• İslam'daki ilk kırılma peygamber Muhammed'in ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Muhammed'den sonra dinî ve siyasi liderin kim olacağı hakkındaki tartışmalar ve gerilimler Şiilik ve Sünni mezheplerini ortaya çıkarmıştır. Başlarda Sünnilik, Arap aristokrasisi temelli iktidarın, Şiilik ise Arap olmayan muhalif Müslüman kesimin temsilcisi olmuştur. Şiilik, Arap olmayan milletlerin eski dinlerinden daha çok etkilenmiştir.

Haşhaşiler'in tarihi Elemût Kalesi'nin alınmasıyla başlar
• "Haşhaşi" kelimesinin kökeni ve anlamı 19. yüzyıla kadar Batı dünyasında tartışma konusu olmuştur. 19 Mayıs 1809 tarihinde Silvestre de Sacy'nin Institut de France'da yayınladığı bildiride kelimenin etimolojisine getirdiği açıklama kabul görmüştür. Sacy'e göre Batı dillerinde "suikastçı, kiralık katil" gibi anlamlara gelen ve en erken Haçlı Seferleri kayıtlarında rastlanan "assasini, assissini, heyssisini" gibi kelimelerin kökeni Arapçadaki "haşhaş" kelimesidir. Bu kelimenin çoğulu ise "haşhaşiyyun, haşhaşin" gibi kelimelerdir.
"Haşhaş" kelimesi Arapçada "kuru ot" ve "hayvan yemi" anlamına gelir. Sonraları kelimenin anlamı uyuşturucu etkisiyle bilinen hint keneviri ile özdeşleştirilmiştir.



⚠️Ütopya; aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum.
❗️Ütopyalar, bugün gerçekleşmesi imkânsız toplum tasarımlarıdır.
Savaşarak Kudüs'e varma hedefi bir aptheosis, yani dünyasal bir fikrin Tanrı ya da Yarı Tanrı katına yükseltilmesi, şekilde idi ve Avrupa'nin fakir tabakası için bu tanrısallaşma gerçekleşirse, "Mesih veya Hristiyan bir Mehdi'nin yeniden gelmesinin" hemen olacağı inancına bağlanmıştı.
❕• john griffiths pedley'in "greek art and archaeology" (yunan sanatı ve arkeolojisi) 3. baskı kitabında, "apotheosis" : bir kişinin ya da kahramanın, insandan ya da yarı-tanrıdan, tanrıya dönüşme sürecidir.
❕•nancy n. ramage ve andrew ramage'ın roman sanatı (romulus'dan konstantin'e) adlı kitabında apotheosis: birinin (coğunlukla bir imparatorun) öldükten sonra tanrı olma durumudur.
Tanrılaştırma
Tanrılaştırma ya da Apotheosis (Eski Yunancaapo- "uzak-, uzağa", theós "Tanrı"), dünyasal bir varlığın (fikir ya da bir yerleşim yeri) veya ölümlü bir insanın tanrı ya da yarı tanrı katına yükseltilmesi. Tanrılaştırma, genellikle ölümün ardından yapılır. Zaman zaman Roma İmparatoru Domitian'da olduğu gibi kendisini yaşarken tanrı ilan ettiren tarihsel kişiliklere de rastlanır. Tanrılaştırmayı genellikle, tanrılaştırılan kişi için bir kült oluşturulması, tapınaklar inşa edilmesi ve festivaller düzenlenmesi takip eder.
Tanrılaştırma örnekleri
- Herakles
- Aeneas
- Romulus, Quirinus olarak
- Büyük İskender
- Jül Sezar, Divus Iulius olarak
Halkın Haçlı Seferi

İran’da Veba (627)
Sasaniler’de, bir önceki Pers devleti Partlar gibi, Roma/Bizans İmparatorluğunun büyük rakibi oldular ve hükümranlıkları süresi içinde (224-651) Roma ile hep savaş halindeydiler. 627 senesinde Ninova Savaşı’nda Bizans’a yenilen Sasani devletinde iç çekişmeler devam ederken aynı yıl toprakları büyük bir veba salgınına uğradı. Hastalıktan dolayı sadece başkent Ctesiphon'da 100.000'den fazla insan öldü. Sasani hükümdarı II. Kavad 628'de vebadan hayatını kaybetti

Salgın hastalık Sasani devletini ve ordusunu iyice güçten düşürmüştü. 633 yılından 643 yılına kadar devam eden Müslüman saldırılarına vebadan kırılan Sasaniler fazla direnemedi ve Nihavend Savaşı (642) yenilgisinden sonra çöktü. Önce Bizans’ı sarsan veba bu sefer, rakibi Sasanileri perişan etti ve dünya güç dengesinin değişmesine, Perslerin tarih sahnesi dışına itilmesine sebep olarak İslâm’ın kuzey ve doğuya doğru yayılmasının yolunu açtı.
HAÇLI SEFERLERİ VE SALGIN HASTALIKLAR (1096-1291)
Batı Avrupa’da, 1094 yılında yaşanan sel felâketini ve salgın hastalıkları ertesi yıl kuraklık ve açlığın takip etmesi sonucu halklar yoksulluk ve umutsuzluk içine düşmüştü. Bu sırada, Kilise’nin Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak için teşvik ettiği Haçlı Seferleri, İncil’de yazılı ‘sokaklarında süt ve bal akan’ Doğu topraklarına yerleşip zenginliğe kavuşmayı düşleyen yoksul Hristiyanları cezbetti.
‼️
Mısır'dan Çıkış 3
8 Bu yüzden onları Mısırlılar’ın elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akanülkeye, Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim. (YC2009)Mısır'dan Çıkış 13
5 RAB sizi Kenan, Hitit, Amor, Hiv ve Yevus topraklarına, atalarınıza vereceğine ant içtiği süt ve bal akan ülkeye götürdüğü zaman bu ay şu törelere uyacaksınız: (YC2009)Mısır'dan Çıkış 33
2-3 Süt ve bal akan ülkeye senden önce bir melek gönderecek, Kenan, Amor, Hitit, Periz, Hiv ve Yevus halklarını oradan kovacağım. Ben sizinle gelmeyeceğim, çünkü inatçı insanlarsınız. Belki sizi yolda yok ederim.”(YC2009)Levililer 20
24 Oysa, Siz onların topraklarını sahipleneceksiniz. Bal ve süt akan bu ülkeyi size mülk olarak vereceğim, dedim. Sizi öteki uluslardan ayrı tutan Tanrınız RAB benim.Levililer 13
3 Kâhin derideki yaraya bakacak, yarada kıl ağarması varsa ve yara derine inmişse, kişi deri hastalığına yakalanmış demektir. Hastaya bakan kâhin onu kirli ilan edecektir. (YC2009)Haçlı Seferi Düşüncesinin Doğuşu

Haçlı Seferleri’nin fikir babası aslında İspanya ve Portekiz’den Müslümanların atılması için başlatılan Reconquista (Yeniden Fetih) hareketidir. Müslümanlar İspanya ve Sicilya’da hakimiyet kurmuşlardı. İber yarımadasında bulunan Hristiyankrallıklar ortak düşman Müslümanların elindeki şehirleri ve kutsal yer olan Kudüs'ü almak için başlattıkları hareket 9. yüzyıldan 15. yüzyılın sonuna kadar sürmüştür.
Araplar bu dönemde ele geçirdikleri toprakların kültürünü ve bilgi birikimini öğrenmeye çalışmışlardır. Bu nedenle eski Yunan bilgi kitaplarının hemen hepsi Arapçaya çevrilmiş ve böylece Arap devletleri yıkımdan kurtulmuştur. Ayrıca sadece bilimi korumakla kalmamış ve yeni bilgileri de üretmişlerdir. Bu dönemde göze çarpan ilk isim, iyi gözlemci de olan Razi’dir. Bir diğer isim ise Horasan’da doğmuş olan İbn-i Sina’dır. İbn-i Sina ilk olarak Huneyn ibn İshak’ın öğrencisi olmuş, daha sonra eğitimine Ali ibn Rabban’ın yanında devam etmiştir. İbn-i Sina toplamda 200’den fazla kitap yazmıştır. Yunan tıbbı üzerine yazdığı 10 ciltlik bir eserin yanı sıra “Kanun” olarak bilinen tıp üzerine yazılmış 20 ciltlik başka bir eseri daha bulunmaktadır.
Genel olarak bu dönemde anatomi ve fizyolojiye yeni bilgiler eklenmemiştir. Yalnızca birkaç yeni ilaç bulunmuş ve yeni hastalıklar tanımlanmıştır. Göz biliminde oldukça ilerleme gösterilmiştir. Öyle ki yapılan hastaneler 20. yüzyıl hastaneleri ile kıyaslanabilecek düzeydedir.
1163 tarihinde düzenlenen Konsil’de papalık tarafından alınan karar sonucu bütün tıp okulları kapatılmıştır. Orta Çağ Avrupası’nda hekimlik yasaklanırken İslam dünyasında sağlık alanında önemli adımlar atılıyor, büyük hekimler yetiştiriliyordu. Bu hekimlerden biri, cerrahinin babası olarak anılan Zehravi’dir.
Et-Tasrif içerisinde yer alan “Cerrahi Üzerine” başlıklı bölümde cerrahi aletlere ilişkin detaylı açıklama verilmesi, zamanın oldukça ötesindedir. O dönemde ameliyat için özel aletler kullanmak yenilikçi bir harekettir. Zira bu tutum, bilimin teorik alandan deneye dayalı çalışmalara geçmesine yardımcı olmuştur. Zehravi’nin bu eseri, tıp tarihinde cerrahi aletlerinin resimli olarak açıklandığı ilk eserdir. Aslında bu aletler o kadar iyi tasarlanmışlardı ki bin yıllık süre içerisinde üzerinde az sayıda küçük değişiklikler yapılmıştır. Keza Avrupa'da cerrahinin temeli bu çizimlerle atılmıştır. Zehravi, yaptığı el çizimlerinde geliştirdiği aletleri ayrıntılı bir şekilde göstermiş ve bunların ne zaman, nasıl kullanılacağını belirtmiştir.
Kültür
Endülüs medeniyeti, birçok açıdan çağını ve sonrasını etkilemiştir. Endülüs dönemi aynı zamanda İspanya'daki Yahudi kültürünün altın çağının da var olmasını sağlamıştır.
Döneminde Dünya'nın en önemli kütüphanelerinden biri hâline gelen Granada'daki 1 milyon cilt kitap Babü'r-Remle Meydanı'nda yakılmıştır.
“Müslüman Endülüs‘ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçaladık. Şayet yakılan milyonlarca kitabın yarısı kalsaydı, çoktan galaksiler arası seyahat ediyor olacaktık.”
•Reconquista, Endülüs döneminde İber Yarımadasındaki Hristiyanların, yarımadadaki Müslümanların varlıklarını ortadan kaldırma amaçları ve çabalarına verilen addır. 1492 yılında son Endülüs devletinin yıkılmasıyla başarıya ulaşan Reconquista, İspanyolcada "Yeniden fetih" anlamına gelir.
❕• “Reconquista”, yani yeniden fetih: İber Yarımadası’nda neredeyse 700 yıl süren İslam egemenliğinin sonunu tasvir eden bu terim 1492 yılında Gırnata Emirliği’nin “fethedilişi”ni anlatır.
Reconquista
❕Ziya Paşa (1825- 1880) “Endülüs Tarihi” isimli eserinde şunlar yazmaktadır: “Gırnata’nın İstilası ve İslam Devleti’nin Yıkılışı”
Remle (İbranice: רַמְלָה Ramlā; Arapça: الرملة, veya Remle ve bazen Rama), Arap ve Yahudi nüfusunun yaşadığı İsrail'in orta bölümünde bulunan bir şehirdir. Şehir pek çok kez el değiştirmiştir. Abbasiler, Haçlılar, Selçuklular, Memluklar, Türkler ve İngilizler kente belirli süreler hakim olmuşlardır.
⚠️Bütün İslâm şehirlerinde olduğu gibi Bağdat’ta da dünya tarihinde eşine pek az rastlanır cinayetler işlendi; bütün medenî müesseseler yerle bir edildi. Camiler ahır haline getirildi; kütüphaneler tahrip edildi, kitaplar yakıldı ve Dicle nehrine atıldı. Moğollar’ın Bağdat’ı işgalleri İslâm tarihinde büyük bir felâket olarak kabul edilmektedir. Bu felâket siyasî sahadan ziyade medeniyet sahasında olmuş ve bu tarihten itibaren İslâm medeniyeti duraklamaya ve gerilemeye başlamıştır.
❕• 1508'de yayınlanan bir fermanla 6 yıl içerisinde Müslümanlar'ın kendi kıyafetlerini terk etmeleri ve Hristiyan gibi giyinmeleri şart koşulmuştur. Yaklaşık bir yüzyıl boyunca üç milyon Müslüman, ya sürgün edilmiş, ya din değiştirmeye zorlanarak Hristiyanlaştırılmış ya da kılıçtan geçirilmiştir. Bir mimari harikası olan saraylar yakılmış, kütüphaneler içlerindeki yüzbinlerce kitapla yakılıp talan edilmiştir. Bu yıkımdan sadece Córdoba'da bulunan ve şu an katedral olarak kullanılan Kurtuba Ulu Camii ile el-Kasr, yani Alkazar Sarayı, Medinettu'z-Zehra'nın kalıntıları, Granada'da bulunan Elhamra Sarayı ile Cennetü'l-arif Sarayı kalmıştır.
Kaynakça
- Lütfi Şeyban, Reconquista Endülüs'te Müslüman - Hristiyan İlişkileri, İz Yayıncılık, İstanbul 2007
1.) Asimilasyon ve etnik temizlik ilk önce Gırnata, sonra sırasıyla Kastilya, Valencia, Aragon ve Katolonya’da uygulanmaya başlanmış ve üç aşamada gerçekleştirilmiştir.
Önce ikna yoluna gidilmiş ve Keşiş Hernando de Talavera bu görevi üstlenmiştir. İşsizlere iş, hastalara sağlık hizmeti, muhtaçlara yardım, Hristiyanlarla evlilik yapılması durumunda vergi muafiyeti vb. imtiyazlarla Müslümanlar Hristiyanlaştırılmak istenmiş fakat ikna çalışmalarının ticari imtiyazlar ve insani yardım yöntemiyle yavaş ilerlendiğini düşünen yöneticiler, süreci hızlandırmak için zorla Hristiyanlaştırma evresini başlatmışlardır.
1524 yılında Müslümanların yeni doğan tüm çocuklarının vaftiz edilmesi yönünde bir karar çıkarılmış, buna uymayanlar da engizisyon mahkemelerinde idam ve ömür boyu kürek mahkûmiyetiyle cezalandırılmıştır.
Ancak bütün bu hak ihlalleri Müslümanları sindirmemiş, hatta bazı bölgelerde isyan etmeye sevk etmiştir. Gırnata Müslümanları kendilerine reva görülen bu zulümlerden dolayı 1499, 1500 ve 1501 yıllarında isyan etmiş, ancak bu isyanlar kanlı bir şekilde bastırılmıştır.
İsyanların bastırılmasıyla entegrasyon projesinin üçüncü aşaması olan tehcir veya din değiştirme ve çift kimlik dönemi başlamıştır.
Bu dönemde isyanlar bahane edilerek Endülüs Müslümanlarına göç etme seçeneği sunulmuş fakat göçün sadece Biskay Körfezi’nden gemilerle ve 14 yaşından küçük çocukların İspanya’da bırakılması şartıyla yapılacağı ilan edilmiştir. Böylece Endülüs Müslümanlarına sadece din değiştirme seçeneği kalmıştır.Ancak bazıları kendi imkânları dahilinde ülkeyi terk edip Fas, Tunus ve Cezayir’e sığınmış,fakat hatırı sayılır bir kesim de topraklarını terk edememiş ve katı uygulamalara karşıgörünürde din değiştirmiş gibi yapmak zorunda kalmıştır.
Moriskoların kimlik mücadelesi
Müslümanlar dinlerini serbestçe yaşamak için fazla vergi vermeyi teklif etmiş, lakin Hristiyan yönetim Moriskoları tamamen asimile etmeyi hedeflediği için bu teklifi kabul etmemiştir. Toplu din değiştirme işleminden sonra Moriskoların yeni dinlerine ve Hristiyan toplumuna entegre olmalarını kolaylaştırmak için Arapça İncil ve dinî ritüellerin öğretildiği eğitim kitapları hazırlanmış, çocukların eğitimine yönelik özel okullar açılmıştır.
İslâm öğretileri ve tüm eğitimlerin Arapça yapıldığı Endülüs’te krallık, Müslümanların İslâm dini ile olan bağının Arapçayla ilgisinin farkına varmış ve Piskopos F. Jimenez ve bütün entegrasyon görevlileri, çalışmalarını Arapçayı unutturmak üzerine yoğunlaştırmıştır.
Bu durumun farkında olan Moriskolar da gündelik hayatta Arapça konuşulması yasağına dikkat etmiş, fakat özel hayatlarında Arapça konuşmayı sürdürmüşlerdir. Ancak bir süre sonra evlerde Arapça konuşulduğu, Müslümanların eski dinleriyle olan bağlarının devam ettiği saptanmış ve evlerin kapılarının açık tutulması kararı alınarak Arapçanın kullanımı engellenmiştir.
engizisyon mahkemeleri devreye girmiştir. Engizisyon mahkemelerine namaz, oruç, yıkanma, Arapça konuşma, Arapça kitaplar bulundurma, kına yakma gibi İslâm dini ile alakalı suç kabul edilen uygulamalardan dolayı çıkarılan Moriskolar, kürek mahkûmluğu, idam, hapis ve diri diri yakılma gibi cezalara çarptırılmıştır.
Prof. Dr. Hilmi Özden yazdı; ENDÜLÜS’TEN TÜRKİYE’YE RECONQUISTA
* 2. Ocak. 1492 tarihinde başkent Gırnata ya girdiklerinde yaklaşık 800 yıl kadar süren İslam hakimiyeti sona ermiş Endülüs Müslümanlarına engizisyon dönemi başlamıştır. Müslümanlara yapılan işkenceler veyahut Hıristiyanlaştırma faaliyetleri artarak devam etmiş Hıristiyan olmayanlar engizisyon mahkemelerinde acımasızca cezalara çarptırılmıştır. İhbarcı bir usul üzerine kurulan Engizisyon mahkemeleri sonucu diğer cezalar hariç 1808 yılına kadar İspanya’da 31.912 kişi diri diri yakılmıştır
Moriskolar hakkında sürgün kararı
Nihai olarak isyanlar ve asimilasyon çalışmalarının başarısız olması ve İspanya’nın düşmanlarıyla iş birliği yapılması, Moriskolar hakkında sürgün kararı verilmesine neden olmuştur.
İspanya Krallığı sürgün kararını vermeden önce, 1568-1570 tarihleri arasında meydana gelenGırnata isyanından sonra, son olarak Osmanlı Devleti’yle Moriskoların bağlantılarını kesmek için yaklaşık 100 bin kişiyi ülkenin orta ve kuzey bölgelerine sürmüş, sürülenlerle Hristiyan halk arasında yaşanan problemler ise bardağı taşıran son damla olmuş ve krallık bütün Moriskoları ülkeden sürgün etme kararı almıştır.
Bu sürgün, 13 madde belirlenerek 1609 yılında başlayıp 1614 yılına kadar devam etmiştir. Sürgün şartları; üç gün içerisinde evlerin boşaltılması ve Moriskoları yükleme noktalarına götürecek kraliyet komisyonu memurlarının beklenmesi, bu kurallara uymayanların mahkemeye sevk edilmesi, mal varlıklarını gizleyenler veya Hristiyanlara kalmaması için yok edenlerin öldürülmesi şeklinde düzenlenmiştir. Hristiyan komşulardan yardım alınması da yasaklanmıştır.
İki yıl boyunca Hristiyanlarla yaşadıktan sonra rahiplerin onayını alarak Hristiyanlığını ispatlayanlar, tarımsal üretimi devam ettirmek ve eski Hristiyan yerleşimcilere yardımcı olmak için geçici olarak bu uygulamadan muaf tutulmuştur.
Buna göre her yüz Moriskodan altısı ve Hristiyanlarla evli olan Morisko kadınları sürgünden istisna tutulmuştur. Ancak karısı Hristiyan olan Morisko erkekleri sürgün edilmiştir. Sürgün sürecinde yarım milyon civarında Morisko İspanya’yı terk etmek zorunda kalmış; göç eden kafileler, yeterli güvenlik önlemi alınmadığı için eşkıyalar ve fırsatçılar tarafından soyulmuş, çocuklar ve kadınlar kaçırılmış, insanlar yollarda açlık, susuzluk ve hastalıklardan dolayı ölmüştür.
❕Moriskoların sürgün dönemindeki nüfusları belirsizdir. Tehcir fermanlarına dayanılarak yapılan tahminler 275 000 kişi civarındadır.
Gemi kaptanları yolculardan fahiş ücretler talep etmiş, istenilen ücreti ödeyemeyenler ya denize atılmış ya da köle olarak satılmış, bazı görevliler keyfî olarak insanları öldürmüş, bazı çocuklar ve kadınlar köleleştirilmiştir. Ancak bütün bu zorluklara rağmen Moriskolar Kuzey Afrika, Fransa, İngiltere, İtalya ve Osmanlı topraklarına ulaşmıştır.
1492'deki fethin ardından Katolikler tarafından Mağrib kültürü yasaklanana kadar bu devletin halkı İslamî öğretileri de iyi biliyordu. İslamî Endülüs'e has olan giyim, mutfak, beslenme, sosyal etkinlikler en belirgin bir biçimde bu bölgede yaşanıyordu. Miladi 1568-71 yıllarında Katolik baskısına karşı gerçekleştirilen İkinci Morisko Ayaklanması'ndan sonra Gırnata'daki Moriskolar, Kastilya'nın, Ekstremadura'nın ve Endülüs'ün değişik yerlerine sürüldüler.
‼️Büşerrat Savaşı'nın bir sonucu olarak Gırnata Devleti'nde ikamet etmekte olan Gırnatalı 80 000 civarında Morisko Endülüs'ün ve Kastilya'nın değişik bölgelerine sürüldü.
Moriskolar tek tip bir kimliğe mensup bir topluluk olmanın aksine, İslam ortak kimliğini taşıyan değişik gruplara verilen bir genel isimdi.‼️
Yarımada artık 14. yüzyıl itibarıyla Magripliler'in elinden hemen hemen alınmıştı. Eski toprağını tekrar ele geçiren Katolik otoritelerin ilk icraatlarından biri muhakkak bölgede bulunan Yahudilerin Hristiyanlaştırılması oluyordu, ki bu gelişme de aslında sonradan kovulmaya önemli bir sebep teşkil edecekti. Çünkü bu süreç "Yeni Hristiyanlar" ya da "Konversolar" adı verilen yeni bir grubun ortaya çıkmasını beraberinde getirdi.
❕Konverso, "Dönüştürülmüş, Dönmüş; Dönme"anlamlarına gelen bir kelimeydi ve Katolik dinini sonradan kabul eden herkesi tanımlamak için kullanılıyordu.
❕Yahudi kökenli Konversolara "Marrano" ismi takılmıştı. Marrano, "Domuz"anlamına geliyordu.
Bazı Marranolar yeni dinlerini aynen benimsiyor ve eski inançlarını olduğu gibi bırakıyor, önemli bir kesim ise dışarıda Katolik görünmekle beraber, eski inanç ve pratiklerini gizli gizli devam ettiriyordu.
❕Bu durum bir Kripto-Judaizm'in doğmasına yol açtı.
Marranolar çoğunlukla kendi aralarında evleniyorlar, bu da toplum ve idari-dini yetkililer tarafından şüpheyle karşılanıyordu. Bu kesim Kilise içinde de üst düzey örgütlenmelere giremiyordu. Tüm bu çabalara rağmen Yahudiliğin, İslamla beraber, hala etkili bir biçimde varlığını sürdürmesi 14. ve 15. yüzyılİspanyası'nda şiddetli bir anti-semitizm'in doğmasına yol açtı.
Katolik İspanya'nın Birleşmesi ve Fermanın İlanı
1469'da Kastilya ve Leon Kraliçesi I. İsabel ile Aragon Kralı II. Ferdinand evlendi.
Eşi Ferdinand'la beraber, kendisine gelen "Yeni Hristiyanlar'ın gizli Yahudilik faaliyetleri"yle ilgili ihbarları ciddi bir biçimde ele alıyor ve takip ediyordu. 1478'de "Hristiyan sapkınları bulma ve cezalandırma" amacıyla İspanyol Engizisyonu'nu kurdu ve başına tam bir Yahudi düşmanı olan Tomás de Torquemada'yı getirdi. 1492'ye kadar geçen süreçte binlerce Yahudi ve Konverso, Engizisyontarafından mahkûm edilerek yakıldı. Yahudi büyüklerinden olan Don İzak Abravanel'dir. Aslen Portekizli olan Abravanel İspanya'daki anti-semitizme karşı büyük mücadele vermekteydi. Bunlardan en dikkat çekeni ise Málaga'da dinleri
Ferdinand'a Hristiyan (ve de İslam) Mitolojisi'nde yer alan Yahuda'nın İsa'yı para karşılığında ihbar etmesi öyküsünü örnek göstererek; İspanya'da kalabilmek için para teklif eden Yahudilerin yine para karşılığında krallarına ihanet edeceklerini öne sürdü ve böylece kralı, Yahudilerin en son umudu olan bu tekliften de vazgeçirdi.
Ülkeyi terk etmeleri için tanınan süre dört aydı. Bu sürenin dolmasına rağmen ülkede kalanlar olursa idam edileceklerdi. Aynı şey Yahudiler'i evlerinde saklayanlar için de geçerli olacaktı. Kararnameyle ilgili ilginç bir rastlantı da, İspanya'dan son çıkış tarihi olan 31 Temmuz'un Yahudilerin matem ve oruç günü olarak kabul ettikleri Tişa beAv'a denk gelmesiydi. Tişa beAv, Kudüs'te bulunan Beth Amikdaş'ın MÖ 580 ile MS 70'teki yıkılışının tarihiydi.
Kararnamenin İlanından sonra Yahudiler ve Portekiz Süreci
Kararnamenin ilanının ardından Yahudiler hızla Kuzey Afrika'ya, özellikle de Magrip'e geçmeye başladılar. Önemli bir kesim de Portekiz'e geçerken, Hollandave İngiltere'ye yönelenler oldu. İskandinavya'ya gidenler de vardı. Osmanlı İmparatorluğu'ndan ise Yahudiler'e iş ve vatandaşlık hakkı tanındığı haberi gelmişti ama Osmanlı İmparatorluğu uzaktı. Buna karşın özellikle elit diplomat, zanaatkar, tüccar, bilim insanları ve din bilginlerinin başını çektiği sayıca önemli bir ekip Osmanlı İmparatorluğu'na yöneldi. Portekiz'e geçenler önlerindeki beş yıl içinde daha acı süreçlerle karşılaşırken, Kuzey Afrika'ya geçen birçok kafile çöllerde vahşi hayvanlar ya da doğal koşullar dolayısıyla öldü. Hollanda, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu'na gidebilenler ise en şanslılardı. Süreç içinde yaklaşık 200,000 kişi İspanya'yı terk etti. Bir yıl sonra da 1493'te II. Ferdinand'a ait olan Sicilya topraklarından yaklaşık 30,000 kişi atıldi.
Yahudi Soykırımı'nda altı milyon civarında Yahudi, toplama kamplarında katledilir ve birçok cemaat tarihten silinirken; Yahudi olmayan beş milyon kişi de çeşitli sebeplerden ötürü aynı kamplarda can vermiştir. İspanyol Engizisyonu da birçok Yahudi'nin yanı sıra bir o kadar da Müslüman'ı, Katolik'i ve Katoliklik dışına çıkmak isteyen Hristiyan'ı sapkın ilan ederek katletmiştir.
Türkiye'ye yönelen kesim içerisinde Müslüman Araplar'ın da bulunduğu ve ülkeye ulaştıkları zaman Adana dolaylarına yerleştirildikleri anlatılmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Yine İstanbul'da bulunan Arap Camii, İspanya'dan kaçan Müdeccenler'e tahsis edilmiştir. Bunun yanında dikkat çekebilecek bir nokta da Portekiz'in 1497'de bütün Müslümanları kovmasıdır.
Yüz yılı aşkın geçen zor bir süreçten sonra İspanya kralı III. Filip, 22 Eylül 1609'da yayınladığı 1609 Sürgün Fermanı'yla, Müslümanlar'ın Kastilya'yı terk etmelerini emretmiştir. Bunu 1610'daki Sürgün Fermanı izlemiştir. Ülkenin %4'ünü oluşturan yaklaşık 300.000 kişi ülkeden ayrılacak, İspanya artık resmen Katolikler'in yaşadığı bir ülke haline gelecek ve İslam'ın varlığı Batı Avrupa'dan silinecektir.
Mülûkü't-Tavâif (Beylikler) Dönemi (1031-1090)
Endülüs Emevî Devleti'nin son halifesi olan III. Hişâm, 1031 yılında öldüğünde Endülüs toprakları çok sayıda bağımsız devletçiklere bölündü. Bu devletçikler hem kendi aralarında çarpışmaya başladılar, hem de İspanya'nın Hristiyan devletçiklerinin de saldırılarıyla karşı karşıya kaldılar. Bâzı tavfa devletleri para karşılığı Hristiyan şövalyeleri de ordularında kullandılar. Örneğin El Cid (Arapça'daki El-Seyid adından gelir) adıyla tanınan Rodrigo Díaz de Vivar, bunların en ünlüleri arasında yer alır. Bu karmaşık durum, Reconquista'yı hızlandırdı ve İspanya'da İslâm'ı zayıflattı.
Murabıtlar Dönemi (1090-1147)
Aslen Kuzey Afrika kökenli bir hanedan olan Murabıtlar, Endülüs Emevîlerinin parçalanmasını izleyen karışıklık döneminde düzenli bir askerî güce sahip olmalarının da verdiği avantajla kısa sürede İber Yarımadasının Müslüman bölgelerinin çoğunu ele geçirdiler. 1090 ve 1147 yılları arasında bugünkü İspanya'nın büyük bölümü ve Kuzey Afrika'daki bâzı toprakları denetimleri altında tutarak güçlü bir devlet düzeni teşkil ettiler. İlk başlarda güçlerini korusalar da sonraları Hristiyan İber halklarının saldırıları ve Kuzey Afrikalı diğer toplulukların çıkarttığı ayaklanmalar yüzünden güçleri gün geçtikçe tükenen Murabıtlar, kendileri gibi Kuzey Afrika kökenli bir halk olan Muvahhidlerin saldırıları sonucu onların egemenliği altına girerek siyasi hâkimiyetlerini kaybettiler.
Muvahhidler Dönemi (1147-1248)
Muvahhidler gene Kuzey Afrika kökenli bir Müslümanhanedan olup Murabıtlar Devletini yıkarak onların yerine geçtiler. 1146 ve 1248 yılları arasında bugünkü İspanya topraklarının bir kısmının yanı sıra Kuzey Afrikadaki bazı toprakları da denetimi altında tuttular ancak Hristiyan saldırıları ve bazı iç karışıklıklar sonucu 1248'de yıkıldılar. Bu devletin yıkılışının ardından egemenliğindeki topraklarda bağımsız emirliklerden başka bir şey kalmamıştır.
Gırnata (Granada) Sultanlığı (1232-1492)
1492'de Beni Ahmer Devletinin yıkılışı ile İspanya'daki 781 yıllık İslam varlığı sona erdi.
Müdeccenler ve Moriskolar (1492 - 1610)
İspanya kralı III. Felipe 22 Eylül 1609 tarihli bir fermanla 1610-1614 yılları arasında Müdeccenleriİspanya'dan kovdu. Çoğu cami, kümbet, medrese, köşk, saray ve eşsiz yapılar yıkıldı veya tahrip edildi. Müslümanlar kadın, çocuk fark etmeksizin katledildi veya İspanya dışına göç etmeye zorladı. 300.000 kadar Müdeccen, vatanlarını terk ettiler. Böylece Müslümanların İspanya'daki izi büyük oranda silinmiş oldu.♨️
Haçlı Seferleri ya da Haçlı Akınları, 1096-1272 yılları arasında, Avrupalı Katolik Hristiyanların, Papa'nın isteği ve çeşitli vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki Orta Doğu toprakları (Kutsal Topraklar kabul edilir) üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenledikleri akınlar bütünüdür.
Birinci Haçlı Seferi 1096-1099
Kudüs Krallığının ve diğer Haçlı devletlerinin kurulması
Kudüs'ün fetheden Haçlı ordusunun soylu olan Haçlı komutanları Kutsal Kabir Kilisesi'nde 22 Temmuz'da bir toplantı yapıp Kudüs şehrinin ve ellerine geçen diğer Filistin ve Suriye arazilerinin nasıl idare edileceği hakkında tartışmalar yaptılar. Hristiyanların kutsal saydıkları topraklarda dinsel olmayan devlet işleri ile uğraşmaya yetkili olacak yeni bir Kutsal Kudüs Krallığı kurulmasına karar verdiler. Kudüs Krallığı Kudüs şehri yanında Suriye'in güneyi ve Filistin'i de ihtiva edecekti. İlk Kudüs Kralı olarak Godfrey de Bouillon'u seçtiler.[11]
Haçlılar ordusu Kudüs'ten çekilen Fatimîler ordusu üzerine giderek Aşkelon Muharebesi'inde Fatimîleri yenerek Filistin'e iyice yerleştiler.[11]
Birinci Haçlı Seferi'nde ayrıca Kudüs fethinden önce Urfa Kontluğu (1097-1144) ve Antakya Prensliği(1098-1268) devletlerini Kudüs Krallığı'ndan bağımsız olarak ama bu krallıkla yakın bağlantılı bir şekilde kurulmuşlardı. Kudüs'ün işgalinden sonra, 1109'da Haçlılar Trabluşsam'ı işgal ettiler ve, bu şehir ve civarında yine bağımsız statülü olarak Trablus Kontluğu (1109-1289) devleti kuruldu.

Gırnata, İber Yarımadası'ndaki son Müslüman devletti. 1400'lerin sonlarında bu ülkenin nüfusunun çoğunluğu Müslüman'dı ve aynı zamanda yarımada da en yoğun Morisko nüfusunun olduğu yerdi. İspanyollaşma asimilasyonunun en az yaşandığı yer olan bu bölgede halk akıcı Arapçakonuşurdu. 1492'deki fethin ardından Katolikler tarafından Mağrib kültürü yasaklanana kadar bu devletin halkı İslamî öğretileri de iyi biliyordu. İslamî Endülüs'e has olan giyim, mutfak, beslenme, sosyal etkinlikler en belirgin bir biçimde bu bölgede yaşanıyordu. Miladi 1568-71 yıllarında Katolik baskısına karşı gerçekleştirilen İkinci Morisko Ayaklanması'ndan sonra Gırnata'daki Moriskolar, Kastilya'nın, Ekstremadura'nın ve Endülüs'ün değişik yerlerine sürüldüler.
Elhamra Kararnamesi
Bu kararnameye göre Yahudi dinine mensup veya biyolojik olarak Yahudi olan herkes İspanya'yı terk edecek; yanına altın, para vb. ziynet eşyası almayacaktır. Kararnamenin muhataplarına ülkeyi terk etmek için 31 Temmuz tarihine kadar süre tanınmış ve bu süre sonunda da ülkeyi terk etmeyenlerin idam edileceği belirtilmiştir. Bu tarihten bir yıl sonra yine II. Ferdinand'a ait olan Sicilya(1493'te), beş yıl sonra da Portekiz (1497'de) aynı uygulamayı gerçekleştirecektir.
⚠️ * Lord Kinross Kutsal Anadolu Toprakları isimli eserinde 1950’li yıllarda Karadeniz’den başlayarak tüm Karadeniz sahil şehirleri ve daha sonra Kars, Erzurum, Ani, Van, Bitlis, Diyarbakır, Urfa, Mardin, İskenderun, Konya güzergahından Ankara’ya doğru yaptığı yolculuğu anlatmaktadır. Eser Pontus vurgusu ile başlayıp daha sonra Ermenilerle devam eden Anadolu coğrafyasını Kiliseler ve Hıristiyan tarihî ekseninde anlatmaya çalışan hatıralar içermektedir. Bir tarihçiden ziyade adeta Anadolu’nun Hıristiyanlar tarafından yeniden fethedilmesinin meşru gösterebilecek kayıt ve bilgileri sunmaktadır.
1101 Yılı Haçlı Seferi
İkinci Haçlı Seferi 1147-1149
Üçüncü Haçlı Seferi 1189-1192
Dördüncü Haçlı Seferi 1202-1204
Beşinci Haçlı Seferi 1217-1221
Altıncı Haçlı Seferi 1228-1229
Yedinci Haçlı Seferi 1248-1254
Sekizinci Haçlı Seferi 1268-1270
Dokuzuncu Haçlı Seferi 1271-1272
Kenan Bölgesi
Orta Doğu’nun “Süt ve Bal Akan Toprakları”
Fenike olarak da bilinen Kenan, günümüzün Lübnan, Suriye, Ürdün ve İsrail’in Levant Bölgesi’nde yer alan zaman zaman Mısır’a bağımlı olan büyük ve refah içerisinde antik bir bölgedir. Bu topraklar için “Kenan” ismi, aralarında İncil’in de bulunduğu çeşitli eski metinlere dayanır ve kökeni veya ne anlama geldiği konusunda hiçbir bilimsel uzlaşma bulunmamaktadır. İncil’e göre bölge ismini, Nuh’un torunu olan Kenan’dan almıştır (Yaratılış 10).
Diğer teoriler ise, Kenan adının Hurri dilindeki mor’dan türetildiği, Yunanlıların Kenanlıları, Fenikeliler (Yunancada mor anlamında) olarak bildiği ve Fenikelilerin mor boya içinde çalıştıkları, bu yüzden de Yunanlılar tarafından “mor insanlar” olarak tanımlanması, akla en yatkın gelen açıklamadır.
Mısır metinlerinde Kenan isminin, Mısır’ın Asya eyaletini belirtmek için kullanıldığı görülüyor. İncil’de de Kenan ismi Ürdün’ün batısındaki İbranilerin mirası olan tüm Filistin’i belirtiyor olabilir fakat sadece Filistin’in deniz kıyısı gibi daha sınırlı alanı da kast ediyor olabilir. Benzer şekilde, İncil yazarları zaman zaman Filistin’in yerlilerinden ‘Kenanlılar’ olarak bahsetmektedir (Amoritler olarak da belirtilebilir). Bu vesileyle, Filistin işgalcileri arasında Kenanlıları ve Amoritleri diğer gruplardan ayırırlar.”
Bölgedeki en eski yerleşim yeri Paleolitik Çağ’da Eriha kenti civarındaydı ve bu topluluk gelişerek bölgeyi (muhtemel dünyanın) en eski kent merkezi haline getirecekti. Diğer kentler, Erken Tunç Çağı sırasında geliştiler fakat muhtemelen aşırı nüfus artışı ve birkaç yıllığına tarım hayatına geçen insanlar nedeniyle terk edildiler.
Orta Tunç Çağı boyunca kentler, diğer uygarlıklar ve en önemlisi Mısır ile ticareti geliştirerek yeniden büyüdüler. Kenan (günümüzdeki adıyla Fenike) MÖ 1250-1200 sözüm ona Tunç Çağı Çöküşü’ne kadar gelişmeye devam etti. Yeşu ve Numbers’ın İncil kitapları, Kenan’ın İbraniler ve Yeşu’nun fethi
MÖ 1250-1200 çöküşünün ardından, Yeşu’nun toprakları verdiği söylenen İbraniler (İsrailliler) bölgeyi doldurdu; İsrail ve Yehuda krallıklarını kurdular. Bu krallıklar, bölgenin Asurlular, Babilliler, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar ve Roma İmparatorluğu tarafından işgaline kadar sürdü.
MÖ 2. binde, Biblos, Lübnan Dağı’ndan getirilen dağ selvisi ve Mısır’dan getirilen papirüsü diğer devletlere sağlayan büyük bir ihracatçı olduğu için gelişebildi.Daha önce hiç duyulmamış olsa bile Biblos, Kenan şehirlerinin en ünlüsüdür.
İncil kelimesi (Bible) Yunancada kitap kelimesi için kullanılan ve etrafı papirüs ile çevrili şehri belirten Biblos’tan gelmektedir. Sur Şehri (Tyre), dikenli salyangoz kabuklarından elde edilen, mor renkle boyanan ve yüksek rağbet gören elbiseleri üreten büyük bir sanayi merkezi ve aynı zamanda büyük bir eğitim merkezi olan Sidon şehri ile faaliyette bulunan bir yerleşimdi. Sur ve Sidon şehirleri arasındaki rekabet, Sur şehri tekstilde tekelleşene kadar her iki şehirde de yüksek kalite ürünlerin üretilmesini sağladı.
Bölge, konumu nedeniyle ticarette başarılı oldu. Gazze Şehri, Arabistan’daki Saba Krallığı’ndan başlayıp ve daha sonra Mezopotamya boyunca ve Mısır’ın aşağısına doğru farklı rotalara ayrılan Tütsü Rotası’nın (Incense Routes) son durağıydı. Bu bölge aynı zamanda Mezopotamya, Mısır ve Libya arasında bir ticaret bağı oluşturuyordu. Kenanlı-Fenikeliler uzman gemici ve gemi yapımcısıydı.
Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta. Tevrat’a göre Nûh, Âdem’in yaratılışından 1056, vefatından 126 yıl sonra doğmuştur. Hayatının ilk 500 yılı hakkında Kitâb-ı Mukaddes’te bilgi yoktur. Tevrat’ın naklettiğine göre Nûh zamanında insanlar çok bozulmuştu, yeryüzünde kötülük hüküm sürüyordu. Şît’in çocukları Kābil’in soyundan gelen kızlarla evlenmiş, bu birleşmenin sonucunda şiddet taraftarı kötü bir nesil ortaya çıkmıştı (DB, IV/2, s. 1662).
500 yaşından sonra Nûh’un Sâm, Hâm ve Yâfes (Yâfet) adındaki üç oğlu dünyaya gelir (Tekvîn, 5/32). Allah, Nûh’tan bir gemi yapmasını ister ve hangi ağaçtan, hangi ölçülerde olacağını da bildirir. Nûh gofer ağacından uzunluğu 300, genişliği 50, yüksekliği 30 arşın olan üç katlı gemiyi inşa eder.
İslâm da Hz Nûh: Nûh’un soy kütüğü İslâmî kaynaklarda Tevrat’taki gibi Nûh b. Lamek b. Metuşelah b. Uhnuh (Hanok-İdrîs) b. Mehelail (Mahalalel) b. Kaynan (Ken‘ân) b. Enoş b. Şis (Şît) b. Âdem şeklinde yer almaktadır. Annesi de Râkîl’in veya Kābil’in kızı Kaynuş olarak verilmekte, Kābil’in çocukları ile Şît’in çocuklarından onlara tâbi olanlara peygamber olarak gönderildiği belirtilmektedir (Sa‘lebî, s. 54).
Haşhaşiler, Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli rol oynamışlardır. Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak döneminde düşüşe geçmesine ve Sencer, Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki taht kavgalarına önemli etkide bulunmuşlardır. Bu süreçte bazı Selçuklu sultanlarıyla müttefik olan Haşhaşiler çoğuyla da mücadele içinde olmuşlardır. Selçukluların dağılmasından sonra da etkisini sürdüren İran Haşhaşileri Moğolların İran'ı ve Bağdat'ı ele geçirmesine kadar ayakta kalmış, sonrasında ise Moğol-Nizari Savaşı sonucu son liderleri Rükneddin Hür Şah'ın Hülagü'nün isteklerine uymasıyla 1256 yılında Alamut Kalesi, teslim olmuş 1258 yılında Lemeser Kalesi ele geçirilmiştir. Ancak Girduh kalesi 1270 yılına kadar direnmiştir. Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. Bölgedeki 100.000'i aşkın İsmailiyi Möngke Hanın emriyle katletmişlerdir. Suriye Haşhaşileri Haçlı Seferleri sırasında siyasal olaylarda önemli bir rol oynamışlardır. Raşidüddin Sinan el-İsmaili döneminde siyasal ve öğretisel olarak en parlak dönemlerini yaşamışlardır. 1273 yılında ise kalelerini Baybars'a teslim etmişlerdir.
Haşhaşilerin Yaşadığı Kalelerin Özellikleri ve Tarihleri
Herkesin bildiği gibi kaleler yüksek, ulaşması zor ve kimi zaman Alamut Kalesi'nde oluğu gibi tepeye sadece tek yol bulunan yerlere yapılmıştır. Kalelerin en alt kısımlarda kuru gıdaların bulunduğu depolar vardır, onların üstünde kalede bulunan fedailerin odaları, onların üstü ise insanların beraber oturup konuştukları oturma odaları, sanatçılar ve bilim insanlarının bilimle uğraştıkları odalar olarak yapılmıştı. Bütün bu odalar tepenin içi oyularak yapılmıştır ve tepenin tam ortasına denk gelmektedir. Bu odaların kenarlarında ise kaleye saldıranları yavaşlatmak için kurulan tuzaklar, toplar ve askerlerin içinden çıkıp veya mevzilenip ok atması için büyük kapılar vardı.. Avlunun içinde ise küçük pazar alanları vardı ve burada satılan meyveler, bitkiler, sebzeler , tahıllar ve kalenin içinde bulunması gereken tüm eşyalar kalenin bulunduğu tepenin eteklerinde bulunan yaşayıp tarımı orada yapan İsmaililerden geliyordu. Kalelerde en üst odalar kalenin sahibi olan "İmam"lara ve bölgede faaliyet gösteren "Dai"lere verilmişti.
En farklı özelliğe sahip kale halkın zekası sayesinde Peter Willey'e göre şu an büyük mühendislerin bile yapamayacağı özellikler bulunduran İran'ın Kuzey Doğusunda bulunan Girduh Kalesi'dir. Bu kalede su kanallarından su aşağıdan yukarıya doğru akmaktadır ve dağın eğik arazisinde çok verimli tarım alanları yapılmıştır. Bunların olma sebeplrinden biri de kalenin ilk imamı Muzaffer'in insanların temel ihtiyaçlarını gidermenin önemli olduğunu bilmesidir. Aynı şekilde kale, bulunduğu dağın şeklinden dolayı etrafı hep tuzaklarla dolu olmuştur. Bu düşünceler o kadar etkili olmuştur ki Girduh Kalesi 17 yıl Moğol istilasına dayanmıştır.
Ayrıca Suriye'de bulunan kaleler için genel bir durum vardır. Bu kaleler İsmaililerden Moğollara, onlardan Memlüklülere, onlardan Osmanlılara kalmıştır. Moğollar kaleleri zapt ettiklerinde çoğu zaman kale yakınındaki insanları öldürmüşlerdir. Memlükler'de ise bu kaleler boş bırakılmış, Osmanlı döneminde ise İsmaili amirleri kaleleri padişahlarında yönetme isteğinde bulunmuş ve padişahtan gelen onaylarla yönetmişlerdir. Ancak Osmanlı hiçbir zaman o kalelere gereken önemi vermemiştir. Sadece El-Kehf kalesi bir amaç için kullanılmıştır ve o amaçta hapis görevi görmek olmuştur.
İran'da kuşatmalardan kurtulan kalelerin çoğunun sanat depoları boştur çünkü kalelerin etrafında yaşayan İsmaili mezhepine bağlı bireyler oradaki eşyaları kültürlerini Dünya'ya göstermek için çıkarmışlardır ve küçük binaları müze yapıp oralarda göstermiştirler.
İsmaililerde Haşhaş Kullanımı ve Cennet Bahçeleri
Haşhaş kullanımı olayı gerçekte bilinenin aksine çok farklıdır. 1162 yılına gelindiğinde Alamut Kalesi'nin yeni imamı II.Hasan olmuştu ve 1164 yılında Kıyâm-ı Kıyâmet fermanını yayınlamış ve kıyametin yaklaştığını söyleyip Kur'an'daki ayetleri yasaklamış ve kendi ibadetlerini oluşturmuştur. Bunlardan biri ise suikaste giden fedainin Cennet Bahçelerinde haşhaş çekip bahçelerde bakire genç kızlarla son bir eğlence yapma ibadetidir. Bakire kızlarla eğlence durumu kesinlik kazanmasa bile haşhaş kullanımında şunu biliyoruz ki 1164'ten sonra İran'da bulunan kalelerde suikastçı haşhaş kullanıp suikast bölgesine gidiyordu.
Bu kanunların çıkma sebebi II.Hasan'ın kıyametin geldiğini düşünmesi ve Kur'an'ın etkisini yitirdiğini düşünmesidir. İranlı fanatiklerde bu kurallara harfi harfine uymuştur. Bilinmesi gereken başka bir husus ise şudur ki bu ibadetler sadece İran'daki kalelerde yürürlülüğe girmiştir. O zamanlarda Suriye'nin baş imamı olan Raşidüddin Sinan el-İsmaili bu fermanın Suriye'de yürürlülüğe girmesini engellemiştir çünkü II.Hasan'ın bunu yapma sebebinin otorite sağlamak istediğini bilmesi ve böyle ibadetlerle fedailerin etkisini düşürmemek istemesiydi. Çünkü Suriye o zamanlar 3.Haçlı Seferi'ne ev sahipliğine ev yapmasaydı ve herkesin birbirine yan gözle bakmasıydı. Müslümanlar sefer yapan Hristiyanlar, Tapınakçılar ve Hospitalier Şovalyeleri ile uğraşırken Selahaddin Eyyubi ise Kutsal Toprakların tek sahibi olmak için Müslümanlar ile de savaşıyordu. Bundan dolayı Sinan, fedailerini formda tutmak istiyordu.
Cennet Bahçesi olarak tanımlanan bölge ise gerçekten var olan bir şeydi. Kaleler yapılırken büyük balkonlar yapıldı. Bu balkonlarda uzun kolonlar olur ve kolonlarda çeşit çeşit sarmaşıklar ve çiçekler bulunuyordu. Bu balkonlar yükseklerde olduklarından aşağısı gözükmüyordu ve orada bulunan insana havadaymış etkisi yaratıyordu. Bundan dolayı Cennet Bahçesi deniyordu.
⚠️ Yabancı seyyahların yanlış anladıkları bu terim "haşhaş", afyon kuşkularının ortaya çıkmasına neden oldu. "haşişin" Farsça da "huzur bozan" veya "huzur kaçıran" anlamına gelmektedir. Elemût Kalesi'nde arkeolojik kazılar yapan Alman arkeologlar orada üzerlerinden ne bal akan, ne süt akan, öyle cariyelerin ve hurilerin dolaştığı, ne de şarap akan ırmakların izine dahi rastlayamadıklarını ve kalenin zaten bütün bunları içerisine alabilecek büyüklükte olmadığını dile getirmektedir. Orta Çağ İslam Tarihikonusunda dünyanın önemli üniversitelerinde görev yapan uzman tarihçiler erken dönemlerde ortaya çıkan, geniş bir alana yayılmış olan ve bazı tarihi roman yazarlarının eserlerini süsleyen bu sıra dışı cennet bahçeleri hikâyesinin neredeyse tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmektedir.
Haşhaşiler'in önemli suikastları

Haşhaşiler 100 üzeri suikast gerçekleştirmiş sayısız devlet adamı, Sultan, din adamı ve Subayı öldürmüşlerdir.
Haşhaşi kaleleri
İran
- Alamut Kalesi (1090)
- Lambasar Kalesi, Rudbar (1096 veya 1102)
- Rudhan Kalesi, Deylem-Gilan
- Meymun Diz, Alamut
- Samiran Kalesi, Rudbar
- Nevizar Şah Kalesi, Alamut
- Girduh Kalesi, Damğan (1096)
- Saru Kalesi, Simnan
- Mumin Abad Kalesi, Kuhistan Bölgesi, Dermiyan
- Kain Kalesi, Gain
- Furk Kalesi, Dermiyan
- Halancan Kalesi, Nehbendan
- Arcan Kalesi, Behbahan-Huzistan
- Şah Diz (İsfahan, Selçuklu başkenti)

Suriye
- Masyaf Kalesi, Hama
- Ebu Kubeys, Hama
- Mûdik Kalesi, Hama
- El-Uleyka Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Kadmus Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Kehf Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Havabi Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- El-Rusafe Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Hama
- El-Kuley'ah Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Tartus
- Sermin Kalesi, El Nuseyriye Dağları-İdlip
- El-Manika Kalesi, El Nuseyriye Dağları-Lazkiye[11]
- El-Efamiye, Hama
- Banyas, Golan Tepeleri



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️