29 Haziran 2025 Pazar

Fütüvvet anlayışı; Ahilik


Ahilik

Esnaf ve zanaatkarlardan oluşan teşkilat

Yüzyıllar sonra bir Türkmen Kocası öğüdü tamamladi ama Türk ...


Ahilik sözcüğünün kökeni;

Bu konuda esas olarak iki iddia mevcuttur. İlk iddiaya göre kelime Arapça kökenlidir.

Buna göre "Ahi" kelimesi Ahiyye'nin tekili olan "ah" kelimesine birinci tekil "ya"sı ilave olunarak "ahi" şeklinde telaffuz olunmuş halidir. Bu fikre göre Ahi'nin sözlük manası "kardeşim" demektir. Bu iddianın güçlü yanı, Ahiliğin ilk olarak Araplarda Fütüvvet Teşkilatı adıyla çıkması, dolayısıyla Ahilik ile ilgili terimlerin Arapça olması gereğidir. Ancak bu kanıt yeterli değildir.

İkinci iddiaya göre Ahi kelimesi Türkçe Akı kelimesinin zamanla değişimi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu kelimenin Ahi birlikleri içinde zaman zaman Ahi Baba şeklinde ifade edildiğini görüyoruz. Buna göre kelimenin Arapça manası ile düşünüldüğünde "Kardeşim Baba" diye bir tabir uygun düşmüyor. Fakat Divânu Lügati't-Türk'te akı Eli açık, koçak, selek, cömert, yiğit, delikanlıgibi manalar ifade eden Akı kelimesiyle düşünüldüğünde "Ahi Baba" tabiri daha mantıklı görünüyor.

Bu konuda Selçuk Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyesi Prof. Dr. Mikail Bayram şu görüşlerini dile getiriyor:

Fütüvvet Teşkilatı Fütüvvet, İslam dünyasında kahramanlık, yiğitlik ve cömertlik mefkuresinin adıdır. Şövalyelik nasıl Orta Çağ Batı dünyasına ait mahsus bir ülkü ise, Fütüvvet Teşkilatı Fütüvvet de Orta Çağ İslam dünyasına ait bir ülküdür. Nasıl ki Araplar İslam'dan önce kültürlerinde mevcut olan Fütüvvet anlayışını İslami değerlerle geliştirip devam etmişler, nasıl ki Farslar "cevanmerdi" anlayışını aynı şekilde İslam süzgecinden geçirmişler, Türkler de kendi "Akılık" ülküsünü İslami ahlak ve değerlerle geliştirerek devam ettirmişlerdir. Arap kültüründe ideal kahraman, sehavet ve şecaat timsali olan Fütüvvet erinin adı "Feta", İran kültüründe "Cevanmerd", Türk kültürnde "Akı"dır. Türk Akılığı, İslamiyetle Arap Fütüvvet şiarından etkilenmiştir. Akılar birbirlerine karşı kardeşçe tutumundan dolayı Akı kelimesi yerini Ahi kelimesine bırakmış ve Abbasi Devlet]'nin sona ermesiyle Fütüvvet yerini Ahiliğe bırakmıştır.


Ahi Evran ve Ahilik Teşkilâtı'nın kuruluşu;


Üçler Çeşmesindeki ortasında Davud'un Yıldızı bulunan Mühr-ü Süleyman (Hacı Bektaş Veli TürbesiHacıbektaş, Nevşehir)

Orta Asya'da hüküm süren Oğuz Yabguluğuyıkılınca 1040 Oğuz Türkleri yavaş yavaş Selçuklu egemenliği altına girerek Anadolu'ya göç etmeye başladı. Ekseriyeti göçebe olan Oğuzlar, kopup geldikleri Orta Asya steplerine benzediği için daha çok Orta Anadolu kırsalını mesken olarak tercih ediyorlardı. Dolayısıyla Orta Anadolu'nun Türkleşip İslamlaşması hızlı olurken, şehirlerde bu dönüşüm yavaştı. İslam dini de, yerleşik hayatı gerekli kılıyordu. İşte bu sebeple, göçebe Türkmenlerin İslâmlaşma sürecini hızlandırmak, Anadolu'yu Türk yurdu haline getirmek, şehirlerde yaşayan Rum ve Ermeni tacirleriyle rekabet edebilmek amacıyla ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin tavsiyesiyle Ahi teşkilâtı Anadolu'da kuruldu. Kısacası Anadolu'da Ahiliğin şekillenmesi ve köylere kadar teşkilatlanması politik ve sosyo ekonomik bir mecburiyetin ürünüdür.

Ahî Evran

 Türkmen pîr ve şeyhi.

Ahi Evran Türbesi'nin dışında bulunan PİR AHÎ EVRÂN-I VELİ yazısı.

Ahî Evran, uzun bir yolculuğun ardından Horasan'dan geldiği Anadolu'da seyyid Hacı Bektaş Velî'nin Alevî-Bektâşî, tasavvufî Türkmentarikatına bağlanmış, kendi adıyla adlanan Ahîlik Teşkilât'ın kurucusu olmuştur. Debbağların (dericilerin) Alevî Türkmen pîr ve şeyhi, 32 çeşit esnaf ve sanatkârın lideridir.

1203 veya 1204 yılında Bağdat'a gelmiş ve burada tanıştığı Evhaddü'd Din Kirmanî'nin tavsiyesiyle Abbasihalifesi Nasır Lidinillah'ın kurmuş olduğu Fütüvvet Teşkilâtına katılmış ve bu teşkilatın önde gelen şeyhleriyle temas kurma imkânı bulmuş, başta Kirmanî olmak üzere birçok üstaddan istifade etmiştir. O dönemde Bağdat'ın ilim ve irfan merkezi olması, Ahi Evran'ın çok yönlü bir fikir adamı olarak yetişmesini sağlamıştır.

1204 yılında Anadolu Selçukluları sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev'ı göndermiş, buna karşılık bazı ilim adamları ile birlikte Ahi Evran da Anadolu'ya gelmiştir. Ahi Evran Kayseri'ye yerleşmiş ve Fütüvvet Teşkilâtından esinlenerek ilk Ahi Teşkilâtını burada kurmuştur. Keyhüsrevtarafından desteklenen teşkilâtın lideri olan Debbağ Ahi Evran Kayseri'de pek çok sanatın icra edildiği sanayi sitesinde hizmet vermiştir.

1227 ile 1228 yılları arasında muhtemelen Sultan I. Alaeddin Keykubad'ın arzusuyla Konya'ya yerleşen Ahi Evran, burada da sanatını icra etmiştir. Fakat Ahilerin en büyük hamisi olan Sultan I. Alaeddin Keykubad, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in tertiplediği bir suikast sonucu öldürülünce, pek çok Ahi ve Türkmencezalandırılmış, Ahi Evran de hapsedilmiştir. II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in ölümünden sonra 1245 yılında serbest bırakılan Ahi Evran, Denizli'ye geçmiştir. 1247'de, Mevlana'nın oğlu Alaeddin Çelebi'nin Mevlana'nın hocası Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesinde parmağı olduğu iddiası yayılmıştır. Ayrıca Ahi Evran ile Alaeddin Çelebi'nin bu süreçte birlikte olduğu ve Mevlana ve hocası Şems-i Tebrizi ile Ahi Evran arasında çekişme olduğu bilinmektedir. Bu olaydan sonra da Kırşehir'e gidip yerleşir ve hayatının sonuna kadar (15 yıl ) burada kalır.


Hacı Bektaş-ı Velî'nin bir minyatürü

1 Nisan 1261 tarihinde kılıçlarla parçalanarak öldürülen Ahi Evran'den sonra eşi ve çocukları Hacı Bektaş Veli'ye sığınmışlardır. Ahilik teşkilatı mensupları Anadoluyu terk etmeyerek direnişlerini devam ettirmişler, Anadolu ve Rumelinin Türkleşmesinde çok önemli rol oynamıştır.

Ahi Evran, Hacı Bektaşi Veli'nin tavsiyesiyle zamanın Rum, Ermeni ve Yahudi esnaflarına karşı Anadoluya yeni gelen Türk esnafların birlik ve dayanışması için sonradan Ahilik denen esnaf dayanışma Teşkilatını kurmuştur ve böylece aldığı destekle başarıyla anadoluya Türkmen Aleviliğini yaymışlardır.

Günümüzdeki esnaf odalarının temeli Ahi Evran tarafından atılmıştır.

Pir Ahi Evran-ı Veli Türbesi(Kirsehir)

Kirahievran


Ahiliğin kuruluşu ve Anadolu'da yayılışı;

Bazı araştırmalar Ahiliğin Kırşehir'de ortaya çıktığını ileri sürer. Diğer bir görüşe göre, Bağdat'ta büyük üstadlardan ders alan Ahi Evran, Arapların kurduğu Fütüvvet Teşkilatı'ndan etkilenerek, 1205'te Anadolu'ya gelmesinden kısa bir süre sonra ilk olarak Kayseri'de Ahilik Teşkilatını kurmuştur.

Tarihi kaynaklardan, Ahi Evran zamanında Anadolu'nun şehir ve kasabalarında ortaya çıkan Ahi kurumlarının, Ahi Evran'a bağlı merkezi bir teşkilat olabileceği imajı çıkıyor. En azından bu kurumlar, onun koyduğu ilkelere bağlı kalmış olmakla, manen Ahi Evran'in liderliğindeki geniş bir teşkilatın şubeleri gibidir. Fakat onun ölümünden sonra, bağlı olunan ilkelerde büyük benzerlikler mevcut olmakla beraber, İbn-i Batuta'nın belirttiği gibi, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar yayılan bu kurumlar arasında organik bir bağ bulunmamaktadır.


Ahilik Teşkilâtı'nın sonuçları;


  1. Ahilik, Anadolu'da köylere kadar yayılarak Anadolu'nun daha kısa sürede Türkleşip İslamlaşmasını sağlamıştır.
  2. Göçebe Türkmenler yerleşik hayata geçirilerek hem İslami uyum kolaylaşmış, hem de Türk şehirciliği hız kazanmıştır.
  3. 13. yy'ın ikinci yarısına kadar çoğunlukla gayrimüslimlerin Türk olmayan yerli halkın elindeki sanat ve ticaret işlerine Müslüman Türkler de katılmış ve hızlanma kazandırmıştır.
  4. Türk esnaf ve sanatkarları arasında sağlanan dayanışma ve yardımlaşma sayesinde Ahilik önemli bir güç haline gelmiş, hız kazanmış, asayişin bozulduğu zamanlarda kendi otoritesini yürütmüştür.


Ahiliğin menşeî ve dinî yapısı;

Prof. Dr. Köprülü'ye göre Ahi birliklerinin ideolojik yapısını oluşturan ögelerden birisi Bâtınîliktir ve Ahilik teşkilatı Bektaşi İslâmî bir yapı barındırmaktadır. Ayrıca seyyah İbn-i Batuta'nın ifadesine göre Ahi zaviyeleri Bektaşi dergahına mensuptur. Hacı Bektaş-ı Veli'yle Ahi Evran'ın Kırşehir'de sık sık bir araya gelip sohbet ettikleri yazılır.

Fütüvvetnâmelere göre, Ahiliğin anenevi menşei Ali'ye dayanmaktadır. Muhammed, Ali'ye "Sen benim yoldaşımsın, ben Cebrail'in yoldaşıyım, Cebrail de Allah'ın yoldaşıdır" diyor. Sonra Salmân-ı Fârisî'ye Ali'ye yoldaş olmasını söylüyor. Salmân-ı Fârisî'de Ali'nin elinden tuzlu su içerek ona yoldaş oluyor. Bundan sonra Muhammed, Ali'ye: "Ya Ali ben seni tamamlıyorum ve olgunlaştırıyorum," diyerek şalvarını giydiriyor ve beline bağlıyor. Fütüvvetnâmelere göre; fütüvvetin temeli budur ve fütüvvet ehli arasında kadeh sunmak, şalvar giydirmek ve bel bağlamak, yani yoldaşlık ve kardeşlik kuralları buradan gelmektedir.


Diğer bilgiler;

Ahi Evran, 1205 yılında Kermani'nin kızı Fatma Bacı ile evlendi. Ahiliğe kadınlar giremediği için Fatma Bacı da Bacıyan-ı Rum (Anadolu Kadınları)teşkilatını kurmuş ve Kadın Ana olarak tanınmıştı. Ahi Evran'ın şeyhliği altında 13. yüzyılda Ankara ve Kırşehir'de toplanan Ahiler, kısa sürede Selçuklu şehirlerine yayılmışlardı. Osmanlı devletinin kuruluşunda etkili olmuşlardır.

Velâyetnâme adlı eserinde Hacı Bektaş-ı Velî'nin sık sık Kırşehir'i ve Ahi Evran'ı ziyareti, onunla sohbetlerini anlatır. 13. yüzyıl'da Anadolu'dan geçen ünlü seyyah İbn-i Batuta da Burdur, Gölhisar, Ladik, Milas, Gerçin, Konya, Niğde, Aksaray, Kayseri, Sivas, Gümüş, Erzincan, Erzurum, Birgi, Tire, Manisa, Balıkesir, Bursa, Görele, Geyve, Yenice, Mudurnu, Bolu, Kastamonu, Sinop gibi Anadolu şehirlerindeki ahizaviyelerinden bahsetmekte ve buralarda misafir olduğunu zikretmektedir.


Ahiliğin 7 kuralı;

Ahi olmak ve peştamal kuşanmak için kişinin bir Ahi tarafından önerilmesi zorunludur. Üye olmak isteyenlerden yedi fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi açması beklenmektedir:

  1. Cimrilik kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak,
  2. Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülâyemet kapısını açmak,
  3. Hırs kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak,
  4. Tokluk ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak,
  5. Halktan yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak,
  6. Herze ve hezeyan kapısını bağlamak, Marifet Kapısını açmak,
  7. Yalan kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak.

Kafirler, çevresinde iyi tanınmayanlar, kötü söz getirebileceği düşünülenler, zina ettiği ispatlananlar, katiller, (kasaplar), hırsızlar, dellallar, vergi memurları, vurguncular örgüte katılamaz.

Kadınlar, Ahiliğin "kadınlar kolu" olarak adlandırabileceğimiz Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilatına üye olmuşlardır.


Ahi Evran Türbesi'nin Osmanlı Padişahı olan II. Murad devrinde inşa edilen minaresi


Ahilik Teşkilâtı'nın özellikleri;

Ahi Teşkilâtı'nın müslümanlara has bir kurum olarak iş görmesi 17. yüzyıla kadardır. Osmanlı Devleti'nin hakimiyet alanı genişleyip, gayrimüslim oranının artmasıyla farklı dinden kişilerin ortak çalışması zorunlu olmuştur.

Din ayrımı gözetilmeden ortaya çıkan bu kuruluşa da gedikdenmiştir. 1727 yılından itibâren rastladığımız bu kavram Türkçe bir kelime olup tekel veya imtiyaz anlamına gelmektedir. Kavram olarak "Osmanlı bünyesindeki esnaflığa ve sanatkarlığa girişi tetkik etmek" demektir. 

Ahilik teşkilâtı 3 dereceli bir düzene dayanır. Her kapı üç dereceyi içerir. Bu dereceler şöyle sıralanır:

  • Yiğit
  • Yamak
  • Çırak
  • Kalfa
  • Usta
  • Ahi
  • Halife
  • Şeyh
  • Şeyh-ül Meşayıh

Ahilik, Galip Demir'e göre, "Türkler'in Rönesansı"dır. Veysi Erken'e göre, Ahilik ve kurum düzeni bugünlerin şartlarında bile, 5 çekirdek ilke ile, "Toplumsal sorumluluk, Hizmette mükemmellik, Dürüstlük ve doğruluk, Ortak yaşama" ile örnek bir 'yatay örgütlenme' toplum hareketi şekilendiriyor.

Çıraklıktan kalfalığa geçiş töreni öncesinde eğitimi tamamlanan çırağın pabucu dama atılır. Bir yandan da artık ustalarından, kalfalarından eskisi gibi ilgi görmeyeceğini ortaya koyar bu deyim.

Ahilikte sanatkarlar gündüzleri işyerlerinde 4 aşamadan oluşan hiyerarşi içinde mesleğin inceliklerini öğrenirler, akşamları toplandıkları ahi konuk ve toplantı salonlarında aynı hiyerarşi içinde ahlakî ve felsefî eğitim görürlermiş.

Kırşehir'de kabri bulunan Ahi Evran'ın kurduğu bu teşkilatla ilgili Ahilik geleneğinin unutulmaması için Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Odaları tarafından bazı şehirlerde her yıl Ahilik haftası ve kutlamaları yapılmaktadır. Ahilik teşkilatı, gençlerin iyi yetişmesini ve meslek kazanmasını sağlardı. Savaş, afet vs. kötü durumlarda da kuruma üyeler ve halk arasında dayanışma olurdu. Padişahlar ve diğer yöneticiler de ahilik teşkilâtını destekleyerek gelişmesini istemişlerdir.


İlgili kitaplar;

  • Doç. Dr. Bedri Noyan Bektaşilik-Alevilik
  • Fiş, Radi "Bir Mutasavvıf, Bir Ahi Hümanisti, Mevlana"
  • Gener, Cihangir "Ezoterik ve Batını Dinler Tarihi"
  • Cumhuriyetin 50. yılında esnaf ve sanatkar.
  • Bayram, Sadi, Ahîlik ve Loncalar, "Milli Kültür Dergisi" Cilt I., Ankara, 1977
  • Demir, Galip, Osmanlı Devletinin Kuruluşu ve Ahilik, Ahi Kültürünü Araştırma ve Eğitim Vakfı, İstanbul, 2000
  • Veysi Erken "Bir Sivil Örgütlenme Modeli: Ahilik", Ankara, 1998
  • Soyyer A. Yılmaz Çerağlar Uyanırken
  • Sadık Göksu "Kırkambar (Ahilik Ansiklopedisi) - Ahilik Tarih Öncesinde Başlar", İstanbul, 2011


Kaynakça;


  1. ^ Mehmet Şekerİbn-i Batuta'ya Göre Anadolu'nun Sosyal, Kültürel ve İktisadi Hayatı ile Ahilik, Ankara 1993, s.71,72
  2. ^ Prof. Dr. Sebahattin Güllülü, Ahi Birlikleri, İstanbul 1977, s.18
  3. ^ Prof. Dr. Mikail Bayram, Ahi Evran ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu, Konya 1991, s.130,132
  4. ^ Prof. Dr. Mikail Bayram, age s.82
  5. ^ Yrd.Dç.Dr.Salih Özkan, age s.46
  6. ^ Prof. Dr. Ali KIVRAK, age s.47


♻️


Hacı Bektâş Horasan’dan Anadolu’ya göç ettikten sonra Suluca Karahüyük’te otuz altı sene “Horasan Melametîliği kökenli On İki İmamcıTasavvufîBâtınî İslâm” i’tikadını neşriyât ile meşgul oldu ve bu süre zarfında aralarında Cemâl Seyyid, Sarı İsmâil, Kolu açık Hâcim Sultan, Baba Resul, Birap Sultan, Recep Seyyid Sarı Kadı, Ali Baba, Burak Baba, Yahya Paşa, Sultan Bahâ’ed-Dîn, Atlaspuş ve Dost Hüda Hazreti Sâmet gibi meşhurların da bulunduğu tam otuz altı bin halife yetiştirdi. Ölümünün yaklaştığını hisseder hissetmez her birini bir memlekete yolladı. Bunların bazılarının hâllerini Velâyet-Nâmeanlatmaktadır.[3]

Hacı Bektâş’ın Horasan Melametîliği kökenli Bâtınîliğin Anadolu’daki neşri fa’aliyetleri tartışmasız hâyrete şâyan olmakla beraber bu meyândaki teşkilatlanmanın ana merkezinde Şücâ’ed-Dîn Ebû’l Bekâ Baba İlyas el-Horasanîbulunmaktaydı. Eflâkî’nin Baba Resul’ü Hacı Bektâş’ın şeyhi olarak göstermesine karşın Velâyet-Nâme tersini iddia etmektedir. Burak Baba’nın da Tokatlı olduğuna dair söylenti ile Hoylu olduğuna dâir ihtilâf da aynen buna benzemektedir. Velâyet-Nâme’nin nakilleri, Milâdî 1271 tarininde vefât ettiği bilinen Hacı Bektâş’ı Orhan Gazi devrinde sağ olarak göstermek gibi daha birçok yönden tenkit edilmeye açık kalan çelişkileri ihtivâ etmektedir.

                             XXX   XXX

şükür hem kalple hem de dil ve diğer azalarla ifa edilir.

Bir şiirde şöyle geçmektedir: 

 [Bana sunduğunuz] nimetler üç şeyi size minnettar kıldı Elimi, dilimi ve perde çekilmiş kalbimi İndirilmiş vahiyde,

 “Ey Davud ailesi şükrederek çalışın” (Sebe 34/13) 

Bir insanın varlık süresi uzadığında ona büyük yani “yaşı büyük (kebîrü’s-sin)” denir, “yaşı azametli (azîmü’s-sin)” denmez. Evlâ olan, ezelî ve ebedî devamlılığa sahip varlığın büyük olmasıdır. İkincisi ise kendisi dışındaki diğer varlıkların ondan sudur etmesidir. Ululuk (izam) aslında, bir cismin yüzöl çümünün uzamasına göre elde edilen büyüklüğü belirtmek için vaz edilmiş bir ke limedir. Bu kelime, [gözü dolduran ancak onu] bütünüyle kaplamayan ve sınırları bakışla ihata edilebilen şeylerin –fil gibi– yanı sıra bakışla ihata edilemeyen şeyleri –arz ve sema– belirtmek için de kullanılır. Bunu öğrendi isen şunu da bil ki, idrak güçlerinin (besâir) kavradığı şeyler arasında da farklılık bulunur. Akıl, idrak edilen kimi şeylerin künhünü ihata edebilirken, kimilerinin ihatasında bazı akıllar eksik kalır, kimilerinde ise aklın künhünü ihatası tasavvur dahi edilemez. Azîm olan işte bu sonuncusudur; akılların bütün sınırlarını aşar ki işte o Allah Teâlâ’dır. Bir diğer izaha göre, kibriyâ kimseye boyun eğmeyecek kadar yücelmek, azamet ise başkası tarafından ihata edilememektir. Her ikisi de Allah Teâlâ’ya mahsus sıfatlardır. Al lah Teâlâ bu iki sıfatını, akılla kavranan bir anlamı daha güçlü ve açık bir şekilde anlaşılabilmesi için duyuyla hissedilen bir surette ortaya koymak üzere izâr ve ri dâya benzetmiştir. 

Allah nurların nurudur ve mümkün varlıkları yokluk karanlı ğından varlık aydınlığına çıkarandır. Yine O, güneşi aydınlık, kameri nur kılmıştır (Yûnus 10/5). Gökleri ve yeri yaratan ve karanlıklar ve aydınlığı var kılan Allah’a hamdolsun (En‘âm, 6/1). İkinci anlamı düşünecek olursak, gerek arştan yere dek varlık bulan duyusal mertebeler ve sebepler-sonuçlar silsilesinde varlık bulan aklî mertebeler arasında gerekse hay-meyyit, âlim-câhil vb. muhtelif derecelere taksim edilen varlıklar arasında Allah’ın her daim en üstün derecede bulunduğu görülür. Diğer taraftan, üstünlük sahibi bütün varlıklara üstünlüğünü bağışlayan, dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan yine Allah Teâlâ’dır (Mü’min, 40/15). Kemâl keli mesiyle zatta kemâlin, senâ kelimesiyle sıfatlarda ve fiillerde kemâlin kastedilmiş olması da mümkündür.

XXXXX

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️