Kuran'da görülen ve çeşitli şekillerde bireylere, kabilelere veya ülkelere atfedilen bir çift isimdir . Hezekiel 38'de Yecüc bir bireydir ve Mecüc onun ülkesidir. Yeni Ahit'in Vahiy 20'sinegelindiğinde ( Vahiy 20:8 ), Yahudi geleneği Hezekiel'in "Gog'dan Magog " ifadesini "Gog ve Magog" olarak görmeye başlamıştı.
İskender'in orduları tarafından Ye'cüc ve Me'cüc kavminin kuşatılması.
Zahariel, yedi Terran yaşındayken evinden ayrılıp, dünyanın ormanlarında dolaşan Büyük Canavarların saldırılarından Caliban halkını korumak için.
Lupus Şövalyeleri. Zahariel'in şövalyeliğe yükselmesinden kısa bir süre sonra, Düzen, Lion El'Jonson'ın Caliban'ın Büyük Canavarlarına karşı yürüttüğü soykırım.
Onlar: “Ey Zülkarneyn! Ye’cûc ve Me’cûc dediğimiz hak hukuk tanımaz kabileler, iki dağın arasındaki şu geçitten bize sürekli saldırarak bu ülkede bozgunculuk yapıp duruyorlar. Sana bir miktar vergi versek de, bizimle onların arasında aşamayacakları bir set yapsan olmaz mı?”
Hz. Nûh’un oğlu Yâfes’in soyundan gelmiş iki kabile olduğunu söylemişlerdir. Bununla birlikte “Yeryüzünde fesat çıkarıyorlar” meâlindeki cümle, bunların birçok kabileden meydana gelmiş kalabalık bir kitle olduklarına delâlet eder. Nitekim yirmiden fazla kabileden meydana geldiklerine dair rivayetler de vardır (Elmalılı, V, 3288).
Allah onları insanların üzerine salmayı dilediği zaman başlarında bulunan adam, ‘Haydi gidin inşallah yarın delersiniz’ der. ‘İnşallah’ dediği için döndüklerinde seddi, bir önceki gün bıraktıkları biçimde bulurlar. Seddi delerler ve insanların karşısına çıkarlar; suları içerek kuruturlar, insanlar onlardan kaçıp kalelerine sığınırlar. Bunun üzerine onlar oklarını göğe atarlar. Attıkları oklar kana bulanmış olarak yere düşer. Daha sonra onlar, ‘Yerde olanları ezdik, gökte olanları yendik’ derler. Fakat Allah onların kafalarının içine bir kurt musallat eder, kurt onları öldürür.” Resûlullah devamla şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki yeryüzündeki hayvanlar, onların etlerini yiyip kanlarını içerek semizleşir, şişmanlarlar” (Müsned, II, 510; İbn Mâce, “Fiten”, 4079-4081; Tirmizî, “Tefsîr”, 19).
İskender Şarkısı ( Süryani İskender Şiiri veya Metrik Vaaz olarak da bilinir ) Büyük İskender hakkında 6. veya 7. yüzyıldan kalma bir Süryani efsanesidir. Serugh'lu Yakup'a (451–521) mahlasla atfedildiği için yazar artık Pseudo-Jacob (veya kısaca Ps-Jacob) olarak anılmaktadır.
Hikayenin başında İskender dünyanın uçlarını keşfetme niyetini açıklar ve Tanrı'ya dünyayı yöneteceğine dair söz verir. Mısır'da bir ordu toplar ve ardından Fetid Denizi'ne gider ancak onu geçemez. Bunun yerine, güneşin battığı yerden doğduğu yere seyahat etmesini sağlayan "cennet penceresini" bulur. Güneşin doğduğu bölgede Orta Asya'ya gider ve bir dağ geçidinin yakınında kamp kurar, ancak artık Pers imparatorunun etki alanında olduğunu öğrenir. Dağ geçidinin ötesinde Gog ve Magog'un iki kral olduğu barbar kabileler olduğunu öğrenir. Dağlardaki giriş yollarını kapatmaya karar vererek, Mısır'daki demircilerine ve metal işçilerine demir ve bronz bir duvar inşa etme görevini verir. Daha sonra barbarların duvarı delecekleri ve Romalıların galip geleceği bir dünya savaşı çıkaracakları zaman hakkında iki kehanet açıklar.
İkinci gönderme metnin sonuna doğru, Tanrı'nın İskender'le konuştuğu ve ona diğer dünya krallıklarına karşı bir silah olarak kullanması için iki boynuz verdiğini söylediği yerde gerçekleşir;
Seni bütün krallar arasında büyük kıldım ve başının üzerine demir boynuzlar çıkardım; ta ki, onlarla dünyanın krallıklarını boynuzlayasın.
Süryani İskender Efsanesi'nin iki boynuzlu imgeleri, 1. Krallar 22:11/2. Tarihler 18:10, Mika 4:13'teki Peşitta'dan ve Daniel 8'deki iki boynuzlu koçtan öğeler bir araya getirir. Özellikle, Efsane'de iki boynuz için kullanılan terim olan qrntʾ , Daniel 8:3'teki Peşitta'da (standart Süryanice çevirisi) qrntʾ'nin görünmesinden esinlenmiş olabilir .
Ye'cüc ve Me'cüc'ün insanları yemesi.
— Thomas de Kent'in Roman de toute chevalerie'si , Paris el yazması, 14. yüzyıl
Efsanede, Gog ve Magog, kıyamet konusunda rol oynayan barbar Hun kabilelerinin krallarıdır Efsane, bu rolü Gog ve Magog'a veren ilk metindir. Efsane, İskender'in Kapının yüzüne, 24 milletten oluşan bu Hunların Kapıyı aşarak dünyanın büyük bir bölümünü boyunduruk altına alacağı tarihi belirten kehanetleri kazıdığını iddia eder.
İskender daha sonra, bir kapıyla mühürlediği uğursuz bir halkın bulunduğu Kuzey Dağları'nı keşfeder.
İskitlerin mitolojik ve tarihsel gelişimini aktarırken Kafkasya ve Maeotis Gölü (Azak Denizi) civarından Trakya’ya hatta Mısır’a kadar yayıldıklarından bahseder. İskit kavimlerinden bir kısmının, Assurlar’ın baskısıyla Pontus ve Paphlagonia’ya doğru göç ettiklerini, diğerlerinin ise Media ve Tanais (Don Nehri Deltası) arasında kaldıklarını ve bunlara Sarmatlar dendiğini bildirir.
Yanmen Geçidi
Zhao Kralı Yong (ölümünden sonra "Wuling" veya "Savaşçı ve Kutsal Kral" olarak bilinir), MÖ 306 ve 304'te modern kuzey Şanşi'niLoufan ( Lóufán ) ve " orman göçebeleri " (Línhú ) kabilelerinin topraklarını işgal etti ve fethetti.
Dunhuang şehri yerine Tanrı Dağları'nın bir parçası olan Dunhong Dağının belirtilmiş olabileceği de iddialar arasındadır.
MÖ 2. ve 1. yüzyıllarda yaşamış Çinli tarihçi Sima Qian’da “Wuzhi” olarak adlandırdığı Yüeçiler'den Luo adlı bir tacirin Çinlilere at sattığı, bunun karşılığında da ipek alarak bunu Orta Asya'nın ileri gelenlerine sattığı belirtmektedir ki bu da Yüeçilerin o dönemde İpek Yolu ticaretinde etkin rol oynadıklarını göstermektedir.
Xiong-nu'lar, bölgedeki bir diğer önemli konar-göçer güç olan Yüe-chi'leri alt ettikten sonra MÖ 200'lü yıllardan itibaren "Mete Han" olarak da bilinen Mo-duChan-yü Dönemi'nde Doğu Asya'da baskın güç haline gelmiştir.
Hikaye 1692'de Job Bearsley adlı bir İngiliz tüccarın Portekiz'e gelmesiyle başlar.
Tarih. Minho Nehri, tarihle dolu Portekiz ve İspanya arasındaki sınırı kaplar.
#3: Ribeira Sacra DO—adı Kutsal Kıyı anlamına gelir,büyük ihtimalle bölgedeki birçok kilise ve manastıra atıfta bulunur—Mencía üzüm çeşidine dayalı kırmızı ve roze şarapları ve Godello'ya dayalı beyaz şaraplarıyla bilinir. Oldukça uzun bir diğer çeşit listesi (Garnacha Tinta, Albariño, Godello, Treixadura, Loureira ve Torrontés dahil) Ribeira Sacra DO'nun şaraplarında kullanılmasına da izin verilir.
#4: Ribeiro DO'nun doğu kenarından geçen Minho Nehri, Cortegada kasabasının yanından akar ve Rías Baixas DO'nun Condado de Tea ve O Rosal alt bölgelerinin güney sınırını çizer. Nehrin kıyısına bakan teraslı üzüm bağlarıyla karakterize edilen bu bölgeler, Albariño'ya dayalı canlı, kuru, meyveli ve çiçeksi beyaz şaraplarıyla haklı olarak ünlüdür.
#5: Atlantik Okyanusu'ndan yolculuğunda Minho Nehri, İspanya ve Portekiz arasındaki sınırın bir parçasını oluşturur. Nehrin yolculuğunun bu kısmı, Portekiz'in en kuzey noktası olan Cevide kasabasının hemen kuzeyinden başlar ve yaklaşık 50 mil/80 km boyunca batıya doğru denize doğru devam eder. Burada nehir, Portekiz'in Minho Vino Bölgesel(bölgesel/IGP) şarap bölgesinin kuzey kenarını ve Vinho Verde DOC'yi tanımlar.
Minho , tarihi il, Portekiz'in en kuzeybatısı. Başlangıçta Minho ve Douro nehirleri arasındaki bölge olan Entre Douro e Minho olarak adlandırılıyordu. Bölge hem Keltler hem de Romalılar tarafından işgal edildi, birincisi castra veya tepe kaleleri adı verilen çok sayıda harabe bıraktı.
Hunların İtalya'yı işgal etmesini tasvir eden bir resim.
Joseph de Guignes ilk defa 18. yüzyılda 4. ve 5. yüzyılda yaşamış Avrupa Hunları ile M.Ö. 3. yüzyıl ile M. S. 2 yüzyıl arasında Çin ve Moğolistan'da yaşamış Hiung-nu halkı arasında kökensel bir bağ olduğu iddiasını öne sürmüştür. İlerleyen yıllarda Hiungnuların (Türk tarih literatüründe Büyük Hun İmparatorluğu) Hunlar, özellikle Attiladöneminde Doğu Roma İmparatorluğu'na sık ve yıkıcı baskınlar yaptılar.
Xiong-nu'lar, bölgedeki bir diğer önemli konar-göçer güç olan Yüe-chi'leri alt ettikten sonra MÖ 200'lü yıllardan itibaren "Mete Han" olarak da bilinen Mo-duChan-yü Dönemi'nde Doğu Asya'da baskın güç haline gelmiştir.
Jordanes'in Getika eseri Gotların Hunları kötü ruhların ve cadıların soyundan gelen bir halk olarak gördüklerini belirtmiştir.
Süryani İskender Efsanesi'nin kozmografisi, Gılgamış'ın dünyayı çevreleyen okyanusa ulaştığı zamanki gibi, açıkça Gılgamış Destanı'ndan esinlenmiştir, ancak Gılgamış hikayesinde okyanus geçilebilirdir. Efsaneler kozmografisi ayrıca Babil Dünya Haritası'nda görülenleri yakından takip eder . Metin ayrıca güneşin yolunun tanımında bir Mezopotamya kozmografisiyle de uyumludur: Güneş batıda batarken, gökkubbedeki bir geçitten geçer, dünyanın diğer tarafına döner ve başka bir göksel geçitten geçerken doğuda yükselir. İskender, Gılgamış gibi, yolculuğu sırasında güneşin yolunu takip eder. Gılgamış'ın yolculuğu onu büyük bir kozmik dağ olan Maşu'ya götürür . Aynı şekilde, İskender Musas olarak bilinen bir kozmik dağa ulaşır.
Süryaniler, Mezopotamyalı Sami kökenli bir etnik gruptur.
Süryaniler ܣܘܪܝܝܐ
Süryanilerin atası olarak Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Aramiler ve Asurlular kabul edilmekte.
Lübnan’ın Sûr şehrinden veya “bölgeye hâkim olan Asurlular’ın ülkesi” anlamında Yunanlılar’ın bu coğrafyaya verdikleri Surya adından gelmektedir.
Süryaniler, İngilizcede de Asurlular ile aynı anlamı taşıyan kelimeyle ifade edilmektedir
antakya merkezli ekümenik kiliseleri dünyada bulunan orjinal anlamında 3 ekümenik kiliseden biridir(bkz: iskenderiye kilisesi)(bkz: vatikan). antakya kilisesi.
MS 37-43 yılları arasında elçilerin lideri Mor Petrus tarafından Antakya'da kurulmuş ve kısa zamanda bütün Orta Doğu'ya bu inancı müjdelemiştir. Kilisenin ve bazı mensuplarının kullandığı dil, İsa'nın da konuştuğu Süryanicedir (Aramice). Kilise, patriklik merkezi birçok kez değiştirmek zorunda kalmıştır.
1800'lü yıllarda Mardin'de papazlık makamına sahip oldu.
Manastır, 397 yılında Mor Şmuel (Samuel) ve öğrencisi Mor Şemun (Simon) tarafından, bir Zerdüşt tapınağının kalıntıları üzerinde inşa edilmiştir.
Mor Gabriel Manastırı
Süryanicede "kulların dağı" anlamına gelen Tur Abdin, SüryaniOrtodokslar için önemli bir bölge olup dinî ve kültürel merkezleridir. Yeryüzünde ayakta kalmış en eski Süryani Ortodoks Manastırı olan Mor Gabriel Manastırı da (Deyrulumur) bu bölgededir.
Süryani köyleri ve manastırlarını gösteren Tur Abdin haritas
Süryani Ortodoks Hristiyanlar, Tur Abdin olarak bilinen Midyat çevresindeki dağlık kırsal bölgelerde yoğunlaşmış, burada yaklaşık 100 köye yerleşmiş ve tarım ya da zanaatla uğraşmışlardır. Süryani Ortodoks kültürü, Mardin yakınlarında (Tur Abdin'in batısında) Mor Gabriel ve Deyrüzzaferan adlı iki manastırda yoğunlaşmıştır.
Manastırın içinde tarihi bir Süryaniceİncil ve kutsal taş bulunmakta, ilk tıp fakültesinin burada kurulduğu söylenmektedir.
Deyrüzzaferân Manastırı: Tur Abdin, Türkiye'de bulunan önemli bir Süryani Ortodoks manastırıdır.
Süryaniler, ağırlıklı olarak Mardin ve çevresinde yaşamaktadırlar. Martin El Sanatlarina yatkınlıkları yüksek bir halk olan Süryaniler, bölgeye sayısız konak, tarihi yapı, kilise ve manastır kazandırmışlardır. Taş işlemeciliğinin yanı sıra gümüş(telkâri) işlemeciliği de yapmaktadırlar.
Mardin’de Süryaniler yüzyillardir katkısız şarap olarak Süryani Şarabıüretmektedirler. Eskiden her hane kendi ihtiyacını karşılamak veya dost meclislerinde sunmak amacıyla üretim yapmaktaydı.
halen şarap ve nar ekşisi yapmaktadırlar.
Mardinli Süryanî kadınlar, 19. yüzyıl.1906'dan önce Darial Geçidi
Süryani İskender Efsanesi;
Geç antik Hristiyan Süryani İskender Efsanesi,kapıları İskender'in Kafkasya'da Gog ve Magoguluslarını uzak tutmak için inşa ettiği kıyametvari bir bariyere dönüştürdü .
Başlangıçta, Süryani İskender Efsanesi (diğer adıyla Neşana ) , İskender'in halkların ve ülkelerin yağmalanmasıyla sonuçlanacak Hunların istilasını önlemek için demirden bir duvar inşa ettiğini kaydeder . İskender, kapının demir ve bronzdan inşa edilmesini emretti ve bunun için ikincisinde çalışmak üzere üç bin demirci ve ilki için üç bin başka adam işe aldı. Ancak, barbar kabilelerin kıyamet sırasında içeri gireceğine inanılıyordu.
Kapının boyutları ve özellikleri ayrıntılı olarak anlatılmıştır ve İskender'in kapıya "Hunlar gelip Romalıların ve Perslerin ülkelerini fethedecek; armagestle ok atacaklar ve geri dönüp ülkelerine girecekler. Dahası, sekiz yüz yirmi altı yılın sonunda Hunların dar yoldan çıkacağını yazdım..." (yazıt birkaç sayfa daha devam eder). Hunların kapıları kıracağı bu kehanet, Süryani metinlerinin 1 Ekim MÖ 312'de başlayan Seleukos takvim sistemini kullanması nedeniyle MS 515'te Sabir halkının istilasıyla bağlantılıdır; 311 veya 312'yi çıkararak, bir vaticinium ex eventu'yu temsil eden 514/5 tarihine ulaşılır . İkinci bir istila kehaneti 940 SE'de ortaya çıkıyor ve MS 628/9'u işaret ediyor.
Orta Çağ boyunca , İskender Kapıları hikayesi Marco Polo'nun Seyahatleri ve Sir John Mandeville'in Seyahatleri gibi seyahat edebiyatına dahil edildi.Ancak, duvarın arkasında sıkışan ulusların kimlikleri her zaman tutarlı değildir; Mandeville, Gog ve Magog'un aslında İsrail'in Kayıp On Kabilesi olduğunu ve Son Zamanlarda hapishanelerinden çıkıp Hıristiyanlara saldırmak için diğer Yahudilerle birleşeceklerini iddia eder . Polo , İskender'in Demir Kapıları'ndan bahseder ,ancak arkasında sıkışanların Comanians olduğunu söyler.
İran minyatürü, 16. yy, Zülkarneyn'in Cinlerin yardımıyla Yecüc ve Mecüc'e karşı set inşa etmesi. Ezekiel kitabında Gog bir kişi ve Magog O’nun toprağıdır. Genesis 10’da Magog bir insandır, Gog’dan bahsedilmez. Yüzyıllar sonra rivayetlerdeki “Magog’dan Gog” deyimi "Gog ve Magog"’a Yeni Ahit vahiy kitabında ise "Gog ve Magog kavmi"ne dönüşür. Roma döneminde İskenderin “İskender kapısı”nı inşa etmesiyle onlar adına bir efsane üretilir.Büyük İskender başında Amonboynuzlarıyla (Zülkarneyn "iki boynuzlu" anlamına gelir)Marduk, Marduk ile Marut arasında bağlantı kurulur
Buna göre Karun hikâyesinin orijini Lidya Krallığı'na dayanan, eklentilerle efsaneleşmiş ve tamamen değişmiş anonim bir halk hikâyesidir. Yusuf’un hikâyesi, ashab-ı kehf, Nuh tufanı, Yunuspeygamberin hikâyesi, Zülkarneyn, Süleyman, İbrahim, Lokman, Hızır gibi birçok mitolojik ve yarı mitolojik anlatı sözel kültürlerin etkileşim ve başkalaşımlarla Kur'an'da kendisine yer bulmuş anlatılarından oluşmaktadır.
Bu düşünceyi destekleyen diğer ayetler; Mülk ve Cin surelerinde meteorlarınatmosfere çarpmasıyla oluşan ışığın yanılsamasıyla halk arasında "yıldız kayması" olarak isimlendirilen olaya atfen yıldızların gaybadair haber çalmak için göğe yükselen cinlerin kovalanmasında taşlama aracı olarak kullanıldığından bahsedilmesidir. İfadelerin bir kısmı teşbihi anlatımlar olarak olarak değerlendirilir. Ayrıca bu evren içerisinde melekler, ifritler, cinler, şeytanlar gibi mitolojik veya yarı mitolojik yaratıklar bulunur.
Justin Şehit ( yaklaşık 100 - yaklaşık 165 ) pagan tanrıları düşmüş melekler veya onların kılık değiştirmiş şeytani yavruları olarak tanımladı. Justin ayrıca onları ilk yüzyıllarda Hristiyan zulmünden sorumlu tuttu.
İsyankar meleklerin düşüşünü tasvir eden freskler (1760), Christoph Anton Mayr. Saint Michael Parish Kilisesi, Innichen , Güney Tirol .
Düşmüş melekler konusu, Roma Katolik Kilisesi'nin bir dizi din eğitiminde ele alınmıştır . Bunlardan biri de Rahip George Hay'in, "Düşmelerine neden olan günah neydi?" sorusuna verdiği cevaptır : "Bu, Tanrı'nın onlara bahşettiği büyük güzellik ve yüce lütuflardan kaynaklanan gururdu. Çünkü kendilerini böylesine görkemli varlıklar olarak gördükleri için kendilerine aşık oldular ve onları yaratan Tanrı'yı unutarak Yaratıcılarıyla eşit olmak istediler."
Enokyan kelimeleri İncil'deki kelimelere ve özel isimlere benzer, ancak çoğunun belirgin bir etimolojisi yoktur.
Enokyan Alfabesi
Enokyan alfabesi, tarihin derinliklerinde kaybolmuş bir yazı sistemidir ve çoğunlukla mistik ve okült uygulamalarla ilişkilendirilir. Bu alfabe, 16. yüzyılda yaşamış olan İngiliz matematikçi, astronom ve okültist Dr. John Dee ve onun medyum ortağı Edward Kelley tarafından ortaya çıkarılmıştır. İkili, bu alfabeyi ve ona bağlı olan dili, meleklerle kurdukları iletişimler sonucunda keşfettiklerini iddia etmişlerdir.
Harut ve Marut
Melekler Harut ve Marut,kanatları ve saçları olmadan kuyunun üzerine asılarak cezalandırıldılar ( yaklaşık 1703 )
Harut ve Marut, 2:102 Suresi'nde sihir öğreten bir melek çiftidir. Harut ve Marut isimleri Zerdüştkökenlidir ve Haurvatat ve Ameretat adlı iki Amesha Spenta'dan türemiştir. Kuran bu düşmüş meleklere İran isimleri vermiş olsa da, müfessirler onları Gözcüler Kitabı'ndantanımışlardır.
Enoch'a göre , el-Kalbi (MS 737 - MS 819) yeryüzüne inen üç meleği adlandırmış ve hatta onlara Enochian isimlerini vermiştir. Bunlardan birinin cennete döndüğünü ve diğer ikisinin isimlerini Harut ve Marut olarak değiştirdiğini açıklamıştır.
Kuran’da bahsedilen Hz. İdris’in Enok (Hanok) olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda Yunan mitolojisindeki Hermes ile Mısır Tanrısı Thoth ya da Merkür ile de aynı kişi olduğu söylenmektedir.
Enoch'un Birinci Kitabı , Etiyopya'nın Enoch Kitabı olarak da bilinir, 1947'de Ölü Deniz Parşömenleriarasında bulunan kutsal bir metindir . Başlangıçta Yahudi ve Hristiyan toplulukları tarafından geçerli bir kutsal kitap olarak kabul edilen Enoch Kitabı, şu anda sözde epigrafiktir veya herhangi bir İncil kanonuna dahil değildir. Enoch Kitabı, sahte ve kıyametsel olarak kabul edilir ve esas olarak MÖ 3. yüzyıldan MS 3. yüzyıla kadar uzanan Yahudiliğin Helenistik döneminde yazılmıştır.
MÖ 167'deki Makabi ayaklanmasından önce yazılmıştır. Kozmolojik ve astronomik varsayımlara odaklanan sonraki bölümlerin tarihlendirilmesi zordur. Yahudi Essene topluluğu, bekarlık, mesihçilik ve ölümden sonra ruha ne olduğu konusundaki bakış açıları nedeniyle muhtemelen bu sonraki pasajları etkilemiştir.
3. Enoch'un ana temaları, Enoch'un cennete yükselişi ve melek Metatron'a dönüşümüdür.
Eti aleve, damarları ateşe, kirpikleri şimşeklere, gözbebekleri alev alev meşalelere dönüşen ve Tanrı'nın onu yücelik tahtının yanındaki bir tahtta oturttuğu bu Enoch, bu göksel dönüşümden sonra Metatron adını aldı.
— Gershom Scholem (1941), Yahudi Mistikliğindeki Önemli Eğilimler , s. 67.
Enok (Hanok) hem Tevrat'ta hem de İncil'de anılmakta. Kuran'da Hz.İdris olarak anılıyor. Tufan öncesi bu peygamber Nuh'un büyükbabasıydı.
Hermes; Kadim Mısır teolojisinde Kral Toth, Yunan mitolojisinde Hermes, İslamiyet’te ise İdris Peygamber olarak bilinir. Hermes’in İdris olarak hikâyesi önce Âdem’in yedinci kuşak torunu olarak Nuh Tufanı öncesinde başlar. Daha sonra Mısır’a uzanır ve kabaca M.Ö.1000 – M.S.1000 yılları arasındaki bir süreçte, Mısır’dan Yunanistan ve Ön Asya’ya dek uzanan coğrafyada, Hermes motifi antik Grek inancından İslam’ın söylemine (İdris) aktarılır. Hermes’e indirilen 30 sayfalık kitap çeşitli din ve bilim adamları tarafından zaman içinde pek çok kez tahrif edilmiştir. Aşağıdaki sözler Hermes’e atfedilen Corpus Hermeticum’dan (CH) seçilmiştir.
“Akıl, Hayat ve Nur (kaynağı) olan Tanrı’nın yarattığı her insan; (1) Toprak ve sudan mamul bir kesif beden, (2) Ateş ve havadan mamul bir hayati ruh (pneuma), (3) Cismani olmayan bir nefs ve akıldan mürekkeptir (CH I; 16-17).
Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır. Tanrı her şeyin üzerinde faaldir. Akıl, ruhun üzerinde faaldir. Ruh, havanın üzerinde faaldir. Hava da kesif maddeler üzerinde faaldir. ( CH XI; 13b, 14a).
Hermes (Trismegistos), üç kez büyük diye anılır çünkü filozofların, din adamlarının ve kralların en büyüğüdür. Hermes’in elindeki iki yılanlı asa” sembolü bugün tıp bilimini ama asıl beşeri simyayı simgeler. Batı Orta Çağ’daki engizisyon döneminde kitabın otuzdan fazla defa yakıldığı görülür. Hermetizmin temel öğretisine göre, yeryüzü hayatı, ruhun maddeyle mücadelesinden oluşan bir imtihan sürecidir. Hermes’i binlerce yıldır cazip kılan Tanrı bilgisine (hikmet) ulaşmak için öngördüğü akıl yolculuğu ve yaratılış kozmolojisi oldu.
Aklın Tanrıya yolculuğu..
Hermetik düşünceye göre, kozmoloji ile metafizik arasında aracı olan (tıpkı güneş ışınları gibi) bu Akıl’dır. Akıl (Nous), Tanrı’nın Zat’ındandır. Beden nefsin içinde, nefs ruhun (ya da aklın) içinde, ruh da Kelam’ın içindedir. Tanrı ise her şeyin üstündedir.
Evreni (Kosmos) kuşatan gayr-i cismani şey akıl’dır (nous) (12a). Fakat Akıl’ın üstünde de bir şey vardır ki o da Akıl’ın ve gerçeğin (Hakkın) kaynağı olan iyi’dir (hayr).
Her şey Tanrı’nın düşündüğü düşüncelerdedir (CH XI; 17b-20a).
“..Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir (CH XI; 5-8).
İslam ve Hermetik gelenek..
İdris peygamber Kuran’da iki kez anılır. “Kitapta İdris’i de an, o sadık bir peygamberdi, biz onu ali (Yüce) bir mevkiye yükselttik” (Meryem suresi, 56-57. ayet).
“İsmail, İdris, Zül-kifl, bunların her biri sabredenlerdi, onları rahmetimiz içine aldık, onlar Salihlerdendi.” (El Enbiya suresi, 85-86. ayet).
Hermetik öğreti İslamiyet içinde Bâtınilik, çeşitli tarikatlar, tasavvuf ve en önemlisi Anadolu’nun (heterodoks) İslam anlayışına çok önemli etkiler bıraktı. Bâtınîlik; İslam’da Kur’an Ayetlerinin görünür anlamlarının dışında, daha derinde gerçek anlamları bulunduğu inancı, ayetleri buna göre yorumlayan akımdır.
⚠️Mikhael Kariye parekklesionunda apsis yarım kubbesindeki anastasis sahnesi, kubbesel tonozun üst duvarlarını kaplayan son yargı sahnesiyle birleşir. Bu iki sahnenin sınırını oluşturan geniş bema kemerinin tam ortasında iki sahneyi birleştiren başmelek Mikhael’in madalyon içindeki portresi bulunmaktadır. 1.21 m. Çapındaki bu madalyon, parekklasiondaki en büyük madalyon portredir. Mikhael’in sol elinde tuttuğu kürede, “adil yargıç İsa” anlamındaki Khristos Dikaios Krites sözcüklerinin baş harfi olan XDK harfleri görülür. Sağ elinde bir asa tutmaktadır. Buradaki portre son yargı sahnesiyle bağlantılıdır çünkü başmelek Mikhael’in bir görevide yargılanan ruhları cennete iletmesidir.‼️
Kudüs İbrani Üniversitesi'nde İncil Çalışmaları profesörü olan Hollandalı-İsrailli İncil bilgini ve dilbilimci Emanuel Tov'a göre , İbranice İncil'in bu iki eski baskısı da ortaçağ Masoretik Metni'nden önemli ölçüde farklıdır.
Apokrif, Hristiyanlıkta "gizli" anlamına gelen Grekçe ἀπόκρυφος (apókruphos) sözcüğünden türetilmiştir ve kutsal metinlerin resmi kanonuna dahil edilmeyen antik yazıları tanımlamak için kullanılır. MÖ 200 ile MS 100 yılları arasında yazıldığı düşünülen Yahudi ve Hristiyan kaynaklı eserlerden oluşur.
Apokrif metinlerin tarihi, çeşitli mezheplerin bu kitaplara karşı farklı yaklaşımlar sergilemesi nedeniyle karmaşık bir yapıya sahiptir.
Apokrif terimi ilk kez 5. yüzyılda, tarihselliği veya ortodoksluğu şüpheli, sahte yazılar için kullanılmıştır. Apokrif kitapların ayrı bir bölüm olarak ilk kez yer aldığı İncil ise Martin Luther'in 1534 tarihli Almanca çevirisidir.
Septuagint tek bir birleşik korpustan oluşmaz. Aksine, Tanakh'ın eski çevirilerinin ve günümüzde yaygın olarak apokrif olarak adlandırılan diğer Yahudi metinlerinin bir koleksiyonudur . Önemlisi, İbranice İncil'in kanonu, Septuagint'in yazıldığı yüzyıl veya daha uzun bir süre boyunca evrim geçiriyordu.
Septuagint'in bu kopyaları, Yunanca'da anagignoskomena ve İngilizce'de deuterocanon(Yunanca "ikinci kanon" kelimelerinden türetilmiştir) olarak bilinen, modern Yahudi kanonunda yer almayan kitapları içerir. Bu kitapların MÖ 200 ile MS 50 yılları arasında yazıldığı tahmin edilmektedir.
Bu parşömen , bir Samari geleneğine göre ritüel olarak kurban edilen koç derilerinden dikilmiş kesintisiz bir parşömen uzunluğundan oluşur.Metin altın harflerle yazılmıştır. Parşömenin her iki ucuna süslü düğmelerle donatılmış silindirler tutturulmuştur ve kullanılmadığı zamanlarda tamamı silindirik bir gümüş kutuda saklanır. Samariler, parşömenin Nun oğlu Yeşu'nun önderliğinde İsrail topraklarına girmesinden on üç yıl sonra Harun'un torununun oğlu Abişua tarafından yazıldığını iddia ederler ( 1 Tarihler 6:35 )
Batı dünyasında ilk kez 1631'de tanındı, Samaritan alfabesinin ilk örneğini kanıtladı ve Masoretik Metin'e kıyasla göreceli yaşıyla ilgili yoğun bir teolojik tartışmayı ateşledi. Çok daha sonra August von Gall [ de ] tarafından Codex B olarak etiketlenen bu ilk yayınlanan kopya, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar Samaritan Pentateuch'un çoğu Batılı eleştirel baskısının kaynağı oldu ; bugün kodeks Bibliothèque nationale de France'da tutulmaktadır.
İbrahim ve puthane, Yahudilikte peygamber İbrahim'in hayatının erken dönemine dair bir anlatıdır.
Bu anlatı, Yaratılış Kitabı'nın 38. bölümünde yer alan ve İbrahim'in erken yaşamını anlatan bir midraştır.
Midraş'ın temeli;
Midraş, Yaratılış 11:28'e dayanmaktadır,
“Ve Haran, babası Terah'ın yanında, doğduğu topraklarda, Keldaniler'in Ur kentinde öldü.
Talmud ve Midraş Yahudi medeni kuralları, sözlü kurallar ve efsanelerden oluşur. Anlatılan hikâyelerde gerçeklik değil, alınması istenen ders önemlidir;
Tekvin Rabbah 38.13'e göre, Amora'nın üçüncü neslinden olan Hiyya bar Abba şu hikayeyi anlatmıştır:
"Midraş Rabbah"a göre, İbrahim tapınaktaki en büyük put dışındaki tüm putları kırar.
Yaratılış 11:28'deki ayet, "Ve Haran, babası Terah'ın huzurunda, doğduğu topraklarda, Keldaniler'in Ur kentinde öldü." açıklanmış olur.
İslam'a göre;
Bu midraş, Kur'an'da değişik ayetlerdeki atıflarla anlatılır. Ama temel konu Enbiya suresinde yer alır ve hemen hemen Yahudi midraşındaki anlatımla aynıdır.
Kuran'da İbrahim'in erken yaşamına dair ilk anlatım
İbrahim'in putları kırması ile ilgili midraşla aynı temeldeki anlatım ise Enbiya suresi 51-70. ayetlerde anlatılır. Burada Enam suresindeki 74-81 ayetlerde anlatımla benzer olarak İbrahim babasını ve kavmini putlara taptıkları için kinar.
🖋
Templier ve Hospitalier Şövalye Tarikatlarının Kuruluşu
Birinci Haçlı Seferi sonunda, 1099 yılında kurulmuş olan Kudüs Haçlı Krallığı’nın askerî savunmasında krallığın gücünü oluşturan ordunun yanı sıra şövalye tarikatlarının gücü de büyük rol oynamıştır.
Ortaçağ İslâm tarihçilerinin Dâviyye ve İsbitâriyye olarak adlandırdıkları iki önemli şövalye tarikatı olan Templier ve Hospitalier tarikatlarının kuruluşunu ele almaya çalışacağız.
Bu konuda bilgi veren iki ana kaynağa sahibiz. Bu iki önemli kaynaktan biri Lâtin tarihçisi Willermus Tyrensis’e diğeri ise Antakya Yâkubi patriği Süryâni Mikhail’e aittir.
Kudüs’ün 638 yılında Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethinden sonra da Batı’dan pek çok kişi ibadet için kutsal yerleri ziyarete gelmeye devam etmişti. Aslında Hospitalier tarikatı daha 11. yüzyılda Kudüs’e gelen hasta ve fakir hacılara bakmak amacıyla tesis edilmiş bir hayır kuruluşuydu. O sıralarda Batı Akdeniz’in en önemli ticaret şehirlerinden biri olan Amalfi halkı Doğu’da ihtiyaç duyulan malları oraya götürüyordu. Amalfili İtalyan tacirler, İslâm ülkesinin her yerinde serbestçe ve emniyet içinde seyahat edebiliyor, fırsat buldukça da kutsal yerleri ziyaret ediyorlardı.
Meryem Ana’nın şerefine bir manastır inşa ettiler. Manastırla bağlantılı olarak misafirhaneler yapıldı. Binanın yapımı tamamlanınca Amalfi’den bir başrahip ve keşişler getirilerek manastır idaresi tesis edildi. Bu manastırı kuranlar ve bakımını sağlayanlar Lâtin ırkından olduğu için burası o tarihten itibaren hep Lâtin Manastırı olarak anıldı
Lâtin Manastırı tarafından Kudüs’te kendilerine tahsis edilmiş alan içinde fakir ve hasta hacılara yardım etmek amacıyla bir darülaceze de (Hospital) kuruldu.
Böylece burada hasta olsun veya olmasın muhtaç hacılara barınma imkânı sağlanmış oluyordu. Ayrıca her iki manastırda, yani erkek ve kadın manastırlarında artan yiyecek maddeleriyle, darülacezede misafir edilen hacıların günlük yiyecek ihtiyacının karşılanmasını sağlayan bir düzenleme de yapıldı. Bu kuruluş, İskenderiye’de patriklik yapmış olan Aziz Ioannes’in adına takdis edildi.
🔻Şamlı İoannis veya Şamlı Yuhanna, Doğu dünyasında tanınan adıyla Yuhannâ ed-Dımaşkî, Suriyeli Hristiyan aziz, teolog, Kilise Babası ve Kilise Doktoru. ❗️
Raymond de Puy (1120-1160), tarikatın sadece hayır işleriyle değil, aynı zamanda askerî konularla da ilgilenmesi ve hac yollarını açık tutmak için savaşmaya hazır olması gerektiğini düşündü. Böylece Raymond Hospitalier tarikatını bir şövalye tarikatına dönüştürdü.
Bundan sonra da tarikat hayır işleriyle uğraşan keşişleri yine bünyesinde barındırmaya devam etti; ancak manastır yemininin yanı sıra Müslümanlara karşı savaşmaya ant içmiş olan şövalyelerin Haçlı sınırlarını korumak için savaşmaları tarikatın asıl vazifesi haline geldi.
Hospitalier şövalyelerinin alâmeti, zırhlarının üzerine giydikleri uzun mantolara işlenmiş beyaz bir haç idi. Artık St. Jean şövalyeleri adıyla bilinen bu tarikat daha sonraları Rodos ve Malta şövalyeleri olarak anılacaktı.
Raymond de Puy’un, Hospitalier tarikatını şövalye tarikatına dönüştürdüğü sıralarda, Kudüs’te Templier adında yeni bir tarikat daha kurulmuş bulunuyordu.
Kral II. Baudouin, belirli bir oturma yerleri olmadığı için onlara kendi sarayında, yani Temple (tapınaklar) mahallesinde bir zamanki el-Aksâ camii olan krallık sarayında yer verdi. Böylece bu yeni tarikat adını, bir kısmı kendilerine tahsis edilmiş olan ve Haçlılar tarafından krallık sarayı olarak kullanılan yerden (Temple, Templum Salomonis, Mescid-i Aksâ) aldı.
Ortaçağ İslâm tarihçilerinin Templierler’e verdikleri Dâviyye isminin ise Süryânîce “fakir” anlamına gelen bir kelimeden veya Lâtince’deki “d∂v¨tus” (âbid-tapınan) sıfatından geldiği ileri sürülür.
Troyes Konsili’nden kısa bir zaman sonra beyaz kıyafet giymelerine karar verildi. Bunlar ayırt edici bir işaret olarak pelerinlerinin üzerine kırmızı kumaştan Haç dikmeye başladılar. Bu işareti sadece şövalyeler değil, çavuş denilen daha küçük rütbedeki kişiler de kullanıyordu.
Şövalyeler beyaz, uşaklar ise siyah pelerinleri üzerinde kırmızı Haç taşırlardı.
Teşkilâtta, asalet sınıfına mensup şövalyeler ile halktan gelip at uşaklığı yapan ve silâh taşıyanlardan başka, Hospitalier tarikatındaki gibi, askerî olmayan işleri gören rûhanîler de bulunuyordu.
Böylece tarikatta farklı görev yapan üç ayrı sınıf oluşmuştu. Bunlar birbirlerine “Kardeş” diye hitap ediyor ve “Biraderler” adıyla biliniyorlardı.
Templierler çok basit olan beyaz elbiseden başka bir şey giymezler, uyudukları zaman bile elbiselerini çıkarmazlardı. Pazartesi, Salı ve Perşembe günleri et, diğer günlerde ise süt, yumurta ve peynir yerlerdi. Yalnız papazlar ve askerler her gün ekmek yiyebilir, şarap içebilirlerdi.
Tarikatın büyük üstadı ise Kudüs’te otururdu.
Yine Süryânî Mikhail’in kaydına göre Templierler, hacılar için hastaneler de yapmışlardı. Hasta iyi olana kadar ona bakar, sonra da yol parasını vererek onu gideceği yere gönderirlerdi.
şövalye tarikatlarının zamanla kuruluş amaçlarından uzaklaştığını, daima sade bir hayat yaşamak, namuslu olmak ve herkese yardım etmek hususunda etmiş oldukları yemine aldırmayarak asıl amaçlarının dışına çıktığını görüyoruz.
Bunlar sadece Doğu’da değil, gittikçe artan ünleri yoluyla Avrupa’da da pek çok mal, mülk sahibi olmuşlardı.
Özellikle Templier şövalyeleri asıl görevlerini tamamen unutarak bankacılık ve ticaret işlerine bile girmişlerdi.
1291’de Akkâ’nın Memlûk Sultanı el-Melikü’l-Eşref Halil tarafından ele geçirilmesinden sonra bunlar önce Kıbrıs’a, sonra da Rodos ve Malta’ya giderek varlıklarını sürdürdüler.
Şamlı İoannis veya Şamlı Yuhanna, Doğu dünyasında tanınan adıyla Yuhannâ ed-Dımaşkî, Suriyeli Hristiyan aziz, teolog, Kilise Babası ve Kilise Doktoru.
1875 yılında o dönemde Uzunköprü'de yaşayan Rumlar tarafından Aziz İoannis Prodromos (Vaftizci Yahya) adına yaptırılan Ortodoks kilisesidir.
1875 yılında o dönemde Uzunköprü'de yaşayan Rumlar tarafından Aziz İoannis Prodromos (Vaftizci Yahya) adına yaptırılan Ortodoks kilisesidir. Uzunköprü'nün Muradiye Mahallesi'nde bulunmaktadır. 12 Havari'yi tek tek betimleyen freskler ile bezenmiştir.
Yapılış yılı olan 1875'ten Lozan Anlaşması'nda varılan Mübadele (Karşılıklı Yer Değiştirme ) kararı sonucu Rum ahalinin 1924'te bölgeyi terk etmelerine kadar kilisede 17.000 'den fazla kişinin vaftiz edildiği bilinmektedir. Rum ahali giderken çanı da dahil olmak üzere kilise içerisinde bulunan tüm taşınır eşyaları beraberlerinde Yunanistan'a götürmüşlerdir.
Aziz Yuhanna Manastırı veya Teolog Yuhanna Manastırı (Yunanca: Μονή του Αγίου Ιωάννου του Θεολόγου), Yunanistan'a ait On İki Ada arasında en kuzeyde yer alan Batnaz (Patmos) adasındaki tarihî merkez olan Hora köyünde 1088 yılında inşa edilen Yunan Ortodoksmanastırıdır.
Yeni Ahit'in Vahiy bölümünde Batnaz adasından söz edilmektedir. Buna göre, İncil yazarlarından Yuhanna, İmparator Domitian döneminde MS 95 yılında Batnaz adasına sürgüne gönderilmiştir. Sürgünde iken İsa kendisine görünmüştür.
🔻Titus Flavius Domitianus;MS 81-96 yılları arasında yaşamış bir Roma imparatoruydu. Biyografisi The Twelve Caesars'taSuetonius onu Kütüphanelere karşı oldukça ilgili, edebiyata karşı tutkulu, konuşmalarında Homeros ve Vergilius'un sözlerini özlü bir şekilde kullanabilecek derecede detaylı bilgiye sahip bir kişi olarak çizer.❗️
✔️Domitian'ın en büyük zevki sanat ve oyunlardı. 86 yılında Capitoline Oyunları'nı düzenledi. Olimpiyat Oyunları'nda olduğu gibi, her dört yılda bir yapılıyordu ve atletizm gösterileri, araba, hitabet, müzik ve temsil yarışmaları düzenleniyordu. İmparator, ülkenin her tarafından gelen yarışmacıların seyahatlerinin masraflarını karşılıyor ve ödülleri dağıtıyordu. Aynı zamanda gladyatörgösterilerine de düşkündü ve bu gösterilere kadın ve cüce dövüşleri gibi önemli yenilikler getirmişti.
✔️Zina suçunun sürgünle cezalandırıldığı Lex Iulia de Adulteriis Coercendis'i yenilemiştir. Bekaret yeminlerini ihlal eden Vesta bakirelerini sert bir şekilde cezalandırmıştır, fuhuşla mücadele etmiştir ve hadım etmeyi yasaklamıştır.
✔️Vesta bakireleri (sacerdos Vestalis) Antik Roma'da aile tanrıçası Vesta'nın kutsal bakire rahibeleriydiler. Rahibeliğe Roma'daki seçkin ailelerin küçük kızlarından seçilirlerdi. Bekaretlerini korumak zorundaydılar. Aksi takdirde ölümle cezalandırılıyorlardı. Birincil görevleri Vesta'nın Forum Romanum'da, Vesta tapınağında bulunan kutsal ateşini korumaktı.
Zeus’un en büyük kız kardeşi olan Vesta, 12 Olimposlu’nun ilk tanrıçası olarak kabul edilir.
Vesta; Kronos ve Rhea’nın en büyük kızlarıdır.
Hestia, Roma dininde Vesta adıyla anılmıştır. Vesta kültü, Roma'nın bütünlüğü için büyük öneme sahip olmuştur.
Yunan mitolojisinde Hestia ile özdeşleştirilir. HestiaYunanca ’da ocak anlamına gelir.
Vesta, Homeros İlahileri’nde Hestia olarak Hermes ile beraber tasvir edilir.
Vesta Bakireleri ve Rhea Silvia
Vesta bakireleri, Roma’nın en varlıklı ailelerinin kızları tarafından seçilmekteydi. Görevleri, devlet ocağının ateşini yanar tutmaktı (Erhat 948). Vesta bakireleri Roma kamusunda çok prestijli bir yere sahipti. Numa döneminde iki kişi iken Servius döneminde sayıları altıya yükselmiştir. Göreve altı ila on yaşları arasında seçilip 30 sene boyunca tapınakta görevlerini sürdürürler. İlk on yıl içinde gelecek on yıldaki görevleri hakkında eğitilirler, daha sonra ise daha genç olan Vesta bakirelerini eğitmeye başlarlar. Vesta bakireleri bekâretleri üzerine canlı canlı gömülmek pahasına da olsa yemin ederler. 11 yüzyıl boyunca sadece yirmi Vesta bakiresi yeminini bozmuş ve cezasını çekmiştir.
Alev Bekçisi
Roma'da ocak bir faaliyet merkeziydi ve ateşi en önemlisiydi. Tapınak ateşleri her zaman özel vatandaşların ev ocaklarını yeniden canlandırabilmeleri için yakılırdı. Vesta'nın hizmetkarları olarak 30 yıllık görev süreleri boyunca iffetli kalmaları beklenen Vestal Bakireleri , Vesta'nın tapınağında kutsal ateşi yaktılar ve Vesta'nın hayırseverliği ve insanlara gösterdiği özen için minnettarlıklarını göstermek amacıyla ocağına baktılar.
Vesta'nın Glifi
Astrolojide kullanılan Vesta sembolü veya glifi astronom Carl Friedrich Gauss tarafından tasarlanmıştır. Vesta sunağını ve kutsal ateşini gösterir.
Bakireler arasından Rhea Silvia, amcası Amulius tarafından Vesta bakiresi olmaya zorlanmış ancak Mars ona aşık olup onunla birlikte olduktan sonra Roma’nın kurucuları olan ikizler Romulus ve Remus’u doğurmuştur (Dixon- Kennedy 21). Bakireliğini bozduğu için amcası Rhea’nın ceza olarak ikizleri ile birlikte diri diri gömülmesini ister ancak bununla görevli olan kişi merhamet edip onları Tiber nehrine bırakır. Nehirden bir kurt sayesinde kurtulurlar, kurt ise yerli bir çift onları bulana kadar ikizleri emzirir ve böylece hayatta kalırlar (‘‘The Gods and Goddesses of Ancient Rome’’).
Zend Avesta ve Vesta
Orijinali 12 bin öküz derisine yazılmış el yazmaları Büyük İskender’in İran’ı işgali sırasında yok edildiği için, MS 3-7. yüzyıllar arasında Sasani krallığı döneminde 5 bölümden halinde bir araya getirilmiştir. Zend Avesta olarak da bilinen kutsal kitabın adı Roma mitolojisindeki ateş tanrıçası Vesta ile ilişkilidir. Zerdüşt için yazılmış ilahiler olan Gathalar, Zerdüst öncesi tanrılar hakkında bilgi veren efsaneler olan Yaşt ve çeşitli konularda bilgi veren nesir yazılar olan Vendidadlardan oluşmaktadır.
Kybelle kimdir?
Büyük Ana Tanrıça/Magna Mater olarak bilinen ve baş tapınağı Pessinus Antik Kentinde (Eskişehir ili, Sivri Hisar kazası, Ballı Hisar Köyü) bulunan Tanrıça Kibele, ilk kez Lidya eyaletinde, yüksek dağların tanrıçası olarak ortaya çıkan ilk kadın tanrıçalardan biridir.
MÖ VII. yüzyıldan, Ninova’daki Asurbanipal kütüphanesinden gelen bu destan ile dünyanın tanışması ise 1800’lü yıllarda olmuştur. Her biri üç yüz satır olan on iki şarkı veya bölüm vardır ki bunlar çivi yazısı ile tabletlere yazılmıştır.
kökeni Farsçadır ve basitçe 'savaşçı' anlamına gelir. Bu ismin son bir yorumu ise Ermeniceden türemiş, 'Ay Tanrıçası' anlamına gelir ve gerektiği zaman silah taşıyan Karadeniz'in güney kıyısındaki ayın rahibelerine işaret eder.
Efes'teki Yunan bakirelerin yılda bir kez Amazonlara ithafen silahlar kuşanarak özel bir dans sergiledikleri anlatılır.
Belki de hiçbir kültür Romalıları Yunanlılar kadar etkilememiştir. Roma kültürünün biçimlendirici yılları için bu, Yunanlılardan ödünç almak anlamına geliyordu.
Romalılar için o kadar uzağa gitmeleri gerekmedi. Yunanlılar, topluca Magna Graecia olarak adlandırdıkları, şu anda güney İtalya ve Sicilya'da devasa bir sömürge varlığı kurmuşlardı . Bu, Roma'dan kısa bir yolculuk mesafesinde bol miktarda birinci sınıf Yunan medeniyetinin gerçekleştiği anlamına geliyordu ve Romalılar da buna dahil olmak istiyordu.
Magna Graecia ya da Büyük Yunanistan;
Metapontion (Güney İtalya'da, Magna Graecia bölgesinde bir Yunan kolonisi) kökenli, MÖ 6. yüzyıla tarihlenen ve Herkül'ün Triton ile mücadelesi.
(Triton bir deniz adamı deniz tanrısıdır; yani yarı insan yarı balık veya yunustur.)
Yunan tanrılarının yaratılış hikâyeleri seçilmiş 12 tanrı (bu 12 tanrı, 4 kadın ve 8 erkekten oluşmaktadır.) Olimpos Dağı'nda otururlar, her şey Olymposlu Tanrılarla Titanların savaşlarıyla başlar ve Olymposluların zaferiyle son bulur.
Sonuç olarak, sonunda Romalılar Yunan dininin büyük bir kısmını benimsediler. Elbette, onu güncellediler ve birçok tanrının, tanrıçanın ve diğer figürlerin isimlerini değiştirerek ona bir Roma yorumu getirdiler. Örneğin, tanrıların Yunan kralı Zeus artık Jüpiter'di veya hangi mite atıfta bulunulduğuna bağlı olarak Jove bile oldu. Savaş tanrısı Ares artık Mars'tı, ancak Romalılar onu daha olumlu bir ışıkta görme eğilimindeydi. Herakles Herkül oldu. Bazı mitler, sadece isim değişikliğiyle bile benimsendi.
Yazar: Per Minas Bijişkyan (Trabzonlu) Çeviri: Hrand D. Andreasyan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları; 1969 Venedik Mekhitarist manastırında yetişen âlim rahiplerden Per Minas Bı- jışkyan’ın çeşitli eserleri içinde, Türkiye tarihi ile ilgili "Pontos Tarihi" adlı kitabnı Türk tarih ve coğrafya sahasına aid incelemeler için önemli bir kaynak mahiyetini haiz olduğu kanaati ile araştırıcılara sunmayı faideli gördüm. 1777 senesinde Trabzon’da doğmuş olan müellif, 1804’de rahip olarak Mekhitarist Kongregasionu’na katılmış, ömrünü İlmî çalışmalara hasretmiş ve ölüm tarihi olan 1851’e kadar devamlı çalışmaları ve tetkik seyahatleri ile öğretim, dil, tarih ve coğrafya sahalarına ait çeşitli eserler meydana getirmiştir.
Domitian zamanında da Konsül derecesine ulaşmıştı.
✔️Oscar Wilde'ın "The Decay of Lying" adlı eserindeki bir diyalogda, bir karakter kulübünü tasvir eder; " Yorgun Hedonist'ler, tabii ki. o ait olduğum kulüp. buluştuğumuzda düğme deliklerimize solgun güller takmalı ve "Domitian" için bir çeşit külte sahip olmalıyız."
🔻Kendisine Dominus et Deus (Hükümdar ve Tanrı) şeklinde hitap edilmesini istemiştir. Antik kaynaklara göre Roma toprakları içinde yaşayan Yahudilere ve Hristiyanlara tahakküm uygulayarak ağır vergi yükü getirmiştir.. Ayrıca antik kaynaklarda bahsedilen fakat akademik açıdan kesin kabul edilmeyen iddialara göre, Yahudiler ve Hristiyanlar ağır biçimde cezalandırılmıştır.❗️
Bu nedenle ada, Hristiyanlar için bir hac merkezidir. Yeni Ahit'in Yuhanna'nın yazdığı kısımların aydınlatıcı olduğu kadar geleceği öngördüğü de iddia edilen tek kitap olması nedeniyle, Hristiyan çevrelerce Batnaz Adası'na Akdeniz'in Kudüs'ü adı verilmiştir.
Aziz Yuhanna Manastırı.
Bizans kalesi şeklini andıran manastır, Khora'nın tepesinde inşa edilmiş ve bütün adaya hükmetmektedir.
1088 yılında Bizans imparatoruI. Aleksios Batnaz adasını papaz askeri John Christodoulos'a vermişti. Manastırın günümüzdeki halinin çoğunluğu Christodoulos tarafından ilk 3 yıl içinde inşa edilmiştir.
Manastırın kütüphanesinde (267'si parşömenüzerinde olmak üzere) 330 adet el yazması yer alırken, Yeni Ahit'in 82 el yazması da bunların arasındadır. Cüzler: 1160-1181, 1385-1389, 1899, 1901, 1966, 2001-2002, 2080-2081, 2297, 2464-2468, 2639, 2758, 2504, 2639. Ayrıca ayin parçaları da saklanmaktadır.
Kariye Müzesi oldu. Müzenin ana mekanı restorasyonda olduğu için girişteki bölümü dolaşabildik. Mozaikler ve freskler nefes kesiciydi. Bana Rönesans resimlerini hatırlattılar.
700 yaşındaki Teodor Metokhites’in resminin bulunduğu duvarın yanında dev bir Hz. İsa mozaiği var.Hülgü’yle evlenmek için Moğolistan’a gönderilen Bizans İmparatoru’nun kızı Maria’ymış rahibe.
Ancak daha yoldayken Hülgü ölmüş. Bunun üzerine de oğlu Abakha ile evlendirmişler bizim talihsiz Maria’yı. Fakat Abakha’yı da kardeşi öldürünce çaresiz İstanbul’a dönmüş genç kadın. Ve “Bana evlilik haram” diyerek Balat sırtlarında bir manastır yaptırıp, inzivaya çekilmiş. Bugün manastır yok yerinde, ama kilise duruyor. Üstelik İstanbul’daki Bizans döneminden bugüne ibadetin devam ettiği tek kilise de buymuş.
Kariye’nin 1300’lü yıllarda yapıldığını gördüm. Peki bütün Avrupa medeniyetini kökünden değiştiren Rönesans sanatı 1400’lerin ortasında başlamamış mıydı? Acaba Floransalı resim ustaları önce buraya gelmiş, Kariye’nin duvar resimlerindeki muazzam perspektif ve derinlikten etkilenip öyle mi başlamıştı yoksa Rönesans?
Kariye’nin girişinde, kapının hemen üstünde kafası sarıklı, upuzun sakallı bir adamın mozaiğini gördüm. Elindeki kilisenin maketini saygıyla Hz.İsa’ya doğru uzatıyordu.sarıklı adam, kiliseyi yıkıldıktan sonra yeniden yaptıran Teodor Metokhites’miş.İstanbul fethedilmeden 100 yıl önce yapılan bu duvar resminden de anlaşılıyor ki, Osmanlı modası şehri Fatih’ten bir asır önce çoktan fethetmiş.
İtalya’da Giotto (1266-1337) ile başlayan Rönesans akımı ile birlikte Bizans’ta da yeni bir sanat akımının başlamasına öncülük ettiği söylenebilir. Bu dönemde Kariye’yi diğer kiliselerden ayıran bir özellikde Meryem’in hayatını anlatan sahnelerin kabul gören Dört İncil’de dahi anlatılmamış olmasına rağmen, Apokrif İncillerden faydalanılarak kronolojik bir sıra halinde anlatılmasıdır.
Metokhites, Kariye’nin adına mistik bir anlam daha katıp, giriş kapısının üzerindeki "Chora (Latince’de rahim anlamındadır), sınırsız olanın mekanı, İsa’nın ana rahmine sığdığı, vücut bulduğu yer" olarak betimlenen Meryem mozaiğini yaptırarak, kiliseyi Meryem’e ithaf etmiş, bunu yazdığı bir şiirde de anlatmıştır.
📕Saffet Emre Tonguç ile Pat Yale’in “İstanbul Hakkında Her Şey” kitabına sarıldım.Tarihi 1454’e kadar uzanan o zamanların üniversitesinden günümüze ne yazık ki bir iz kalmamış. 1881’de inşa edilen şu andaki koca binada bir avuç öğrenci varmış ve onların da bir kısmı Hatay’dan gelen Ortodoks öğrencilermiş.
Sveti Stefan ya da daha çok bilinen ismiyle Bulgar Kilisesi. Demirden inşa edilmiş dünyadaki tek kilise... Anlatılanlara göre Bulgarlar, milliyetçilik akımının etkisiyle 1800’lü yıllarda Rum Ortodoks’lardan ayrı bir kilise istemişler. Devrin padişahı da hem Rumlar’ı kırmamak hem de Bulgarlar’a “hayır” dememek için “3 ayda bitirirseniz olur” demiş. Kilise o yüzden Rusya ve Viyana’daki atölyelerde demir dökümden yapılmış; Tuna’dan gemilerle parçalar halinde Haliç’e getirilip kıyıya kurulmuş ve İstanbul’un ilk prefabrik yapısı olarak tarihe geçmiş.
Bazıları onun cemaat yaşam biçimini Pachomios'un gençken görev yaptığı Roma Ordusu kışlalarına atfeder. Kısa süre sonra Mısır çölü, özellikle "Kutsal Şehir" olarak adlandırılan Nitria ( Wadi El Natrun ) çevresinde manastırlarla çiçek açtı .
Müzik notalarının en eski biçimleri St Gall'li Notker adlı bir keşişe atfedilir ve birbirine bağlı manastırlar aracılığıyla Avrupa'daki müzisyenlere yayılmıştır . Manastırlar yorgun hacı yolculara dinlenme fırsatı sunduğu için rahipler ayrıca onların yaralarıyla veya duygusal ihtiyaçlarıyla ilgilenmek zorundaydı.
Buzamana kadar, eğitimli turistleri çeken önemli kütüphaneleri vardı. Aileler, kutsama karşılığında bir oğul bağışlardı. Vebalar sırasında rahipler tarlaları sürmeye ve hastalara yiyecek sağlamaya yardımcı olurlardı.
Manastır kelimesi Yunancamonasterios kelimesinden gelir. Monastērion teriminin günümüze ulaşan en eski kullanımı MS 1. yüzyılda Yahudi filozof Philo'nun On The Contemplative Life, 3. bölümde yaptığıdır.
Manastır terimi , bir dizi dini topluluktan herhangi birini ifade etmek için genel olarak kullanılır.
Diğerleri, öğretim, tıbbi bakım veya evanjelizm gibi hizmetler sağlamak için yerel topluluklarla etkileşime girmeye odaklanır.
Hristiyan manastırlarının misafirperver, hayırsever ve hastane hizmetleri sunma konusunda uzun bir geleneği vardır.
Bir manastır kompleksi genellikle bir kilise, yatakhane , manastır , yemekhane , kütüphane , balneary ve revir ve dış ahırları içeren bir dizi binadan oluşur . Kompleks, konuma, manastır düzenine ve sakinlerinin mesleğine bağlı olarak, topluma kendi kendine yeterliliği ve hizmeti kolaylaştıran çok çeşitli binalar da içerebilir. Bunlara bir bakımevi , bir okul ve ahır , demirhaneveya bira fabrikası gibi çeşitli tarım ve üretim binaları dahil olabilir .
İslam, Kuran'da "bir icat" olarak anılan ruhbanlığı caydırır. Ancak, "Sufi" terimi, Allah ile birleşmenin bir yolu olarak, "sf" adı verilen kaba yünden yapılmış bir giysi giymek de dahil olmak üzere zührevi uygulamaları benimseyen Müslüman mistikler için kullanılır. " Sufizm " terimi, "sf" giyen kişi anlamına gelen "sf" kelimesinden gelir. Ancak zamanla, Sufi, mistik birleşmedeki tüm Müslüman inananları ifade etmeye başladı.
🔻Matthew Lewis'in 1796 tarihli gotik romanı The Monk, Engizisyon döneminde İspanya'da hem kurgusal bir manastırı hem de rahibe manastırını konu alır.
R. S. Storr gibi Hristiyan din adamları ondan "havariler zamanından bu yana insanlara hakikat ve sevginin ilahi müjdelerini getiren en etkili vaizlerden biri" olarak söz eder.
John Henry Newman, Yuhanna'yı "parlak, neşeli, nazik bir ruh; hassas bir kalp" olarak tanımlar.
James Joyce'un 1922 yılında yayınladığı ünlü "Ulysses" romanı, Mulligan adlı bir karakteri içerir ve bu karakterin altın kaplamalı dişleri ve gevezelik yeteneği ona "altın ağızlı" unvanını kazandırır.
🔴
Kudüs: Selahaddin’in Evi, ‘Fatma’nın Sofrası’
Sadece Müslümanlara değil Hıristiyan ve Yahudilere de adil davranan biriydi Salahaddin Ebu’l Muzaffer Yusuf b. Eyyub. Haçlılar tarafından Kudüs’ten sürülen Yahudileri şehre yeniden yerleştiren Selahaddin’in başhekimlerinden biri Ortaçağın en büyük Yahudi din bilginlerinden Endülüslü ‘Musa İbn Meymun’du.
Gazzeli Muhammed Assaf’in bir şarkısı ile akşam güneşi böldü.
Beyrutlu Fairuz’un ciğerinden dökülüyordu; “Zahrat al Medain/ Ey Şehirlerin Çiçeği…”
“Ey İsra gecesi,
Ey göğe uğrayan insanların yolu,
Gün geçtikçe gözlerimiz sana çevriliyor ve ben dua ediyorum”
Meğer ne güzelmiş Kudüs çatılarında bir akşam alacası.
İbn Cübeyr’in dediği gibi onun evi de sarayı da atının eyeriydi. Son nefesine kadar dervişane bir hayat sürmüş gittiği her yeri gülistana çevirmişti. Kudüs’te yaşayan herkese adaletli davranmıştı. Kudüs şehri gibi nice dervişanı ağırlayan bu hankah da şahididir Selahaddin’in. Biz de!
İki katlı bir bina olan El-Khanqahal-Salahiyya Hıristiyanların en önemli kiliselerinden olan Kutsal Kabir Kilisesi’nin hemen bitişiğinde yer alıyor. Hankahın avlusunda başka hanelere açılan küçük ve oldukça mütevazı kapılar var. Bizim daha çok külliye dediğimiz bu yapıda Fatmalarla birlikte üç aile daha yaşıyor. Mescit ve medresenin olduğu binanın çatı katında Kıyame Kilisesi’nin kubbesiyle yarenlik eden bir ev bulunuyor. Bu ev SelahaddinEyyubi’nin bir dönem ikamet ettiği gönlü gibi mütevazı evdi.
Şehir Haçlı işgali altındayken, binanın Kudüs Latin patriğinin özel konutu olarak kullanıldığı söyleniyor. Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü fethettikten sonra burada bir süre inzivaya çekilir ve binaya Hankah-ı Salâhiyye adını verir. Daha sonra da binayı vakfeder. Kutsal Kabir kilisesinin çatısını da -muhtemelen güvenlik nedeniyle- satın alır. Bugün külliye ve hatta çatı da Kudüs’teki çoğu yer gibi hala onun döneminde kurulan vakıflara ait. O yüzden hala Kudüs’ün birçok yerinde Selahaddin’in ayak izini görürüsünüz. Selahaddin gibi onunla yoldaşlık eden nice asker, sufi, komutan ve âlimin de izi durur şehrin taşında, toprağında.Ve bazen bir sokak isminde. İşte bu sokak isimlerinden biri de Ziyaeddin İsa El Hakkari’ye aittir.
Müslüman mahallesinde dolaşırken gördüğüm al-Hakkari yazan sokak tabelası beni çok şaşırtmıştı. Bu ismin Türkiye’nin sınırları içinde bulunan Hakkari şehri ile bir bağlantısı var mıydı? Küçük bir araştırmanın sonucunda Eyyûbîler döneminin en etkili birkaç isminden birinin Hakkariyye bölgesinden Ziyaeddin İsa El Hakkari olduğunu öğrendim. Selahaddin’in devlet yönetiminde fikirlerine çokça itibar ettiği el-Hakkari, Kudüs fethedildikten sonra şehirde kadılık yapmış.
Özellikle Hakkâri bölgesinden gelen aşiretler Haçlı saldırılarına karşı mücadelede büyük bir rol oynamış ve iyi savaşçılar olarak çok saygı görmüşler. Hakkariye aşireti, Salâhaddîn-i Eyyûbî’nin mensubu olduğu Hezbaniye aşiretiyle birlikte Eyyubi devletinin kuruluşunda da etkin olmuş bir aşiretti. Ayrıca çok sayıda İslam âlimi yetiştiren Kudüs’te ki Hakkâri Medresesi ile El- Bedriye Medresesi’ni kuranlar bu aşirettendi. İsa el-Hakkari, Akkâ kuşatması sırasında (1189) vefat edince cenazesi Kudüs surlarının dışında yer alan Bab al-Sahira mezarlığına (Herod Kapısı Mezarlığı) defnedilir. Hakkari’nin mezar taşı 1980’lerde Kudüs İslam Müzesi’ne nakledilir.
İtalyan yazar ve şair Giovanni Boccaccio’nun dünya edebiyatına armağan etmiş olduğu Decameron adlı eserinde Selahaddin iki öykünün kahramanıydı. İtalyan yazar öykülerinde Selahaddin’i cesur olduğu kadar cömert, hoşgörülü ve şövalye ruhlu bir kahraman olarak yansıtıyordu.
Fetihten sonra kenti ziyaret eden ünlü Yahudi şair Yuda Al-Harizi de Selahaddin’i över.
Hacı adayları Çile Yolu’nun bu istasyonundan sonra kalan son duraklar için Kutsal Kabir Kilisesi’ne doğru yol alırlar. 8. istasyon, Aziz Charalambos Rum Ortodoks Manastırı’nın yakınındadır. İsa burada ağlayan ve yas tutan Kudüslü kadınlarla karşılaşmıştır. Kadınlara şöyle der; “Ey Yeruşalim kızları, benim için ağlamayın, kendiniz ve çocuklarınız için ağlayın” (Luka 23:28).
Xx
Kıbrıs sahillerine hükmeden konumu ve dağ manzarasıyla Bellapais Manastırı, Beşparmak dağları eteğinde kayalık bir alan üzerine Augustine keşişleri tarafından 1158-1205 yılları arasında inşa edilmiştir. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden olan Bellapais Manastırı, Fransızca “Abbaye De La Paix” den (Barış Manastırı) türemiştir. Bugün daha çok Bellapais olarak dillendirilse de bu güzel ve şirin yerin Türkçe’deki bilinen adı Beylerbeyi’dir.
Fransızca “Abbayede la Paix” yani “Barış Manastırı” isminin zaman içinde bozulması ile bugünkü adına ulaşmıştır
X
Meleklerin sihri öğretme yöntemlerini, Hârût ve Mârût'un melek mi, insan mı, insan kılığına bürünmüş birer
melek mi, yoksa melik (kral) mi oldukları konusundaki görüşleri verir. Aynı şekilde ilgili ayette geçen
"fitne" kavramının muhtemel olduğu anlamları sadece bir tefsir kitabında söz konusu olabilecek bir
ayrıntıyla inceler.=
Mâverdî "savm" kelimesinin lügat anlamlarını şöyle verir: Savm lügatte imsak (tutmak) anlamına
gelir. Konuşmasını tutup kontrol altında bulunduran kimseye "Sâme fulân (Falan dilini tuttu)" denir. Nitekim
Kur'an'da geçen "...Ben çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım"80 ayeti de bu anlamı desteklemektedir.
Araplar öğlenin en sıcak saatleri olan "hâcire"
vakti hakkında "Kad sâme'n-nehâr : Gün durdu" derler. Çünkü bu vakitte güneş seyrini durdurur. Yürümeyi
bırakıp duran atlar için de "haylün sıyâm: Duran atlar" denir. Daha sonra Mâverdî bu anlamları şu beyitlerle
takviye eder:
Haylün sıyâmün ve haylün ğayru sâimetin
Tahte'l-acâci ta'lükü'l-lücümâ
"Toz duman altında yemeyip içmeyip hareketsiz duran atlar ve bunların aksine yeyip içen, hareketli
atlar vardır. Bir kısmı da gemlerini geveler dururlar." Nadribu'l-hâme ve'd-devâbira minhâ
Sümme sâmet binâ'l-ciyâdü sıyâmâ
"Atların baş ve arkalarına vurduk, sonra onlar da bize direndiler de, yerlerinden kıpırdayıp
sür'atlenmediler."Fıkhî yönden orucu vecîz bir şekilde tanımlar: Vakt-i mahsusta imsâk-i mahsusutur (Belirli
vakitlerde belirli şeylerden kendini tutmaktır).Böylece "savm" lafzı lügat anlamından, şer'î anlama intikal
edip öylece yerleşmiştir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️