25 Haziran 2025 Çarşamba

MUALLİM CEVDET

"Akıllı olan kişi kendi ilminin üstünde bir ilmin varlığını kabul eden kimsedir.''

İNANÇALP, MUALLİM CEVDET (1883-1935


Bolu'da doğdu. Babası Mülazım Mehmed Sâdi, annesi Fatma Hanım'dır. Soyadı kanunu çıkınca İnançalp soyadını aldı. İlkokul ve ortaokul öğrenimini Bolu'da; liseöğrenimini Kastamonu'da yatılı olarak tamamladı. 

1901'de Dârülfünun Hukuk Mektebi'ne girdi. Ancak babasının hastalığı üzerine öğrencilerine "1 sarı altın lira" aylık veren Dârülmuallimîn'in Edebiyat Bölümü'ne kaydoldu. Bu bölümü birincilikle tamamladı.

Aldığı özel dersler sayesinde iyi bir Arapça bilgisine sahip oldu. İlk görev yeri Darüşşafaka'da Türkçe ve Arapça öğretmenliği yaptı.İki yıl sonra istifa ederek özel konaklarda ve Şemsülmaârif ve Burhân-ı Terakkî gibi özel mekteplerde görev yapmaya başladı. Bu arada Fransızca da öğrendi.

1907 yılında Bakü'ye giderek Neşr-i Maârif Cem'iyet-i İslâmiyesi (Bakü İslam Cemaati) öncülüğünde usûl-i cedit tarzı eğitim vermek üzere ve müdürü olduğu "Füyûzat" adlı öğretmen okulunu açtı ve Ruslar'ın tepkisiyle Azerbaycan'dan ayrılıncaya kadar bu okulda on üç ay görev yaptı. Bu arada Rusça öğrenmiş, tarih araştırmaları yapmış ve pedagojik formasyonunu geliştirmiştir.

İstanbul'a döndükten sonra (1908) Robert Kolej'de maaşlı ve Çoban Gazi Mustafa Paşa Okulu'nda ücretsiz öğretmenlik yaptı. 1909 yılında öğretmenlik bilgisini geliştirmek ve "çocuk eğitimi uzmanı" olmak emeliyle kendi imkânlarıyla Avrupa'ya gitti. Cenevre'de pedagoji, Paris Collège de France'ta pedagoji, tarih ve felsefe eğitimi aldı. Başta Emile Durkheim, Henry Bergson vb. olmak üzere meşhur düşünür ve eğitimcilerin ders ve konferanslarına katıldı. Ümmet dergisine Avrupa'dan eğitimle ilgili makaleler gönderdi.

Dârülmuallimîn Müdürü Sâtı Bey'in daveti üzerine 1910 sonlarında İstanbul'a dönerek, bu okulda 1925 yılına kadar görev yaptı. Sırasıyla fenn-i terbiye(pedagoji), sarf, nahiv ve mâlûmât-ı medeniye ve içtimâiye derslerini okuttu. 1925'te bu okuldaki öğretmenlik görevinden alınarak kütüphanememurluğuna getirildi. Bu sırada arşiv tasniflemesi ve bazı arşiv koleksiyonlarının ülkeye iadesi çalışmalarında bulundu. Gösterdiği başarılar ve arşivciliğe yaptığı olumlu katkılardan dolayı Türk arşivciliğinin kurucularından ve önderlerinden addedilir. İstanbul Erkek Lisesi din dersleri, Erenköy Kız Lisesi Farsça, adı İstanbul Erkek Öğretmen Okulu haline gelmiş olan Dârülmuallimîn'de tarih ve coğrafya, Gelenbevî Ortaokulu'nda tarih, coğrafya, Robert Kolej'de Türkçe ve tarih öğretmenliği ve Çemberlitaş Ortaokulu'nun Türkçe öğretmenliklerinde bulundu. Verdiği derslerle ünlenen Mehmed Cevdet'in adının Muallim Cevdet olarak tanınması bu süreçte olmuştur.

Robert Kolej'de çalışırken müslüman-Türk öğrencilerin kiliseye götürülmelerine karşı mücadele etmiş, onlara dinî ve millîkonularda ücretsiz dersler vermiştir. 1931'de sağlığının bozulması yüzünden öğretmenlik mesleğinden ayrılmıştır.

Ancak bu defa Başbakanlık Tarih Evrakı İnceleme Kurulu ile İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Kurulu başkanlığına atanmıştır. Özellikle tarihî eserlere karşı olan lakayt durumdan rahatsız olarak Başvekil İsmet Paşa'ya gönderdiği telgrafla (17 Mayıs 1931) Bulgaristan'a satılan arşiv belgeleri konusunu gündeme getirdi. İcra Vekilleri Heyeti kararıyla 1932'de onun başkanlığında yeni bir evrak tasnif heyeti oluşturuldu. 

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan kitapharita ve krokileri inceleyen bir komisyonda görev aldı. 9 Eylül 1933 tarihinde Türk Tarih Kurumu'na aslî üye olarak seçildi. Hastalığının artması üzerine 15 Nisan 1935'te arşivdeki ve Topkapı'daki bütün resmî görevlerinden istifa etti. 3 Aralık 1935 tarihinde vefat etti, vasiyeti gereği Edirnekapı Mezarlığı'nda Babanzâde Ahmed Naim'in yakınına defnedildi. Ancak 1970'te çevre yolu düzenlemesi sırasında kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi.

Muallim Cevdet Ümmet, Tedrisat, Yeni Nesil ve Muallimler mecmualarında eğitim ve pedagoji, Yeni Mecmua'da "Ahîlik ve Oğuznâme", Dergâh'ta ise "Dede Korkut" hakkındaki yazılarıyla tanınmış önemli bir eğitimcidir. Yerel tarihle ilgili olarak eğitimde gezi ve gözlem tekniğini Türkiye'de ilk defa etkin olarak uygulayanlar arasındadır. Özellikle karakter eğitimine; dinî ve millî duyguların gelişimine çok önem vermiş, ahlakî değerlere, içsel duyguya dayalı eğitim felsefesini savunmuş ve muhakemeye yer vermeyen skolastik eğitim sistemine karşı çıkmıştır. Ailelerin ve eğitimcilerin adaletli, cesur, düzenli, sabırlı, gelecek rüyası taşıyan şuurlu nesiller yetiştirmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Pedagojik rehberlikyanında meslekî ve teknik eğitime de önem verilmesi gerektiğini, kızların eğitiminin zaruri olduğunu, öğretmenlerin eğitim şûralarının rehberliğinde ve ilmî metotlarla vazifelerini yapmaları gerektiğini savunmuştur.

Eğitimde talebelere disiplinli hareket, fikrî hürriyet ve derse aktif katılım prensiplerinin telkin edilmesinin, onların toplumsal hayata kazandırılmalarının ve şahsiyet sahibi bireyler haline getirilmelerinin şart olduğunu belirtmiştir. Öğretimde takrir, anlatılanları belgelerle destekleme, soru-cevap, inceleme, gezdirerek yerinde öğretme, hikâye, tarihî menkıbe ve örnek olayları ders anlatımında kullanmayı önemsemiş, öğretmenlerin hayat ve davranışları ile öğrencilere örnek olma, onların seviyelerine inme, akıl ve duygularına hitap etme, soyut kavramları somut misallerle anlatma, tümevarım ve yakından uzağa metotlarını kullanmaları gerektiğini vurgulamıştır. Bilhassa dinî eğitimde, dinin bütün unsurlarıyla anlatılması gerektiğini savunmuştur. Sağlıklı bir hayatın ve hayat boyu sürecek bir rehberliğin zaruretine dikkat çekmiştir.

Türk arşivciliğinin en tanınmış simalarından biridir; Osmanlı Arşivi'nde "Cevdet Tasnifi" olarak araştırmacıların sıkça başvurduğu belge düzenlemelerini on yedi konu başlığı altında o düzenlemiştir. Maarif Vekâleti, Adliye, Maliye, Evkaf, Defterhane, Başbakanlık, Meşihat, Bahriye, Dışişleri, Ayasofya, Tophane gibi devlet birimlerine ait arşiv belgelerinin düzenlemesi Muallim Cevdet'e aittir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi bünyesinde bulunan resmî evrak, yazma eser, kroki, harita gibi kıymetli eserleri inceleyen heyete başkanlık etmiştir. Kendisinin azimli ve ısrarlı çalışmaları sayesinde resmî evrakın korunması konusunda 1934 yılında bir yönetmelik yayımlanmış ve derhal uygulamaya konmuştur.

Muallim Cevdet medreselerin Osmanlı'nın son döneminde olduğu gibi ihmal edilmesinin yerine Avrupa'da Oxford ve Cambridge üniversiteleri örneğindeki gibi geliştirilerek ve güncel hale getirilerek devam ettirilmesini isteyen bir anlayışa sahipti. Tarih çalışmalarında Ahmed Tevhid; fikrî konularda İkdamcı Ahmed Cevdet, tasavvufta Abdülaziz Mecdi Efendi'nin tesirinde kalan ve eğitim konusunda J. Dewey'in Türk hükümetine verdiği raporu en esaslı bir şekilde eleştiren M. Cevdet; Abdullah Cevdet'in İctihad'da çıkan İslam karşıtı iddialarına ve Sadreddin Celâl'in (Antel) okullardan din derslerinin kaldırılmasına ilişkin sözlerine verdiği cevaplarla dikkat çekmiştir. Dürüst kişiliği ve fikirlerindeki istikrarıyla Türk aydınları arasında iz bırakmış bir isimdir.

Eserleri; 1. Zamanımızda Usûl-i İnşâ ve Muhâbere (İstanbul 1341). 1925 yılında yayımlanan ilk kitabıdır. Sade ve açık bir üslupla mektup, arzuhal, ilmühaber vb. yazmayı öğretmek amacıyla kaleme alınmış ve içinde örnek metinlere yer verilmiştir. 2. Şehnâme: Şark İlyadası(İstanbul 1928). Maarif Vekâleti'nin lise kitapları projesi kapsamında Firdevsî'nin Şehnâme'sinin bir özeti ile bazı destanların tercümesine yer verilen bu eser harf inkılabı olunca liselerde okutulamamıştır. 3. Askerî Din Dersleri(İstanbul 1928). Cumhuriyet'in ilk yıllarında askerler için yazılmıştır. 4. Spor Ruhu (1928). İngilizce'den çevrilen bu derlemenin üçüncü bölümünde Muallim Cevdet'in "Eski Türkler'de Spor Terbiyesi" başlıklı eski Türkler'de idman ve okçulukla ilgili bir yazısı bulunmaktadır. 5. Zeyl alâ Fasli'l-Ahiyyeti'l-Fityâni't-Türkiyye fî Kitâbi'r-Rihle li- İbn Battûta (İstanbul 1351/1932). İbn Battûta Seyahatnâme'sinin Anadolu bölümündeki Ahîlik'le ilgili kısmın Arapça zeylidir. 6. Müderris Ahmed Naim(İstanbul 1933). 7. Tarihî Sözlük; M. Cevdet'in vefatı sebebiyle altı forması basıldığı halde yarım kalan eseridir. Osman Nuri Ergin basılan kısımları Muallim Cevdet'le ilgili kitabına eklemiştir. 8. Muallim Cevdet'in dil, mitolojiterbiye, millî tarih ve biyografi konularında yetmiş beş makalesi yayımlanmıştır. Onun bu makalelerinden eğitimle ilgili olanlardan bazıları yayımlanmıştır: Muallim Cevdet, Mektep ve Medrese (haz. Erdoğan Erüz, İstanbul 1978).

Ayrıca M. Cevdet'in basılmaya hazır iki ve ön hazırlık yapıp, yazmayı tasarladığı on beş kitabı daha bulunmaktadır. Onun Türk kültür dünyasına en büyük katkısı İstanbul Belediyesi'ne bağışladığı, bugün Taksim'de Atatürk Kitaplığı'nda korunan arşiv ve kitaplarıdır. Bu kütüphaneye vakfedilmiş 970'i yazma, toplam 8753 cilt kitabı, çeşitli tarihî belge, yazı ve levha ile notlarını içeren birçok defter ve notunun yer aldığı zarfları vardır.

Kaynakça

Albayrak, Cemal. Muallim Cevdet’in Azerbaycan Eğitimine Katkıları. YLT, Marmara Üniversitesi, 1998.

Büyükcoşkun, Seyhan. Muallim M. Cevdet ve Eğitim Anlayışı. YLT, Marmara Üniversitesi, 1991.

Çağatay, Neşet. “Mehmet Cevdet İnançalp”. Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri. ed. H. Cırıtlı – B. Sorguç. Ankara 1987, s. 303-326.

Durmaz, Setter – Rzayeva, Elnure. “Muallim Mehmet Cevdet’in Azerbaycan’daki İlmî ve Edebî Faaliyetleri”. Journal of Qafqaz University. 30 (2010), s. 24-36.

Ergin, Osman. Muallim M. Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi. ed. R. Minder. İstanbul 2005.

Kılavuz, M. Akif. Muallim Cevdet’in Din Eğitimi ve Kurumları ile İlgili Görüşleri. YLT, Uludağ Üniversitesi, 1987.

Muallim Cevdet. Mektep ve Medrese. haz. E. Erüz. İstanbul 1978.

a.mlf. Çocukluk ve Hocalık Haturaları: Muallimlik Âdâbı. haz. M. Gündüz. İstanbul 2024.

Oruç, Şahin – Bavlı, Bünyamin. “Bir Osmanlı Aydını Olan Muallim Cevdet ve Eğitim Anlayışı”. 21. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi Bildirileri, 12-14 Eylül 2012.

Sayar, Ahmet Güner. “Muallim Cevdet”. DİA. 2005, XXX, 311-313.


BİRLİK VE BERABERLİK ŞUURUNUN SONRAKİ NESİLLERE YANSIMALARI

Bu birlik ve beraberlik şuuru, yalnızca Dede Korkut’la sınırlı kalmamış, onun yolunu izini takip eden sanatçılarımızın, ozanlarımızın da ortak ideali ve ortak konuları olmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rûmi de birlik ve beraberliğin ancak ortak bir din, inanç ve idealle, yani İslam’la sağlanabileceği gerçeğini şöyle ifade eder:

Hakka ve hakikate gerçekten inananlar kolay kolay bölünmezler. Herhangi bir sebeple bölünmüş olsalar bile uzun süre bölük pörçük kalamazlar, önünde sonunda yine birleşirler. Hakta hakikatte birleşemeyenler, anlaşamayanlar, zıt görüşte olanlar ise; ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar aralarında sağlam ve sürekli birlik ve beraberlik oluşturamazlar. Bu yöndeki bütün emekleri boşa gider. Geçici olarak birleşmiş görünseler de bu birlik sürüp gidemez, er geç yine bozuşurlar.’

Ortak inançlarda, ideallerde, duygu ve düşüncelerde birleşemeyenlerin birbirleriyle konuşmalarından, görüşmelerinden, sohbetlerinden asla uyum, anlaşma ve uzlaşma çıkmaz. Sadece daha büyük uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar çıkar. Birbirlerinin dilini ne kadar iyi bilirlerse ve birbirleriyle ne kadar çok konuşurlarsa, birbirlerinden o kadar çok uzaklaşırlar. Bu önemli gerçeği bu millet, binlerce yıllık sayısız tecrübeleri sonunda, bizzat yaşayarak öğrenebilmiştir.

Bir devletin, millet ve memleketin en büyük gücü ve zenginliği, milli birlik ve beraberliğidir. Toplumsal barış, dirlik ve düzen ancak birlik ve beraberlikle sağlanır. Aşık Paşa’nın (1272-1353):


MEVLANA’DAN BİRLİK VE BERABERLİK EZGİLERİ

Beni yabancı bilmeyin, ben de artık bu ildenim,

Bir ocak da ben yakmak için, ülkenize gelmişim.

Farsça konuşan, yazan ama Türk asıllı biriyim.

Siz beni düşman görseniz de ben size düşman değilim!

Beri gel beri, daha beri, daha beri!
Bu yol vuruculuk böyle, nereye dek?
Bu hır gür, bu savaş, nereye dek?
Sen bensin işte, ben de senim ya!
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?

Dostum!

Her zaman topluluğa dost ol!

Topluluktan, birlik ve beraberlikten sakın ayrılma!

Engin bir deniz olmak varken,

Kendi başına zavallı tek bir katre olmaya razı olma!

Mademki denizi özlüyorsun, öyleyse katreliği yok et gitsin!

Eğer dostun yoksa niçin aramıyorsun?

Eğer dost buldunsa niçin sevinmiyorsun?

Topluluk içinde olursan ve içinde bulunduğun topluluk ne kadar büyük olursa o kadar güvende olursun…

Bu yüzden bir dost bulamazsan, bari taştan bir dost yont da, onu sev!

Peygamberler bile hep topluluklarla çalıştılar, kendilerine ümmet aradılar.

Tek başlarına kalmamak için insanları sürekli Allah’ın yoluna çağırdılar.

Mucizeler göstererek, bu dosdoğru yolda yoldaşlarını artırmaya çalıştılar.

En iyi en güzel işler, en hayırlı sonuçlar, hep en iyi topluluklardan meydana gelir.

Hazreti Peygamber: ‘Topluluk rahmettir, ayrılık azap!’ buyurmuş.

Herkesin bu gerçeğin farkında olduğunu sanarız, hâlbuki hiç de öyle değildir.

Eğer herkes topluluğun, birlik ve beraberliğin rahmet,

Ayrılık ve tefrikanın azap olduğu gerçeğinin farkında olsaydı, Hazreti Peygamber boş yere bunu dile getirmezdi.

Çünkü Peygamberin şanı faydasız, boş ve abes şeyleri anmaktan yücedir.

Temiz canların, bir araya gelip topluluk oluşturmalarıyla çok büyük eserler ve faydalar elde edilir.

İnsan, ne kadar üstün niteliklere sahip olursa olsun, tek başına ve yalnızken bu eserler ve faydalar hâsıl olmaz.

İnsanın dertlerini paylaşabildiği iyi ve güzel dostları çoğaldıkça, derdi azalır.

Bu yüzden hayırlı arkadaş yalnızlıktan hayırlıdır.

Ama nice insanlar da yanlış dostlar yüzünden yol sapıtmışlardır.

Bu yüzden de yalnızlık, kötülerle yoldaş ve arkadaş olmaktan hayırlıdır. Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir.

O, sürekli senin elbiseni, değerli eşyalarını kapıp kaçmak için, bir fırsat kollar.

Seninle beraber gider ama amacı bir aşılmaz bele, geçit vermez dar bir boğaza geldiğinizde senin varını yoğunu yağma etmektir.

Yahut da o yoldaş sandığın kimse, görünüşte cesurdur ama korkağın ta kendisidir.

Çözümü zor ve sıkıntılı bir problem, aşılması güç, sarp bir engelle veya sıkıntılı bir işle karşılaştın mı?

Hemen gerisin geri dönmek için sana akıllar, dersler vermeye kalkar. Korkaklığından dostunu da korkutur.

Böyle yoldaşı da düşman bil, dost değil!

Yoldaki bu korkular, unu kepekten ayıran elek gibi,

İnsanların da yüreklilerini yüreksizlerinden, iyilerini kötülerinden ayırt eder.

Bu yol, daha önce gidenlerin ayak izleriyle dopdolu, sağlam bir yoldur.

Gerçek dost da yüceliklere uzatılmış merdiven gibidir.

Aklıyla, rey ve tedbiriyle sana her an yol gösterir, seni yüceltir.

Düşmanın amacı, seni önce bütünden ayırmak,

Kimsiz, kimsesiz, sahipsiz bir parça haline getirmek,

Sonra da bir kenarda rahatça başını yemek, helak etmek, mahvedip gitmektir.

Öyleyse, seni birlikten beraberlikten ayırmak için söylenen her sözü, düşmanların hilesi bil!

Bil ki topluluktan bir an bile ayrılmak şeytanın hilesindendir.

Bir kuzu, sürüden ayrılıp, tek başına bir yol tutarsa,

Kurtlar onu hemen kapıp yiyiverirler.

Kurtlardan daha vahşi yırtıcılarla dolu şu dünyada,

Topluluktan ayrılanlar, birlik ve beraberliği terk edenler,

Söyleyin, öncelikle kendi başlarını yemezler mi?

Kendi kanlarını dökmezler mi?

Tek başına, yolsuz, yoldaşsız kalan,

Helak olup gitmiş demektir.

Tutalım ki sen, akıllı, tedbirli, ihtiyatlı bir kimsesin de, yolda seni kurtlar kapmadı. İyi ama toplulukla beraber olmadıkça, o topluluk içinde bulduğun neşeyi tek başına bulamazsın ki!

Bir yolda yalnız olarak güle oynaya giden tek kişinin neşesi, aynı yolu dostlarıyla, yoldaşlarıyla giderse en az yüz kat artar.

Kervandan ayrılıp, aynı yolu yalnız gitmeye kalkarsa, o yol ona yüz kat daha uzar, yorgunluk ve çilesi de o derece artar.

İnsanın yeni dostları pek yüce, pek ulu olsa bile yine de eski dostlarını unutmamalıdır.

Dostlarını unutup terk edenler düşmanlarını sevindirirler.

Düşman, senin dostlarından ayrılıp uzaklaştığını gördükçe ve duydukça,

Öyle sevinir, öyle sevinir ki, sevincinden âdeta derisine sığmaz olur.

Aklını başına al da, düşmanları sevindirecek işler yapma!

Ey gönlünü sevgiliden ayıran dostum!

Dosttan yüz çevirmek sanki daha mı iyi oldu?

Sen gönlünü dostundan ayırdın diye?

Düşman, sevincinden derisine sığmıyor.

Dostlar, dostlar! Birbirinizden ayrılmayın!

Sakın ola ki ayrılık havaları çalmayın!

Hep birlik ve beraberlik havaları çalın!

Kaçıp uzaklaşma heveslerini kafanızdan atın!

Mademki hepiniz birsiniz, ikilik havası çalmayın!

Vefâ sultanı emrediyor: ‘Vefâsızlık etmeyin!

YUNUS EMRE’DEN:

Hırsına kapılanlar

Nefse esir olanlar

Kendi tatlı canına

Yavuz yoldaşa benzer

Burada çoktur hayal

Vasfına yoktur mecal

Hayale aldananlar

Sıcakta kara benzer

Olmaz yere verdin gönül,

Dost neylesin senin ile

II. BEYAZIT’TAN:

Kendi kendine ettiğin âdem,

Bir yere gelse, edemez âlem!

YAVUZ SULTAN SELİM’DEN:

Milletimde ihtilâf-u tefrîka endişesi,
Gûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.

İttihatken savlet-i a’dayı def’e çaremiz,
İttihad etmezse millet, dâğidâr eyler beni.


(Milletimin arasında ihtilaf, çatışma ve bölünme çıkacak korkusu ve endişesi, beni sadece dünya hayatımda değil, öldükten sonra, mezarımın köşesinde bile rahatsız ve huzursuz eder. Bizim düşmanlarımızın saldırılarını birlik ve beraberlikle savmaktan başka hiçbir çaremiz yokken, milletin birlik ve beraberlik içinde olmaması, bana kızgın demirlerle dağlanmış gibi acı verir.)

BİRLİK DESTANI

ÂŞIK VEYSEL

Allah birdir, Peygamber Hak!
Rabbül âlemindir mutlak!
Senlik, benlik nedir bırak!
Söyleyim geldi sırası…

Kürdü, Türkü ne Çerkezi;
Hep Adem’in oğlu kızı…
Beraberce şehit gazi;
Yanlış var mı ve neresi?

Kuran’a bak, İncil’e bak!
Dört kitabın dördü de Hak!
Hakir görüp ırk ayırmak;
Hakikatte yüz karası!

Yezit nedir ne Kızılbaş?
Değil miyiz, hep bir kardaş?
Bizi yakar, bizim ataş;
Söndürmektir tek çaresi!

Kişi ne çeker dilinden;
Hem belinden hem elinden;
Hayır ve şer emelinden;
Hakikat bunun burası!


Şu âlemi yaratan bir!
Odur küllü şeye kadir!
Alevi Sünnilik nedir?
Menfaattir var varası!

Cümle canlı bu topraktan;
Var olmuştur; emir Haktan!
Rahmet dile sen Allah’tan!
Tükenmez rahmet deryası!

Veysel, sapma sağa sola!
Sen Allah’tan birlik dile!
İkilikten gelir bela!
Dava insanlık davası!


YİNE AŞIK VEYSEL’DEN

Bu nasıl kavgalar, çirkin dövüşler?
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Yolumuza engel olur bu işler;
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.

Hedef alıp dövüştüğün kardaşın.
Seni yaralıyor attığın taşın.
Topluma zararlı yersiz savaşın.
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.

DEDE KORKUT’TAN ÖĞÜTLER:

Er oğul, çağırılmadığı yerlere varmasın!

Bir lokma için saygınlığından olmasın!

İnsan olma şerefini bin kızıl altına değişmesin.

Kadrini kıymetini yere düşürmesin!

Değerini bilsin, yüce tutsun eksiltmesin!

Aslını, kökünü bilmediği yerden kız almasın!

Uruğunu, turuğunu tanımadığı soya kız vermesin!

Kızoğlanın yüzsüzü, kov iletir, kov getirir.

İki komşuyu birbiriyle çekiştirir, titiz eyler.

Hak Teala yavuz, yüzsüz, utanmaz avrat kazasından belasından hepinizi beklesin, saklasın!

Ne kadar daralsa, bunalsa da varıp,

Sonradan görme, kursağı daracıklardan

Utana sıkıla üç kuruş borç para istemesin!

Böyle mürüvvet bilmez, sözünde durmaz, öğüt almaz, halden anlamazlar ya vermezler seni mahcup ederler;

Ya verirler ama alacaklarını da tutar, denk düşsün düşmesin, yeri olsun olmasın, cebinde bulunsun bulmasın, seni utandırıp istemeye kalkarlar;

Düğün dernek demezler, utanıp sıkılacağını hesap etmezler, çıkar karşına dikilirler;

Mürüvvetsizlik edip, seni utancından yere geçirir, yüzünün suyunu dökerler.

Benim sende şu kadar alacağım vardı, şunu artık versene deyiverirler.

Böyle mürüvvet bilmez kişilerden döven süren öküz yeğ!

Denliliğini densizliğini tanımaz arsızlardan yakası yarık, kolu kırık, kılı kopuk kopuz yeğ!

Namaz kılmaz kocadan küllükte yuvarlanmış eşşek yeğ!

İyilik bilmez adamdan uyuz olmuş, pisliğe bulanmış köpek yeğ!

Çok söyleyen karıdan, dibi göçmüş güveç yeğ!

Kadınların yüzsüzü, kov iletir, kov getirir.

İki komşuyu birbiriyle çekiştirir, titiz eyler.

Hak Teala yavuz, yüzsüz, utanmaz avrat kazasından belasından

Sizleri de korusun, beklesin, saklasın!

İyi at binemeyen, düşmanını yenemez!

Rahvan soylu atlara, nâmertler atlayıp binemez,

Binecek olsa,

Binmese daha iyi!

Çalabilen koç yiğide, kılıç, ok, yay gerekmez, basit bir çomak da yeter!

Korkak namert elinde keskin kılıç iş görmez!

Namert o kılıcı çalamaz,

Çalacak olsa,

Çalmasa daha iyi!

Otların hepsi şifalı ve besleyici değildir, zehirlileri de vardır!

Atların bile yiyemediği o acı, zehirli otlar, bitip çiçeklenince,

Büyümeseler daha iyi!

Acı, tuzlu sular derya olup taşsa da işe yaramaz.

İçtikçe daha da susatır, susuzluğu kandırmaz.

İnsanların içemedikleri acı sular sızınca,

Sızmasa daha iyi!

Yalan söz söylenip, yalan söz dinleneceği yerde, hiç söylenmese,

hiç dinlenmese daha iyi!

Yalancılar, yeryüzünde gezip dolaştıkları, insanları aldatıp kandırdıkları yerde, dolaşamaz olsalar,

Yerin yedi kat dibine geçseler daha iyi!

Misafir ağırlanmayan kara evler, yıkılsalar daha iyi!

Gerçek erler, erenler üç otuz on yaşını,

Doldursalar daha iyi!

Dostlar, sizin de üç otuz on yaşınız dolsun,

Yaşınız yüzü bulsun!

Hak Taâlâ başınıza kemlik, kötülük getirmesin!

Devletiniz devamlı olsun!

Adam olursan at al

Dostlarına sofra sal

Aç gördüğünde doyur,

Çıplak görürsen giydir.

Yolda kalmışı yedir

İhtiyacını gider

İl, ülkenle birlik ol

Zor günde onlarla ol

Dostlarını terk etme

Düşmana fırsat verme

Huzursuzluk çıkarma

Kötü yollarda olma


Xx

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️