Joshua J. Mark tarafından yazıldı,
Burak Yildiztarafından çevrildi
04 Ekim 2016 tarihinde yayınlandıBirinci Ara Dönem & Teb'in Yükselişi
Eski Krallık'ın 6. Hanedanlığı (VI. Hanedanlık olarak belirtilmiştir) müteakip çöküşünün ardından artık Mısır'da güçlü bir merkezî hükümet bulunmamaktaydı.
Bunun nedeni kısmen, Gize'deki piramitlerin inşasını gerçekleştiren Dördüncü Hanedanlığın krallarının yaptırdığı muazzam büyüklükteki yapıtlardır. Kral Sneferu, (ayrıca Snefru ya da Snofru olarak okunur) Dördüncü Hanedanlığın ilk hükümdarı, kaynakları ve insan gücünün mezar kompleksleri inşasına yönlendirilmesiyle birlikte piramitlerin yapımını başlatmış ve bir paradigma kurmuştur.
Ardından gelen halefleri Khufu (ya da Keops), Kefren ve Mikerinos (Gize piramitlerini inşa ettirenler) Sneferu'nun yolundan gitmişlerdir; ne var ki Kefren'in piramidi Khufu'nun Büyük Piramidi'nden ya da Mikerinos'un piramidi Kefren'inkinden daha küçük ve kompleksi daha az gösterişlidir. Söz konusu bu projeler kapsamında gereken muazzam kaynaklar Eski Krallık devam ettikçe tükenmeye yüz tutmuştur.
O dönemde yalnız piramit komplekslerini inşa etmenin ne kadara mal olacağı değil, aynı zamanda bunların bakımının nasıl yapılacağı meselesiydi. Bunların bakımı komplekslerdeki rahiplere ve kraliyet hazinesinden para alan bölgedeki yerel yetkiliye, yani nomark'a bırakılmıştı.
Memfis'teki başkentten bölgeye daha fazla miktarda gelir aktarıldıkça, bu yerler tabii yoldan refah seviyesini artırmış ve Güneş Tanrısı Ra'nın kültünün popülerliğinin yükselmesiyle birlikte rahipler de giderek artan bir servete ve güce kavuşmuşlardır. Söz konusu bu durum, dönemdeki başka faktörlerle de birleşince Eski Krallığın çöküşüne zemin hazırlamıştır.
Memfis'i gözetmeksizin artık bulundukları bölgeleri denetleme yetkisine erişen bu nomarklar, Birinci Ara Dönem esnasında esasen yaşadıkları yerlerin kralları konumuna gelmişlerdir. Hâlâ eski başkentte hükmetmeye çabalayan krallara danışmaksızın kanunlar çıkarıp yürürlüğe koyuyorlar ve kendilerinden vergi alıyorlardı. Söz konusu bu dönemde Mısır'ın farklı bölgelerindeki çeşitliliğin izlerini, her bir yerleşim yerinin kendine özgü yapısını yansıtan sanat ve mimaride bulmak mümkündür.
Bu dönemde Teb antik kenti, diğer kentlerden daha fazla prestije sahip olmayıp Nil kıyısında yer alan küçük bir kent konumundaydı. Her ne kadar Memfis kralları başkentlerini Herakleopolis'e taşımış olsalar da, belki de bu yerde yaşayan kalabalık nüfus üzerinde giderek artan bir hâkimiyet kurma çabasıyla, eski kentteki kadar etkisiz kalmışlardır. M.Ö. 2125 civarında Intef adında bir Teb nomarkı (Eski Mısır'da eyalet yöneticisi) Herakleopolis'in otoritesini sarsmış ve Teb kentini Herakleopolis'e karşı bir rekabet konumuna getiren bir ayaklanma başlatmıştır. İntef'in ardından gelen halefleri, Teb'in gücü ve zenginlik düzeyi yükseldikçe her biri giderek artan bir şekilde toprak kazanmıştır. II. Mentuhotep'nin yükselişi ve Herakleopolis'in mağlubiyetiyle Teb'te, artık Mısır'ın başkenti oluncaya kadar yeni ve muazzam büyüklükteki mezarlar ve daha ihtişamlı saraylar inşa edilmiştir.
II. Mentuhotep & 11. Hanedanlık Dönemi
Her ne kadar II. Mentuhotep Mısır'ı bir araya getiren ve Orta Krallık Dönemi'ni başlatan 'ikinci Menes' olsa da, bu birleşmenin temelleri I. İntef önderliğinde atılmış ve onun ardından gelenler sayesinde bu süreç netlik kazanmıştır. I. Mentuhotep (M.Ö. 2115 civarı) I. İntef'in yolundan giderek Teb'in civarındaki nomları (Eski Mısır dili: sepat) (Antik Yunanca: Νομός, “yöre” ya da Eski Mısır'da ''kent devleti'') ele geçirmiş, bu sayede kentin itibarını ve gücünü büyük ölçüde artırmıştır. Ardından gelen halefleri onun politikalarına sadık kaldılar, ancak II. Wahankh Intef (yaklaşık M.Ö. 2112-2063) birleşmeye dönük atılan en önemli adımlardan birini gerçekleştirerek Abidos (Yunanca : Ἄβυδος; Eski Mısır dilindeki adı olan ''Abdju'' adından gelmiştir ve "kutsal emanetlerin veya sembollerin tepesi" anlamına gelir) kentini ele geçirip kendisine 'Yukarı ve Aşağı Mısır'ın Kralı' unvanını vermiştir. II. Wahankh Intef, adaletli bir hükümdarlık sergileyerek ve Herakleopolis'e karşı askeri seferlere komuta ederek Teb kentinin konumunu iyice güçlendirmiş ve bu durum da Memphite kralının kendi bölgesindeki hâkimiyetini sarsmıştır.
II. Mentuhotep bu ilk başarıların üstüne inşa ederek nihayet Herakleopolis'i bozguna uğratmış ve bunun akabinde eski krallara sadakatini sürdüren nomları (kent devletleri) cezalandırıp Teb antik kentini yüceltenleri mükâfatlandırmıştır. Bu birleşmenin gerçekleşmesinin ardından II. Mentuhotep dikkatini yönetime, askeri kahramanlıklara ve yapı işlerine çevirmiştir. Bu konuda Margaret Bunson şöyle yazıyor:
Herakleopolis'in II. Mentuhotep'in hakimiyetine geçmesiyle birlikte başlayan dönem, Mısır'da büyük ölçüde sanat alanında kazanımların elde edildiği ve istikrar ortamının sağlandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde kurulan kuvvetli bir hükümet, pek çok yaratıcılığın hayata geçirildiği bir atmosferi desteklemiştir. Söz konusu bu dönemin en büyük anıtı Teb'de, Nil'in batı kıyısında, Deir el-Bahari ya da Deir el-Bahri (Kelimenin tam anlamı, "Kuzey Manastırı") denilen bir yerde bulunuyordu. II. Mentuhotep bu mekâna, 18. Hanedanlık Dönemi boyunca mimarları derinden etkileyecek olan muazzam büyüklükte morg tapınak ve mezarlar kompleksini inşa etmiştir. Kraliyet soyundan gelen Mentuhotep, her türlü sanatı teşvik etmiş ve bu doğrultuda askeri gücünü arkasına alarak sınırlarını genişletip yeni madencilik faaliyetleri yürütmüştür. (78)
II. Mentuhotep'in yerine geçen halefi III. Mentuhotep (yaklaşık M.Ö. 2010-1998) uyguladığı politikalara kaldığı yerden devam etmiş ve bunların etki alanını genişletmiştir. Punt Ülkesi'ne bir sefer düzenleyerek kuzeydoğu Deltası'nın sınırlarını tahkim etmiştir. Onun ardından gelen IV. Mentuhotep (M.Ö. 1997-1991) hakkında, Amenemhat (Eski Mısır dilinde: Ỉmn-m-hꜣt 'tanrıların önünde Amon' anlamına gelir) adlı vezirini taş çıkarmak üzere bir sefere göndermesi dışında pek az bilgi bulunmaktadır. Bu kişinin yedi yıllık hükümdarlığı süresince pek bir bilgiye rastlanmamıştır, ancak büyük ihtimalle seleflerinin uyguladığı politikaları başarıyla sürdürmüştür; zira Amenemhat IV. Mentuhotep'in yerine tahta geçtiğinde ülkedeki durum iyiye doğru evrilmektedir.
12. Hanedanlık Dönemi Başlıyor
Mısır'da Orta Krallık Dönemi'nin asıl anlamda 12. Hanedanlık ile birlikte başladığını ileri süren araştırmacılar, bu iddialarını I. Amenemhat'ın (yaklaşık M.Ö. 1991-1962) hüküm sürdüğü döneme ve onun kurduğu hanedanlığın yarattığı kültür üzerine temellendirmektedir. Bu hanedan ailesi önümüzdeki 200 yıl boyunca Mısır'ı güçlü, birlik içindeki bir ülke halinde yönetecek ve komşularla ciddi bir etkileşime girecektir.
Amenemhat, IV. Mentuhotep'in vezirliğini yaparken ve kralın tasarladığı proje kapsamında taş ocağı işletmek üzere bir keşif gezisine gönderildiğinde, başından geçen hayret verici olaylarla dolu bir yazıt yapılmasını istemiştir. Öncelikle, kral lahdinin kapağında kullanılmak üzere seçilmiş olan taşın üstünde bir ceylan doğum yapmış, bu da taşın bereket ve yaşamla kutsanarak isabetli şekilde seçildiğini göstermiştir. Ardından, beklenmedik bir yağmur fırtınası kopmuş ve bu fırtına dindiğinde tüm yöreyi suya kavuşturacak kadar geniş bir kuyu ortaya çıkmıştır.
Bu yazıt ilerleyen zamanlarda tanrıların Amenemhat'ın kral olması yönünde seçtiği anlamına gelecek biçimde yorumlanmıştır, nitekim tanrıların Amenemhat'ın başkalarında pek görülmeyen mucizeleri tecrübe etmesine açıkça müsaade ettiği ifade edilmiştir. Daha sonraki Orta Krallık Dönemi eserlerinden Neferti'nin Kehaneti, I. Amenemhat'ın hükümdarlığından önce yazıldığını ileri sürerek ve bu yazıtta "güneyden gelecek", birleşmiş olan Mısır'ı yönetecek ve düşmanlarını alt edecek olan ''adaleti yerine getiren Ameny" adındaki bir kralın "kehanetinde" bulunarak bu görüşü derinleştirmektedir.
I. Amenemhat, nedeni pek net olmamakla beraber, Teb kentinden ayrılıp başkentini ve sarayını Memfis'in güneyindeki Iti-tawi (Mısır dilinde tam adı: Amenemhat-itj-tawy — ''İki Ülkenin Efendisi'') adlı bir kente kurar. Bu kentin bulunduğu konum net bilinmemekle beraber büyük ihtimalle Lisht ya da el-Lisht (Arapça: اللشت) yakınlarındaydı ve kayıtlarda yalnızca 'Konut' adıyla geçiyordu. Iti-tawi adının anlamı Van de Mieroop'a göre "Amenemhat İki Ülke'ye hâkim olan kişidir" ve Mısır'ın bütünlüğüne vurguda bulunmaktadır (101). Mısır'ı güç kullanarak bir araya getiren önceki hanedandan kendisini uzak tutmak ve ulusun tamamının bağımsız kralı imajını yaratmak amacıyla Amenemhat başkentini Lisht'e taşımış olabilir.
Lisht, eski başkent olan Herakleopolis'e ve bereketli El Feyyum ya da Fayyum (Arapça: الفيوم; Kıptice: Phiom, Peiom) bölgesine yakın olduğundan, kralın sarayını bu yere nakletmek, söz konusu bu hanedanın yalnız Teb halkına değil, tüm Mısır halkına hitap eden bir hanedanlık olduğunu gösterecektir. Hükümdarlığının son dönemlerinde saray çevresinde ciddi bir huzursuzluğun baş gösterdiği anlaşılmaktadır ve elde edilen deliller kralın bir suikast sonucu öldürüldüğünü göstermektedir. Onun ölümünün ve ardından gelen veraset sürecinin perde arkasını ise meşhur Mısır edebi eseri Sinuhe'nin Hikâyesi (Sanehat diye de geçer) aralamaktadır.
Orta Krallık'ın Klasik Çağı
I. Amenemhat'ın yerine gelen halefi olan I. Senusret (yaklaşık M.Ö. 1971-1926) ülkenin altyapısını iyileştirmiş ve Eski Krallık Dönemi'ni şekillendiren ve aralarında Karnak'taki (Arapça: الكرنك, Antik Mısır dilinde: Ipet Sut) büyük tapınak kompleksinin inşasına öncülük eden Amon Tapınağı'nın da yer aldığı, kralın gücünü yansıtan türden görkemli yapı projelerini uygulamaya koymuştur. I. Amenemhat, gücü yalnızca ailedeki en güvenilir kişilere verme ve yerel nomarkların (eyalet yöneticisi) ile rahiplerin yetkilerini sınırlandırma bakımından II. Wahankh Intef ve II. Mentuhotep'i örnek almıştır.
Eyalet yöneticilerinin (nomarklar) gücünü sınırlandırma yöntemlerinden biri de ilk düzenli ordunun kurulmasıydı. Mısır ordusu 12. Hanedanlık Dönemi'nden önce nomarkların yetiştirdiği ve kralın yanına gönderdiği askere alınanlardan oluşuyordu. I. Amenemhat orduda reform gerçekleştirerek doğrudan kralın denetimine geçmesini sağlayarak kralın gücünü artırmıştı.
I. Senusret de aynı politikayı uygulayarak tahtın zenginleşmesine, güç kazanmasına ve istikrarlı bir merkezi hükümetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 12. Hanedanlık Dönemi'nin etkin bürokrasisi, Eski Krallık Dönemi'nden farklı olarak, servetin kral üzerinde toplanmasını sağlamış, öte yandan her bir bölgenin aşırı derecede büyümesine ve güçlenmesine müsaade etmemiştir. Her ne kadar kral tüm Mısır'ı yönetse de, her bir yetkili gösterdiği sadakat karşılığında ayrı ayrı mükâfata layık görülüyordu. Bu konu üzerine Van de Mieroop şöyle açıklıyor:
Mısır'ın dört bir yanında yaşayan yerel değerli şahsiyetler, üzerinde kendi başarılarından bahseden biyografilerin yer aldığı steller (dikili taşlar) dikerek özel statülerini ilan etmişlerdir ve pek çok açıdan bu dönem, bir önceki dönemle kıyaslandığında kültürel açıdan aynı çeşitliliğe tanık olmaktadır. (101)
Bölge yetkilileri ve kraliyet arasında yaşanan gerginliğin olmayışı, projelerin inşasında, sınırların genişletilmesinde, ülke topraklarının savunulmasında, tarım üretiminde, kentlerin ve yolların yenilenmesinde, sanat ve edebiyat alanında büyük başarı elde edilmesine imkân tanımıştır. Yaşanan bu ilerlemelerin tümü Mısır'ı o dönemde dünyanın en zengin ve istikrarlı ülkelerinden biri konumuna taşımıştır. Margaret Bunson şöyle diyor:
Mısır'ın 12. Hanedan Dönemi kralları Suriye ve Filistin'e akınlarda bulunmuş ve müstahkem (takviye edilmiş) mevziler kurmak üzere Nil'in Üçüncü Akanakları'na kadar ilerlemişlerdir. Kıyıya ulaşan kara yolunu ve Wadi Tumilat ile Acı Göller'den geçen yolu kullanarak Kızıldeniz'e seferler düzenlemişlerdir. Bu krallar aynı zamanda ulusal ekonomiyi harekete geçirmek amacıyla Fayyum'daki bereketli toprakları verimli hale getirmek üzere büyük sulama ve hidrolik projeleri başlatmışlar. Söz konusu bu sulama sistemlerinin sağladığı tarım arazileri Mısır'daki yaşamı yeniden hayata döndürmüştür. (78-79)
I. Senusret bu politikalarına Fayyum'un merkezinde bulunan gölü su kanalları aracılığıyla kurutmakla başladı. Böylelikle hem gölün dibindeki verimli topraklar tarıma elverişli hale geldi hem de daha fazla insanın suya daha kolay ulaşması sağlandı. Üzerinde dönemin tüm nomlarını barındırdığı gerekçesiyle arkeologlar ve akademisyenler açısından önem taşıyan bir yapı olan White Şapel'den sorumlu kişidir.
White Şapel yok edilmiş ve Karnak Tapınağı'nda kullanılmak üzere geri dönüştürülmüştür, ancak M.S. 1927-1930 yılları arasında restore edilmiştir ve günümüzde hâlen görülebilmektedir. Her ne kadar başkent Teb'den ayrılmış olsa da kent bakımsız kalmamış, başta büyük Karnak Tapınağı olmak üzere tapınakların inşası Orta Krallık Dönemi boyunca ve Yeni Krallık Dönemi'nde de aralıksız devam etmiştir.
Orta Krallık Dönem'inde Sanat
Her ne kadar sanatsal anlatım hâlâ kralın ya da tanrıların yüceltilmesi amacıyla kullanılsa da, Orta Krallık Dönemi'nde yeni konulara yer verilmiştir. Üstünkörü bir inceleme bile Eski Krallık metinlerinin büyük ölçüde anıtlar üzerindeki yazıtlar, piramit metinleri, teolojik eserler gibi türlerden oluştuğunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar bu tür yazıtlara günümüzde de rastlansa da, Orta Krallık'ta yalnız kralları ya da tanrıları değil, aynı zamanda halk tabakasının yaşamını ve insan tecrübesini de kapsayan hakiki bir yazın gelişmiştir. The Lay of the Harper gibi eserler, Bir Adam ve Ba'sı (onun ruhu) Arasındaki Münakaşa gibi ölüm sonrası yaşamın var olup olmadığını sorgulamaktadır. Batık Denizcinin Hikâyesi ve Sinuhe'nin Hikâyesi gibi en iyi tanınan ve en sevilen nesir (düzyazı) eserler de bu döneme dayanmaktadır.
Heykel ve resim de çoğunlukla gündelik yaşama ve yaygın çevre unsurlarına yoğunlaşmaktadır. Bu dönemde akarsu ve kır manzaraları, insanların balık tutarken ya da yürüyüş yaparken tasvir edildiği resimlere sıklıkla rastlanmaktadır. Gündelik yaşamın ve yapılan faaliyetlerin tasvirleri mezarlarda yer alıyordu, böylece ruhun yeryüzünde arkasında bıraktığı yaşamı hatırlaması ve öbür dünyadaki cenneti, geride bıraktıklarının aynadaki yansıması olan Sazlık Alanlar'a (Aaru) ulaşması amaçlanıyordu. Heykeller giderek gerçeğe benzemeye başlamış, net ve hayata yakın eserler ortaya çıkarmak amacıyla yeni teknikler geliştirilmiştir.
Teb antik kentindeki II. Mentuhotep'in muazzam morg ve mezar kompleksini örnek alan tapınak inşası, yapı ile çevresindeki tabiat manzarası arasındaki kusursuz ilişkiyi yaratmaya çalışmış ve bunun neticesinde 12. Hanedanlık Dönemi'nde inşa edilen hemen hemen her tapınak aşağı yukarı II. Mentuhotep'inkini yansıtmıştır. 12. Hanedanlığın krallarının böyle bir anlatımı cesaretlendirmesi ve yerli nomarklarla olan samimi ilişkileri sayesinde 12. Hanedanlık Dönemi Mısır tarihinin en büyük dönemlerinden biri olmuştur.
Kral & Nomarklar
I. Senusret'in yerine II. Amenemhat ( M.Ö. 1929-1895 civarı) geçmiştir ve onunla birlikte hükmetmiş olabilir. Orta Krallık Dönemi'nin belirgin bir unsuru, kralın seçtiği halefi olan genç bir erkeğin (çoğunlukla bir erkek evlat) konumunu öğrenip iktidarın pürüzsüz bir geçiş yapmasını sağlamak amacıyla kralla beraber ülkeyi yönetmesini kapsayan ortak naiplik (kral vekilliği) uygulaması olmuştur. Her ne kadar II. Amenemhat ve onun halefi II. Senusret (yaklaşık M.Ö. 1897-1878) gibi bazı durumlarda kuşku söz konusu olsa da, akademisyenler bu uygulamaya fiilen uyulup uyulmadığı konusunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Ortak naiplik uygulaması, iki hükümdar adına resmî kartuşlarda yer alan ikili tarihlerden anlaşılmaktadır, ancak bunların ne anlama geldiği net değildir.
II. Amenemhat'ın hükümdarlık dönemi konusunda pek az bilgi olsa da, II. Senusret bölgesel nomarklarla kurduğu iyi ilişkilerle ve ülkenin refah düzeyini yükseltmesiyle tanınmaktadır. İlginç olan, bilhassa II. Senusret'in hükümdarlığı döneminde, tıpkı Eski Krallığın son dönemlerinde olduğu gibi yerel yetkililerin refaha kavuşması ve bu durumun kraliyet nezdinde daha önceden olduğu gibi sorunlara teşkil etmemesidir. Van de Mieroop şunları belirtiyor:
12. Hanedanlık Dönemi'nin Itj-tawi kralları son derece güçlü kişilerdi, ne var ki refah ve toplumsal itibar bakımından tek başlarına değillerdi. Uzun bir süre boyunca Orta Krallık Dönemi'nde, Birinci Ara Dönem'de az çok bağımsız olan eyaletteki seçkin kişiler, bir kral ülkenin tamamını yönettiği bir düzen içinde de olsa yerel yetkilerini korumuşlardır. (103)
Bu yerel yetkililer, krallarına son derece bağlı olup, bu durum Beni Hassan'daki gibi mezarların üzerine oyulmuş yaşam öykülerinden de anlaşılabilmektedir (her ne kadar bunlar büyük ihtimalle idealize edilmiş olsalar da). Bu mezarlar, sahiplerinin ne kadar varlıklı olduklarını kanıtlayan geniş ve özenli bir mimariye sahiptir ve hepsi de kraliyet mensuplarına değil, nomarklara ya da diğer bölgesel yöneticilere mahsustur.
III. Senusret & Mısır'ın Altın Çağı
II. Senusret'in yerine geçen III. Senusret (yaklaşık M.Ö. 1878-1860) döneminin gördüğü en kudretli kraldır ve yaşadığı dönemde öylesine müreffeh bir hükümdarlık sürmüştür ki bu yüzden tanrısal bir konuma getirilmiştir. III. Senusret, Herodot'a göre Mısır'ın büyük firavunu olan ve Avrupa'ya seferler düzenleyip koloniler kuran, Diodorus Siculus'a göre ise bilinen dünyanın tamamını fetheden Sesostris efsanesinin modeli kabul edilmektedir. III. Senusret Sesostris adına gösterilebilecek en iyi adaydır; zira onun hükümdarlığı Nübye'ye (Nübyece: Nobīn; Arapça: النُوبَة, an-Nūba) doğru gerçekleşen askeri ilerleme ve Mısır'ın artan serveti ve gücü ile göze çarpmaktadır.
III. Senusret'in hükümdarlığı esnasında nomarkların saygınlığı giderek azalırken, bu konumun kraliyet yönetimi kapsamına girdiği düşüncesiyle unvan resmî kayıtlardan kaybolmuştur. Söz konusu bu yorum, merkezî hükümetin kontrolünde büyüyen bölgelerin kurulmasıyla desteklenmektedir. Ne var ki, yukarıda bahsi geçen Beni Hassan'daki mezarların da kanıtladığı üzere, bu konumu elinde tutan münferit ailelerin statülerini kaybetmedikleri anlaşılmaktadır. Üzerinde yazıt bulunan pek çok yaşam öyküsü, kendini krala adamış bir kraliyet yöneticisi hâline gelen eski bir nomarkın hikâyesini konu almaktadır.
III. Senusret savaşçı-kralın somut örneğiydi ve Mısır'ın kültürel değeri olan askerî beceriyi ve belirleyici eylemi yansıtıyordu. Ordunun başındayken mağlup edilemez olduğu kabul ediliyordu. Nübye'ye yönelik gerçekleştirdiği seferler sayesinde hem Mısır'ın sınırlarını genişletti hem de sınır boyunca inşa ettirdiği tahkimatlar (istihkâmlar) ticarete canlılık kazandırdı. Aynı zamanda Filistin'e bir sefer düzenlemiş ve bunun akabinde bu bölgeyle arasındaki ticari ilişkileri artırmıştır.
Her ne kadar Orta Krallık Dönemi istikrar içinde yaşanan parlak bir refah dönemi olsa da, dönemin edebi metinlerinde ve öteki yazıtlarında hâlâ belirsizliğe yönelik delillere rastlanmaktadır. Örneğin, daha önceden sözü edilen Lay of the Harper ölüm sonrası yaşamın varlığına dair sorgulamalarda bulunmakta ve bu konuda daha varoluşsal bir bakış açısını teşvik etmektedir. Üzerinde düşmanları ortadan kaldırmak maksadıyla büyülerin yazılı olduğu nesneler barındıran İnfaz Metinleri, Orta Krallık Dönemi'nde Mısır tarihinin diğer dönemlerine nazaran sayıca oldukça fazladır. Mısırlıların inanışına göre sempatik büyü sayesinde bir dostu göklere çıkarabilir ya da bir düşmana karşı bu kişiyi sembolize eden bir nesneyle çalışarak onu ortadan kaldırabilirlerdi.
İnfaz Metinleri, bazen üzerinde kişinin düşmanlarının adlarının yazılı bulunduğu kil nesneler, bazen de heykellerden oluşurdu ve kişi bu nesneyi paramparça etmeden önce bir mısra okunurdu. Bu parça ortadan kaldırıldığında kişinin düşmanları da aynı şekilde yok olurdu. Her ne kadar III. Senusret'in düzenlediği seferler ve kazandığı askeri zaferler Mısırlılara emniyet sağlamış olsa da, bu dönemde bulunan nesnelerin sayısı, Mısır'ın giderek artan oranda güvenliğe ve refaha kavuştuğuna, halkın da korkularının büyüdüğüne delâlet etmektedir. Bu durum, Yeni Krallık Dönemi edebiyatının gerçekçiliği, insanların gündelik yaşamları rahatladıkça ve eskisine nazaran kaybedebilecekleri pek çok nedenleri olduğunu gördükçe, idealize edilmiş bir öbür dünyadan öte, günümüzle artan endişelerini yansıttığı yönünde yorumlanabilir.
Söz konusu bu tür korkunun bir örneği, bir kâtibin altın çağın kayboluşundan ve günümüzün içinde bulunduğu dehşet verici şartlardan dolayı duyduğu acıyı dile getirdiği Ipuwer Papirüsü'nde (Ipuwer'in Nasihatleri) yer almaktadır. Her ne kadar Ipuwer Papirüsü Birinci Ara Dönem'e ilişkin bir tarihi metin şeklinde yorumlanmış olsa da, aslen belirsizlik ve korku içinde geçen bir günümüzün karşısında, her şeyin muhteşem ötesi güzellikte göründüğü altın bir çağa duyulan hasretin yarattığı yaygın insani tecrübeyi dile getiren bir edebi eser niteliğindedir.
İpuwer Papirüsü'ndeki capcanlı tasvirler dönemin ne kadar olumsuz etkilendiğini net bir dille ifade etmektedir ki bu da eserin Birinci Ara Dönem'e atıfta bulunan bir biçimde okunmasını teşvik etmiştir; ne var ki bu eser günümüzde, Orta Krallık'ta yaşanan kaybetme korkusunun ve beklenen türde bir kaos ortamının dile getirilişi bağlamında okunursa çok daha mantıklı gelecektir. Zira yazar bu tür bir kaybedişin gerçekliğini okuyucuya yoğun bir surette yaşatabilmek amacıyla büyük çaba sarf etmektedir.
Bu tür maddesel malların, toplumsal dengenin, hatta kişinin bildiği her şeyi kaybetme korkusu, hem Abidos kentindeki Osiris kültünün giderek yaygınlaşmasını hem de Teb'de Amon'a duyulan derin saygıyı izah edebilir. Güneş tanrısı Ra ve yaratıcı tanrı olan Atum'un daha önceki yönlerini bir araya getiren Amon, rahiplerinin (geçmişte Ra'nın rahipleri gibi) eninde sonunda Yeni Krallık dönemindeki firavunlardan daha fazla araziye ve servete kavuşacağı ve aslında eninde sonunda Yeni Krallığı alaşağı edeceği her bakımdan kudret sahibi bir tanrıydı. Başlangıçta bir bereket tanrısı olan Osiris,Ölülerin Efendisi ve Yargıcı, kişinin sonsuzluğa dek ruhunun nerede yaşayacağını kararlaştıran tanrı konumuna gelecek ve onun kültü en gözde kült hâline gelerek nihayetinde karısı İsis'inkiyle bütünleşecektir.
Söz konusu bu tanrıların ikisi de insanın dünyevi yolculuğunda huzur ve ölümden öte ebedi bir yaşam vaat ediyordu. III. Senusret, Abidos kentine, yani Osiris'in başının gömüldüğü rivayet edilen yere hususi bir ihtimam göstermiş ve buraya Osiris'in heykeline verilmek üzere çeşitli hediyelerle temsilciler göndermiştir. Bu dönemde Abidos, Mısır'ın en gözde nekropolüne (mezarlık) sahip, en sevilen kutsal hac mekânı olan varlıklı bir kente dönüştü. Osiris'e yakın bir noktaya gömülmek isteyen insanlar, hüküm zamanı gelip çattığında onu etkileyebilmek amacıyla daha iyi bir şans yakalamak istiyorlardı.
Aynı zamanda Karnak'taki Amon Tapınağı'na da devamlı surette eklemeler yapılıyordu. Bu tapınak, ilerleyen zamanlarda Amon-Ra, Mısır Tanrılarının Kralı adıyla tanınacak olan Göklerin ve Yeryüzünün Efendisi Amon'a adanmıştır. Amon, inanan kişilere yaşamları süresince kendisine devamlı göz kulak olacaklarına ve uyum içinde yaşayacaklarına ilişkin güvence veriyordu. Bu dönemin edebi ve sanat alanındaki eserlerinin gerçekçiliğini, insanın içinde bulunduğu yaşamın kesintiye uğramadan süreceğini vaat eden dinsel gelişmelerin bir aynası şeklinde görmek mümkündür.
Öbür dünyanın Osiris yönetiminde, kişinin bugünkü yaşantısının doğrudan bir aynası gibi görülmesinden ve içinde bulunulan yaşamın Amon tarafından korunmasından hareketle, değişimden korkmaya mahal yoktu, zira böyle bir durum söz konusu değildi. Yani bu anlamda ölüm kişinin yaşamındaki bir başka değişimdi, onun sonu değildi. Bu dönemdeki öbür dünya tasvirleri, tıpkı gündelik yaşamdan olağan sahnelere benzeyen gerçekçi ve capcanlı bir niteliğe bürünmüştü.
12. Hanedanlık Dönemi'nin Sona Ermesi
Söz konusu bu realizm (gerçekçilik), III. Senusret'in nasıl sanatsal açıdan tasvir edildiğine kadar uzanmaktadır. Mısır'ın önceki krallarının heykellerinde daima genç ve kuvvetli oldukları tasvir edilirken, III. Senusret'in heykellerinde gerçekçi bir hava hâkim olup, onu gerçek yaşındaki hâliyle ve hükümdarlığın getirdiği sorumluluklardan ötürü bitkin ve bitap düşmüş görünümüyle resmetmişlerdir. Bu aynı gerçekçilik, heykellerde hem ideal hem de gerçekçi bir tarzda gösterilen halefi ve oğlu III. Amenemhat'ın (yaklaşık M.Ö. 1860-1815) heykellerinde de açıkça görülmektedir. III. Amenemhat önemli askeri zaferlerle övünmese de hemen hemen babası kadar sayısız anıt yaptırmış ve Hawara sit alanındaki 'Labirent' adıyla bilinen ve Herodot'un dünyanın antik harikalarının tamamından daha etkileyici olduğunu söylediği muazzam morg ve mezar tapınaklarından bizzat sorumlu olmuştur.
Babasının politikalarını uygulamaya devam ettiren IV. Amenemhat (yaklaşık M.Ö. 1815-1807) onun ardından tahta geçti. Kendisi hem babasının inşa işlerini bitirmiş hem de pek çok imar faaliyetine ön ayak olmuştur. Hükümdarlığı dönemi boyunca defalarca askerî ve ticarî seferler düzenlenmiş ve başta Biblos olmak üzere Levant (Doğu Akdeniz) ve öteki yerlerdeki kentlerle yapılan ticaret gelişme kazanmıştır. Gerçekten uygulandığı taktirde, iktidarın sorunsuz bir geçiş süreciyle hükümdardan diğerine aktarılmasını sağlayan ortak naiplik politikası, başarıya ulaşacak bir erkek varisi olmayan IV. Amenemhat'ın döneminde başarısızlığa uğramıştır.
Ölümünün akabinde taht, hükümdarlığı konusunda pek az bilgi bulunan kız kardeşi (ya da karısı) olan Sobekneferu'ya (yaklaşık M.Ö. 1807-1802) geçmiştir. Eski Krallık'ın 6. Hanedanlığından Kraliçe Nitiqret (Nitocris) tarihi açıdan dikkate alınmazsa, Erken Hanedanlık Dönemi'nden bu yana Mısır'ı yöneten ilk kadın Sobekneferu'dur. Nitokris'in tarihi konusundaki tartışmalar onlarca yıldır sürmektedir ve henüz bir çözüme ulaşmış değildir, ne var ki aralarında Toby Wilkinson ve Barbara Watterson'ın da bulunduğu pek çok akademisyen artık onu Herodot'un yarattığı bir efsaneden ziyade gerçekten yaşamış bir kişi olarak kabul etmektedir.
Bunu bir kenara bırakacak olursak, Sobekneferu Mısır'ın ilk kadın hükümdarı olarak anılan Hatşepsut ya da Hatşepsut'tan (Mısırca: ḥꜣt-špswt "Asil Hanımların En Önde Geleni"; ya da eski dilde Hatasu) (M.Ö. 1507-1458 civarı) yüzyıllarca önce hüküm sürmüş ve tam kraliyet yetkilerine sahip bir erkek hükümdar olmuştur. Erken Hanedanlık Dönemi'nde Neithhotep ya da Neith-hotep (M.Ö. 3150 civarı) ve Merneith ya da Meryt-Neith (M.Ö. 3000 civarı) adlarında iki kadının hüküm sürdüğü düşünülse de söz konusu bu iddialar tartışmaya açıktır. Merneith yalnızca oğlu Den (Hor-Den, Dewen ve Udimu adlarıyla da bilinir) adına naiplik (krallık vekilliği) görevinde bulunmuş olabilir; hükümdar sıfatıyla şöhreti büyük ölçüde mezarının ve yazıtlarının muhteşemliğine dayanan Neithhotep ise basitçe ulu bir kralın eşi ve annesi kimliğiyle saygı görmüş olabilir.
Heykellerinin üzerinde giderek artan bir oranda kendisini yetişkin bir erkek şeklinde tasvir eden Hatşepsut'un tersine, Sobekneferu net bir ifadeyle kadın bir hükümdar şeklinde gösterilmiştir. Hawara'nın güneyinde bulunan Krokodilopolis (Koini Yunanca: Κροκοδειλόπολις) adlı kentin onarımı ya da koruyucu tanrısı Sobek'in şerefine kurulması ve 12. Hanedan'ın öteki hükümdarlarının muhteşem geleneği çerçevesinde pek çok farklı yapı inşası projesini gerçekleştirmiştir.
Sobekneferu varisi olmaksızın ölünce 12. Hanedan Dönemi sona erdi ve 13. Hanedan Dönemi I. Sobekhotep'in (yaklaşık M.Ö. 1802-1800) hükümdarlığıyla başlamış oldu. 12. Hanedanlık Orta Krallık'ın en güçlü ve en müreffeh dönemi olmuştur. Van de Mieroop'un belirttiğine göre, "12. Hanedanlığın son iki hükümdarı hariç hepsi çevrelerinde piramitler ve morg ve mezar kompleksleri yaptırarak bunları kraliyet heykelleri, kabartmalı heykeller (rölyefler) ve benzer şeylerle donatmışlardır" (102). Bu durumda 13. Hanedan hem serveti hem de politikayı devralacak, ancak bunları büyük ölçüde kullanamayacaktır.
Orta Krallık'ın Sona Ermesi
Geleneksel açıdan 13. Hanedanlık 12. Hanedanlıktan daha zayıf görülmektedir ve öyle de olmuştur, ne var ki tarihsel kayıtların bölük pörçük olmasından kaynaklanan sebeplerle gerilemeye ne zaman başladığı net olarak bilinmemektedir. I. Sobekhotep gibi belli başlı krallar hakkındaki veriler gayet sağlamdır, ancak 13. Hanedan Dönemi ilerledikçe bu bilgiler giderek azalmaktadır. Bazı kralların adı yalnız Turin Kral Papirüsü ya da Turin Kral Listesi'nde geçer, başka hiçbir yerde adı geçmez, bazıları ise yazıtlarda yer alır ama listelerde yoktur. Mısırbilimciler arasında sıklıkla başvurulan Manetho'nun kral listesinde, 13. Hanedanlık Dönemi'nde 453 yıl boyunca hüküm süren 60 kralın adı geçmektedir ki bu süre mümkün değildir ve akademisyenler bunu 153 yıllık bir hata şeklinde yorumlamaktadır (Van de Mieroop, 107). Hanedanlığın I. Sobekhotep'ten sonra 150 yıl hüküm sürdüğü yönündeki iddiası da büyük ihtimalle doğru değildir, zira Hiksoslar M.Ö. 1720 civarında Aşağı Mısır'da bir iktidar gücü olarak sağlam bir konuma yerleşmiş ve M.Ö. 1782 civarında bu bölgenin hâkimiyetini ellerine geçirmişlerdir.
Görünüşe göre 13. Hanedanlık Dönemi 12. Hanedan'lık krallarının izlediği politikaları sürdürmüş ve ülkeyi bir arada tutmuştur, ancak bölük pörçük kayıtlarda belirtildiği kadarıyla onların hiçbiri önceki kralların sahip olduğu şahsi güce erişememiştir. Aşağı Mısır'da, başta Hiksoslar olmak üzere birbirinden farklı politik oluşumlar belirmeye başlamıştı ve Itj-tawi'deki başkentin bunlardan hiçbirini denetleme imkânı olmadığı görülüyordu. Bu dönemde morg ve kompleksleri, tapınakları ve stelleri (dikili taşlar) hâlâ ayakta durmaktadır ve 12. Hanedanlık Dönemi'nin etkin bürokrasisi günümüze kadar varlığını sürdürmüştür, ne var ki 12. Hanedanlık Dönemi'nde Mısır'ı kalkındıran ivme artık kaybolmuştur.
Tıpkı Eski Krallık Dönemi'nden Birinci Ara Dönem'e geçiş sürecinde olduğu gibi, Orta Krallık Dönemi'nden İkinci Ara Dönem'e geçiş süreci de çoğunlukla kaotik bir gerileme şeklinde nitelendirilmektedir. Bu nitelendirmelerden hiçbiri isabetli değildir. 13. Hanedanlık düşüşe geçmiş ve yerini daha güçlü bir iktidar almıştır. Her ne kadar ilerleyen zamanlardaki Mısır tarihleri Hiksoslar Dönemi'ni ülkenin içinde bocaladığı kara bir dönem şeklinde tasvir etse de, arkeolojik kayıtlar bunun tersini savunmaktadır. Her ne kadar yabancı olsalar da Hiksoslar Mısır'ın dinine ve kültürel değerlerine saygı duymaya devam etmiş ve ülkeye ileriki dönemlerde gelen tarihçilerinin onlara verdiğinden daha fazla faydalı olmuş gibi görünmektedir.
Hiksoslar'ın Mısır'ı yönettiği İkinci Ara Dönem, anlatıldığı kadar kaos dolu olmasa da yine de Orta Krallığın zirvesine yaklaşamamıştır. Aslında, hiyeroglif yazı ve hiyeratik yazının ortaya çıkışı gibi bazı kültürel kayıplar yaşanmıştır. İkinci Ara Dönem'de sanatsal kazanımların giderek düşük kalitede olduğuna dair deliller de mevcuttur. Akademisyenler Bob Brier ve Hoyt Hobbs Orta Krallık Dönemi konusunda şunları söylemektedir:
Bu dönemin gelişmesi esnasında Mısır dili öylesine bir zarafet düzeyine ulaşmıştır ki, bu dil sonraki zamanlarda Antik Mısır'da kullanılan güzel nesrin (düzyazı) modelini oluşturmuştur. Sanata zarif bir gerçekçilik hâkim olmuştu: Firavunların yüzleri ilk kez idealize edilmektense bakıma ve yaşlanmaya dair çizgilerle gösteriliyordu. Her ne kadar Eski Krallık'takiler kadar büyük olmasa da yapılar, benzersiz kılan bir inceliğe sahipti. Ayrıca Mısır Sudan'a, daha sonrasında tüm Orta Doğu'ya uzanacak olan ciddi askeri seferler düzenlemiştir. Mısır halkı 1000 yıl sonra bile Orta Krallık Dönemi'ni parlak bir dönem olarak hatırlamaktadır. (25)
Orta Krallık Dönemi metinlerinde belirgin görülen kaybetme korkusu, 13. Hanedanlığın dağılması ve ardından gelen yeni bir bölünme ve belirsizlik süreciyle birlikte ortaya çıkmıştır. İlerleyen zamanlarda Mısırlı yazarların Orta Krallığı kendisinden önce ve sonraki sözüm ona hukuksuzlukla mukayese ederek bir altın çağ statüsüne yükselteceklerdir. Bu dönemin, bilhassa da 12. Hanedan'ın elde ettiği kazanımlar inkâr edilemezdir ve tarihinin geriye kalan döneminde Antik Mısır kültürünün yükselmesine katkıda bulunmaya devam edecektir.
Bibliografya
- Brier, B. & Hobbs, H. Ancient Egypt. Sterling, 2013.
- Bunson, M. The Encyclopedia of Ancient Egypt. Gramercy Books, 1991.
- Lewis, J.E. The Mammoth Book of Eyewitness Ancient Egypt.Running Press, 2003.
- Lichtheim, M. Ancient Egyptian Literature, Volume I.University of California Press, 2006.
- Shaw, I. The Oxford History of Ancient Egypt. Oxford University Press, 2016.
- Van De Mieroop, M. A History of Ancient Egypt. Wiley-Blackwell, 2010.
- Watterson, B. The Egyptians. Wiley-Blackwell, 2016.
- Watterson, B. Women in Ancient Egypt. Amberley Publishing, 2011.
- Wilkinson, T. The Rise and Fall of Ancient Egypt. Random House Trade Paperbacks, 2013.
Hangi Firavun(lar)?
Kronolojik olarak Musa'nın, İsrailoğullarının Antik Mısır'daki yerine dair dinler tarihçilerinin birçok teorisi mevcut.
Teoriler arasında "boğulan" Firavunun,
- VIII. Sobekhotep (MÖ. 1645-1629)
- III. Thothmose (MÖ. 1479-1425)
- Akhenaton (IV. Amenhotep) (MÖ. 1372 -1335)
- II. Ramses (MÖ. 1279-1213)
- Merneptah (MÖ. 1213-1203)
gibi firavunlardan biri olduğuna ilişkindir.
Bu dönemdeki firavunun kimliğine ilişkin ilk bilgiler Manetho'nun (MÖ 3'üncü yüzyıl) ve Nikiu Piskoposu John (İoannis)'un (MS 7'nci yüzyıl) eserlerinde görülmekte.
Manetho ve Nikiu Piskoposu John, dönemin firavunun III. Thotmose olduğunu söylemekte (bkz. Gerald P. Verbrugghe ve John M. Wickersham, Berossos and Manetho, Introduced and Translated: Native Traditions in Ancient Mesopotamia and Egypt [Ann Arbor: The University of Michigan Press, 2003], s.161; The Chronicle of John, Bishop of Nikiu, İng. terc. R. H. Charles [Londra: The Text and Translation Society, 1916], ss.27-28.).
Buradan yola çıkılarak dönemin firavunun büyük ihtimalle III. Thotmose olduğu kabul edilebilir.
Nitekim Apep'in yenilgisini anlatan ve Amduat'ta geçen ifadeler, net bir şekilde III. Thothmose'nin mezarında bulunmuş ve mezarında diğer firavunların mezarlarına nazaran daha fazla korunma amaçlı büyüsel sözlere rastlanmıştır.
Buradan III. Thothmose'nin başına büyük bir felaketin geldiği ve öte dünyadaki yaşantısı için güvenliğinin sağlanmaya çalışıldığı anlaşılabilir.
Bu ise III. Thothmose'nin Hz. Musa dönemindeki firavun olma ihtimalini gündemde tutmakta (III. Thothmose'nin mezarındaki Amduat sahneleri için bkz. Hornung, Kadim Mısır Ötedünya Kitapları, s.42, 64; Schweizer, The Sungod's Journey Through the Netherworld, s.15. III. Thothmose'nin Hz. Musa'nın dönemindeki firavun olduğuna ilişkin bilgiler için bkz. Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Kur'ân'ın Tartışmalı Konuları, ss.11-41.). (III. Thothmose hipotezi için detaylı bir özet için bkz.)
Ancak biz burada tercih ettiğimiz ihtimalleri delillere dayanarak kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz.
- Antik Mısırlı tarihçi Manetho (MÖ 275) Babilli tarihçi Berossus (MÖ 278) Musa'dan bahseder. Bu da Mısır kültüründe en azından son döneminde Musa'nın bilindiğini gösterir.
- M.Ö. 1890-1870 tarihli Beni-Hasan mezarında Kenan'dan Mısır'a giren Sami tüccarların resimleri bulunmaktadır.
- İbrani kelimesi Mısır Amarna kayıtlarında Apiru/Habiru telaffuzuyla yer almaktadır (Yeni Krallık Dönemi MÖ 1539-1077).
- "İsrail" halkı Merneptah dikili taşında (MÖ 1213-1203) geçer.
- M.Ö. 19'uncu yüzyıl Tel el-Daba'daki ilk yerleşim seviyesinde inşa edilen kerpiç evler "Asyalılar" (yani Filistin topraklarından gelen göçebeler) tarafından inşa edildiğini göstermektedir.
Bu dört odalı evler Mısır'a özgü olmayıp, karşımıza 12'nci yüzyılda İbranilerin Filistin topraklarında inşa ettiği evler olarak tekrar ortaya çıkmaktadır.
- M.Ö. 17-16'ncı yüzyıldan kalma bütün kayıtlar Hiksos adında Asyalı bir hanedanlık tarafından yönetilen bir Mısır diyarını göstermektedir.
Hiksoslar döneminde, büyük inşaat projeleri gerçekleşir ve bu kayıtlar Tevrat'ın ve Kur'an'ın Yusuf peygamberle ilgili anlatılarına paralellik göstermektedir.
- III. Tutmosis'in veziri olan Rekhmire'nin mezarında, Samilerin ve Nubiyelilerin kiremit ürettiklerini gösteren bir resim vardır. Bu resmi özel kılan husus, kiremit karışımına saman eklenmesidir.
Bu, Mısır arkeolojisinde bu tekniğin geçtiği ilk ve tek resimdir. Bu tablo aklımıza hemen Firavun'un tepkisini getiriyor:
Firavun o gün angaryacılara ve halkın başındaki görevlilere buyruk verdi: 'Kerpiç yapmak için artık halka saman vermeyeceksiniz. Gitsinler, kendi samanlarını kendileri toplasınlar' (Mısır'dan Çıkış 5:6-7).
- M.Ö. 1400'den kalma ve Mısır Soleb'de keşfedilen"YAHVE'nin ŞAŞUları" ("Yahve'nin göçebeleri") yazıtı.
Bu yazıt söz konusu "Şaşuları" Edom'un çöllerine, yani günümüzün Ürdün'üne yerleştirmektedir. Bu da ilginç bir şekilde İbranilerin 40 sene çölde geçirdikleri döneme ve coğrafyaya denk gelmektedir.
- İbranilerin Yeşu kitabına göre, İbranilerin Kenan'da fethettikleri Ai ve Eriha kentleri, Tunç çağından (M.Ö. 1550-1400 yılları arasında değişen) yıkım izlerini gösterir.
- Yine Mısır'da keşfedilen, M.Ö. 1400-1360 tarihliBerlin "İsrail" yazıtı, hiyerogliflerden oluşan bir İsrail kaydı içermektedir. Yazı, İsrail'i Kenan ve Aşkelon yakınlarında bir ulus olarak tarif etmektedir.
Berlin'deki İsrail yazıtı bir kırık heykel kaidesi üzerinde üç kabartma sembolden oluşmaktadır. Yazı Berlin Müzesi'ne yaklaşık 100 sene önce Mısır'dan getirilmesine rağmen, ilk başta kimse sembolleri dikkate almamış ve yaklaşık 100 sene boyunca müze deposunda muhafaza edilmiştir.
2010'da Alman Mısırolog Manfred Görg müze deposunda bu kırık heykel kaidesini tekrar keşfeder ve hiyeroglifleri deşifre eder etmez büyük bir şaşkınlık yaşar.
Meslek arkadaşları Peter Van der Veen ve Christoffer Theis ile birlikte sembolleri analiz eder ve hepsi de üçüncü kabartmanın okunuşunu "İsrail" olarak yorumlar.
Paleograflar tarafından yazıya verilen tarih M.Ö. 1400-1360 arasıdır. Bu tarih İsrail'in bahsi geçtiği diğer bir yazıt olan Mernepta Steli'ne göre yaklaşık 200 sene daha eskidir. Paleograflar tarafından belirlenen tarih fevkalade önemlidir.
"İsrail" çıkış öncesi bir "kavim" olarak ortaya çıkamayacağına göre bu tasvir çıkışın M.Ö. 1400-1360 senesinden önce gerçekleşmiş olduğunaişaret eden güçlü bir delildir.
Tabii ki bu yoruma itiraz edenler de var; çünkü yazıtın tam okunuşu Merneptah Stelin'deki gibi "Yśr'l" (İsrail) değil, "Y-šr-il"dir (Yişrail).
Fakat Görg, Van der Veen ve Theis'in bu itirazlara cevapları oldukça kesindir. Bir kere Mısır katipleri "s" ve "ş" seslerini oldukça değişken vaziyette kullanmaktadırlar.
Buna ilaveten, kaide'deki İsrail yazısı Mernepta yazıtında olduğu gibi Aşkelon ve Kenan isimlerine eşlik etmektedir.
Son olarak Berlin yazıtındaki Aşkelon ve Kenan isimleri, Mernepta yazıtına göre daha fazla ünsüz ses içermektedir. Bu da bu isimlerin arkaik bir kullanımını işaret etmektedir.
Yani "Yişrail" isminin "İsrail"in arkaik bir varyasyonu olması durumuna kesin gözüyle bakılmaktadır.
Özetle, bu üç Mısırolog Berlin heykel kaidesi üzerindeki yazıtın on sekizinci hanedanlıkta yazılmış bir isim listesi olduğunu ve bu listede İsrail isminin yazıldığına inanmaktadırlar.
Bu da İsrailliler'in M.Ö. 1400-1360-senesi öncelerinde Mısır'dan Kenan'a göç ettiğini göstermektedir.
- M.Ö. 1208 tarihli ve Mısır'da keşfedilen Merneptah Steli ise İsrail'den bahsederken; "Kenan'da yerleşik bir şehir devleti olarak değil, dışarıdan gelen ve Kenan içerisinde gezinen bir kavim" olarak tanımlar.
- M.Ö. 11-10'uncu yüzyıl tarihli bir testide keşfedilen en eski İbranice yazıt, "Ophel Yazıtı", İbranicenin alfabetik yazılışından önce Mısır hiyerogliflerinden türeyen ideograflar kullanıldığını göstermektedir.
- İpuwer Papirüsü'nde (1850-1600 / MÖ 1850-1450) Tevrat ve Kur'an'da da geçen On Bela yer almaktadır. İpuwer-Tevrat-Kur'an örtüşmesi Musa kıssasının yaklaşık MÖ 1600'lerde yaşandığını gösterir.
- Immanuel Velikovsky araştırmacıların On Bela'nınThera/Minos volkanik patlamasının sonucu bölgedeki iklim değişimlerine bağlamaları mantıklıdır. Thera/Minos patlaması M.Ö 1625'de yaşanmış ve etkileri 1625'den 1500'e kadar yani yaklaşık 125 yıl boyunca sürdüğünü biliyoruz. Bu bilimsel bulgular İpuwer Papirüsü ile uyumludur. Yani takvimlerimiz yine 1600'leri gösteriyor.
- Buraya kadar ki delillere göre ulaştığımız sonuçlar 4 Firavun ihtimalinden son ikisini elememizi gerektiriyor: II. Ramses (MÖ 1279-1213) ve Merneptah'ı (MÖ 1213-1203).
- Geriye iki ihtimal kalıyor: 8. Sobekhotep (MÖ 1645-1629) ve III. Thothmose (MÖ 1479-1425).
- Musa kıssasını Antik Mısır tarihinde aradığımızda doğal olarak suda boğulmuş olması gerekir. Gerçekten de MÖ 1600'lü yıllara dair böyle bir kayıt mevcut mudur?
- Uzun yıllar kuraklıktan sonra Mısır'a aşırı bir yağış düşmüştür. Sel baskını olmuştur. Nil nehrinin her yıl taştığı dönemler vardır. Bu normal kabul edilir.
Ama bu taşkın öyle böyle bir taşkın değildir. Uzun süren (yıllarca) kuraklık yeşil bitki örtüsünü yok etmiştir. Suyu tutma özelliğini kaybeden toprak aşırı yağışları tutamamış ve seller meydana gelmiştir. Nil Nehri aşırı derecede taşmış ve yerleşim yerlerini su altında bırakmıştır.
- Bu musibetlere muhatap olmuş ve en sonunda suda boğulmuş olan firavunun 'Sekhemre Seusertawy VIII. Sobekhotep olduğunu çok net gösteren deliller mevcut.
Mısır'ın 'Luxor' şehrindeki Karnak tapınak kompleksinde orta krallık alanına ait olduğu anlaşılan bir taş yazıt (stela) bulundu.
Okumalardan anlaşıldığına göre bu taş yazıt firavun Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII ile ilgilidir. Bu firavunun hükümdarlığında geçen bir olay anlatılır ve resmedilir. Taş yazıtın anlattığı olayın M.Ö. 1650 civarında gerçekleştiğini öğreniyoruz.
(Hayat) Ra Sobekhotep'in oğlu, büyük tufan, sonsuza dek her şeye hayat verdi. Dördüncü yıl, Shemu'nun dördüncü ayı, artık günler.
Her şey bu Tanrının kişiliğinin himayesinde yaşıyor. O, büyük tufanı görmek için bu tapınağın salonuna gitti. O, su ile tamamen dolan bu tapınağın salonuna geldi. Sonra orada yürüdü [...]
- Yukarıda çevirisini verdiğimiz taş yazıtta firavun Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII tufan nedeni ile su basmış olan tapınakta yürüyor. Kendisini bütün Mısır'ın en büyük tanrısı (tüm tanrıların tanrısı) olan 'Amun' olarak göstermiştir. Kendisini en büyük tanrı kabul edilen 'Amun' ile denk göstermesi çok ilginçtir ve suda boğulması ve kendisinden sonra gelen firavunlara ders olması için çok ilginç bir olaydır. (Oxford Üniversitesi'nin Sebekhotep VIII'in Su Baskını Dikilitaşı'nın değerlendirme raporu için Durham Üniversitesi Prof. Dr. John Baines bkz.)
- Hiyeroglifler bunu kısmi bir güneş ve ardından yutan soluk borusu sembolü olarak işaretler. Tarihçi Artapanus'a göre (MÖ 300), dönemin firavunu IV. Sobekhotep Musa'nın doğduğu dönemde tahttaydı.
Dolayısıyla Musa'nın doğum tarihini yaklaşık olarak MÖ 1710 ila 1690 arasındaki 20 yıllık aralığa yerleştirebiliriz. Haankhef'in ve Kraliçe Kemi'nin oğlu (evlatlığı) Si-hathor (Hathor'un Oğlu) sıfatı Musa'yı göstermekte.
- Haankhef'in evlatlığı Musa Thebes'te prenslik yaparken iktidarda Haankhef'in oğulları Neferhotep I ve Sobekhotep IV vardı.
Artapanus'a göre Sobekhotep IV üvey/evlatlık kardeşi Musa'yı kıskandığından onu önce güneye uzak bölgelere gönderdi. Ardından Musa, Kralın komplosu sonucu cinayet işlediğinden Medyen'e/Hiksoslara sığındı.
Mısır'a Resul olarak döndüğünde ise artık tahtta üvey babası Haankhef'in torunu Sobekhotep VIII oturuyordu.
- Peki, Hiyeroglif kayıtlarında bu dönem aralığında "Musa" adına rastlıyor muyuz? Evet! Musa bilindiği üzere Thebes'te bir Prens ve yerel kraldı. Daha sonra Sobek-eMSAf II olarak XVII. Thebes Hanedanı'nın ilk kralı olarak kayda geçti.
Sobek ön takısı Antik Mısırca'da nehrin gücünü/ nehirden gelen Tanrıyı ifade eder. Sobek-Mose ise "Nehirden/Sudan evlat edinilen", "Nehrin Oğlu" demektir.
Bu isim aslında hiyerogliflerde "MO-SHE" olarak yazılmıştır. Musa'nın 40 yaşlarında Thebes'ten kaçtığını bildiğimiz için, bu onu Mısır'ın Doğu Deltası Bölgesi'ne yerleştiriyor.
MÖ 1667, Musa'nın Medyenlilerin Hiksoslar'dan başkası olmadığı, yani kralı Musa'nın bir kızını eş olarak aldığı Filistinliler (göçebe çöl sakinleri) idi. Anather olarak bilinen 16. Hanedan Kralı, o zaman Gideon'dur (bu nedenle hiyerogliflere göre Hand-D-N, yani GI-DI-N olarak da açıkça okunabilir).
- 12. Hanedanlık döneminde Kuş ve Nubia'ya karşı bölgesel genişleme zirveye ulaştı ve Musa'nın hikayesi bize gençliğinde Nubia ve Etiyopya'ya sefer düzenlediğini de anlatmaktadır.

Kuş, Kuzey Afrika'da günümüz Sudan'ına yakın bir bölgede yer alan bir krallık idi.
- ⚠️ yetenekli Kuşit okçularına ilişkin olarak Ta-Sety ("Yay Ülkesi") ve Mısır sınırında yer alan kuzey bölgesi ise Wawat adıyla bilinmekteydi.
- Mısırlılar bu toprakları Ta-Nehsy ("Siyahi İnsanların Ülkesi") adıyla da biliyorlardı. Yunan ve Romalı yazarlar bölgeden yerli halkın siyahi tenine atıf yaparak Antik Aethiopia (Yunancada 'Αἰθιοπία', Roma dilinde 'Aithiopia'; ayrıca şöyle bilinir 'Etiyopya'), hatta ("Yanık Yüzlülerin Ülkesi") olarak söz ederken, Arap kabileleri de bölgeyi Bilad al-Sudan ("Siyahların Toprağı") adıyla bilirler.
Artapanus'tan dinleyelim:
Musa'nın mükemmel niteliklerinin kıskançlığı Chenephres (Sobekhotep IV) onu vasıfsız askerlerle birlikte Etiyopya'ya göndererek büyük zaferler kazanmasına neden oldu. Hermopolis şehrini inşa ettikten sonra, insanlara ibis kuşunun değerini öğretti.
Kuşu şehrin kutsal koruyucu ruhu haline getirerek yılanlara karşı koruma sağladı; sonra sünneti başlattı. Memphis'e döndükten sonra Musa, insanlara tarım için öküzün değerini öğretti.
… Nihayet, kralın gönderdiği saldırganı öldürerek başka bir komplodan kaçtıktan sonra, Musa, bölgenin hükümdarı Raguel'in kızıyla evlendiği Arabistan'a kaçtı.
Chenephres bu sırada öldü. elephantiasis'ten [Comp. Ex. R. i. ve Targ. Yer. Ex. ii. 23'e] - ilk hastası olduğu bir hastalık - çünkü Yahudilerin kendilerini ayırt edecek giysiler giymelerini emretmişti. Mısırlılardan ve dolayısıyla ifşa onlara kötü muamele gördüler. İsrail'in acıları, Tanrı'nın Musa'ya yeryüzünden fışkıran bir alevde görünmesine ve ona halkının kurtuluşu için Mısır'a karşı yürümesini söylemesine neden oldu.
…. Kral Yahudileri bırakana kadar tüm harikaları, toprakları ve salgınları olan insanları vurdu. Musa'nın mucizelerini gerçekleştirdiği asayı anmak için Mısır'daki her İsis tapınağında bir asa korunmuştur - İsis, Musa'nın değneğiyle vurduğu dünyayı simgelemektedir.
O Yahudileri teslim ettiğinde seksen dokuz yaşında; uzun ve kızıl saçlı, uzun beyaz saçlı ve ağırbaşlıydı.
Sonuç itibarıyla Mısırbilimciler tarafından genek kabul gören kronolojiye göre Tevrat ve Kur'an'da ana hatlarıyla yer verilen Musa kıssası antik Mısır tarihinde izdüşümleri olan tüm unsurlar bulunmaktadır.
Farklı dönem ve firavunlar konusunda görüşler olmakla birlikte bizim tercih ettiğimiz olasılık tüm unsurların örtüştüğü MÖ 1700'da başlayan 1600'de son bulan yüzyıldır.
Ancak tüm bu kronoloji ve kayıt taramalarının nereden nasıl bakıldığına göre değişken olduğunu da hatırlatalım.
Kaynakça
Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 1, Çev. Ali Berktay, Alfa Yayıncılık 2016
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, Çev. Zehra Aksu Yılmazer, Metis Yayıncılık, İst. 2003
Gerald P. Verbrugghe ve John M. Wickersham, “Berossos and Manetho, Introduced and Translated: Native Traditions in Ancient Mesopotamia and Egypt” Ann Arbor: The University of Michigan Press, 2003
The Chronicle of John, Bishop of Nikiu, İng. terc. R. H. Charles, Londra: The Text and Translation Society, 1916
Erik Hornung, Mısır Tarihi, Çev. Zehra Aksu, Yılmazer Kabalcı Yay. 2004
Erik Hornung, Kadim Mısır Ötedünya Kitapları Kabalcı Yay. Çev. Zehra Aksu, Yılmazer Kabalcı Yay. 2004,
Andreas Schweizer “The Sungod's Journey through the Netherworld: Reading the Ancient Egyptian” Cornell University Press, 2010
Carlos Madrigal, Mısır’dan Çıkış ve Arkeoloji, Kutsal Kitap ve Arkeoloji, İst. 2014,
Mete Firidin, Hz.Musa'nın Kanatları ve Yaşadığı Gerçek Dönem, Cinius Yay. 2019
Rob Kugler, “Hearing the Story of Moses in Ptolemaic Egypt: Artapanus Accommodates the Tradition” sf. 67 The Wisdom of Egypt Jewish, Early Christian, and Gnostic Essays in Honour of Gerard P. Luttikhuizen içerisinde. Edited by Anthony Hilhorst and George H. van Kooten Brill Yay. Leiden, 2005
David Rohl, “Cennetten Sürgüne - Beş Bin Yıllık Yolculuk” Çev. Nazen Ön, Yurt Yay. İst. 2014
Christoffer Theis, Peter van der Veen, and Manfred Görg. "Israel in Canaan (Long) Before Pharaoh Merenptah? A Fresh Look at Berlin Statue Pedestal Relief 21687." Journal of Ancient Egyptian Interconnections 2.4, 2010, sf. 15–25.
Bryant G. Wood, "The Rise and Fall of the 13th Century Exodus-Conquest Theory." Journal of the Evangelical Theological Society 48/3, Eylül, 2005, sf. 489.
Baki Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Kur'ân'ın Tartışmalı Konuları, Pınar Yay.
İbrahim Emre Şamlıoğlu, “Antik Mısır Mitolojisinde Apep-Ra Düellosu ve Hz. Musa’nın Yılana Dönüşen Asası: Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 61:1 (2020), 31-57 DOI: 10.33227/auifd.638741
Mukadder Sipahioğlu, “Antik Mısır’da Rahip Sınıfı” Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri (Dinler Tarihi) Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi Ankara, 2020
Prof. Dr. Gérard Gertoux, Moses and the Exodus Chronological, Historical and Archaeological Evidence, 2015
Eve Engelbrite, “Egypt's Chronology in Synchronization with the Bible Thesis” June 2020 https://www.researchgate.net/publication/342106744
Ipuwer Papirüsü İngilizce çevirisi ve yapısı:
https://www.worldhistory.org/article/981/the-admonitions-of-ipuwer/
Anne Habermehl, The Ipuwer Papyrus and the Exodus. In Proceedings of the Eighth, International Conference on Creationism, ed. J.H. Whitmore, pp. 1–6. Pittsburgh, Pennsylvania: Creation Science Fellowship. 2018
Dr. William Austin, “Astronomy date of the Minoan eruption and historical implications”, Preliminary report – Jan. 9, 2022
Bilimsel Heyet, “The Thera (Santorini) eruption: Archaeological and scientific evidence supporting a high chronology,” Antiquity Dergisi, Vol. 88, sf. 1164-1179, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️