Mustafa es-Sibâî Ve İslam Sosyalizmi
Suriye’nin Humus şehrinde doğdu. Tanınmış âlimlerin yetiştiği bir aileye mensuptur.
Dedeleri gibi babası Hüsnî es-Sibâî de Humus’taki el-Camiu’l-kebîr’in hatibi olup Fransızlar’a karşı verilen istiklâl mücadelesinde önemli rol oynamış, çeşitli cemiyetlerin kuruluşuna ve faaliyetlerine katılmıştır.
Sibâî, sol hareketlerin İslâm ülkelerinde taban bulmaya başlaması üzerine Seyyid Kutub gibi çağdaşı birçok düşünürün üzerinde durduğu fakirlik, mülkiyet hakkı, sosyal adalet, sosyal dayanışma ve sosyal güvenlik konularıyla da yakından ilgilenmiştir.
Komünizm, sosyalizm ve kapitalizm gibi ideolojileri inceleyen Sibâî, sosyal güvenlik ve adaleti vurgulayan bir görüş olarak düşündüğü sosyalizmin insanî bir duygunun ürünü olduğuna ve bütün resullerin tebliğinde yeri bulunduğuna inanır.
🔴
W. Montgomery Watt
İskoç şarkiyatçı ve Anglikan din adamı
İranlı gazeteci Ali Ekber Abdürreşidi ile röportaj yaparken.
müslümanların matematik ilmine yaptıkları katkıları incelemek istemişse de daha sonra hocalarının ve dostlarının ısrarlarıyla Hz. Muhammed ve Kur’an üzerinde çalışmalar yapmıştır.
1. The Origin of Islam in its Christian Environment(London 1926, 1968). Yedi kısımdan oluşan eserde önce Hıristiyanlığın tarihini özetlemekte, arkasından bu dinin Araplar’a, İslâm’ın doğuşuna ve gelişmesine olan etkilerini ele almakta, daha sonra da Hz. Muhammed’in peygamberliğini incelemektedir.
1937 ile 1939 arasında Kuran'ın bir çevirisini yayınladı ve 1953'te Introduction to the Qur'an (Kur'an'a Giriş) adlı eseri yayınlandı (1970'te W. Montgomery Watttarafından revize edildi ). Her iki eser de batıda Kuran çalışmaları üzerinde etkili olmuştur.
İslam'ın gelişmesinde Hıristiyan etkilerinin erken dönem araştırmacılarındandı.
Bell’in eserinde Kur’an ile ilgili olarak ileri sürdüğü temel hipotezlerden bazıları şunlardır: a) Kur’an müslümanların inandığı gibi vahye değil şairlere gelen ve Peygamber’in kendi aklının ürünü olan ilham benzeri bir çeşit iç telkine dayanmaktadır. b) Peygamber Kur’an’ı telif etmekle kalmamış, aynı zamanda şartlar ve ihtiyaçlar gerektirdikçe metinde pek çok değişiklik ve düzeltmeler de yapmıştır. c) Kur’an eski kavimlerle ilgili kıssalar konusunda Kitâb-ı Mukaddes’e çok şey borçludur. d) Normal vahiy kısa pasajlardan ibarettir veya başka bir ifadeyle Kur’an kısa pasajlardan oluşmaktadır. e) Peygamber’in “edebî faaliyeti” veya vahiy üç farklı döneme ayrılmaktadır. 1. Tamamen Mekkî bir “ibret” dönemi ki Allah’ın kudret ve rahmetinin alâmetleri olan çeşitli tabiat hârikalarına dikkat çeken “ibret âyetleri”ni ihtiva eder. 2. Kısmen Mekkî, kısmen de Medenî bir “Kur’an” dönemi ki kıblenin değiştirilmesi hadisesine kadar devam eder. 3. Kıblenin değiştirilmesi ve bağımsız bir ümmet anlayışının ilânından sonra başlayan bir “kitap” dönemi ki hedefi, yeni ümmet için yahudi ve hıristiyanların Tevrat ve İncil’ine rakip yeni bir kitap sunmaktır. Bu anlamda “kitap” “Kur’an”dan daha geniş kapsamlıdır. Bell’in ileri sürdüğü daha da zorlama bir hipotez ise homojen olduğu kabul edilen Kur’an’da yer yer konu dışına çıkan âyetlerin bulunduğu şeklindedir ve bu durumu, Peygamber’in söylediği âyetlerin ele geçirilen ufak tefek malzemelerin ön ve arka yüzlerine rastgele yazılması sebebiyle, daha sonra bunların yerlerine kaydedilişi sırasında diğer yüzdeki başka sûrelere ait âyetlerin de yanlışlıkla nakledilmesi sonucu yapılmış tekrarlamalar olduğu şeklinde açıklamaktadır.‼️
Türkçeye çevirilen eserleri;
- Hz. Muhammed Peygamber ve Devlet Kurucu(1963) veya Peygamber ve Devlet Adamı Hz. Muhammed (2001)
- İslamî Tetkikler: İslam Felsefesi ve Kelâmı (1968)
- İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (1981)
- Modern Dünyada İslam Vahyi (1982)
- Hz. Muhammed Mekke’de (1986)
- Hz. Muhammed Medine’de
- İslâm’ın Avrupa’ya Tesiri (1986)
- Müslüman Aydın: Gazali Hakkında Bir Araştırma(1989)
- Günümüzde İslâm ve Hıristiyanlık (1991)
- İslâm Nedir? (1993)
- Hz. Muhammed’in Mekke’si (1995)
- İslam'ın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader(1996)
- İslâmî Hareketler ve Modernlik (1997)
- Kur’ân’a Giriş (1998)
- Geçmişten Günümüze Müslüman-Hıristiyan Diyaloğu (2000)
- Dinlerde Hakikat (2002)
- Endülüs Tarihi (2011)
I. İSLÂM TARİHİNDE ANAYASA
A) Medine Anayasası. İslâm tarihinde devletin kuruluş esaslarını, organlarını ve temel prensiplerini ortaya koyan yazılı bir anayasanın ilk örneğine Hz. Peygamber döneminde rastlanmaktadır.
Medine şehir devletini oluşturan toplulukları, bunların birbirleriyle ve yabancılarla olan münasebetlerini, bu toplulukların idarî ve adlî yapılarını, fertlerin sahip oldukları din ve vicdan hürriyetini belirli esaslara bağlayan bu metin, şekil açısından bugünkü anayasalardan hayli farklı da olsa maddî açıdan bir anayasa mahiyetindedir.
Bundan dolayı da özellikle Batı kaynaklarında “Medine anayasası” olarak adlandırılmaktadır. Bugüne kadar tesbit edilebilen tarihteki ilk yazılı anayasa olması bakımından da ayrı bir önemi vardır (Hamîdullah, İTED, s. 19).
Sibaîye göre, Hz. Muhammed'in sünneti tarihin ilk ve en muhteşem sosyalizm denemesidir.
1947 sonlarında Birleşmiş Milletler’in Filistin topraklarını ikiye bölmesine karşı çıkan Sibâî, bütün Suriye’yi dolaşarak bu konuda toplantılar düzenleyip konuşmalar yaptı, daha sonra bilfiil çatışmalara katılmak üzere Filistin’e gitti. Burada Hasan el-Bennâ ile buluştu. Sibâî ayrıca destek sağlamak amacıyla bazı devlet başkanlarıyla da görüştü (Abdülazîz el-Hac Mustafa, s. 39 vd.).
Suriye’de 1949’da üst üste gerçekleştirilen askerî darbeler neticesinde İhvân-ı Müslimîn üzerindeki baskılar artınca teşkilât diğer bazı organizasyonlarla birleştirilerek el-Cebhetü’l-iştirâkıyyetü’l-İslâmiyye kuruldu ve başkanlığına Mustafa es-Sibâî getirildi.
Aynı yıl bir anayasa hazırlanması için oluşturulacak kurucular meclisi seçimlerine katılıp Lecnetü’d-düstûr el-âmme’de yer aldı ve anayasaya devletin dininin İslâm olduğuna dair bir madde konulması için çaba gösterdi. Anayasada böyle bir madde yer almadıysa da üçüncü maddede devlet başkanının dininin İslâm olması gerektiği ve İslâm fıkhının yasamanın ana kaynağı olduğunun belirtilmesinde onun gayretleri etkili oldu.
Kurucular meclisi yeni anayasanın yürürlüğe girmesinden sonra 1950 yazında Suriye Parlamentosu’na dönüştürüldü. Sibâî aynı yıl Şam Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.
🔻Türkçe’de aynı anlamda kānûn-ı esâsî, teşkîlât-ı esâsiyye kanunu veya esas teşkilât kanunu terimleri de kullanılmıştır. Arapça’da bu anlamda Farsça kökenli düstûr, Farsça’da ise kānûn-ı esâsî terimleri kullanılmaktadır.
😐🤔🤫
🔻1949-54 yılları arasında Kurucu Meclis'e mebus seçildi. Suriye Anayasası'nı hazırlayan dokuz kişiden biridir. Üstad Sıbai’nin çabalarıyla Anayasa’ya “Devletin resmi dini İslam’dır ve İslam Fıkhı Yasamanın ana kaynağıdır” ibareleri eklendi.‼️
1951’de Pakistan’da toplanan Dünya İslâm Konferansı’nda Üstad Sibai, Milletlerarası İslâm-Hıristiyan Konferansı’nda Suriye delegasyonunun başkanı sıfatıyla bulundu.
1952’de Mısır Süveyş Kanalı bölgesindeki savaş başlayınca Mısır gençliği harekete geçmiş, Üstad Sibai’de Suriye’den gönüllü mücahit toplamış, ayrıca Mısır başbakanına da bir mektup göndererek Süveyş Kanalı savaşına binlerce gönüllüyü takdim etmiş fakat Suriye idarecileri tarafından Sıbai ve eşi tutuklanarak 4 ay cezaevinde kalmışlardır.
1952’de Albay Edip Çiçekli(Şişekli) tarafından Suriye’de ikinci bir darbe gerçekleşir.
Albay Edip, Üstad Sibai’yi üniversiteden uzaklaştırmış ve onu sürgün etmiştir. Bu olayla birlikte dünya da ilk defa Müslüman Kardeşler Suriye’de terör örgütü olarak ilan edilir ve yasaklanır.
Üstad Hudeybi bu ziyaretinde İmam el-Benna döneminde görevlendirilen ezher mezunlarınca tohumları atılan Mekarimul Ahlakil İslamiyye (Güzel İslami Ahlak) Cemiyeti’nin Trablus’taki merkezinde bir konferans vermişti. Üstad Sıbai Sürgününü bile davası için büyük bir hayra dönüştürmüştür. Bu sırada Suriye’de Kardeşleri yasaklayan ve Üstad Sıbai’yi sürgün eden Albay Edip başka bir darbeyle devrilecek Üstad Sıbai’de Üstad Hudeybi ile birlikte Lübnan’dan Suriye’ye geçecekti.
Üstad Sıbai ilmi olgunluğu ve İslami çalışmalara olan düşkünlüğünden dolayı 1955’te İslami ilimlere has müstakil bir Şeriat fakültesini kurdu ve fakültenin ilk dekanı oldu. Aynı yıl Suriye’de Kardeşlerin yasağı kalkıp siyasi atmosfer normale dönünce Eş-Şihab adında haftalık bir gazete, El-Müslimun adıyla bir dergi de çıkarmaya başlar. 1958’de El-Müslimun dergisinin ismini değiştirmeyi uygun bularak Hadaratül İslâm(İslâm Medeniyeti) adıyla yayınını sürdürür.
1956’da fakülteye Mevsû’atü’l-Fıkhi’l-İslâmî’nin (İslam Fıkıh ansiklopedisinin) hazırlanması görevi verilince Sıbai ansiklopedinin redaksiyon kurulu başkanlığına getirildi. Aynı yıl Suriye Üniversitesi tarafından Avrupa ülkelerinde İslam araştırmalarının durumunu tespit etmekle görevli bir heyete dahil edildi ve bu amaçla Türkiye, İtalya, İngiltere, İrlanda, Belçika, Hollanda, Danimarka, Norveç, İsveç, Finlandiya, Almanya, Avusturya, İsviçre ve Fransa’yı kapsayan bir seyahate çıktı. Suriye’ye döndüğünde kimler tarafından yapıldığı belli olmayan bir suikasta uğrar ve sağ kurtulur.
1959’da İslâm dünyasında büyük yankı uyandıran İştirâkiyyetü’l-İslâm (İslam Sosyalizmi) adlı eseri yayınlanır. Bu eser Şam Üniversitesinde verdiği konferansların metinlerinden meydana gelmektedir. Bu eserinde İslam’ın Sosyalizmle uzaktan yakından en ufak bir benzerliği olmadığını, İslam Sosyalizmi gibi isimlendirmelerin İslam’ı bilmemek olduğunu net olarak ortaya koyar.
Bir teşkilât lideri ve siyasetçi olduğu kadar ilim adamı kişiliği ile de tanınan Mustafa es-Sibâî’nin zamanında yankı uyandıran görüşleri daha çok sünnetin dindeki yeri ve önemiyle İslâm-sosyalizm ilişkisi konularındadır. Sibâî, doktora tezinde sünnetin İslâm hukukundaki yerini ortaya koyduktan sonra şarkiyatçıların ve onların İslâm dünyasındaki takipçilerinin bu konudaki görüşlerini eleştirmiş, özellikle Goldziher’in hadislerin sıhhati, râviler ve hadisleri derleyenler hakkında şüphe uyandırma çabalarına şiddetle karşı çıkmıştır (es-Sünne, s. 296-340).
Ahmed Emîn’in Fecrü’l-İslâm ve Muhammed Ebû Reyye’nin Eḍvâʾ ʿale’s-sünneti’l-Muḥammediyye adlı kitaplarında sünnet ve hadisler hakkında dile getirdikleri görüşlerin eleştirisine uzunca bir bölüm ayıran Sibâî (a.g.e., s. 176-295), bazı müslüman ilim adamlarının sünnet konusundaki olumsuz yaklaşımlarını onların bilgisizliğine, müsteşriklerin yöntemlerine kanmalarına, şöhrete kavuşma arzularına ve bunu düşünce özgürlüğüyle ilişkilendirmelerine ve kendi yanlış düşüncelerini ifade etmek için şarkiyatçıların arkasına sığınmalarına bağlamaktadır (a.g.e., s. 13).
Sibâî, sol hareketlerin İslâm ülkelerinde taban bulmaya başlaması üzerine Seyyid Kutub gibi çağdaşı birçok düşünürün üzerinde durduğu fakirlik, mülkiyet hakkı, sosyal adalet, sosyal dayanışma ve sosyal güvenlik konularıyla da yakından ilgilenmiştir. Komünizm, sosyalizm ve kapitalizm gibi ideolojileri inceleyen Sibâî, sosyal güvenlik ve adaleti vurgulayan bir görüş olarak düşündüğü sosyalizmin insanî bir duygunun ürünü olduğuna ve bütün resullerin tebliğinde yeri bulunduğuna inanır. Ona göre sosyalizmin amacı sermayenin toplum aleyhine biriktirilmesini önlemek, devlet eliyle fertlerin iktisadî faaliyetlerini denetlemek, vatandaşlar arasında sosyal dayanışmayı tesis etmektir (İştirâkiyyetü’l-İslâm, s. 7).
Sibâî, Batı’da ortaya çıkan sosyalizm kavramından faydalanmakla birlikte Batılı yaklaşımdan farklı biçimde İslâm sosyalizmi teorisini oluşturduğunu (a.g.e., s. 8), hatta İslâm sosyalizmini İslâm akîdesinin bir parçası olarak gördüğünü (a.g.e., s. 202) ifade eder. Bu teorisini İştirâkiyyetü’l-İslâm adlı kitabında ele alıp insan hak ve özgürlükleri, eşitlik, sosyal adalet gibi kavramlar üzerinde genişçe durur. Sibâî, herkesin mülk edinme hakkını kabul etmekle birlikte sermayenin tek elde toplanmaması gerektiğini, mülkiyete kamu yararına olacak şekilde sınır konabileceğini ve gerektiğinde mülkiyetin devletleştirilebileceğini, İslâm hukuku açısından da bunun câiz olduğunu, hatta vakfın bir tür devletleştirme sayıldığını söyler (a.g.e., s. 99 vd.).
Eserleri. 1. es-Sünne ve mekânetühâ fi’t-teşrîʿi’l-İslâmî (Kahire 1960, 1961, 1966; Beyrut 1976, 1978, 1985). Sibâî’nin doktora tezinin bazı ilâvelerle yayımlanmış şeklidir. İslâm Hukukunda Sünnet adıyla Edip Günenç (İstanbul 1981) ve Kâmil Tunç (İstanbul 1996) tarafından tercüme edilmiştir.
2. es-Sîretü’n-nebeviyye (9. baskı, Dımaşk-Beyrut 1406/1986).
3. Şerḥu ḳānûni’l-aḥvâli’ş-şaḫṣiyye el-maʿmûl bihî fi’l-iḳlîmi’ş-şimâlî fi’l-Cumhûriyyeti’l-ʿArabiyye el-mütteḥide (I, Dımaşk 1961-1963; Dımaşk-Beyrut; II-III, 1417/1997).
4. Aḥvâlü’ş-şaḫṣiyye fi’l-ehliyyeti ve’l-vaṣiyyeti ve’t-terikât (Abdurrahman es-Sâbûnî ile birlikte, 3. baskı, Dımaşk 1390/1970).
5. el-Merʾe beyne’l-fıḳh ve’l-ḳānûn: Dirâse şerʿiyye ve ḳānûniyye ve ictimâʿiyye (Dımaşk 1382/1962; Beyrut 1404/1984). Sibâî’nin 1961-1962 öğretim yılında üniversitede okuttuğu derslerden oluşmuş eseridir. İhsan Toksarı İslâm’a ve Garblılara Göre Kadın adıyla eserin kısmî tercümesini yapmıştır (İstanbul 1969).
6. Aḥkâmü’ṣ-ṣıyâm ve felsefetühû fî ḍavʾi’l-Ḳurʾân ve’s-Sünne (Dımaşk 1957).
7. İştirâkiyyetü’l-İslâm (Dımaşk 1959, 1960; Kahire 1960). 1959’da Şam Üniversitesi’nde verdiği konferansların metinlerinden meydana gelmektedir. İslâm dünyasında büyük yankı uyandıran eser, A. Niyazioğlu tarafından İslâm Sosyalizmi adıyla Türkçe’ye çevrilmiş (İstanbul 1974, 1976), Muhammed el-Hâmid Naẓarât fî Kitâbi İştirâkiyyeti’l-İslâm adıyla esere bir eleştiri yazmıştır (Dımaşk 1382/1963).
8. ed-Dîn ve’d-devle fi’l-İslâm (Dımaşk 1952). Beyrut Üniversitesi’nde verdiği konferansların metinlerinden ibarettir. İhsan Toksarı kitabı İslam’da Din ve Devlet başlığıyla tercüme etmiştir (İstanbul 1966).
9. Aḫlâḳunâ el-ictimâʿiyye (Dımaşk 1375/1955). 1954-1955 yıllarında radyoda yaptığı konuşmaları ihtiva eder.
10. et-Tekâfülü’l-ictimâʿî fi’l-İslâm (Beyrut 1419/1998).
11. el-Faḳr, el-cûʿ, el-ḥirmân: Müşkilât ve ḥulûl (Beyrut 2002).
12. Min revâʾiʿ ḥaḍâretinâ (Beyrut 1968). İslâm medeniyetiyle ilgili olarak kaleme aldığı önemli eserlerindendir. N. Demircan ve M. Sait Şimşek tarafından İslâm Medeniyeti’nden Altın Tablolar adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (Konya 1979).
13. ʿUẓamâʾünâ fi’t-târîḫ (4. baskı, Beyrut-Dımaşk 1405/1985). Hz. Peygamber, Hulefâ-yi Râşidîn, Abdullah b. Mes‘ûd, Ebü’d-Derdâ, Hz. Hamza, Hâlid b. Velîd, Emîr Şekîb Arslan ve Hasan el-Bennâ hakkında yayımlanmış makalelerinin derlenmesinden oluşmuştur.
14. Hâkeẕâ ʿallemetni’l-ḥayât (Dımaşk 1382/1962). Sibâî’nin hastahanede iken kaleme aldığı eserin ikinci bölümü müellifin vefatından sonra yayımlanmıştır (I-II, Beyrut-Dımaşk 1398, 3. baskı, 1406/1986). Muhammet Sevgili ve Hasan Akdağ eseri Hayat Bana Böyle Öğretti adıyla tercüme etmişlerdir (Konya, ts. [1994]).
15. el-Ḳalâʾid min ferâʾidi’l-fevâʾid (Dımaşk 1962).
16. el-İstişrâḳ ve’l-müsteşriḳūn mâ lehüm ve mâ ʿaleyhim (Küveyt 1968; 2. baskı, Beyrut-Dımaşk 1979). Ḥaḍâretü’l-İslâm dergisinde yayımlanan bir makale ile es-Sünne ve mekânetühâ fi’t-teşrîʿi’l-İslâmî adlı kitabının bazı bölümlerinin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır. Kemal Çobanbeyli (Müsteşrikler ve Hedefleri, İstanbul 1971) ve Mücteba Uğur (Oryantalizm ve Oryantalistler: Yararları-Zararları, İstanbul 1993) tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
17. Hâẕâ hüve’l-İslâm (Beyrut 1979). Sibâî’nin vefatından sonra makalelerinin bir kısmının derlenmesiyle meydana getirilmiştir.
18. el-Aʿlâm ve’l-aʿmâl: Silsiletü maḳālât nüşiret fî mecelleti’l-Fetḥi’l-Ḳāhiriyye (Beyrut 2000). Sibâî’nin Kahire’de bulunduğu sırada el-Fetḥ dergisinde yayımlanan makalelerini ihtiva eder. Sibâî ayrıca günlük el-Menâr (1947-1949) ve haftalık eş-Şihâb (1955) gazeteleriyle haftalık el-Müslimûn dergisini (1955-1958; 1958’den itibaren aylık olarak Ḥaḍâretü’l-İslâm adıyla) neşretmiştir.
🔴
Onlar, yaşadıkları döneme maddi manevi anlamda damga vurarak iz bırakıp gittiler.
🔴
Seyyid Kutub
Seyyid Kutub, Mısır merkezli Müslüman Kardeşlerhareketinde etkin rol oynamış ve aynı zamanda fikirleriyle birçok İslamcı grubu etkilemiş köktendinci yazar ve ideolog. 1950 ve 1960'larda Müslüman Kardeşler hareketinin önde gelen isimlerinden biri oldu. 1966'da Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnâsır'a suikast planlamaktan suçlu bulundu ve idam edildi.
Teolojik duruşlar;
Kutub, görülemeyen (algılanamayan) konular reddetmenin gerçek bir geri çekilme olduğunu savunuyor:
"İnsanı hayvandan ayırmada belirleyici bir faktör "algılanamaz" kavramıdır. Hem eski hem de modern materyalist düşünce, insanı, her şeyin yalnızca duyusal araçlarla belirlendiği, maneviyata yer olmayan irrasyonel bir varoluşa geri çekme eğiliminde olmuştur. İlerici düşünce diye pazarlanan şey, kasvetli bir gerilemeden başka bir şey değildir".
Laiklik;
Kilometre Taşları adlı kitabının açılışında şu görüşleri sunuyor:
Kutub'un radikal duruşu onu Müslüman hükûmetler ve onların destekçilerini aforoz etmeye sevk edecektir. 1960'lardaki hapishane yazıları "Kur'an'ın Gölgesinde" ve onun yan ürünü olan "Yoldaki İşaretler" aracılığıyla yayılan fikirleri, gelecekteki cihatçı hareketlerin ideolojik temellerini oluşturur. Ma'alim fi-l-TariqKutub'da İslami olmayan her şeyin kötü ve bozuk olduğu ve hayatın her alanına yayılan eksiksiz bir sistem olarak şeriatı takip etmenin kişisel ve sosyal barıştan, evrenin "hazinelerine" insanlığa her türlü faydayı sağlayacağını savunuyor.
Kutub, İslam dünyasının kötü durumu ile ilgili iki temel neden tanımladı. Birincisi, birçok Müslüman şeriat yasasını uygulamayarak Kuran'a olan inançlarını terk ediyordu. Bu, Müslüman toplumlarda laik bir kültürün şiddetli bir şekilde yayılmasına yol açmış ve Batı'nın İslam'a karşı doğuştan gelen ve asırlarca süren nefretinin yardımıyla, birçok Müslümanın “doğru yol”dan sapmasının ikinci önemli nedeni olmuştu. Kutub, İslam dünyasının bir Cahiliye durumuna düştüğünü iddia ediyordu.[kaynak belirtilmeli]
"Gerçekten de insanlar cahiliyye hayatını yaşadıkları müddetçe iddia ettikleri gibi Müslüman değildirler. Bir kimse, İslam'ın bu cahiliyyeçizgisine getirilebileceğine inanarak kendini kandırmak veya başkalarını aldatmak isterse, bu ona kalmıştır. ..... Bu İslam değil ve onlar da Müslüman değiller. Bugün Davet'in görevi, bu cahilleri İslam'a döndürmek ve onları yeniden Müslüman yapmaktır."
Antisemitizm;
Kutub, radikal bir antisemitikti. Reşid Rıza gibi İslamcılardan etkilenerek, antisemitik komplo teorilerini benimsedi ve küresel Yahudi komplolarının varlığına inandı. Günümüz İslamcı antisemitizminin merkezi bir parçasını oluşturan Yahudilere Karşı Mücadelemiz adlı bir kitabını 1950'de yayımladı. Yahudileri, Osmanlı İmparatorluğu'nda laikleştirici reformları savunmak ve imparatorluğun dağılmasıyla sonuçlanan çeşitli kargaşaları kışkırtmakla suçlayan Kutub şunları yazdı:
"Son Hilafet döneminde kabile kibirlerinin kışkırtılması, Sultan II. Abdülhamid döneminde şeriatın kanundan çıkarılarak yerine Anayasa'nın getirilmesi ve kahraman Atatürk'ün hilafete son vermesiyle başlayan ihtilallerin arkasında bir Yahudi vardı. Ardından, İslam'ın uyanışının ilk işaretlerine karşı ilan edilen savaşın arkasında, dünyanın her yerinden Yahudiler durdu."
Siyaset felsefesi;
Seyyid Kutub, 1964 tarihli teolojik ve siyasi manifestosu Maʿālim fī aṭ Ṭarīq'ın girişinde şunları söyledi:
"Bugün insanlık bir uçurumun eşiğinde, başının üzerinde asılı duran nükleer tehlike yüzünden değil - bu sadece bir semptom, gerçek hastalık değil - ama insanlık o yaşamsal değerlerden yoksun olduğu için Batı dünyası bile, Batı medeniyetinin insanlığın rehberliği için sağlıklı değerler sunamayacağının farkındadır. Doğu Bloku'nda da durum aynıdır. Başta Marksizm olmak üzere sosyal teorileri düşünce düzleminde yenildi. İnsanlığın yeni bir liderliğe sahip olması çok önemlidir. Bu kritik ve şaşırtıcı kavşakta, İslam'ın ve Müslüman toplumun dönüşü geldi - İslam'ın dönüşü".
Antisemitizm;
Kutub, radikal bir antisemitikti. Reşid Rıza gibi İslamcılardan etkilenerek, antisemitik komplo teorilerini benimsedi ve küresel Yahudi komplolarının varlığına inandı. Günümüz İslamcı antisemitizminin merkezi bir parçasını oluşturan Yahudilere Karşı Mücadelemiz adlı bir kitabını 1950'de yayımladı. Yahudileri, Osmanlı İmparatorluğu'nda laikleştirici reformları savunmak ve imparatorluğun dağılmasıyla sonuçlanan çeşitli kargaşaları kışkırtmakla suçlayan Kutub şunları yazdı:
"Son Hilafet döneminde kabile kibirlerinin kışkırtılması, Sultan II. Abdülhamid döneminde şeriatın kanundan çıkarılarak yerine Anayasa'nın getirilmesi ve kahraman Atatürk'ün hilafete son vermesiyle başlayan ihtilallerin arkasında bir Yahudi vardı. Ardından, İslam'ın uyanışının ilk işaretlerine karşı ilan edilen savaşın arkasında, dünyanın her yerinden Yahudiler durdu."
İnsanın doğa ile uyumu;
Kutub, dünyanın, -doğru anlaşılırsa- insana hizmet etmesi gerektiğini güçlü bir şekilde hissetti. Şunları yazdı:
"İslam, Tanrı'nın fiziksel dünya ve onun tüm güçlerini insanın kendi kullanımı ve yararı için yarattığını öğretir. İnsana, etrafındaki dünyayı incelemesi, potansiyelini keşfetmesi ve tüm çevresini kendi ve hemcinslerinin iyiliği için kullanması özel olarak öğretilir ve yönlendirilir. İnsanın doğadan aldığı herhangi bir zarar, yalnızca onun bilgisizliğinin veya onu ve onu yöneten yasaları anlamamasının bir sonucudur. İnsan doğa hakkında ne kadar çok şey öğrenirse, doğa ve çevre ile ilişkisi o kadar huzurlu ve uyumlu olur. Bu nedenle, alaycı ve olumsuz "doğayı fethetme" kavramı İslami algılara yabancıdır ve dünyanın içinde yaratıldığı ruha ve onun altında yatan ilahi hikmete dair utanmaz bir cehaleti ele verir."
İslam'i özgürlüğe karşılık Cahiliye;
Kendisinin de maruz kaldığı gücün kötüye kullanılması karşısında Kutub'un hapishanede yazdığı İslami manifestoda (Yoldaki İşaretler'de yer alan) diktatörlüğün zıddı olarak gördüğü "Tanrı'nın yeryüzündeki yönetimi"ni savunur.
Kutub sadece iki tür toplum olduğuna inanıyordu: İslami ve Cahilî. Kutub'a göre, mevcut tüm Müslüman toplumlar da "Allah'ın yasama sıfatını başkalarına devrettikleri" için "cahilî toplumlardı". Şöyle yazdı:
"Müslüman toplum uzun zaman önce varlıktan ve gözlemden kayboldu ve insanlığın liderliği çoktan başka ideolojilere, başka milletlere, başka kavramlara ve başka sistemlere geçti."
Gerçek Müslümanlar, dört gözle "yoksulluk, zorluk, hayal kırıklığı, eziyet ve fedakarlık" dolu yaşam bekleyebilirler. Cahilî Müslümanlar, Yahudiler ve Batılılar İslam'a ve Cahiliye'nin ortadan kaldırılmasına karşı savaşacak ve komplolar kuracaklardır.
Xx
Şehzade iken, amcası Sultan Abdülaziz'in Büyük Britanyaziyareti kapsamında Balmoral Kalesi'nde, Temmuz 1867.
Politikasının Esasları;
Abdülhamid, Gerdankıran Ömer Efendi'den Türkçe, Ali Mahvî Efendi'den Farsça, Ferid ve Şerif efendilerden Arapça ve diğer ilimleri, VakanüvisLütfi Efendi'den Osmanlı tarihi, Edhem ve Kemal paşalar ile Mösyö Gardet'dan Fransızca; Alexandre Efendi, Miralay Lombardi, Paul Dussap Paşa ile Callisto Guatelli'den de piyano, keman ve batı müziğine dönük müzik dersleri aldı.
Opera ile ilgilenen, birden çok opera klasik eserlerini Türkçeye bizzat tercüme eden ve tercüme ettiren II. Abdülhamid, II. Mahmud'un zamanında kurduğu Mızıka-yı Hümâyun'dan müzik opera eserleri dinlemeyi seviyordu. Piyano eğitimi almıştı. Amatör olarak yağlı ve sulu boya resim de yapardı. Marangozluk zanaatında da çok maharetli olan Şehzade Abdülhamid, bugün Yıldız Sarayı ve içerisindeki Şale Köşkü ile Beylerbeyi Sarayı'nda görülebilecek birçok yüksek kalite mobilyanın da zanaatkârıdır.
II. Abdülhamid kelebek, kuş, böcek, tablo, fotoğraf gibi çeşitli eserlerin koleksiyonculuğunu da yapmaktaydı.
Tahtta kaldığı "Hamidiye Dönemi"
Abdülhamid Han’ın siyasî dehası denince akla dış politikada gösterdiği harikalar gelir. Sultan, izlediği dış siyaseti hatıralarında şu şekilde çerçevelemiştir:
“Apaçık görüyordum ki Avrupa’nın büyük devletleri kendi aralarında dünyayı bölüşmeye çıkmışlardı. Bölüşülecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önünde tek başıma duramazdım, gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey aralarındaki rekabetten yararlanıp, her birine daha büyük lokma ümidi ile birini ötekine düşürmekten ibaretti.”

Xx



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️