Tarih boyunca nice yiğit dava önderleri ve âlimler i'la-yı kelimetullah uğrunda canlarını feda ederek ilahi övgüye mazhar olmuş ve şehadet kervanına katılmıştır. Özellikle şubat ayında birçok Allah eri ve âlim şehit edildiği için bu ay, "Şehadet Ayı" olarak bilinir.
İskilipli Atif Hoca, Hasan El-Benna, Malcolm X başta olmak üzere birçok mazlum Müslüman, zulüm, baskı ve dayatmalara boyun eğmedikleri için zalimlerin hedefi olmuş ve bu ayda şehit edilmişlerdir.
Şehidler tarih boyunca unutulmadı ve unutulmayacaklardır. Özellikle şubat ayında tarihe damgasını vuran birçok İslami hareket önderi şehid olmuştur. Günümüzdeki İslami hareketler onlardan ilham alarak mücadelelerine devam etmektedirler.
Hasan El-Benna
Tam adı Hasan Ahmed Abdurrahman Muhammed el-Benna el-Saati olan İhvan'ın kurucusu, 14 Ekim 1906'da Mısır'ın kuzeyindeki Buhayra'ya bağlı Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi.
Eğitimli bir aileden gelen Benna'nın babası hadis ilmi âlimlerindendi.
Lise çağlarında arkadaşlarıyla beraber “Kötülüklere Karşı Mücadele” adında bir topluluk kurdu
Türkiye'de 1924 yılında hilafetin kaldırılmasının ardından Müslümanların başsız kaldığı düşüncesiyle İhvan'ın fikri yapısının temellerini, 1928 yılında daha 22 yaşındayken attı. Hasan el-Benna'nın "Siyasi İslami Teşkilat" olarak kurduğu İhvan'ın hedefi; günlük hayatta İslam'ın yaşanmasını sağlamak ve İslami yönetimi tekrar hakim kılmaktı. İnsanları İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalinin bulunduğu bir dönemde kendi özlerine dönmeye ve dinlerine sahip çıkmaya çağıran Benna, İslam dinini, "akide, ibadet, vatan, din, ruhaniyet, Kur'an ve kılıç" şeklinde tarif etti. 12 Şubat 1949 tarihinde, Kahire'nin en büyük meydanında Müslüman Gençler Teşkilatı'nın önünde kurşunlandı. Tedavi için hastaneye kaldırıldı. Benna'ya müdahale edilmesine engel olundu ve el-Benna aldığı 7 kurşun yarası nedeniyle kan kaybından şehid oldu.
İhvân-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler) topluluğunu kurdular.
Hasan el-Bennâ, yoksulluk ve zayıflığının başlıca sebebinin İslâm’a bağlılığın gevşemesi ve Batı taklitçiliği olduğunu, özellikle müslüman milletlerinin yöneticilerinin aldıkları Batı eğitiminin sonucunda İslâm’dan uzaklaştıklarını; kendi din, tarih ve medeniyetleri hakkında câhil kalan bu insanların toplumu da bir kimlik buhranına sürüklediklerini ileri sürerek Batı’nın sosyal ve kültürel emperyalizmi yüzünden dinin etkinliğinin azaldığını ve ülkenin tek kurtuluş çaresinin İslâm’ın temel değerlerine dönmek olduğunu söyler.
❗️Devlet İslam dini temelinde teşkilatlanmalı, İslam hukuku geçerli kılınmalıydı. Toplumun ahlakı ve eğitimi İslam ilkelerine göre yönlendirilmeli, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliklere son verilmeliydi.
❗️ Toplumlarının içine düştüğü ahlaki yozlaşma, fakirlik ve İngiltere'nin kültürel tesiri, hepsini endişelendiriyordu.
Müslümanlık aklı ve gaybı, ilmi ve metafiziği birleştiren bir dindir. İslâm maddeye önem verir, ancak ona köle olmayı reddeder; iman ve ruhu esas alır, fakat ilmi inkâr etmez.
Malcolm X
Amerikan siyasetçi ve insan hakları savunucusu Malcolm X. 19 Mayıs 1925 tarihinde Nebraska eyaletinde dünyaya geldi. Asıl adı Malcolm Little'dır. Babası Reverend Earl Little ve 4 kardeşi beyazlar tarafından katledildi. Evlatlık verildiği ailenin yanında, Massachusetts'te ilkokulu bitirdi. Lise yıllarında parlak bir öğrenciydi. 1946 yılının Şubat ayında hırsızlık suçundan 10 sene hapse mahkûm edildi. 1948 yılının sonlarında cezaevindeyken zenci milliyetçiliğini savunan Elijah Muhammed ile mektuplaşmaya başladı. Elijah Muhammed'den etkilenerek X soyadını aldı. Hapisten çıkan Malcolm X, Elijah Muhammed'in Nation of İslam hareketine dahil oldu, enerjik oluşu ve harekete bağlılığından dolayı kısa sürede Nation of İslam hareketi bünyesinde yükselmeye başladı. İlerleyen zamanlarda Malcolm X, Elijah'ın yaşamını sorgulamaya başladı. Mart 1964 tarihinde Nation of İslam hareketinden ayrıldı. 1964 senesinde Hacca gitti. Hac ibadeti sırasında gerçek kardeşliği bulduğunu söyledi. Hac dönüşünde El-Hacı Malik El-Şahbaz adını aldı. 1965 yılında Afrika Birliği Organizasyonu'ndan esinlenerek Afro-Amerikan Birliği Organizasyonunu kurdu. 15 Şubat 1965 tarihinde New York'taki evi bombalandı ve saldırıdan ailesi yara almadan kurtuldu. Bu saldırıdan 6 gün sonra, 21 Şubat 1965'te 6 silahlı kişi Malcolm X'in konuşma yaptığı kürsüye yaklaşıp yakın mesafeden 15 el ateş etti. Hızlıca hastaneye yetiştirilmesine rağmen, Presbyterian Hastanesi yetkilileri tarafından şehid olduğu duyuruldu.
Abbas Musavi
Şehid Abbas Musavi, 1952 yılında Lübnan'da Bekaa vadisinde doğdu. 1967'de Arapların siyonistlere yenildikleri savaş esnasında henüz 15 yaşındaydı. Genç yaşta Filistin direnişine katıldı. Siyonistlerle girdiği bir çatışmada ayağından yaralandı. Tedavisi Lübnan'da yapıldı. Bir süre sonra İmam Musa Sadr'ın tavsiyesi üzerine Irak'ın Necef şehrine gitti. Burada beş yılda ilmini tekmil etti. Medrese eğitiminin yanı sıra İngilizce ve Fransızca öğrendi. Irak Baas rejimi, hareketlerinden rahatsız oldu ve evine baskın yaptı. Lakin kendisi o sıralarda Lübnan'daydı. Bir daha Irak'a gitme fırsatı bulamadı ve mücadelesini Lübnan'da devam ettirdi. Abbas Musavi, Lübnan'da eğitim kurumları açtı. Gençleri eğitti. Eğitim verdiği gençler doktor, mühendis, profesör ve âlim oldu. Şu anki Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah da bu eğitim merkezlerinde yetişti. Hizbullah'ın kurucu liderlerinden olan Abbas Musavi, Hizbullah'ın çok gizli operasyonlarında görev aldı. Hizbullah'ın askeri kuvvetler komutanlığını yaptıktan sonra 1991 yılında Hizbullah'ın genel sekreteri oldu. Bu görevinde sadece dokuz ay kalabildi. 17 Şubat 1992’de, Şeyh Ragıp’ın şehadet yıl dönümü merasiminden dönerken, siyonistlerin füzeli saldırısı sonucu hanımı ve çocuğu ile birlikte şehit oldu.
Öyle bir topluluk düşünün ki 'Nil'den Fırat'a kadar bir devlet kurmak istiyorum' diyor. Bu devletin içine hangi ülkeleri alacak bir bakın; Lübnan, Suriye, Ürdün, Mısır, Irak… Bu devletin varlığı bile dünya barışını tehdit ediyor.
İmad Muğniye
Hacı Rıdvan adıyla tanınan İmad Muğniye, 1962 yılında Lübnan'ın güneyindeki Sur kentinde dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin çocuğu olan Muğniye, ilköğretim ve lise eğitimini Lübnan okullarında tamamladı. Muğniye'nin direniş hareketleriyle ilk teması henüz 15 yaşındayken, 1977'de gerçekleşti. Muğniye, Lübnanlı fikir ve aksiyon adamı Enis Nakkaş'ın yanına giderek askeri eğitim almak, siyonist rejime karşı mücadele etmek istediğini bildirdi. 1982 yılında Dr. Mustafa Çamran ve Musa Sadr önderliğinde kurulan Emel Hareketi içerisinde yer aldı. 1982 ile 1985 yılları arasında, Lübnan Hizbullah'ının manevi lideri olarak nitelendirilen Muhammed Hüseyin Fadlullah'ı koruma görevini yürüten Muğniye, daha sonra savaş meydanındaki planlamaları ve komuta etme alanındaki yeteneğinden dolayı Hizbullah'ın özel operasyonlarından sorumlu oldu. 25 yıl boyunca 42 devlette, CIA ve MOSSAD ajanları tarafından arandı. Gece gündüz demeden siyonist rejime karşı tarihi zaferin kazanılması için çalıştı. Bir dönem ABD, Muğniye'nin yeri hakkında bilgi verenlere 25 milyon dolar ödül vereceğini ilan etti. Siyonistlerin 2000 yılında güney Lübnan’dan çekilmesinde önemli rol oynadı. 2006 yılındaki Temmuz Savaşı’na da komuta eden Muğniye, “israilin yenilmezlik efsanesine son veren Arap komutan” diye ünlendi. Muğniye, 12 Şubat 2008’de Şam’da uğradığı bombalı saldırı sonucu şehid oldu. İmad Muğniye, Ragıb Harb ve Seyyid Abbas Musavi’den sonra işgalciler tarafından düzenlenen terör saldırısı sonucu şehid olan üçüncü üst düzey Hizbullah yetkilisiydi.
İskilipli Atıf Hoca
İskilipli Atıf Hoca, 1874'te İskilip'in Tophane köyünde doğdu. İlk eğitimini köyündeki medreseden alan Atıf Hoca, daha sonra İskilip'in tanınmış âlimlerinden Abdullah Efendi'den fıkıh ve tefsir dersleri aldı. İstanbul'a giderek ilim tahsilini devam ettirmek istedi. Fatih Camii medresesinde ders gören Atıf Hoca 1902'de girdiği ruus sınavını vererek İstanbul müderrisliğine hak kazandı. Fatih medresesinde müderris olarak ders verirken aynı zamanda Darulfünun Üniversitesine devam etti. Darulfünun'un İlahiyat bölümünden mezun olan Atıf Hoca İstanbul Kabataş Lisesi'ne Arapça öğretmeni olarak atandı. Beyanül'l hak, Sebilürreşad dergilerinde makaleler yazdı. 31 Mart olayından bir hafta önce yazdığı bir yazı nedeniyle tutuklandı. Fakat mahkeme suçsuz buldu ve serbest bıraktı. İttihatçılara karşı İttihad-i Muhammed-i içerisinde yer aldı. Alemdar ve Mahfel gibi gazete ve dergilerde de yazılar yazan Atıf Hoca Şeriat Medeniyeti, Mirat'ul İslam gibi eserlerini bu dönemde yazdı. Eserlerinde medeniyet, terakki, eğitim sosyal hayat, İslam nizamı, örtünme, ahlak, hukuk gibi konulara vurgu yaptı. Siyasi yazılar yazdı ve İttihatçıların din-siyaset ayrımına karşı çıktı. 1922'de Dolmabahçe Sarayında Huzur dersleri verir. Bu dönemde özellikle batılılaşma karşıtı yazılar yazar. Tesettür-ü Şer'i, Din-i İslam'da Men-i Müskirat (İslam dininde İçki Yasağı), Frenk Mukallitliği ve Şapka kitaplarını kaleme alır. Şapka hakkında ki kitabını yazdıktan 1,5 yıl sonra Şapka devrimine muhalefet etmek suçundan tutuklanır. Şevket Süreyya Aydemir, Tahirül Mevlevi, Hasan Tahmilci, kızı Melahat Hanım Atıf Hoca'nın şapkaya muhalefet etmekten tutuklandığını belirtmişlerdir. İskilipli Atıf Hoca 4 Şubat 1926 Perşembe günü sabaha karşı Eski Meclis binasının yakınındaki çarşıda asılarak şehid edilir.
Şeyh Muhammed Esad Erbili
1847 yılında Musul vilâyetinin Erbil kasabasında doğmuştur. Babası Erbil’deki Hâlidî tekkesi şeyhi Muhammed Saîd Efendi’dir. Dedesi, Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin halifesi Hidâyetullah Efendi’dir. Hem baba hem de anne tarafından Seyyid’dir. Esad Efendi Hazretleri icazet aldığı 1875 senesinde, hac vazifesini ifa etmek üzere Hicaz’a gitti. Hacda iken şeyhinin vefatını öğrenmesi üzerine, İstanbul’a geldi. Fâtih Câmi-i Şerîfi’nde verdiği derslerde ilmî kemâli de fark edilince Bayezid dersiâmlarından Hoca Yektâ Efendi ve benzeri önde gelen bâzı zevat kendisine intisap etti. Yüksek ilim, irfan ve fazîleti kısa zamanda bütün İstanbul’da duyulan Es‘ad Efendi’yi, Sultan 2. Abdülhamit’in damadı Hâlid Paşa, saraya dâvet etti ve kendisinden bir buçuk sene kadar Arapça ve dinî ilimler tahsil etti. Esad Efendi Hazretlerinin ilmî ve manevi liyakatini gören Sultan 2. Abdülhamit Han, onu Meclis-i Meşâyıh azalığına tayin etti. Esad Efendi Hazretleri, Sultan Mehmet Reşad zamanında ise bu meclisin reisliğine tayin edildi. Es‘ad Efendi Hazretleri güler yüzlü, tatlı sözlü, vakar sahibi, kadri yüce bir Hak dostu idi. Osmanlı Cihan Devleti’nin sona erip Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda tekkelerin kapatılması üzerine sokağa çıkmamaya karar veren Esad Efendi Hazretleri Erenköy’deki hanesinde inzivaya çekildi. Kuva-i Evi sürekli polis gözetimine alındı. 23 Aralık 1930'da Menemen vakasıyla ilgili olarak tutuklanarak Menemen'e sevk edildi. İdam talebiyle yargılandı. İlerlemiş yaşı sebebiyle cezası müebbede çevrildi. Oğlu Ali Efendi idam edildi. Menemen'de askeri hastanede üremiden tedavisi yapıldığı sırada 3 Mart'ı 4 Mart'a bağlayan gece yarısı vefat etti. Zehirlendiği belirtildi. Cenazesi ailesine verilmeyerek Menemen'de defnedildi.
Şeyh Rağıb Harb
Şeyh Rağıb Harb, savaşçı bir ailenin çocuğu olarak Güney Lübnan’da dünyaya geldi. Babası onun âlim olmasını istediyse de küçük yaşta Filistinli fedailere katıldı. Kısa bir süre sonra Beyrut’ta Seyyid Hüseyin Fadlullah’ın medresesinde derslere başladı. Daha sonra Necef’e ilim tahsili için gitti, Muhammed Bakır Sadr’ın medresesinde dört yıl okudu. 1970’lerde Baas rejimi tarafından Irak’tan çıkarıldı. Lübnan’da dersler vermeye başladı. Yorulmak bilmeyen ve sürekli mücadele eden Şeyh Rağıb Harb, Beyrut’a yerleştikten sonra çevresinde bir araya gelen gençleri örgütledi. Hizbullah’ın kurucuları arasında yer aldı. Şeyh Ragıb Harb 1983’te yıkıcı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle Siyonistlerce alıkonuldu ve bir süre sonra serbest bırakıldı. Şeyh Harb, terör rejimine karşı girişilen silahlı eylemler planladı, bazılarında da aktif görev aldı. 16 Şubat 1984 yılında siyonist uçakları tarafından uğradığı suikast sonucu şehid oldu. 2 erkek 5 kız çocuğu vardı. En son çocuğu babasının şehadetinden 4 ay sonra doğdu ve “Ragıp” ismini aldı.
Şeyh Ömer Abdurrahman
3 Mayıs 1935 yılında Mısır'ın Dekahliye kentinde dünyaya geldi. Dünyadaki sıkıntılarla mücadelesi henüz 10 aylıkken gözlerinin kör olmasıyla başladı. Beş yaşında “Nur Körler Medresesi"nde eğitim hayatına başladı. 11 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberledi. On yıllık eğitimin ardından El-Ezher'in ilkokul ve lise diplomasını aldı. Ezher Üniversitesi Usûluddîn Fakültesine yerleşti. 1965 yılında Şeref takdiri ile mezun oldu. Verdiği vaaz ve hutbelerde Mısır rejimi ve uygulamalarını eleştiren Abdurrahman, Cemal Abdunnasır zamanında istihbarat ve emniyetin takibine girmeye başladı. Abdunnasır ölünce verdiği hutbede, Abdunnasır'ın cenaze namazını kılmanın caiz olmadığını söyledi. Bu nedenle zindana konuldu. İlk zindan deneyimi 8 ay süren Abdurrahman, sonraki yıllarında da açılan soruşturmalar nedeniyle birkaç defa daha tutuklandı. 1981 yılında devlet başkanı Enver Sedat’ın öldürülmesinden sorumlu Cemaati İslami Emiri olarak yargılandı. Verdiği fetvada Enver Sedat'ın ismini kullandığı ispat edilemediği için 2 Eylül 1984 yılında tahliye oldu. Cezaevinden çıktıktan sonra bir yıl süreyle ev hapsinde tutulan Abdurrahman, 1985 yılında yeniden tutuklandı. Aynı yıl serbest bırakılan Abdurrahman'a yönelik baskılar artarak devam etti. Daha sonra Sovyetlerin işgaline karşı direnişin devam ettiği Afganistan'a giden Abdurrahman, Abdullah Azzam ve Usame Bin Ladin ile birlikte başka ülkelerden gelen gönüllüleri cepheye gönderen Mekteb-ul Hadamatı (Hizmet Bürosu) kurdu. İki oğlunu da savaşmaları için Afganistan'a çağırdı. 1989 yılında gittiği Mısır'da yeniden tutuklanan Abdurrahman, kısa süre sonra bırakıldı. 1990 yılında gittiği Suudi Arabistan'ın kendisini kabul etmemesi üzerine Sudan'a, oradan da ABD'ye gidip yerleşen Abdurrahman, burada da İslami çalışmalarını sürdürdü. İslam ülkelerinin yanı sıra Filipinler, İsviçre, Almanya, İngiltere, İsveç, Danimarka ve Kanada gibi ülkelerde verdiği konferanslarla davet çalışmalarını sürdüren Abdurrahman'ın çalışmaları ABD'yi rahatsız etmeye başladı. Ömer Abdurrahman'ı tehdit olarak gören ve takibe almaya başlayan ABD istihbaratı, aradığı fırsatı 1993 yılında New York şehrindeki Ticaret Merkezinin bombalanması ile buldu. Ömer Abdurrahman, sonradan "ABD istihbarat elemanı olduğu ortaya çıkan tanıklarla" bombalamanın emrini verdiği suçlamasıyla 1995 yılında tutuklandı. Abdurrahman, ABD'nin yıkılması için çalışmak, ABD'de askeri tesislerin bombalanmasının yanı sıra Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in öldürülmesini planlamak suçlamasıyla ömür boyu hapse mahkûm edildi. 23 yıl ağır şartlar altında zindanda tutulan Abdurrahman, Trump'ın yönetimi devralmasının ardından ilaçları da kesilerek adeta ölüme terk edildi. Şeyh Ömer Abdurrahman 2017 yılında ABD zindanlarında şehid oldu.
Zelimhan Yandarbiyev
1952 yılında Kazakistan'da doğdu. Çeçen İnguş Devlet Üniversitesi ve Moskova'daki Edebiyat Fakültesi'nde öğrenim gördü. Daha sonra Çeçenistan'da kurulan bağımsızlık yanlısı Vaynah Demokratik Partisi'nin oluşum faaliyetleri içerisinde yer aldı. Bunun yanında Kafkas Dağlı Halkları Konfederasyonu'nda da görev yaptı. 1991'de Çeçenistan'ın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından da parlamentoya girdi. 1993 senesinde de cumhurbaşkanı yardımcılığı vazifesine getirildi. 1996 yılında Cahar Dudayev’in şehit edilmesi üzerine de Çeçen-İçkeriya Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanı oldu. Ayrıca Kuzey Kafkasya'daki İslami Uyanış ve Kalkınma Teşkilatı'nın başkanlığını yürüttü. Yandarbiyev, 13 Şubat 2004 tarihinde Rus istihbaratının arabasına koyduğu bombanın infilak etmesi sonucu şehid edildi.
Metin Yüksel
17 Temmuz 1958′de Bitlis’e bağlı Kolongo Yaylası’nda dünyaya geldi. Babası Sadreddin Yüksel Hoca, annesi Norşinli Şeyh Masum Efendi’nin kızıdır. Metin Yüksel, dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’un Fatih semtine yerleşti. Kur’an-ı Kerim ve temel İslami bilgilerle alakalı dersleri babasından aldı. Hüsam Bey Mahallesi’ndeki Akşemseddin İlkokulunda ilköğrenimini tamamladı. Daha sonra Sinan Ağa Mahallesi’ndeki Gelen Bevi Ortaokuluna kaydoldu ancak 2'nci sınıfa geldiğinde ortaokula devam etmek istemedi ve okulunu bıraktı. Okulunu bıraktıktan sonra İslâmi çalışmalara başladı. 18 yaşında Akıncıların Fatih temsilciliğini kurdu. Kısa zamanda İstanbul’da adlarını duyurmaya başladılar. Haksızlıkları haykırmak için mitingler yaparken aynı zamanda ihtiyaç sahiplerine de yardımda bulundular. Metin'in bu çalışmaları o dönem Fatih'de etkin olmak isteyen milliyetçileri rahatsız etti. 26 Ekim 1977 tarihinde üç arkadaşı ile birlikte sekiz sol görüşlü kişinin saldırısına uğrayan Yüksel, ikisi midesine, biri dizine olmak üzere üç kurşun yarası aldı ama çatışmadan yaralip sehit oldu
Şeyh Zeki Atak
1957 yılında Şırnak'a bağlı Güneyçam (Navyan) köyünde dünyaya gelir. Köy ahalisinin ekserisi tarikat ehlidir. Şeyh Zeki'nin ailesi de tasavvufa sıkı sıkıya bağlı bir ailedir. Özellikle Şeyh Zeki'nin dedesi olan Şeyh Ahmet, Şırnak çevresinde takvası, hilmi ve ilmi ile tanınan saygın bir şahsiyettir. Aile efratlarına takvayı, edebi ve ilmi tavsiye eder ve bu konularda hassas davranır. Şeyh Zeki, dedesinin edep ve terbiyesinden geçmiştir. Küçük yaştan itibaren medrese ilimlerini tahsile başlamış, köyünde ilkokulu okuduktan sonra çeşitli medreselerde kalmış, zamanın ilim sahiplerinden ders almıştır. 20'li yaşlarında medrese ilmini tamamlayarak çevre köylerde fahri imamlık yapmaya başlar. Bu esnada köye gelen şuurlu bir öğretmenle kısa zamanda dost olur. Seyda bu öğretmen vasıtasıyla çağdaş İslami kitapları da okur. Özellikle Şehid Hasan El Benna, Şehid Seyyid Kutup, Şehid Ali Şeriati gibi yazarların kitaplarını okudukça ufku açılır. Bundan sonra Seyda için yepyeni bir dönem başlamıştır. İlim, irfan, edep, terbiye, sosyallik, çalışkanlık, girişkenlik vasıfları İslami şuurla bütünleşmiştir.
Cizre, Kürdistan bölgesinin ilim merkezlerindendir. Siyasi ve stratejik konumu itibariyle Botan`ın merkezidir. Molla Zeki kısa zamanda Cizre mollaları arasındaki yerini alır. Davet ve tebliğin yanında İslam'a hizmet edecek kadroların yetiştirilmesi faaliyetlerine ağırlık verir. Bölgede giderek güçlenen PKK, İslami camianın faaliyetlerinden rahatsız olmaya başlar. İdeolojisiyle karşıt olduğu Müslümanları karalamak, sindirmek ve tesirsiz hale getirmek için İslam`a ve Müslümanlara teveccüh gösteren aileleri tehdit ederler. İslami hizmetlere katılan veya sempati duyan herkesi korkutarak vazgeçirmeye çalışırlar. Bu dönemde Şeyh Zeki'nin evine silahlı saldırı gerçekleştirilir. Seyda henüz 35 yaşında, gelir seviyesi iyi, en büyüğü 11 yaşında olan 8 çocuk sahibidir. Bilerek ve isteyerek İslam davası için feda olmayı seçer. Bütün baskı, dayatma ve sindirmelere karşı direniş gösterir, asla geri adım atmaz. 19 Şubat 1992 Perşembe günü bir zaruret üzerine çarşıya çıkan Seyda`nın bu çıkışını fırsat bilen mürtedler, yolu üzerinde 4–5 yerde ayrı ayrı pusu kurar. Çarşı dönüşünde Seyda ile arkadaşları mülhid örgüt elemanlarının kurmuş olduğu pusuya düşer. Açılan ateşte Seyda şehid olur.
Molla Gıyasettin Barlak
1966 yılında babasının fahri imamlık yaptığı Van`ın Özalp İlçesi`nin Yünkuşak Köyü`nde dünyaya gözlerini açan Molla Gıyasettin, 1974 yılında memleketi Batman`ın Gercüş İlçesine yerleşti. Eğitim hayatına burada başlayan Molla Gıyasettin, okul çıkışlarında Kur`an-ı Kerim eğitimini almak için camiye giderdi. Çocukluk yıllarında camiye ve cemaate olan bağlılığı, okuldaki başarı ve ahlakı, büyükleri ve arkadaşları tarafından hep takdir edildi. İlk, orta ve lise öğrenimini Gercüş`te tamamlayan Molla Gıyasettin, liseden sonra; Siirt, Gercüş, Silvan, Ergani, Cizre ve Sason`da bulunan farklı medreselerde eğitim aldı. 1990 yılında girdiği imamlık sınavını kazandı. Zeki ve ahlaklı olmasının yanı sıra başarısıyla da dikkat çeken Molla Gıyasettin, İslami davaya olan sadakati, arkadaşlarıyla olan uyumu, güler yüzlülüğü, Kur`an okuyan gençlere olan düşkünlüğü, cami ve cemaate olan bağlılığı ile arkadaşlarını kendisine imrendiriyordu. Molla Gıyasettin, 1993 yılında Bitlis`in Tatvan ilçesinde müezzinlik görevine başladı. Tatvan`da yaptığı İslami çalışmalarını hazmedemeyen şer odakları, camide onun çevresinde birleşerek Kur`an dersi halkalarına katılan çocukların ailelerini, çocuklarını camiye göndermemeleri konusunda tehdit etmeye başladı. Tehdit, sindirme ve yıldırmalarla Molla Gıyasettin`in azmini kıramayan derin odaklar, son çare olarak kendisini katletmeye karar verirler. Karanlık eller, Kürdistan coğrafyasında uyguladıkları zulüm ve katliamların başka bir sahnesini Tatvan`da oynamaya karar verir. Onu katledip, Kürdistan`da yüzlerce Müslüman`ın kanına girmiş PKK`nin üzerine cinayeti yıkmak suretiyle Tatvan`da yeni bir çatışma süreci başlatmak isterler. Bu hain planlarını devreye koyan şer odakları, Bitlis cezaevinde yatmakta olan bir itirafçıyı cezaevinden çıkarıp, başka bir PKK itirafçısıyla birlikte ellerine silah vererek Molla Gıyasettin`i katletmelerini isterler. 23 Şubat 1994'te, cami cemaatine teravih namazını kıldıran Molla Gıyasettin, daha sonra hain pusudan habersiz bir şekilde evinin yolunu tutar. Devletin cellatları hazırladığı planı devreye koyar ve akşamın karanlığından faydalanarak Molla Gıyasettin`i çapraz ateşe alırlar. Karanlığın sessizliğini tekbir sesleriyle bozan Molla Gıyasettin, ruhunu Rabbine teslim eder.
Hama Katliamı
Hafız Esad'ın 1970 yılında askeri bir darbeyle iktidara gelmesinden sonra, Suriye'de mutlak bir baskı politikası izlenmeye başlandı. Baas haricinde siyasi oluşumların tümü yasaklandı, milliyetçi/modernist şablonun dışında kalan tüm örgütlenmeler ile muhalif olma potansiyeli taşıyan tüm odaklar dağıtıldı. İstihbarat örgütü el-Muhaberat'ın ajanları ülkenin her yerinde geniş bir muhbir ağır oluşturdu ve Esad diktatörlüğüne karşı en küçük bir ses bile büyük bir acımasızlık ve şiddetle cezalandırarak, korku ve terörün dozu daima yüksek tutuldu. Hama, Suriye'de Müslümanların güçlü olduğu, dolayısıyla muhalefet odağı olma özelliği taşıyan bir şehirdi. Ancak Hafız Esad diktatörlüğünün muhalefete göz yummak gibi bir niyeti yoktu. Müslüman Kardeşler yapılanmasının Suriye kolunun ayaklanma hazırlığı içinde olduğu bahanesiyle, saldırıdan iki ay önce şehirde sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim komutanı, Hafız Esad'ın kardeşi Rifat Esad'dı. Rifad Esad dönemin genelkurmay başkanıydı ve Hafız'dan sonra ülkenin ikinci adamıydı. Rifat Esad, halkı sindirmek ve olası bir direnişi kırmak için Hama'da vahşi tedbirler aldı. Yaptığı baskı ve zulüm görülmedik boyutlara ulaştı. 2 Şubat 1982 tarihinde de Hama'ya karadan ve havadan saldırı başlattı. Üç hafta devam eden saldırılar esnasında, sağlam kalan evlere ve mahzenlere sığınan insanları dışarı çıkartabilmek için zehirli gaz kullanıldı. Şehre giren tanklar da yıkımı tamamladı. Hama katliamı sırasında kaç kişinin öldüğü tam olarak bilinmemekle birlikte, uluslararası kuruluşlar bu rakamı 40 bin civarında veriyor. Yaralıların sayısı da yine on binlerle ifade ediyordu.
Halil İbrahim Camii Katliamı
Terör rejimi, işgal altında tuttuğu Filistin'de, 1948'den bu yana çok sayıda katliama imza attı. Bu saldırıların en önemlilerinden biri 25 Şubat 1994'te sabah namazı sırasında El Halil şehrinde Halil İbrahim Camii'nde düzenlenen saldırı oldu. Namaz sırasında camiye gelen bir siyonist M-16 otomatik silahıyla ateş açarak 29 kişiyi şehit etti ve 125 kişiyi yaraladı. Silahının tutukluk yapması nedeniyle ateşe devam edemeyen siyonist katil, saldırıdan sağ kurtulanlar tarafından linç edildi. Yaralıların hastaneye nakli esnasında ikinci bir katliam gerçekleşti. Böylece 1994 yılının Ramazan ayının on beşine denk gelen "Kanlı Cuma"da sabah namazının kılındığı esnada bir canavar tarafından başlatılıp onunla aynı fikirleri paylaşan ve aynı duyguları taşıyan işgalci askerler tarafından sürdürülen korkunç katliamda 67 Müslüman şehid oldu, 300'e yakın Müslüman da yaralandı. İşgal yönetimi, el-Halil katliamını dünya kamuoyuna, akli dengesi yerinde olmayan "aşırı dinci bir Yahudi" tarafından işlenmiş bir katliam olarak kabul ettirmeye çalıştı. Ama camiye saldıran kişi, Baruch Goldstein isimli ABD kökenli bir doktordu. Katliamdan sonra cami dokuz ay boyunca tadilat gerekçesiyle kapalı kaldı. Açıldığında ise işgalci rejim üçte ikisini havra yapmış, cami olarak bıraktığı alana ise gözetleme kameraları koymuştu. Girişe ise manyetik kontrol cihazları yerleştirilmişti. Söz konusu cami'nin altında Hazreti İbrahim’in El Halil’e geldiğinde uzun yıllar yaşadığı rivayet edilen Peygamberler Mağarası bulunuyor. Bu mağara Musevi dininin en kutsal mekânlarından biri sayılıyor. Yahudilerin Filistin’de iken bu mağara üzerine inşa ettiği tapınakların Romalılar tarafından yıkıldığı rivayet ediliyor.
‼️ Baruh Kopel Goldstein veya Benjamin Carl Goldstein (9 Aralık 1956-25 Şubat 1994), 1994 yılında Batı Şeria'daki İbrahim Camii Katliamı'nı gerçekleştiren İsrail-Amerikalı aşırı sağcı köktendinci militan.[1][2] Goldstein, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve diğer ülkelerin terör örgütü olarak tanımladığı aşırı sağcı Siyonistparti Kah'ın destekçisiydi. 25 Şubat 1994'te, El-Halil yakınlarındaki yasadışı Yahudi yerleşimi Kiryat Arba'nın sakini olan Goldstein, Atababalar Mağarası'nda cami olarak hizmet veren bir odaya girdi. İsrail askeri üniforması giyerek Ramazan ayında ibadet eden 800 FilistinliMüslümana ateş açtı, 29 kişiyi öldürdü ve 125 kişiyi yaraladı. Daha sonra hayatta kalan Filistinliler tarafından linç edilerek öldürüldü.[4]
Kaynakça
- ^ Israel and the Politics of Jewish Identity: The Secular-Religious Impasse. By Asher Cohen, Bernard Susser. p. 59
- ^ "CIA paper cites Jewish acts of terrorism" 29 Ağustos 2010 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., JTA, 26 August 2010
- ^ "COUNCIL COMMON POSITION 2009/67/CFSP". Official Journal of the European Union. European Union. 26 Şubat 2009. s. L 23/41. 13 Ocak 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 6 Ocak 2024.
- ^ "1994: Jewish settler kills 30 at holy site". BBC. 25 Şubat 1994. 6 Temmuz 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 6 Ocak 2024
https://ilkha.com/biyografi/kanlariyla-tarihe-isik-tutan-bircok-oncu-subat-ayinda-sehadete-eristi-1849
💢💢💢
Amerikan Tarihine Yön Veren Afrro-Amerikalılar
ŞAHİN KIZILABDULLAH
Kültür - 21-07-2019
Modern bilimsel bulgular, Kızılderililerin Asya kökenli olduğunu ortaya koymuştur.
Buzul Çağı’nda yaşanan büyük göçle birlikte, on bir bin yıl önce kıtaya göç ettikleri varsayılmaktadır.
Kristof Kolomb’un 1492’de bu kıtayı keşfetmesi İngiliz tüccarlar için kârlı bir buluş, yerliler içinse korkunç bir sonun başlangıcı olacaktı.
İlk günden itibaren bastırılan, katledilen, mekanik silahlarla taciz edilip iç bölgelere sürülen Kızılderililerin, toprakları için yüzyıllar boyu süren onurlu mücadelesi 1886 yılında Apache kabilesinin direnişçi son reisi Geronimo’nun teslim olmasına kadar sürdü. Bu zamana kadar milyonlarca insan çocuk yaşlı, kadın erkek demeden katledildi. Kıtanın işgali tamamlandığında insanlarla birlikte yüzlerce kabile, dil ve kültür bir daha geri getirilemez biçimde yeryüzünden silinmiş oldu.
Beyaz adamlar devasa gemileriyle kıtaya ayak bastığında Kızılderililerin yüzlerinde şaşkınlık kadar misafirperverlik vardı. Kolomb, seyir günlüğünde onların masumiyetiyle ilgili şu notları düşecekti: “Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silâhları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar, ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silâhları yok. Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar.”
Kızılderililere karşı ilk büyük katliamlardan biri, 1637’de İngiliz kolonici John Mason tarafından İngiltere’den aldığı düzenli askerî güçle Pequot kabilesine karşı uygulandı.
İngilizler, Kızılderililerle savaşı ticari ve yayılmacı bir amaçla yapıyorlar ama dinî olarak da gerekçelendiriyorlardı. Püritenlere göre Kızılderililer su katılmamış kâfirlerdi hatta kendi aralarındaki kimi yazışmalarda onların insan bile olmadıklarını iddia ediyorlardı. Amerika’da altının bulunması beyaz adamı daha da hınçlandırdı. Sürgünler, esir kampları artık kıtada kurulmuş olan Amerika ordusu vasıtasıyla ve kimi kabileleri geçici olarak kendi yanlarına çekmek suretiyle yapılıyordu. Son tahlilde hepsi öldürülüyordu.
Amerika ordusu, 1838’de en büyük kabilelerden olan Cherokee’leri önce esir kamplarına topladı, daha sonra iç bölgelere doğru tehcir etti. Kış mevsiminde yapılan bu sürgünde kabilenin üçte biri donarak, hastalanarak öldü veya kaçmaya çalışırken vurularak katledildi.
Bu sürgünün gerçekleştiği güzergâha daha sonra “Gözyaşları Yolu” denilecekti. İşgalciler, kurdukları tarım alanlarının güvenliğini sağlamak ve daha iç bölgeleri de ele geçirmek için İngiltere başta olmak üzere dünyanın dört bir yanından altın avcılığı için kıtaya gelen azılı suçluları teşvik ediyor, bir Kızılderili kafası veya derisi getirene kırk sterlin ödüyordu.
Amerika’daki bu insan avcılığı bir dönem Avrupa’da gelir kapısı olarak görülmüş, bu da dünyanın dört bir yanından en vahşi katillerin kıtaya gitmesine sebep olmuştu. Bunların en ünlülerinden biri Kara Jack lakaplı John Joseph Pershing’di. Acımasızlığıyla ün salmış bu cani, “En iyi Kızılderili, ölü Kızılderili’dir.” sözüyle tarihe yüz karası olarak kazınmıştı.
Amerika kıtasına Avrupalılar ayak bastıklarında ortalama seksen milyon Kızılderilinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Dağınık, kabileler hâlinde yaşayan bu barışsever halklar sinsi işgalcilere karşı uzun yıllar direnmiş ama başarılı olamamışlardır. Özellikle kendilerine uygulanan katliama isyan eden kimi kabileler birleşip isyan ettiklerinde karşılarında ağır top ve tüfeklerle teçhiz edilmiş orduları görmüş ve kısa sürede yenilgiye uğramışlardır. Yine de o dönemde toprakları için savaşan Kızılderililer büyük kahramanlıklar ortaya koymuştur. Ne var ki katliamların boyutları öyle bir noktaya varacaktır ki bu kahramanlıkları anlatacak kimse kalmayacaktır. Amerika daha sonra edebiyat ve sinemada Kızılderilileri vahşi, kendilerini medeni gösterecek bir imaj mühendisliği yapacak ve bütün dünyaya bunu servis edecektir.
Avrupalıların ayak bastığı andan itibaren sadece Meksika’daki yerlilerin nüfusu, yüz yıl içinde yüzde doksan beş oranında azalmıştı. Yerli halk, daha önce hiç işitmedikleri hastalıklar yüzünden esir kamplarında kitleler hâlinde ölüme terk edildi. Karnını doyurmak isteyenlerin kölelik yapmaları zorunluydu. Tecrit edilmişlerdi ve geleneksel tarım alanları ellerinden alınmıştı. Kızılderililer ya açlıkla boğuşacak ya da köleliği kabul edecekti. Bu trajedi, onların makûs talihinin son durağıydı.
Amerikan tarihinde yer alan Kızılderililere yönelik insanlık dışı katliamlar bütün tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle çeşitli dönemlerde Amerikan idarecileri Kızılderililerden özür dilemiştir. Ne var ki daha sonra asimile edilen az sayıdaki yerliler sayılmazsa bu özrün muhatapları yeryüzünden çoktan silinmiştir.
Zeynep Demir / Diyanet Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️