Riyad’ın Merkezine, Küp Şeklinde Dev Bir Gökdelen: Mukaab
yaratılış 11
1 başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.
2 doğuya göçerlerken şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler.
3 birbirlerine, "gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim" dediler. taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar.
4 sonra, "kendimize bir kent kuralım" dediler, "göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. böylece yeryüzüne dağılmayız."
5 rab insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.
6 "tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar" dedi,
7 "`gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar`."
8 böylece rab onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
♻️
5. RAB, babam Davut’a, “Tahtına oturtacağım oğlun benim adıma bir tapınak yapacak” diye söz verdi. Ben de Tanrım RAB’bin adına bir tapınak yapmaya karar verdim.
6. “Şimdi bana Lübnan’dan sedir ağaçları kesmeleri için adamlarına buyruk ver. Benim adamlarım da seninkilerle birlikte çalışsın. Adamların için istediğin ücreti vereceğim. Aramızda Saydalılar kadar ağaç kesmede usta adamlar olmadığını biliyorsun.”
8. Sonra Hiram Süleyman’a şu haberi gönderdi: “Gönderdiğin haberi aldım. Sedir ve çam ağaçlarıyla ilgili bütün dileklerini yerine getireceğim.
9. Adamlarım tomrukları Lübnan’dan denize indirecekler, ben de onları sallar halinde bağlatıp belirteceğin yere kadar yüzdüreceğim. Orada adamlarım onları çözer, sen de alıp götürürsün.

Suudi Arabistan Hükümeti, Riyad'ın Murabba şehir merkezi planının bir parçası olarak 400 metre yüksekliğinde, küp şeklinde bir gökdelen inşa etmeyi planladığını açıkladı.
🔻7. ve 8. Hanedanlıklar için güvenilir kayıtların eksikliği, üretilen sanat ve mimarinin kalitesi gibi dönemin 'karanlık çağ' olarak ününe katkıda bulunuyor.‼️
Riyad merkezinin kuzeybatısında inşa edilecek olan 19 kilometrekarelik proje, Suudi başkenti için yeni bir şehir merkezi olarak planlanıyor.
“Riyad’ın yeni yüzü” olarak adlandırılan yapı, “dünyanın en büyük yapılarından biri” olacak Mukaab yapısının etrafında inşa edilecek.
🔻 Cenaze rahipleri, özellikle güneş tanrısı Ra'ya bağlı olanlar.‼️
🔻Sümer kültürü erkek egemen ve tabakalıydı. İşbölümü derinleşmişti; 1. sınıfı din adamları ve askerler 2. sınıfı halk 3. sınıfı ise kölelerinoluşturduğu bir toplumsal hiyerarşi vardı. Sürekli savaşlar sonucunda halktan her insan kolayca köle edinebiliyordu. MÖ 3000-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıflar, dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin baş rahibi, aynı zamanda o kentin başkanıydı.‼️
Yapı bir kenarı 400 metre olan bir küp şeklinde olup, teknik olarak bir süper yüksek gökdelen olarak, şehrin en yüksek yapısı olacak.
Küp şeklindeki yapı, modern Najdi mimarisinden esinlenerek, üst üste binen üçgenlerle bir cephe kurguluyor.
Merkezinde 2 milyon metrekarelik, spiral bir kule şeklindeki yapıda dükkanlar, kültürel ve turistik yerler bulunacak.
Murabba bölgesinde bulunan Mukaab yapısı, yeni kurulan New Murabba Development Company (NMDC) Başkanı Suudi Veliaht Prensi Mohammad bin Salman tarafından açıklandı.
Yapı 100.000’den fazla konut birimi, 9.000 otel odası, 980.000 metrekareden fazla mağaza ve 1,4 milyon metrekare ofis alanı içerecek.
Ayrıca içerisinde 80 eğlence ve kültür mekanı, teknoloji ve tasarım üniversitesi, çok amaçlı tiyatro sahnesi ve “ikonik” bir müze bulunduracak.
Suudi Arabistan hükümetine göre, proje 2030 yılına kadar tamamlanmış olacak.
♻️
Mısır'ın Birinci Ara Dönemi.
⚠️Eski Krallığın 4. Hanedanlığı boyunca, Giza'daki piramitlerin ve cenaze komplekslerinin inşasına büyük miktarda kaynak ve insan gücü harcandı ve bu alan büyüdükçe, alanı ve buna benzer diğerlerini yöneten ve onlara bakan rahiplerin gücü de arttı. Cenaze rahipleri, özellikle güneş tanrısıRa'ya bağlı olanlar, birçok soyludan daha fazla servet biriktirmeye başladı. Rahipler yerel yetkilileri etkileyecek kadar güçlüydü ve rahipler daha fazla güç kazandıkça nomarklar da güçlendi. Bireysel nomlar daha zenginleştikçe, daha fazla insan daha önce sadece zenginlerin erişebildiği mal ve hizmetleri satın almaya gücü yetiyordu.‼️
BU, MEMPHİS MONARŞİSİNİN DAYATTIĞI GÜÇ VE GELENEKLERİN, ÜLKE GENELİNDE GELENEKSEL OLARAK DAHA DÜŞÜK STATÜDE OLANLARA DAĞITILDIĞI BİR DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM DÖNEMİYDİ.
Rahipliğin bu yükselişi, uzun ömürlü Pepi II'nin yerine geçecek bir halefin olmaması ve şiddetli kuraklık gibi diğer faktörlerle birleşince, Eski Krallığın siyasi yapısının çökmesine ve Mısır'ın Birinci Ara Dönem'e girmesine neden oldu; ancak yine de bu, bir 'karanlık çağ' veya kaos çağı.
Birinci Ara Dönem'de merkezi otoritenin kaybı toplumsal düzende bir bozulmaya yol açmış.
Fakir adamlar zengin adamlar oldular. Sandalet alamayanlar zenginliğe sahip oldu. Hırsız zenginliğe sahip oldu, asil bir hırsız...
Necdi camilerinin mimari tarzını oluşturan dört bileşen şunlardır: al-sarha (avlu), al-misbah (namaz salonu), al-sath (çatı) ve al-khalwa (bodrum). Khalwa, esas olarak kış aylarında ibadet edenleri ağırlamak için kullanılır.
Necid mimarisi
Necd mimarisi ( Arapça : العمارة النجدية ), günümüz Suudi Arabistan'ının Necd bölgesine özgü bir yerel mimaridir. Bu stil, kabaca 13. ve 18. yüzyıllar arasında gelişti ve düşük konturlu toprak yapılı kerpiç binalarla çöle uyarlanmış kentsel desenleriyle bilinir, üçgen veya dikdörtgen açıklıklar ( furjat ) ve siperler ( shurfat ) ile ana cepheden dışarı doğru çıkıntı yapan gözetleme delikleri gibiunsurlarla karakterize edilir ( tarma ). Merkezi bir avlunun ve açık alanların varlığı da mimari stilin belirgin bir parçasıdır.

Necdî tarzının etkisi Kuveyt ve Katar'ın iç kesimleri gibi komşu bölgelerde de hissedilebilir .
İnşaat yöntemi;
Necd'de en yaygın inşaat türlerinden biri kil ve kerpiç ile taş, tamarisk ve palmiye ağaçları gibi diğer malzemelerin kullanımıydı. İnşaat için uygun taşların ve farklı ağaç türlerinin kıtlığı göz önüne alındığında, binalar çamur veya güneşte kurutulmuş tuğlalarla inşa edildi ve çamur sıva uygulamasıyla tamamlandı. İç mekanları aşırı sıcaktan izole etmek ve daha fazla yapısal bütünlük elde etmek için duvarlar çok kalındı.
Su, saman ve diğer liflerin karışımından oluşan çamur tuğlalar, mimari yapaylık ile doğallık arasındaki ilişkiyi vurgular. Saman ve doğal unsurlar dekoratif bir işleve sahip değildir, ancak duvarlara sızarak çiçeklenme yaratır ve cephenin bozulmasına katkıda bulunurlar.
"Ay Tanrısına tapınma. Khashkhamer'in silindir mührü, Ishkun-Sin patesi (Kuzey Babil'de) ve Ur kralı Ur-Engur'un tebaası (M.Ö. 2400 civarı) (Britanya Müzesi) ''
____ ____Ur-Nammu tarafından plânlandığı söylenen şehir, görünüşe göre mahallelere ayrılmış ve bir mahallede tüccarlar, diğerinde zanaatkârlar yaşıyordu. Hem geniş hem de dar sokaklara ve toplantılar için açık alanlara sahipti. Su kaynağı yönetimi ve taşkın kontrolü için birçok yapı kanıt niteliğindedir. Evler kerpiç ve çamur sıvadan yapılmıştır. Büyük binalarda duvarlar, bitüm ve sazlarla güçlendirilmiştir. _______
* Büyük Piramit yakınlarındaki İsis Tapınağı’nın kalıntılarında bulunan bir kireç taşı stelası Sfenks ile ilgilidir. Bu stela Keops/Khufu’nun, İsis Tapınağı’nın içinde bulduğu tanrı amblemlerinin ve imgelerinin restore ettirişini anmak amacıyla kendi kendini övdüğü bir anıttır.
__ Büyük Gize Sfenksi, Eski Mısır'ın 4. Hanedanlığı döneminde (yaklaşık MÖ 2500) firavun Khafre (Kefren) adına yapılmıştır ve dev bir tek taştan oyulmuş, yarı insan yarı aslan figürlüdür. Sfenks, Gize Nekropolü'nde yer alır ve antik çağlarda boyanmış bir heykel olup, günümüzde bile gizemini koruyan bir eserdir. __
Mısır sembolizminde gardiyan olarak kullanılan sfenksler üç grupta incelenebilir:
- Androsfenks: İnsan yüzlü, aslan gövdeli
- Kriossfenks: Ram (Koç) yüzlü, aslan gövdeli
- Hierokosfenks: Şahin kafalı, aslan gövdeli
Sfenks
Bir kadının yüzü ve göğüsleriyle birlikte, bir aslanın bedenine ve bir kuşun kanadına sahip olan canavardır. Sfenks aynı zamanda Echidna’nın Orthus ya da Typhon’dan doğma kızıdır. Tanrıça Hera’nın onu Thebai’ye bir lanet olarak gönderdiğine inanılır. Şehre bağlanan geçitlerden birinde yolcuları durdurup, ünlü bulmacalarını sorarak bilemeyenleri boğarak öldürdüğü ya da oracıkta yediği söylenir.
Furjat veya luhuj;

Furjat ( Arapça : فُرجات ) veya luhuj ( Arapça : لُّهُوج ) , yeterli hava hareketini, iç mekanlara aydınlatmayı ve içeriden dışarıya manzarayı teşvik etmek için bir duvara delinmiş küçük dikdörtgen, üçgen, kare ve ok şeklindeki açıklıklardır. Bu küçük açıklıklar tamamen dekoratif bir işleve sahip değildir, ancak dikey, yatay veya yığınlar halinde düzenlenir ve cephede farklı yerleşim ve yoğunluklarla bir desen oluşturur. [ alıntı gerekiyor ] Açıklıkların farklı düzenlemeleri, teknik ve çevresel özellikleri korurken nüfusun farklı sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılar. Furjat ayrıca sıcak toksik egzoz gazlarını veya dumanı izole etmek için bir havalandırma yapısı olarak işlev görür.
Şırfat

Shurfat ( Arapça : الشرفة ) , bir duvarın veya korkuluğun tepesindeki sıvayla kaplı siperlerdir. Elle kalıplanmış ve katmanlı duvarlar yukarı doğru sivriltilmiş ve siper şeklinde tamamlanmıştır. Bazen dolu ve boş arasında değişen üçgen veya ok şeklindeki bu dekoratif öğeler, çatı için korkuluk görevi görerek orantılı bir ritim yaratır ve karşılığında cepheleri yağmur suyundan korur. Bu öğelerin altında duvara oyulmuş yatay bir şerit bulmak gelenekseldir ve altında her zaman baş aşağı duran üçgenler bulunur, yağmur suyundan korunmak için.
Tarla

Tarma ( Arapça : الطرمة ) bir gözlem işlevine sahiptir ve genellikle binaların cephesinin ikinci katında ve kapısının üstünde düzenlenir, binanın dışında insanları içeride görünmeden gözlemlemek için bir gözetleme deliği görevi görür. Farklı şekil ve boyutlarda gelir ve ayrıca kentsel alanların kullanıcılarının çeşitli eleman biçimleri aracılığıyla binayı ve girişini tanımlamasına yardımcı olduğu için sembolik bir değere sahiptir. İç mekanların boyutu ve binanın baktığı sokağın genişliği de tarmanın boyutunu ve şeklini etkiler.
El-Bab

Arapçada el -bab ( Arapça : الباب ) genellikle bir kapı anlamına gelir. Binaya erişim elemanı olarak işlev görürler ve tasarım olarak çok özeldirler ve genellikle kare boyutundadırlar, tek taraflıdırlar ve ahşap veya palmiye ağaçlarından yapılırlar. Bazı giriş kapıları renklendirilmiş, oyulmuş ve geometrik motiflerle boyanmıştır, sembolik nitelikte tekrarlayan tasarımlarla süslenmiştir ve stil ve kompozisyon olarak çok hoştur. Kapı ve görsel özellikleri, renk kullanımı ve süslemeleri, ziyaretçiyi binaya yönlendirerek sözsüz iletişimi destekler.
Yapı türleri;
Necd mimarisi üç ana türe ayrılır: dini, sivil ve askeri.
Dini mimari
Camiler

Camiler İslam'daki başlıca ibadet yeridir . Müslümanlar günde beş vakit namaza çağrılır ve cemaat olarak kıbleye (namaz yönü) doğru bakarak namaza katılırlar . Hermahallede , sakinlerinin manevi ihtiyaçlarını karşılamak için normalde bir veya daha fazla cami bulunurdu. Tarihsel olarak, normal camiler ile daha büyük olan ve cuma günleri hutbenin ( vaazın) verildiği yer olma özelliği nedeniyle daha önemli bir statüye sahip olan "cuma camileri" veya "büyük camiler" arasında bir ayrım vardı. Cuma öğle namazları daha önemli kabul edilirdi ve vaaz eşliğinde yapılırdı ve ayrıca haberlerin ve kraliyet kararnamelerinin duyurulduğu ve mevcut yöneticinin adının anıldığı durumlar olarak politik ve sosyal öneme sahipti. [ alıntı gerekli ]
Necd'de inşa edilen geleneksel camiler çoğunlukla ham maddeler kullanılarak inşa edilir ve dört ana faktörden etkilenir; iklim, yerel kaynaklı yapı malzemeleri, halihazırda var olan beceri setleri ve inşaatçının alt kültürel geçmişi. İnşaatta kullanılan malzemeler genellikle çamur, kereste, tamarisk ağacı kütük kirişleri, taş, kil ve sazdan oluşur. [ alıntı gerekli ]
Necd'deki camiler, yerel halkın bağlı olduğu İslam'ın Selefi mezhebinin püriten doğasına benzemek için tarihsel olarak süslemelerden yoksun bırakılmıştır. Furjat olarak bilinen üçgen veya dikdörtgen açıklıklar, Necd mimari tarzında inşa edilen camilerin özelliklerinden biri olarak kabul edilir. Diğer ayırt edici özellikler arasında oyma duvar panelleri, bir kemer elemanı, sütunlu geçit ve karmaşık çiçek alçı motiflerine sahip iyi tasarlanmış bir mihrap da bulunur. İslam dünyasının diğer bölgelerinin aksine, Necd camilerinde kubbelerin genellikle olmadığı görülür. Caminin dış karakterleri ayrıca bir merdivenle birbirine bağlanan silindirik veya dikdörtgen minarelerle tanımlanır.
Necdi camilerinin mimari tarzını oluşturan dört bileşen şunlardır: al-sarha (avlu), al-misbah (namaz salonu), al-sath (çatı) ve al-khalwa (bodrum). Khalwa, esas olarak kış aylarında ibadet edenleri ağırlamak için kullanılır.
İnşaat mimarisi
Evler

Necd'deki geleneksel evler kerpiçten inşa edilirken, çatılar ve kapılar tamarisk ağacından yapılır. Genellikle alçak konturludurlar ve iç avlunun etrafında bir veya iki kattan oluşurlar.

Evlerin dış cepheleri süsleme ve mimari detayların eksikliğiyle karakterize edilir. Ancak bu detaylar iç mekanlarda artar ve süslemeler çoğunlukla ev sahibinin sosyal statüsünü yansıtır. Misafirleri karşılamada cömertlik ve heyecanı gösteren el-kahwa'nın ( meclis ) dekorasyonuna özel bir önem verilir.

Eski Mısır’da İsrailoğulları
Eski Mısır’ın Kanaan kavimleriyle ve Mısır’a göç eden birçok Semitik halklar ile ilişkileri vardı. Her Pesah (Hamursuz) Bayramında Yahudiler, Mısır’dan, esaretten kaçışları ve Kızıldeniz’i mucizevi bir şekilde aşarak İsrail ulusunu oluşturduğu anlatıyı (Agada) okurlar.
Yusuf BESALEL
Antik çağlarda Mısır dünyanın ekmek sepeti olarak biliniyordu. Nil Nehrinin yıllık taşkınları, zengin hasatlar sağlıyordu. Açlık komşu ülkelerde baş gösterince, açlıktan kıvranan halklar, sık sık Mısır’ın bereketli topraklarına göç ederdi. Arkeolojik kayıtlar açık bir şekilde en azından bu halklardan bir kısmının Semitik kökenli olduğunu ve özellikle Kanaan’dan geldiğini kanıtlamakta.
4000 yılı aşkın bir süre önce, Semitik halklar, Filistin’deki çölleri aşıp Mısır’a girdi. Büyük Rahip II Khnumhotep’in mezarı, MÖ 20. yüzyılda Semitik tüccarların ölülere takdimlerde bulunduğunu sergileyen bir sahneyi taşımakta. Bu Semitik insanların bazıları Mısır’a tüccar ve göçmen olarak gelmişti. Diğerleri, savaş esirleriydi. Ayrıca kendi halkları tarafından esir olarak satılanlar mevcuttu.
Bir papirüste, önde gelen zengin bir Mısırlı kişinin 77 esiri olduğu ve bunların 48 tanesinin de Semitik kökenli olduğundan bahsedilmekte. Nitekim yaklaşık 3700 yıl evvel Orta Kraliyet Dönemi’nde, Kanaanlılar mutlak bir güç kazanmışlardı. Aşağı Mısır Krallığında Kanaanlı firavunlar yönetimi ele geçirmişti. Yukarı Krallığı ise Mısırlılar yönetmekteydi. Bu Kanaanlı firavunlar arasında Yakup adında gizemli bir kişi de vardı. Bu isim, Mısır’da Kanaan’da, Sudan’da ve Hayfa’da Şikmona’da keşfedilen 27 belgede yer almakta. Mısır’da yerleşen ve Tora’da adı geçen ata peygamber Yaakov’un bu döneme ait olduğu düşünülebilir.
HİKSOSLAR DÖNEMİ
Zaman içerisinde Kanaanlı yöneticiler, MÖ 1650’den evvel Mısır’a yerleşen gizemli bir toplum olan Hiksoslar tarafından Mısır’dan kovuldu. Hiksoslar, Güney Krallığı’nı Avaris kentinden yönetmeye başladı. Hiksoslar konusunda tartışmalar mevcuttur. Fakat ağırlık olarak, Hiksosların Lübnan veya Suriye bölgesinden geldiği kabul edilmekte. Bazı bilim adamları ise II. Khnumhotep’in mezarında yer alan Semitik tüccarların, aslında Hiksoslar olduğunu iddia etmekte. Hiksosların yönetiminde Delta’daki Kanaan halklarının nüfusu arttı ve birbirlerine kenetlendiler. Antik Avaris’teki (Tell El-Dab) buluntular da bunu kanıtlamakta. Kanaanlıların mevcudiyeti toprak kapların niteliği ile desteklenmekte. Bu kapların gerek şekli, gerekse kimyasal yapısı bunların Filistin’den türediğini ortaya koyar. Keza o dönemde Avaris’de ölülerin gömülme ritüeli de Kanaanlılara özgüdür.
Zamanla Hiksoslar da ortadan kayboldular. 30 yıllık bir kan davasından sonra Teb Kralları, I. Ahmose (MÖ 1539 – MÖ 1544) ile başlayarak Avaris kentini ele geçirdiler, Alt ve Üst Krallıkları tek bir devlet halinde örgütlediler. ‘Yeni Krallık’ Hiksoslar, Güney Kanaan’a Sina yolu ile sürüldüler.
Romalılar döneminde yaşamış olan ünlü Yahudi tarihçi Josephus Flavius, Hiksosları İsrailoğulları ile özdeşleştirmekte, bir Mısırlı yazıcıya ve rahip Manethos’a istinaden, bunların Mısır’dan kovulmaları ile yazdıklarının çerçevesinde Hiksosların Yeruşalayim’de yerleşmeden evvel çölde dolandıklarını belirtmekte. Bazı bilim adamları da Exodus’ün (Çıkış) Hiksosların kovulması ile ilgili kadim hatıralar konusunda olduğuna inanmakta. Diğerleri de olaydan yüzyıllar sonra yazılmış olan Manethos’un öyküsüne kuşku ile yaklaşmakta. Ayrıca Hiksoslar Mısır’dan kovulan hükümdarlardı, köle değildiler ki… Netice de bunlar Pesah Agadası (Hamursuz Bayramı Öyküsü) için pek olası bir kaynak arz etmemekte. Buna karşın, başka bir bilim adamları ekolü, Exodus’ün Yeni Krallık döneminde ve yüzyıllar sonra cereyan ettiğini ileri sürmekte. Nihayet bazıları da, o milenyumda birbirine karışmış birçok ihraç ve benzeri olayın Pesah Bayramı Öyküsüne esas teşkil etmiş olabileceğine dikkat çekerler.
SAVAŞ TUTSAKLARI
Ahmose, sadece Hiksosları kovmakla kalmamıştı. Eski Mısır’ı bütünleştirmiş ve imparatorluğunu Kanaan ve Suriye’ye de yaymaya başlamıştı. I. Ahmose ve III. Tutmoses’in Mısırlı yazıcıları, doğuya yapılan harekâtlardan gururla bahsetmişlerdi.Bu harekâtlarda Mısır’a esir köleler getirilmişti. Bu konudaki tarifler, Pesah Agadası sahneleri ile tamamen uyum halindedir. Exodus’te belirtilen sahne, Mısır’ın doğu deltası ile ilgili olabilir. Nil Nehri burada her yıl taşar.
Bu bölgede taş kaynakları yoktur ve sürekli olarak da çamur tuğlalardan inşa edilen yapılar tekrar çamur halinde eriyordu; taştan yapılmış mabetler dahi bu bölgede fazla dayanmıyordu. Dolayısıyla burada çalışmış kölelerden geriye fazla bir fiziksel kalıntı kalmamış olması da doğaldır. Ancak II. Ramses’den (MÖ 1303 - MÖ 1313) kalan bir deri tomar muhtemelen Kanaan ve Suriye’den getirtilmiş savaş tutsaklarının oldukça bariz bir görünümünü sergilemekte; bu da Tora’daki anlatımla oldukça bağdaşmakta.
Bu tomar, 40 görevli esiri betimlemekte ve her biri 2000 tuğlalı bir kontenjan ile mükellef. (Bak. Çıkış 5:6) Başka Mısır papirüsleri ise III ve IV Anastasi Çıkış 5:7’deki gibi çamurdan yapılmış tuğlalarda saman kullanıldığını betimlemekte. “Eskisi gibi tuğla yapmak için saman toplayamayacaksınız. Bırakınız, onlar kendileri için saman toplasınlar.”
Yaklaşık olarak MÖ 1450’lerde yaşamış olan Vezir Rekhmire’nın mezarı ise, yabancı esirlerin Teb kentindeki Karnak’taki Amun Tapınağının atölye ve deposunun inşaatı için tuğla yaptığını resimlemesi ile meşhur olur. Bu esirler, “Majestelerinin Amun Tapınağında çalışmalar için tutsak olarak getirilenler” olarak kaydedilmişti. Semitler ve Sudanlılar, saman ve çamur getirmekte, bunları harmanlamakta, tuğlaları kalıplardan çıkarmakta, onları kurumaya bırakmakta ve her biri bir sopa taşıyan Mısır gözetmenlerin dikkatli gözleri altında bunların miktarını ölçmekteydiler.
Bu resimler Çıkış 1:11–14; 5:1-21’deki tariflere uymaktadır. “Onların yaşamını; onlar sahada kil hamuru ve tuğlalarla köleliğin her şekli içinde çalışırken, daha da zor bir hale getirdiler.” (Çıkış 1:14a) Ayrıca İbrani kölelerin nasıl kamçının altında ıstırap çektikleri Bologna’da 1094 yılında bulunan bir Mısır papirüsünde de yer almakta; iki işçinin kendilerini dövdüğünden ötürü ustabaşılarının yanından nasıl firar ettiği anlatılmakta.
İsrailoğullarının Mısır’daki mevcudiyeti hakkında ipuçları
Sonuç olarak Semitik kökenli köleler oradaydı. Doğu Deltasındaki çamurlu ortam nedeniyle, hemen hemen hiçbir papirüsten eser kalmamıştır. Ancak zamanımıza intikal edebilenler ise kaybolan İsrailoğlulları hakkında başka deliller sağlayabilir.
Nitekim yaklaşık 3.200 yıl öncesinden intikal eden VI. Anastasi Papirisü, Mısırlı yetkililerin, Edom’dan gelen ve İsrailoğulları’nın Tanrı’sına ibadet eden Semitik kökenli göçerlerin, Tjeku’daki (Wadi Tumilat) sınır kalesini geçmelerine ve davarları ile birlikte Pithom’un göllerine doğru yol almalarına izin verdiklerini, tarif etmekte.
Bundan kısa bir süre sonra İsrailoğulları, Mezenptah Taşı ile tarih sahnesine intikal ederler. Bu yazıtta, yazıların MÖ 1210’da yazıldığı açıkça belirtilmiştir. Bu durumda İsrailoğulları’nın Tanrı’sına ibadet edenler Mısır’dan Çıkış’ın oluştuğu varsayılan tarihten sonra da orada yaşamaya devam ediyor görünmekte. Bu kültürün mensupları daha da evvel orada yaşamış olabilirlerdi; bunun için kesin kanıtlar bulunmamakta ama bununla beraber bazı göstergeler de mevcut.
Manetho yazıtına göre, monoteizmin kurucusu Osaris idi. Bu kişi daha sonra Moses adını almıştı ve Akineton’un hükümdarlığında onu izleyenleri Mısır’dan çıkarmıştı. Akineton dinsiz bir firavundu ve çok tanrılığı (politeizm) yasaklamış olup, bunu tek tanrıcılıkla (monoteizm) ikame etmişti ve sadece güneşe (Aten) ibadet ediliyordu.
1987’de Fransız arkeologlarından oluşan bir grup; Aper - El veya Aperia adındaki, at arabalı savaşçıların birliğini yöneten ve II. Ahmenotep’in ve oğlu Akineton’un veziri olan bir adamın mezarını keşfettiler. Vezirin ‘el’ ile biten ismi, pekâlâ İbranilerin Tanrı’sının isimlerinden biri olan Elohim’i de çağrıştırabilirdi. Bu yorum da, İbranilerin 3.600 yıl evvel başlayan (MÖ 1543 - MÖ 1292) tarihinde 18. sülale döneminde Mısır’da bulundukları kuramını güçlendirmekte.
Ünlü İngiliz Ejiptolojisti (Eski Mısır bilimcisi) Sir Matthew Flinders Petrice, bunun tersi bir görüşü savunmakta. Akineton, İbranilerin monoteist görüşleri için bir katalizör görevi görmüş olup; Exodus, 19. sülale döneminde (MÖ 1292 – MÖ 1189) cereyan etmişti. (3.300 yıl önce).
Çıkış 12:37’e göre “600 bin yaya erkek, çocuklar hariç, Mısır’dan çıktılar.” Bunun uyarlanmış hali, Exodus’te 2 milyon kişinin yer aldığını ifade eder (bu da, Sayılar 1:46’dan uyarlanmıştır). Şayet Mısır’ı 2 milyon kişi terk ettiyse (ki Mısır’ın toplam nüfusu 3 ile 4.5 milyon olarak tahmin edilmiştir), bunun farkına varılmış olması gerekirdi ve Mısır’ın kayıtlarında yansımalıydı.
Örneğin Heredot’un MÖ 480’de Yunanistan’ı 1 milyon Perslinin istila ettiğini belirtmesine dikkat etmek gerekir. Kuşkusuz birçok kadim hayatta olduğu gibi sayılar abartılmıştı. Ama hiç kimse de Yunanistan’ın istila edilmediğini iddia etmemektedir.
Öte yandan, Mısır bilimci Kenneth Kitchen ise şuna dikkat çekmekte; metindeki bin anlamına gelen ‘elef’ gene metin kapsamına göre değişik şeyler ifade edebilir; hatta bir grup / klan veya bir lider / şef anlamlarına dahi gelebilir. Kutsal Kitap’ın başka yerlerinde ise ‘elef’ in 1000 anlamına gelme olasılığı mevcuttur,
Örneğin 1. Krallar 20:30’da Aphek’te bir duvarın yıkıldığından ve 27 bin adamın öldüğünden bahsedilmektedir. Şayet ‘elef’i lider olarak tercüme edersek, bu metin daha mantıksal olarak 27 subayın yıkılan duvar nedeniyle öldüğünü anlatmakta. Aynı mantığı izleyen bazı âlimler ise, aslında yaklaşık olarak 20 bin kişinin Exodus’te yer aldığını ileri sürmekte.
Vahşi tabiatta cereyan eden bir yolculuk hakkında delil yoksunluğu hiçbir şey kanıtlamamaktadır. Firar halindeki Semitik kökenli bir kitle, doğrudan delil olabilecek bir şeyleri geride bırakamazdı. Bu kişiler, kentler inşa edemezler, anıtlar inşa edemezler veya gölün kumunda ayak izleri bırakamazlardı.
Bununla beraber Agada öyküsüne destek olabilecek bir malzeme de MÖ 13. yüzyıldan intikal eden ve bir papirüse yazılmış olan bir şiirde yatar. “Bağışıklığın güçlenmesi için tavsiyeler veya herkesin Tanrısı”. Bunun aslının çok daha eski olduğuna inanılır.
KAN NEHRİ
Yukarıdaki papirüs, Mısır’ı vebalar, kıtlıklar, şiddetli isyanlar ile betimler ve esirlerin yanlarına Mısır’ın zenginliklerini de alarak kaçtığı üzerine yoğunlaşır. Kısacası söz konusu papirüs, Exodus’ün öyküsünü, Mısırlıların açısından nehrin kana dönüşmesinden, davarın itlâf oluşuna, karanlığa dek anlatır gibi görünmektedir.
Ayrıca Mısırlılar, gerçekler rahatsız edici göründüğünde veya siyasal çıkarları ile örtüşmediğinde, tarihsel kayıtları tahrif edecek kişiler değildi. Ancak başarısızlıkları mabedin duvarları üzerinde yayınlamak da firavunların uygulaması değildi. III. Tutmosis, kendisinden evvel hükümdar olan Hathepsut’un anısını silmeye çalıştı. Bu kadın hükümdar ile ilgili yazılar silindi, hakkındaki anıtlar duvarlar ile çevrildi ve unutuldu; onun ismi daha sonraki kayıtlarda yer almamakta.
Üstelik Delta’daki yönetim ile ilgili kayıtlar tamamen ortadan kalkmış gibi görünmekte. Genel olarak Kutsal Kitap yazıcıları, gerçek öyküyü yorumlamış ama icat etmemiştir. Eskiler, gerçek öyküler üzerine kurulu bir propagandanın peri masallarından daha etkili olduğu biliyorlardı.
Bir Vakanüvis, Kral A’nın bir kenti zapt ettiğini ve Kral B’nin yenildiğini kaydedebilirdi. Ancak bir kraliyet kayıtçısı tarafından, Kral B’nin bir tanrıyı gücendirdiği ve o tanrı tarafından cezalandırıldığı yazılırdı. Çünkü o tanrı Kral A’ya kentini ele geçirmesi için izin vermişti. Psikolojik açıdan ise, yazıcılar neden esaret ile başlamış olan bu denli mütevazı ve aşağılayıcı bir öyküyü yazmış olmalıydılar ki?
Yahudiler hariç hiç kimse toplumlarının tarihinin başlangıç öyküsünü bu kadar küçültücü ifadelerle tanıtmamıştır. İnsanların çoğunluğu, liderlerini kahramanlık eylemleri ile donatmayı, hatta doğrudan doğruya tanrılarıyla ilişkilendirmeyi yeğlerler.
Sonuç olarak, Exodus öyküsü tamamıyla bir iman meselesidir. Bu makale ile Pesah Agadası’nın tarihselliği veya Mısır’dan çıkan esirlere İsrail topraklarının vaat edildiği kanıtı esinlenemez. Bu makale ile sadece Exodus konusuna ilham verecek tarihsel kişilerin ve olayların mevcudiyeti kanıtlanabilir. Ancak gerçek, hayalden daha gariptir ve İsrail’in Tanrı’sına ibadet eden ve Mısır’da yerleşen göçerlerden biri olan İbrani köle Aper-el’in onlarla beraber çamurlarda yok olmadığını hatırda tutarak, Agada’ya saygı göstermek gerekir.
Kaynak: Bu makale, Philippe Bohstrom tarafından kaleme alınan ve 14 Nisan 2016’da Haaretz gazetesinde yayınlanan yazıdan çevrilmiştir.
♻️
Türk tarihinde ilk kez bir Göktürk kağanının yüzünün olduğu bir toka bulundu.

Kazakistan’da Türk tarihini değiştirebilecek bir keşfe daha imza atıldı.
Doğu Kazakistan'da Batı Göktürk dönemine ait bir külliye ve yeni eserler tespit edildi. 2021 yılındaki kazılarda Eleke Sazı Kağan külliyesindeki kurgan alanında, Göktürk soyuna mensup olan ve Suyab'taki Türk kağanı adına On-Ok ilini yönetmekle görevlendirilen Tiginin şahsi eşyaları bulundu.
Bu eşyalar arasında tarihte ilk kez bir Göktürk kağanının tasvirine ulaşıldı.
Külliye’nin yapı ve form olarak benzerliği onun 2. Göktürk Devleti döneminde inşa edilmiş olabileceğini gösteriyor.

Göktürk Külliyesi ve kağana ait bilgileri Türk Arkeolojisi bilim alanında Türk Dünyasının yaşayan en büyük uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Zainolla Samashev ilk kez TRT Haber’e anlattı.
"İlk defa böyle bir kompleks tespit edildi"
Prof. Dr. Zainolla Samashev, Göktürk dönemine ait olduğu anlaşılan bu kompleksin, Türk halklarının tarihinde özel bir rol oynadığını, çünkü ilk defa böyle bir kompleksin tespit edildiğini açıkladı:
"Elbette bu merkez Batı Göktürk kağanlarından bir tanesinin anısına inşa edilmiş bir kompleksti. Sonrasında bu yer, kağanın arkasında bıraktığı halkı için büyük bir tazim merkezine dönüşürdü ve buraya büyük bir anıt mezar inşa edilirdi. Böyle bir merkezi ilk defa Kazakistan’ın Altay bölgesindeki Tarbagatay Dağları'nın etekleride olduğunu görüyoruz . Elbette bu kompleks mimari üslubu, defin merasimleri, ele geçirilen bulgular ve dini inanç kültü bakımından Türk dünyası için yüksek derecede önemli."
Mezar alanında tespit edilen bulguların, Kağanın defin merasimine katılan temsilcilerin özel eşyaları olduğunu söyleyen Prof. Dr. Samashev, "Göktürk defin merasimlerine bakıldığında, ölen kişinin arkasından şahsi eşyaları ve silahların koyulması bir görevdi. Ele geçirilen objeler içine altın levhadan oluşan bir kemer tokası bulundu." açıklamasını yaptı.
Bu toka üzerinde, tahtında oturmuş vaziyete, başında tacı, elinde ant kadehi tutan Göktürk kağanına ait bir tasvir bulunuyor. Prof. Dr. Samashev, ele geçirilen bu süslemenin Türk halklarına ait tespit edilen edebi bir miras olduğunun altını çizerek, bu bakımdan tasvirin oldukça önemli olduğunu kabul edeceğimizi vurguladı.

Anıt mezar ve bulguların Orhun Vadisi’ndeki diğer komplekslerle benzerlikleri bulunuyor. Bunlar Kültigin ve Bilge Kağan’ın mezar alanındakilerle benzediği gibi özellikle Moğolistan’daki Şivet Ulan ile daha yakın benzerlikleri bulunuyor.
"Anıt mezar ve bulguların Orhun Vadisi’ndeki diğer komplekslerle benzerlikleri bulunuyor"
Samashev, Göktürk Külliyesi'nin ve bir kağana ait tokanın Batı Göktürk Devletinde meydana gelen büyük siyasi hadiselerin hepsinin aydınlatılması açısından oldukça önemli olduğunun altını çizdi:
"Elbette bulgular hakkındaki çalışmalarımızda külliye içerisinde icra edilen defin merasimlerinin hepsinin rekonstrüksüyonunu yapıyoruz. Anıt mezar ve bulguların Orhun Vadisi’ndeki diğer komplekslerle benzerlikleri bulunuyor. Bunlar Kültigin ve Bilge Kağan’ın mezar alanındakilerle benzediği gibi özellikle Moğolistan’daki Şivet Ulan ile daha yakın benzerlikleri bulunuyor."
Yozgat Bozok Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mehmet Kutlu, Göktürk Külliyesi'nin mimari yapısı hakkında şu bilgileri verdi:
"Kazı öncesinde dahi avlu duvarları ve mimari özellikleri kısmen belirgin olması nedeniyle mezar külliyesinin iki ana bölümden oluştuğu anlaşılıyor. Ayrıca mezar külliyesinin sınırlarını belirleyen avlu duvarlarına bitişik veya yakın konumda onlarca küçük ve orta boyutlu kurganlar bulunuyor. Bu kurganların mezar külliyesinden daha sonraki dönemlerde inşa edildiğini ve mezar külliyesinin sahibi olan kağan veya yabguya duyulan saygı ve sevginin bir ifade olmanın yanı sıra akrabalık bağı ve yakınlığı bulunan kişilere ait olduğu öngörülüyor."

Mezar külliyesinin iki ana bölümü iki ayrı avlu duvarı ile çevrilmiş ancak iki bölümün birleştiği kısımda ortak bir duvarı paylaştıkları görülüyor. Killi toprak ve çakıl karışımı malzemeden inşa edilen avlu duvarların belirlediği sınırlara göre mezar külliyesi yaklaşık 90 x 50,90 metre ölçülerinde.
.png)
Dr. Serhan Çınar, "Eleke Sazı’ndaki anıt kompleksinin ortaya çıkışı, Asya'nın merkezinde, eski Türklerin tarihsel arenaya girişiyle manevi ve ideolojik, dini ve felsefi yönelimleriyle ve Kazak bozkırlarındaki çok boyutlu temaslarıyla bağlantılı bazı etno-sosyokültürel süreçleri yansıtır." değerlendirmesini yaptı.
Bir Göktürk hanedan üyesini betimleyen heykel tespit edildi
Kazı öncesinde yürütülen yüzey araştırmaları sırasında Eleke Sazı Mezar Külliyesi harabesinde Prof. Dr. Zainolla Samashev’in Sunak bölümünde konumlandırılmış olabileceğini değerlendirdiği bir Göktürk hanedan üyesini betimleyen heykel tespit edildi.
Eleke Sazı Mezar Külliyesinin Göktürk dönemine tarihlendirilmesinde en önemli dayanaklarından biri olan söz konusu granit heykelin baş kısmı kırılmış. Bağdaş kurarak oturan bir Göktürk kağan veya Yabgusunu betimleyen granit heykel, Astana’daki Milli Müze’de koruma altına alındı.

Tarihte ilk defa bir Göktürk kağanının tasvirine ulaşıldı
Buluntular arasında en dikkat çeken, kemer tokası olduğu anlaşılan 2 adet süslemeli altın levha. Bu levhalar üzerinde tahtında oturan bir kağan ve ona hizmet eden nedimeleri bulunuyor.
Tarihte ilk defa bir Göktürk kağanının tasvirine ulaşıldı. Bilineceği üzere altın kemer takmak eski Türk devletlerinde bir hakimiyet nişanesiydi.

Dr. Serhan Çınar, belirlenebilen imgelerde, Göktürk kağanının uzun saçlı ve yaklaşık 30-35 yaşlarında olduğunu söylüyor:
"Süslemedeki kompozisyonda kağanın geleneksel Türk tipi bağdaş oturuşuyla tasvir edildiği ve başında üç köşeli haleyi andıran bir tacının olduğu görülmektedir. Toka süslemesinde yer alan imgelerde, ayrıca kağanın üzerinde oturduğu tahtı ve kendisine hizmet eden nedimeleri açıkça görülüyor. Tahtın etrafını saran çiçeklerin ise Budist sanatında sıklıkla kullanılan Lotus çiçeği olduğu düşünülüyor."
"Türk Kağanlarının komşu devletlerin elçilerini kabul merasimlerini gösteriyor"
Prof. Dr. Zainolla Samashev, Göktürk Kağanı'nın yüzünü tasvir edildiği tokanın Türk dünyasına ilişkin önemini şu sözlerle anlattı:
"Bu kemer tokanın önemi, Tahtta oturan başında tacı olan bir Göktürk İmparatoruna ait bir kompozisyon olması. Göktürklerdeki tahta çıkış merasimleri hakkında yazılı kaynaklarda oldukça fazla bilgiler olmasına rağmen arkeolojik bulgular günümüze kadar tespit edilememişti. Bu anlamda Eleke Sazında tespit edilen kemer tokasındaki tasvir bize taht merasimlerinin nasıl icra edildiği hakkında somut bulgular sunuyor.

Ele geçirilen kompozisyonda kağanın oturduğu tahtın ön kısmında doğu ve batı kısıma bakan at motifleri yer alıyor. Bu haliyle oluşturulan kompozisyon bozkır imparatorlukları arasında kendine özgü bir sunum veriyor."

Kemer tokasındaki tasvir hangi Göktürk kağanına ait tarihlendirme yapmak mümkün mü?
Prof. Dr. Zaimollo Samashev, kemer tokasının 8.yüzyılın sonuna ait olduğunu belirtiyor:
"Tarihi kaynaklarda 8.yüzyılın son döneminde Göktürk İmparatorluğunu kağanların kimler olduğuna dair bilgiler bulunuyor. İlk tahminimiz, tasvir’deki imgelerin bu döneme ait kağanlardan birisi olma ihtimali. İkinci tahminimiz ise, altın kemer tokasının bulunduğu kompleksin Ötüken veya Batı Göktürk Kağanlığının merkezi olan Suyab’taki Kağanına bağlı bir Tudun’a ait olup, hakimiyet nişanesi amacıyla hükümdarın oğluna hediye etmiş olma ihtimali."

"Göktürk beyleri komplekse girişte bu labirente dizlerinin üstünde sürünerek geçiyorlardı"
Eleke Sazı kompleksinin benzeri anıt mezar komplekslerden ayıran özgün yapı bileşeni, platformun en doğusunda, dış kapının karşısında yer alan labirent.
Bulgular arasında kompleksin mimari üslubunun başlı başına bir yenilik olduğunu söyleyen Prof. Dr. Samashev, "Özellikle komleksin girişinde yer alan ön kabul odasına geçişi sağlayan labirentin varlığı, Eleke Sazı külliyesini Şİvet Ulan’daki komplekseten ayıran en büyük özelliği. Burada Dini merasimlerin gerçekleşmesi sırasında Göktürk nüfuzlu beyleri komplekse girişte bu labirente dizlerinin üstünde sürünerek geçiyorlardı. Sonrasında ön kabul odasında sürekli yanan halde bulunan ateş çemberinden geçerek kötü ruhlardan arınarak arınmış bir şekilde kağanın naaşının bulunduğu huzura gidiyorlardı." sözleriyle labirentin önemine dikkat çekti.

Kazılar sırasında sunak alanının beşgen şekilde olduğu görülüyor. Burada Kağan’ı tasvir eden büyük bir taş heykel bulundu. Sonrasında basamaklı merdivenler aracılığı ile mezar odasının iç kısmına geçiş sağlanıyordu. Kompleksin iç kısmında kremasyonun yapıldığı ateş ocağı, gülce motifli altın levha süslemeler, bronz ve metal üzengiler, merasim tabağı ve tunç bir şamdanlık, ok uçları ve kılıç bize Göktürk çağı kültürel yaşantıların konumu hakkında önemli ipuçları veriyor.

Labirent duvarlarının yüksekliği, genişliğine ve yatay yığma levhaların sayısına bakılırsa, bir insanın bel hizasına ulaşıyordu. Labirentin genişliği sadece bir kişinin geçişi için tasarlanmıştı ve görünüşe göre üzerinde bir gölgelik ya da tavan yoktu.
Batı Göktürk Dönemi'nin Türk tarihindeki önemi
Moğolistan'da da Göktürk dönemi kazılarını gerçekleştiren Prof. Dr. Zainolla Samashev, Batı Göktürk Dönemi'nin Türk tarihindeki önemini şu sözlerle anlattı:
"Birleşik Göktürk Kağanlığı ikiye bölündükten sonra Batı Türkistan sahasında büyük Türk Kağanlığı adıyla anılan devlet kuruldu. Bu siyasi birleşke içerisinde sadece bozkır kabilelerinin yanı sıra Soğd ve Harezm bölgesindeki yerleşik topluluklarda yer aldı. Bu anlamda Batı Göktürk Devleti kültürel ve sosyo ekonomik açısından oldukça zengin bir siyasi birleşke oldu. Batı Göktürk döneminde sikke darbının varlığı, hatunların siyasi rolleri ve bozkır sahasındaki önemli bir birleşmeyi gösteriyor."
♻️
BBC, Gazze’de çocukların yaşadığı zorlukları konu alan “Gazze: Savaş Bölgesinde Nasıl Hayatta Kalınır” adlı belgeselinde ciddi hatalar yapıldığını kabul ederek, kamuoyundan özür diledi.
Xx









Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️