25 Ağustos 2025 Pazartesi

Şerbetçi otunun Hikayesi & Bira'nin Tarihi

Şerbetçi otunun Hikayesi: 

  


Dünyanın en eski hesap pusulası: MÖ 2050 civarından kalma "Alulu Bira makbuzu"

__ Dünyada en eski “Bira” alındı makbuzu, Ur şehrinde düzenlenen Alulu Makbuzu (yaklaşık, MÖ 2050) olup Mezopotamyada yazılmıştır. Başlangıçta, ilk bira ve şarap üreticileri, toplumda ilk şifacılar kadınlar olmuşlardı. Bu ticari faaliyetleri daha sonra erkekler devraldı ve kazançlı meslekler olduğunu anladılar. __

Ünlü şiir Inanna and the God of Wisdom (İnanna ve Bilgelik Tanrısı), birlikte bira içen iki tanrıyı ve bilgelik tanrısı Enki’nin çok fazla sarhoş olup kutsal meh’i (uygarlık yasaları) İnanna ile paylaşmasını anlatmaktadır (iktidarın Erik’in şehri olan Eridu’dan İnanna’nın şehri Uruk’a geçişini temsil ettiği düşünülmektedir). Sümer şiiri Hymn to Ninkasi (Ninkasi’ye Övgü), bira tanrısı Ninkasi’ye bir güzelleme olmasının yanında ilk olarak MÖ 1800 yılı civarında yazılmış bir bira tarifidir.

                                     

Eski Dünyanın Yeşil Hazinesi: Şerbetçi otunun Kökenleri

Şerbetçiotu, yani Humulus lupulus, insanlık tarihi boyunca çeşitli kültürlerde önemli bir rol oynamıştır. Bu yeşil, sarmaşık benzeri bitkinin kökeni ve tarihi yolculuğu, bira yapımından öteye uzanır, eski uygarlıkların gündelik yaşamına kadar derinlemesine işler.

Köken ve Tarihsel Kullanım

Şerbetçi otunun doğal olarak yetiştiği bölgeler, Avrupa’nın ılıman ormanlarından Asya’nın bazı bölgelerine kadar uzanır. Antik zamanlarda, bu bitki özellikle tıbbi özellikleri için değerliydi. Şerbetçi otunun erken kullanımına dair ilk yazılı kayıtlar, M.Ö. 8. yüzyıla ait Çin metinlerinde bulunur. Bu dönemlerde, şerbetçi otu genellikle uyku bozukluklarını tedavi etmek, ağrıyı hafifletmek ve sindirim problemlerine çözüm olarak kullanılıyordu.

Avrupa’da Şerbetçiotunun Yükselişi

Avrupa’da şerbetçi otunun kullanımı, özellikle Orta Çağ’da artmaya başladı. Bu dönemde, Avrupa’nın birçok bölgesinde yabani olarak yetişen şerbetçi otu, bira yapımında kullanılmaya başlandı. İlk olarak, Almanya’nın Hallertau bölgesinde yoğun bir şekilde yetiştirilmeye başlanan şerbetçi otu, bira üretiminde acılık ve aroma katmanın yanı sıra, koruyucu özellikleri sayesinde biranın raf ömrünü uzatmada da etkili oldu.

Şerbetçi otunun Modern Kullanımları

Şerbetçi otunun kullanımı sadece bira yapımıyla sınırlı kalmamıştır. Tıbbi araştırmalar, şerbetçi otunun antioksidan ve anti-inflamatuar özelliklerini incelemektedir. Ayrıca, aromaterapi ve kozmetik sektörlerinde de doğal bir bileşen olarak kullanılmaktadır.

Sonuç

Şerbetçi otu, yalnızca bira yapımında değil, tarih boyunca medeniyetler için de değerli olmuştur. Günümüzde de şerbetçi otu, geleneksel ve modern bira yapımının vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu bitkinin geleceği, yenilikçi kullanımlar ve sürekli keşfedilen yeni çeşitleriyle, bira yapım sanatının önemli bir parçası olmaya devam edecektir.



MÜZE-Yİ HÜMAYUN MÜDÜRÜ OSMAN HAMDİ BEYİN ŞERBETÇİ OTU YETİŞTİRME GİRİŞİMİ VE ESKİ TIPTA ŞERBETÇİ OTU

 Yıl 2011, Lokman Hekim Journal 2011; Supplement, 1 - 1, 01.09.2011

Öz

Ressam ve Müze-i Hümayun Müdürü Osman Hamdi Bey 1902 yılında Adapazarı’nda kendi topraklarında şerbetçi otu yetiştirmiş ve başarılı sonuçlar alınca büyük miktarda yetiştirme girişiminde bulunmuştur. O zamanki ismi ile Ömr otu ya da Hoblon olarak tanınan bu bitki bira imalatında kullanılıyordu. Osman Hamdi Bey şerbetçi otunun memleketin birçok yerinde yetişebileceğini ispat ettikten sonra bu ziraatın ülke için çok fayda- lı olabileceği ve yetiştirmeyi teşvik için üründen alınacak öşürden 15 sene müddetle muaf olmasını resmi ma- kamlardan talep etmişti. Orman Maadin ve Ziraat Nezareti’nin uygun görmesi ile bu muafiyet uygulanmıştır. Şerbetçi otu bilindiği gibi biranın vazgeçilemez aromasını ve lezzetini veren bir bitkidir. Arpa suyunun biralaşması insanlık tarihinin çok eski bir serüvenidir. MÖ 4000 yıllarından beri bilinen bu içkinin şerbetçi otu ile buluşması IX. yüzyılda olmuştur. Avrupa’da manastırlarda keşişler imal ettikleri biraya şerbetçi otunu katmışlar ve bu usul bugüne kadar devam etmiştir. Şerbetçi otu çok eski tarihlerden beri bilinen bir tıbbi bitkidir. Eski tıp kitaplarında bu bitkinin önemli özellikleri kaydedilmiştir. İştah açıcı, idrar arttırıcı, ateş düşürücü, uyku verici etkisinin yanı sıra pek çok özellikleri bilinmekteydi. Bu bildiride Osman Hamdi Bey’in bira sanayi için yetiştirdiği şerbetçi otundan yola çıkılarak şerbetçi otunun biradaki yeri ve eski tıptaki dikkat çekici etkileri anlatılacaktır.

Plinius'un, 70'li yıllarda yazdığı (70'li derken, 70'li yılları kastediyorum, 1. yüzyıl) 37 ciltlik Doğa Tarihi kitabında Lupus salictarius için yazdıkları, şerbetçi otuna atfedilmiş. Bu bahsedilen bitkinin şerbetçi otu olduğu kesin değil, fakat her yerde öyleymiş gibi bahsediliyor. Vahşiliğinden ve tırmanıcı karakterinden ötürü Latince lupuskurt adı verildiği söyleniyor. Ne yazık ki doğruluğunu bilemiyoruz. Millet o kadar karıştırmış ki ortalığı, işin içinden çıkmaz bana düşmez.

Güzel bir yazı var bu konuyla alakalı: So what DID Pliny the Elder say about hops? Bu arada bu blog birayla alakalı en sevdiklerim arasında, arada göz gezdirin.      

Evliya Çelebi'ye göre eskiden oldukça alkollü bir içecekmiş. Bilecik'in Pazaryeri ilçesi, bu bitkinin ülkede asıl olarak yetiştirildiği yer ve bozasıyla da ünlü
Osmanlıdan cumhuriyete biraya dair adlı bir sergi düzenlenmişti geçmişte Anadolu Efes'in sponsorluğunda. Mevcut yasaklardan sonra böyle içeriklere ulaşmak giderek zorlaşıyor, neyse ki Archive.org var.  

Şerbetçi otunun birada kullanılmasının temel sebebi, mikroorganizma gelişimini engelleyici özelliğiydi. Daha mikroorganizmanın ne olduğunun değil, var olduğunun bile bilinmediği dönemlerde asıl uğraşın bu yönde olması normal. Günümüzde sanitasyonu sağlamanın yollarını çok net şekilde bilmemize karşın, zamanla sevilen şerbetçi otu tadı ve aroması neredeyse bir gelenek olmuş. Binlerce yıl önce lezzet için kullanılan bitki harmanlarını, birkaç mikroüreticiden ve macera arayan evde bira yapan kişilerden başka kullanan yok.




Şerbetçi otunun tarihi oldukça eski ve zengindir. İlk olarak Orta Avrupa'nın ve Asya'nın ılıman bölgelerinde doğal olarak yetiştiği bilinmektedir. Antik çağlardan beri kullanılan şerbetçi otu, özellikle Romalılar ve eski Yunanlılar tarafından birçok farklı amaç için kullanılmıştır. Romalılar, özellikle yemeklerine tat ve aroma katmak için şerbetçi otunu kullanmışlardır. Ortaçağ'da, Avrupa manastırlarında yetiştirilmiş ve bira yapımında kullanılmıştır. Bugün ise birçok farklı kültürde, biradan baharatlı yemeklere kadar çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Şerbetçi otunun kültürel önemi oldukça büyüktür çünkü hem tarih boyunca hem de günümüzde birçok kültürde çeşitli amaçlar için kullanılmıştır.

Geleneksel tıpta kullanımı: Bazı kültürlerde, şerbetçi otu geleneksel tıpta kullanılmıştır. Sindirim sorunlarından uyku düzensizliklerine kadar çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde kullanılabilecek potansiyel sağlık faydalarına sahip olduğuna inanılır. Yemeklerde kullanımı: Şerbetçi otu, yemeklere tat ve aroma katmak için kullanılır. Özellikle Akdeniz mutfağında ve Asya mutfağında sıkça kullanılan bir baharattır.Tıbbi ve aromatik bitki olarak değeri: Şerbetçi otu, aromatik özellikleri ve sağlık faydaları nedeniyle değerlidir. Antioksidan özellikleri ve sindirim sistemini destekleme yeteneği gibi özellikler, onu birçok kültürde değerli kılar.Bu nedenlerle, şerbetçi otunun kültürel önemi hem tarih boyunca hem de günümüzde hala büyüktür ve birçok alanda kullanılmaya devam etmektedir.




            XXXXXXXX                                      XXXXXX                        XXXXXXXXXXXX


BiRA:

 tarafından yazıldı, Beyza Nur Özcan tarafından çevrildi
tarihinde yayınlandı 

Eski zamanlardaki bira yapımının kanıtı, günümüz İran'ındaki Sümer yerleşimi Godin Tepe'de M.Ö. 3500-3100 yıllarına ait buluntularla doğrulanmıştır, ancak sarhoş edici maddeler çok daha önce günlük insan yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bilim adamı Jean Bottero'nun yazısına göre:

Dünyanın en eski 'uygar insanlarını barındıran' antik Mezopotamya'da, bir ziyafetteki basit bir yemek bittiğinde, alkollü içecekler şenliklerin bir parçasıydı. Esas olarak bir arpadan fermente edilmiş bira 'ulusal içecek' olarak kalsa da, şarap da içilirdi. (84)

Mezopotamyada şarap tüketilse de, biranın yıllarca sürdürdüğü şöhrete hiçbir zaman ulaşamadı. Sümerler birayı o kadar çok sevdiler ki, yaratılışını tanrılara adadılar ve bira, aralarında İnanna, Bilgelik Tanrısı ve Gılgamış Destanı olan Sümer mitlerinin çoğunda önemli bir rol oynadı. M.Ö. 1800'de yazılan ancak çok daha eski olduğu anlaşılan Ninkasi'ye Sümer İlahisi, hem Sümer bira tanrıçasına bir övgü şarkısı hem de bira yapmak için bir tarifti.

MEZOPOTAMYA BİRASI, PİPETLE TÜKETİLEN KALIN, YULAF LAPASI BENZERİ BİR İÇECEKTİ VE BİPPAR'DAN (ARPA EKMEĞİ) YAPILIRDI.

Bira üreticileri kadındı, büyük olasılıkla Ninkasi'nin rahibeleriydi ve eski zamanlarda bira, ev hanımları tarafından yemeklere malzeme olarak kullanılırdı. Bira, bir pipetle tüketilen kalın, yulaf lapası benzeri bir içecekti ve iki kez pişirilen ve bir fıçıda mayalanmasına izin verilen bippar'dan (arpa ekmeği) yapılırdı. M.Ö. 2050 yılına gelindiğinde, o zamana tarihlenen Ur kentinden gelen ünlü Alulu bira fişinin kanıtladığı gibi bira üretimi ticarileştirildi.

Biranın Kökeni ve Gelişimi

Ekmek pişirmek için kullanılan tahılların gözetimsiz bırakıldığı ve fermente edildiği ev mutfaklarında bira üretiminin başladığı düşünülmektedir. Bilim adamları Jeremy Black ve Anthony Green, konuyla ilgili tek bir otoriteye isim vermek için, "alkollü içecekler muhtemelen insan tarih öncesinin erken avcı-toplayıcı aşamasında kazara bir keşiften kaynaklanmıştır" (Tanrılar,28). Bu teori uzun zamandır kabul edilmiş olsa da, bilim adamı Stephen Bertman bir başka teori ileri sürer ve içeceğin uzun süredir devam eden popülaritesini tartışır:

Ekmek Mezopotamya diyetinin temelini oluştursa da, botanikçi Jonathan D. Sauer, ekmeğin yapımının arpa yetiştirmek için asıl amaç olmayabileceğini öne sürdü. Bunun yerine, ilk olarak arpa çekirdeklerinin depoda filizlenmesini ve fermente edildiğini keşfettiklerinde, asıl amacın bira olduğunu savundu. Sauer haklı olsun ya da olmasın, bira çok geçmeden eski Mezopotamya'nın en sevdiği içecek oldu. Bir Sümer atasözünün dediği gibi: "Birayı bilmeyen, iyi bilmez." Babilliler yaklaşık 70 bira çeşidine sahipti ve bira, sanatın gösterdiği üzere, yüzeye çıkan arpa kabuklarından kaçınmak için uzun pipetlerle hem tanrılar hem de insanlar tarafından keyifle içilirdi.

Bilim adamı Max Nelson, biranın yanlışlıkla keşfedildiği iddiasını da reddederek şunları yazdı:

Meyveler genellikle yabani mayanın etkisiyle doğal olarak fermente olur ve sonuçta ortaya çıkan alkollü karışımları genellikle hayvanlar bulur ve tadını çıkarır. Neolitik dönemden itibaren çeşitli bölgelerdeki tarım öncesi insanlar, benzer şekilde, bu tür fermente edici meyveleri aradılar ve muhtemelen açık havada bırakılırsa ilginç bir fiziksel etkiye sahip olmaları (yani sarhoş edici olmaları) umuduyla yabani meyveleri bile topladılar. 

Bira sadece tadı ve etkileri nedeniyle değil, içilmesi bölgenin suyundan daha sağlıklı olduğu için de popüler hale geldi. Bilim adamı Paul Kriwaczek, Mezopotamya şehirlerinin atık bertaraf sistemlerinin, insan ve hayvan atıklarını şehir surlarının dışına bırakmak için nasıl karmaşık bir şekilde tasarlandığını ve yine de su kaynağının genellikle bulunduğu yer olduğunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Kriwaczek bunun "muhteşem bir mühendislik başarısı ama halk sağlığı için potansiyel bir felaket" olduğunu belirtiyor. En iyi sular şehirlerden uzaktı, ancak suyun kaynatılmasını içeren fermantasyon işlemi nedeniyle içilmesi daha güvenli olan birayı yapmak için yakındaki akarsulardan su hattı çekilebilirdi. Kriwaczek devam ediyor:

Su yolları güvensiz olsaydı, tuzlu su tablası yüzeye çok yakın olduğu için kuyular ve sondaj çukurları artık içme suyu sağlayıcısı değildi. Bu nedenle, zayıf alkol içeriği ile sterilize edilen bira, tıpkı batı dünyasında ve Viktorya döneminin sonlarında olduğu gibi, hastanelerde ve yetimhanelerde bile her öğünde servis edilen en güvenli içecekti. Eski Sümer'de bira, geçimleri için başkalarına hizmet etmek zorunda kalanlara ödenen ücretlerin bir kısmını da oluşturuyordu. 

Bira, bölge genelinde ve özellikle bir kez ticari bir işletmeye dönüştüğünde tercih edilen içecek haline geldi.Bu noktada, görünüşe göre, iş ne kadar kazançlı olabileceğini kabul eden erkekler tarafından devralındı ve kadınlar - geleneksel bira üreticileri - onların gözetimi altında devam ettiler. fermente elbette el yapımıydı, ancak popülerlik kazandıkça daha büyük miktarlarda üretildi ve bu daha büyük ölçekli bira fabrikalarının gelişmesine yol açtı. Bilim adamı Gwendolyn Leick diyor ki:

Bira esas olarak arpadan üretildi. Dövülmüş tahıldan parçalar kalıplandı ve kısa bir süre pişirildi. Bunlar tekrar dövüldü, suyla karıştırıldı ve fermente edildi. Daha sonra kağıt hamuru süzüldü ve bira büyük kavanozlarda saklandı. Mezopotamya birası sadece kısa bir süre muhafaza edilebillirdi ve taze tüketilmesi gerekiyordu. Çivi yazısı metinleri "güçlü bira", "güzel bira" ve "koyu bira" gibi farklı bira türlerinden bahseder. Neo-Babil Döneminde ve sonrasında tarihlerin yanı sıra emmer veya susamdan başka çeşitler de üretildi. (33)

Tanrıların insanlığa bira verdiğine inanılıyordu ve bu yüzden Mezopotamya'daki tapınaklarda fedakarlıkla bira onlara geri teklif edildi. Belirtildiği gibi, aynı zamanda ücret ödemek için kullanıldı ve dini bayramlarda, kutlamalarda ve cenaze törenlerinde kolayca tüketildi. Bira, kişinin kalbinin yükünü daha hafif hissettiren ve kişinin sorunlarını unutmasına izin veren bir içecek olarak iyi zamanlarla ilişkilendirildi.

Örneğin, Gılgamış Destanında, arkadaşının ölümüyle perişan olan kahraman, ölümsüzlük ve yaşamın anlamı için bir arayış içine girer. Seyahatlerinde, bu kadar yüce özlemleri bırakmasını ve yaşadığı sürece hayattan zevk almasını öneren barmen Siduri ile tanışır; Kısacası, ona rahatlamasını ve bir bira içmesini söyler. Bira, çeşitli nedenlerle ve hemen hemen her koşulda yaygın olarak tüketildi. Siyah ve Yeşil yazma:

Dini veya tıbbi amaçlar için olmayan ticarileştirilmiş sosyal içiciliğin en azından M.Ö. ikinci bin yılın başlarında yaygın olduğu, Babil'in Hammurabi'nin kamu evlerini düzenleyen yasalarıyla kanıtlanmıştır. (Tanrılar,)

Sümerler ilk olarak fermente zanaatını geliştirmiş olsalar da, Babilliler süreci daha da ileri götürdüler ve nasıl fermente edildiğini, nasıl servis edildiğini ve hatta kimin satabileceğini düzenlediler. Örneğin, bir tanrıya kutsanmış olan bir rahibenin, özel olarak istediği kadar bira içmesine izin verildi, ancak bir meyhane açması, bira servisi yapması veya ortak bir kadın gibi halka açık bir şekilde içmek için bir meyhaneye girmesi yasaklandı.Fermente sürecinin kendisinde olduğu gibi ve hammurabi'nin kanununun da açıkça belirttiği gibi ilk bira servisi yapanlar kadınlardı. Diğer düzenlemelerin yanı sıra, Hammurabi'nin kanunu, bir müşteri için 'az miktar' bira döken herhangi bir kadın için boğulma tehdidinde bulunur; bu, müşterinin bardağını ödenen fiyata uygun olarak doldurmayan herkes anlamına gelir. 

Bira Dünyayı Dolaşıyor

Ticaret yoluyla bira, halkın fermenteyi hevesle kucakladığı Mısır'a gider. Mısırlılar biralarını Mezopotamyalılar kadar severler ve Mısır'ın her yerinde bira fabrikaları büyür. Mezopotamya'da olduğu gibi, kadınlar ilk bira üreticileriydi ve bira erken bir aşamada Dendera'daki tanrıça Hathor'la yakından ilişkilendirildi. Bilim adamı Richard H. Wilkinson yazıyor:

Hathor, festivallerinde yaygın olarak kullanılmış gibi görünen alkollü içeceklerle ilişkilendirildi ve tanrıçanın imgesi genellikle şarap ve bira içerecek şekilde yapılmış gemilerde bulunurdu. Bu nedenle Hathor, sarhoşluğun, şarkının ve mür metresi olarak biliniyordu ve bu niteliklerin tanrıça'nın Eski Krallık zamanlarından beri popülaritesini arttırması ve Mısır tarihinin geri kalanında kalıcılığını sağlaması kesinlikle muhtemeldir. 

Hathor, insanları yaşam sevincini içki yoluyla özgürce ifade etmeye teşvik etse de, fazla içmenin yalnızca belirli koşullar altında uygun olduğuna dikkat edilmeliydi. Ne Hathor ne de diğer Mısır tanrılarından herhangi biri sarhoş işçilere ya da başkasının zararına alkolü kötüye kullananları hoş karşıladı. Evrensel ma'at ilkesi (uyum ve denge) aşırı içki içmeye izin verdi, ancak her zaman kişinin günlük sorumluluklarının geri kalanıyla, ailesiyle ve daha büyük toplumla dengede kaldı.

Bununla birlikte, Hathor biranın ana tanrıçası değildi; Mısırlı bira tanrıçası Tenenit'ti (Mısırlı bira kelimelerinden biri olan tenemu'dan) ve bira sanatının ilk olarak büyük tanrı Osiris'in kendisi tarafından öğretildiğine inanılıyordu. Sümer'deki Ninkasi gibi, Tenenit de birasını en iyi malzemelerden demledi ve yaratılışının her yönünü denetledi.

Beer Brewing in Ancient Egypt
Eski Mısır'da Bira Fermentesi
The Trustees of the British Museum (Copyright)

Çabalarının nihai sonucu, arazi boyunca bir dizi farklı çeşitte zevk alan bir fermente yöntemiydi. Giza platosu'ndaki işçiler günde üç kez az miktarda bira aldı ve çeşitli rahatsızlıklar için reçeteler bira kullanımını içeriyordu (ilaçlar için 100'den fazla tarif birayı içeriyordu). Mezopotamya'da olduğu gibi, biranın içme suyundan daha sağlıklı olduğu düşünülüyordu ve en küçüğünden en büyüğüne kadar her yaştan Mısırlılar tarafından tüketiliyordu.

Bira Mısır'dan Yunanistan'a kadar ulaştı (Mısır'ın bira, zytum ve bir diğer içecek için eski Yunanca olan zythos kelimesinin benzerliğiyle kanıtlandığı gibi). Ancak Yunanlılar, onlardan sonra gelen Romalılar gibi, bira yerine güçlü şarabı tercih ettiler ve tahılımsı fermenteyi barbarların daha aşağı bir içecek olarak gördüler. Roma İmparatoru Julian, biranın keçi gibi koktuğunu belirtirken şarabın üstünlüğünü bir çiçek özü olarak yücelten bir şiir bile besteledi. Bununla birlikte, Romalıların bira fermentesi, Almanya'nın Regensburg kentindeki Roma karakolunda - MS 179'da Marcus Aurelius tarafından Casta Regina olarak kurulan - ve Trier ve diğer yerlerdeki buluntularla kanıtlanmaktadır.

Biranın Düşüşü ve Yükselişi

Roma İmparatorluğu yayıldıkça, doğal olarak Roma kültürü ve zevkleri de yayıldı. Romalılar şarabı biraya tercih ettikleri için, bira, ekili ve üst sınıf şarap içeceğine kıyasla tatsız bir “barbar içeceği” olarak kabul edildi. Öyle olsa bile, birayı bir erkek için uygun olmayan bir içecek olarak gördükleri için, öncelikle şarabın bira üzerindeki tercih statüsünden ilk sorumlu olan Keltlermiş gibi görünüyor. Nelson yazıyor:

Biranın, (en azından sıklıkla) fermentenin yozlaştırıcı gücünden etkilendiği ve doğal olarak 'soğuk' ve dolayısıyla kadınsı bir madde olduğu için, şarabın fermenteden etkilenmediği ve daha ziyade 'sıcak' ve dolayısıyla erkeksi bir madde olduğu düşünüldüğü için daha düşük bir sarhoş edici türü olduğu düşünülüyordu. 

Galyalılar "İtalyan tüccarlar tarafından ithal edilen ve [suyla] karıştırmadan içtikleri şaraba ve şuursuzluğa düşme noktasına kadar ölçüsüz miktarlarda bağımlıydılar" ve ayrıca şaraba o kadar aşık oldular ki, “bir kavanoz İtalyan şarabı için bir köle değiştireceklerdi” (Nelson, 48-49). Bira egemen seçkinler tarafından ne kadar kötü görülse de, insanların içkiyi fermente etmelerini engelleyecek hiçbir şey yapmadılar.



Urartian Beer Pitchers

Nelson'ın çalışmalarında açıkça belirttiği gibi, Barbarların İçeceği: Eski Avrupa'da Bira Tarihi, günümüzde 'bira' olarak tanınan fermente olayı Almanya'da gelişti ve demleme teknikleri daha sonra Avrupa çapında daha da gelişmeyi tetikledi. Almanlar M.Ö. 800 gibi erken bir tarihte bira üretiyorlardı ve ilk yöntemleri, fermentenin saflığı açısından eski Sümerlerinkini yansıtıyordu, ancak önemli şerbetçiotu ilavesiyle. 

Kadınlar aynı zamanda Almanya'da da ilk bira üreticileriydi ve bira sadece tatlı sudan, ısıtılmış ve en iyi tahıllardan yapılırdı. Gelenek, keşişlerin bira yapma zanaatını üstlendiği ve manastırlarından bira sattığı Hıristiyan dönemine kadar devam etti.

Bira, hala Hristiyan tanrı tarafından verilen ilahi bir armağan olarak kabul ediliyor ve sarhoşluktan kaynaklanabilecek kötülükler de şeytana atfediliyor (Nelson, 87). Sarhoşluktan kaçınmak için İncil'deki ihtiyati tedbirin (Efesliler 5: 18) içkinin kendisine değil, Tanrı'nın gönderdiği Kutsal Ruh'la doldurulmak yerine, karanlık güçlerin kişinin hayatına girmesi için kapıyı açan aşırılığa başvurduğu düşünülüyordu. Bira hakkındaki bu görüş, bireyi içkideki aşırılıktan ve ortaya çıkabilecek eşlik eden sorunlardan sorumlu tutan eski Mezopotamya halkınınkine benzer, ancak asla içeceğin kendisi değildir.   

MS 770 yılına gelindiğinde, Hristiyan Champion Charlemagne Fransa'da bira üreticileri atadı ve ondan önceki Babilliler gibi üretimini, satışını ve kullanımını düzenledi. Biranın, demleme işlemi nedeniyle sudan daha sağlıklı olduğu ve ilahi bir kökenle ilişkilendirilmeye devam ettiği düşüncesi hala inanılmaya devam ediliyordu; aynı zamanda popülaritesi de azalmadan devam etti. Fin destanı Kalevala (MS 17. yüzyılda yazılmış, ancak çok daha eski masallara dayanıyor), biraya dünyanın yaratılışından daha fazla satır ayırıyor ve biranın etkilerini, eski Sümer'den modern bir içiciye kadar herkes tarafından kolayca tanınabilecek şekilde övüyor.

Bira üreticileri, Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Avrupa bölgelerinde ölçülü gruplarının siyasi güç kazandığı ve yasağı daha fazla veya daha az derecede etkileyebildiği 19. ve 20. yüzyıllara kadar topluluklarında özel bir statüye sahip olmaya devam etti. Öyle olsa bile, sarhoş edici maddelerin insanlar arasındaki köklü popülaritesi yasalarla bastırılamazdı ve tüm yönetim organlarının tüm eylemleri bira üreticilerinin ve şarap üreticilerinin yeniden yükselmesini engelleyemezdi. Günümüzde bira, antik dünyada olduğu kadar kazançlı bir ticari girişimdir ve içki popülerliğini uluslararası ölçekte korumaktadır. Bir birey iyi ya da kötü zamanlar yaşıyor olsun, bira eski Mezopotamya'da olduğu gibi aynı yüksek statünün tadını çıkarmaya devam ediyor: kişinin kalbinin yükünü daha hafif hissettiren içecek.

Bibliografya



Şerbetçi otu (Humulus lupulus):

Şerbetçiotu, kenevir ailesinden, (Cannabaceae familyasından) sapi bükülmüş, yorgunluğa, uykusuzluğa ve hazımsızlığa iyi gelen ve bira yapımında kullanılan bir bitkidir.

                     &

Hopfen ist eine Pflanze aus der Familie der Hanfgewächse mit einem gewundenen Stängel, die gut gegen Müdigkeit, Schlaflosigkeit und Verdauungsstörungen ist und zur Herstellung von Bier angebaut wird.

Kenevir veya kendir (Cannabis), Cannabaceae familyasına ait tek yıllık, çift çenekli ve otsu bir bitki cinsidir.

Şerbetçi otu çiçeklerinde bulunan flavonoidler; anti-inflamatuar, antioksidan ve antikanser özellikler gösterebilir. Şerbetçi otu ayrıca humulon ve lupulon gibi acı maddeler içerir. Bu maddelerin antimikrobiyal özellikleri olabilir. Yapısında bulunan bazı kimyasallar, östrojen benzeri bir etkiye sahip olup uyku hali yaratabilir. Bu da tarih boyunca şerbetçi otunun uyku bozuklularında, yatıştırmada ve menopoz durumlarında kullanılmasına yol açmıştır. 


  • Tartışmalı olsa da kenevir bitkisi çoğunlukla farklı fiziksel ve kimyasal özelliklere sahip Cannabis indica, Cannabis sativa ve Cannabis ruderalis olmak üzere üç türe ayrılır.
  • Üç tür arasında anatomik yapı, bitki habitusu, yetiştirilme şekli, çiçeklenme süresi ve ürettikleri kimyasal maddeler bakımından birçok farklılık bulunmaktadır. 

resim yükleniyor...

Kenevir tohumu ayrıca sabun üretmek amacıyla da işlenmektedir. Besin değerine ek olarak kenevir, binlerce yıldır tıbbi amaçla kullanılmıştır. Nitekim Antik çağlardan beri, birçok anti-enflamatuar, anti-atopik, anti-radikal ve cilt iyileştirici olarak kenevir kullanılmaktadır. Günümüzde, kenevirin tıbbi kullanımını yasallaştıran yasalar Dünya çapında giderek artan sayıda çıkarılmaktadır. Kenevir tohumunun kolesterolün dengelenmesi ve yüksek tansiyon dâhil olmak üzere olumlu sağlık yararları vardır. Kenevirin yağı, nörodermatoz ve sedef hastalığının tıbbi tedavisinde potansiyel olarak önemli bir kaynaktır. ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), 2018’de ciddi epilepsi formuyla ilişkili nöbetlerin tedavisi için cannabidiol içeren oral solüsyonu (Epidiolex) onaylamıştır. FDA, kanser hastalarında kemoterapiye bağlı olarak ortaya çıkan bulantı ve kusmayı tedavi etmek için sentetik cannabinoid’ler olan dronabinol ve nabilon’u onaylamıştır. 


XX

Warum Cannabis? Die Anwendungsgebiete!

Medizinisches Cannabis wird in verschiedenen Bereichen der Medizin eingesetzt, um Symptome wie starke Schmerzen, chronische Entzündungen, Schlafstörungen und viele andere Beschwerden zu lindern.

Dr. Franjo Grotenhermen, ein erfahrener Mediziner im Bereich der Cannabinoidforschung, erläutert in einem Interview mit dem Rowohlt Verlag: „THC wurde [...] hinsichtlich seiner erwünschten und unerwünschten Wirkungen intensiv beforscht, und es gab 1975 eine erste kontrollierte klinische Studie zum therapeutischen Nutzen gegen Übelkeit und Erbrechen bei einer Krebs-Chemotherapie, der im Laufe der folgenden Jahrzehnte mehr als 100 kontrollierte klinische Studien folgten."

Bei folgenden Erkrankungen (und weiteren) kann Cannabis die Therapie erfolgreich unterstützen:

XXXXXXXXXXXX


19 Ağustos 2025 Salı

B17 Vitamini & Ernst Theodore Krebs Jr.

B17 vitamini olarak adlandırılmalarına rağmen, amigdalin ve laetril B vitamini değildir.

 Amigdalin, kayısı çekirdeği ve acı badem gibi belirli bitki ürünlerinden elde edilir. B17 vitamini nelerde var sorusunun yanıtı olarak, çiğ badem, keten tohumu, fasulye filizi ve lima fasulyesi gibi besinleri saymak mümkünkündür.

                                                                     Bir tohum kataloğunda lima fasulyesi, 1894

B17 Vitamini Nedir?

Laetril, B17 vitamini olarak adlandırılır. Aslında 1952 yılında Dr. Ernst T. Krebs, Jr. tarafından icat edilen patentli bir ilaçtır. 1970'lerde Dr. Krebs, tüm kanserlerin vitamin eksikliğinden kaynaklandığını iddia ederek laetrilin kanserde eksik olan vitamin olduğunu savunmuştur. Bu düşüncesini geliştirerek icat ettiği laetril ilacına, B17 vitamini adını vermiştir.

B17 Vitamini Nelerde Var?

B17 vitamini bazen doğal bir kanser tedavisi olarak kullanılır. Laetril, vücutta oluşan kanser hücrelerine karşı daha asidik hale gelir. Böylece kanser hücrelerinin ölmesini sağlayarak kanseri önleyici bir özellik gösterebilir. B17 vitamini nelerde var, sorusunun yanıtlarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür;

Meyve çeşitleri

Kayısı, vişne, kiraz, nektarin, şeftali, yeşil erik, siyah erik, mor erik, sarı erik, kırmızı erik gibi meyve çeşitleri B17 vitamini içermesi bakımından zengin besinlerdir. Ayrıca sakız kabağı, kavun, böğürtlen, yaban mersini, kızılcık, ahududu, elma, armut, çilek gibi meyveler de tüketilerek B17 vitamini vücuda alınabilir.

Kuruyemiş çeşitleri

Kavrulmuş badem, kavrulmuş kabak çekirdeği gibi kuruyemiş türleri B17 vitamini içerir. Badem içermesinden dolayı bademin unu ve sütü de tüketilerek B17 vitamini vücuda alınır.

Doğal meyve suları

Elma suyu, şeftali içeceği gibi meyvelerden sıkılarak elde edilen doğal meyve suları B17 vitamini için önemli içeceklerdir. Günlük olarak bu meyve sularını tüketmek vücudun ihtiyacı olan B17 vitamini ihtiyacını karşılayabilir.

Meyve çekirdekleri

Armut, erik, kiraz, şeftali, nektarın ve elma çekirdeği içerisinde B17 vitamini bulunur. Bu tür meyve çekirdeklerinin organik haliyle tüketmek oldukça faydalıdır.

Keten tohumu

Keten tohumu içeriğinde B1 7 vitamini bulunur. Bu nedenle kansere yakalanma riskini azaltmaya yardımcı olabilir.

Sebzeler

B17 vitamini nelerde var sorusunun yanıtı,

ıspanak, tere, pancar, börülce, dolmalık kabak, salatalık gibi meyveleri işaret eder.

 Yemek ve salatalarda bu besin maddelerini tüketmek sağlığa oldukça faydalıdır.

Bezelye

Bezelye içerdiği B17 vitamini açısında önemli bir besin maddesidir. Taze olarak tüketilmesi B17 vitamin içeriğinin daha yoğun olmasını sağlar.

Buğday ürünleri

Buğday ürün çeşitlerinde oldukça fazla miktarda B17 vitamini bulunur. Kepekli tahıl ürünleri, arpa çeşitleri, karabuğday ile yapılan ürünler, buğday çimi, buğday şırası

gibi buğdaydan yapılan ürünler,B17 vitamini içermesi bakımından oldukça zengin ürünlerdir.

B17 Vitamini Neden Önemli?


Vitamin mineral için iyi bir kaynaktır: Yeterli miktarda karbonhidrat, doymamış yağ, lif, fosfor, kalsiyum, demir, potasyum, magnezyum, çinko, A, B, C ve E vitamini bulunur. Yarım çay bardağı badem günlük manganez ihtiyacının yüzde 45'ini, bakır ihtiyacının yüzde 20'sini karşılar.

Hastalıklardan korur: Yapılan çalışmalar gösteriyor ki badem tüketimi koroner kalp hastalıkları riskini azaltmaktadır. Badem, LDL (kötü huylu) kolesterolü düşürücü etkiye sahiptir. Diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar için çifte koruma sağlar. Araştırmalar, düzenli badem tüketenlerin total kolesterolde yüzde 4-12 oranında düşme olduğunu göstermiştir. Yarım çay bardağı badem 18 gram yağ içerir. Bunun 11 gramı kalp için faydalı olan doymamış yağlardan oluşmaktadır.

Bağışıklık sistemini güçlendirir: Badem iyi bir antioksidan olan, immün sistemi destekleyen E vitaminin ve manganezin iyi bir kaynağıdır. Badem ayrıca magnezyumbakırriboflavin (B2) ve fosforun da iyi kaynaklarındandır.

B17 vitamini yeterli miktarda alınmadığı takdirde vücutta bazı belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. B17 vitamin eksikliğinde vücutta oluşan belirtiler

şu şekilde sıralanabilir:

  • Diş etinde iltihaplanmalar oluşur.
  • Vücut bağışıklık sisteminde zayıflıklar ortaya çıkar.
  • Kronik yorgunluk ve halsizlik ortaya çıkar.
  • Eklem bölgelerinde enfeksiyon oluşur.
  • B17 vitamin eksikliğine bağlı kansızlık oluşabilir.
  • Vücut genelinde iltihaplanmalar oluşur.
  • Kalp ve damar hastalıkları ortaya çıkar.
  • Tansiyon düşüklüğü ya da yüksekliği oluşur.
  • Romatizmal hastalıklar meydana gelir.
  • Kanserli hücre oluşma riski artar.
  • Vücut genelinde ağrı ve sancılar oluşur.
  • Metabolizmaya bağlı hastalıklar oluşur.
  • Vücut direncinde azalmalar meydana gelir.
  • İştahsızlık oluşur.

İstemsiz ve kontrol edilemeyen kilo kayıpları meydana gelebilir. Bu tür belirtiler B17 vitamininin eksikliğinden kaynaklanan belirtiler olabilir. Ortaya çıkacak belirtilerin önüne geçebilmek için yeterli miktarda B17 vitamini alınması gerekir. Ancak B17 vitamininin fazla alınması da vücut için oldukça zararlıdır. Bundan dolayı B17 vitamini alıkken aşırıya kaçmadan yeterli miktarda almak önemlidir.

Bu içeriğin geliştirilmesinde Medical Park Yayın Kurulu katkı sağlamıştır.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır.


                                               XXXXXXXXXXXXXX


Ernst T Krebs


Özgür ansiklopedi Wikipedia'dan:

Ernst Theodore Krebs Jr. (d. 17 Mayıs 1911 - ö. 8 Eylül 1996), pangamik asit ve

 amigdalin de dahil olmak üzere kanser için alternatif tedaviler olarak çeşitli maddelerin 

Amerikalı bir destekçisiydi

Hücresel solunumu inceleyen ve sitrik asit döngüsünü keşfeden Almanya doğumlu İngiliz biyokimyacı Hans Krebs (biyokimyacı) ile karıştırılmamalıdır.

Ayrıca, laetril adı verilen amigdalin ile yakından ilişkili olan ve aynı zamanda kanser önleyici ve 

tedavi edici olarak tanıtılan yarı sentetik kimyasal bileşiğin ortak patentini aldı. 

Bu bileşikler hakkındaki tıbbi iddiaları bilimsel kanıtlarla desteklenmemektedir ve yaygın olarak şarlatanlık olarak kabul edilmektedir.

Biyografi:

Krebs, 17 Mayıs 1911'de Nevada, Carson City'de doğdu.

Babası Ernst Theodore Krebs Sr. (26 Eylül 1876 - 25 Ocak 1970), daha sonra hileli olarak kabul edilen, ele geçirilen ve imha edilen çeşitli rahatsızlıkların tedavisi için bir şurubu tanıtan ve daha sonra kimotripsin enzimini bir kanser ilacı olarak tanıtan bir doktordu.

 Krebs, Jr. nihayetinde Laetrile ve pangamik asidi teşvik etmek için babasıyla yakın bir şekilde çalışacaktı.

Krebs, Hahnemann Tıp Koleji'ne üç yıl devam etti, bir yıl ilk yılı tekrarlamak için harcadı ancak derslerinden başarısız olduktan sonra okuldan atıldı. Krebs daha sonra Mississippi, California ve Tennessee dahil olmak üzere çeşitli eyaletlerde üniversiteye gitti. Sonunda, çeşitli kolejlerde fen bilimleri derslerinde başarısız olduktan sonra Illinois Üniversitesi'nden Lisans derecesi aldı.  Illinois Üniversitesi'nden doktora derecesine sahip olduğunu iddia etmesine rağmen,ve destekçileri ondan genellikle "Dr. Krebs" olarak bahsetse de, tek doktora derecesi, şu anda feshedilmiş olan Amerikan Hıristiyan Koleji'nden fahri bir dereceydi Tulsa, OK, akredite olmayan küçük bir İncil kolejiydi herhangi bir ileri derece vermek için. Daha sonra iki yılını anatomi alanında yüksek lisans çalışması yaparak geçirecekti, ancak "alışılmışın dışında kabul edilen şeyin peşinde koşması" nedeniyle görevden alındı. 

8 Eylül 1996'da San Francisco, California'daki evinde öldü.Krebs döngüsünü keşfetmesiyle tanınan biyokimyacı Hans Adolf Krebs ile akraba değildi.

Kanser teorisi:

Krebs, ilk olarak 1902'de John Beard tarafından tanıtılan, 1940'larda ve 1950'lerde Krebs ve babası tarafından yeniden canlandırılan, tüm kanser türlerinin trofoblast adı verilen farklılaşmamış hücrelerden kaynaklandığı görüşünü savundu. Krebs Sr., bu teoriyi İskoçya'dan embriyolog Beard tarafından kanser tedavilerinden biri olan kimotripsin in tanıtımı için yeniden canlandırdı.  Bu teori kanser araştırmacıları tarafından reddedilmiş olsa da, Krebs Jr. yine de bu teoriyi Laetril'in kanser hücrelerine karşı etki mekanizmasının açıklamalarından biri olarak dahil etti. Bu mekanizma daha sonra terk edildi ve daha sonra Laetril'in bunun yerine bir vitamin olduğunu iddia etti.

Ernst T. Krebs, Jr., solda, 29 Haziran 1977'de Woodbridge'deki Woodbridge Lisesi'nde Kanser Tedavisinde Seçim Özgürlüğü sempozyumunda gazetecilerle konuşuyor, NJ Krebs, 600 kişilik bir izleyici kitlesine Laetril'in bir kanser tedavisi olarak erdemleri hakkında kısaca konuştu. (AP Fotoğrafı / DL)

Pangamik asit : Ana madde: Amigdalin

"Pangamat" ve "B15 vitamini" olarak da adlandırılan pangamik asit, ampirik formülü C10H19O8N olan ve kayısı çekirdeğinden izole edildiği iddia edilen d-glukonodimetilamino asetik asit olarak tanımlanan kimyasal bileşiğe verilen addır. Başlangıçta Ernst T. Krebs, Sr. ve oğlu Ernst T. Krebs, Jr. tarafından çok çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmak üzere tıbbi bir bileşik olarak tanıtıldı. Ayrıca bu kimyasalı "B15 Vitamini" olarak adlandırdılar, ancak gerçek bir vitamin değil, besin değeri yok, herhangi bir hastalığın uzun süreli tedavisinde bilinen bir kullanımı yok ve "şarlatan ilaç" olarak adlandırılıyor. "Pangamik asit" olarak etiketlenmiş bir dizi bileşik incelenmiş veya satılmış olsa da, Krebses tarafından pangamik asit olduğu iddia edilenler de dahil olmak üzere hiçbir kimyasal bileşiğin, bileşiğin orijinal tanımını tanımlayan özelliklere sahip olduğu bilimsel olarak doğrulanmamıştır. 

Referanslar:

  1.  Federal Güvenlik Ajansı'nın Yıllık Raporu. Gıda ve İlaç İdaresi, 1962. sayfa 339
  2.  Lerner, Irving J. (1981). "Laetril: Kanser şarlatanlığında bir ders"CA – Klinisyenler için bir kanser dergisi31 (2): 91-5doi:10.3322/canjclin.31.2.91PMID 6781723S2CID 28917628.
  3.  Barrett, Stephen, Jarvis, William T. (1993). Sağlık Soyguncuları: Amerika'daki Şarlatanlığa Yakından Bir Bakış. Prometheus Kitapları. sayfa 37. ISBN 0-87975-855-4
  4.  "Arama: Krebs, Ernst"Kök ağı. Kaliforniya Ölüm Kayıtları (alıntı: Hayati İstatistikler Bölümü, Sağlık Bilgi ve Araştırma Ofisi, Kaliforniya Sağlık Hizmetleri Departmanı). Ancestry.com. 2012-03-02 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2013-08-31.
  5.  Young, James, "Laetril, in Historical Perspective", Politics, science, and cancer: the laetrile fenomeni, s. 11-60Markle & Peterson, 1980.
  6.  Wilson, Benjamin (22 Haziran 2012). "Laetril'in Yükselişi ve Düşüşü"Şarlatan izlemek. Erişim tarihi: 2013-08-31.
  7.  Kenward, Michael (11 Ocak 1979). "Laetrile ve Yasa". Yeni Bilim Adamı. sayfa 88.
  8.  Petersen, James C.; Markle, Gerald E. (Mayıs 1979). "Laetrile tartışmasında siyaset ve bilim" (PDF)Fen Bilimleri Sosyal Bilimleri9 (2): 139–66. doi:10.1177/030631277900900201PMID 11645793S2CID 14579797.
  9.  Tüketiciler Birliği, ed. (1981). "Laetril: Bilimsel Bir Başarısızlığın Politik Başarısı". Sağlık Şarlatanlığı: Tüketiciler Birliği'nin Yanlış Sağlık İddiaları, Değersiz Çözümler ve Kanıtlanmamış Tedaviler Hakkındaki Raporu. New York: Holt, Rinehart ve Winston. sayfa 16–40. ISBN 9780030588983.
  10.  Moss, Ralph W. (Aralık 2008). "Enzimler, trofoblastlar ve kanser: bir fikrin öbür dünyası (1924-2008)"Bütünleştirici Kanser Tedavileri7 (4): 262–75. doi:10.1177/1534735408326172PMID 19116222.
  11.  Peterson, James C.; Markle, Gerald E., "Laetrile Fenomeni: Genel Bir Bakış", Politika, bilim ve kanser: laetrile fenomeni, s. 6Markle ve Peterson, 1980.
  12.  Herbert, Victor (Temmuz 1979). "Pangamik asit ("B15 vitamini")" (PDF)Amerikan Klinik Beslenme Dergisi32 (7): 1534-40doi:10.1093/ajcn/32.7.1534PMID 377937.
  13.  "Biyolojik bilimlerdeki önemli tarihsel gelişmelerin kronolojisi"Botanik Çevrimiçi İnternet Hiper Ders KitabıHamburg Üniversitesi, Biyoloji Bölümü. 2002-08-18. 2007-08-20 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2007-08-06.
  14.  Ellison, Neil M.; Byar, David P.; Newell, Guy R. (Eylül 1978). "Laetril hakkında özel rapor: NCI Laetrile İncelemesi. Ulusal Kanser Enstitüsü'nün retrospektif Laetrile analizinin sonuçları". New England Tıp Dergisi299 (10): 549–52. doi:10.1056/NEJM197809072991013PMID 683212.
  15.  Moertel, Charles G.; Ames, Matta M.; Kovach, John S.; Moyer, Thomas P.; vd. (Şubat 1981). "Amigdalinin farmakolojik ve toksikolojik bir çalışması". Amerikan Tabipler Birliği Dergisi245 (6): 591–4. doi:10.1001/jama.1981.03310310033018PMID 7005480.
  16.  Moertel, Charles G.; Fleming, Thomas R.; Rubin, Yusuf; Kvols, Larry K.; vd. (Ocak 1982). "İnsan kanserinin tedavisinde amigdalin (Laetril) klinik denemesi". New England Tıp Dergisi306 (4): 201–6. doi:10.1056/NEJM198201283060403PMID 7033783.
  17.  O'Brien, Brian; Quigg, Catherine; Leong, Tim (Ekim 2005). "'Vitamin takviyelerinden' kaynaklanan ciddi siyanür toksisitesi". Avrupa Acil Tıp Dergisi12 (5): 257–8. doi:10.1097/00063110-200510000-00014PMID 16175068.
  18.  Herbert, Victor (Mayıs 1979). "Laetril: Siyanür kültü. Kâr için zehri teşvik etmek"Amerikan Klinik Beslenme Dergisi32 (5): 1121–58. doi:10.1093/ajcn/32.5.1121PMID 219680.
  19.  Lerner, Irving J. (Şubat 1984). "Kanser şarlatanlığının nedenleri"Kanser53 (Ek S3): 815–9. doi:10.1002/1097-0142(19840201)53:3+<815::AID-CNCR2820531334>3.0.CO; 2-UPMID 6362828.
  20.  Bülbül, Stuart L. (1984). "Laetril: Kanıtlanmamış bir çözümün düzenleyici zorluğu"Halk Sağlığı Raporları99 (4): 333–8. PMC 1424606PMID 6431478.    

https://youtu.be/nz7RP6WWLqM?si=wt9wXzVuZftN9eiP


                                                     XXXXXXXXXXXX


Amigdalin

Amigdalin (YunancaἀμυγδαλήGrekçeamygdálē, "acı badem"), C20H27NO11 kimyasal formüllü, ilk olarak Pierre-Jean Robiquet ve Antoine Boutron-Charlard tarafından 1830 yılında, acı badem olarak da bilinen Prunus Dulcis ağacının tohumlarından izole edilen bir glikozittir. Daha sonra 1830'da Justus von Liebig ve Friedrich Wöhler tarafından incelenmiştir. Kayısı (Prunus armeniaca) ve siyah kiraz (Prunus serotina) dahil, Prunus türünün diğer birçok ilgili türü de amigdalin içerir.

1950'li yılların başından beri, amigdalinin değiştirilmiş bir formu olan laetril, Vitamin B17 adı altında kanserin çaresi olarak lanse edilmiştir. Gerçekte ne amigdalin ne de laetril gibi türevleri hiçbir anlamda vitamin değildir. Yapılan çalışmalar bu tür bileşiklerin kanser tedavisinde klinik olarak etkisiz olduğu gibi, tehlikeli bir şekilde toksik bulmuştur. Ağız yoluyla alındığında potansiyel olarak öldürücüdür çünkü bazı enzimler (özellikle bağırsakta ve yenilebilir veya yenilemez çeşitli tohumların içinde var olan glukozidas) siyanür etkisi yaratır. Laetrilin kanseri tedavi ettiğine dair reklamlar, tıp literatüründe, şarlatanlığın klasik bir örneği ve tıp tarihinde "en kurnaz, en sofistike ve kesinlikle en kazançlı kanser şarlatanlığı promosyonu" olarak tanımlanmıştır.

Laetril

Amigdalinin kimyasal yapısı, leatrilin kimyasal yapısından farklıdır. Leatril Amerika Birleşik Devletleri tarafından patentlenmiştir. Meksika bunu amigdalin adıyla acı bademden elde edilen doğal bir ürün olarak satmaktadır. Bazen B17 vitamini adıyla da satılmaktadır.

kaynakça

Mehtap Çelik, Metin Yıldırım. "AMIGDALİN VE ÖZELLİKLERİ". 14 Temmuz 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Temmuz 2022.


💢Kesin bir rakam vermek zor olmakla birlikte, yetişkinler için günde 10’dan fazla kayısı çekirdeği tüketiminin zehirlenmeye yol açabileceği bilinmektedir.! 


                                              XXXXXXXXXXXXXXX


KANSER B17 VİTAMİN EKSİKLİĞİ & LİMON VE BADEM ÇEKİRDEĞİ
2018 yılında Amerika ve Japonya’dan iki bilim adamı, “immüno-onkoloji” olarak adlandırılan yeni bir onkoloji tedavi yöntemi için tıpta Nobel Ödülü aldılar.
Bu, yakın bir gelecekte korkunç kanser hastalığının, evde nezle gibi tedavi edilebileceği anlamına geliyor!
Bu, bir zamanlar tedavi edilemeyen ve bir çok kişinin korkunç acılar içinde ölümüne sebep olan iskorbüt hastalığı gibidir. İskorbüt tedavi edilemiyordu ve her hangi bir ilacı yoktu, ancak daha sonra , bu hastalığa C vitamini eksikliğinin yol açtığı ortaya çıkmıştı. Bugün iskorbüt hastalığına hiç kimse yakalanmıyor.
Öyle görünüyor ki, korkunç ve ölümcül bir hastalık olan “kanseri” de aynı kader bekliyor. Bunun nedeni, işlenmiş gıdaların kullanımı ve vitamin eksikliğidir. İnsanların bunu önceden bildiği, fakat kar etme tutkusundan dolayı sessiz kaldığı düşünülünce dehşete kapılmamak mümkün değil. Bugün aldığım bilgiye karşı farklı tutum gösterilebilir, ancak ben sadece sizinle paylaşmak istedim:
* Unutmayın : “Kanser” denen bir hastalık yoktur. Kanser, sadece B17 vitamini eksikliğinden başka bir şey değildir.
Ağır yan etkileri olan kemoterapi, ilaç tedavisi ve ameliyatı kabul etmeyin!
*🔸 Eski zamanlarda denizcilerin iskorbüt hastalığından müzdarip olduklarını hatırlayın, bir çok kişi bu hastalıktan ölüyordu! Bazı kişiler de bundan sürekli kazanç elde ediyordu.*
*🔸 Daha sonra ise iskorbütün sadece C vitamini eksikliğinden kaynaklandığını ortaya çıktı. Yani bu bir hastalık değildi!*
*🔸 Kanser de aynı şey. Sömürgeciler ve insanlığın düşmanları tam bir kanser endüstrisi inşa ettiler ve çok büyük paralar kazanıyorlar.*
*🔸 Onkoloji endüstrisi II. Dünya Savaşından sonra büyümeye başladı. Kanserle mücadele etmek için her hangi bir prosedüre, tedavi kürlerine ve masraflara gerek yok! Bunların hepsi, sömürgecilerin ceplerini doldurmak içindir, çünkü kanser tedavisi uzun zaman önce bulunmuştur.*

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX