Estetik Kavramına Bir Bakış
⚡️ Estetiğin kurucusu Alexander G.Baumgarten sayılır. (1714-1762). Ona göre mantık, düşünce ve zihne bağlı yukarıdaki bilgilerin doğruluğunu inceleyen bir bilimdi. Estetik de duyu ve duygulara bağlı bilgilerin doğruluğunu inceleyecekti. Yani estetik mantığın ikiz kardeşi veya duyulara dayalı bilgilerin mantığı olarak ortaya konmuştu.
Baumgarten, ilk kez Estetik’ten özel bir bilim dalı olarak söz etmektedir. Baumgarten’e göre iki tür bilgi vardır: duyusal bilgi, akılsal bilgi. Duyusal bilgiyi bulanık tasavvurlarla; akılsal bilgiyi açık ve seçik tasavvurlarla elde ederiz. Bu iki tür tasavvur arasında, açık olduğu halde seçik olmayan, yani karışık olan tasavvurlar vardır. Başka bir deyişle, açık ama karışık olarak duymak olanaklıdır. İşte, açık ama karışık olarak duyulan bu bölge, Estetik’in alanıdır, sanatın gerçekleştiği yöredir.
Kant, ilk kez 1781 yılında yayımladığı Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinin hemen ilk sayfalarında, Baumgarten’ın bu görüşünü eleştirir. Çünkü Baumgarten’ın yaptığı gibi güzellik yargısını akılsal ilkelere indirgemek ve bu yargının kurallarını bilim düzeyine yükseltmek olanaksızdır.Ayrıca Yargı gücünün eleştirisi adlı eserinde güzellik ve beğeni yargıları üzerine felsefi düşünüm diye tanımlamıştır.
Hegel de, Estetik Dersleri’ne başlarken şöyle bir uyarıda bulunuyor; “Estetik sözcüğü, aslında duyu bilimi; duyma bilimi anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, bu derslerin asıl konusunu yansıtmaktan uzaktır. Estetik adından hoşnut olmasak da, bu adı kullanmakta bir sakınca yoktur. Yeter ki Estetik dediğimiz zaman, güzel sanatın felsefesi anlaşılsın.”
Güzel Kavramı ;
Estetiğin en önemli problemi, güzelin ve güzelliğin ne olduğu problemidir.
Bu konuda öncelikle doğal güzellik ile sanatsal güzellik arasındaki ilişkiler tartışma konusu olmuştur. Natüralist ya da realist görüşü savunanlar doğal güzelliğe, romantikler ise sanat güzelliğine önem verirler.
Platon: Güzellik ideaların özelliğidir. Bu gelip geçici dünyadaki nesneler ise idealarına benzediği ve onları yansıttığı ölçüde güzeldir. (ideal güzelliğin kopyaları)
Aristoteles: Güzelin nesnel ölçütleri düzen, oran ve sınırlılıktır. Düzen; parçalardan meydana gelen bir bütünde, bu parçaların birbirleriyle bir birlik meydana getirecek şekilde düzenlenmiş olmasıdır. Oran; simetri yani parçaların birbirlerine göre doğru ya da uygun orantısıdır. Sınırlılık; gereğinden büyük ya da küçük olmamasıdır.
Plotinos: Platon’un görüşlerini devam ettirir. Güzellik esasta ideaların özelliğidir. Madde, kendi başına düzensiz ve çirkindir. Ona biçim vermek suretiyle güzellik kazandıran, ideadır.
Kant: Güzel çıkarsız olarak hoşa gidendir. Güzel olan şeyin bize verdiği haz, yarar gözetmeyen hazdır. Güzelin bir başka özelliği, herkesin hoşuna giden olmasıdır. Kant güzel ile hoşa gitme arasındaki ilişkiyi şöyle belirler: Güzel, hoşa gidendir. Ancak her hoşa giden güzel değildir. Çünkü hoş olanda bencil ve kişisel bir yan vardır. Buna karşılık, güzel karşısında duygumun veya beğenimin başkaları tarafından paylaşılmasını beklerim. O halde güzelde herkesin hoşuna gitme özelliği vardır. Güzel ayrıca, kendi dışında hiçbir erek olmaksızın hoşa gidendir. Güzel, zorunlu olarak hoşa gidendir. Güzellik yargısı, evrensel olduğu için zorunlu bir yargıdır. Kısaca Kant’ın deyişiyle güzel “kavramsız olarak zorunlu bir haz almanın konusu olan şeydir.”
Hegel: Güzellik, düşüncede, akılda, ruhta bulunur. Maddi-fiziki dünyada bulunan güzellik ise bu “mutlak ruh”un, “akıl”ın bir yansıması, ışımasıdır. Buna karşılık sanat, kültürel dünyaya ait olduğu için, sanattaki güzellik, gerçek güzelliğe daha yakındır, onu daha iyi yansıtır.
Orantı ve simetri:
Özellikle güzelliğin matematik olarak belirlenmesi sırasında karşımıza çıkan ilk orantıdır.Güzel unsurların orantılı olarak birleşmesidir. Orantısız şey güzel olamaz. Platon’a göre güzellik, doğru orantıdan başka bir şey değildir. Aristoteles’te ise güzel, düzene ve büyüklüğe dayanır. Eskiden beri sanatçılar ve filozoflar tüm güzellikleri açıklayacak büyülü bir matematik formül aramışlar ve bunun “altın kesit” orantısında bulmuşlardır.
Orantıya bağlı olan güzelliğin bir başka niteliği simetridir. Güzel olan bir bütünün parçaları arasında ölçüye dayalı bir düzen vardır. Doğadaki güzellik büyük ölçüde simetriye bağlıdır. Canlıların bedeni sağ ve sol olarak simetriktir. Sanat eserlerinin de güzel olarak algılanmasında simetri çok önemlidir.
Uyum (Harmoni) :
Bütün güzellikler için, parçaların uyumlu birleşmesi önemlidir. Hem hareketli hem de hareketsiz bütünlerde uyum önemlidir. Zaten uyum olmaz ise güzellik de kalmaz, bütün de. Sanatçı, evrendeki ve varlıklardaki gizli uyumu yakalayıp onu eserlerinde yansıtmak ister. Güzellik, bir varlıkta karşıtların gerilimine dayanan bir uyumdur. Evrendeki bu uyum sanat eserlerine de yansırsa, onlar da güzel olur. Harmoninin, temelinde çoklukta birlik bulunur. Evrende herşey çok ve karmaşık gibi görünür. Ama çoklukta birlik sağlanınca bir uyum, bir güç, bir güzellik ortaya çıkar.
GÜZELLİK – HAKİKAT- İYİ- HOŞ- YÜCE ilişkisi :
İYİ VE GÜZEL :
Platon güzeli iyiye özdeş kılar.Tolstoy da benzer bir görüşe sahiptir. Ona göre ahlak duygumuzu geliştirmeyen sanat, sanat olamaz. Yani sanat iyiyi ifade etmeli, ahlaka hizmet etmeli.
Aristoteles de sanatın ahlaki bir yönü olduğunu söyler. “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan kurtarmaktır” der.
18. yüzyıl İngiliz filozofu Shaftesbury “Dünyada en doğal olan güzellik; dürüstlük ve ahlaki doğruluktur” der.
Yukarıdaki görüşler ve felsefe tarihinde Kant’a gelinceye kadar ki büyük çoğunluk güzel ve iyiyi özdeşleştirmiştir.
Kant iyi ve güzel kavramlarını birbirinden ayırır. Güzellik duygularla (estetik haz alma, hoşa gitme ile) ilgilidir. İyilik ise akılla kavranan bir kavramdır. Yasaları da vardır. Oysa bir çok güzellik vardır ki, onların ahlakla, ahlaklılıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Ahlaki bakımdan iyi olan da her zaman sempatik ve çekici gelmeyebilir.
GÜZEL VE DOĞRULUK :
Platon’a göre; idealar var, gerçek, doğru, güzel ve iyidir. İdealar vardır; bu yüzden gerçektir. Gerçek bir şey aynı zamanda doğrudur. Ayrıca varlık, gerçek varlık, hakiki (doğru) varlık; bir iyiliktir. Bu özellikleri olan bir şey güzeldir.
Kant bu görüşe karşı çıkar. Çünkü ona göre; doğruluk bilgiyle ilgilidir. Konusuna uygun olan bilgi doğrudur. Bir önermenin doğruluğunun bize estetik haz vermesi söz konusu olamaz. “Amipler ikiye bölünerek çoğalır” önermesinin estetik bir değeri yoktur. Sanat eserinin doğruluk değerinden bazı durumlarda söz etmek mümkün olabilir. Örneğin; bir resmin, bir manzarayı doğru yansıtması bakımından doğruluk değeri vardır. Ama resmi güzel yapan, onun modeline uygun olması değildir. Ayrıca başka pek çok sanat için (örneğin müzik) doğruluk değerinden bahsetmek söz konusu olamaz. Doğruluk ile güzellik arasında birbirini gerektiren bir ilişki yoktur.
GÜZEL VE FAYDALI:
Bizler günlük konuşmalarda “güzel faydalı olmalıdır” ya da ”faydalı olan şeyler güzel de olmalıdır” gibi temenni (dilek, istek) ifadeleri kullanıyor olsak da yarar, çıkar, fayda ve benzeri kavramlarla güzellik kavramı asla aynı değildir. Tıpta kullanılan ve ne hoş ne de güzel bulunabilecek (hatta korkunç ve tiksindirici bulabileceğimiz) bir uygulama bir hastanın sağlığı için olağanüstü faydalı olabilir. Aynı şekilde su faydalıdır ama, suyun faydalı olduğu ve onu güzel bulduğumuz zamanlar her zaman aynı değildir.
GÜZEL HOŞ VE YÜCE :
Yücelik, genellikle alışılmışın dışında oran ya da miktarlar, büyüklük, sınırsızlık gibi kavramlarla ortaya çıkan bir durumdur. İnsanın kontrol sınırları dışında kalan, gücünü yüksek oranda aşan ve onu neredeyse ezen olaylar, biçimler karşısında içine düştüğü acz ile de ilişkilendirilebilecek bu duyum güzellik dediğimizle her zaman uyuşmaz. Bir sanat yapıtında korkutucu oranda yücelikle donatılmış biçimler illa güzel olmak durumunda değildir. Yüce genellikle aşkınlık, boyun eğme, akla sığmama ve hayranlık gibi durumları doğurur ve esas kaynağı güzelde olduğu gibi ölçülülük değil bunun tam tersi bir durum olan ölçüsüzlüktür.
Yunan düşüncesinde özün belirişi olarak kavranan güzellik, hemen düzen ve ölçü anlamlarını, yani tek sözcükle söylemek gerekirse yetkinlik anlamını yüklenir. Yücelik de bu durumda kökünü kaostan alıp ona düzen vererek güzelliğe ulaştırması yüzünden, aracı bir terim olma özelliğine bürünür.
İster gücünden, isterse büyüklüğünden kaynaklansın, yüceliğin görünümü canlandırılabilir bir şey değildir.
İyi ,güzel,doğru gibi kavramlara farklı bir örnekle yaklaşmak isterim;
Hepimizin tanıdığı Robin Hood zenginden aldı fakire verdi.Kendince DOĞRU yu buldu fakir bu yapılan İYİLİĞE sevindi Robin Hood onun gözünde YÜCE bir insandı ama terazinin diğer kefesindeki zengin ise tüm bu yapılanları DOĞRU bulmadı …İşte kavramlar böyle akıp gidiyor bir an da .
Her sanatçı doğal gereçlerle iş görür, yapay bir nesne olan yapıtını doğal gereçlerle oluşturur. Amaç hangi koşulda ya da biçimde olursa olsun güzeli yaratmaktır. Böylece güzelin anlamı kendini gösterir: güzel ayrı ayrı görünümler ayrı ayrı biçimler altında tek bir şeyi, insan olmanın anlamını ortaya koyar. Sanatları kardeş kılan budur, tüm estetikleri kucaklayacak tek bir estetiği olası kılan budur. Estetikler elbette her zaman vardır. Bir yapıtın estetiğinden bir sanatçının estetiğinden bir sanatın estetiğinden söz edebiliriz. Estetik bütün özel estetikleri kucaklar, tek bir araştırma alanında bir araya getirir, onların ortak özelliklerinden giderek tek bir bilgi alanı hatta bir bilim kurar. Her sanat öbür sanatlara hiçbir şey söylemeyen apayrı bir güzelin peşinde olsaydı elbette estetikten yani tek bir estetikten söz edemeyecektik, belki estetiklerden, ayrı ayrı estetiklerden, birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan apayrı güzel araştırmalarından söz edebilecektik. Böylesine bir oluşum elbette bilimsel diyebileceğimiz köklü açıklamalar getirmekten uzak olacaktı, parçalı kalacaktı. “Tüm sanatlar kardeştir, her sanat öbür sanatları aydınlatır”der Voltaire. Şiirdeki bir özellik müzikteki bir oluşumun açıklanmasana katkıda bulunacaktır, resimdeki bir nitelik mimarlıktaki bir özel durumu görmemizi sağlayacaktır. Dufrenne şunları söyler: “Her sanatın kendine özgü bir tekniği vardır, her sanat özel bir kuruluş biçimini gerektirir; bir tablo bir roman gibi, bir bale bir anıt gibi kurulmuş değildir.”
Sanatçı güzeli nerede hangi koşullar altında yakalayabileceğini ya da kurabileceğini bilen kişidir. Sanatçı güzeli bütün boyutlarıyla yaşayan ve yaşatan kişidir. Sanatçı güzelin yaratıcısı olduğu kadar bir güzel uzmanıdır ya da ustasıdır. Sanat denilince güzel denilince özgür yaratma düşünülür. Sanatçı özgürlük içinde yaratandır. Sanatçının özgürlüğü her şeyden önce bilincinin yetkin oluşumunda ve bağsız koşulsuz etkinliğinde kendini gösterir. Sanatçı her şeyden önce kendini kendinde ya da kendine karşı özgür kılmış kişidir. Sanatçı özgürlük içinde yaratandır. Özgürlük onun esenliğinin de kaynağıdır. Ancak sanatçının düz bir esenlik duygusu içinde varlığını sürdüren biri olduğunu düşünmek yanlış olur. O yapıtını başta kendisi olmak üzere her şeyle tartışarak kurar. Sanatının gelişimini bu tartışmaya borçludur. Sanatçı da herkes gibi acı içinde doğurur. Théodore Jouffroy Estetik dersleri’nde şöyle der: “İki şeyden birini seçmek gerekir: ya gelişmek için acı çekmek ya da acı çekmemek için gelişmemek. İşte yaşamın seçeneği, işte dünyada olma koşulunun ikilemi.”
Her insan sanatçı olamayabilir ama hepimizin gelişimi ,gelişmeyi seçmesi önemlidir.Aklın özgürlüğü sağlanmalı ve kişi kendi yaşamı sonlanana kadar estetik bir bakış açısı kazanmalıdır.Doğruyu ,iyiyi güzeli daima aramalıdır.
Kaynakça:
Estetik, Afşar Timuçin
Estetik, Bakış Afşar Timuçin
Felsefeden estetiğe, Afşar Timuçin
Güzellik ve yücelik duygusu üzerine, Kant
Sanat ve estetik, Peter de Bolla
Estetik, Bedrettin Cömert
Estetik, İsmail Tunalı
http://www.felsefetasi.org/estetik-kavramina-bir-bakis/
❗️Baumgarten’in dediği gibi mantık aynı kalıyorsa, bu bildiğimiz klasik estetik kuramlarına girer; eleştirel estetik yargılar kuramına girer. Nietzsche’den sonra, Nietzsche’nin eleştirisiyle başlayan modern dönemin bir akımı olarak kavramın yadsınması; dolayısıyla, felsefenin kavramsal yargılarının dayatmacı, emredici, öğretici, eleştirel, buyruk verici olduğunun yadsınması ve onu takip eden diğer düşünürlerle de birlikte bildiğimiz anlamda klasik felsefenin yargı otoritesinin total olarak yadsınması, hem felsefeyi hem sanatçıları bambaşka bir estetik arayışına getirdi.
⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️
Başarılı filozof, filolog, yazar, kültür eleştirmeni ve akademik anlamda bir deha olan Nietzsche, toplumların gözü kapalı kabul ettiği ahlaki, etik ve felsefi konseptleri entelektüel anlamda yıkan kişi olarak biliniyor.
Modern toplumların düşünmeksizin kabul ettiği kavramlarla ahlaki ve duygusal boşluklarını örtmeye çalıştığını söylüyor ve bunu ortaya çıkartabilmek için geleneksel değerleri ve tabuları alaşağı ettiği düşünceleriyle bir nihilistin çok daha ötesine geçiyor.
Nietzsche, felsefe literatürünün en olağandışı kitaplarından bir tanesi sayılan “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabında ortaya koyduğu alegorilerle bir kişinin toplumun dayattığı kavramların ötesine ilerlemek ve Üstinsan olmak için geçirmesi gereken üç metamorfozdan bahsediyor.
Gerçek özgürlük ve sınırsız yaratma gücüne sahip olan, duygularına hükmedebilen ve sadece var olmaktan keyif alan Üstinsan olma yolunda kişi, sırasıyla deve, aslan ve son olarak bir çocuğa dönüşüyor.
Nietzsche’nin Zerdüşt’ü
Kültür ve bilinç yapısına dair pek çok çözümlemede bulunmuş olan Nietzsche, Zerdüşt karakterini gerçek hayattakine benzerşekilde kullanıyor. “İyi” ve “kötü” kavramları arasındaki bölünmüş dünya fikrini ilk defa ortaya atan Zerdüşt, doğuştan gelen üstünlük algısını kırarak erdemden gelen üstünlük anlayışını ortaya koyuyor.
Yani Eski Mısır ve İran kültürlerinde inanıldığı gibi sadece soyluların cennete gidebileceği ve halkın cennete alınmayacağı algısını sarsan ilk kişi oluyor.
Zerdüşt insanlara Tanrı’nın varlığını değil ölümünü anlatıyor. Tüm dinsel inançların çöktüğünü ve bu inançlardan hemen arınmak gerektiğini söyleyen Zerdüşt, klasik dinler ve toplumsal tabular tarafından tanımlanan iyi ve kötü kavramlarının ötesindeki, yeni ve bireysel olan değerlerden bahsediyor.
Toplumsal ideallerin ve dini inançların kişileri bu dünyadan kopardığını ve gelişimlerini frenlediğini de söylüyor. Bu kitapta kullanılan “Tanrı öldü” metaforu, metafizik inançlarını yıkmak ve insanları yeni değerler yaratmaya yöneltmek için kullanılıyor. Amaç, bu dünyaya bağlı kalarak kendi gerçekliğini yaratmak.
Üç adımda Üstinsan
Çağ dışı kurallara, değerlere ve kodlara karşı olan Nietzsche, bireylerin toplumun yarattığı değerler tarafından güdülmek yerine, kendi değerlerini yaratmaları gerektiğini savunuyordu. Ayrıca toplumlar tarafından yaratılan ırk, dil, milliyet, din ve benzeri kavramlara körü körüne bağlı olmanın, bireyleri Üstinsan olmaktan alıkoyduğunu ve güçsüzleştirdiğini söylüyordu.
Kitapta Zerdüşt’ün de ulaşmaya çalıştığı özgür, yaratıcı ve esnek olan Üstinsan, tamamen bireyseldir. Yani toplumun değerleri ve otoritesi onu etkilemez. Üstinsan olabilmek içinse ruhun üç aşamadan geçmesi gerekir.
İlk dönüşüm: Deve
Deve, hayatta karşılaştığı zorlukları ve yükleri sırtına alarak dayanıklılığıyla övünür. Korku, sevgi, ölüm, gerçek, yalnızlık, anlam arayışı ve benzeri kavramları, yani insan varoluşunu bütün yönleriyle deneyimler.
Deve bu yüklere bir çeşit davette bulunur. Üstinsan olmadan önce tüm bu zorlu yüzleşmeleri kabul eder ve sonuç olarak güçlenir. Bu süreçte hayattan kaçmaz, gururunu bir kenara koyar ve bu şekilde direnç kazanır. Elindeki işi en güzel şekilde yapar.
İkinci dönüşüm: Aslan
Deve hayatına acıları davet edip güçlenirken, kendini, değerlerini ve hayatı sorgulamaya başlar.Ötekileşir ve yabancılaşır. Varoluşsal bir krize doğru çekilen deve, Üstinsan olma yolunda aslana dönüşmeyi seçer.
Bu dönüşümü tamamlayabilmek için ise özgürlüğünün önündeki engellerden kurtulması gerekir. Bunalar, toplum tarafından dayatılan erdemler ve değerlerdir.
Kitaptaki hikayede deve, ona “yapmalısın” diyen ve yaratılmış değerlerle kaplı bir ejderhayla karşılaşır. Emir almaya ve görevlerini yapmaya çalışan deve bu noktada aslana dönüşmelidir. Cesaret, azim, gerçekleri görebilme yeteneği, hırs ve tutkuyu simgeleyen aslan dışarıdan gelen dayatmalara “kutlu bir hayır” der.
Bu noktada toplumun değerlerinin iyi veya kötü olduğuna dair bir yargı getirilmez. Bu değerler yalnızca dış otoritelerden geldiği için reddedilir. Üstinsan olmak birey olmayı, birey olmaksa kendi değerlerini yaratmayı gerektirir.
Üçüncü dönüşüm: Çocuk
Aslan olarak “kutlu bir hayır” demeyi başaran ruh, Üstinsan olmadan önce son bir dönüşüm daha geçirmelidir. Bir çocuk olarak, yaşanan tüm zorlukları unutmalı ve bu sefer “kutlu bir evet” diyerek yeniden başlamalıdır.
Hayatın akışında ve belirsizliğinde var olabilen, masum ve yaratma gücü olan çocuk, ruhun dönüşmesi gereken son aşamasıdır. Merak dolu bir zihinle, kendi isteklerini, değerlerini ve gerçekliğini yaratabilen ruh kendini aşar ve özgürlüğe erişir. O artık Üstinsandır.
https://livetobloom.com/nietzschenin-zerdustu-uc-adimda-ustinsan/
🔅🔅🔅🔅🔅🔅🔅🔅🔅🔅🔅🔅🔅
Nietzsche, Tanrı ve Hıristiyan ahlakının göbeğinde büyümüştü. Babası ve iki büyükbabası da Lutheran papazıydı ve Nietzsche üniversitede ilahiyat okumayı planlamıştı. Daha sonra Luther’le “hödük” diye alay eden ve kendisini “anti-Hıristiyan” olarak ilan eden kişiydi; ilahiyat dünyasında belki de bu kadar olağan dışı bir ayrılık yaşanmamıştı. Nietzsche bir sene sonra üniversitede Klasik Filoloji’ye geçti; eski Yunan ve Roma dünyasının metinleri ve kültürü üzerine çalışmalar yaptı ve bunu gayet mükemmel bir şekilde yaptı. 1869 yılında doktora tezini tamamlamadan önce bile Basel Üniversitesi’nden randevu almayı başarmıştı. Kısa bir süre sonra besteci Richard Wagner’le tanıştı ve Wagner’in müziğinin Avrupa kültürünü Hıristiyan ahlakının kötü etkilerinden kurtardığını düşünen bir öğrenci oldu. Wagner’in coşkusu birkaç yıl sonra Nietzsche’nin olgun felsefi görüşlerinin oluşmasıyla sona erdi. Wagner‘in fanatik anti-Semitizmiyle hayal kırıklığına uğramıştı.
Nietzsche’nin klasik eğitimi onu antik felsefe hakkında eğitmişti; Prekokratik filozoflar ve onların basit natüralist dünya görüşleri onun favorileriydi. Sokrates ve Platon ile olan anlaşmazlığı eğitimi boyunca devam etti. 1865-1866 yıllarında Arthur Schopenhauer ve bir yıl sonra neo-Kantçı Friedrich Lange aracılığıyla çağdaş Alman felsefesini keşfetti. Schopenhauer’ın The World as Will and Representation (1818’de yayınlanmış ancak onlarca yıl sonra ortaya çıkmış olan ve Alman felsefesinde G.W.F. Hegel’in başarısızlığına katkıda bulunmuştu) eseri Nietzsche’nin merkezi varoluşçu meselesini belirledi: Yaşam nasıl sürekli ve anlamsız acılar içerir ve haklı çıkardı? Schopenhauer “nihilist” bir sonuca ulaşmıştı; ölsek daha iyiydi. Nietzsche bu sonuca karşı direnmek istedi; sık sık ortaya koyacağı gibi yaşamı “onaylamak” ve tüm acılarını içeren “sonsuz yinelemeler” ile (ünlü formülasyonlarından birinde) isteyerek yaşamak.
Öte yandan, Lange, Hegel‘in başarısızlığından sonra Alman felsefesinde “Kant‘a dönüş” dirilişinin bir parçası olan yeni bir Kantçı ve Alman entellektüel yaşamında “materyalist” dönüşün dostu oldu; bu, 1831’den sonra Hegelci idealizme karşı oluşan diğer büyük bir tepkidir. Diğeri ise, günümüzde başta Ludwig Feuerbach ve Karl Marx olmak üzere filozoflara aşina olunsa da, 1830’lar Almanya’sında başlayan fizyolojideki dramatik gelişmelerden büyük bir teşvik almasıdır. Materyalizm, 1850’lerin Alman entelektüellerinin sahnesinde Ludwig Büchner’ın Force and Matter eseri gibi yayınlarla patlama yaptı; çok sayıda baskıdan geçti ve “Modern zamanların araştırmaları ve keşifleri artık insanın zihinsel ya da bedensel olduğuna, diğer tüm organik varlıklar gibi doğal bir ürün olduğuna şüphe etmemize izin vermez.’’ mesajı ile çok satanlar listesine girdi. (Büchner’I on dokuzuncu yüzyılın Richard Dawkins’i olarak düşünün; bazı gerçek keşiflerin popülerleştiricisidir aynı zamanda da inkâr edilemez bir ideologdur). Lange’den “Alman Materyalistleri”ni ilk kez öğrenen Nietzsche, 1866 tarihli bir mektupta şöyle yazmıştır:
“Kant, Schopenhauer ve Lange’ın bu kitabı; başka hiçbir şeye ihtiyacım yok.”
Nietzsche, Kant ve Platon’u felsefi olarak en yakın rakipleri olarak görse de ve hatta bu felsefe Nietzsche’nin eleştirel yöntemini saptırsa bile, kısa sürede Kant’a olan ilgisini yitirdi. Nietzsche’nin kendine özgü yazım tarzı, büyük filozofların kanununda anormaldir; aforizmalı, polemikli, lirik ve her zaman kişisel yazar; aynı pasajda komik, alaycı, kaba, bilimsel ve iğneleyici olabilir. Neredeyse tamamen rasyonel söylemsel felsefi argüman biçimlerinden kaçınır. Felsefi konuları (ahlak, özgür irade, bilgi) incelerken tarihsel, psikolojik, filolojik ve antropolojik iddiaları çağrıştırır ve asla bir sezgisellik ortaya koymaz; bir sezgiye veya bir ön bilgiye hitap etmez. Twilight of the Idols’da şöyle ironili bir sözü vardır:
Nietzsche, materyalistlerin ve ayrıca Schopenhauer’ın etkisi altında kalarak bilinci ve aklı ele alarak insanların yaptıkları, inandıkları ve değer verdikleri şeylerde oldukça küçük bir rol oynama nedenini; bilinçsizlik ve bilinçaltı içgüdülerimizin yaşamımızı çok daha fazla etkilemesinin nedenlerini sorguladı. Nietzsche, In Beyond Good and Evil’da büyük filozoflara “güvensizlik ve alay” konusunda neyin ilham verdiğini yazar;
Nihayetinde, Kant bile Tanrı ve ahlak kavramı içinde amacının “iman için yer açmak” fikrine sınır koymak olduğunu itiraf etmişti. Fakat Nietzsche, “ahlaki veya ahlaksız niyetleri” tarafından gerçekten motive edilen bu metafizik tezler için post-mantıksallaştırmalar sunma yoluna girmez; “Gerçek mikrobu oluşturan bitki (yani felsefi sistem) her zaman büyür.’’ Nietzsche’nin dürtüleri, kendi kabulü ile “ahlaksız” olanlardır.
Nietzsche’nin “güç isteğinin metafiziği”ni savunduğunu düşünen yüzeysel okuyucular, onun felsefi savurganlığındaki “güvensizlik ve alay”ını görmezden gelmelidir; “İktidar duygusu” na ulaşmak, On the Genealogy of Morality ‘de tartıştığı gibi insanlık için önemli bir dürtüdür fakat bu metafiziksel değil, psikolojiktir, taleptir. Nietzsche için psikolog, bir filozofun ahlaki görüşleridir; “Kim olduğuyla ilgili karar vermiş kararlı bir tanıktır; onun doğasının en içteki itici güçler birbiriyle uyumlu bir şekilde var olur.’’ Ancak rasyonel olmayanlar itkiler öncelikle rasyonel olmayan anlamlardan etkilenebilir ve yönlendirilebilirler; okuyucuyu kışkırtıyor ve kızdırıyorsanız, tepkilerini uyandırıyorsunuz demektir (bu itkiler Nietzsche’ye göre, belirli türden duygusal tepkilerdir). Böylece Nietzsche’nin yazma modu, filozoflar da dahil olmak üzere insanların gerçekten neye benzediğine dair görüşlerinden çıkar.
Bu görüşe göre, bilinçli benliğimiz büyük ölçüde yanıltıcıdır ; Nietzsche, Ecce Homo‘da “bilinç bir yüzeydir” der; nedensel olarak etkili olanı gizleyen ama bilinçsiz olan. The Gay Science’da; “Ruhumuzun faaliyetinin en büyük kısmı bilinçsiz ve güvensizdir” der. The Will to Power’da ise; ‘’Bilinçli hale gelen her şey… hiçliğe neden olur” der. Bir eylemden önce ortaya çıkan “arzu” ya da “güdü”den söz ederken, yalnızca “hata(lar)” ve “hayaletler”den konuşuruz; Twilight of the Idols’da “Yalnızca bir yüzey bilinci olgusu; eylemin yanında yer alan ve onları temsil etmekten çok daha önemli olan bir şeydir” der Nietzsche. Nietzsche’nin görüşüne göre, insanlar eylemlerinde ne özgürdürler ne de ahlaki açıdan sorumludurlar.
Fakat özgür irade yanılsaması, onun Yahudi-Hıristiyan ahlakını reddetmesi için ana sebep değildir. Üslup kazandırdığı otobiyografisi Ecce Homo‘da, böyle bir ahlaki cisimleştirerek; “Bu hata gibi bir hata değildir.” der. Nietzsche’nin ahlaka olan temel itirazı daha radikal ve illiberaldir; Yahudi-Hıristiyan ahlakının egemen olduğu herhangi bir kültür, ya bir sofu ya da yaşamı inkar eden ahlaklar, insan mükemmelliğinin gerçekleşmesi için tek bir kabul edilemez olacaktır.
On the Genealogy of Morality’de şöyle der:
Nietzsche’nin, acı çekmeyi azaltıp mutluluğu teşvik etmemizi talep eden ahlaki görüşlerimize itirazını düşünün. Dawn’da şöyle yazar:
Birkaç yıl sonra, Beyond Good and Evil’de faydacılara itiraz eder:
Mutluluğa odaklanmak insanları gerçekten “gülünç ve küçümseyici” yapar mı? Nietzsche, Beyond Good and Evil‘da daha iddialı bir açıklama sunar:
Çok acı çekmenin öznesi sefaletten başka bir şey değildir ve en mutlu “rahat” insanlar, insan mükemmeliyetinin örneklerinden değildir. Nietzsche kesinlikle bunu biliyordu. Konu acı çekmeye geldiğinde “turist” değildi (ve hatta zihinsel çöküşünden önce bile) 1879’da Basel’den zorunlu emekliliğinden 1889’daki son zihinsel çöküşüne kadar ızdıraplı fiziksel hastalıklar çekti; muhtemelen tedavi edilmeyen sifilizden dolayıydı bu hastalık. Nietzsche’nin şunu fark etti; acı çekmek, en azından bazı bireyler (kendisi de dahil olmak üzere) için yaratıcılık konusunda uyarıcı olabilirdi; sadece bir paradigma örneği olarak görmek için Beethoven’in biyografisini okumak gerekir. Fakat Nietzsche işteki psikolojik mekanizmayı doğru bir şekilde teşhis etseydi bile, acı çekmeye duyulan acıma duygusu, acı çekenlerin yaratıcı potansiyellerini fark etmelerine bir engel miydi? Nietzsche’nin en önemli düşüncesi, mutluluğa bağlı bir kültürde hedef, acı çekmenin ortadan kaldırılmasıdır; ortaya çıkan Nietzsche ve Beethovenlar yaratıcı çalışma peşinde olmaktan çok bu amaçlara ulaşmak için potansiyellerini alt üst edeceklerdir. Sonuçta, acı çekmek kötü ise, o zaman tüm çabalarınız acı çekmekten kaçınmaya adanmalıdır ve mutlu olmak güzelse o zaman yaptığınız her şeyin amacı bu olmalıdır. Fakat insanın mükemmelliği, ne mutluluğun peşinde olması ile ne de acıdan kaçışla uyumlu değildir.
Eğer Nietzsche’nin spekülatif psikolojisi doğruysa, o zaman şaşırtıcı bir sonuca varırız. Acısını çürüten ve rahatlamasını ön plana çıkaran hedonist ve sempatik bir kültürde, insan dehasının görkemli şovu dünyadan kaybolacaktır; Beethovenlar, Nietzscheler veya Goetheler kaybolacaktır. Nietzsche, bu yaratıcı dahilerin yokluğunda Schopenhauer’in varoluşsal mücadelesine cevap veremeyeceğimizi düşünür.
Schopenhauer, hayatın, anlamsız acının kaçınılmazlığı nedeniyle yaşamaya değer olmadığını kabul etmişti. Nietzsche’nin Schopenhauer’e verdiği yanıt, kariyerinin başlangıcından sonuna kadar sabit kaldı: 1886’da The Birth of Tragedy’nin önsözünde şöyle yazar:
En önemlisi, Nietzsche’nin estetik deneyim fikri Kant’ın fikrine tamamen karşıdır; bu güzellik deneyimine karşı “ilgisiz” dir. Nietzsche, Stendahl’ın estetik deneyim formülünü onaylar; yani, “güzellik mutluluğu vaat eder”, Genealogy’de yazdığı gibi bu; “isteğin (ilginin) canlandırılması”nı üretir. ‘’Canlandırma” ile ilgili estetik deneyimin tanımı hiç de tesadüfi değildir. Nietzsche Genealogy’de şöyle yazar:
Estetik deneyim kısaca, uyandırıcı bir tür yüceltilmiş cinsel deneyimdir. Twilight of the Idols’da, “Sanat yaşamın en büyük uyaranıdır.” der Nietzsche, öznenin canlanmasını isteyen duyguları uyandırır. Eğer dehaların oyununun tadını çıkarmaya devam edersek, hayat ancak sadece estetik açıdan hoş bir şey olabilir (başka bir deyişle, uyandırıcı); Nietzsche’nin Yahudi-Hıristiyan ahlakının tehdit ettiğini düşündüğü şey tam olarak budur. Nietzsche, Beyond Good and Evil‘de, “Yeryüzünde yaşamaya değer bir yaşam kılar” dediği şeyler; “erdem, sanat, müzik, dans, akıl gibi yüceltilen bir şeyler, arıtılmış şeyler, fantastik ve ilahi”dir. Fakat insan başarısının bu tür mükemmellikleri, hedonist tatmine adanan ve her türlü ıstırabın ortadan kaldırılmak için (önemsizden ciddiye) saplantılı olan bir kültürde mümkün değilse, o zaman Schopenhauer’in nihilizmine bir yanıtımız da yoktur.
Thus Spoke Zarathustra’da (Böyle Buyurdu Zerdüşt), Nietzsche böyle bir kültür öngörür; , “son adamlar” olarak adlandırdığı, “aşk”, “yaratma” ya da “özlem” hakkında hiçbir şey bilmeyen, kendi sıradanlıklarında sürünürken, “sefil bir çekingenlik” le kendilerini “hor görmeyen”lerdir. “Şimdiye kadar ne olduysa hepsini bilir, bu yüzden de alaycılığının sonu yoktur.”, “Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: farklı hisseden insanlar tımarhaneye gönüllü olarak gider.”, ‘’Mutluluğu keşfettik.’’ der son adamlar ‘’ve göz kırparlar’’.
Nietzsche burada, şu andaki yöneticisi Donald Trump olan kapitalist modernliği teşhis eder, onun uzantısı olarak Twitter, yedi gün 24 saat “alaycı”dır ve dünya pazarı ise “mutluluğun” gerçekte ne olduğunu ve fiyatını söyler bize. Böyle bir dünyada, belki de Schopenhauer haklıdır.
Brian Leiter, Chicago Üniversitesi Hukuk, Felsefe ve İnsan Değerleri Merkezi’ni yönetmektedir. Nietzsche’li yeni kitabı Moral Psychology yakında geliyor.
Yazan: Brian Leiter
Çevirmen:Meltem Çetin Sever
Kaynak: the-tls.co.uk
‼️Ne var ki insanlar kendi aralarindaki işlerini parça parça böldüler.Her grup kendilerinde bulunan (Fikir ve Davranis ) ile böbürlenmektedirler.-Müminun,53
‼️ “Onların ( o, inkârcilarin ) kalpleri bu hususta cehalet içimdedir.Ayrica onların bundan ( bu şirk ve inkârciliktan ) öte birtakim ( kötü ) işleri vardir ki onlar bu işleri yapar dururlar.” - Müminun,63
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️