünülsede sonradan esere dünya tarihi ve coğrafya kitabı da ilave edilmiştir.
Bu kitabın ikinci cildinde yer alan "Tarih-i Oğuzân ve Türkân" adlı bölümüne dayanılarak Zeki Velidi Togan tarafından "Oğuz Destanı" adıyla yayımlanmıştır.
Bazı Asur kaynaklarında, şehrin kuruluşunun MÖ 1100 yıllarına denk geldiği görülse de, tarihçiler şehrin kuruluşunun MÖ 3000 yıllarına kadar dayandığını söyler.
Hemedan Medler tarafından kurulmuştur ve bu medeniyetin başkentiydi. Uzun yıllar bu devlete başkentlik yapan kent daha sonra kurulan Persdevletine de başkentlik yapmıştır. Daha sonraları ise, sadece imparatorların yazlık konutunun bulunduğu bir şehir olarak kaldı.
Şehir 633 yılındaki Nihavend Savaşı'ndan sonra Müslüman hakimiyetine girmiştir. 11. yüzyıldaBüyük Selçuklular tarafından alınan kent daha sonra Timur tarafından tamamen tahrip edildi. Daha sonra Safevi devleti zamanında şehir altın devrini yaşadı ve çok gelişti. 1 Eylül 1724 tarihinde Osmanlılar tarafından alınan şehir kısa bir süre bu devletin idaresinde kalsa da, şehir ve çevresindeki yerel direnişe fazla dayanamayan Osmanlılar şehri 1732 yılında Ahmed Paşa Antlaşması'yla İranlılar'a geri verdiler.
Muhammed Naib Şerif, 1839-42'deki Birinci Anglo-Afgan Savaşı'nda Afganistan'daki Kızılbaşların önderi.
Truva Savaşı’nın ilk izlerine Homeros’un İlyada ve Odysseia eserinde rastlanıyor Antik Yunan’ın en önemli ozanı, Truva Savaşı hakkında son derece detaylı bilgileri, binlerce yıl öncesinden günümüze aktarıyor. Homeros, bugün Çanakkale sınırları içerisinde yer alan Truva antik kentindeki oldukça ilginç bir savaştan bahsediyor. Hikâyeye göre Truvalı Paris ile Sparta Kralı Menelaus’un güzelliği dillere destan eşi Helen birbirlerine âşık oluyor. Paris, Helen’i kaçırıyor ve yasak aşk hikâyesi, kanlı bir savaş hikâyesine dönüşüyor… Paris’in Helen’i kaçırması üzerine Akalar (Homeros’un eski Yunan halklarının bütünü için kullandığı isim) Büyük bir orduyla Truva şehrine saldırıyor. Ancak şehrin aşılmaz surları şehrin Akalar tarafından ele geçirilmesini engelliyor. Bunun üzerine Akalar, savaş tarihindeki en ilginç stratejilerinden birini devreye sokuyor. Devasa bir tahta at inşa ediliyor, Antik Yunan’ın en seçkin askerleri bu atın içerisine gizleniyor. Truvalılar, savaş meydanında Aklar yerine de...
Avrasyalı Atlı-Savaşçı Kadınlar Amazonlar'ın Gerçekliği Üzerine Yeni Gözlemler Fatma BAĞDATLI ÇAM Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Bartın/TÜRKİYE X Savaşçı kadın anlamında bir tabir olarak “Amazonlar” ın günümüzde dahi yansımaları sürmektedir. Yunancada “a-mazon” , “göğüssüz” anlamına gelmektedir. Erkek gibi ata binen ve savaşçı karakteriyle ünlenen Amazonların, Yunan Klasik Döneminin sanatsal alanında da oldukça büyük etkileri olmuştur. Anadolu’nun batı kıyılarındaki Yunan kentlerinin kuruluşlarıyla ilgili efsanelerde Amazonlar önemli bir konumdadırlar . Geç Arkaik Dönemden itibaren vazo resimlerinde, mimari yapıların frizlerinde ve ünlü heykeltraşların heykellerinde Amazon kadınları betimlenmiştir. 🔻Ares, Yunan savaş tanrısıydı ve belki de çabuk öfkelenmesinden, çoğunlukla agresif olmasından, ve tükenmek bilmeyen kavga sevdasından dolayı tüm Olimpos Tanrılarının en sevilmeyeniydi. Afrodit 'i baştan çıkarmasıyla, Herkül'le savaşı...
7 mushaf ne demek? Kur'an-ı kerîm Arapça'nın yedi lehçesine (Kureyş, Huzeyl, Hevâzin, Yemen, Temîm, Tay ve Sakif) uygun okunabilecek bir şekilde indirilmişti . “Kur'an-ı kerîm yedi harf üzere indirilmiştir” hadîs-i şerifinin mânâsı budur. 7 BELDEYE 7 MUSHAF Bugün Müslümanların elinde bulunan mushaf-ı şerifler, hep Hazret-i Ebû Bekr tarafından kitap hâline getirilen ve Hazret-i Osman tarafından çoğaltılarak yedi ayrı beldeye gönderilen yedi mushaftan kopya edilmiştir Hazret-i Ebû Bekr zamanında Kur’an-ı kerîm âyetleri Hazreti Peygamber’in işâretine göre dizilip kitap hâline getirilmiş; bu mushaf on binlerce sahâbînin önünde okunup ittifak sağlandıktan sonra Hazret-i Ömer’e tevdi edilmişti. Vefatından sonra kızı ve Hazret-i Peygamber’in hanımlarından Hazret-i Hafsa’ya intikal etmiştir. Kureyş lehçesini esas alın! Hazret-i Osman zamanındaki Ermeniyye muharebelerinde Şamlılarla Iraklılar arasında kıraat bakımından bir farklılık müşahede edildi. Sefer dönüşü Huzeyfe hazretleri...
Yorumlar
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️