Türklerin türeyiş efsaneleri: Ulu Han Ata Bitigçi;Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
Ulu Han Ata Bitigçi, kayıp bir kitabın adıdır. Kitap kayıptır ama Mısır’da yaşayan bir tarihçi 1330’larda kitabı görmüş ve oradan çıkardığı notları kendi kitaplarına almıştır.
Kıpçakların kurduğu Türk devletinde (Memlükler’de) yaşayan tarihçinin adı Ebûbekr bin Abdullah bin Aybek ed-Devâdârî’dir. Türk asıllı Ebûbekir, biri dokuz, biri tek ciltlik iki dünya tarihi yazmıştır. Eserler Arapçadır; İstanbul’da Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde bulunmaktadır.
Ebûbekir, altın bir mahfaza içinde bulunan kitabı arkadaşlarıyla birlikte incelemiştir. Arapça eserinde kitabın adını Türkçe olarak kaydeder: Ulu Han Ata Bitigçi. Sonra da bu ismin Arapça tercümesini verir. Biz Türkçesini yazalım: Ulu Han Baba’nın Kitabı.
Ebûbekir’in eser hakkında verdiği bilgiye göre Ulu Han Ata Bitigçi, 826 yılında, Abbasi saray doktoru Cibrîl bin Bahtîşû tarafından Farsçadan Arapçaya çevrilmiş. Daha önce de Türkçeden Farsçaya tercüme edilmiş. Eser, Ebû Müslim Horasânî’den kalmış. Ona da büyük atası Büzürgmihr binBahtigân‘dan intikal etmiş.
Büzürgmihr bin Bahtigân, Sasani kisrâsı (hükümdarı) Nûşirevan‘ın veziridir. Nûşirevan 531-579 yılları arasında kisrâlık yapmıştır ve İstemi Kağan’ın güveyisidir.
Demek ki eserin Türkçe aslı, İstemi Kağan çağına kadar çıkmaktadır. Fakat elimizdeki kayıt 14. yüzyıla aittir; çünkü Ebûbekir eseri o zaman görmüştür. Sonra da eser kaybolmuştur. Elimizde sadece Ebûbekir’in kayıtları vardır.
Ebûbekir’in gördüğü eser Arapçadır. Fakat adı gibi, içindeki bazı özel isimler de Türkçe olarak verilmiştir. Tarihte ve Bugün Şamanizm kitabında Abdülkadir İnan, Ebûbekir’in kitaplarından özetlediği türeyiş efsanesinin özetini verir:
İlk çağda yağmurdan hasıl olan seller Karadağcı denilen bir dağdaki mağaraya çamur sürükleyip getirdi ve bu çamurları insan kalıbına benzeyen yarıklara döktü. Su ile toprak bir müddet bu yarıklarda kaldı. Güneş Saratan burcunda idi ve sıcaklığı çok kuvvetli idi. Güneş, su ve toprak döküntülerini kızdırdı, pişirdi. Mezkûr mağara kadının karnı (batnı) vazifesini gördü. Su, toprak ve güneşin harareti (ateş) unsurlarından ibaret olan bu yığın üzerinden dokuz ay mutedil rüzgâr esti. Böylece dört unsur birleşmiş oldu. Dokuz ay sonra bu yaratıktan insan şeklinde bir mahlûk çıktı. Bu insana Türk dilince ‘Ay Atam’ denildi ki ‘ay baba’ demektir. Bu ‘Ay Atam’ denen kişi sağlam havalı ve tatlı sulu yere indi. Kuvvet ve neşesi günden güne arttı, orada kırk yıl kaldı. Sonra seller bir daha aktı, yukarıda zikredildiği gibi mağaradaki yarıklara toprak doldurdu. Güneş Sünbüle yıldızında idi. Binaenaleyh bu toprağın pişmesi zamanı güneşin aşağı indiği devre tesadüf etti ve bundan dolayıdır ki bu topraktan yaratılan kişi dişi oldu. Bu dişi kişiye ‘Ay-va’ adı verildi ki ‘ay yüzlü’ demektir. Ay Atam ile Ay-va evlendiler. Bunlardan kırk çocuk dünyaya geldi. Yarısı erkek yarısı dişi idi. Bunlar birbiriyle evlendiler.
Ana ve babaları öldükten sonra çıktıkları mağaraya gömüp ağzını altın kapı ile kapadılar ve kapının yanına çiçekler koydular.
🔹Tâhâ 20/55: “Sizi topraktan yarattık; sizi yine oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi oradan çıkaracağız.”
🔹Sizi topraktan yaratan odur." (Mü' min Sûresi Âyet 67 )
🔻birkaç türe ve parçalanmış bir sirkumtropikal dağılıma sahip mağara ilişkili ~ tatlı su yassı solucanları grubu olan Cavernicola'yı buluyoruz.~ Ağacın geri kalanı, tatlı su gruplarının içinde yuvalanmış olan Terricola hariç, tatlı su türleriyle doludur.❗️
Eski Mezopotamya inançlarında o, özdeğe biçim veren ve detayı yaratan tanrısayılmaktadır. Balçıktan insanı yaratan odur. Tarım tanrısı olduğundan ötürü de marru (bel küreği)'yla simgelenmiştir. Sümerler Amoritlere yenilince Marduk tanrı Enlil'in de yerini almış ve bütün tanrıların en büyüğü sayılmıştır.
Babil'in baş tanrısı Marduk, Akad döneminde öne çıktı. Enki'nin oğluydu ve ilahi krallığı, adaleti ve doğurganlığı temsil ediyordu.
akad mitolojisi'nde genellikle okyanus tanrıçası olarak bilinir. hellen mitolojisi'ndeki okeanos ile aynı varlık sayılabilir.
"O gün yeryüzü, başka yeryüzüne çevrilir, gökler de başkalaşır."(İbrahim,48).
🔻Tektanrıcılık'a gidiş: Marduk sonunda Bel'le özdeşleştirilmiştir. Eskiçağ çok tanrılıcığında Marduk özel yeri olan en büyük tanrılardan biridir. İlkin tarım tanrısıydı, sonra MÖ 20. yüzyılda kral Hamurabi tarafından en yüce tanrı derecesine yükseltildi, daha sonra MÖ 16. yüzyılda kral Nebukadnezar (Arapça; Buhtunnasr) tarafından tektanrı sayıldı.Sümerlerin 50 kadar tanrısının ismi Marduk'a verilmiş ve tektanrıcılık yönünde adımlar atılmıştır. İnançsal tarihi MÖ 4. binyıla kadar iner. Eski Mezopotamya inançlarında o, özdeğe biçim veren ve detayı yaratan tanrı sayılmaktadır. 👫Balçıktan insanı yaratan odur. Tarım tanrısı olduğundan ötürü de marru (bel küreği)'yla simgelenmiştir. Sümerler Amoritlere yenilince Marduk tanrı Enlil'in de yerini almış ve bütün tanrıların en büyüğü sayılmıştır.
🔻Cennet Üçlüsü;
Tüm dönemler boyunca Mezopotamya panteonun en önemli üç tanrısı sabit kalmıştır.
An (Anu): Yaratıcı tanrı ve Cennetin tanrısıdır. Tüm tanrılar onun soyundan gelir.
Enlil: Rüzgar, hava ve toprak tanrısı ve tüm tanrıların şefi.
Enki: Su kütleleri ve pek çok konu ile ilişkilendirilmiş tanrı.
🔻Sümer yaratılış mitolojisi hakkında bilginin ana kaynağı, yaratılış sürecini kısaca anlatan destansı şiir Gılgamış, Enkidu ve Yeraltı Dünyası'nın ( ETCSL 1.8.1.4 ) önsözüdür : başlangıçta, yalnızca ilkel deniz olan Nammu vardı. Sonra, Nammu An , gökyüzünü ve Ki , dünyayı doğurdu . An ve Ki birbirleriyle çiftleştiler ve Ki'nin Enlil'i doğurmasına neden oldular. Enlil, An'ı Ki'den ayırdı ve dünyayı kendi alanı olarak aldı, An ise gökyüzünü aldı. Enlil annesi Ki ile evlenir ve bu birliktelikten dünyadaki tüm bitki ve hayvan yaşamı üretilir. ❗️
💮Çivi yazısı ile tablete kazınan ve dilbilimciler tarafından çevrilen mektupta yer alan ifadeler şöyle:
Güveyi, kalbimin sevgilisi Senin güzelliğin fazladır, bal gibi tatlı Beni büyüledin Senin önünde titreyerek durayım Seni okşayayım Benim kıymetli okşayışım baldan hoştur Bağışla bana okşayışlarını Benim beyim, baygınlığım Enlil’in kalbini memnun eden Su-Sin’im Bağışla bana okşayışlarını.
Sümer Medeniyeti’nin kral ve kraliçesi arasında yaşanan aşkı anlatan mektup (şiir), o dönemin müzisyenleri ve söz ustaları tarafından bestelenmiş ve sadece sarayda değil, halk arasında da yayılarak ölümsüzleşmiş.
~ Dünyanın İlk Aşk Mektubu ~
Tarihte yazılmış en eski aşk mektubu (şiiri) İstanbul’da. Yaklaşık 4500 yıl önce (MÖ 2300-2500) Sümer Kralı Su-Sin ve rahibe eşi Kraliçe Enlil arasında yaşanan aşkı anlatan bu levha İstanbul Arkeoloji Müzesi‘nde sergileniyor.
Philadelphia Üniversitesi profesörlerinden Hermann Volrat Hilprecht, 1889-1900 arasında kazı ekibiyle Mezopotamya’da Niffer Vadisi’nde yaptığı kazılarda, çivi yazısıyla yazılmış binlerce levha buldu ve bunları Osmanlı Devleti’ne teslim etti. Levhaların üzerindeki yazılar ancak 1957 yılında okunabildi.
Ebûbekir’in kitabından ilk bahseden Mısırlı Ahmed Zeki Paşa’dır. 1912’de Atina’da yapılan Müsteşrikler (Doğu bilimcileri) kongresinde bu eserden ve türeyişle ilgili rivayetlerden bahsetmiştir. 1915’te de Muallim Cevdet, Yeni Mecmua’nın Çanakkale özel sayısında Ebûbekir’in eserinden bahseder. Fuat Köprülü’nün, Hüseyin Namık Orkun’un ve Bahaeddin Ögel’in çalışmalarında da eserden bahis vardır. Bütün bu çalışmalara rağmen bu konu âdeta unutulmuş gibidir. Konunun unutulmaması için bir de roman yazdım: Türk’ün Kayıp Kitabı –Ulu Han Ata. Akçağ Yayınları’ndan çıkan romanın ikinci baskısı da yapıldı. Meraklılar eserin sonuna koyduğum bilgilerden de yararlanabilirler.
Ebûbekir’in anlattıkları bu kadar değil. Arkası da var. Onları da sonraki yazılarda vereceğim.
Ming Hanedanlığı'nın Xiaoling Mozolesi, Mor Dağ'ın eteğinde, Çin'deki en büyük imparatorluk mezarlarından biridir.
Türklerin kökeni;
İnsanlık tarihini iki ayrı evrede veren destanın ilk kısmı Âdem'den Nuh'a kadar olan kısmı genellikle Tevrat kaynak alınarak ve peygamberler tarihi biçiminde anlatılmaktadır. İkinci kısım ise Nuh ve Ön Türklerin neslinden türediği belirtilen Nuh'un oğlu Yafes ekseninde başlamaktadır. İlk kısımda Orta Doğu halkları dışında herhangi bir topluluktan bahsedilmezken ikinci kısımda Nuh Tufanı ve insan neslinin yeniden türemesi ekseninde farklı coğrafya ve halklardan bahsedilmektedir.
Ebü Hayyan, Oğuz boy adı için kendi sözlüğünde, "Yafes'ten sonra Türklerin büyük babasıdır." (Abū'l-Tūrku'l-kebir bade'l-yāfes) şeklinde tanımlamıştır. Tevrat'ta ise mevcut rivayetlerle Türk soyunun Nuhpeygamberin oğlu olan Yafes'ten geldiği söylenir.
Oğuz Kağan Destanı Türk destanlarından, Hun-Oğuz destanları grubundandır. Oğuz Kağan Destanı'nın dört ayrı yazması vardır. Çağatayca, Farsça ve Uygurca yazmalardaki Oğuz Kağan Destanı; Oğuz boyları, Türk dili, edebiyatı, folkloru, tarihi ve kültürü hakkında bilgi verir. Destan Türklerin atası olduğu varsayılan Oğuz Kağan'ın hayatını anlatır.
8. yüzyılda Orta Asya'da Oğuz Yabgu Devleti adında bir konfederasyon kurdular. Oğuz ismi, "kabile" (Oba) anlamına gelen yaygın bir Türkçe kelimedir. Oğuz isminin kaynağı en güvenilir görüşe göre Türkçe 'ok' isminin Z harfiyle çoğulu olan 'okuz' isminden türediği tezidir. Bizans kaynakları Oğuzlara Uzlar(ΟζΖοι, Ouzoi) der.
Oğuz kabileleri, UygurlarınKarlukmüttefikleriyle yaşadığı çatışmanın ardından Jetisu bölgesinden batıya doğru göç etti. 9. yüzyılda Aral bozkırlarından gelen Oğuzlar, PeçenekleriEmba ve Ural Nehri bölgesinden batıya doğru sürdüler. 10. yüzyılda Oğuzlar, günümüz Kazakistan'ında Balkaş Gölü'nün kuzeyindeki Sarı-su, Turgai ve Embanehirlerinin bozkırlarında yaşıyordu.
Kıpçak Türkleri tarafından rahatsız edilen diğerleri aşağı Tuna'yı geçip Balkanlar'ı işgal ettiler, burada bir veba salgını tarafından durduruldular ve Bizans imparatorluk kuvvetlerinin paralı askerleri oldular (1065).
🇹🇷Oğuz kelimesinin güçlü kuvvetli anlamına gelecek şekilde Öküz anlamında bir lakap olduğu ve Mete Han'ın (Çin kaynaklarına göre MaoDun) öküz boynuzlu bir miğfer giymesi nedeniyle bu lakabın kullanıldığı belirtilmektedir.Bu iddia sahipleri Kuran'da Zülkarneyn (iki boynuz sahibi) olarak geçen peygamberin Mete Han olduğunu ileri sürmektedirler.
Oğuzlar, Bozoklar ve Üçoklar olmak üzere on ikişer boydan iki ana kola ayrılmışlardı.
Oğuzlar;
Oḡuz șuʿbesi șöyle-kim anuñ șerḥi Oḡuz-nāme’de ve Cami'üt-Tevarihte gelür, anuñ altı oḡlı vār-ıdı ve anlaruñ her birinüñ Ḥātūnlarından dörder oḡlānları vār-ıdı. Ve Oḡuz çerinüñ șaḡ ḳolı ve șol ḳolın anlara virdi, bu mūcebce ki ẕikr olınur:
Or Ḫan ve Gür Ḫan ve anuñ ḳardașları ve anuñ oḡlanları ki Oḡuz-ıla müttefìk degüller idi. Ve bu ḵavmler ki iki ḳısım dururlar, biri ol ki anlaruñ așlı ve șuʿbeleri ḳadìmlıḳ cihetiyle mufașșal [ve] maʿlūm degül ve biri ol ki tafãìl-ile maʿlumdur.
24 Oğuz boyunu önce iki kolda (Bozoklar ve Üçoklar) daha sonra Oğuz Han'ın 6 oğluna ve son olarak da onların 4 oğluna ayırmaktadır. Listelerin kaynakları, Kaşgarlı Mahmud ve 14. yüzyılda yaşayan Reşideddin'e dayanmaktadır. Reşidüddin 24, Kaşgarlı Mahmut ise 22 boy saymaktadır.
Mesûdî, Altın Bozkırlar kitabında Oğuzların, "Cesaretleri, eğik gözleri ve boylarının küçüklüğü ile diğer Türklerden ayrıldığını" belirtmiştir.
İranda Bulunan 12-13. Yüzyıldan Kalma bir Selçuklu Heykeli
Tarih-i Oğuzân ve Türkân'daki şekliyle Oğuz Kağan Destanı ile ilgili makale yazanlardan biri Abdülkadir İnan’dır. İnan, "Oğuz Destanı'ndaki Irkıl Ata" adlı makalesinde Oğuznâme’nin Reşidettin tarafından Farsça yazılan parçasında geçen Bilge Irkıl Hoca’yı inceler. Burada Irkıl Hoca Türk töre ve ayinlerini ilk koyan bilge kişidir. Ebugazi Bahadır Han’ın gerek "Secere-i Türk" ve gerekse "Secere-i Terâkime" adlı eserlerinde Irkıl Ata Türk bilgesi olarak geçer. YakutTürkleri'nde ve Buryat'larda Irkıl kültü bugüne değin yaşamaktadır. Yakut inanışlarına göre ilk kamın adı An Argıl'dır.
Mısır; Apis (Boğaların Tanrısı)
Hint tanrısı Ganes fil başlı,Mısır tanrısı Khenemu öküz başlı olarak tasvir edilmiştir.Arap tanrısı ise insan suretinde tasarlanmıştır.
Enlil:
MÖ 1800-1600 yıllarına tarihlenen, tahtında oturan Enlil heykelciği , şu anda Irak Müzesi'nde sergilenmektedir.
Enlil , daha sonra Elil ve Ellil olarak bilinir , rüzgar, hava, toprak ve fırtınalarla ilişkilendirilen eski bir Mezopotamya tanrısıdır .
Enlil, Amorit Dönemi boyunca Mezopotamya'nın en yüce tanrısı olarak kaldı.
Enlil, MÖ yirmi dördüncü yüzyılda Nippur'un yükselişiyle öne çıktı.
Nippur'un MÖ 1230'da Elamlılar tarafından yağmalanmasının ardından kültü gerilemeye başladı ve sonunda Mezopotamya panteonunun baş tanrısı olarak yerini Babil'in ulusal tanrısı Marduk'a bıraktı .
Nippur, asla saray inşa etmeyen tek Sümer şehir devletiydi; bu, Enlil'in kendisinin şehrin kralı olduğunu göstererek şehrin Enlil kültünün merkezi olarak önemini sembolize etmek için tasarlanmıştı. Marduk'un yüce tanrı olarak Enlil'in yerini aldığı Babil Dönemi'nde bile , Babil kralları yönetme haklarının tanınması için kutsal şehir Nippur'a seyahat ediyorlardı.
Sümerler, belirli sayıların özel ritüel öneme sahip olduğuna inanılan karmaşık bir numerolojik sisteme sahipti. Bu sistem içerisinde Enlil, kendisi için kutsal kabul edilen elli sayısıyla ilişkilendirildi. Enlil, An ve Enki'yi de içeren bir tanrı üçlüsünün parçasıydı. Bu üç tanrı birlikte gece gökyüzündeki tüm sabit yıldızların vücut bulmuş haliydi. An, ekvatoral gökyüzünün tüm yıldızlarıyla , Enlil kuzey gökyüzünün yıldızlarıyla ve Enki güney gökyüzünün yıldızlarıyla özdeşleştirildi. Enlil'in göksel yörüngesinin yolu, kuzey gök kutbunun etrafında sürekli, simetrik bir daireydi , ancak An ve Enki'nin yörüngelerinin çeşitli noktalarda kesiştiğine inanılıyordu. Enlil , Boötes takımyıldızıyla ilişkilendirilmiştir .
🔻( Sargon adına daha sonra yapılan iddialar, annesinin bir " entu " rahibesi (baş rahibe) olduğu yönündeydi.)❗️
Ur yönetimi bazen Neo-Sümer İmparatorluğu olarak adlandırılır. Bu kompozisyon, Ur'un yükselişinden önceki tüm sıkıntıları Akad İmparatorluğu'nun ayaklarına bırakır (çünkü Naram-Sin, yeniden inşa ederken Enlil'in Ekur tapınağını yerle bir etmiş ve Mezopotamya'nın sekiz baş tanrısının Akad'a olan desteğini ve korumasını çekmesine neden olmuştur). Temelde kurgu olmasına rağmen, tarihçiler için hala faydalıdır.
"...Enlil dağlardan diğer insanlara benzemeyen, Ülke'nin bir parçası olarak sayılmayan, dizginsiz bir halk olan Gutianları çıkardı, insan zekasına sahip ama köpek içgüdülerine ve maymun özelliklerine sahiptiler. Küçük kuşlar gibi büyük sürüler halinde yere doğru uçuyorlardı. Enlil yüzünden kollarını ova boyunca hayvanlar için bir ağ gibi uzattılar. Hiçbir şey onların elinden kaçmadı, kimse onların elinden kurtulamadı. Haberciler artık otoyollarda seyahat etmiyordu, habercilerin tekneleri artık nehirlerden geçmiyordu. Gutianlar Enlil'in sadık (?) keçilerini ağıllarından sürdüler ve çobanlarını onları takip etmeye zorladılar, inekleri ağıllarından sürdüler ve çobanlarını onları takip etmeye zorladılar. Mahkumlar nöbet tutuyordu. Haydutlar otoyolları işgal ediyordu. Ülke'nin şehir kapılarının kapıları çamur içinde yerinden oynamıştı ve tüm yabancı topraklar şehirlerinin duvarlarından acı çığlıklar atıyordu ..."
Bunlardan birkaçı, Sargon'un Doğum Efsanesi ( Yeni Asur ), Weidner Tarihi ve Akkad İmparatorluğu'nun Sargon'u Üzerine Coğrafi İnceleme de dahil olmak üzere, yazma geleneğinin bir parçası olarak aktarılmıştır.
Adab'ın "büyük isyana" katılmasının ardından Naram-Sin'in doğrudan imparatorluk kontrolü kurduğu Adab'dır. Mari şehrini yok ettikten sonra Akad İmparatorluğu onu imparatorluk valisi olan bir idari merkez olarak yeniden inşa etti. Nuzi şehri Akadlar tarafından kuruldu ve orada bir dizi ekonomik ve idari metin bulundu.
Zafer anıtında, kraliyet saç topuzuyla , elinde bir topuzla ve sol omzunda büyük bir kemerle fırfırlı bir kraliyet ceketi giymiş Sargon (solda), arkasında kraliyet şemsiyesi tutan bir görevli var. [ 52 ] [ 53 ] Çivi yazısında Sargon'un adı ("Kral Sargon") yüzünün önünde belli belirsiz görünüyor. Louvre Müzesi .
Neo-Asur zamanlarından Sargon'un bir efsanesi, onun şöyle dediğini aktarır:
Annem bir changeling'di , babamı tanımıyordum. Babamın kardeşleri tepeleri severdi. Şehrim Fırat kıyısında bulunan Azurpiranu'dur (vahşi ot tarlaları). Changeling annem beni gizlice gebe bıraktı, beni sazlardan yapılmış bir sepete koydu, kapağımı bitümle kapattı. Beni üzerimden geçmeyen nehre attı. Nehir beni taşıdı ve su çeken Akki'ye götürdü. Su çeken Akki beni oğlu olarak kabul etti ve büyüttü. Su çeken Akki beni bahçıvanı olarak atadı. Bahçıvanken İştar bana sevgisini bahşetti ve dört ve (elli?) ... yıl boyunca krallığımı sürdürdüm.
Sargon adına daha sonra yapılan iddialar, annesinin bir " entu " rahibesi (baş rahibe) olduğu yönündeydi. İddialar, soylu bir soyağacı sağlamak için yapılmış olabilir, çünkü böyle bir konuma ancak yüksek rütbeli bir aile ulaşabilirdi.
Başlangıçta Sami bir isim olan Ur-Zababa'ya ait bir Kiş kralının şarapçısı ( Rabshakeh ) olan Sargon, böylece sulama kanallarını temizleme görevinden sorumlu bir bahçıvan oldu. O dönemde kraliyet şarapçısı, aslında krala yakın ve pozisyonun unvanının ima etmediği çeşitli üst düzey sorumlulukları olan önemli bir siyasi pozisyondu. Bu, ona disiplinli bir işçi birliğine erişim sağladı; bu birlikler aynı zamanda ilk askerleri olarak da görev yapmış olabilir. Ur-Zababa'nın yerini alan Sargon, kral olarak taç giydi ve yabancı fetih kariyerine başladı. Suriye ve Kenan'ı dört kez işgal etti ve üç yılını "batı" ülkelerini tamamen boyunduruk altına alarak Mezopotamya ile "tek bir imparatorlukta" birleştirmek için harcadı.
Ancak Sargon bu süreci daha da ileri götürerek, batıda Akdeniz'e ve belki de Kıbrıs'a ( Kaptara ) kadar uzanan ; kuzeyde dağlara kadar (daha sonraki bir Hitit metni, Anadolu'nun içlerine kadar uzanan Burushanda'lı Hatti kralı Nurdaggal ile savaştığını iddia eder); doğuda Elam'a kadar; ve güneyde Magan'a (Umman) kadar — iddiaya göre 56 yıl hüküm sürdüğü bir bölge, ancak sadece dört "yıl adı" günümüze ulaşmıştır.
arkaik çivi yazısı işareti GIR 3 , "vahşi boğa" arasında bir bağlantı olduğunu gösterebilir.
Saltanatının sonlarına doğru sıkıntılar çoğaldı. Daha sonraki bir Babil metni şöyle der:
Yaşlılığında bütün memleketler ona karşı ayaklandılar ve onu Akkad'da kuşattılar. Fakat o savaşa çıktı ve onları yendi, onları devirdi ve büyük ordularını yok etti.
MÖ 2300 civarına tarihlenen Akadlı Sargon'un zafer stelinde bir asker tarafından refakat edilen mahkumlar. Mahkumların saç modeli (üstte kıvırcık saçlar ve yanlarda kısa saçlar) Sümerlerin karakteristik özelliğidir ve Ur Sancağı'nda da görülmektedir. Louvre Müzesi .
" Kuş [ Nuh'un torunu ] Nimrod'unbabası oldu ; yeryüzünde kudretli bir savaşçı olan ilk kişiydi. Rabbin önünde kudretli bir avcıydı; bu nedenle, "Nimrod gibi Rabbin önünde kudretli bir avcı" denir. Krallığının başlangıcı, hepsi Şinarülkesinde olan Babil , Erech ve Accad'dı . O ülkeden Asur'a gitti ve Ninova , Rehobot-ir , Kalah ve Ninova ile Kalah arasında Resen'i inşa etti ; bu büyük şehirdir."
Anu
Sümer mitolojisinde gök tanrısı.
Sippar, Irak'tan Ritti-Marduk'un birKudurru'su üzerindeki Anu (sağ alt köşe) dahil olmak üzere çeşitli tanrıların sembolleri, MÖ 1125-1104
Anu (Akadca: 𒀭𒀭ANU), Sümer mitolojisinde ve daha sonra Asur ve Babil mitolojilerinde, (aynı zamanda An) gökyüzü tanrısı, cennetin tanrısı, takımyıldızların efendisi, tanrıların kralı olarak adlandırılır ve göksel katmanların en üstünde oturur. Suç işleyenleri yargılayacak güce sahip olduğuna ve kötülükleri yok etmek için asker olarak yıldızlar yarattığına inanılırdı. Anunnakunun(aynı zamanda Anunnaki olarak da anılır) babasıdır. Sanat eserlerinde bazen çakal olarak resmedilir. Çoğu zaman onun simgesi olarak kullanılan taç bir çift sığır ya da boğa boynuzu ile resmedilir.
İlk Sümer metinleri rahipler tarafından gerçekleştirilmiş sınıflandırma ve sistemleştirme çalışmasını yansıtır. Önce büyük tanrılar üçlüsü, onların ardından da gezegen tanrıları üçlüsü gelir.
An, Enlil ve Enki'den oluşan büyük tanrılar üçlüsünden de aynı süreç sezilmektedir. Adının da işaret ettiği gibi (an=gökyüzü), birincisi bir gök tanrısıdır.
Tanrı An göğü yukarı doğru kaldırdı ve Enlil de yeri yanında götürdü. Gök ve yerin ayrılmasına ilişkin kozmogoni izleği de oldukça yaygındır.
Sümer'in kral Sargon tarafından Akkadlılar tarafından işgal edilmesinden sonra Akkadlılar tarafından Anu olarak adlandırılmıştır. Üç büyük tanrıdan oluşan üçlemenin ilk figürü olmasına dayanarak, Anu tanrıların ilk kralı ve babası olarak saygı görmüştür. Anu görünür bir şekilde Uruk ile özdeşleşmiştir.
BirAkad İmparatorluğu mührü üzerinde yer alan Tanrıça İştar, MÖ 2350-2150. Mühürde boynuzlu bir miğfer takan ve sırtında silahlar taşıyan İştar, tasma takılı bir aslanı ayakları altına almaktadır.
İnanna
Sümer mitolojisinde aşk ve savaş tanrıçası
İnanna (Sümerce: 𒀭𒈹Dinanna, ayrıca 𒀭𒊩𒌆𒀭𒈾 Dnin-an-na[6][7]); aşk, güzellik, seks, savaş, adalet ve siyasi güçle ilişkilendirilen antik Mezopotamya tanrıçasıdır. Sümerlerde kendisine "İnanna" adıyla ibadet edilirken daha sonraki dönemlerde Akad, Babil ve Asurlular tarafından İştar (Dištar)[6] olarak tanımlanmış ve "Cennetin Kraliçesi" olarak anılmıştır. Ana tapınma merkezi Uruk'taki Eanna Tapınağı'dır ve buranın koruyucu tanrıçası kabul edilmiştir. Venüs gezegeniyle ilişkilendirilmiş ve aslan ile sekiz köşeli yıldız, en belirgin sembolü olmuştur. İştar'ın kocası, daha sonraki dönemlerde Tammuz olarak anılacak olan Tanrı Dumuzid iken yardımcısı (sukkal) ise sonraki dönemlerde erkek tanrılar İlabrat ve Papsukkal ile bir tutulacak olan Ninşubur'dur.
İnanna'ya Sümerlerde en erken Uruk Dönemi'nin (MÖ 4000-3100) başlarında tapınılırken Akad Kralı Sargon'un bölgeyi ele geçirmesinden önce bölgede kendisine tapınma pek yaygın değildi. Sargon sonrası dönemde ise Mezopotamya'da tapınaklarıyla Sümer panteonunda en çok saygı duyulan tanrılardan biri hâline gelmiştir. Çeşitli cinsel ayinlerle ilişkilendirilme ihtimali olan İnanna/İştar kültü, bölgedeki Sümerleri özümseyen ve başarılı olan Doğu Sami diline mensup kişiler (Akadlar, Asurlar] ve Babilliler) tarafından devam ettirilmiştir. Özellikle Asurlar tarafından sevilmiş hatta sıralamada millî tanrılarıAşur'un da önüne geçerek panteonlarındaki en parlak tanrı olmuştur.
Tanah'ta İnanna/İştar'dan üstü kapalı bir şekilde bahsedilmiş ve UgaritliAshtart ile ilerleyen dönemlerde muhtemelen Yunan Tanrıçası Afrodit'in gelişimini etkileyecek olan FenikeliAstarte'yi büyük ölçüde etkilemiştir.
İnanna'ya tapınma, Hristiyanlığın doğuşuyla MS 1 ila 6. yüzyıl arasında yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.
🔻Yahudiliğe etkisi: Krallıkların ve uyruklarının yazgısı onun elindedir. Yeryüzünü de Kingu'nun kanıyla yoğurup elde ettiği balçıktan ilk insanı meydana getirmiş. Babil Kralı Hammurabi ünlü yasalarını kendisine dikte ettirenin Marduk olduğunu söyler. Marduk burada adalet tanrısı Şamaş kişiliğindedir. İncelemeci Samuel Reinach, Hammurabi Kanunlarıyla Yahudi yasaları arasındaki benzerliğe işaret ederek, Marduk'u Yehova'yla aynılaştırır.❗️
🔻Hristiyanlığa etki: Tanrılaştırılmış Nimrod olan Marduk Semiramis'in oğludur. Semiramis gök kraliçesi ve kutsal anne olarak görülen bir tanrıçadır. Kutsal Anne Semiramis ve oğlu Nimrod (Marduk) inancı bu şekliyle Babil'den gelir. Sonraları (yani konsiller dönemi ms. 300 ve 600 arası) Hristiyanlık bu eski putperest inanç biçimini İsa'nın annesi Meryem'le çocuk İsa'ya uygulamıştır. Hristiyanlığın ilk zamanlarında olmayan, Kutsal anne Meryem ve bebek İsa inancı buradan doğar. Gerçekte Meryem'den "Kutsal Anne" diye söz edilen bir pasaj bulunmaz. Marduk güneş tanrısı olduğundan, kundaktaki ve beşikteki çocuğun başucunda bir güneş çemberi (Halo, Nimbus) resmi bulunur. Çocuğun bulunduğu kundak beş köşeli İştar Yıldızı (Pentagram) olarak resmedilir ve İştar Yıldızı'na benzeyen Helleborus Niger çiçeğiyle simgelenir
~ Helleborus niger; Noel gülü veya kara kardelen.~
"İslam'da, Marduk ayrıca İslam mitolojisindekiHarut ve Marut efsanesinin Marut'u ile ilişkilendirilir." şeklinde bir görüş mevcuttur. Ancak İslam'da Harut ve Marut iki melektir, kral ya da ilah değildir.‼️
Nergal ile karşılaştırılabilecek kadar benzersiz bir şekilde yüksek sayıda sıfata ve alternatif isme sahip olmuştur. Mitlerinin çoğu, diğer tanrıların alanlarını ele geçirmesini içerir. Uygarlığın tüm olumlu ve olumsuz yönlerini temsil eden me'leri Bilgelik Tanrısı Enki'den çaldığına; Eanna tapınağını ise Gökyüzü Tanrısı An'dan aldığına inanılmıştır.
Daha sonra Şamaş olarak anılacak olan ikiz kardeşi Utu ile İnanna, ilahi hükmünuygulayıcı olmuştur. Otoritesine meydan okuduğu için Ebih Dağı'nı yıkmış, uykudayken kendisine tecavüz eden Bahçıvan Şukaletuda'ya öfkeyle saldırmış, Dumuzid'i öldürdüğü için haydut kadın Bilulu'nun izini arayıp bularak ilahi adaletleBilulu'yu öldürmüştür.
Bu mite göre yeraltı dünyasının kraliçesi olan ablası Ereşkigal'in topraklarını fethetmeye çalışır, buna karşılık yeraltı dünyasının yedi yargıcı tarafından kibirden (hybris)suçlu sayılır ve vurularak öldürülür. Üç gün sonra, Ninşubur tüm tanrılara İnanna'yı geri getirmeleri için yalvarır ancak İnanna'yı kurtarmak için iki cinsiyetsiz varlık gönderen Enki dışında hepsi kendisini reddeder.
İnanna'ya yeraltı dünyasının dışına kadar eşlik ederler ancak yeraltı dünyasının koruyucuları olan galla, İnanna yerine kocası Dumuzid'i yeraltı dünyasına sürükler.
Güney Irak'ta Sümerceden önce bir Proto-Fırat alt tabaka dilinin olduğu görüşü, modern Asurologlar tarafından geniş çapta kabul görmemektedir.
İştar adı; Akad, Asur ve Babil'de hem Sargon öncesi hem de Sargon sonrası dönemlerde kişisel isimlerde bir unsur olarak ortaya çıkar. Bu ad, Sami kökenlidir ve muhtemelen etimolojik olarak daha sonraki Ugarit ve Güney Arabistan yazıtlarında bahsedilen Batı Sami Tanrısı Attar'ın adıyla ilişkilidir.
Sabah yıldızı, savaş sanatlarına başkanlık eden bir erkek tanrı; akşam yıldızı ise aşk sanatlarına başkanlık eden bir kadın tanrı olarak düşünülmüş olabilir.
Sekiz köşeli yıldız, başlangıçta göklerle genel bir ilişkiye sahipmiş gibi görünmekte[67] fakat Eski Babil Dönemi'nde (y. MÖ 1830 - y. MÖ 1531) özellikle İştar'ın tanımlandığı Venüs gezegeni ile ilişkilendirilmiştir.[67] Bu dönemden itibaren İştar yıldızı dairesel bir diskin içine alınmıştır.[65] Daha sonraki Babil zamanlarında İştar'ın tapınaklarında çalışan köleler, bazen sekiz köşeli yıldızın mührü ile damgalanmıştır.[65][68]Sınır taşlarında ve silindir mühürlerde, sekiz köşeli yıldız bazen Sin'in (Sümerlerde Nanna) sembolü olan hilal ve Şamaş'ın (Sümerlerde Utu) sembolü olan ışınlı güneş diskinin yanında gösterilmiştir.
Uruk Dönemi'ne (y. MÖ 4000 - y. MÖ 3100) kadar giden erken bir tarihte İnanna, zaten Uruk şehriyle ilişkilendirilmiştir.[1] III. Uruk Dönemi'nin kült nesnelerinin yer aldığı yerde bulunan Uruk Vazosu'nda çanaklar, kaplar ve çiftlik ürünleri içeren sepetler gibi çeşitli nesneleri taşıyan ve koyun ile keçileri yüzü hükümdara dönük olan bir kadın figürüne getiren bir dizi çıplak adam tasvir edilmiştir.[29] Kadın, İnanna'nın kapı direğinde bükülmüş iki kamış simgesinin önünde dururken[29] erkek figür, bir kutu ve kâse yığını tutar, daha sonraki çivi yazısı işareti En'i veya tapınağın baş rahibini gösterir.
🔻Zigguratlar eski Mezopotamya'da Sümerlerde, Babillerde ve Asurlarda bir çeşit tapınaktır. En eski ziggurat örnekleri basit yükselti platformları iken Ubaid döneminde MÖ 4000'li yıllara aitti. En sonuncusu da MÖ 6. yüzyıldadır. Piramitlerin aksine zigguratların üstü düzdür. Basamak piramidi tarzı ilk krallık dönemleri sonunda olmuştur. Dikdörtgen, oval ya da kare platformlar üzerinde kurulan zigguratların pramitsel tasarımı mevcuttu. Güneşte ısıtılmış tuğlalar zigguratların dışındaki görüntüsünü yaratmıştır. Bu tuğlalar genelde astrolojik anlamlarından dolayı değişik renklere sahipti. Kat sayısı 2 ila 7 arasındaydı ve tepesinde ya bir tapınak ya da türbe bulunurdu.
Bu yerlerde tanrıların bulunduğuna inanılırdı. Zigguratlar sayesinde tanrıların insanlara yakın olduğuna inanılırdı. Her şehrin kendi tanrısı mevcuttu.
Uruk, Sümer Krallar Listesine göre Enmerkartarafından kurulmuştur. Şehir, en büyük zenginliğini Gılgamış'ın hükümdarlığı sırasında yaşamıştır. Gılgamış, surları yaptırmış, ticareti sağlamlaştırmış, üretimi arttırmış, Uruk'u döneminin en muhteşem şehri haline getirmiştir. Uruk, gök tanrısı An'a (veya Anu) adanan batıdaki Kullaba ve aşk tanrıçası İnanna'ya (Akkadca İştar) adanan doğudaki Eanna adlı iki yerleşim yerinin birleşmesinden oluşmuştur.
Sümer döneminde en önemli şehirlerden biri olan Uruk, tanrıların büyüğü Anu'ya atfedilmiş bir zigguratın çevresinde 6 km'lik bir alana yayılmış, tahminlere göre yaklaşık 80.000 insanlı bir şehirdir. Sümer tabletlerine göre İnanna/İştarsonradan kendisine bu önemli şehirde bir tapınak yaptırtarak Anu'nun tapınağıyla yarışmıştır. Gılgameş Destanı'nda bu konuya değinilir.
Tanınmış örnekleri arasında Nasiriye'da bulunan Büyük Ur Zigguradı bulunur. Bilinen 32 ziggurat vardır. Bunlardan 4'ü İran'da, gerisi Irak'tadır. En son keşfedilen ziggurat İran'ın merkezi Tepe Sialk'ta bulunmuştur.
Tepe Sialk ise günümüzde mevcut olan en eski ziggurat olduğu tahmin edilmektedir ve MÖ 3000'li yıllardan kalmaktadır. Ziggurat tasarımları basit bir tepe üzerine oturulmuş mimariden, matematiği ve inşaatın mucizesine kadar ulaşabilen birçok çeşittedir.
Günümüzde eski halini en iyi koruyan zigguratlardan biri de İran'ın batısında Koka Zanbil'dedir; İran-Irak Savaşında birçok arkeolojikyer yokolsa da burası ayakta kalmıştır.
Bilinen en büyük ziggurat ise, Babil'den kalma Marduk zigguratıdır (ya da Etemenanki). Bu tapınağın tabanından bile kalıntısı fazla kalmamıştır, ancak arkeolojik araştırmalar ve tarihsel kayıtlar sayesinde bu zigguratın renkli 7 katlı ve tepesinde de dev bir tapınaığın bulunduğu gösterir. Tapınağının renginin indigo (mora yakın) olduğu düşünülmekte ve en üst katlarda da bu renk kullanılmaktadır. Tapınağın üstüne giden 3 merdivenin bulunduğu bilinir ve bunlardan ikisi zigguratın yarısına kadar ulaşır.
Bu zigguratın diğer ismi Etemenanki, Sümerce'de "Cennet ve Dünya'nın kuruluşu" manasına gelir. Hammurabi tarafından inşa edildiğine inanılır ve bu zigguratın içinde bulunanlar bundan daha önce bulunan zigguratlarda da bulunur. En üst katı 15 metre uzunluğunda tuğla gelişimiyle Kral Nabukadnezzar tarafından yapılmıştır.
Herodot'a göre, her zigguratın tepesi bir türbe idi, ancak bu türbelerden hiçbiri günümüzde mevcut değildir.
Her zigguratın içinde detaylı bir tapınak bulunurdu ve burada ana bahçe, depolar ve yaşam yerleri bulunurdu ve etrafına da şehir kurulur idi.
İncil'de bahsi geçen Babil Kulesi hikâyesi Mezopotamya'daki zigguratlardan bahseder, büyük bir ihtimalle de bu ziggurat Etemenanki (Marduk) dur.
Ziggurat Ghostbusters filminde Gozer'in diğer boyuta geçmesi için kurulur.
Baal ile Tammuz arasındaki önemli bir fark, Baal'ın simgesinin Hilal, Tammuz'un simgesinin ise Güneş olmasıdır.
Baal uğruna küçük çocukların kurban edildiği bir tanrıdır. Fırtına ve yağmur tanrısı olan Baal verimlilik tanrısı olarak görülerek, Ortadoğu bölgesinde yaygın bir biçimde tapınılan bir tanrı olmuştur.
Aslında Babil'de tapınılan üçlü tanrılardan Sin, İştar ve Şamaş tek bir tanrıda, Marduk'ta birleşerek üçlük inancını oluştururlar.
Buna göre Marduk bütün ışık veren gök cisimleriyle simgelenmiş olur.
Babil inancında ölüm gerçek ölüm olmayan bir süreçtir ve yeniden doğuşa (reenkarnasyon) inanıldığından, aslı Nimrod olan Tammuz'da her yıl yeniden dünyaya doğmaktadır.
Marduk reenkarnasyon ile yeniden dünyaya geldiğinde Marduk (Nimrod), Baal ve Tammuz olarak varlığını sürdürür.
Gugalanna
Gugalanna
Gugalanna, Sümer dinine göre Ölüler Diyarı'nın kraliçesi olan Ereşkigal'in ilk kocasıdır. Adı muhtelemen "An'ın kanal denetçisi" anlamına gelmektedir ve Ennugi için sadece alternatif bir isim olabilir. Ereşkigal ve Gugalanna'nın oğlu Ninazu'dur. İnanna'nın Ölüler Diyarı'na İnişi'nde aşk, güzellik, seks ve savaş tanrıçası olan İnanna, kapıcı Neti'ye "ablam Ereşkigal'in kocası Gugalanna"nın cenazesine katılmak için Ölüler Diyarı'na indiğini söyler.
Gala olan erkekler, arada kadın isimlerini benimsemiş ve şarkılarını Sümercenin eme-sal lehçesinde bestelemiştir. Bu edebî metinler, normalde kadın karakterlerin konuşmasını içermektedir. Bazı Sümer atasözleri, gala'nın erkeklerle anal seksyapmakla ünlü olduğunu öne sürüyor gibi görünmektedir. Akad Dönemi'nde kurgarrū ve assinnu, kadın kıyafetleri giyen ve İştar'ın tapınaklarında savaş dansları yapan hizmetkârlarıdır.
Birkaç Akad atasözü, bu kişilerin de eşcinsel eğilimleri olabileceğini öne sürüyor gibi görünmektedir.Mezopotamya üzerine yazılarıyla tanınan bir antropolog olan Gwendolyn Leick, bu bireyleri çağdaş Hint hicrasıyla karşılaştırmıştır. Bir Akad ilahisinde İştar, erkekleri kadınlara dönüştüren olarak tanımlanır.
Samuel Noah Kramer'e göre MÖ üçüncü binyılın sonlarına doğru Uruk kralları, İnanna'nın eşi olan Çoban Dumuzid'in rolünü üstlenerek meşruiyetlerini sağlamış olabilirler. Bu ritüel, her yıl bahar ekinoksunda kutlanan Sümer yeni yıl festivali Akitu'nun onuncu gününde bir gece sürmüştür. Kral daha sonra, tanrıça rolünü üstlenen İnanna'nın yüksek rahibesi ile dinsel cinsel ilişkiye girdiği "kutsal evlilik" törenine katılırdı.
İştar kültünün uzun zaman boyunca kutsal bir fuhuşu içerdiği düşünülmüş.
Binlerce yıllık sessizliğin ardından Uruk, bir İngiliz araştırmacı olan William Loftus tarafından, 1849 yılında keşfedilmiştir. Ancak ilk kayda değer kazı çalışması Julius Jordan liderliğindeki bir Alman ekip tarafından I. Dünya Savaşı'ndan hemen önce yapılmaya başlanmıştır. Savaş nedeniyle ara verilen kazılara 1928'de geri dönerek yeniden başlayan araştırma ekibi 1939'a kadar çalışmıştır. 1954 yılında tekrar başlayan kazılar, H. Lenzen liderliğinde birkaç yıl daha devam etmiştir. Bu kazılarda birçok önemli Sümer tabletleri gün ışığına çıkarılmıştır.
♻️
🔻Gök Boğası
Antik Mezopotamya mitolojisinde geçen bir figür.
İlki erken Sümerce bir şiirde geçen, diğeri ise standart Akadcayla yazılmış bir Sümer şiiri olan Gılgamış Destanı'nda yer alan olmak üzere Gök Boğası'na ait hikâyenin iki farklı versiyonu vardır.
🔻Erek; Erek (İbranice ארך) Tevrat'a göre Şinar ülkesinde bulunan bir antik kenttir. Babil Kulesi yıkıldıktan sonra Kral Nemrut kenti ikinci kere, Tanrı'nın insanların dillerini karıştırıp dünyanın dört bir yanına dağıttığı yere kurar. Erek kentinin tam yeri belirtilmemiştir; ama Şinar'ın yaklaşık olarak Mezopotamya'nın kuzeyi olduğu bilinmektedir.
🔻Hangi peygamberi aslan büyüttü?
Aslanların Büyüttüğü Danyal Peygamber'in (as) İnanılmaz Hayat Hikayesi.Yakın dönemde kabri Tarsus'ta ortaya çıkan Danyal Peygamber'in (as) kabrinde yaşanan enteresan olaylar..
~Önce böl sonra yönet.~
Piktogramlardan soyut şekillere, çivi yazısı, Mısır ve Çin karakterlerine kadar karşılaştırmalı evrim.
– ḏw , "dağ" anlamına gelir.
Bazı durumlarda anlamsal bağlantı dolaylıdır ( metonimik veya metaforik )
~ Manfred Krebernik ve MP Streck'in belirttiği gibi; Enlil'in Sümer metinlerinde Kur-gal (Büyük Dağ) olarak anılması, onun doğu Mezopotamya'dan gelmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Nippur'daki Ekur tapınağının kalıntılarının modern fotoğrafıNippur'daki Ekur tapınağının kat planı
Beyaz kürsüde genişçe oturan, yüce kürsüde iktidar, efendilik ve prenslik kararlarını mükemmelleştiren Enlil, yeryüzü tanrıları onun önünde korkuyla eğilir, gök tanrıları onun önünde alçakgönüllülük gösterir...
Enlil, Sümer şehir devleti Nippur'un koruyucu tanrısıydıve ibadetinin ana merkezi orada bulunan Ekur tapınağıydı. Tapınağın adı, antik Sümerce'de tam anlamıyla "Dağ Evi" anlamına gelir. Ekur'un bizzat Enlil tarafından inşa edildiği ve yerleştirildiğine inanılıyordu. Cennet ve yeryüzünün "bağlantı ipi" olduğuna inanılıyordu , yani "dünya ile cennet arasında bir iletişim kanalı" olarak görülüyordu.Üçüncü Ur Hanedanlığı'nın kurucusu Ur-Nammudöneminde yazılan bir ilahide , E-kur'un kapılarının bazen dev bir kuş olarak gösterilen daha küçük bir tanrı olan Imdugud'un bir aslanı öldürmesi ve bir kartalın bir günahkarı kapması sahneleriyle oyulmuş olduğu belirtilerek ayrıntılı bir şekilde anlatılır .
Enlil'in lakapları arasında "Büyük Dağ" ve "Yabancı Toprakların Kralı" gibi unvanlar bulunur. Enlil bazen "şiddetli fırtına", "vahşi boğa" ve "tüccar" olarak da tanımlanır.
Astarte; doğurganlık, cinsellik ve savaşla bağlantılı olmuştur. Sembolleri aslan, at, sfenks, güvercin ve Venüs gezegenini gösteren daire içinde bir yıldızdır. Resimli temsiller genellikle onu çıplak gösterir. Astarte, Yunanlar tarafından Afroditadıyla kabul edilmiştir. Astarte'nin en büyük inanç merkezlerinden biri olan Kıbrıs adası, Afrodit'in en yaygın adı olan Cypris adını vermiştir. Antik İsrail'de Aşera'ya El'in eşi ve Yahuda'da Yahweh'in eşi ve Göklerin Kraliçesi olarak tapılırdı (İbraniler tanrıça için yapılan festivallerde küçük kekler pişirirlerdi).
Sümerce yazılan İnanna'nın İnişi'nde, yeraltı dünyasının en uzaktaki kapılarında meydan okunduğunda şöyle cevap verir:
Oğlunu emzirir bir şekilde betimlenen İsis heykeli
İsis ilkin Mısır'da saygı görmüştür. Yunan tarihçi Herodot'a göre İsis, tüm Mısırlılar tarafından aynı şekilde tapılan tek tanrıçadır ve etkisi o noktada o kadar yaygın olmuştur ki Yunan Tanrıçası Demeter ile tamamen bağdaşmıştır. Mısır'ın Büyük İskender tarafından fethinden ve I. Ptolemaios tarafından başlatılan Mısır kültürünün Helenleştirilmesinden sonra, sonunda 'Cennetin Kraliçesi' olarak tanınmıştır.
Lucius Apuleius, yarattığı karakterinin "Cennetin Kraliçesi"ne dua ettiği Golden Ass adlı romanının Kitap 11, Bölüm 47'de bunu doğrular. Tanrıça onun duasına yanıt verir ve kendisini hem Cennetin Kraliçesi hem de İsis olarak açıkça tanımladığı uzun bir monolog sunar.
"Sonra ağlayan bir yüz ifadesiyle, güçlü tanrıçaya şu duada bulundum: Ey mübarek Cennetin Kraliçesi..."
🔻Şyung-nu
İlk Çağ'da Orta Asya'da yaşamış göçebe Avrasya Türk İmparatorluğu.
MÖ 500-221 arasında farklı Çin hükümdarları birbirleri ile iç savaşlar sürdürürken, kuzeydeki Hiung-nu toprakları genişlemeye devam ediyordu.
Hiung-nu (Çince: 匈奴; pinyin, Xiōng-nú, Wade-Giles: Hsiung-nu), Türkçe tarihyazımında bilinen isimleri ile Büyük Hun İmparatorluğu veya Asya Hun İmparatorluğu, eski Çin kaynaklarına göre MÖ 3. yüzyıl ile MS 1. yüzyılın sonları arasında doğu Avrasya bozkırlarında yaşamış göçebe halklardan oluşan boylar konfederasyonudur.
🇹🇷Bilinen ilk Türk devletidir.
Hiung-nu halkı hakkındaki bütün bilgiler dağınık Çin kaynaklarına ve arkeolojik bulgulara dayanmaktadır. Dilleri hakkındaki değişik varsayımlar, Çin kaynaklarında bulunabilen çoğunluğu kişi ve unvan adları olan sözcüklere dayanmaktadır.
Dillerindeki sözcüklerin Çin lehçelerindeki transkripsiyonlarına göre dillerinin Türk, İrani, Moğol, Ural, Yeniseykökenli veya yalıtık dil olduğuna ve hatta halkın çok uluslu olduğundan dilin de karışık bir dil olabileceğine dair görüşler bulunmaktadır.
Xiong-nu'lar, bölgedeki bir diğer önemli konar-göçer güç olan Yüe-chi'leri alt ettikten sonra MÖ 200'lü yıllardan itibaren "Mete Han" olarak da bilinen Mo-duChan-yü Dönemi'nde Doğu Asya'da baskın güç haline gelmiştir.
Xiong-nu topluluğunun inandığı esas din, muhtemelen Tengricilik idi. Çin kaynaklarında, Xiong-nu toplulukların başta "Tengri" adını karşılayan "Cheng-li (撐犁)" adlı bir büyük ruh olmak üzere çeşitli doğa ruhlarına inandıklarından bahsedilmiştir.
Çinliler "Cheng-li" sözcüğünü kendi dinlerinden benzetim yaparak "gökyüzü cenneti" olarak anlamlandırmışsa da esasen bu sözcükle Göktanrı'nın kendisi ifade edilmekteydi.
Bu tür metin tabanlı detaylar ve arkeolojik bulgular dışında Xiong-nu'ların inancı hakkında pek bir detay bulunmamaktadır.
Xiong-nu halkını adlandırmak için Çin kaynaklarında "匈奴" karakterleri kullanılmıştır.
Bu karakterler, Çincede "berbat/korkunç/öfkeli köle" anlamına gelmekte ve bir tür küçük görme ve genelleme amacı taşımaktadır.
"Xiong-nu" adının anlamı ile ilgili Türkçe temelinde yapılan araştırmalar, bu adın iki anlamının olabileceği üzerinde yoğunlaşmıştır. İlk düşünceye göre "Xiong-nu" adı, Çinceden alınmış olup Çince “Vahşetin Köleleri” anlamına gelmektedir.
Bu düşünceye karşı çıkanlar; “Vahşetin Köleleri” sözünün olması gerektiğini, bu tür bir deyimin Çince olmadığını ifade etmiştir.
İkinci düşünceye göre ise "Xiong-nu" adı, Türkçe “koyun” sözünün Çincedeki karşılığıdır. “Nu” sözcüğü, Çincede “Çinli olmayan” yani “köle” anlamına kullanılmaktadır.
Ayrıca Türklerin dışındaki Soğdlar gibi farklı topluluklar da “nu” sözcüğüyle nitelendirilmiştir. Böyle düşünüldüğünde “vahşet” yani “xiong” köleleri düşüncesinin doğru olabileceği ortaya çıkar.
Dolayısıyla "Xiong-nu" sözcüğü hem orijinal sesin Çince yansımasını hem de Çinlilerin onlara yüklediği benzetimsel anlamları karşılayabilir.
adına ilk olarak MÖ 822 yılında yazılmış "Şarkı Kitapları"nın birinde yer alan bir şiirde rastlanır. Hiung-nu adına daha sonra MÖ 318 yılında Çin ile yapılan Kuzey Şansi Savaşı'nda ve bunun sonucunda yapılan anlaşmada rastlanmaktadır.
Karakterin Eski Çince seslendirimi yeniden yapılandırıldığında "xiōngnú" sözcüğünün ilk karakteri olan "匈" karakterinin /qʰoŋ/ şeklinde seslendirildiği düşünülmektedir.
Bu rekonstrüksif seslendirim ile Avrupa dillerinde geçen "Hun"sözcüğü benzerlik göstermektedir. Bu durumu destekleyecek şekilde Étienne de la Vaissière'nin incelediği Soğd yazılarında hem Xiong-nu'lardan hem de Hunlardan "γwn (xwn)" olarak bahsedildiğini görülmüştür ki bu da iki ismin eş anlamlı olduğunu göstermektedir.
Ancak Avrupa dilleri bağlamında düşünüldüğünde ikinci karakter olan "奴" karakterinin Hun sözcüğü ile bir benzerliği bulunmamaktaysa da Hindistan'da bu benzerlik devam etmektedir.
"匈奴" Sözcüğünün Seslendirimi:
Eski Çince
*hoŋ-nâ
Doğu Han Çincesi
*hɨoŋ-nɑ
Orta Çince
*hɨoŋ-nuo
Modern Çince (Mandarin)
[ɕjʊ́ŋ nǔ]
"Hiung-nu" ve "hun" sözcükleri arasında bir ilişki olduğu iddiası, ilk defa 18. yüzyılda Fransız tarihçi Joseph de Guignes tarafından ortaya atıldı.
İlerleyen yıllarda Kuzey Hsiung-nu'ların Çin ile yaptıkları savaşı kaybetmelerinden ötürü kuzey batıya göç etmesi ve Avrupa Hunlarının kısmen de olsa göç eden bu halkların kökensel, kültürel ve genetik açıdan bir devamı olduğu fikri yaygınlaşmaya başladı.
Akademisyenler aynı zamanda Eftalitler'in ve Kidaritlerin'de Hunlar ile akraba bir kavim olduğunu düşünmeye başlamışlardır.
– ḏw , "dağ" anlamına gelir.
Bazı durumlarda anlamsal bağlantı dolaylıdır ( metonimik veya metaforik )
~ Manfred Krebernik ve MP Streck'in belirttiği gibi; Enlil'in Sümer metinlerinde Kur-gal (Büyük Dağ) olarak anılması, onun doğu Mezopotamya'dan gelmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Enlil, Sümer şehir devleti Nippur'un koruyucu tanrısıydıve ibadetinin ana merkezi orada bulunan Ekur tapınağıydı. [ 15 ] Tapınağın adı, antik Sümerce'de tam anlamıyla "Dağ Evi" anlamına gelir. Ekur'un bizzat Enlil tarafından inşa edildiği ve yerleştirildiğine inanılıyordu. [ 16 ]Cennet ve yeryüzünün "bağlantı ipi" olduğuna inanılıyordu , yani "dünya ile cennet arasında bir iletişim kanalı" olarak görülüyordu. Üçüncü Ur Hanedanlığı'nın kurucusu Ur-Nammudöneminde yazılan bir ilahide , E-kur'un kapılarının bazen dev bir kuş olarak gösterilen daha küçük bir tanrı olan Imdugud'un bir aslanı öldürmesi ve bir kartalın bir günahkarı kapması sahneleriyle oyulmuş olduğu belirtilerek ayrıntılı bir şekilde anlatılır .
Mete Han: Türklerin Büyük Kağanı
Metehan:
Türk Hun Devletinin Ve Ordusunun Kurucusu.
Metehan:Mao-tun (Çince: 冒頓單于 pinyin: Mòdú Chānyú; (MÖ 234 - MÖ 174), MÖ 209 - MÖ 174 arasında hüküm sürmüş Asya Hun İmparatorluğuhükümdarı olan Türk-Hun hükümdardır.
Çavuş oku;
Çin tarih kaynaklarında aktarıldığı üzere çavuş okunun mucidi bizzat Mete Han'dır. MÖ 209'da kendi ordusunu eğitmeye başlayan Mete Han, ıslıklı bir ok yapıp bu oku nereye atarsa, askerlerinin de kendisini takip etmesini istemiştir. Baideng'de Çinlileri kıstıran Hun ordusunda bu oklardan yüzlercesinin bulunduğu düşünülmektedir.
Pek çok konar-göçer kavmin kullandığı çavuş okuadı verilen ıslıklı okun mucidinin Mete olduğu kabul edilir. Çin kaynaklarına göre eğer okunu bir yöne yöneltirse emrindeki askerlerin hepsi o hedefe ok atarak hemen yok ederdi.
Türk destanlarında Çin ve Hindistan fetihlerinde söz edilen Oğuz Kağan'ın Mete olduğu sanılmaktadır. Destanda anlatılan Oğuz Kağan ile Mete'nin hayat hikâyesinde birçok benzerlikler bulunmaktadır. Hayat hikâyesinin Oğuz Kağanefsanesinin tarihi temelini oluşturduğuna inanılır.
Mete önce, Hunlardan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghular üzerine yürüdü ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yapılan anlaşma ile Donghular; her sene sığır, at ve deveden oluşan bir vergi ödemeyi kabul ettiler ve MÖ 208 yılında da Hun hakimiyetine bağlandılar.
Attila (Latince: Attila, Grekçe: Ἀττίλα, h. 434-453), Hun topluluklarının hükümdarı olduğu 434 tarihinden, 453'teki ölümüne kadar Hun İmparatorluğu hükümdarıdır.
MÖ 176 yılında Motun (Mete) emiri altındaki Hiung-nu'lar, Yueshi'leri ve onların etrafında yaşayan diğer halkları mağlup etmiştir ve Motun bunu Çinlilerin Han-Hükümdarına saygılı bir şekilde bildirmiştir:
Tengri'nin taht'a oturttuğu Hiung-nu'ların büyük Şan-yü'sü, Çin Hükümdarının herhangi bir sıkıntısı var mı, bilmek ister.. sonra Lö-lan, U-sun ve Ho-k'ut halklarını ve bunların etraflarında bulunan diğer 25 ülkeyi yenerek hepsini Hiung-nu yapmıştır. Böylece bütün yay gerip ok atan halklar birleşip büyük bir aile olmuştur.
Erken zamanlarında iyi gelişmiş devlet yapıları ile dikkat çeken Hiung-nu'ların çoğu konuda genel yasaları ve cezaları vardır.
370'lerde Volga Nehrini geçtiler ve Alanların topraklarına yerleştiler. Ardından Karpatlar ile Tuna arasındaki Got Krallığına saldırdılar. Askerî birliklerinin temelini oluşturan atlı okçuları yenilmezlik konusunda ün kazanmış, savaş alanında oldukça hareketli savaşçılardı ve Cermen kabileleri onlara karşı koyamıyordu.
Hunlardan kaçan büyük kitleler, Cermanya'dan batıya ve güneye, Ren ve Tuna kıyıları boyunca Roma İmparatorluğu sınırlarına yerleşmeye başladılar. 376'da VizigotlarTuna'yı geçti ve Doğu Roma'ya sığındılar.
Attila, imparatorluğu sırasında Batı ve Doğu Romaİmparatorluklarının en korkulan düşmanlarından birisi oldu. Tuna'yı iki kez geçti ve Balkanlar'ı yağmaladı, ancak Konstantinopolis'i ele geçirme gereği duymadı. Perslere karşı yaptığı seferin ardından, 441'de Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'na yaptığı akının başarılı olması, Attila'yı Batı'yı işgal etmeye cesaretlendirdi. Galya'yı ele geçirmek amacıyla Ren'i geçti ve Flavius Aetius önderliğindeki birlikler tarafından Katalon Muharebesi'nde ağır kayıplar ile durdurulana kadar Aurelianum'a kadar ilerlemeyi başardı.
İtalya'yı işgal etti ve kuzey vilayetlerini yağmaladı, ancak Roma'ya ilerlemedi.
MÖ 2. yüzyıl civarında Xiong-nu hakimiyet alanı (MÖ 133 - MS 89 Han-Xiongnu Savaşı'ndan önce): Moğolistan, Doğu Kazakistan, Doğu Kırgızistan, Güney Sibirya, Batı Mançurya, Doğu Türkistan, Moğolistan, İç Moğolistan, Kansu Kuzey Çin'in bazı kısımları gibi alanları içerir.
Çin seddi
Türkler, insan sevgisini, bilgeliği, adalet duygusunu, cesaret ve kahramanlığı kendi şahsında toplamış insan tipine ‘ALP’ derlerdi. İslami devirlerle birlikte bu özelliklere Allah’a teslimiyet, ermişlik, Allah yolunda savaşmak, mücahit olmak gibi özellikler de eklenince yeni örnek Türk insanı tipi olan ‘ALPERENLİK’ ortaya çıkmıştır.
Eski Türkler son derece nizamlı bir milletti. Töreye karşı gelmezlerdi. Esasen Türk Cihan Hâkimiyeti Ülküsü’nün temel hedefi, “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün insanları Türk töresinin himayesine almak; İnsanları sulh ve barış içinde yaşatmaktı. Türkçe de İl sözcüğünün sulh ve barış anlamlarına geldiğini bilmekteyiz (Bak: M. Niyazi Türk Devlet Felsefesi, s:21).
DEDE KORKUT ve KOPUZU
Her alanda çok üstün yeteneklere sahip olan Dede Korkut, çocukluğundan itibaren bütün müzik aletlerini denemiş, fakat bunların hiç birini yeterli bulmamış. Bütün insanların, hayvanların, tabiattaki bütün olayların ve kâinattaki bütün varlıkların sesine kulak verebileceği, herkesi derinden etkileyebilecek bir müzik aleti yapma arayışına girmiş. Düşünmekten perişan olduğu, yorgun, bitkin düşerek uykuya daldığında, gördüğü bir rüyada kendisine tarif edildiği şekilde kopuzu icat etmiş. Kopuzu tamam olup, tellerinden güzel nağmeler dökülmeye başlayınca yalnız insanlar değil, uçan kuşlar, koşan hayvanlar, esen rüzgârlar, bütün canlılar ve tabiat susmuş, bu kopuzun sesine kulak kesilmişler. O kopuzunu şöyle tanıtır:
Çam ağacı gövdesinden
Kesip yaptığım kopuzum
Kara meşenin özünden
Sap oyduğum kopuzum
Develerin derisinden
Çanak yaptığım kopuzum
Azgın teke boynuzundan
Köprü yaptığım kopuzum
Küheylanın kuyruğundan
Teller taktığım kopuzum
Yaban keçisi derisinden
Örtü yaptığım kopuzum
Ak devenin sütüyle
Yıkadığım kopuzum
Kulaklarından burkarak
Ayar yaptığım kopuzum
Sırrını açıp, sesini
Sınadığım kopuzum
Cihanı gezip tozarken
Yoldaşım olan kopuzum
Yorulup bitkin düşende
Desteğim olan kopuzum
Aç susuz kalacak olsam
Azığım olan kopuzum
Cesaretim kırıldığında
Cesaret veren kopuzum
Dertli ve kederlilere
Neşe saçan kopuzum
Boş vermiş zamaneyi
Ağlatıveren kopuzum
Hasretlilerin çilesine
Teselli olan kopuzum
Yaramazı yola koyan
Yol gösteren kopuzum!
DEDE KORKUT’TAN SELAMLAMA VE GİRİZGÂH!
Evvel sağlığa çalalım,
Sağlık, âfiyet gelsin!
Esenliğe çalalım,
Esenlik gelsin!
Birlik, beraberliğe,
Dirlik düzenliğe çalalım!
Birlik beraberlik,
Dirlik düzenlik gelsin!
Uğura çalalım,
Uğrunuz açık olsun!
İşiniz gücünüz,
Yolunda olsun!
Dostluğa çalalım,
Düşmanlar ve düşmanlıklar yok olsun!
Sizi sevmeyenlerin,
Binlercesi buçuk olsun!
Yüzlerine, ellerine
Hoş ve güzel benler yerine!
Ağrılı ve sızılı, çirkin
Yara ve uçuklar dolsun!
Devlete çalalım,
Devletiniz daim var olsun!
Hak Taala sağlıkla, akılla
Devletinizi artırsın, kemale erdirsin!
Süleyman ve Zülkarneyn
Hanlığı hükümranlığı versin!
Hızır Aleyhisselam
Hikmeti ve bilgeliği versin!
Hak’tan dileriz ki,
Sofranız hep açık olsun!
Beyleriniz bey gibi bey,
Erleriniz er gibi olsun!
Gerçek erlerinizin, erenlerinizin
Sayıları çok, ömürleri uzun olsun!
Gerçek erleriniz erenleriniz
Üç otuz, on yaşını doldursun!
Dostlar, sizin de üç otuz on yaşınız dolsun,
Yaşınız yüzü bulsun!
Tanrı’nın selamı üzerinize olsun!
Canlarım Heeey! Dostlarım Heeeey!
Hak Taâlâ başınıza kemlik, kötülük getirmesin!
Hep iyilikler, güzellikler, nimetler, devletler versin!
Evlat acısı, yurt yoksulluğu,
Çok acı derttir derler,
Kadir Mevlam cümlemize göstermesin!
Sevgili oğuldan, kardaştan,
Tez ayırmasın!
Kuruluk hastalığı,
Kocalık yoksulluğu,
Pek zor şeymiş,
Hak Teâlâ, hiç birinizin başına getirmesin!
Bilip, bilip söyleyenler iş bitirir
Sapa supa söyleyenler baş yitirir
Kadir Mevlam size
İlimler, hikmetler öğretsin!
İki cihanda yüzünü ağartacak
Güzel işler işletsin!
Hayra yöneltsin,
Hayır söyletsin,
Hayır işletsin!
Doğru yolda her engeli aşırtsın,
Her zorluğu başartsın!
Hakkın yandırdığı çerağınız
Sönmesin, hep yansın dursun!
Allah’ın verdiği ümitleriniz
Hiç biz zaman eksilmesin!
Kolunuz kanadınız kırılmasın,
Başınız önünüze eğilmesin!
Yerli kara dağlarınız yıkılmasın!
Gölgeli büyük ağaçlarınız kesilmesin!
Taşkın akan, güzel sularınız kurumasın!
Kadir Tanrı sizi
Nâmerde muhtaç etmesin!
Kötülerden, kötülüklerden,
Dert ve sıkıntılardan uzak kılsın!
Kötülere ve kötülüklere fırsat vermesin!
Koşarken ak boz atınız tökezleyip, sendelemesin!
Vuruşurken kara çelik öz kılıcınız çentilmesin!
Çarpışırken alaca mızrağınız ufalanmasın!
Önünde sonunda, uzun yaşamanın son ucu ölüm!
Ecel geldiğinde Hak Tanrı,
Arı imandan ayırmasın!
Kara ölüm geldiğinde,
Rabbim kolay geçit versin!
Ak pürçekli ananızın
Yeri cennet olsun!
Ak sakallı babanızın
Yeri cennet olsun!
Ak alınla bir kaç kelime
Dua kıldık, kabul olsun!
Âmin diyenler,
Tanrı Taala’nın güzel yüzünü görsün!
Affetmeyi seven,
Affedici Yüce Tanrı,
Derlesin toplasın
Bütün günahlarımızı,
Adı güzel Muhammed Mustafa’ya bağışlasın!
O övdüğüm Yüce Tanrı,
Yar ve yardımcınız olsun!
Maşrıktan mağribe, mağripten maşrıka
Kâffe-i ehl-i imanın ruhlarına
Fatiha okuyanların
İmanları bütün, varacakları yer
Ebedi cennetler olsun!
Canlarım Heeeey!… Dostlarım Heeeey!
DEDE KORKUT’TAN GÜZELLEMELER!
Ağız açıp över olsam Yüce Tanrı güzel!
Tanrı dostu, din önderi Muhammet güzel!
Onun yoldaşları, şerefli ashabı güzel!
Yazılıp, düzülüp, vahiy yoluyla gökten inen!
Tanrı ilmi, Tanrı kelamı Kur’an güzel!
Otuzuncu son cüz başıdır Amme güzel!
Hecesinde düzgün okununca Yâsin güzel!
Kur’anı elden ele gönülden gönüle bize ulaştıranlar güzel!
Muhammedin sağ yanında namaz kılan Ebubekir Sıddık güzel.
O Kur’an’ı derleyip toplayan,
Mushaf yapıp çoğaltan
Bize miras bırakan
Âlimler sultanı Affan oğlu Osman güzel.
Kılıç çalıp din yolunu açan erlerin şahı Şâh-ı Merdân Ali güzel!
Ali’nin oğulları, Peygamber torunları,
Hak yolunda acılar, çileler çektiler,
Kerbela’da Yezidiler elinde şehit oldular
Hasan ile Hüseyin iki kardeş beraber güzel!
Mekke’de çukurca bir yerde yapılmış, Tanrı Evi, Kâbe güzel!
O Mekke’ye sağ varıp, esen gelen imanı bütün hacı güzel!
Hak ehli, gönül ehli yiğitlerle atışanın adı, sanı yiter gider!
Devletli beylerle vuruşanın başı ve malı yiter gider!
Kalabalık, gürültülü yerde söylenen söz yiter gider!
Yollarda izlerde, yalnız yürüyenin özü yiter gider!
İlinle et dirlik, birlik!
Sakın çıkarma ikilik!
İlinle ol ağzı bir!
İhtilafı kötü bil!
İhtilaflar tek çözülmez!
Daim işler böyle gitmez!
Ayrılırsan eğrilirsin
Bahtını sen kaçırırsın
İl’inden düşersen uzak!
Düşman duyar, kurar tuzak!
Dostlarını terk edersen
Düşmanınla tek kalırsın
Düşman göz dikmiş üstüne
Hiç durmaz varır kastına
Düşmanlar bekler pusuda
Kalırsın ayak altında
Kim yetişir imdadına
Kim karşı kor düşmanına
Yetişen seni yağmalar
Tek kalan çamura batar
Gelin kulak verin bana!
Düşman dokunmasın sana
Tanrı sevmez ihtilafı
Lanetler ayrılıkçıları
Huzursuzluk çıkarma!
Kötü yolda dolanma!
Türk Milletinin Ulu Bilgesi Dede Korkut, sembolik bir anlatımla Türk milletini yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir süreç sonunda, yüzlerce etnik grubun, kavim ve kabilenin, boyların, soyların, urukların, turukların çağlayıp coşarak birbirine kavuştuğu, aynı idealler, ilkeler ve ülküler etrafında birbirine kenetlendiği, bir ve beraber olduğu çok büyük bir denize, ummana, okyanusa, deryaya benzetiyor.
Türk'ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata
Roman, 1310’larda Mısırlı Türk tarihçisi Ebûbekir’in naklettiği, Türklerin yaratılış efsanesine dayanıyor. Roman kahramanları, Ebûbekir ve arkadaşlarının 1310 yılında gördüğü kayıp kitabın peşine düşüyorlar. Mısır piramitlerinden başlayan macera, Ahlat’a ve oradan Hawai’ye uzanıyor. Yüzüklerin Efendisi gibi efsane arayıcıları, Da Vinci şifresi gibi şifreler ve nefes kesen maceraların içinde Indiana Jones gibi kahramanlar… Fakat kahramanlarımız Türk ve efsane de Türklere ait.
necati demir hocanın türklerin kökeni ile ilgili araştırıp bulup çevirdiği 580 yılı öncesinde yazılmış en eski kaynak eserdir. türk dünyası için çok değerli.
Eserde; Türkler, Oğuz Kağan, Dede Korkut, Ulu Kara Dağ, Ulu Ay Ata, Ulu Ay Ana, Altın Han, Gümüş Han, Türk Yemini, Çocuk Arslan Hikâyesi gibi Türk tarihi, kültürü ve coğrafyası ile ilgili pek çok konuda bilgiler verilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️