4 Haziran 2025 Çarşamba

Georges Cuvier; Fosilleşmiş canlılar

"Tekemmül" kelime olarak kemâl bulma, olgunlaşma demektir. "Tekâmül" de olgunlaşmak ve kemale doğru gitmek manasına geliyor. İki kelime arasındaki ince fark: Tekemmül etmek, tamamlanmak, olgunluğa erişmek demek iken, tekâmül etmek tamamlanma yolunda ilerlemek demektir.

Georges Cuvier Kimdir?Georges Cuvier;üç bilim dalı kurmuştur: Karşılaştırmalı anatomi, omurgalı paleontolojisi (eski varlıklar bilimi) ve biyostratigrafi (fosillere dayanarak jeolojik katmanların yaş ilişkilerini inceleyen bilim).

~ Georges Cuvier, 23 Ağustos 1769 tarihinde Würtemberg Krallığı’ndaki Montbeliart şehrinde dünyaya gelmiştir. Günümüzde bu şehir Fransa sınırları içerisinde yer almaktadır.

babası, İsviçre Ordusundan emekli teğmen olan Jean George Cuvier’dir. 

Annesi Clémence Chatel, hem fiziksel hem de zihinsel olarak zenginleşmesini sağlamak için ona çok zaman ayırmıştır. Dört yaşındayken okumayı annesi öğretmiştir. İlkokulda Georges, Latince öğrenmiş ve 10 yaşında liseye başlamıştır.

En sevdiği konu olan Latince, Yunanca, Coğrafya, Matematik ve Tarih derslerinde çok başarılı olmuştur. Ailesi, O’nun kilise sorumlusu olmasını istiyorlardı.

Bir gün amcasının evinde Georges, Louis Buffon’un Doğal Tarih adlı kitabını okumaya başlamıştır. Kitaptan esinlenerek, akademik bağlılığını Tarih’ten Doğal Geçmiş’e aktarmıştır. Georges 14 yaşındayken Kralın amcası Dük Charles tarafından saraya çağrılmıştır. Çizimleri çok beğenilmiştir. Georges’e, Stuttgart’taki Caroline Akademisi’nde eğitim alması için burs vereceğini söylemiştir.

Georges, pratikte her şeyi detaylı incelediği için devamlı okuyup araştırmıştırç Doğal tarihine olan ilgisi güçlü kalmış ve Carolus Linnaeus da dahil olmak üzere en seçkin uygulayıcılar tarafından kitaplar temin ediyordu. Ayrıca bitkiler toplayıp sürekli kuş, bitki ve böcek çizimleri yapmıştır.

⚠️çağdaş canlıların iskeletlerini fosillerle karşılaştırmaya başlamıştır. Çağdaş hayvanların kemikleriyle benzerliklere dikkat ederek fosilleşmiş canlıların yapısı hakkında çok şey öğreneceğini fark etmiştir.❗️

Cuvier’in karşılaştırma çalışmaları ile ilgili açıklamaları Paris’e kadar yayılmıştır. Jardin des Plantes’in büyük botanik bahçelerindeki karşılaştırmalı anatomi başkanı Jean-Claude Mertrud, 1795 yılında Cuvier’a asistanı olarak görev vermiştir. Aynı yıl Cuvier, Fransız Bilimler Akademisine seçilmiştir. 1796 yılında çeşitli üniversitelerde ders vermeye başlamıştır.

Georges Cuvier’in ilk araştırma makalesi 1796 yılında Ulusal Enstitü’de okundu ve mamut kemiklerinin modern fillerinkinden farklı olduğunu belirtmiştir. 

🔻Mamutların, Hint fillerinin ve Afrika fillerinin üç farklı türe ait olduğunu açıklamıştır. 

Bilim adamlarını, mamutların modern gözlerden gizlenemeyecek kadar büyük olması nedeniyle soyu tükenmiş olması gerektiğini ikna etmiştir. Bu bilimsel zaferi takiben Cuvier, “The Mammoth” lakabını almıştır. Ayrıca, fil ailesinin dördüncü ve soyu tükenmiş bir üyesini tespit etmiştir.

🔻tek bir kemiğin incelenmesinden sonra, genellikle sınıfı ve bazen de ait olduğu canlının cinsini bile belirleyebiliyor. Bunun nedeni, sayı, yön ve şeklin bir hayvanın vücudunun her bir bölümünü oluşturan kemikler, diğer tüm parçalara karşı daima gerekli bir ilişki içindedir; bu da bir noktaya kadar, bir başkasını herhangi birinden veya onun tersinden çıkarabilir.”

Parçaların korelasyon ilkesini 1800 yılında kullanarak Cuvier, bir fosili uçan bir sürüngen olarak tanımlayan ilk bilim adamı olmuştur. 

Cuvier’in en tanınmış eseri, ilk kez 1817 yılında yayınlanan Hayvan Krallığı’dır. Kitap, Cuvier’in fosiller ve canlı türleri hakkındaki kapsamlı bir özetidir ve 300’den fazla Cuvier’in kendi çizimlerini içermektedir. Cuvier, türlerin evrimleşmediğini savunmuştur. Ona göre hayvanlar, felaket olayları sırasında var olmuşlar ya da yok olmuşlardır.

Fosil olarak keşfedilen canlıların modern hayvanların kökeni olabileceği ihtimalini görmemiştir. Binlerce yıllık olduğu bilinen Eski Mısırlı mumyalanmış hayvanların modern hayvanlarla aynı olduğu gerekçesiyle türlerin sabitlendiğine inanmıştır.

Cuvier, Paris’teki Eyfel Kulesi’nde oyulmuş isimlerle onurlandırılan 72 Fransız mühendis, matematikçi ve bilim adamından biridir. 

Cuvier, 1803 yılında Madame Duvaucel ile evlenmiştir.

Üç bilim dalının kurucusu: CUVIER

Jeoloji profesörü Celal Şengör

⚠️Evrim Teorisi bilimsel olarak modern ve yaşam bilimlerinin hepsinin (Biyoloji, Paleontoloji, Tıp, Farmakoloji, Antropoloji ve çevrebilimleri) temelindeki bilimsel teoridir. Bunlara eskimiş, çürümüş demek cehaletin daniskasıdır. ❗️

Celal Şengör
celalsengor@htgazete.com.tr

         ~ Cuvier’nin en önemli kılavuzu, Aristo’nunyazdığı biyolojik ders kitaplarıydı. ~

Georges Cuvier;Bir bilim insanı, yaşam süresince bir önemli buluş yaparsa önemli bir iş yapmış olur. Cuvier, sadece pek çok buluş yapmakla kalmamış, üç bilim dalı kurmuştur: Karşılaştırmalı anatomi, omurgalı paleontolojisi (eski varlıklar bilimi) ve biyostratigrafi (fosillere dayanarak jeolojik katmanların yaş ilişkilerini inceleyen bilim).

NAPOLYON, BARON YAPTI

Jean Léopold Nicolas Frédéric Cuvier (1769-1832; annesi kendisinden önce bebek yaşta ölen ağabeyi Georges’un adıyla onu çağırdığı için ömrü boyu Cuvier bu ismi kullanmıştır) güneydoğu Fransa’da Jura Dağları’nın kuzeyinde Montbéliard şehrinde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Üstün yetenekleri erken keşfedilen Cuvier, doğduğu yer o zaman Württemberg Dükalığı’na bağlı olduğundan bir bursla Stuttgart’taki Karlsschule’ye gönderildi, orada hocası Carl Friedrich Kielmeyer’in (1765-1844) etkisiyle biyolojiye, bilhassa anatomiye merak saldı.

1795’te Paris’te o zaman adı artık Muséum National d’Histoire Naturelle olan meşhur araştırma kurumuna atandı. 1832’deki ölümüne kadar burada, kısa bir zaman sonra da Fransa’nın en prestijli eğitim kurumu Collège de France’ta araştırıcı ve öğretmen olarak görev yaptı, Fransız Bilimler Akademisi’nde de genel sekreter olarak 1803’ten ölümüne kadar görev aldı. Bu arada Fransa’daki Protestan ilahiyat fakülteleri büyük üstadı ve içişleri bakanlıkları görevlerinde bulundu, Napolyon tarafından baron olarak asilliğe yükseltildi. 1932 yılında koleradan öldü.

‘TOYNAĞINIZ VARSA KESİCİ DİŞİNİZ OLAMAZ’

Cuvier’nin en önemli kılavuzu, Aristo’nunyazdığı biyolojik ders kitaplarıydı. Bunlarda Aristo her canlının mükemmel bir bütün oluşturduğunu, bunun bir amaca hizmet etmek için yaratılmış bir makineye benzediğini yazmıştır. Cuvier, her canlının bir amacı olduğunu, bu amacın hayvanın hayatta kalmasını sağlayacak bir organlararası eşgüdümü gerektirdiğini söylemiştir. Mesela kesici ön dişleri ve öğütücü molarları olan bir hayvan bir ot yiyendir. O zaman onun tırnakları toynak şeklini alır. Bunun nedeni, hayvanın hızlı koşarak et yiyicilerden kaçmasını kolaylaştırmaktır.

Buna mukabil et yiyicilerin köpek dişleri parçalamak için oluşmuştur ve buna uygun olarak toynak yerine avını tutmaya yarayan pençeleri vardır. Bir et yiyicinin bağırsağı, bir ot yiyiciye nazaran daha kısadır, zira otu sindirmek daha zordur. Mideleri de yedikleri yiyeceklere göre şekillenmiştir. Yırtıcı kuşların et parçalamaya yarayan kıvrık gagaları, avlarını tutmaya yarayan pençeleri ve avı çok uzaklardan görebilen keskin gözleri vardır.

Cuvier bu kurala “organların deneştirilmesi”adını vermiştir. Her organ her hayvanda olamaz. Toynağınız varsa, kesici ve parçalayıcı köpek dişiniz olamaz, ot eğitecek molarınız varsa pençeniz olamaz ve buna benzer daha pek çok kural... Cuvier değişik hayvanların iskeletlerini ve organlarını birbirleriyle karşılaştırarak her hayvanın bir fonksiyonelmorfolojisini çıkarmıştır. Her hayvanın şekli, yani morfolojisi, bir veya birkaç görevi, yani fonksiyonu yerine getirmek için gelişmiştir. Her hayvanın organlarının mükemmel birer uyum içinde olduğunu düşünen Cuvier, bu nedenle meslektaşı Lamarck’ın değişim kuramına şiddetle karşı çıkmış, türlerin sabit olmaları gerektiğini iddia etmiştir.

KARŞILAŞTIRMALI ANATOMİ

18. yüzyılda Fransa’da dünyamızın tarihçesi hakkındaki en önemli kuram, Kont de Buffon’un dünyanın güneşten kopan bir parça olduğu görüşüydü. Bu sıcak kütle zamanla kutuplardan ekvatora doğru soğumuş, yaşam da önce kutuplarda oluşarak ekvatora doğru yayılmıştı. Sibirya’da kadavraları bulunan mamutlar kutuplardan ekvatora göç ederken ölen Asya fillerinin kalıntılarıydı.

Cuvier arkadaşı Geoffroy Saint-Hilaire ile birlikte bu görüşü kontrol etmeye karar verdi. Kontrol yöntemi karşılaştırmalı anatomiydi. Mamutlar gerçekten Asya filleri miydi? Cuvierile Geoffroy, Avrupa doğa tarihi müzelerinde bulunan mamut, Asya ve Afrika fillerine ait kafataslarını inceleyerek bu hayvanların her birinin ayrı türlere ait olduğunu tespit etti. Buffon’un teorisi doğru olamazdı. Bugün Afrika ve Asya türleri mevcut iken mamutlar artık görülmüyordu. Onlara ne olmuştu? Cuvier bu hayvanların geçmişte olan bir felaket sonucu soylarının tükendiğini iddia etti. Bu büyük ölçüde soy tükeniminin ilk bilimsel ispatıydı.

1795-1796 yıllarında yapılan bu araştırmalardan sonra Cuvier’nin yakın arkadaşı, Sevr porselen fabrikası müdürü ve büyük mineralog Alexandre Brongniart, Cuvier’ye hemen Paris dışında Montmartre’da fabrikanın kullandığı alçıtaşı ocaklarında pek çok fosil kemiğinin olduğunu haber verdi. Bu kemikler toplanıp incelenince bunların artık soyları tükenmiş pek çok hayvana ait olduğu görüldü. Cuvier organ deneştirmesi ve fonksiyonel morfoloji yöntemleriyle bugün artık ortada hiç örneği kalmamış bu hayvanların iskeletlerini baştan kurarak bütün dünyayı hayretler içinde bıraktı. 1812’de yayımlanan ve içinde bugün artık yaşamayan dev memelilerin, uçan veya yüzen sürüngenlerin iskeletlerinin baştan kurularak yaşam tarzlarının anlatıldığı dört ciltlik büyük eseri gerçek bir sansasyon olmuştu.

Cuvier ilk kez insandan önce yaşamış hayvanların ve bunların içinde dolaştığı dünyaların varlığını ispat etmişti. Canlılar âlemi sabit değildi; sürekli değişim halindeydi. Cuvier bu değişimin dünyayı kasıp kavuran büyük afetlerle olduğu kanısındaydı. Ortadan kalkan hayvan türlerinin yerine yenilerinin nasıl oluştuğu sorusunu ise cevapsız bırakıyordu.

***********

GEZEGENİMİZİN TARİHÇESİ

Cuvier ve arkadaşı Brongniart 1811’de Paris ve çevresinin jeolojik tarihçesini yayımladılar. Cuvier, her kayaç katmanında kendine has fosillerin olduğuna dikkat ederek, dünya çapında aynı yaşta olan kayaçların tespit edilebilmesinin ancak içerdikleri fosillere bakarak yapılabileceğini söylemiştir. Bu suretle bütün dünyada bir bağıl kronolojinin kurulması yani gezegenimizin bir tarihçesinin çıkarılması ilk defa mümkün olmuştur. Cuvier aynı fosilleri içeren çökel katmanlarının aynı yaşta olacakları kanısındaydı. Bu bugün de jeologların kullandıkları bir varsayımdır.

Ama daha 1823’te Cuvier’nin yakın arkadaşı büyük Alman coğrafyacısı Alexander von Humboldt(1769-1859) Cuvier’ye itiraz etti. Humboldt’un itirazının temelinde Cuvier’nin kuramının dünyanın yüzeyinin coğrafi şartlarını dikkate almaması yatıyordu. Humboldt bugün kutuplardaki ve ekvatordaki hayvan topluluklarının aynı anda yaşamakta olmalarına rağmen ortak tek bir tür içermediklerine dikkat çekti.

Dolayısıyla Cuvier’nin fosillere dayanan kayaç deneştirmesi ancak benzer iklim kuşakları içerisinde geçerli olabilirdi. Humboldt bu iddiasıyla geçmiş dünyanın da günümüzdeki dünyaya benzemesi gerektiği düşüncesini ortaya atmış oluyordu. Tabii bu fikir yeni değildi; benzer şeyleri İskoçyalı James Huttonda söylemişti, ama bu fikirlerin katmanlar bilimi anlamına gelen stratigrafiye ve heleCuvier’nin kurduğu fosile, yani yaşam izlerine dayalı biyostratigrafiye olan etkisini daha önce kimse dile getirmemişti.

***********

HAYVAN TÜRÜ ORTADAN KALKTI AMA YENİSİ NASIL GELDİ?

Cuvier’nin çağ açan çalışmalarıyla dünya üzerinde yaşamın sürekli değiştiği artık reddedilemez bir kesinlik kazanmıştı. Şimdi soru bu değişimin nasıl olduğuydu. Cuvier, her hayvanın mükemmel bir uyum içinde çevresiyle barışık yaşadığını iddia ederek, bu değişimin yavaş bir evrimle olduğu fikrine karşı çıkıyordu. Ona göre bu ancak geçmişte olmuş büyük, evrensel afetlerin dünyadaki hayvan topluluğunun çok önemli bir kısmını ortadan kaldırması ve onların yerine yenilerin gelmesiyle olabilecek bir şeydi. “Nasıl bir afet?” sorusuna Cuvier ömrü boyu sadece iki defa cevap vermişti: Belki de arkadaşı büyük matematikçi ve astronom Pierre-Simon de Laplace’ın (1749-1827) dediği gibi, dünyaya çok yakın geçen bir kometin çekim gücü, dünyanın dengesini altüst edebilir. Belki geçmişte böyle şeyler olmuştur. Eminim burada pek çok okuyucum, 65 milyon yıl önce dünyaya çarpan bir göktaşının dinozorları ortadan kaldırdığını hatırlayacaklardır. Peki, Cuvier haklı mıydı? Hayvan türlerinin ortadan kalkmasını anlatabiliyordu, ama yeni hayvanların nasıl oluştuğu sorusuna cevap veremiyor “Bir yerlerden gelmiş olmalılar”diye geçiştiriyordu. Bu sorunun cevabı ancak jeoloji bilimi belli bir yere geldikten sonra Darwin ve onu izleyenler tarafından verilebilmiştir.

🔴

Kainatta tekamül kanunu olmasından dolayı, her şey basitten mükemmele doğru gelişip büyüyor. 

Tekâmül, kelime anlamı olarak “olgunlaşma, gelişme, evrim” gibi anlamlara gelmektedir. Ama bu durumu sadece fiziksel manada anlamak doğru olmaz. a. İlki “biyolojik tekâmül”dür ki, bu insanın Allah'ın dilemesiyle topraktan yaratılması, sonra ona can üfürülmesi ve insan olarak dünya hayatından ortaya çıkması sürecidir.


Evrim teorisi Darwin'den çok önce İslam âlimlerinde vardı


Celal Şengör
celalsengor@htgazete.com.tr

Darwin'den 1000 yıl önce evrim fikrini ortaya atan Müslüman: Basralı El Cahiz

Filozof El Cahiz için çıkarılan pul

KAYNAK, QATAR STATE

Fotoğraf altı yazısı, Katar Posta kurumunun İslam aleminin büyük isimleri serisinde yer alan El Cahiz pulu

8. yüzyılın sonlarından itibaren, İslam dünyasında da yaşamın evrimi fikrinin tartışılmaya başlandığını görüyoruz. 11. yüzyıla (yani hicretin 5. yüzyılına) kadar bu tartışmaların ve dayandıkları düşüncelerin Batı Avrupa Katolik dünyasındakilerden çok daha bilimsel olduğu muhakkaktır (İbn Haldun gibi bireysel bilim insanları dikkate alınırsa hatta 13. yüzyıla).

Cahiz, “Kitab al-Hayavan”ında şu düşünceleri dile getirmektedir:

“Dedim ki: Yaşlandıkları zaman kara yılanları hava solurlar, bu onlara yeter. Aynı şey, yaşlandıkları zaman, kertenkeleler için de geçerlidir.

Dedi ki: Fakat bu bataklık çalılıklarda, nehirlerin kenarlarında ve durgun suların bulunduğu yerlerde yaşayan su yılanları için geçerli değildir.

Dedi ki: Suda balıklarla birlikte yaşayan Mâr veya Mâhî veya yılan balığı gibi her şey iki türden oluşur: Bunların biri, yılandan türemiş ve çevredeki kara ve denizin etkisiyle değişmiştir. Diğerleri balıkların ve yılanların neslidir. Bunlar, balıkların doğası yılanlarınkine yakın olduğundan, birbirlerini karşılıklı olarak döllemişlerdir. Yılanlar başlangıçta su hayvanlarıydı ve hepsi (büyük bir olasılıkla bu balıklar ve yılanlar) yılandı.

Basralılar, Kûfa Muşânının (bir tür hurma) Basra’nınkine yakın olduğunu, onları bulundukları yerin değişime zorladığını iddia ederler. Hicazlılar, Kakao palmiyesinin, al Mukl palmiyesi olduğunu ve çevre şartları dolayısıyla değişime uğradığını söylerler.”

 Ebu Musa Câbir ibn Hayyân da (yaklaşık 721-815) yaşamın doğal yollarla geliştiğini savunanlardandı. Hatta insanların gelişen teknolojiyle insan da yaratabileceklerini, hatta peygamber bile yaratabileceklerini iddia etmiştir. Bu iddiaların ne kadar cüretli oldukları düşünülürse İslam’ın ilk yüzyıllarında esen hoşgörü havasına hayran olmamak mümkün değildir.

El Cahiz'in Hayvanlar Kitabı'nden iki sayfa

KAYNAK, GETTY IMAGES

Fotoğraf altı yazısı, El Cahiz'in eseri Kitab-ül Hayvan yedi ciltten oluşuyor.

bu ansiklopediyi ilk defa hemen hemen bir bütün olarak Almanca’ya çevirmiş olan büyük Alman şarkiyatçısı Friedrich Dieterici’nin (1821-1903) 1878 yılında yayınladığı Der Darwinismus im Zehnten und Neunzehnten Jahrhundert(Onuncu ve Ondokuzuncu Yüzyılda Darwinizm) adlı kitapçığından beri sık sık dile getirilen, fakat Hollandalı şarkiyatçı Tjitze de Boer’un (1866-1942) İslam felsefesi ile ilgili 1903’te yazdığı meşhur eserinde de vurguladığı gibi, tamamen yanlış olan bir görüştür. 

Arap Plinius’u da denen Abû-l-Hasan ‘Ali ibn al-Hussain ibn ‘Ali al-Mas’ûdî (doğumu 912’den önce Bağdat’ta; ölümü 957 civarında Kahire’de), ömrünün sonuna doğru kaleme aldığı Kitâb al-Tanbih val İşraf (İşaret ve Düzeltme Kitabı) adlı eserinde canlıların mineralden bitkiye, bitkiden hayvana, hayvandan da canlıya geçtiklerini söylüyor. Ancak bu gerçekten bir evrim kuramı mıdır, yoksa Rasâ’il İhvân al Safâ’ va Hillan al Vafâ’da gördüğümüze benzer bir düşünce tarzı mıdır? Bunu kestirmek kolay değil.

tarihçi ve sosyolog Abdurrahman ibn Haldun’un (1332-1406) İberadlı büyük tarih eserinin Giriş (meşhur Mukaddime) kısmında söylediklerinde görülür.

Burada söylenenler, kuşkusuz Rasâ’il İhvân al Safâ’ va Hillan al Vafâ’dan, Al-Mas’ûdî’den ve onlara kaynak oluşturmuş, ancak bugün artık kaybolmuş olan İslam kaynaklarından esinlenmişlerdir. Burada dile gelen fikirlerin ne derece yalnızca bir “Varlıkların Büyük Zinciri”ni ve ne derece ondan farklı gerçek bir evrim sürecini temsil ettiğini bilebilmek mümkün değilse de ibn Haldun’un tüm tarih felsefesinin evrimsel bir felsefe olduğunu bilmemiz, aşağıda alıntılanan fikirlerinin de evrimi kastettiği inancını güçlendiriyor:

“Bilinmelidir ki -Allah size ve bize kılavuz olsun- bu âlem içinde bulunan tüm yaradılmış şeylerle birlikte bir düzene ve sağlam bir yapıya sahiptir. Dikkate değer ve sonsuz bir örüntü içerisinde, nedenlerle nedenlerin sonucu olan şeyler arasında bağlantıları ve bazı varlıkların diğerlerine dönüşmesini gösterir. Gövde ve duyusal algılama dünyasıyla ve onun içerisinde önce görünen öğelerle başlayarak bu öğelerin nasıl dereceli ve sürekli bir şekilde topraktan suya, sudan havaya ve ondan da ateşe yükselen bir düzen içerisinde tertip edildiği görülür. Her öğe bir üstündekine veya bir altındakine dönüşmeğe hazırdır ve bazen gerçekten de dönüşür. Üstteki her zaman bir altındakine nazaran daha az yoğundur.

Nihayet, küreler dünyasına varılır. Bunların yoğunlukları diğer şeylerin hepsinden azdır. (...) Sonra yaradılış âlemine bakılmalıdır. Minerallerle başlamış, marifetli, tedrici bir şekilde, bitkilere ve hayvanlara doğru gelişmiştir. Minerallerin son aşaması bitkilerin otlar ve tohumsuz bitkiler gibi ilk aşamasına bağlıdır. Bitkilerin palmiye ağaçları ve üzümler gibi son aşaması, hayvanların sümüklüböcekler ve kabuklular gibi yalnızca dokunma duyusu olan ilk aşamasına bağlıdır.

Hayvanlar âlemi sonra genişler, türleri artar ve tedrici bir yaradılış süreci içerisinde nihayet düşünme ve tefekkür kabiliyeti olan insana gelir. 

bn Haldun İslam’ın yetiştirdiği son büyük bilim insanlarındandır. Ondan sonra -bilhassa Uluğ Bey, Ali Kuşçu ve diğerlerince temsil edilen Timurid rönesansını saymazsakİslam dünyasında artık bir bilimin, hele doğa biliminin varlığından söz etmek mümkün değildir. Ancak buraya kadar söylediklerim Orta Çağ’da İslam düşüncesi içerisinde bırakın evrime karşı olmayı, onu destekleyen ve geliştiren bilim insanlarının yetiştiğini ve bunların çok ilginç gözlemler yaptıklarını göstermektedir.

XXXXXXXXXXXX


İngiliz doktoru ve doğa bilimcisi Martin Lister’in (1639-1712) 1677’de yazdığı Oxfordshire’ınDoğa Tarihi adlı eserinde fosillerin eski canlıların kalıntıları olabilecekleri yorumunu, bunların bugün yaşayan canlılara tıpatıp benzemedikleri için reddettiğini, ancak kendi memleketlisi Robert Hooke’un (1635-1703) Micrographia adlı 1665’te yayımlanmış eserinde İngiltere’de bulunan fosillerin soyları tükenmiş canlılar olabileceğini öne sürdüğünü, ancak Hooke’un fikrinin çok taraftar bulamadığını görmüştük.

Christian Maximilian Spener’e yazdığı bir mektupta ise “bazıları”arasında kendisinin de olduğunu anlıyoruz:

“Pek çok şey, Kutsal Kitap’la da uyumlu olarak, bize insanın ortaya çıkışından önce yerkürenin sular altında olduğunu gösteriyor. Bundan sonra Tanrı, sulara karalardan çekilmelerini emretmişti. Daha önce, ışık karanlıktan ayrılana kadar, ateş egemendi. Daha sonra bugün düşünülemeyen kadar büyük değişiklikler oldu. Bu bilinmeyen dünyanın kalıntılarının, bulduğumuz hayvanların su hayvanları mı veya en azından çift yaşamlı mı olduklarının araştırılmaya değer olduğu kanısındayım. Bunları görerek, bilhassa denizel veya çift yaşamlı olanlardan bazılarının, sular kendilerini tamamen terk ettikten sonra karasal hayvanlara dönüştüklerini ve nihayet suda yaşamalarının imkânsız hale gelmiş olduğunu düşünebiliriz.”

Leibniz’in felsefesi hakkında bugüne kadar yazılmış en önemli eseri kaleme almış olan büyük İngiliz düşünürü Lord Bertrand Russell (1872- 1970), Batı Felsefesinin Tarihi (1945) adlı önemli eserinde Leibniz’in kendi işverenlerini mutlu edecek türden sıradan düşüncelerini yayımladığını, ancak en ilginç ve en çarpıcı görüşlerini yayımlanmadan çekmecelerinde bıraktığını anlatır. Bu düşünceleri yıllar sonra Leibniz’in el yazmaları ortaya çıkınca keşfedilmiş ve Russell ile onu izleyen felsefe tarihçileri bunları yayımlamışlardır.

Charles Darwin'in Galapagos Adaları'na yaptığı gezi, evrim teorisini geliştirmesine ilham kaynağı olmuşturDarwin, 1835'te beş hafta süren bu ziyaretinde, adalardaki canlıları incelemiş ve özellikle farklı adalarda yaşayan ve farklı gagaları olan ispinoz kuşlarını gözlemlemiştir. Bu gözlemleri, doğal seçilim yoluyla evrim fikrinin temellerini oluşturmuştur. 

TÜRLERİN ADI CENNETTE KONULDU

Leibniz’in Protogaea’sının 1749’da yayımlanmasından sadece 14 sene önce İsveçli büyük botanikçi Carl von Linné (1707-1778) tüm canlıların iki isimli bir adlama kullanılarak (yani cins ve tür) sınıflanmasını öneren Systema Naturae (Doğanın Sistemi) başlıklı temel eserini yayımladı.

Mesela günümüz insanı bu sınıflamada “homo sapiens” olarak geçer. Köpek “canis familiaris” tir. Kurt ise “canis lupus”- tur. Buradan köpek ve kurdun aynı cinse ama ayrı türlere ait olduğunu görürüz derhal. Linné her türün değişmez bir birim olduğu kanısındaydı. Kutsal Kitap’a dayanarak Âdem’in cennette her canlıya bir isim vermiş olduğunu, dolayısıyla canlıların ilk yaratıldıklarından beri değişmediklerini savunuyordu.

YOZLAŞMA TEORİSİ

18. yüzyılda bu konudaki ilk ciddi kuşkular 1744’te yayımlanmaya başlayan ve sonunda 44 cilde ulaşan dev Doğa Tarihi (Histoire Naturelle) kitabıyla belirmeye başladı. Kitabın yazarı aydınlanmanın MontesqieuVoltaire ve Rousseau ile birlikte en önemli dört yazarından biri addedilen George Louis Le Clerk Comte de Buffon’du (1707-1788). Kont de Buffon bugün Paris Ulusal Doğa Tarihi Müzesi diye bildiğimiz Jardin Royal des Plantes Médicinale’ın (Kraliyet Şifalı Bitkiler Bahçesi) müdürüydü.

Dünyanın en eski ve bugün en muhteşem doğa tarihi müzesi olan bu eşsiz kurumun zengin koleksiyonları Buffon’a bütün doğayı elden geçirerek doğa tarihi konusunda 18. yüzyılın en önemli eserini yaratma imkânını vermiştir. Bu dev eserinde Buffon, o zamanlar pek revaçta olan dejenerasyon, yani yozlaşmayla canlıların değişip değişmediği fikrini ele almıştır.

EŞEK BAHSİ VE TÜRLERİN KÖKENİ

BUFFON ölümsüz eserinde “eşek” bahsinde bu konuyu detaylı olarak ele alır: “Bu hayvanı dikkatli gözlerle ve çok detaylı olarak incelediğimiz zaman bile yalnızca dejenere olmuş bir at olarak görünür: Beyinde, akciğerlerde, midede, bağırsaklarda, kalpte, karaciğerde, diğer iç organların düzeninde görülen mükemmel benzerlikle, gövdede, butlarda, ayaklarda ve tüm iskelette görülen büyük benzerlik bu fikri desteklemektedir. Bu iki hayvan arasında bulunan ufak farklar, iklimin çok eski etkilerine, besine ve giderek dejenerasyonları artan yarı dejenere küçük yabani at nesillerinin birbirlerini tesadüfî bir şekilde izlemiş olmasına bağlanabilir. 


X


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️