25 Haziran 2025 Çarşamba

Asırlardır 'Dede Korkut Hikayeleri'


oguz-2

Türklerin soyağacı haritası 

Altay Dağları'nın kuzeyi ile Sayan Dağları'nın güneybatısı arasındaki bölge, Türklerin bilinen en eski anayurdu olarak kabul ediliyor. Bu topraklarda yeşeren Afanasiyevo (M.Ö. 2500-1700) ve Andronovo (M.Ö. 1700-1200) kültürleri, Proto-Türklerin izlerini taşır.

























"Türk" Adını Taşıyan İlk Devlet: Göktürkler

Hunlar, M.Ö. 300'lü yıllarda tarih sahnesine çıkarken, Göktürkler 552 yılında bağımsızlık ilan ederek "Türk" adını devlet kimliğiyle ilk kullanan topluluk oldu. Göktürkler, Kore'den Kafkaslar'a kadar geniş bir coğrafyada hâkimiyet kurdu. Türk kimliği, bu dönemde sistemli bir şekilde oluştu.

Göktürklerin yıkılmasıyla Türk boyları kendi devletlerini kurmaya başladı. Batı'da Türgiş-Oğuz, Doğu'da Dokuz Oğuz-Uygur, kuzeyde Kıpçak, Orta Asya'da Karluklar ön plana çıktı. Bu boylar tarih boyunca Karahanlılar'dan Memlüklere, Altın Ordu'dan Gaznelilere kadar pek çok devlete damga vurdu.

Türklerin soyağacı haritası ortaya koyuldu! Ülke ülke 5 büyük göç haritası: Hangi boya aitsiniz? Oğuz, Türkmen, Kıpçak…

Türklerin soyağacı haritası ortaya koyuldu! Ülke ülke 5 büyük göç haritası: Hangi boya aitsiniz? Oğuz, Türkmen, Kıpçak…

Asırlardan Bu Yana Anlatılan 'Dede Korkut Hikayeleri' 


Tarih boyunca göçebe bir millet olduğumuz için maalesef binlerce yıllık kadim kültürümüzden bugüne kadar gelen kaynakların sayısı oldukça az. Dede Korkut Hikayeleri ise bu sınırlı kaynak arasında kıymetli bir inci gibi parlıyor. Yüzlerce yıl boyunca dilden dile anlatılan Dede Korkut Hikayeleri, şanslıyız ki bir dönem kaleme alınmış ve günümüze kadar gelmeyi başarmış az sayıdaki nüsha sayesinde bize de aktarılmış.

Dede Korkut Hikayeleri, İslamiyet öncesi Türk dünyasının kültürünü en net anlatan eserlerden bir tanesidir. Türklerin Oğuz boyuna ait olan bu hikayeler, destandan halk hikayeciliğine geçişin önemli örneklerindendir. Öykülerde anlatılanlar ise belki bir bin yıl daha okunacak türden bir anlatıya sahip. Gelin Dede Korkut Hikayeleri isimlerine, özelliklerine ve nasıl ortaya çıktığına yakından bakalım.

Dede Korkut Kitabı’nın Almanya’da bulunan Dresden nüshası 1815’ten, Vatikan nüshası 1950’den beri bilinmekteydi. 

Hiç bilmeyenler için kısaca anlatalım; Dede Korkut Hikayeleri nedir?

Dede Korkut Hikayeleri, İslamiyet öncesi Türkler dönemindeki Oğuz boyunda anlatılan destansı özelliklere sahip halk hikayeleridir. Sözlü edebiyat ürünü olmasına rağmen ortaya çıkmasından yüzlerce yıl sonra yazıya dökülmüştür. 

🔻Oğuznamelerden; İngiltere nüshaları geliyor. Makalenin içine öğrencim Yakup Sarıkaya’nın eski yazıdan aktardığı Muallim Cevdet’in yazısını da koymuşum. 1918’de yazılmış. “Ahmet Vefik Paşa’nın kütüphanesi fihristinde iki nüsha Oğuzname” varmış. Çağatayca eserler de bulunan 15.000’e yakın çok değerli kitaptan oluşan kütüphane “paşanın ölümünden sonra borçlarını ödeyebilmek için kısım kısım satılmış, geri kalanların da iki sene sonra ayrıca basılı bir katalogu yapılarak satışa” arz edilmiş.❗️

Bugün bildiğimiz Dede Korkut Hikayeleri, bu el yazmalarının günümüze kadar gelmeyi başarmış üç nüshasından aktarılır. 

Dede Korkut Hikayeleri’nin günümüze kadar kalan üç nüshası ve özellikleri:

dede korkut hikayeleri

  • Dresden nüshası/Berlin.
  • Vatikan nüshası
  • Türkistan nüshası 

Dresden nüshası:

H. O. Fleisch tarafından tarafından bulunmuş olan ve başlığı Kitâb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân olan Dede Korkut Hikayeleri Dresden nüshasında bir giriş bölümü ve 12 hikaye bulunur. Bu nüsha Almanya’nın Dresden bölgesinde saklanmaktadır. Sonradan 1815 yılında orijinalinden aktarılan bir kopya ise Berlin Kütüphanesi’nde saklanmaktadır. 

Vatikan nüshası:

Evet biraz ilginç ancak Hristiyan Katolik mezhebinin merkezi olan Vatikan’da, Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrı başlığını taşıyan bir Dede Korkut Hikayeleri nüshası bulunuyor. Nüshada giriş bölümü ve 6 hikaye bulunur. Vatikan Kütüphanesi’nin Türkçe bölümünde 102 numaralı kayıtta saklanmaktadır. 

Vatikan nüshasında bulunan hikayeler Dresden nüshasında bulunan hikayelerden farklıdır. Bazı uzmanlara göre aslında bugüne gelememiş başka bir nüsha vardı ve hem Dresden hem de Vatikan nüshası ondan kopyalanmıştı. Nüshaların arasındaki farkın ise farklı anlatıcı aktarımları yüzünden olduğu tahmin ediliyor. 

Türkistan nüshası:

Uzun yıllar Dede Korkut Hikayeleri’nin yalnızca Dresden ve Vatikan nüshaları biliniyordu. Ta ki 2018 yılında Kazakistan’da bulunan nüshaya kadar. Bu nüsha ilginçtir çünkü bilinen 12 hikayeye ek bir de Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi hikayesini yani 13. hikayeyi barındırır. Nüshanın 14. yüzyıldan kaldığı tahmin ediliyor. 

Gelin tarihin tozlu sayfalarında biraz dolaşalım; Dede Korkut Hikayeleri nasıl, ne zaman ortaya çıktı?

dede korkut hikayeleri

Dede Korkut Hikayeleri’nden bir tanesi olan Alpamış’ın 5. ya da 6. yüzyılda ortaya çıktığı tahmin ediliyor. Diğer hikayelerin ise 11. ve 12. yüzyılda anlatıldığı düşünülüyor. 11. yüzyılda Oğuz Türklerinin Kuzey İran’ı, Güney Kafkasya’yı ve Anadolu’yu fethetmeleri ile birlikte hikayeler bu bölgelerde de yayılmaya başlamıştır. 

Tabi, günümüze kadar kalan el yazmaları bu kadar eski değil. Elimize ulaşan en eski nüshanın 14. yüzyılda, diğerlerinin ise 15. yüzyılda yazıya geçirildiği tahmin ediliyor. Bu hikayelerin Kars ve Erzurum civarında hüküm süren Akkoyunlu devletinde yaşayanlar tarafından yazıya aktarıldığı düşünülüyor. 

Dede Korkut Hikayeleri’nin özelliklerine bakalım:

  • Dede Korkut Hikayeleri, Türklerin Anadolu’daki maceralarıdır.
  • Dili oldukça sadedir.
  • Dede Korkut Hikayeleri’nde Azeri lehçesi göze çarpar.
  • İslamiyet öncesi Türk kültürü hakkında eşsiz bir kaynaktır.

Dede Korkut Hikayeleri, Türklerin Anadolu’daki maceralarıdır:

dede korkut hikayeleri

Dede Korkut Hikayeleri’nin büyük bir bölümü Güneydoğu Anadolu’da bulunan Dicle Nehri ile Aras Nehri arasındaki Kara Dere ve Deraşam Suyu etrafında geçer. Fakat bir hikayede net bir şekilde Trabzon tasviri vardır. Yani Dede Korkut Hikayeleri, Türklerin Anadolu’daki maceralarıdır desek yanlış olmaz. 

Dili oldukça sadedir:

Dede Korkut Hikayeleri’nde nazım ve nesir yani şiir ve düz yazı bir arada kullanılmıştır. Hikayelerin dili son derece sadedir ancak duygusal yansımaları olan şiirlerle süslenmiştir. Dede Korkut Hikayeleri, sözlü Türk edebiyatında destandan halk hikayelerine geçişin de en önemli örneklerinden bir tanesi olmuştur. 

Dede Korkut Hikayeleri’nde Azeri lehçesi göze çarpar:

dede korkut hikayeleri

Dede Korkut Hikayeleri’nin genel dil özelliklerini incelediğimiz zaman Azeri lehçesinden izler görüyoruz. Ancak günümüzdeki lehçe ile kıyaslandığı zaman tüm metnin bu şekilde oluşturulmadığı da görülüyor. Azerbaycan Türklerinin de Oğuz boyundan geldiğini düşünürsek bu lehçe özelliklerinin görülmesi hiç de sürpriz değil. 

İslamiyet öncesi Türk kültürü hakkında eşsiz bir kaynaktır:

Türkler İslamiyete geçtikten sonra kaynaklarımız biraz daha bollaşıyor ancak binlerce yıllık bir İslamiyet öncesi dönem hakkında maalesef üçüncü kaynaklar dışında pek fazla detay bulunmuyor. Dede Korkut Hikayeleri ise tam da bu dönemi anlattığı için, üstelik en yalın haliyle anlattığı için son derece önemli bir kaynak olarak kabul edilir. 

Dede Korkut Hikayeleri İslamiyet öncesi Türklerin, özellikle de Oğuz boyu Türklerinin yaşam biçimini, ekonomik yapısını, inanç sistemini, kıyafetlerini, yeme alışkanlıklarını en net biçimde anlatır. Örneğin her hikayenin bir toyla yani karar verme öncesi yapılan eğlence toplantıları ile başlaması bile son derece önemli bir bilgidir. 

Farklı nüshalarda karşılaştığımız Dede Korkut Hikayeleri isimleri:

dede korkut hikayeleri

  • Dresden nüshasındaki hikayeler:
    • Dirse Han Oğlu Boğaç Han
    • Salur Kazan'ın Evi Yağmalanması
    • Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek
    • Kazan Bey Oğlu Uruz'un Tutsak Olması
    • Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
    • Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
    • Kazılık Koca Oğlu Yegenek
    • Basat'ın Tepegöz'ü Öldürmesi
    • Begin Oğlu Emren
    • Uşun Koca Oğlu Segrek
    • Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruz'un Çıkarması
    • İç Oğuz'a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldürmesi
  • Vatikan nüshasındaki hikayeler:
    • Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han
    • Hikayet-i Bamsı Beyrek
    • Hikayet-i Salur Kazan'ın Evi Yağmalanduğudur
    • Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur
    • Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey
    • Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz'a Asi Olup Beyrek Vefatı
  • Türkistan nüshasındaki hikayeler:
    • Dirse Han Oğlu Boğaç Han
    • Salur Kazan'ın Evi Yağmalanması
    • Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek
    • Kazan Bey Oğlu Uruz'un Tutsak Olması
    • Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
    • Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
    • Kazılık Koca Oğlu Yegenek
    • Basat'ın Tepegöz'ü Öldürmesi
    • Begin Oğlu Emren
    • Uşun Koca Oğlu Segrek
    • Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruz'un Çıkarması
    • İç Oğuz'a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldürmesi
    • Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi

Kadim Türk kültürünün en önemli halk hikayelerinden olan Dede Korkut Hikayeleri nasıl ortaya çıktı, isimleri ve özellikleri nelerdir gibi merak edilen soruları yanıtladık. Eğer hala okumadıysanız emin olun çok şey kaçırdınız demektir. 


Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar Türk dünyasının hiçbir yerinde, onun tanınmadığı, bilinmediği, adının anılmadığı, destanlarının, hikmetlerinin, şiirlerinin, sözlerinin söylenmediği hiçbir yer mevcut değildir. 

Profesör Fuat Köprülü derslerinde: ‘Bütün Türk edebiyatını terazinin bir kefesine, Dede Korkut’u öbür kefesine koysanız, Dede Korkut daha ağır basar’, dermiş.

Berlin yazmasının macerası

Bir de ünlü Berlin yazması var: Er-Risâletu min-Kelimâti Oğuznâme el-Meşhûr bi-Atalar Sözi. Hani şu Evvel sağlığa çalalum sağlık gelsün, esenlige çalalum esenlik gelsün diye şiirli bir şekilde başlayan ve Ap alaca çiçekden öndüm ben Dede Korkut. Bir katra murdar meniden döndüm ben Dede Korkut. Ana rahmine düşdüm, ata belinden endüm ben Dede Korkut. Ala göz div kızından doğdum ben Dede Korkut… Oğuz üç yüz altmış alp kopdı. Yigirmi dört ḫas boy, otuz iki… Selçik Sultün selveri Kazan, okçısı Kozan, yeŋlisi Karmış oğlı Dede Korkut diye bize hem Korkut Ata hem Oğuzlar hakkında şaşırtıcı bilgiler veren yazma.

Berlin yazması 1811’den beri bilim dünyası tarafından biliniyor. Çünkü Dede Korkut Kitabı’nın Dresden nüshasını dünyaya tanıtan meşhur von Diez, 1811-1815’te bu yazmayı da tanıtmış ve içindeki 400 atasözünü Almanca çevirileriyle birlikte yayımlamış. Nehir Destan Oğuzname kitabımı bitirirken Ötüken’den sevindirici bir haber geldi. Diez’in 200 yıl önceki yayını Almancacı dostlarımızdan Hasan Güneş tarafından Türkçeye çevrilmiş; Ötüken Neşriyat da çeviriyi basmış.

Berlin yazmasının Türkiye’deki macerası da ilgi çekici. 1920’lerin ikinci yarısında olmalı. Almanya’da doktora yapmakta olan Ahmet Caferoğlu yazmayı eliyle kopya ediyor ve kopyayı Orhan Şaik’e “göndermek lûtfunda” bulunuyor. Bu sayede biz, Berlin yazması hakkındaki ilk bilgileri ve yazmanın ilk sayfalarındaki metni Gökyay’ın 1938’de Aylı Kurt yayınlarından çıkan Dede Korkut kitabından öğreniyoruz.

Anlaşılan Gökyay, yararlandıktan sonra kopyayı Caferoğlu’na geri göndermiş. Çünkü 1958’de Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Dede Korkut Kitabı’nda Muharrem Ergin de bu yazmadan bahsederken şöyle diyor: “Eserin Prof. Ahmet Caferoğlu tarafından istinsah edilen bir kopyası elimizdedir.”

Benim cömert hocam! Ay sonlarında asistanlara borç verdiği meşhûr-ı âlemdir. Hatta kendisinden borç istemeyen Mehmet Çavuşoğlu’na bu yüzden küstüğü bilgisi, Necmettin Hacıeminoğlu ile Birol Emil hocalarımdan bana aktarılmıştır. Demek ki sevimli hocamız sadece parada cömert değil, ilimde de cömertmiş. Öyle ya, ta Berlinlerde eliyle istinsah ettiği yazmayı pek ala kendisi de yayımlayabilirdi.

Caferoğlu kopyası Muharrem Ergin’de amma… Yazmanın baş tarafında yer alan “Kan alan Emir Süleyman Sultan” ibaresi işi karıştırmış. Ergin Hoca diyor ki bu yazmanın Emir Süleyman zamanında yazıldığı anlaşılmaktadır. Yani 15. yüzyıl başında. O da tabii Bayezid’in oğlu Çelebi Süleyman olmalı. Neticede hocamız yazmayı 15. yüzyılın başına yerleştiriyor.

Büyük bir ihtimalle Caferoğlu yazmanın tamamını kopya etmemiş. 41b’nin sonunda temmet Oğuznâme kaydı var. Yani yazmadaki Oğuzname bölümü orada bitmiş. Fakat yazma 40 küsur yaprak daha devam ediyor. Yazı aynı olduğu gibi Oğuzname bölümünün son sayfasının alt köşesinde de sonraki yaprağın çobanı var. Yani sonraki yaprağın ilk kelimeleri: ḫarcı yimek ki.

Caferoğlu Hoca gibi cömert Türk bilimciler bugün de var. Ali Duymaz dostum elektronik ortamındaki yazmayı benim bilgisayarıma gönderiverdi. Ben de o cömertliğe karşı yazmanın tamamını okudum.

Oğuzname’den sonra insanın iştahını kabartacak yemeklerden bahsediliyor. Yemek ve tatlılarda kullanılan malzemeler, kimlere ne kadar verildiği filan. Aman Allahım, harika bir metin! Kanuni’nin şehzadelerinin sünnet düğününde yapılan yemeklermiş meğer. Osmanlı mutfağı için çok önemli bir malzeme. Bunu mutlaka yayımlamalıyım. Ama bir dakika… Belki de metin üzerinde çalışılmıştır. Birkaç gün araştırdım. Bir şey bulamadım. Turgut Kut, Günay Kut?… Yok, bir şey bulamadım. Öyleyse birilerine sormalıyım. Osmanlı tarihçilerinden birinin telefon numarası telefonumda kayıtlı imiş: Erhan Afyoncu. Hay Allah, Erhan da şimdi Millî Savunma Üniversitesine rektör oldu. Bakalım ulaşabilecek miyim? Hoş bir ses geldi telefondan, “Abi” dedi, “öyle bir şey hatırlıyorum. Ben araştırıp sana döneyim.” Ertesi gün aradı. “Günay Kut Hoca yazmış.” dedi ve künyeyi verdi: III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri V. cilt. Yıl 1987. Nail Tan dostum, siz neler yapmışsınız!… Fakat Folklor Kongresi’nin bildirilerine ulaşmak o kadar zor ki! Afyoncu dostum onu da tarayıp göndermez mi? Eh, cömertlerin sayısı arttı.

Yazmada daha sonra Şehzade Selim’in fetihnamesi var; Şah Tahmasb’a yazdığı mektup var. Acaba eser 16. yüzyıla mı ait? Hayır, sonuna kadar okumalıyım. Hem okudum, hem de yazmayı tanıtan bir makale yazdım. O makale de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından yayımlanan Umay Günay Armağanı’nda çıktı.

Sonunda yazmanın 80b sayfasına geldim. Sayfa ortalarında Târiḫler der-Sultan Murad hakkına diye kırmızı mürekkepli bir başlık var. 4. Murad’ın cülusuna düşülmüş mısralar: On yedinci şâh oldı âleme Sultan Murad, sene 1033 (sayı ile yazılmış); didiler Sultan Murâd-ı râbi oldı pâdişah, sene 1033 (yine sayı ile). Daha birkaç mısra var ve hepsinde sene 1033 yazıyor. Yani 4. Murad’ın tahta çıkış tarihi. Miladi 1623. Böylece anlaşılmış oluyor ki bu yazma da 1623’ten önce yazılmış olamaz.

♻️

24 OĞUZ BOYU

oguz-2

24-oguz-boyu-2

24oguzboyu

Soyumuz, Oğuz Han‘dan gelmektedir. Atamız Oğuz Han‘ın “Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” adlarında 6 (altı) tane oğlu vardır. Oğuz Han’ın her oğlunun da dört tane oğlu vardır. İşte Atamız Oğuz Han’ın altı oğlundan olan 24 tane torunu, bugünkü “24 Oğuz Boyu“nu meydana getirmiştir. Bütün dünyaya yayılan Oğuzlar, bu 24 boya dayanmaktadır.


https://youtu.be/fab1jpvmCVQ?si=98SE3MdT9zpdXpAk


https://youtu.be/km2PF8gHK8U?si=z6iutJgzjh5FiEXv


https://youtu.be/cToV3CRYIEA?si=pkr3jxvA1iTkwea5


Oğuz Kağan Destanı ve Nüshalar

Oğuz Kağan Destanı, Türklerin atası olduğuna inanılan Oğuz Kağan’ın hayatını anlatan ve bu çerçevede de Türklerin yaşayışları hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayan metinlerdir. Orijinali ve eksiksiz metin elimizde değildir ve öne çıkan farklı iki nüshada ele alınan kimi parçalar vasıtasıyla Oğuz Kağan Destanı ve muhteviyatından haberdar olabiliyoruz. Bu nüshalar rivayetlerle harmanlanarak ve hikâyeleşerek günümüze ulaşsa da Türk tarihinin önemli bir parçası olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Bu yazıda Oğuz Kağan Destanı genel olarak ele alınacak ve içindeki bilgilerle Türk tarihine dair elde edilen bazı bilgiler incelenecektir.

Oğuz Kağan Destanı’nın Nüshaları ve Nüshaların Muhteviyatı

Büyük Hun İmparatoru Mete Han veya İranlıların Afrasiyab dedikleri Alp Er Tunga olduğu sanılan[1] Oğuz Kağan’ın hayatını ve bu çerçevede Türklerin yaşayış şekillerini anlatarak milletlerin ve toplumların ortak bilinçlerini oluşturan bu destanın öne çıkan iki nüshası vardır. Bu nüshalardan birincisi, yazarı bilinmeyen ve bir Uygur tarafından yazıldığı anlaşılan Uygurca Oğuz Kağan destanıdır. Uygur alfabesiyle yazılan Oğuz Kağan Destanı nüshası İslamiyet öncesi devreye aittir. İslamiyet öncesine ait Uygur harfli yazmanın eskiliği, destanî saflığın korunmasına bir dereceye kadar imkân vermiştir.[2] Uygurca yazılmış olan bu eser Willy Bang-Kaup ve G. Rahmeti Arat tarafından 1936 yılında Türkçeye çevrilmiştir. Paris Kütüphanesi’nde bulunan bu eserin ilk bölümü eksiktir. İkinci nüsha ise on dördüncü yüzyılın başında İlhanlı veziri Reşidüddin’in yazıya geçirdiği eserdir. 

Destanın yazıya geçirilmiş nüshalarından Türklerin tarihleri ve yaşayışları hakkında olduğu kadar algılarına da ulaşılabilir. Destanın Uygurca yazılmış nüshasında Oğuz Kağan’ın gökten inen ışığın içindeki kızla evlenince doğan üç oğluna Kün (Güneş), Ay ve Yultuz (Yıldız) isimlerini, göl ortasındaki ağaç kovuğundaki kızla evlenince doğan üç oğluna Kök (Gök), Tağ (Dağ) ve Tengiz (Deniz) isimlerini vermiştir. Bu isimler, Türk kozmogonisi (evrendoğum) anlayışına dair motifleri ihtiva ediyor olabilir: Önce Göktanrı’nın yarattığı Güneş, Ay ve yıldızların oluşturduğu uzay, ardından Yer-Su Tanrısının yarattığı gök, dağlar ve denizleri yarattığı anlaşılabilir. 

Tanrı’nın varlığı veya evrenin nasıl oluştuğu gibi sorulardan başka, destan içerisinde (iki nüshada da) Türklerin hakimiyet sistemlerine dair bilgiler vardır. Her iki nüshada da aynı olan şey şudur: Oğuz Kağan mutlak bir hâkimiyet sahibidir ve bu hakimiyet gücünü kimseyle paylaşmamaktadır. Reşidüddin’in nüshasında bu durum daha belirgindir. Sefere oğulları ile gider ve oğullarından her alanda mutlak itaat bekler; hatta onları kendisine olan biatlarıyla sınar. [5] Güçlü bir ve merkezi sistemi bir hükümdar izlenimi veren Oğuz Kağan, oğullarına verdiği ödüllerin sebeplerini bilip bilmediklerini oğulları ve beylerine sorunca “Onu en iyi sen bilirsin, biz ne bilelim.” cevabını almıştır.[6]






Bir hükümdarın mutlak gücü ve oğullarının ona biatıyla çok sayıda sefer ve fetihler gerçekleştiren Oğuz Kağan,bin yaşında vefat ettiğinde[7] yerine oğlu Kün Han geçmiştir. Kün Han tahta geçtiği zaman tedbirli, akıllı ve görmüş geçirmiş yaşlı bir insan olan Irqıl Hoca adında kişi, Kün Han’a bir nevi kardeş kavgalarını önlemesi adına tavsiyeler vermiştir: “Sizin (Oğuz Kağan’dan) altı oğulun dörder taneden yirmi dört evladınız var. Olabilir ki onlar sonradan birbirleriyle çekişebilirler. Bunun çaresi olarak her birinin rütbesi, adı ve lakabı kararlaştırılsın, her biri yerini bilsin. Bunun yapmak devletin devamlılığı ve uruğun iyi nam kazanmasının gereğidir.”.[8] Bu noktada varılacak iki sonuç vardır. İlki, günümüzde de Türkistan coğrafyasında hüküm süren bazı devletlerde kullanılan “aksakallı” sözünü karşılayacak nitelikte bir insanın Han’a tavsiye/öğüt vermesi ve akabinde bunun kabul edilmesi; meşveret ortamının oluştuğunu, bilge insanların fikirlerinin kıymet gördüğüdür. Bu durum, destan içerisinde bir vezirlik makamı gibi de değerlendirilebilir.[9] Aynı zamanda devletin devamlılığı bilinci ve uruğun (boyun) gerçekleştirdiği işlerle çevre illerde iyi nam salmasının gerekli olduğu düşüncesi, bize destanın geçtiği zamandaki yönetim anlayışı hakkında ciddi ipuçları vermektedir. Yapılan iyi işlerin takdirle karşılanması ve diğer boyların ve illerin saygısının kazanılması, gelecekte bir sefer ve/veya fetih döneminde mevzubahis bölge halkının Oğuz Kağan’ın oğullarının egemenlik ve meşruiyetlerini daha kolay tanıyabileceği anlamına gelebilir. Bu bağlamda bu bilincin var olması önemlidir.

Oğuz Kağan’ın vefatıyla biten Uygurca yazılı nüshadan farklı olarak Reşidüddin’in nüshasında olaylar Oğuz Kağan’dan sonra da devam eder.[10] Zeki Velidi Togan’ın yayınladığı Oğuz Destanı, içinde veraset sistemine dair bilgileri de barındırır. Oğuz Kağan’ın vefatından sonra yetmiş yaşındayken onun yerine geçen ve yetmiş sene hükmettiği belirtilen Kün Han, Oğuz Kağan’ın büyük oğlu olarak işaret edilmiştir.[11] Bu bölümden, veraset sisteminin Kağan/Han’ın en büyük oğluna hükmetme yetkisi verdiği tespit edilebilir.

Onur Karabağ

Stratejik Ortak Misafir Yazar

[vc_toggle title=”KAYNAK”]

BARS, M. E., “Metinlerarası İlişkiler Bağlamında Oğuz Kağan Destanı’na Bir Bakış”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim (TEKE) Dergisi, C. II, S. 4, 2013, s.181-197

ERCİLASUN, A. B., “Oğuz Kağan Destanı Üzerine Bazı Düşünceler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, C.XXXIV, S. 1986, 1986, s.13-16

KAVAS, İ., “Oğuz Kağan Destanındaki İktidar Yapısı”, Tarih ve Gelecek Dergisi, C. III, S.1, 2017, s. 183-192

ONAY, İ, “Türk Kültür Tarihi Bakımından Oğuz Kağan Destanı ve Önemi”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. CLXXI, S. 171, 2013, s. 29-44

TOGAN, Z. V., “Oğuz Destanı”, İstanbul 1982

[1] İbrahim Onay, “Türk Kültür Tarihi Bakımından Oğuz Kağan Destanı ve Önemi”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. CLXXI, S. 171, 2013, s.29

[2] Mehmet Emin Bars, “Metinlerarası İlişkiler Bağlamında Oğuz Kağan Destanı’na Bir Bakış”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim (TEKE) Dergisi, C. II, S. 4, 2013, s.182

[3] Onay, a.g.m., s.31

[4] Ahmet Bican Ercilasun, “Oğuz Kağan Destanı Üzerine Bazı Düşünceler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, C.XXXIV, S. 1986, 1986, s.3

[5] Zeki Velidi Togan, “Oğuz Destanı”, İstanbul 1982, sf.39.

[6] İsmail Kavas, “Oğuz Kağan Destanındaki İktidar Yapısı”, Tarih ve Gelecek Dergisi, C. III, S.1, 2017, s.188

[7] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s.49

[8] Togan, a.y.

[9] Kavas, a.g.m., s. 190

[10] Bars, a.g.m., s. 194

[11] Togan, a.g.e., s. 49

[/vc_toggle]



Xx


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️