Vibrio cholerae (aynı zamanda Kommabacillus), insanlarda koleraya sebep olan bir eğilmiş-çubuk şekilli gram negatif bakteri'dir.
Koleraya yol açan Vibrio cholerae isimli bakteri
Kolera;Vibrio cholerae bakterisinin neden olduğu ve genellikle kirli suyla bulaşan bir bağırsak enfeksiyonudur.
Kolera;
Kolera, Vibrio cholerae isimli bakteri türünün bazı suşlarının neden olduğu bulaşıcı bir ince bağırsak hastalığıdır. Hiç belirti göstermeyebileceği gibi hafif ya da ağır seyredebilir. Klasik belirtisi birkaç gün süren büyük miktarlarda sulu ishaldir. Kusma ve kas krampları da eşlik edebilir. İshalin şiddetine bağlı olarak saatler içinde dehidratasyon ve elektrolit dengesizliği oluşabilir. Bu durum gözlerin içe çökmesi, ciltte soğukluk ve elastikliğin azalması ile el ve ayak derisinde buruşmaya yol açar. Dehidratasyon deri renginin maviye dönmesine sebep olabilir. Belirtiler bakterinin vücuda alınmasından iki saat ile beş gün sonrasında başlar.
Koleranın etkeni olan Vibrio cholerae bakterisinin hastalık yapma özelliği alt tiplerine göre değişiklik gösterir. Kolera çoğunlukla bakteriyi içeren insan dışkısının su ve yiyeceklere karışması ile yayılır. İyi pişmemiş deniz ürünleri önemli bir bulaş sebebidir. İnsan kolera bakterisinin tek konağıdır. Risk faktörleri arasında yetersiz sanitasyon, temiz içme suyuna ulaşım zorlukları ve yoksulluk bulunur. Kolera tanısı dışkı (gaita) testi ile konabilir. Hızlı test çubukları mevcutsa da kesinliği daha düşüktür.
Koleradan korunma yollarının başında sanitasyon ve temiz su temini gelir.Ağız yoluyla verilen kolera aşıları yaklaşık altı ay koruma sağlar. Bu aşılar aynı zamanda E. coli bakterisinin sebep olduğu ishali de önlemektedir. Ağızdan sıvı tedavisi (oral rehidratasyon tedavisi) koleranın başlıca tedavi yöntemidir. Bu tedavide kaybedilen su ve elektrolitlerin hafif şekerli ve tuzlu çözeltilerle yerine konması amaçlanır. Çinko takviyesi çocuklarda fayda sağlar. Ağır vakalarda Ringer laktat çözeltisi gibi damar içi sıvı takviyeleri ile antibiyotik tedavisi de gerekebilir. Hangi antibiyotiğin koleraya etki ettiğinin test edilmesi ilaç seçimine yardımcı olmaktadır.
Koleranın en eski anlatımları MÖ 5. yüzyıldaki Sanskrit metinlerinde bulunmuştur.
- İlk salgın (1817-1824): Hindistan'ın Ganj deltasında başlamış, Güneydoğu Asya, Ortadoğu ve Doğu Afrika'ya yayılmıştır. Bu salgın, 19. ve 20. yüzyıllarda yaşanacak ilk büyük kolera pandemisidir.
KOLERA SALGINLARININ TARİHÇESİ
İlk kolera epidemisi hakkında detaylı bilgiler Portekiz kayıtlarında yer almaktadır. Bu kayıtlara göre kolera ilk çağlardan itibaren Hindistan’da görülen bir hastalıktır ve ilk epidemi 1543 yılında Ganj Deltasında görülmüştür. Bunda Hindistan’ın coğrafi konumu kadar; iklimsel, toplumsal ve dini özelliklerinin de önemli bir rolü bulunmaktadır. Özellikle Ganj ve Brahmaputra nehirleri arasında kalan bölge koleranın kaynağı olarak gösterilmektedir. Kolera burada bölgesel olarak her dönem görülmüş, Yangtze Nehri vasıtasıyla da Güneydoğu Asya’ya kadar yayılmıştır.
Koleranın zamanla yerel bir hastalıktan pandemiye dönüşmesinin nedenlerinden biri Hindistan’ın hızla artan nüfusudur. Sanayileşme ile insanların kırsal kesimlerden şehirlere göç etmesi, Hint şehirlerini kaldıramayacakları bir yükle karşı karşıya bırakmış ve bu kalabalıklar şehirlerde zaten yetersiz olan altyapının daha da kötüleşmesine neden olmuştur. Kanalizasyon sisteminin olmadığı Hindistan’da, insanların bütün su ihtiyaçlarını dini ayinlerini yaptıkları ve ölülerinin küllerini savurdukları Ganj Nehri’nden karşılamaları hastalıklara davetiye çıkarmıştır.
İngiliz sömürge sistemi koleranın Hindistan’dan dünyaya yayılmasının en önemli nedenlerindendir. İngiltere’nin Hindistan’a yerleşmek için yaptığı savaşlar hem İngiliz askerlerini yerel hastalıklara maruz bırakmış hem de yerlerinden olan Hintlilerin hastalıkları yeni bölgelere taşımasına yol açmıştır. 1814’te Kalküta’da kolera salgını ortaya çıktığı zaman buraya gelen İngiliz birlikleri salgından etkilenmiş ve hastalığı kendi ülkelerine de taşımışlardır. 1816-1818 yıllarında ise Hindistan’ın kuzey cephelerinde savaşan İngiliz birlikleri, kolerayı Bengal’deki karargâhlarına taşıyarak hastalığı Afgan ve Nepalli düşmanlarına da bulaştırmışlardır. Ticari gemiler hastalığı daha da geniş alanlara yaymış, Seylan (Sri Lanka) ve Güneydoğu Asya’ya; Çin’e ve Japonya’ya kadar ulaştırmıştır.
Kolera dünyada yedi farklı pandemiye neden olmuştur
konakdergisi.com/halk-sagligi-arastirmalari/osmanlida-kolera-salgini/
##################################################
İlk kolera epidemisi hakkında detaylı bilgiler Portekiz kayıtlarında yer almaktadır. Bu kayıtlara göre kolera ilk çağlardan itibaren Hindistan’da görülen bir hastalıktır ve ilk epidemi 1543 yılında Ganj Deltasında görülmüştür. Bunda Hindistan’ın coğrafi konumu kadar; iklimsel, toplumsal ve dini özelliklerinin de önemli bir rolü bulunmaktadır. Özellikle Ganj ve Brahmaputra nehirleri arasında kalan bölge koleranın kaynağı olarak gösterilmektedir. Kolera burada bölgesel olarak her dönem görülmüş, Yangtze Nehri vasıtasıyla da Güneydoğu Asya’ya kadar yayılmıştır.
Koleranın zamanla yerel bir hastalıktan pandemiye dönüşmesinin nedenlerinden biri Hindistan’ın hızla artan nüfusudur. Sanayileşme ile insanların kırsal kesimlerden şehirlere göç etmesi, Hint şehirlerini kaldıramayacakları bir yükle karşı karşıya bırakmış ve bu kalabalıklar şehirlerde zaten yetersiz olan altyapının daha da kötüleşmesine neden olmuştur. Kanalizasyon sisteminin olmadığı Hindistan’da, insanların bütün su ihtiyaçlarını dini ayinlerini yaptıkları ve ölülerinin küllerini savurdukları Ganj Nehri’nden karşılamaları hastalıklara davetiye çıkarmıştır.
İngiliz sömürge sistemi koleranın Hindistan’dan dünyaya yayılmasının en önemli nedenlerindendir. İngiltere’nin Hindistan’a yerleşmek için yaptığı savaşlar hem İngiliz askerlerini yerel hastalıklara maruz bırakmış hem de yerlerinden olan Hintlilerin hastalıkları yeni bölgelere taşımasına yol açmıştır. 1814’te Kalküta’da kolera salgını ortaya çıktığı zaman buraya gelen İngiliz birlikleri salgından etkilenmiş ve hastalığı kendi ülkelerine de taşımışlardır. 1816-1818 yıllarında ise Hindistan’ın kuzey cephelerinde savaşan İngiliz birlikleri, kolerayı Bengal’deki karargâhlarına taşıyarak hastalığı Afgan ve Nepalli düşmanlarına da bulaştırmışlardır. Ticari gemiler hastalığı daha da geniş alanlara yaymış, Seylan (Sri Lanka) ve Güneydoğu Asya’ya; Çin’e ve Japonya’ya kadar ulaştırmıştır.
Kolera dünyada yedi farklı pandemiye neden olmuştur
1831-1833 Birinci Osmanlı-Mısır Savaşı;
1831-1833 Osmanlı-Mısır Savaşı, Birinci Osmanlı-Mısır Savaşı ya da İlk Suriye Savaşı, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Osmanlı Devleti'ne karşı Filistin, Lübnan, Suriye ve Anadolu'ya düzenlediği seferdir.
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın Osmanlı Devleti'ne karşı 1831'de başlattığı isyan, Mısır'ın Suriye'yi ilhak etmesi ve Kütahya Antlaşması ile sonuçlanmıştır.
KAVALI MEHMET ALI PASA,
Mekke ve Medine’yi ele geçiren Vehhabîlere, iç karışıklıklar ve Avrupa savaşları nedeniyle müdahale edemeyen Sultan II. Mahmud, bu konuda Kavalalı’yı görevlendirmişti.
Mısır köylülerini askere almaya karar verdi. 130 bin kişilik devasa bir ordu kurdu.Hindistan’da ortaya çıkıp Osmanlı ülkesinde de tesirini gösteren kolera salgınları neticesinde imzalanan Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması ve sonrasındaki gelişmeler, bu açıdan son derece enteresandır. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu antlaşmanın tek saikinin bu yıllarda yaşanan kolera salgını olduğu ileri sürülemez. Çünkü bu süreçte Mısır’da, Mehmed Ali Paşa isyanı başta olmak üzere İngilizler ile diğer güçlerin müdahil olduğu başka birçok iç ve dış hadiseler vardır. Ancak Osmanlı iktisadını sarsıntıya uğratan sözleşme sürecinde bu büyük salgını da kesinlikle hatırlamak gerek.
İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan’ın Ganj Nehri, Hindularca kutsal kabul edilir. Ölüler buraya atılır ve belli zamanlarda milyonlarca kişi aynı anda bu nehirde yıkanır. Böylece nehir, âdeta mikrop deryası hâline gelir. Taşkınlar sonucu mikropların geniş alanlara taşınmasıyla 1800’lerin başından itibaren bu bölge, birçok kolera salgınının kaynağı olmuş, hastalık, İngilizler tarafından dünyanın her yerine taşınmıştır.
Salgının Osmanlı coğrafyasında da yayılması üzerine Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, bir “Kolera Risalesi” yazmıştır. Henüz kolera mikrobunun bilinmediği bu dönemde yazılan risale, Almanca ve başka dillere de çevrilmiştir. Bu risale, Akşemseddin Hazretleri’nin çiçek hastalığının müsebbibi olarak mikropları işaret eden risalesini hatırlatmaktadır.
Hindistan’da ortaya çıkıp Osmanlı ülkesinde de tesirini gösteren kolera salgınları neticesinde imzalanan Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması ve sonrasındaki gelişmeler, bu açıdan son derece enteresandır. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu antlaşmanın tek saikinin bu yıllarda yaşanan kolera salgını olduğu ileri sürülemez. Çünkü bu süreçte Mısır’da, Mehmed Ali Paşa isyanı başta olmak üzere İngilizler ile diğer güçlerin müdahil olduğu başka birçok iç ve dış hadiseler vardır. Ancak Osmanlı iktisadını sarsıntıya uğratan sözleşme sürecinde bu büyük salgını da kesinlikle hatırlamak gerek.
İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan’ın Ganj Nehri, Hindularca kutsal kabul edilir. Ölüler buraya atılır ve belli zamanlarda milyonlarca kişi aynı anda bu nehirde yıkanır. Böylece nehir, âdeta mikrop deryası hâline gelir. Taşkınlar sonucu mikropların geniş alanlara taşınmasıyla 1800’lerin başından itibaren bu bölge, birçok kolera salgınının kaynağı olmuş, hastalık, İngilizler tarafından dünyanın her yerine taşınmıştır.
Salgının Osmanlı coğrafyasında da yayılması üzerine Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, bir “Kolera Risalesi” yazmıştır. Henüz kolera mikrobunun bilinmediği bu dönemde yazılan risale, Almanca ve başka dillere de çevrilmiştir. Bu risale, Akşemseddin Hazretleri’nin çiçek hastalığının müsebbibi olarak mikropları işaret eden risalesini hatırlatmaktadır.
Osmanlı Hekiminin Yazdığı “Kolera Risalesi” Ertesi Yıl Almancaya Çevrilmişti
Osmanlı’nın son asrına, özellikle tıp ve tıp eğitimi ile karantina uygulamaları alanına ciddi etki ve katkılarıyla tanınan Mustafa Behcet Efendi, devrin idarecileri arasında da itibarlı bir konuma sahipti. Onlarla sık sık dış meseleler üzerinde tartışır ve genellikle görüşleri benimsenirdi…
İşte hinoğluhin bir soru: 1820’li yıllarda Hindistan’dan çıkan kolera salgını binlerce insana dünya değiştirtirken Almanya’ya kadar ulaşmış, Berlin’de kır evine çekilen filozof Hegel de o hengamede aniden hayatını kaybetmiş, 1831 yılında meşhur bir Alman doktor kolera hakkında bir kitapçık kaleme almış ve ertesi yıl Türkçeye tercüme edilmiştir.Bu olay size aşağıdakilerden hangisini çağrıştırdı?
a. Osmanlı Almanya’dan (Batı’dan) geriydi,
b. Osmanlı Batı’yı yakından takip etmişti,
c. Osmanlı’yı yüceltmeye çalışıyorsun.
“Osmanlı Batı’yı yakından takip etmişti” (b) şıkkı toplam 2 bin küsur oyun yüzde 73’ünü alınca sorunun hinliğini açık etme sırası gelmişti: Burada bir yanıltmaca vardı: 1831 yılında kolera hakkında kitapçık yazan kişi bir Alman değil, bir Türk (Osmanlı) idi, ertesi yıl bu kitabı dillerine çevirenler de Almanlardı!
Yani bırakın Osmanlı’nın Batı’dan geri olmasını, hatta bırakın ziyadesiyle iftihar ettiğimiz onu yakından takip etmeyi, bir Osmanlı alimi Almanlardan önce kolera hakkında kitap yazmış, o kadar ki Osmanlı aliminin eseri o zamanlar bizden “ileride” olduğunu kabul ettiğimiz Almanya’da tercüme edilme ihtiyacını uyandırmıştı.
‘Osmanlı’da bilim mi vardı?’ diye ecdadına hakaret edenler bunu iyi dinlesin. Bazı gerçekler ancak böyle tersten anlatınca anlaşılabiliyor maalesef.
Ne demişti Prof. Dr. Fuat Sezgin merhum: “İşin ilginç tarafı, Müslümanların tarihte ne kadar büyük yerleri olduğuna önce Müslümanları inandıracaksın. Bu da işimizin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.”
İlklerin adamı olan Mustafa Behcet Efendi aynı zamanda dünyada k arantina uygulamasını bugünkü manada başlatan kişidir. Osmanlı’da karantina Teşkilatı’nın kurulması onun eseridir. 1820-1920 yılları arasındaki bir asır Osmanlı Devleti için siyasî ve askerî krizlerle doludur ama öte yandan kültür, sanat ve edebiyatta, aynı şekilde bilim alanında bir “patlamaya” da şahit olmuştur.
Çiçek Aşısı ve “Telkihhane-i Şahane”
İnsanoğlu çeşitli hastalıklardan dolayı kitlesel ölümlere şahit olunca, tedavi etmek için çeşitli yollar aramaya başlamıştır. Bu çerçevede dünyada ilk aşılama örneklerine Çin’de rastlanmıştır. Bu uygulamalardan dolayı, Çin’de 11. Yüzyıla kadar çiçek hastalığı görülmemiştir. O dönemde aşılama çiçek hastalığından korunmak için, ciltteki iltihaplı maddenin sağlıklı kişilerin burnuna verilmesi şeklinde uygulanmıştır. Çiçek aşısının yakın dönemlerdeki denemelerinin Osmanlılar tarafından yapıldığı bilinmektedir. 1700’lerde Edirne’de yapılan uygulamalara göre, çiçek hastalarının döküntülerinden alınan maddeler çiçek çıkarmamış çocuklara uygulanmıştır. Geleneksel olarak bu işi yapan aşıcı kadınlar, ceviz kabuklarında ya da incir yapraklarında hastaların döküntülerinden alınan irini biriktirir, deriyi çizerek bu irini aşılar, sonra yara yerini gül yapraklarıyla kapatırlardı. Bu şekilde ölüm oranlarında büyük azalma sağlanmıştı.
Osmanlı’daki bu uygulama, İngiliz sefirinin eşi Lady Montagu tarafından İngiltere’ye öğretilmiş ve bu yolla Avrupa’ya çiçek aşısı yayılmıştır. Lady Montagu, 1 Nisan 1717’de dostu Miss Sarah Chiswell’e gönderdiği mektupta Osmanlı Devleti’ndeki aşı uygulamasından bahsediyordu. Ayrıca, 1718’de Londra’ya dönünce çiçek hastalığından ölen insanların olduğunu görerek Osmanlıların Edirne’de uyguladığı aşı sistemini öğretmiştir. Çiçek aşısı ile ilgili sistematik aşılama 1798’de Edward Jenner tarafından başlatılmış, daha sonra günümüze kadar gelişerek devam etmiştir. Jenner metodu Osmanlı Devleti’nde 1801’den itibaren uygulanmaya başlanmış; 1885’te çiçek aşısı uygulaması için kanun çıkarılmıştır.
Dünyadaki bu ilk aşılama örneklerinden sonra, aşılama ile ilgili gelişmelerin yaşandığı dönem 19. Yüzyılın son çeyreğine yani II. Abdülhamid dönemine denk gelmektedir. Bu dönemde dünyada 1885’te Pasteur kuduz aşısını, 1892’de Haffkin kolera aşısını, 1798’de Wright lebra ve inaktif tifo aşısını, 1897’de Haffkin veba aşısını ve 1903’de Strong veba (canlı) aşısını uyguladı. Dünyada hıfzıssıhha alanında bu gelişmeler yaşanırken, sağlıkla ilgili konulara oldukça duyarlı olan Sultan II. Abdülhamid’in bu gelişmelere bigâne kalması beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu. Padişah bu gelişmelerle bizzat ilgilenerek, sağlık alanındaki keşifleri ülkesine taşımak için gayret etti. Bu gayretini hastaneler açarak, gelişmeleri öğrenmeleri için Avrupa’ya hekimler göndererek ve yeni sağlık gelişmelerini destekleyerek gösterdi.
Sultan II. Abdülhamid daha önce, korunma yolları hakkında çeşitli tecrübeler olan çiçek hastalığına karşı, ülke genelinde köklü tedbirler alınması için 1892’de Telkihhâne-i Şahane’yi kurdurdu. Burada üretilen aşıların bütün vilayetlere gönderilmesiyle hastalık kontrol altına alınmaya başlandı. Sonraki yıllarda bir merkezden gönderilen aşıların yetersiz gelmesi üzerine ülke genelinde telkihhâneler kurulmaya başlandı. Ancak birçok yerden telkihhâne açılması talebi gelmesi üzerine,1898’de İstanbul’daki telkihhânede aşı üretiminin artırılmasına karar verildi. Böylece her yerde telkihhâne açılmasına gerek kalmadı. Ayrıca padişah salgın hastalıklar ile ilgili insan yetiştirilmesi için Telkihhâne-i Şahâne içerisinde bir çiçek aşısı dershanesi açılmasını irade etti İstanbul’da bütün öğrencilerin aşılanması zorunlu hale getirildi. Hatta 1898’de aşısı bulunmayan öğrencilerin tespit edildiği okullarda, müdürlerin cezalandırılması yoluna gidildi.
- Ne mutlu... (Sermon on the Mount):
- Ruhsal olarak fakir olanlar.
- Yaslı olanlar.
- Yumuşak huylu olanlar.
- Doğruluğa acıkıp susayanlar.
- Merhametli olanlar.
- Yüreği temiz olanlar.
- Barışı sağlayanlar.
(Ancak kitapları ve onların gerçek bilgilerini araştırmak, erdemli bir yaşamı, temiz bir ruhu ve Mesih'teki erdemi gerektirir. Öyle ki, akıl onlar tarafından yönlendirilirse ve yolu onlar tarafından aydınlatılırsa, arzuladığı şeye ulaşabilir. İnsan doğasının Tanrı Sözü'nden neler öğrenebileceğini anlayın ve buna göre gerçekleştirin.Çünkü temiz bir akıl olmadan ve azizlerin hayatlarına benzemeden insan, azizlerin sözlerini kavrayamaz.
1221 yılındaki Fransisken düzeninin kuralında, Francesco, basit, polemik içermeyen bir misyoner mevcudiyeti tarzı talep ediyor.
| “ | Fransis'in Barış Duası "Rab beni esenliğinin aracı kıl, Nefret olan yerde sevgi, Haksızlık olan yerde bağışlama, Kuşku olan yerde iman, Ümitsizlik olan yerde ümit, Karanlık yerde ışık, Üzüntü olan yerde sevinç tohumları ekeyim. Teselli etmekten çok Teselli edilmenin, Anlamaktan çok anlaşılmanın, Sevmekten çok sevilmenin ardınca gitmeyeyim. Çünkü vererek alıyoruz Bağışlayarak bağışlanıyoruz, Ölerek sonsuz yaşama doğuyoruz." Çeviren: Sibel Sel, Levent Kınran - Hıristiyanlık Tarihi - Yeni Yaşam Yayınları |
Florence Nightingale: Modern hemşireliğin Kurucusu
Orta Çağ’da, Aziz John’un dini emirleri ve Assisili Aziz Francis’in üçüncü dünyevi emri gibi emirler, hasta olana nasıl bakılması gerektiğine dair bazı kurallar içeriyordu; fakat bunlar disiplinli bir hemşirelik mesleğinin doğması için yeterli değildi. Sanayi Devrimi‘nden hemen önce, hemşirelik olarak bilinen şey, mahkumları, kendini bağışlatmak isteyen suçluların, alkoliklerin ve yaşlı hayat kadınlarının yaptığı bir işti. İngiliz yazar Charles Dickens‘in, “Sairey Gamp” karakteri, hastalara sadece yemek taşıyan, viskisini içen ve mümkün olduğunca kendi rahatını düşünen o dönemin “hemşire“sini alaylı bir şekilde anlatmaktadır.
1830’lara kadar, düzenli hemşire eğitiminin ilk kıpırtıları genellikle dini toplulukların verdiği eğitimlerle sınırlıydı. Katolikler’den Vincent de Paul “Yardımseverliğin Kızları” anlamına gelen “Daughters of Charity” yardım vakfını kurmuş ve ardından 1831 yılında Catherine McAuley ve Mary Aikenhead, “Merhametin Hemşireleri” (Sisters of Mercy) ve “İrlandalı Yardımsever Hemşireler” (Irish Sisters of Charity) adlı vakıfları kurmuşlardır.
Buraya, “Tanrı’yı anlamak için istatistik çalışmalıyız, çünkü istatistikler onun amaçlarını bize anlatır” diye yazmıştı. Oldukça fazla seyahat ettiğinden Fransızca, Almanca, İtalyanca, Yunanca ve Latince biliyordu; her gittiği yerde hastaneleri ziyaret ediyor ve bu hastanelerin mimarilerini ve nasıl yönetildiklerini araştırıyordu.
Tüm bu bilgileri ve eğitimli 38 hemşiresiyle birlikte Kasım 1854’te İstanbul Üsküdar‘da, yaralıların ve hastaların bulunduğu İngiliz askeri hastanesine gitmek için gönüllü olur.
Nightingale, 1857 tarihli bir mektubunda, “Ne zaman çileden çıksam, yeni bir grafikle intikamımı alıyorum” diye yazmıştı
Ignaz Semmelweis‘in lohusalık ateşinin (doğuran kadında uterus enfeksiyonundan kaynaklanan durum) nedenlerini ve nasıl önlenebileceğini kaleme almasından 7 yıl, Louis Pasteur‘ün hastalıkların mikrop teorisini ortaya atmasından 25 yıl önce, Nightingale, hijyenin hastane ortamında olmazsa olmaz bir durum olduğunu biliyordu.
Bu nedenle bu hastaneye varır varmaz, ortamı temizleme, havalandırma, sıcak ve sessiz tutma ve hastalarının beslenmeleriyle yakından ilgilenme konusunda hemşireleri arasında hemen gir görev dağılımı yapmıştı ve sadece iki ayda ölüm oranı yüzde 2’lere düşmüştü.
Florence Nightingale'in beslenme önerileri, "Hastaneler Üzerine Notlar" adlı eserinde hastaların iyileşmesi için temiz hava, temiz su ve yeterli beslenmenin kritik olduğunu vurguladığı ilkeleriyle ön plana çıkar. Eserinde, iyileşme sürecinde beslenmenin en az temizlik ve bakım kadar önemli olduğunu belirtir ve hastaların iyileşmesi için beslenme düzeninin büyük önem taşıdığını vurgular. Selimiye Kışlası 53. Piyade Alay Komutanı Albay Tahsin Alper'in Florence Nightingale için yazdığı şiir. 19. yüzyılda kullanılan ilk yardım çantası
Florence Nightingale, yaşamı boyunca Kudüslü Aziz John Nişanı'nın Lütuf Leydisi unvanını alarak ve Liyakat Nişanı'nı alan ilk kadın olarak onurlandırıldı.
HALK SAĞLIĞI HEMŞİRELİĞİNDE EV ZİYARETİ ÇANTASININ TARİHSEL SÜREÇ
İÇİNDE İNCELENMESİ:Hemşirelik çantası, 1900’lü yılların başında halk sağlığı hemşireliğinin bir uygulama alanı olarak
başlangıcından beri Amerika Birleşik Devletleri’nde hastaları ziyaret eden hemşireler tarafından kullanılan bir
araç olmuştur. Chicago Ziyaretçi Hemşireler Derneği’ndeki hemşireler, bir günlük ev ziyareti için ayrılmadan
önce çantalarını toplayarak, içeriği yapılacak ziyaret türlerine göre uyarlamıştır. Lillian Wald ve Mary Brewster’ın
rehberliğinde halk sağlığı hemşireleri deri çantalarına, dağıtılacak bir dizi ilaçla birlikte havlu, termometre ve
pansuman malzemelerini doldurmuşlardır. Bu çantanın, Lillian Wald tarafından 20. yüzyılın başlarında Henry
Street Settlement’te ev ziyaretlerinde elde taşınan siyah deri hemşirelik çantasından, eve getirilen diğer çanta
türleri arasında yer alan elle taşınan çantalar, omuz askılı çantalar, tekerlekli çantalar, bel çantaları ve dizüstü
bilgisayarlardan oluşan yıllar içinde bir değişim yaşadığı bilinmektedir. Türkiye’de ziyaretçi hemşire kavramı ilk kez
1943 yılında yayınlanmış olan Trahom Savaş Talimatnamesi’nde geniş şekilde yer almıştır
FILM: Lambalı kadın (The Lady with a Lamp)
######
John Snow
John Snow (15 Mart 1813 – 16 Haziran 1858) İngiliz doktor ve anestezi ve tıbbi hijyenin geliştirilmesinde liderdir. Modern epidemiyolojinin kurucularından biri olarak kabul edilir, bunun kısmen sebebi 1854'te Londra'nın Soho kolera salgınının kaynağını bulma konusundaki çalışmalarında bir su pompasının tutamağını kaldırarak hastalığı kısıtlamasıdır. Snow'un bulguları, diğer şehirlerde benzer değişikliklere ve dünya çapında genel halk sağlığında önemli bir iyileşmeye yol açan Londra'nın su ve atık sistemlerindeki temel değişikliklerin yanı sıra anestezinin benimsenmesine ilham vermiştir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/John_Snow
Salgının Nedenleri ve Yayılımı
Meydanlar toplumların hafızasıdır
“Epidemi”, hepimizin günlük kullanımına yeni giren bir kelime. Corona öncesi tüm 21.yy salgınları epidemi ilan edilmeden kontrol altına alınabildi. Corona, dünyanın geçirdiği 11. büyük çaplı epidemi.
19.yy’da Londra’da yaşayan fizikçi John Snow (Evet, you know nothing John Snow’un adaşı, hatta bazı kaynaklara göre ilham kapısı) oldukça başarılı bir kariyere sahipti. 1840’larda anesteziyi buldu ve Queen Victoria’nın iki çocuğunun doğumuna girerek ilacı uyguladı. John Snow, 1854 Londra Kolera salgının baş gösterdiği Soho’ya 10 dakika yürüme mesafesinde Mayfair’de oturuyordu. O zamanlarda yaygın görüş koleranın hava yoluyla yayıldığıydı. Londra’nın şehir içi imalathanelerinin artmasından dolayı hava kalitesi 18.yy’dan itibaren çok kötü durumdaydı. 19.yy’da sanayi devrimine girilmesiyle beraber şehir havası solunamaz hale gelmişti. Aynı zamanda Londra 1 milyon nüfusa ulaşan ilk modern şehirdi (İlkçağ Roma’sından sonra) ve altyapısı bu kadar fazla bir şehirli nüfusu kaldırmaya yetmiyordu. Bütün nedenlere dayanarak çoğu bilim adamı kolerayı hava kirliliğine bağlayan “miasma teorisine” inanıyordu.
Fakat John Snow, uzun yıllar anestezi üzerine çalışırken solunum yolu hastalıklarını detaylı incelemenin verdiği deneyimle koleranın havadan bulaştığına inanmakta zorluk çekiyordu. Öncelikle kolera çok hızlı bir şekilde etkisini gösteren ve direkt olarak sindirim sistemini çökerterek ishal bazlı ölümlere sebep olan bir hastalıktı. Bu hastalığın nefes ile başlama ihtimali John Snow’a mantıklı gelmiyordu.
John Snow Londra’nın 1831 ve 1848’den sonra üçüncü büyük kolera salgını olan 1854’de ilk vakalar görülmeye başladıktan sonra Soho’ya gitti ve vakaların yaşadığı yerlerin haritasını çıkarmaya başladı. Bütün gün yerel halkla konuşuyor, hastaların aileleriyle görüşüyor, Soho’da gezerek haritalama için veri topluyordu. İki tane kategoriye özellikle dikkat ediyordu: hasta olması gerekip olmayanlar ve hasta olmaması beklenirken hasta olanlar. Birinci kategoriye iki tane yer giriyordu. Birinci yer Soho’daki birahaneydi. Snow, mülakatlarında birahanedeki işçilere ödemenin bira adediyle yapıldığını öğrenmişti. Yani, birahane çalışanları neredeyse hiç su içmiyorlar, susuzluklarını bira ile gideriyorlardı. İkinci yer ise “Poland Street Workhouse” idi. Bu tekstil imalathanesinin de kendi kuyusu vardı. Yani Soho’nun su pompalarını kullanmıyorlardı. John Snow bu iki istisnanın da Soho’dan su tüketmediğini anladığında cevaba yaklaşmaya başladı. Daha sonra ikinci kategoriyi araştırmaya başladı ve “hasta olmaması beklenirken hasta olanları” ziyaret etti. Bu kategoriye giren sadece bir aile vardı ve Soho’nun 20 km kuzeyinde Hampstead’de oturuyorlardı. Snow Eley ailesiyle görüşmelerinde Soho’da yaşayan yakınlarının getirdiği suyu içtikten sonra hasta olduklarını anladı. Böylece John Snow artık koleranın sudan yayıldığını çözmüştü ama hala “hastalıklı kaynağı” teşhis edememişti. Bunu başarabilmek için haritasına geri döndü ve bütün vakaları özenle not etti. Ortaya çıkan manzara her şeyi net olarak gösteriyordu. Broad Street’te bulunan pompanın etrafında yaşayanlar kolerayı ilk kapan ailelerdi. Daha sonrada aslında çok küçük bir alan Soho’nun tamamına yayılmıştı.
Snow sonuçlarını bilim kuruluna haritalayarak sundu. Sudan bulaşma teorisi bilim adamları tarafından hızlıca kabul görmese de otoriteler Soho’nun su kaynaklarını artırmak için önemler almaya ve vatandaşlara suyu kaynatarak içmelerini söylemeye başladılar. Böylece 1854 kolera salgını çok can almadan sona erdi. 1831-32 kolera salgını 6 bin kişinin ölümüne, 1848 kolera salgını da 14 bin kişinin ölümüne sebep olduğu düşünülürse John Snow’un salgının başında sokağa çıkıp tümdengelim modeli ile araştırma yapması binlerce insanın hayatını kurtardı. Snow, salgından 4 sene sonra 1858’de öldü. Bulgularının temelini attığı mikrop teorisi ise ölümünden anca 30 sene sonra Robert Kosh ve Louis Pasteur tarafında bulundu.
John Snow, epidemiyoloji biliminin ve acil çözüm bekleyen sağlık sorunlarını laboratuvar testlerindense sokak araştırmalarıyla çözmeye çalışan “shoe-leather” metodunun babası kabul ediliyor. Londra’da bulunan John Snow Society Corona süresince hasta ve hasta yakınlarına sosyal yardım sağlıyorlar. John Snow’un hikayesinden alınabilecek iki ders ise, Covid-19’un Snow’un iki kategorisinin (hasta olması beklenip olmayanlar ve hasta olmaması gerekip olanlar) uyan vakaların net bir şekilde bulunmadan çözülemeyeceği ve sağlık sorunlarına çözüm ararken laboratuvar araştırmaları kadar sokak/vaka araştırmalarına önem verilmesi gerektiği. Snow’un hikayesi bize gözlem yetisinin mantığın başlangıcı olduğunu gösteriyor.
https://baslangicnoktasi.org/john-snow-sen-dogru-biliyordun/
* Londra ziyaretinizde Broad caddesine uğrayarak su pompasını ve John Snow Pub’ı ziyaret edebilirsiniz.
##############################
Robert Koch
Robert Koch. Heinrich Hermann Robert Koch (d. 11 Aralık 1843 - ö. 27 Mayıs 1910), Alman hekim. Robert Koch, tüberküloz, şarbon ve koleraya neden olan bakterileri keşfeden ve modern bakteriyolojinin kurucularından kabul edilen bir Alman hekim ve bakteriyologdur. 1905 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'nü tüberküloz üzerine yaptığı çalışmalarla kazanmıştır ve hastalıkların nedenleri için belirlediği "Koch Postülatları" hala kullanılmaktadır.
- Keşifleri: Tüberküloz basili (1882), şarbon basili (1877) ve kolera basili (1883) gibi önemli bakterileri keşfetmiştir.
Hastalığın Aranacağı Yerler: Mısır ve Hindistan
Kolera Neden Olur?
Koleranın başlıca nedeni Vibrio Cholerae olarak bilinen bir bakterinin varlığıdır. Bakteriden gelen toksinler vücudun vücuttan büyük miktarda su atmasına neden olur. Böylece ishal ve hızlı sıvı ve elektrolit kaybına neden olur. Kolera hastalarının ince bağırsağında bulunur.
Hastalığa maruz kalan kişiler herhangi bir hastalık belirtisi fark etmeyebilir. Ancak dışkılarından bakteriyi geçirerek yiyecek ve su kaynaklarını kirletmekten sorumludurlar. Bakteri şurada bulunur:
- Yüzey veya kuyu suyu: Kirlenmiş kamu kuyuları kolera salgınlarının düzenli kaynağıdır. Yetersiz sanitasyona sahip kalabalık alanlar daha yüksek kontaminasyon riski oluşturur.
- Çiğ veya pişmemiş deniz ürünleri: Kirlenmiş bir kaynaktan çiğ veya pişmemiş deniz ürünleri, özellikle kabuklu deniz ürünleri yemek insanları kolera hastalığına maruz bırakabilir. Ancak ABD'deki en son vakalar Meksika Körfezi'ndeki deniz ürünlerine dayanmaktadır.
- Meyve ve sebzeler: Kirlenmiş alanlarda yetiştirilen çiğ, soyulmamış meyve ve sebzeleri yemek bir enfeksiyon kaynağıdır. Bazen gelişmekte olan ülkelerde, kompostlanmamış gübre veya sulama suyuyla karıştırılmış filtrelenmemiş ham kanalizasyon ürünü kirletebilir.
- Taneler: Koleranın yaygın olduğu ülkelerde, pirinç ve darı dahil olmak üzere tahıllar pişirildikten sonra kirlenir. Bakteriler, pişmiş tahıllarda ve darıda oda sıcaklığında tutulduktan birkaç saat sonra büyür.
Kolera Tedavileri
Kolera hastalığı, kolera bakterisinin neden olduğu bir hastalıktır ve komplikasyonları önlemek için acil tedavi gerektirir.
- Doktorunuz reçete yazacaktır Oral Rehidratasyon Tuzları (ORS) Kaybedilen elektrolitlerin ve sıvıların yerine konması için.
- Sıvı kaybını kontrol etmek için intravenöz sıvılar.
- Kolera semptomlarını kontrol altına almak için Doksisiklin gibi antibiyotikler.
Önleme ve Kontrol
Önleme
- Sterilize edilmiş veya kaynatılmış su için.
- İçeceklerde buz küpü kullanımından kaçının.
- Sütü tüketmeden önce kaynatın.
- İyi pişmiş ve sıcak yemekler yiyin.
- Çiğ meyve, sebze, balık ve et tüketiminden kaçının.
Tüberküloz (Verem) Patojeninin Keşfi 
Koch’a göre, bu nedenle hastalığın tesadüfen ortaya çıkması imkansızdır ve parazit ile hastalık arasında, parazitin hastalığın nedeni olmasından başka bir bağlantı düşünmek imkansızdır.
19. yüzyılın ortalarında tüberküloz (verem), Avrupa’da önde gelen ölüm nedenlerinden biriydi ve Berlin gazetelerinde “Avrupa tüberkülozun ölüm pençesinde!” gibi manşetlerin atılmasına neden oldu. Ülke genelinde nüfusun yaklaşık yedide biri bu salgından etkilenmişti.
Robert Koch bu durumda diğer doktorlarla aynı zorlukları yaşadı. O ve ekibi 1881 yılında bu “insanlık felaketini” araştırmaya koyuldu. Ölümden sonra alınan insan akciğer dokusunu kullanarak tavşanlara ve kobaylara tüberküloz bakterisi enjekte etti. Eş zamanlı olarak dokuyu mikroskop altında inceledi ancak ilk başta herhangi bir mikrop keşfedemedi.
Sonunda, çeşitli boyama işlemlerini titizlikle test ettikten sonra, küçük, çubuk şeklindeki oluşumları fark edebildi. Bu arada Koch’un hastalığa yakalanan deney hayvanları da ölmeye başladı. Mikroskop altında, ölü hayvanların hepsinde aynı çubuk şeklindeki mikropları keşfetti.
Fakat bakterileri steril bir ortamda kültüre etmek zor olmuştur. 15 gün sonra, mikroskobik kolonilerin ancak normal agara (bir Petri kabında) ekstra besin kaynağı olarak kan serumu eklediğinde oluştuğunu gördü. Laboratuvar hayvanlarını yavru mikroplarla enfekte edebildiğinde tüberküloza neden olan faktörü bulduğunu anladı.
Koch, 24 Mart 1882’de verdiği “Tüberkülozun Etiyolojisi” başlıklı konferansta uzmanlara “tüberkülozlu maddelerde bulunan basillerin yalnızca tüberküloz sürecinin eşlikçileri değil, aynı zamanda nedeni olduğunu” bildirdi. Koch, iddiasını desteklemek için, çubuk şeklindeki Mycobacterium tuberculosis bakterisini renk reaksiyonu yoluyla görselleştirdiği mikroskobik doku preparatlarının fotoğraflarını gösterdi.

Öksürüğü kesici etkisi ile başta boğmaca gibi öksürüklü hastalıklar olmak üzere astım ve bronşitte de faydalı. Farenjit ve larenjitte faydalı. Verem hastalığına karşı etkili özelliği vardır.
Latince İsmi : Drosera Rotundifolia

|
Mot (lit. "Ölüm") Kenanlılar'ın kişileştirilmiş ölüm tanrısıdır. Tanrıların kralı El'in oğlu olarak kabul edildi.
Breton folklöründe Ankou (Galler'de yr Angau diye geçer) olarak bilinen ölümü anlatan hayaletimsi bir figür vardır. Genellikle, Ankou, bir halk ya da toplulukta en son ölmüş olan kişinin ruhudur. Uzun boylu, uzun beyaz saçları ile geniş bir şapkası olan bezgin ya da herkesi ve her şeyi görebilen, döner kafalı bir iskelet olarak görünür. Dingilleri gıcırdayan ölümcül bir at arabası kullanır. At arabasının üzerinde cesetler yığılıdır. Ankou'nun bir kulübe'de durması içeridekiler için ivedi ölüm demektir.
İrlanda'da ise dullahan diye bilinen yaratıklardan bahsedilir. Bu yaratıklar kellelerini kolları altında taşırlar. İri gözleri ve kullaklarına kadar varan büyük gülümsemeleri vardır. Dullahan, siyah bir at ya da siyah atların çektiği bir at arabası kullanır. Ölmekte olan birinin evinin önünde durup kişinin ismini çağırdığında, kişi o anda ölürmüş.Yine İrlanda'da Banshee (Galler'de ban sibh - okunuşu banşi - beyaz ruh/peri) adında, kişinin öleceğini acı bir çığlık ya da ağıtla haber veren dişi bir ruh olduğu söylenir. Galler göreneklerinde banshee kırmızı ya da yeşil, uzun ve darmadağın saçları ile betimlenir.
“Hayatı yaşamanın iki yolu vardır; biri hiçbirşeyin mucize olmadığını, diğeri ise herşeyin mucize olduğunu düşünmektir.” Albert Einstein
##############################
Yoksulluk, savaş bölgesi ve doğal afet bölgelerindeki insanlar kalabalık ve yetersiz koşullarda yaşarlar. Bu da Kolera salgını riskini artırır.
Kolayca tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ayrıca şiddetli kurutma Kolay ve cep dostu bir rehidratasyon çözümüyle durdurulabilir.
İklim değişikliği yıllardır düşüşte olan kolera salgınının etkisini yeniden artırdı
Salgın hastalıklar toplum yaşamıyla birlikte ortaya çıktı. Avcı-toplayıcı atalarımız kısa ömürlü olsalar da bu hastalıklara yakalanmıyorlardı, çünkü bir yerde su kaynaklarını kirletecek veya hastalık yayan böceklerin yaşam alanı olan pislikleri biriktirecek kadar uzun süre yaşamıyorlardı. Yerleşik yaşama geçişle birlikte yalnızca hayvanlarda görülen patojenler insanlara geçti. Örneğin, tarihte insanların kitlesel ölümüne yol açan başlıca hastalıklardan verem, çiçek, grip, kızamık, sıtma, veba ve kolera hayvan hastalıklarının evrimleşmiş halidir.
###############
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️