13 Temmuz 2023 Perşembe

Kalp idrak

 Anlayıp İdrak Eden Kalb mi, Yoksa Akıl mı?

29216

                  Onlara irade, tercih, güç gibi imkânları ve kabiliyetleri veren Allah'tır.-Bakara,7   

Akl, kişiyi diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesidir.
Âkıl ; ne yaptığını bilen, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edecek temyiz kâbiliyetine sâhib olabilme meziyetidir.  
Akıl, “varlığın hakikatini idrak eden, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç” demektir. Bu anlamıyla akıl sadece meleke değil özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi akıl ilkelerinin bütün fonksiyonlarını belirleyen bir terimdir. İnsanın her çeşit faaliyetinde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayıran bir güç olarak akıl, ahlâkî, siyasî ve estetik değerleri belirlemede en önemli fonksiyonu haizdir. 
Kur’an terminolojisinde akıl “bilgi edinmeye yarayan bir güç” ve “bu güç ile elde edilen bilgi” şeklinde tarif edilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, “ʿaḳl” md.)

Hadislerde geçen akıl kelimesi “deveyi veya başka bir şeyi bağlamak, zabtetmek; diyet vermek” gibi kelime mânaları yanında “hatırda tutmak, anlamak ve bilmek” gibi terim anlamlarını da ifade eder. 

Her insanda az veya çok duyarlık, hâfıza ve hayal gücü gibi akl-ı selîm de vardır. “Doğruyu yanlıştan ayırma gücü” olarak bilinen akl-ı selîm, hadislerde geçen fıtrat ile yakın alâkası olduğu söylenebilir. Bir rivâyette Rasulullah (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her çocuk fıtrat üzere doğar; sonra ebeveyni onu yahudi, hıristiyan veya Mecûsî yapar” (Muslim, Ḳader, 22) 
Kur’an’da bir de “kalb-i selîm” geçmektedir. (Şuarâ 89) Bundan bahseden âyet, mühürlendiği için isabetli düşünmekten mahrum kalmış kalplerden bahseden (Muhammed 24) âyetle birlikte değerlendirilecek olursa, kalb-i selîmin akl-ı selîme yakın bir mâna taşıdığı veya en azından aklın selâmetini koruyabilmek için yaratılıştaki saflığını ve istikametini devam ettiren bir kalbe yahud da vicdana sahib bulunmak gerektiği sonucuna varılabilir. 

***​


Kalb zahiren bir et parçası olup, vucudun ihtiyacı olan kanı bedene pompalamakla mukelleftir. Kalbin bir de mânevi (mecâzi) boyutu vardır ki, ayet ve hadis-i şeriflerde işâret buyrulan yönü burasıdır. Asrımızda mâlumumuzdur ki, kalb nakli yapılabilmekte, hastaya farklı kişinin (veya yapay-sûni) kalbi takılmasına rağmen imanı ve karakteri sabit kalabilmektedir.

İman; Kalble Tasdik, Dille İkrar ve Organlarla Amel Etmenin Tümüdür
İslâm âlimleri imanın aslî şartının kalbin tasdiki olduğu hususunda ittifak etmiştir. (Gazzâlî, İḥyâʾ, C. III, Sf: 26- C. I, Sf: 121; Fahreddin er-Râzî, el-Muḥaṣṣal, s. 174; Teftâzânî, II, 249)
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; “Lâ ilâhe illAllah’ deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.
(Buhârî, İmân, bab: 33; Muslim, İmân, bab: 325, Hadis no: 193) 

Kalb duygu, düşünce ve inanç bakımından çok çeşitli renklere girmeye ve şekiller almaya elverişlidir. İmanın mahalli kalbdir, samimi bir şekilde kalb ile tasdik ederek kelime-i tevhid getiren kişi müslüman olur. (Buhârî, "İlim", 33, 39) İman kalbin tasdikidir.

Akıl ise, gerçeğin ölçüsü olabileceği gibi bu meselede tek ve yanılmaz demek değildir. İnsan, her mahlûkun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir. Fakat Rabb'ine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez, kendisine verilen nimetlere şükür gerektirdiğini anlayabilir, ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda varsayımlar ileri süremez.

Âmir dedi ki: Ben Nûmân ibn Beşîr (r.anh)'den şöyle derken işittim: 
Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'den şöyle buyururken işittim: "Halâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (halâl mı, haram mı belli olmayan bir takım) şubheli şeyler vardır ki, çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şubheli şeylerden sakınırsa, ırzını da, dînini de tertemiz tutmuş olur. Her kim şubheli şeylere dalarsa, (içine girmek yasak olan) koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi, çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun, her devlet başkanının kendine mahsûs bir koruluğu olur. Gözünüzü açın; Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram ettiği şeylerdir. Haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki iyi olursa bütün beden iyi olur; bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o (et parçası)  kalbdir"
(Buhari, İman, Bab 39, Hadis no: 45; Muslim, Musakât, 37)

"Mudğa" sözünü, bedenin kalan kısmına nisbetle küçültmek iradesiyle "kalb" mânasına kullanılmıştır. Kalb bu küçüklüğüyle beraber bedenin salâhı ve fesadı ona tâbi'dir. Mahal irâdesi 'itibariyle kalbden akıl ve anlayış ve şecaat gibi şeyler de irâde olunur. Kaldı ki yürek dediğimiz, sol cânibde asılmış olan mâlûm etten uzuvdur. Lâkin bir gönlümüz dâhi vardır ki, sukûn, harakelemeyi, istikrah gibi hâllerin medarıdır. 

Fahreddin er-Râzî, kalbin hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayırt etme ve iyi ile kötü arasında tercih yapma özelliğine işaret ettikten sonra bilgi, algı, düşünce ve inancın merkezinin kalb olduğunu belirterek bunun delillerini anlatmış, düşünce ve bilginin merkezinin beyin olduğunu söyleyen bazı eski filozofların görüşlerini ve dayandıkları delilleri aktararak eleştirmiştir (Mefâtîḥu’l-ġayb, V, 541, 544) 

Kur'an'da ve hadislerde kalbin mahiyeti ve tarifi üzerinde değil işlevleri ve nitelikleri üzerinde durulmuştur. Kur'an ve hadiste geçen kalb kelimesi insanın anlama, kavrama, düşünme ve şeylerin hakikatini bilme yönünü, başka bir ifadeyle insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel niteliğini dile getirir. İnsanın idrak eden, bilen ve kavrayan tarafı olduğu için kalb ilâhî hitaba muhatabdır, yükümlü ve sorumludur. Dinî ve İnsanî hayatın merkezinin kalb olduğu Kur'an ve hadislerde açıkça ifade edilmiştir.
"Kalbleri var ama onunla bir şey anlamıyorlar" (Âraf 179), 
(kitab) senin kalbine Allah’ın izni ile indirmiştir” (Bakara97)  
Allah’ın sözü karşısında kalbleri taşlaşmış gibi olanların vay haline!” (Zumer 22)
"
Zira dolaşsalardı, elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalbler kör olur.” (Hacc 46), 
"Kalbi olanlar için bunda öğüt vardır" (Kaf 37) mealindeki âyetler kalbin idrak, ilim, marifet ve düşünme aracı olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayı kalb (fuâd) sorumludur.

Kalbin bir özelliği de değişken olması (Musned, IV, 408; VI, 302) renkten renge girmesidir. Bu husus duygu, düşünce ve inançların değişmesini beraberinde getirir. Bundan dolayı bir hadiste;
"Ey kalbleri değiştiren, evirip çeviren Allah, kalbimi dinin ve taatin üzerine sabit kıl(Musned, II, 168, 173; Muslim, "îmân", 1, 2; Tirmizî, "Dacavât", 89, 124) şeklinde dua edilmesi tavsiye edilmiştir.  
"Kalbleri sabit kılan Allah'tır(İbn Mâce, "Mukaddime", 13) 
"Kalbler Allah'ın iki parmağı arasındadır(Muslim,"Kader", 17; İbn Mâce, "Mukaddime", 1 3; Tirmizî,"Dacavât", 89, "Kader", 7) hadisi de Allah Teâlâ'nın kalbleri değiştirdiğini ve yönlendirdiğini göstermektedir.

Kalb, kalbin çalışması, kalbin fizyolojisi ve kalbin gerçek dinamikleri, insan üzerindeki etki ve fonksiyonları üzerine araştırma yapmak için 1991'de Kalifornia'da kurulmuş olan  
Heartmath Estitüsü’nde yapılan çalışmalarla son on yılda kalbin mekanik bir pompadan daha fazlası olduğuna dair yeni kanıtlara ulaşıldı. Araştırmalar, kalbin kompleks bir duyu organı olduğunu düşündürüyor. Dahası var: Kalb, bir tür bilgi kodlama ve işleme merkezine sahib olabilir. 
Öncü nörokardiyoloji uzmanı Dr. J. Andrew Armor, kalb anatomisi, organizasyonu ve işlevini üzerine yıllardır yürüttüğü araştırmalarda kalbin geniş bir intrinsik sinir sistemine sahib olduğu sonucuna ulaştı. Başka bir ifade ile artık kalbi, bilimsel olarak “kendi başına çalışan küçük bir beyin” olarak nitelendirebiliriz. 1991’de yapılan araştırmalarda da “kalb beyninin” 40.000’den fazla nöron içeren karmaşık devre sisteminin algılama, düzenleme ve hatırlama işlevlerini düzenlediğine dair kanıtlar elde edilmişti.

https://youtu.be/zV_rr3w7img  



###########


     Kalp Zekası

Kalp zekası, akıl ve duygular kalple uyumlu bir hale getirildiğinde yaşadığımız farkındalık, anlayış ve sezginin akışıdır. Kendi kendine başlatılan uygulamalarla aktive edilebilir ve kalbin bizimle konuştuğunu veya bize rehberlik ettiğini algıladıkça, bu zeka ve rehberliğe daha sık erişebilme becerimiz artar. Kalp zekası hücresel organizasyonun temelini oluşturur ve organizmaları artan düzen, farkındalık ve vücut sistemlerinin tutarlılığı konusunda yönlendirir ve geliştirir.

Kaydedilen tarihin büyük bir bölümünde insanlar, zekanın, öğrenme, anlama, akıl yürütme ve çevrelerini şekillendirmek için bilgi uygulama yeteneğinin, beynin kafasındaki bir işlevi olduğunu anlamışlardır.

Aynı zamanda, zekice bir kalbe kuvvetle inandıklarının nesiller boyu geçen sözler ve sözlü geleneklerin yazılarında da geniş kanıtlar var.

Kalp zekası fikri üzerine araştırmalar 20. yüzyılın ikinci yarısında hızlanmaya başladı. 1960’larda ve 70’lerin öncü fizyologları John ve Beatrice Lacey, kalbin beynimizle çevremizdeki dünyayı algılamamızı ve tepki göstermemizi büyük ölçüde etkileyen şekillerde iletişim kurduğunu gösteren bir araştırma yaptı. 1991 yılında, HeartMath Enstitüsü’nün kurulduğu yıl, öncü nörokardiyolog Dr. J. Andrew Armor, “kalp beyni” terimini tanıttı. Kalbinin, beyin olan karmaşık ve içsel bir sinir sistemine sahip olduğunu söyledi.

Beyin oluşmadan önce, doğmamış fetüste kalp atmaya başlar, bir işlem bilim adamları otoritmik diyor.

İnsanlar rasyonel olanlardan çok önce duygusal bir beyin ve onlardan önce de atan bir kalp oluştururlar.

Kalbin “kalbindeki beyin” olarak bilinen kendi bağımsız karmaşık sinir sistemi vardır.

Bugün, Lacey’lerin araştırmalarına başladıktan bir buçuk yüzyıldan fazla bir süre sonra, kalp hakkında daha fazla şey biliyoruz:

Kalp, yaşamlarımızı yönetmemize yardımcı olmak için bize duygusal ve sezgisel sinyaller gönderir.

Kalp vücuttaki birçok sistemi yönlendirir ve hizalar, böylece birbirleriyle uyum içinde çalışabilirler.

Kalp beyin ile sürekli iletişim halindedir. Kalbin kendine özgü beyni ve sinir sistemi, beyindeki beynine bilgileri iletir ve kalp ile beyin arasında iki yönlü bir iletişim sistemi oluşturur.

Kalp kendi kararlarının çoğunu verir.

Beyin oluşmadan önce, doğmamış fetüste kalp atmaya başlar, bir işlem bilim adamları otoritmik diyor.

İnsanlar rasyonel olanlardan çok önce duygusal bir beyin ve onlardan önce de atan bir kalp oluştururlar.

Kalbin “kalbindeki beyin” olarak bilinen kendi bağımsız karmaşık sinir sistemi vardır.

Bilim adamları hala öğrenilecek çok şey olduğunu açıkça söylemelerine rağmen, gelecek nesiller geriye bakabilir ve 20. yüzyılın en önemli merkezlerinden biri olarak başka önemli bir keşfi gösterebilirler. Yüzbinlerce insanın kalp zekasına erişmek ve yaşamlarını iyileştirmek için kullandığı programı ayrıntılarıyla anlatan kitap HeartMath Çözümü, bu keşfi tartışıyor.

HeartMath çözümü kitabında (kurucusu Doc Childre’ın ortaklarından ve HeartMath sözcüsü olan Howard Martin), “Araştırmacılar, 1980’lerde ve 90’larda, yaşamdaki başarının, bireyin beynin zihinsel yeteneğinden ziyade duyguları etkin bir şekilde yönetme yeteneğine bağlı olduğunu göstermeye başladığını” söyledi..

Bu keşif doğal olarak, duyguları zekayla nasıl aşılayacağını bilmek isteyen insanlarla sonuçlandı.

Kitapta, kar amacı gütmeyen ve kalp zekası ve duyguları üzerine araştırmalar yürüten HeartMath Enstitüsü’ndeki bilim adamları, “kalp zekasının aslında zekayı duygulara aktardığı ve duygusal yönetimin gücünü güçlendirdiği” teorisini ortaya koydu. “Başka bir deyişle, kalp zekası gerçekten duygusal zekanın kaynağıdır.

“HeartMath Enstitüsü’ndeki araştırmamızdan, kendi kalbimizi daha derinden dinlemeyi öğrendiğimizde istihbarat ve sezginin arttığına karar verdik. Kalbimizden aldığımız mesajların nasıl çözüleceğini öğrenerek, yaşamın zorluklarının ortasında duygularımızı etkin bir şekilde yönetmek için gereken keskin algıyı ediniriz. Kalp zekanızı dinlemeyi ve izlemeyi ne kadar çok öğrenirsek, duygularımız o kadar eğitimli, dengeli ve tutarlı hale gelir. Kalbin yol gösterici etkisi olmadan, güvensizlik, öfke, korku ve suçlamanın yanı sıra diğer enerji tüketen reaksiyonlar ve davranışlar gibi reaktif duygulara kolayca düşüyoruz. ”

Erken HeartMath araştırması, olumsuz duyguların sinir sistemini dengesiz hale getirdiğini ve gerçekleştiğinde kalp ritimlerinin düzensizleştiğini ve kalp monitöründe pürüzlü göründüğünü buldu. Bu fiziksel kalp ve diğer organlara stres uyguladı ve ciddi sağlık problemlerini tehdit etti.

Childre ve Martin, “Buna karşın, pozitif duyguların, sinir sisteminin düzenini ve dengesini arttırdığı ve pürüzsüz, uyumlu kalp ritimleri ürettiğinin ortaya çıktığını” söyledi. “Ancak bu uyumlu ritimler stresi azaltmaktan daha fazlasını yaptı: Aslında insanların çevrelerindeki dünyayı açıkça algılama yeteneklerini geliştirdiler.”

Kaynak:  heartmath 

https://www.autonomhealth.com/blog/ueber-unser-herz-gehirn/


Über unser Herz-Gehirn 

Über unser Herz-Gehirn

Yıllar geçtikçe, kalbin ve beynin nasıl çalıştığına dair açıklamalar değişti.

Cannon, duygular ile kalp atış hızı, kan basıncı, nefes alma ve sindirim gibi fiziksel değişiklikler arasındaki bağlantıyı inceledi. Otonom sinir sistemi (ANS) uyaranlar tarafından kontrol edilir. Vücudumuzdaki diğer tüm süreçleri birlikte harekete geçirir veya sakinleştirir. ANS'nin harekete geçiren kısmı olan sempatik sinir sistemi, uyarıldığımızda savaş ya da kaç uyarısını yapar ve kalp atış hızının artmasına neden olur. Dinlenme veya gevşeme halinde ise parasempatik sinir sistemimiz öncelikli olarak çalışır ve kalp atış hızımızı sakinleştirir. Teorisi, beynin tüm sürecin kontrolünde olduğunu belirtir.

John ve Beatrice Lacey, 1960'larda ve 1970'lerde 20 yıllık bir çalışma sırasında, kalbin beyinle, çevreyi nasıl algıladığımızı ve ona nasıl tepki verdiğimizi önemli ölçüde etkileyen şekillerde iletişim kurduğunu buldular. Cannon'ın araştırmasını daha da incelediler ve kalbin, genellikle otonom sinir sisteminin faaliyet yönünden sapan kendi mantığına sahip olduğunu buldular.

“Kalp, sanki kendi aklı varmış gibi davranıyordu. Ek olarak, kalp beyne, beynin yalnızca anlamakla kalmayıp buna göre hareket ettiği anlamlı mesajlar gönderiyor gibiydi. Daha da ilginç olanı, bu mesajların bir kişinin algısını, davranışını ve performansını etkileyebiliyormuş gibi görünmesiydi.”

Nörokardiyologlar daha sonra kalbin karmaşık bir sinir ağına sahip olduğunu keşfettiler. Kalp üstü beyin olarak nitelendirilebilecek kadar büyük. Daha doğrusu, karmaşık sinir sistemine sahip kalp, 40.000 nöronal devreden oluşur. Kalp, "kafa-beyinimiz" ile sürekli iletişim halindedir. Ara bağlantılar, beyinden bağımsız olarak hareket etmesine, öğrenmesine, hatırlamasına, karar vermesine ve hatta hissetmesine ve algılamasına izin verir.

Kalbin beyne beynin kalbe gönderdiğinden daha fazla bilgi gönderdiği de bilinmektedir. Son araştırmalar, kalp ve beyin arasındaki sinirsel etkileşimlerin önceden düşünülenden daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Ayrıca intrinsik kalp sinir sistemi hem kısa süreli hem de uzun süreli hafıza işlevlerine sahiptir ve merkezi sinir komutundan bağımsız olarak çalışabilir.

Çözüm

Kendi edimsel "beyni" ile karmaşık bir bilgi sistemi olarak kalp, sinir sistemi ve hormonlarla iletişim kurar ve onları etkiler. Beyin fonksiyonları üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Hiçbir organ diğeri olmadan çalışamaz, yine de her birinin kendi işlevleri ve görevleri vardır. = Almanca‘dan Türkce‘ye‼️

        🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀


Kalb, dinî ve tasavvufî bağlamda bilgi ve düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibaret olan kalble bir ilişkisi olmakla birlikte, ondan ayrı olan bu anlamdaki kalbe “Rabbânî latife”ve “İlâhî cevher” de denir.

Kur’an’da ve hadislerde fuâd, sadr, lüb, nühâ ve rû’ gibi terimler genellikle kalb mânasında kullanılmıştır.

Fuâd, bazılarına göre kalb ile eş anlamlıdır; bazılarına göre ise kalb ondan daha özeldir. Mütercim Âsım Efendi’ye göre kalbin Türkçe karşılığı gönül, fuâdınki yürektir(Kāmus Tercümesi, I, 445)

Kur’an’da yüreğe (fuâd) metanet vermek için önceki peygamberlerin kıssalarından bahsedildiği belirtilir.(Hûd, 11/120)

Kalbin (fuâd) göz ve kulak gibi sorumlu olduğunu bildiren âyette ise (İsrâ, 17/36) fuâd kalb anlamına gelir.

“Göğüs” mânasındaki sadr, “Allah göğüslerde olanı bilir.” (Âl-i İmrân, 3/119, 154) ve, “Allah bir kimsenin hidayetini dilerse göğsünü İslâm’a açar.” (En‘âm, 6/125; Zümer, 39/22) meâlindeki âyetlerde mecaz yoluyla kalb mânasında kullanılmıştır.

“Ülü’l-elbâb” (Âl-i İmrân, 3/7, 190) ve “ülü’n-nühâ” (Tâhâ, 20/54, 128) ifadeleriyle kalp sahiplerine hitap edilmiştir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Lüb”, “Nühâ”, “Sadr”, “Fuâd” md.leri)

Kur’an’da akletme (düşünme) fiili kalbe nisbet edilmiş (Hac, 22/46), yani düşünmenin kalbin bir işlevi olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde fıkhetmenin de (anlama) kalbin bir işlevi olduğuna dikkat çekilmiştir. (el-A‘râf 7/179)

Rabbânî latifeye kalb denilmesi bu mânevî cevherin vücuttaki kalp ile ilişkisinin bulunması, işlevlerinin onun aracılığıyla gerçekleşmesi dolayısıyladır. Kalb çok değişken olduğu için bu ismi almıştır. (Tâcü’l-arûs, “ķlb” md.; Gazzâlî, İĥyâǿ, III, 3, 44)

Kur’an’da ve hadislerde kalbin mahiyeti ve tarifi üzerinde değil, işlevleri ve nitelikleri üzerinde durulmuştur. Kur’an ve hadiste geçen kalb kelimesi insanın anlama, kavrama, düşünme ve şeylerin hakikatini bilme yönünü, başka bir ifadeyle insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel niteliğini dile getirir. İnsanın idrak eden, bilen ve kavrayan tarafı olduğu için kalb ilâhî hitaba muhataptır, yükümlü ve sorumludur.

Dinî ve insanî hayatın merkezinin kalp olduğu Kur’an ve hadislerde açıkça ifade edilmiştir:

 “Kalbleri var ama onunla bir şey anlamıyorlar.” (A‘râf, 7/179);
 “Akletmek için onlarda kalb yok mu?” (Hac, 22/46);
“Kalbi olanlar için bunda öğüt vardır.” (Kāf, 50/37)

meâlindeki âyetler kalbin idrak, ilim, mârifet ve düşünme aracı olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayı kalb (fuâd) sorumludur. (el-İsrâ 17/36; el-Ahzâb 33/5)
‼️‼️Kalbin bir özelliği de değişken olması(Müsned, IV, 408; VI, 302), renkten renge girmesidir.‼️‼️

Bu husus duygu, düşünce ve inançların değişmesini beraberinde getirir. Bundan dolayı bir hadiste, “Ey kalbleri değiştiren, evirip çeviren Allah, kalbimi dinin ve taatin üzerine sabit kıl.” şeklinde dua edilmesi tavsiye edilmiştir. (Müsned, II, 168, 173; Müslim, “Îmân”, 1, 2; Tirmizî, “Daavât”, 89, 124)

Kalbleri sabit kılan Allah’tır. (İbn Mâce, “Muķaddime”, 13)

Kalb duygu, düşünce ve inanç bakımından çok çeşitli renklere girmeye ve şekiller almaya elverişlidir. İmanın mahalli kalbdir (Hucurât 49/7, 14; Mücâdile 58/22); samimi bir şekilde kalb ile tasdik ederek kelime-i tevhid getiren kişi müslüman olur. (Buhârî, “İlim”, 33, 39)

İman kalbin tasdikidir. Temiz kalb çok önemlidir. (Mâide, 5/41; Ahzâb, 33/53)

Kalbleri nurlandıran Allah’tır.(Buhârî, “Daavât”, 9; Müslim, “Müsâfirîn”, 181)

Dinde önemli bir yeri bulunan takvânın mahalli kalbdir. (Hac, 22/32; Müsned, V, 71, 379)

Kalblere sekînet, itminan, sebat ve huzur veren Allah olduğu gibi (Bakara, 2/260; Âl-i İmrân, 3/126; Mâide, 5/113; Enfâl, 8/10; Ra‘d, 13/28; Feth, 48/4, 18) kalblere hidayet veren, kalbleri kaynaştıran, merhametli, şefkatli ve insaflı kılan da O’dur. (Âl-i İmrân, 3/103; Hadîd, 57/27; Tegābün, 64/11)

Öte yandan kalb olumsuz yönde de değişir ve türlü renklere girer.

Kur’an’da kalb körlüğünden (Hac 22/46), kalb kasvetinden ve taşlaşmış yüreklerden (Bakara, 2/74; Mâide, 5/13; En‘âm, 6/43; Zümer, 39/22)bahsedilmiş; kalblerin mühürlenmesi (Bakara, 2/7; Nahl, 16/108; Câsiye, 45/23), gerçeği algılamaktan alıkonulması (A‘râf, 7/101; Yûnus, 10/74), kilitlenmesi ve üstüne perde çekilmesi (Bakara, 2/88; En‘âm, 6/25; İsrâ, 17/46; Muhammed, 47/24; Mutaffifîn, 83/14) üzerinde de durulmuştur.

Allah yoldan sapanların kalblerini saptırır (Saf, 61/5), yani insan kendi iradesiyle kötülüğü tercih edip o yönde teşebbüse geçerse Allah da onu kötü yola düşürür. Kalbin en iyisi iman, en kötüsü küfür ve inkâr olan çok çeşitli halleri vardır. Kalb hem rahmânî hem de şeytânî kuvvetlerin mücadele alanıdır. Bir hadiste bu husus, “Kalbde iki dürtü vardır, biri melekten, diğeri şeytandandır.” (Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ķurân”, 2/35) şeklinde ifade edilmiştir (Gazzâlî, İĥyâ, III, 26)

Gazzâlî kalb, ruh, akıl ve nefsin farklı anlamları olduğunu, fakat aynı zamanda bu terimlerin rabbânî latife denilen bir kavrama müştereken delâlet ettiğini, insanın hakikatinin de bundan ibaret olduğunu, aynı şeye filozofların “nefs-i nâtıka” dediklerini anlattıktan sonra onun niteliklerini “bilen, tanıyan, algılayan, sorumlu ve yükümlü olan” şeklinde tesbit eder.

Gazzâlî’ye göre rabbânî latife insanı diğer canlılardan ayıran ve onlara üstün kılan insanın hakikati olup duruma göre ona bazan akıl, bazan ruh, bazan nefis, bazan kalb denir. Ona verilen isimler değişik olsa da mahiyeti değişmez. (İĥyâ, III, 3-5)

Kalb ile rabbânî latife arasındaki ilişki cevher-araz, sıfat-mevsuf, yöneten-yönetilen, alet-usta, mekân-mekânda bulunan nesne ilişkisi gibidir. Bu ilişkinin mahiyeti konusunda akıl hayrete düşer. Hz. Peygamber ruh (kalb) üzerinde konuşmaktan kaçındığından (Buhârî, “İlim”, 47; Müslim, “Münâfıķīn”, 32) bu konuda açıklama yapmak doğru değildir, bunun pratik bir faydası da yoktur. (Gazzâlî, İĥyâǿ, III, 3)

Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî Maķāmâtü’l-ķulûb adlı eserinde kalb, lüb, sadr ve fuâd kelimelerini incelemiş, Ebû Saîd el-Harrâz da Kitâbü’ś-Śıdķ isimli eserinde kalb terimi üzerinde durmuştur.

Daha sonra Hakîm et-Tirmizî Kitâbü’l-Farķ beyne’ś-śadr ve’l-ķalb ve’l-fuâd ve’l-lüb isimli eserinde (Kahire 1954) kalb ve onunla aynı anlama gelebilen terimleri ele alarak bunlar arasındaki farkları belirtmiştir. Ona göre nefis, sadr ve kalb iç içe geçmiş üç halka gibidir; altta nefis, ortada sadr, üstte kalb bulunur. Sadr nefis ve kalbin buluştuğu ortak alandır. Nefisten ancak kötülük doğar. Sadra feyiz kalbden gelir. Kalbin iki yüzü vardır; biriyle Hakk’a, diğeriyle halka bakar. Kalb Allah’ın arşıdır, yerlere ve göklere sığmayan Allah mümin kulunun kalbine sığmıştır. (Hatmü’l-evliyâ, s. 130, 269, 270, 374; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥâtü’l-Mekkiyye, I, 101-102)

Hakîm et-Tirmizî, Kitâbü’r-Riyâże ve âdâbü’n-nefs adlı eserinde (Kahire 1366) bu konuları işlemiştir. Tasavvuf kitaplarında sıkça geçen, yere ve göğe sığmayan Allah’ın mümin kulunun kalbine sığdığını belirten ifade kutsî bir hadis olarak da rivayet edilir. (Aclûnî, II, 99-195)

Mutasavvıflar insanların fiillerini beden ve kalbin fiilleri olarak ikiye ayırmışlar, bedenin fiillerini zâhirî ameller, kalbin fiillerini, bâtınî ameller diye adlandırmışlardır. Bedenle ilgili fiillere uygulanan farz, haram, mekruh, mubah gibi şer‘î hükümler tasavvufta aynen kalbin fiillerine de uygulanmış ve bunlara bâtınî hükümler denilmiştir. Tasavvufun bir bakıma bâtınî fiilleri ve bunlara ilişkin şer‘î-bâtınî hükümleri tesbitten ibaret olduğu söylenebilir.

"Gerçek mü'minler yanlarında Allah zikredilince kalbleri titreyenlerdir." (Enfâl, 8/2)

"Şüphesiz maddi gözler köretmez ama göğüslerde olan kalpler körelir." (Hacc, 22/46)

Bu âyet-i kerimelerde anlatılan manevî kalbtir. Kalb imân merkezi olan duyudur. Nitekim Allah Teâlâ,

"İnananların kalpleri Allah'ı anmakla yatışır. İyi bilin ki kalpler ancak Allah'ı anmakla yatışır." (Râd, 13/28). 

"Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir."(bakara, 2/7). 

buyurmuştur. Bu âyet-i kerimeler imanın kalple alâkalı oludğunu anlatmaktadır.

Aynı konuda bir başka âyette şöyle buyurulmuştur: 

"Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerine pas olmuştur."(Mutaffifin, 83/4)

 https://sorularlaislamiyet.com/kalb-sadr-fuad-ve-lubb-ne-demektir?amp

🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀🫀

Kalp


“İmam Gazzâlî’nin İhyâ’sında Akıl ve Kalp; “Tasavvufta Kalp Kavramı ve Önemi” adlı tezlerden yararlandık. Ayrıca kalp tasnifi konusunda da “Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Mârifetnâme’sinde Tasavvufî Hayat” adlı tezle beraber Hakîm Tirmizî’nin “Kalbin Anlamı” ve İbrahim Hakkı’nın “Mârîfetnâme” adlı eserlerinden yararlandık.  

Tasavvufta Kalp Kavramı:

Kalp, vücudumuza gerekli besin maddelerini ve oksijeni sağlayan kanı, dolaşım sistemimiz içinde hareket ettirerek hayatta kalmamızı sağlayan organımızdır. Kalp, vücudumuz oluşurken anne karnında harekete geçen ilk organımızdır. Diğer organlar ise kalp ve damar sistemi etrafında şekillenmeye devam ederler. Zâhirî mânâda taşıdığı bu özellik bâtınî mânâda da hayatın ve canlılığın kaynağı olarak değerlendirilir. Böylece kalp, bir şeyin merkezi ve özü anlamına gelen bir Kur’an kavramı olarak karşımıza çıkar. Tasavvufî bir ıstılah olarak kalp; îmanın, sevgi ve nefretin, iyi ve kötü bütün duyguların, anlayış, duyuş, seziş yeteneklerinin kaynağı olduğu kabul edilen, insanın mânevî varlığının merkezi yani diğer bir deyişle gönüldür.

Arapça’dan dilimize geçmiş bir kelime olması itibarıyla lügat mânâsı “bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek” olan kalbin bu değişken hâlini Ebû Musa’dan rivayet edilen hadîs-i şerîfe göre Peygamber Efendimiz (s.a.s) şu şekilde anlatır: “Kalbe kalp denilmesinin sebebi çok değişken olduğundandır. Kalbin misâli çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misâli gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned IV. 409). 

Kur’an’da yaklaşık 140 yerde geçen “kalp” kavramına hem cismânî hem de rûhânî cihetleriyle yer verilmiştir. “(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zîra dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (el-Hacc, 22/46) âyetinde hem kalbin düşünme yetisine sahip özelliğinden hem de göğsün içindeki cismânî vasfından bahsedilmektedir.

Mutasavvıfların rabbânî ve rûhânî bir latife olması itibarıyla insana verilmiş en büyük nimetlerden biri olarak gördükleri kalp, tasavvufta en çok zikredilen ıstılahların başında gelir. Bedeni bir şehir olarak betimlediklerinde kalp bu şehrin padişahı olarak tanımlanır. Peygamber Efendimiz’in “Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Buhâri, Îman 39) hadîsini şerh eden Ebû Hüreyre (ö. 58/678) kalbi, ordusunun başındaki bir sultana benzeterek şöyle tasvir etmiştir: 

Kalp sultandır ve onun orduları vardır. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur. Sultan kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.” (Abdurrezzak, el-Musannef, XI. 221). 

 

Gazzâlî (ö. 505/1111) İhyâü Ulûmi’d-Dîn’inde ilhamını bu rivayetten alarak; beden ülkesinin sultanı olan kalbin, veziri olan akıl ile istişare ederek tüm organları sultana boyun eğdirmesiyle ülkenin işlerinin düzeleceğini anlatır. Zâhirî mânâdan baktığımızda ruh ve beden sağlığı bakımından kalp çok önemli bir organdır; o sağlıklı olunca bütün vücut sağlıklı olur. Eğer olmazsa da “Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.” (Bakara 2/10) âyetinde belirtildiği şekilde içinde bulunduğu vücûdu felakete götürür. 

Kalbin mutasavvıflar tarafından insanın bedeninin yönetim merkezi sayılmasının asıl sebebi, onun bir bilgi edinme aracı olarak kullanılmasıdır. Tasavvufu diğer İslâmî disiplinlerden ayıran öğelerden biri şudur ki; sûfîler, filozof ve kelâmcılardan farklı olarak bilgiyi akıl, nakil ve duyu yollarının ötesinde, almış oldukları mânevî eğitimin beraberinde getirdiği tasavvufî tecrübe ve zevk yoluyla da ulaştıklarını ifade ederler. Mutasavvıflar için bilgi almanın merkezi akılda değildir; bu merkez, çarpıntısı hem hayat veren hem de hayatın varlığını belirten kalpte yer alır. Dolayısıyla sûfîler tarihte Gazzâlî ile birlikte, akıl ve kalbi bilgi araçları olmaları açısından birbirinden ayırırlar. Bu ayırımı yaptıklarında zâhirî yani duyu organları ve akıl aracılığıyla sahip olunan bilgilere ilim; bâtınî ve kalbî yani iç tecrübe ile vâsıtasız olarak elde edilen, keşf, ilham, irfan, ilm-i ledün gibi terimlerle de ifade edilen bilgilere ise mârifet demiştirler. Kalp vâsıtasıyla alınan mârifet bilgisi varlığın iç yüzüne ve özüne ait olan bilgidir. Bu bilgi, akıl vâsıtasıyla elde edilen ve varlığın görünüşlerine ait olan ilimden mutasavvıflarca daha üstün tutulur. Gazzâlî bu iki farklı bilgi edinme yolunu şu şekilde bir örnekle karşılaştırmaktadır:

Bir havuz düşünelim. Bu havuza üst tarafında bulunan derelerden yol açılıp su aktarılması imkân dâhilinde olduğu gibi bu havuzun derince kazılıp toprağının atılması böylece dibindeki temiz suya ulaşılması da mümkündür. Hem bu su daha berrak, daha sürekli, daha derin ve daha çok olur. İşte kalp havuza, bilgi suya, duyu organları da nehirlere benzer. Bilgi kalbe nehirler mesâbesinde olan duyu organları ve gözlem vâsıtasıyla gelebileceği gibi, halvet ve uzlet ile bu nehirlerin kapatılarak kalbin temizlenmesi ve üzerindeki tabakaların kaldırılması sûretiyle bilgi pınarları kalbin derinliklerinden fışkırabilir.

 

Buradan da anlaşılacağı üzere Gazzâlî’ye göre ilmin yeri kalptir. Gazzâlî ilmi, hakîkatlerin kalpte parlaması olarak tanımlamaktadır. Gazzâlî’ye göre ilimle bağlantısında, kalbin melekût âlemine ve Levh-i Mahfûz’a açılan bir iç kapısı ve duyu organları sayesinde şehâdet ve mülk âlemine açılan bir dış kapısı vardır. İç kapıdan gelen ilimler enbiyâ ve evliyâlara ulaşırken, dış kapıdan gelen ilimler âlim ve hakîmlere ulaşır. Mutasavvıflar iç kapıdan gelen bilgilerin kalpte en güzel şekilde yansımasıyla ilgilenirler ve dolayısıyla kalplerini temizleyip parlatmak için çabalarlar. Kalbin tasnifleri bölümünde bilginin kalbin derecelerine göre farklı şekilde tecelli etmesinden bahsedilecektir. 

 

Kalp Tasnifleri:

Mutasavvıflar kalbin nefs gibi çok sayıda anlama gelen kelimelerden biri olduğunu ifade ederler. Kalp, insanın içinin ve derinlerinin bütün derecelerini kendinde toplayan genel anlamlı bir ıstılah olarak görülmektedir. Dolayısıyla kalp birbirinden farklı makamlardan meydana gelir. Mutasavvıflar bu makamları tasnif ederken dışarıdan içeriye, bir başka deyişle zâhirden bâtına doğru yükselen derece tasnifleri yaparlar. Farklı sayılarda yapılan bu tasniflerin en temeli Hakîm et-Tirmizî (ö. 320/932) tarafından yapılan 4’lü tasniftir. 

  • Birinci derece: Sadr. Lügat mânâsı olarak göğüs demektir. Tirmizî'nin yorumuna göre sadr kalbin başlangıç noktasıdır. Misal olarak sadr, Kâbe’nin bulunduğu Mekke şehri olarak örneklendirilebilir. Gündüzün başladığı nokta olarak da geçen sadr kelimesi, kalbi barındıran yer olarak kullanıldığında da kalbin evi olarak ifade edilebilir. Duyu organları ve tecrübelerle elde edilen bilgiler burada saklanır. İhtiyaçlara bağlı olarak ortaya çıkan kuruntular buradan kalbe giriş yaparlar. Sadr, aynı zamanda kötülüğü emreden nefsin yönetim yeridir. 
  • İkinci derece: Kalp. Örnek olarak, Mekke şehrine (sadr) göre haremin içi olarak ifade edilebilir. Kalp, îman nurunun bulunduğu, dolayısıyla Allah sevgisi ve korkusu, Allah'tan sakınma ve râzı olma duygusu, kesin îman etme yeridir. Kalp bilginin esaslarının kaynağıdır. Sadra giden bilgi de kalpten gider. Allah'tan sakınma ve kesin inanç nuru olması itibarıyla kalp, nefsin hâkimiyeti altında değildir. 
  • Üçüncü derece: Fuad. Mekke’nin (sadr) içinde Mescid-i Haram’ın (kalp) içi örnek olarak verilmektedir. Öğrenme de burada gerçekleşir. Fuad öğrendikten sonra kalp öğrenebilir. Burası esas mânâda görme fiilinin gerçekleştiği derecedir. 
  • Dördüncü derece: Lüb. Lügatte öz, akıl mânâlarına gelmektedir. Hem birleme yani tevhit hem de tefrit müşâhedesinin nurunun da kaynağıdır. Kul Hakk’ı lâyığıyla ancak bu derecede yüceltir. Lüb sahibi kişi âyette "Onlar Allah’ın kendilerine hidâyet ettiği ve rehberliklerine uyulan kimselerdir." diye ifade edilmiştir.

Kalbin derecelerini tasnif eden bir diğer mutasavvıf da İbrâhim Hakkı Erzurûmî’dir (ö. 1194/1780). Kendisi, Mârifetnâme adlı eserinde tasavvuf ehlinin kalp kavramını tarifini şu şekilde verir: “Kalb, nefs-i nâtıka, insânî rûh, hakîkat-ı insâniyye, latîfe-i rabbâniyye, belki akl-ı meadın hepsi bir can olup, ruhdur. Bu isimlerle adlandırılan insan kalbi, o akl-ı küll olan ruh-i izâfî ile, hayvân ve melek mertebelerini aşıp, insân-ı kâmil derecesine kavuşunca ebedî hayât bulur.” İbrâhim Hakkı Hazretleri, Hz. Îsâ’nın (a.s) “Bir kimse iki kere doğmadıkça, melekût ve semâvâta ve melekler zümresine giremez.” kelâmındaki fizikî olarak dünyaya gelme ile nefsânî özelliklerden kurtulmak sûretiyle gerçek mânâda doğmak arasındaki süreçten bahsetmektedir. Dolayısıyla dünyaya gelen “kalp çocuğu”, hayatın yedi bölümü olarak nitelendirebileceğimiz bebeklik, çocukluk, bulûğ çağı, gençlik, orta yaşlılık, ihtiyarlık ve son olarak da ölüm süreçlerini aşağıdaki yedili tasnifteki özelliklere ulaşmak sûretiyle tamamlar.  İbrâhim Hakkı’ya göre her tavır, o tavrı ifade eden terim ve bu tavrın icapları aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır: 

  • Birinci tavır: “Akıl” – Kalbin en basit derecesi olarak tanımlanır. Konuları hak ve bâtıl olarak ayırabilme düzeyidir. Bu tavır “mümin” olabilmenin en temel şartıdır.
  • İkinci tavır: “Sadr” – Lügatte yürek ve kalp kelimelerine karşılık gelir. Bu aşamada insan mütefekkir olup, sadrı inşirah bulur. Bu tavırdaki mümin tefekkür ehli olarak nitelendirilir ve yapmış olduğu tefekkürden zevk ve feyz almak sûretiyle kendisinin kalbinde îlahî mârifet sırları açığa çıkmaya başlar.
  • Üçüncü tavır: “Hubbetü’l-kalb” – Bu tavırda mümin dünya zevk ve mihnetlerine aynı uzaklıkta durabilme özelliğine sahip olur. Bir başka deyişle bu tavırdaki kişi dünyevî her olayı tarafsız olarak karşılayabilmektedir. Bu tavır Kur’an’da: “Allah’ın verdiği (nimetle) ferahlanmayın, elinizden aldıkları yüzünden de üzülmeyin.” âyetinin mânâsıdır. Yine bir tasavvuf hikâyesinde bir mutasavvıfın saldırıya uğraması üzerine durumuna üzülen bir kişinin kendisine helva vermesi ve bu hâlini gören başka birinin sorusu üzerine başına vuranın da helvayı verenin de aynı kişi olduğunu ifade etmesi hâlidir. 
  • Dördüncü tavır: “Mehcetü’l-kalb” – Hayır ve şerrin ancak Allah’tan geldiğinin bilincinde olmakla beraber, cemâlî tecellî ile celâlî tecellînin arasındaki farkı anlayabilecek ferâsete sahip olma durumudur. 
  • Beşinci tavır: “Şegaf” – Hakk’ın tecellîsi ile oluşan cezbeyle dünya sevgisinden tamamen kurtulma durumudur. Âyetteki “Çok ağlayın, az gülün.” emri ile hareket etmek, bu tavrın içerisinde bulunan müminin derecesini göstermektedir.
  • Altıncı tavır: “Fuad” – Bu tavırda kalp, nefsin sebep olduğu vesveselerden kurtulur. “Gönüllere vesvese verenin şerrinden Sana sığınırım.” âyeti ile ilişkilendirilmektedir. Bu mertebe, kalbin Rabbânî ilhâma mazhar olduğu mertebedir. 
  • Yedinci tavır: “Süveydâ” – Kalbin son mertebesidir. Siyah nokta olarak tercüme edilen bu kelime, peygamberlerin makamı olan sıddîk olma durumudur. Siyah nokta ile yapılan benzetme hadîs-i şerîfte belirtildiği gibi “altında ve üstünde hava bulunmayan” en yüce göğe yani sema-yı amâ’ konumuna yükselme durumudur ki, burada kullanılan terimlerden biri de kara buluttur. Bu makam zaman ve mekândan bağımsızdır. Ayrıca bu makamda sonsuz huzur ve mutluluk hâkimdir. 

İbrâhim Hakkı Hazretleri’nin Mârifetnâme’sinde yapmış olduğu bu tasnif nefsin dereceleri konusunda yapılmış olan tasnife benzetilebilir. Her insan, en şerefli varlık olarak betimlenmesi itibarıyla “Allah’ın halîfesi”, “kâmil insan” veya “Hazret-i İnsan” derecelerine yükselme potansiyeline sahiptir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi, ikinci doğumun gerçekleşmesine bağlıdır. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi Hz. İsâ (a.s); “Bir kimse iki kere doğmadan melekûta, göklere ve melekler topluluğuna giremez!” diye buyurmaktadır. İbrâhim Hakkı Hazretleri’ne göre nokta-i süveydâ olarak belirttiği kalbin 7. tavrı, ölmeden önce ölmek hâlidir ki, buna sıddîkiyet denir. Bu seviyedeki insana örnek olarak Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Ölmeden önce ölmüş birini görmek isteyen Ebû Bekir-i Sıddîk’a baksın!” demek sûretiyle Hz. Ebû Bekir’i işaret etmektedir. Bu seviyedeki kalp, Allah’a kelime-i şehâdet’teki gibi şehâdet edebilme seviyesine erer, yani “Allah’tan (c.c) başka bir ilâhın olmadığına gözlerimle görür derecede îman edebiliyorum.” diyebilecek kapasiteye sahip olur.

Kanaatimizce tasnifler arasında şu karşılaştırmalar yapılabilir: Tirmizî’nin sadrı İbrâhim Hakkı Hazretleri’ndeki akıl ve sadr derecelerini içermektedir. Kalp ise üçüncü, dördüncü ve beşinci tavırları içermektedir. Fuadı iki mutasavvıf da aynı derece için kullanırken, lüb ve süveydâ da özün özü olan derece için kullanılmaktadır. 

Bu tasnifler kanaatimizce tasavvuf literatüründe hakîkat için yapılan 4’lü tasnife benzetilebilir. Özellikle Tirmizî’nin yapmış olduğu 4’lü tasnifte kalbin en alt seviyesi olan gözüken derecedeki hakîkat seviyesi “şerîat” ile karşılaştırılabilirken, dereceler arttıkça “tarîkat”, “hakîkat” ve kalbin en yüksek seviyesi olan lüb ile “mârifet” derecesi arasındaki bağlantıdan bahsedilebilir. Kanaatimizce benzer bir ilişki de İbrâhim Hakkı Hazretleri’nin 7’li tasnifi ile nefsin seviyeleri için kullanılan “atvâr-ı seb‘a” benzetmesi yapılabilir. Nefsin emmâreden başlayan derecelendirilmesi, kalbin akıl seviyesinden başlayan derecelendirilmesi ile karşılaştırılabilir. 

 

Kalbin Tasfiyesi:

Sözlükte “duru ve temiz olmak” anlamındaki safv kökünden türeyen tasfiye “süzmek, arıtmak, saf ve temiz hâle getirmek” demektir. Mutasavvıflar kalbin temizlenmesi veya tasfiyesini tasavvufun temel prensiplerinden saymışlardır. Hatta bazı müelliflere göre tasavvuf kelimesi tasfiye kelimesinin kökü olan “safv” kökünden gelmektedir. el-Lüma’ adlı eser de sûfîlerden “ehl-i safvet” şeklinde bahseder. Bu özellik birçok mutasavvıfın tasavvuf ve dervişlik tanımına yansımıştır. Bunlardan birkaçı aşağıdaki şekildedir:

  • Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909): “Tasavvuf Allah’ın safâyı sana has kılmasıdır. Allah’tan gayri her şeyden (mâsivâ) gönlünü arındıran kimse gerçek sûfîdir.” 
  • Ebû Saîd Harraz (ö. 268/881) “Sûfî, Allah’ın, kalbini tasfiye edip nurla doldurduğu kimsedir. Böyle kalbine nur giren kimse zikr-i ilâhîden lezzet duyar.”
  • İbrâhîm ed-Desûkī (ö. 676/1277) “Derviş olan kimse, âzâsını maddeden temizlemek, kalbini gafletten pâk etmek lâzımdır.”

Mutasavvıflar Kur’an ve hadis referansları üzerinden kalbin övülen safvet (kalb-i selîm) ve yerilen kasvet şeklinde birbirine zıt iki özelliğinden bahsetmektedirler. Bunlardan kalb-i selîme örnek olarak; “O gün ne mal, ne evlât fayda verir. Ancak Allah’ın huzûruna selîm bir kalple gelenler müstesna.” (eş-Şu’arâ, 26/88-89) âyetini işaret ederler. Buna zıt olarak da işlenen günahların neticesinde kalpte oluşan kara lekelerin kararmaya neden olduğu kasvetten bahsederken de, “Allah’ın zikrinden uzak kasvetli kalbe yazıklar olsun.” (ez-Zümer, 39/22) âyetini örnek olarak verirler. Bu kasvet sonucu kalpler katılaşır. “Sonra kalpleriniz katılaştı da katılıkta taş gibi oldu. Hatta daha da ileri.” (el-Bakara, 2/74). 

Buradan anlaşılacağı kadarıyla kalbin sürekli temizlik hâlinde olması elzemdir. Ahmed er-Rifâî’ye göre dervişin kalbi “nazargâh-ı Hudâ” olduğundan; dervişin kalbini dünyâyı ilgilendiren şeylerden, kötü düşüncelerden temizlemesi gerektir. Temizlenmenin ise dört derecesi olduğu zikredilmiştir: İlk olarak zâhirî temizlik; su ile yapılır ve dış organlarımızın zâhirî pisliklerden temizlenmesini sağlar. İkinci olarak ibâdetler ve iyilikler yapmak ile dil temizlenir. Üçüncü sırada kalbi kötü huylardan temizlemek gelir ki, bu da her kötü huyun yerine bir ilâhî huy getirmek ile olur. En son derecedeki temizlik ise tevhit ilmi ile Allah’tan gayrı her şeyden temizlenmektir ki, hakîkî temizlik budur. Kelâbâzî (ö. 380/990) kalbi tamamen temizlenmiş kişi mârifet ilmini tahsil etmiştir ki, bu hâldeki nefs, istek ve arzularını kontrol edebilecek hâle gelir, duyguları kontrol hâline alıp huylarını iyileştirir, Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanır ise dünyâya sırt çevirebilir. Bu hâlde olan derviş, artık içindeki sesleri denetleyebilir, demektedir.

Mutasavvıflar kalp tasfiyesinin temel enstrümanları olarak nâfile ibâdet ve özellikle bunların arasında zikri göstermektedirler. “Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikriyle itmînâna erer.” (er-Ra’d, 13/28) âyetinde görüldüğü üzere kalbin temizlenmesi için gereken itmînan yani îmanın ana kaynaklarında biri olarak zikir salık verilmiştir. Organların kendilerine ait kulluk şekillerinden bahsedilirken zikir için hem kalp hem de dilin kulluğu üzerinde durulur. “Zikreden kimse ile zikretmeyen kimse, diri ile ölü gibidir.” denilmiştir (Buhârî, Daʿavât, 67). Bu hadisten de anlaşılacağı üzere canlılığın sembolü olan her nefes alıp verişte mânevî canlılığı sağlayan Allah’ın zikridir. Bu süreç içinde inme sırasındaki “he”nin kaynağı arş, çıkma sırasındaki “he”nin kaynağı ise kalptir (Necmeddîn-i Kübrâ, 141). Dolayısıyla zikir kalbin temizlenmesi için temel bir rol oynamaktadır. Bunu Muaz b. Cebel’in “En faziletli amel hangisidir?” sorusuna, Allah Resûlü’nün verdiği “Dilin, zikr-i ilâhî ile ıslak olduğu hâlde Allah’a kavuşmandır.” (Tirmizî, Daʿavât, 4) cevabından da açıkça anlamaktayız. 

Kalbin tasfiyesinin sonucu, kişinin daima iyiliğe meyleder bir duruma gelmesidir. Bu süreçte olan insan güzel huy ve ameller konusunda zorlanmadan hareket eder ve bu özellikler adeta bir “refleks” hâlinde insanda yer eder. Kalp ve amel konusundaki bu ilişkiye "Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar." (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539) hadîsinde işaret edilmektedir. Kalbin tasfiyesini tamamlamış olan mümin için artık kalbin takvâsından bahsedilebilir. Burada takvâ Allah bilinci, Allah’a karşı sorumluluk bilinci mânâlarında kullanılmaktadır. Takvânın kalbe yerleşmesi konusundan Cafer Huldî (ö. 348/959) şu şekilde bahseder: “Kul ile Allah’ın kalpte temâşâ edilmesi arasında takvânın kalbe yerleşmesi hâli vardır. Takvâ kulun kalbine yerleşirse, onun üzerine ilmin bereketi ve feyzi iner, dünya tutkusu gider.”

 

Sonuç:

Tasavvufta kalp konusunu üç bölümde incelemeye çalıştık. İlk kısımda kalbin tarifleri üzerinden vücudun yaşamsal bir organı olmasıyla beraber, zâhirî mânâda mânevî hayatın da merkezini oluşturmaktadır. Bu konu gerek Kur’an ve hadis gerek de mutasavvıfların keşf yoluyla elde ettiği bilgiler çerçevesinde sabittir. Kalp aynı zamanda tasavvuf ilmi için temel bilgi alma metodu olan keşfin kullandığı araçtır. 

İkinci bölümde, kalbin mutasavvıflar tarafından yapılmış olan tasniflerini incelmeye çalıştık. Bu konuda en temel ve kabul görmüş çalışmalar olarak, Hakîm et-Tirmizî tarafından yapılan 4’lü tasnif ve İbrâhim Hakkı Erzurûmî tarafından yapılan 7’li tasnifi belirledik. Bu tasniflerin içinde geçen ve yer yer kalbin eş anlamlıları olarak kullanılan sadr, fuad, lüb gibi tâbirleri açmak sûretiyle kalbin derecelendirmelerini inceledik. Bu tasnifler arasındaki benzerlikleri ve tasavvuftaki “nefs”, “hakîkat” gibi çoklu mânâlarda olup tasnif edilmiş kavramlar ile kısaca karşılaştırmaya çalıştık.

Son olarak tasavvufun temel amaçlarından biri olan kişin kalbinin tasfiyesi konusuna değindik. Kalp tasfiyesinin nedeni ve metotları konusunu tartıştık. Bu metotlar arasında zikir ve nâfile ibâdetlere değindik. Bu konuda yine âyet, hadis ve mutasavvıfların tecrübelerinden yaralandık.

Kaynaklar:

 

  • Çalık, Fatma, Bir Semantik Analiz Denemesi: Kur'ân’da ‘Kalp’Kavramı, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 20, Sayı: 2, 2011, s. 167-190.
  • Çavuş, Cennet Ceren, İmam Gazzâlî’nin İhyâ’sında akıl ve kalp, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2014. 

 

  • Emektar, Ramazan, Tasavvufta kalp kavramı ve önemi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2001.
  • Gazzâlî, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyâ’u Ulûm’id-dîn, 1-4, Çev. Ahmed Serdaroğlu, İstanbul: Bedir Yay. 2002.
  • Gökpınar, Perihan, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Mârifetnâme’sinde tasavvufî hayat, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
  • Görmez, Mehmet, “Beden Ülkesinin Sultanı”, https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=8807, e.t.05/01/2020, 15:00.
  • İbrahim Hakkı, Mârîfetnâme, Bs.:1, Haz: Faruk Beyan, İstanbul: Bedir Yayınevi, 1980.
  • Kuşeyrî, Abdülkerîm, Tasavvuf İlmine Dâir Kuşeyrî Risâlesi, Bs.: 2, Haz: Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1981.
  • Reis, Bedriye, “Gazâlî’ye Göre Bir Bilgi Kaynağı Olarak Marifet”, AİBÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 5:9:1-40, 2017.
  • Sayar, Kemal, “Kalb ile anlamak”, http://www.gercekhayat.com.tr/yazarlar/kalb-ile-anlamak/ e.t.07/01/2020, 14:00.
  • Tirmizî, Hakîm, Kalbin Anlamı, Çev: Ekrem Demirli, İstanbul: Hayy Kitap, 2017.
  • Yılmaz, Hasan Kamil, “Tasavvuf ve Kalb”, Altınoluk Dergisi, 104: 31,1994.
  • Uludağ, Süleyman, “Kalb”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 24, 2001, 229-232.
  • Uludağ, Süleyman, “Tasfiye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 40, 2011, 127-128.

Kerim Güç

Nefes Yayınevi Genel Müdürü

Kaynak: Tasavvufta Kalp Sempozyumu Bildirisi

https://www.biakademi.com.tr/kalp/ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️