1 Temmuz 2023 Cumartesi

St. Paul (Aziz Paulus)

 

AZİZ PAUL’UN DENİZ YOLU İLE YAPTIĞI SEYAHATLERDE UĞRADIĞI KENTLER
Selefkiye - Samandağ (Antakya), 
- Perge (Antalya),
- Antalya
- Tarsus (Mersin), 
- Troas (Çanakkale), 
- Efes (İzmir)
- Behramkale (Assos)
- Milet
- Patara (Antalya-Kaş)
- Demre 
- Knidos (Muğla-Datça)


⚠️ http://www.gang-gang.net/nomad/turkey/turkey02.html


Aziz Pierre ile birlikte erken Hıristiyan misyonerlerinin en ünlüsü ve hatta en etkilisi olarak kabul edilen Aziz Paul


AZİZ PAULUS’UN 1. YOLU (M.S.46-48):
   Aziz Paulus’un hayatında, Kudüs’ten ayrılana kadar yolculuklar görülmez. Paulus’un ve Barnabas’ın görevlendirilmesi İncil’de “Elçiler’in İşleri” kısmında 13. bölümde anlatılmaktadır. İncil’de 13.-21. bölümler Aziz Paulus’un Anadolu’da yaptığı yolculukları, ardından, Roma’da geçirdiği ve yargılandığı günleri anlatmaktadır. 

Aziz Paulus, M.S. 46-48 yılları arasında Antiokheia’dan(Antakya) yolculuğuna başlamış ve bir liman kenti olan Seleukeia Pieria’ya (Samandağ) gelerek, buradan bir gemiyle, Kıbrıs (Salamis ve Paphus) üzerinden Attalia (Antalya) Limanı’na, ulaşmıştır. Kara yolu ile Perge’ye (Aksu) ve Kestros (Aksu) Vadisi’nden, Psidia Antiokheia’ya (Yalvaç) ulaşmıştır. Yolculuğuna devam ederek, İconium (Konya), Lystra (Hatunsaray Kasabası) ve Derbe (Aşıran Köyü) kentlerini ziyaret eder. Aynı güzergâhtan geri dönerek Psidia Antiokheia (Yalvaç) ve Kestros (Aksu) Vadisi üzerinden, Perge’ye (Aksu) oradan Attalia’ya (Antalya) ulaşır. Daha sonra deniz yolu ile Kıbrıs’a uğramadan Seleukeia Pieria (Samandağ) ve Antiokheia’ya (Antakya) ulaşarak yolculuğunu tamamlar.  

              

AZİZ PAULUS’UN 2.YOLU(M.S. 49–52):
    San Paulus’un İkinci yolculuğun başlangıç noktası Jerusalem’dir. (Kudüs) Jerusalem’de (Kudüs) yapılan bir toplantıda alınan karar gereği, karayolu ile Antiokheia’ya (Antakya) gider. Bu yolculuğu birlikte kararlaştırmışsa da Aziz Barnabas’la aralarındaki bir anlaşmazlık yüzünden onunla değil de Aziz Silas ile birlikte yolculuğa çıkarlar. Antiokheia’dan (Antakya), Tarsus, Derbe (Aşıran Köyü), Lystra (Hatunsaray Kasabası), İconium (Konya), Psidia Antiokheia’dan (Yalvaç), Troas’a (Çanakkale) geçiş yaparak, oradan da deniz yolu ile Macedonia Neapolis’ine ulaşır. Karayoluyla (2 numaralı haritada gösterilen güzergâhtaki) Macedonia kentleri olan Philippi, Amphipolis, Apollonia, Thesallonica ve Borea’yı ziyaret eder. Buradan deniz yoluyla Kıta Yunanistan’daki Athens, Korinth’e ve Cencrea kentlerine gider. Deniz yoluyla yolculuğuna devam ederek tekrar Anadolu’ya geçer ve Efes’e (Selçuk) ulaşır. Yine deniz yoluyla Rhodes(Rodos) Adası üzerinden Caesarea’ya (Suriye) ulaşır. Jerusalem (Kudüs) yolculuktaki son duraktır. Bir süre sonra yine karayolu ile Galatya ve Frigya Bölgeleri’ni bir kez daha dolaşarak daha önceki yolculuklarında Hristiyan olan kişilerin ne durumda olduğunu olduklarını görerek, ruhen pekişmelerini sağlamak ve durumlarını görmek üzere 3. yolculuğa çıkmak için Antakya(Antiokheia) geçer.

               

AZİZ PAULUS’UN 3. YOLU(M.S. 53-57): 
    Antiokheia’dan (Antakya) karayolu ile önce Tarsus’a sonra Kilikia Bölgesi sınırları içerisinden devam ederek, Derbe (Aşıran Köyü), Lystra (Hatunsaray Kasabası), İconium (Konya), Psidia Antiocheia (Yalvaç) kentlerini ziyaret ettikten sonra, Efes’e (Selçuk) ulaşır. Efes’ten de Troas’a (Çanakkale) geçer. Deniz yoluyla Makedonia’ya devam eder ve Macedonia Kentleri olan Neapolis, Philippi, Amphipolis, Apollonia, Thessaionica ve Borea kentlerine uğrar. Daha sonra karayoluyla Kıta Yunanistan’da bulunan Athens ve Korinth’e ulaşır. Korinth’den geriye dönerek yine aynı güzergahı takip eder ve yine Troas’a (Çanakkale) ulaşır. Assos’a (Behramkale), Ege Denizi’ndeki adaları ve Miletus’a (Balat) ziyaretinin devamında Cos (Kos) Adası ve Rhodes (Rodos) Adası, bir sonraki durağı olacaktır. Rhodes’den(Rodos) Anadolu’ya geçer ve Patara’ya (Kalkan) ulaşır. Tekrar Deniz yoluyla yolculuğuna devam ederek Phonecia’daki Tyre, Ptolemais kentleri üzerinden Caeserias ve Jerusalem’e (Kudüs) gelerek yolculuğunu tamamlar.

             
                        

AZİZ PAULUS’UN 4. YOLU(M.S. 59-69): 
    Jerusalem’de (Küdüs), Roma askerleri tarafından tutuklanır ve yargılanır. Yargılama sonrası deniz yoluyla Caesarea’dan, önce Sidon’a oradan Antiokheia’ya (Antakya) ve Tarsus’a geçtikten sonra, Myra (Demre), Cnidus (Datça) Kentlerine, Crete (Girit) ve Malta adalarına uğrar. Devam ederek Sicilia (Syracusa), İtalya’nın Rhegium ve Puteoli kentlerini ziyareti ardından karayoluyla Taverns üzerinden Rome’ye (Roma) getirilir ve Rome’de hapse atılır. Daha sonra da M.S. 64 veya 67 yılında idam edilir.

                          

AZİZ PAUL’UN YOLCULUKLARINDA UĞRADIĞI KENTLER

AZİZ PAUL MERSİN’DE

    Türkiye’nin güney kıyılarındaki önemli yerleşimlerden olan Mersin’de ikinci seyahati sırasında izlediği yolları takip ederek sırasıyla Tarsus, Silifke ve Mut ilçelerinde Aziz Paul’un doğduğu ve yaşadığı yerleri, kendisinin ve diğer Hıristiyan azizlerin anısına yapılmış erken dönem kiliselerini görebilirsiniz. 

TARSUS:
    
Aziz Paul’un doğum yeri olması ve İncil’de de Tarsuslu Paul olarak geçmesi nedeniyle Hıristiyanlık tarihi açısından oldukça önemli bir yerleşim olan Tarsus, UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde de yer alan Aziz Paul Kilisesi, Aziz Paul Kuyusu ve çevresi ile Aziz Paul yılında ziyaret edilmesi gereken yerler arasında ilk sırada geliyor.
    Tarsus, Aziz Paul’un Hıristiyanlığı kabul edip onun uğrunda çalışmaya başlamasından sonra da zaman zaman sığınağı olmuş, Kudüs’te Hıristiyanlığı yaymaya çalışmasından rahatsız olanlar tarafından öldürülmek istendiği zaman Kudüs’ten kaçırılarak doğum yeri olan Tarsus’a getirilmiştir. Antakya ile birlikte Tarsus’un Hıristiyanlık için bir diğer önemi de Aziz Paul’un Hıristiyanlık uğruna mücadele ve bu uğurda kilometrelerce yol kat etme kararını verdiği yerler olmasından kaynaklanmaktadır. 
Aziz Paul Kilisesi: Ulu Cami Semti’nde yer alır. M.S.11.–12.yüzyıllarda Aziz Paul’e adanarak inşa edilen kilise 1862 yılında büyük ölçüde tamir edilmiştir. Tavanındaki Hz. İsa ve dört İncil yazarı ile melek freskolarının yer aldığı, Hıristiyanlığın önemli hac merkezlerinden olan kilise, 1992–1993 yılında Vatikan tarafından düzenlenen “Aziz Paul Sempozyumu ve Ayini”ne de ev sahipliği yapmıştır. 
Aziz Paul Kuyusu: Hıristiyanlığın önemli hac merkezlerinden birisidir. Kızılmurat Mahallesi’nde, Cumhuriyet Meydanı’nın yakınlarında Aziz Paul’un evinin avlusu olduğu düşünülen yerde bulunmaktadır. Kuyunun şifalı ve kutsal olduğuna inanılan suyu hiçbir zaman eksilmez. 
Antik Yol: Kuyunun bulunduğu avlunun 300 metre güneyindeki Cumhuriyet Alanı’nda yer alan bazalt taşlarla kaplı antik yol, Aziz Paul’un seyahatlerinde ve Tarsus’ta yaşadığı yıllarda kullandığı biçimiyle günümüze gelmiştir. Siz de bu yolu adımlayarak Aziz Paul’un yaşadığı yıllara bir zaman yolculuğu yapabilirsiniz. 
Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası: Tarsus’un 12 km kuzeyinde Ulaş Köyü yakınlarındaki Eshab-ı Kehf mağarası Hıristiyanlığın ilk inananlarından olan yedi gencin eziyetlerden kaçmak için köpekleriyle birlikte sığındıkları ve mucizevî biçimde 300 yıl boyunca uykuya daldıkları yerdir. Hıristiyanlar tarafından olduğu kadar Müslümanlarca da kutsal sayıldığından mağaranın üzerine bir cami de inşa edilmiştir. 
SİLİFKE
Ayatekla Kilisesi:
 Mersin İli’nin bir diğer ilçesi olan Silifke, Hıristiyanlığın en eski ve kutsal alanlarından bir diğeri olan Ayatekla Kilisesi’ne ev sahipliği yapar. Aslen Konyalı olan Hıristiyanlığın ilk kadın şehidi Azize Tekla, Aziz Paul’un Konya’daki vaazını üç gün boyunca yemeden, içmeden, uyumadan dinlemiş; çok etkilendiği bu konuşmaların ardından Aziz Paul’un öğrencisi olmuştur. Aziz Paul hapse atıldığında dahi, gizlice hapse girerek anlattıklarını dinlemeye devam etmiştir. 
    Azize Tekla’nın baskılardan kaçarak ibadet ettiği doğal mağara Hıristiyanlık dini serbest bırakılana kadar gizlice ibadet yapan Hıristiyanlarca da kullanılmış ve kutsal sayılmıştır. Aziz Paul gibi Hıristiyanlığı yaymak için uğraş veren, bu arada birçok mucize gösteren Azize Tekla’nın da öldüğü ve mezarının olduğu bu yer dördüncü yüzyılda bir kiliseye dönüştürülmüştür. Her yıl 13–14 Eylül tarihlerinde Azize Tekla anısına düzenlenen anma töreninde Azize Tekla’nın da yürüdüğü ikibin yıllık Roma yolundan yürünerek mağarada ayin yapılmaktadır. 
    Silifke’nin 20 km uzağındaki Narlıkuyu, erken Hıristiyanlık yıllarına ait kilise kalıntılarının ve doğa harikası cennet, cehennem obruklarının yer aldığı bir yerleşim. IV.-V.yüzyıllarda, daha önceki yıllara ait bir Zeus tapınağının kalıntıları kullanılarak yapılmış olan kilise Cennet Obruğunun güney ucunda yer alıyor. Cennet obruğunun içerisindeki mağaranın önüne inşa edilmiş bir diğer kilisenin girişi üzerindeki yazıttan V.yüzyılda Paulus adındaki bir dindar tarafından Meryem Ana’ya ithaf edildiği anlaşılıyor. Bu iki kilise de pagan inanış karşısında Hıristiyanlığın kazandığı zaferin anıtları olarak duruyorlar. Bu zaferin kazanılmasında kuşkusuz en önemli pay Aziz Paul’e ait. 
MUT:
Alahan Manastırı: 
Aziz Paul’un seyahati sırasında konakladığı ya da yolu üzerindeki yerlerde anısına birçok kilise inşa edilmiştir. Kiliseler ve keşiş odalarının arasında UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde de yer alan Alahan Manastırı da yer almaktadır. VII. yüzyıla tarihlenen manastırdaki kiliselerde büyük bir ustalık eseri olan zengin taş süsleme örneklerinden bir kaçı Aziz Paul ile birlikte Aziz Pierre, İncil yazarlarının tasvirleri, Cebrail ve Mikhail figürleri.
    Manastırın bulunduğu tepeye çıkmak biraz zahmetli olsa da 1200 metre yükseklikten izlediğiniz Göksu Vadisi’nin etkileyici manzarasının her şeye değdiğini anlıyorsunuz. Göksu vadisini yukarıdan izlemekle yetinmez birkaç kilometre daha yol almayı göze alırsanız vadi içinde kayalara oyulmuş kiliseleri ve kiliselerde farklı renkteki boyalarla yapılmış geometrik ve bitkisel bezemeleri görebilirsiniz. Mut ilçesine bağlı Maya Köyü’nde bulunan vadi içindeki yeraltı kilisesi, kırmızı ve yeşil renklerle boyandığı için Renkli Kilise olarak adlandırılan kiliseyi de bu seyahatiniz sırasında ziyaret etmenizi öneriyoruz.

AZİZ PAUL ANTAKYA’DA

    Antakya adını Büyük İskender’in ardıllarından I. Seleukos’un babası Antiocheia’dan alır. Anadolu ve Ortadoğu arasındaki yolların kesişme noktasında olması ve stratejik konumu nedeniyle birçok Uygarlık tarafından yerleşim görmüştür. Roma İmparatorluğu’nun Roma, İskenderiye ve Efes’ten sonra gelen 4.büyük şehri Antakya kurulduğu yerin stratejik öneminin de etkisiyle hızla gelişmiş, bu arada dinsel merkez olarak da ön plana çıkmıştır. Ancak Antakya’nın en dikkat çekici yönü farklı dinlere ev sahipliği yapmasına rağmen, bu dinler arasında hiçbir zaman çatışmaların yaşanmamasıdır. Günümüzde de üç farklı din mensubunun bir arada yaşadığı evlerin, ibadet ettikleri sinagoglar, kiliseler ve camilerin ve hatta ölüm sonrası son mekânları olan mezarlarının yan yana görülebildiği Antakya binlerce yıllık geçmişindeki dinlerin kardeşliği ilkesini halen yaşatıyor. Aziz Paul ve inananlarının da Antakya’yı seçmelerinin nedeni belki de bu hoşgörü ve kardeşlik ilkesi. 
    Antakya Aziz Paul ve Hıristiyanlık dini açısından önemli bir kenttir. Henüz M.S. 1.yüzyılda inananlar tarafından yerleşim gören, içlerinden öğreticilerin de olduğu inananlar topluluklarınca tapınmaların gerçekleştirilip, oruçların tutulduğu ve öğrencilerin bulunduğu bir yerleşimdir. Hıristiyanlık öğretilerinin de yayıldığı ilk yerlerden olan Antakya, Aziz Paul’un yolculuklarında da başlangıç noktası olmuştur. Hıristiyanlığı seçmesinin üzerinden kısa bir süre geçen Aziz Paul ve Aziz Barnaba’nın da aralarında bulunduğu inananlar topluluğu Antakya’da ibadetlerini yapıp oruçlarını tutarken kendilerine görünen kutsal ruh Aziz Paul ve Aziz Barnaba’nın İsa’nın adını duyurmak için görevlendirildiğini bildirmiştir. Böylece Aziz Paul’ün yıllar sürecek yolculuklarından ilki başlamıştır. Buradan yolcu edilen Aziz Paul ve Aziz Barnaba M.S.49’da Antakya’nın limanı olan Samandağ (Seleucia Pieria)den gemiye binerek Kıbrıs’a geçmişlerdir. İlk yolculuğunun bitişi de Tanrı tarafından bu yolculuk için görevlendirildikleri Antakya olacaktır. Antakya’da başlayan bu ilk yolculukta Kıbrıs ve Türkiye’nin güney kıyılarını dolaşıp gittiği kentlerde öğretilerini yayan, bu arada mucizeler gösterdiği gibi bazı güçlüklerle de karşılaştıktan sonra yine Antakya’ya dönen Aziz Paul karşılaştığı güçlüklerin kendisini yıldırmadığını aksine cesaretlendirdiğini buradaki öğrencilere “Tanrı'nın Egemenliğine, birçok sıkıntıdan geçerek girmemiz gerek” diyerek açıklamıştır. Aziz Paul’un ikinci yolculuğu da sonradan öğrencilerini ziyaret edeceği Galatya ve Frigya’ya geçmeden önce yine Antakya’da sona erecektir. 
    Farklı dinlerin ve kentte yerleşmiş farklı kültürlerin izlerini görebileceğiniz Antakya’da dünyanın ilk kilisesi olan Aziz Pierre Kilisesi ile birlikte, Aziz Simeon Manastırı da bulunur. Hıristiyanlık açısından oldukça önemli yeri olan Antakya, birinci derecede hac merkezi olarak ilan edilmiştir ve Kudüs’ten sonra Hıristiyanlığın en kutsal kentidir. VII. yüzyılda, Hıristiyanlığın beş patriklik merkezinden birisi olarak ilan edilmesi de bu kutsallığı ile ilişkilidir. 
Aziz Pierre Kilisesi:
 Antakya’nın kuzeydoğusunda bulunan Aziz Pierre Kilisesi dünyadaki en eski kilise olmasının yanında ilk Hıristiyanlık cemaatlerinin toplandığı, , Aziz Paul’un yanında Aziz Pierre ve Barnabas’ın da vaazlar vermiştir. Hz. İsa’nın ölümünden sonra ilk rahip sayılan havarisi Aziz Pierre de Antakya’ya gelmiş ve ilk dini toplantısını bu mağarada yapmış, tarihte ilk Hıristiyan adı da bu kilisenin cemaatine verilmiştir. Bu nedenle Hıristiyanlık tarihi açısından oldukça önemlidir. 


Samandağ: Samandağ’ın en yüksek tepesinde yer alan Aziz Simon (Simeon) Manastırı sabrı, inancı ve dayanıklılığı ile 13 metre yüksekliğindeki bir sütunun üzerinde yıllarca yaşayan Aziz Simon’un anısını yaşatmak için inşa edilen bir kilisedir. Samandağ adı da Simon’un Arapça söylenişi olan Sam’an da kaynaklanmaktadır. Aziz Simon henüz hayatta iken ona bağlanan Silifkeliler tarafından inşa edilen manastırdaki kiliseler ve diğer yapılar yer yer kayalara oyulmuş, yer yer de kesme taşlardan inşa edilmiştir. Avlusunun ortasında Aziz Simon’un  45 yıl yaşadığı sütunu da görebilmeniz mümkündür. 
    Antakya sınırları içinde yer alan Amanos dağlarının güneyi de Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren yoğun bir dini merkez olarak dikkati çeker. Bölgede günümüze gelemeyen çok sayıda kilisenin kalıntıları ile birlikte, ulaşılmazı oldukça zor kayalıklara açılmış münzevilerin yaşadığı mağaraları görebilmeniz mümkündür. 
Antakya dinler tarihi açısından önemi Hıristiyanlık ile de sınırlı değildir. İnanışa göre Yunus Peygamber’in yunusun karnından çıktığı yer İskenderun’dur. Bu olayın gerçekleştiği yer de bulunan Yunus sütunu aynı zamanda kentin giriş kapısının kalıntısıdır. 

Konya’ya (İconia) giden Aziz Paulus burada da pek çok insanı etkileyerek iman etmesini sağlamıştır.
    Psidia Antiocheia’da bugün hala kalıntıları görülebilen Aziz Paulus Kilisesi vaaz verdiği ilk sinagog’un üzerine 325 yıllarında inşa edilmiştir. Aziz Paulus’un adına yapılmış en eski kilise olarak bilinir ve mozaik kaplamalı tabanı ile de dikkat çeker. 381 yılında kenti; İstanbul’da yapılan ekümenik toplantı da temsil eden Piskopos Optimiusu’un adı burada saptanan mozaikler üzerinde yer almaktadır. 

Aziz Paul inanç ve cesaretini yitirmemiş ve Konya’da uzun bir süre kalarak insanların Hz. İsa’nın yolunu seçmesi için çalışmıştır. Ancak, kendilerine karşı olan bir grubun saldırmayı düşündüğünü öğrenen Aziz Paul ve Barnaba buradan kaçıp Lystra ve Derbe kentlerine giderek inancını burada yaymaya başlamıştır. 
    Konya il merkezinin 8 km kadar kuzeybatısında yer alan Sille Erken Hıristiyanlık döneminin önemli merkezlerinden olup kayaya oyulmuş kilise, şapeller ve hücrelerden oluşan Ak Manastır (Aziz Chariton) dünyanın ilk manastırları arasında gösterilmektedir. 
    Aya Elana Kilisesi: Bizans İmparatoru Constantin’in annesi Helena’da Hac yolculuğu sırasında Konya’daki erken Hıristiyanlık dönemine ait oyma kiliseleri görmüş ve Sille’de bu mabedi yaptırmaya karar vermiştir. Kesme taştan yapılmış kilisenin duvarlarında Hz. İsa, Hz. Meryem ve havarilere ait resimleri görmek mümkündür. 
AZİZ PAUL HATUNSARAY (LYSTRA) VE DERBE’DE
    Konya’da kendilerine düzenlenmesi planlanan saldırıdan kaçarak Hatunsaray (Lystra)’ya gelen Aziz Paul doğuştan kötürüm olan ve hayatında hiç yürüyememiş bir adamı bir mucize göstererek yürütmeyi başarmıştır. Bu mucizevî olay karşısında çok etkilenen Lystra halkı Aziz Paul ve Barnabas’a pagan tanrılarının isimlerini vermiş ve onların tanrı olduğunu düşünmüşler, kent kapılarında kendilerini törenler ve kurbanlarla karşılamak istemişlerdir. Bunu duyan Aziz Paul ve Barnabas giysilerini yırtarak halkın arasına karışmış ve “biz de sizin gibi insanız ve size müjde getirdik bu gibi boş şeyleri bırakın ve her şeyi yaratan Tanrıya dönün diyerek” kendilerine kurban sunulmasını engellemişlerdir.

Daha sonra Perge ve Antalya üzerinden Antakya’ya geri dönmüşlerdir. Derbe ve Lystra Aziz Paul’ün ikinci yolcuğunda da uğradığı yerlerdendir. Buraya gelerek daha önce iman edenlerin ne durumda olduklarını görmek istemiştir. Lystra’da Timotheus adında Aziz Paul’un en büyük destekçilerinden birisini de yanlarına almışlar ve yollarına birlikte devam etmişlerdir. 
    Lystra’da günümüze gelebilen bir höyük dışında Aziz Paul’un ziyaret ettiği yıllardaki durumunu canlandırmamıza yardımcı olabilecek anıtlar çok azdır. Hıristiyanlık ile ilgili en önemli anıtları barındıran yer ise Lystra’nın 12 km batısında yer alan Gökyurt Köyü (Kilistra) antik kentidir. Kayalara oyulmuş sarnıçlar, kuleler ile Kapadokya’da olduğunuzu düşündürecek olan kentteki kiliseler, inziva odaları ve manastırların Lystra’daki baskılar neticesinde ayrılarak buraya gelen ilk Hıristiyanlar tarafından oluşturulduğu yönünde düşünceler de mevcutsa da araştırmacılar tarafından biraz daha geç bir döneme, genel olarak M.S VIII.-X.yüzyıllara tarihlendiriliyorlar. Lystra’dan Kilistra’ya ulaşan ve kent içinde de devam eden taş döşemeli Kral Yolu’nun Aziz Paul tarafından da kullanılmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Hatta bugün kentte Sümbül Kilisesinin bulunduğu yerin adı “Paulönü Mevkii”. Antik kentte sadece iç kısmının değil, dış kısmının da çatı biçiminde kayaya oyulmasıyla ender rastlanan bir örnek olan Sandıkkaya, Sümbül Kilise başta olmak üzere kayaya oyulmuş şapeller ve yamaç evler mutlaka görmeniz gereken yerler arasında. 
    Derbe ve çevresinde Aziz Paul’ün çabaları neticesinde Hz. İsa’nın öğretilerinin ne kadar hızlı yayıldığının göstergesi olan genel itibariyle IV.-IX. yüzyıllar arasına tarihlendirilen yüzlerce kilise inşa edilmiştir. Bu nedenle bölge günümüzde “Binbirkilise” adıyla anılır. 

AZİZ PAUL EFES’TE
    Aziz Paul Efes’e ilk olarak ikinci seyahatinde uğramıştır

Aziz Paul M.S.51–54 yılları arasını Efes’te geçirmiştir ve İncil’de Efeslilere, Galatya gibi farklı uluslara Tanrı’nın buyruklarını ileten mektuplarını burada yazmıştır. 
    Efes’in Hıristiyanlık açısından en önemli kentlerden birisidir. İncil’de geçen yedi kiliseden en önemlisi olarak gösterilen kilise de Efes’te yer almakta olup, M.S. 431’de üçüncü evrensel konsül toplantısının yapıldığı yer Efes olmuştur. Dört kutsal İncil’den birisinin yazarı olan ve Türkiye’deki ilk yedi kiliseyi kuran Aziz Jean kilisesine de adını veren İncilci Yahya’nın da yaşadığı yer Efes’tir. Anadolu’da yaygın bir inanış olan Yedi Uyurlar Efsanesi’nin geçtiğine inanılan mağaralardan bir diğeri buradadır. 
Meryem Ana Evi: Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem son yıllarını Efes’te Bülbül Dağı’nda küçük bir evde geçirmiş ve burada vefat etmiştir. Hıristiyanlığın hac merkezi olduğu gibi Müslümanlarca da kutsal sayılan bu ev, Vatikan tarafından da kutsanmış olup her yıl 15 Ağustosta dini törenler düzenlenmektedir. 
Saint Jean Kilisesi: Hz. Meryem ile birlikte Efes’e gelen İncilci Yahya, İmparator Domitianus tarafından burada öldürülmek istenmiş, ancak her seferinde bir mucize göstererek öldürme teşebbüslerinden kurtulmuştur. Bir süre sürgüne gönderildikten sonra yaşlılığında tekrar Efes’e gelmiş ve burada ölmüştür. Yaşadığı ve öldüğü yerin Ayasuluk Tepesi’nin etekleri olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle burada adına ilk olarak 2.-3.yüzyılda bir bir mezar anıtı yapılmış, 4. yüzyılda bunun yerini bir kilise almış ardından İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’ni de inşa ettirmiş olan İmparator Justinianus ve karısı Theodora tarafından birtakım değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Ayasofya’dan sonra Anadolu’da inşa ettirilmiş en anıtsal yapı olması dolayısıyla da oldukça önemlidir. İncilci Yahya’nın mezarının da bu kilisenin içinde yer aldığına inanılır.

AZİZ PAUL ÇANAKKALE’DE
    İlk olarak ikinci yolculuğunda Makedonya’ya geçmek için Çanakkale’ye uğrayan Aziz Paul, üçüncü yolculuğunda burada daha uzun süre kalmıştır. Deniz yoluyla Çanakkale’ye (Troas) giderek burada kendisini bekleyenlerle buluşmuş ve yedi gün boyunca burada kalarak vaazlar vermiştir. Çanakkale’den ayrıldıktan sonra yanındakiler deniz yoluyla Aziz Paul ise yürümeyi tercih ettiği için karadan Behramkale (Assos) kentine doğru yol almıştır. Behramkale’de (Assos) buluşan Aziz Paul ve yandaşları daha sonra denizden Milet’e geçmişlerdir. 

AZİZ PAUL DEMRE’DE
    Aziz Paul’un tutuklanarak Roma’ya götürülmesi azizin yaptığı dördüncü yolculuk olarak da gösterilmektedir. Her ne kadar tutuklu olarak yargılanmak üzere Roma’ya götürülmüş olsa da gemide kendisine oldukça iyi davranılmıştır. Aziz Paul’ün bindirildiği gemi Akdeniz güney kıyılarından geçirilerek Kilikya ve Pamfilya açıklarından geçmiş, Demre kentinde konaklamıştır. Buradan İtalya’ya giden bir gemiye bindirilmiş yine güney kıyılarında yer alan Datça (Knidos)’a uğramıştır.
    Demre’nin asıl önemi doğum yeri Patara olmasına karşın çocukların ve denizcilerin koruyucusu Noel Baba ile özdeşleşmesinden ileri gelmektedir. Bütün dünyada Noel Baba olarak bilinen Aziz Nicholas, Patara’da doğmuş, Demre Piskoposu olarak da hizmet vermiştir 

KAPADOKYA
    Günümüzde kayalara oyulmuş yüzlerce kilisenin varlığıyla Bizans döneminde yoğun bir Hıristiyan yerleşimine sahne olmuş, dinsel merkezlerden birisi olan Kapadokya’da da ilk Hıristiyan topluluklarının oluşmasını sağlayan olayın Aziz Paul’un yaptığı ikinci yolculuk olabileceği düşünülmektedir. Her ne kadar adı geçmiyor olsa da Galatya bölgesine giderken muhtemelen Kapadokya’ya da uğramış olmalıdır. Havari Petrus da birinci mektubunda burada yaşayan Hıristiyanlardan söz eder. 
    Doğa harikası peribacalarıyla birlikte oldukça geniş bir alana yayılmış kiliselerin, şapellerin, manastır topluluklarının yer aldığı Kapadokya, Hıristiyanlığın baskı altında olduğu yıllarda Hıristiyanlara, mistik atmosferiyle kendi ile baş başa kalmak isteyen münzevilere kucak açmıştır. 

AZİZ PAUL’UN MEKTUPLARI
    Aziz Paul İncilde’de yer alan mektuplarından birini günümüzde Türkiye’nin orta kesimlerinde yer alan Galatya halkına, bir diğerini ise uzun yıllarını geçirdiği Efes halkına hitaben yazmistir.Galatya günümüzde Türkiye’nin başkenti Ankara ve çevresindeki bölge için M.Ö. III. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmış bir isimdir. 

AZİZ PAUL’UN ROTASI’NDA TÜRKİYE KIYILARI
    Aziz Paul yolculuklarının önemli bir kısmını da deniz yolu ile yapmış ve Türkiye’nin batı ve güney kıyılarının büyük bir bölümünü dolaşmıştır. İlk yolculuğuna deniz yoluyla başladığı gibi Roma’ya giden son yolculuğunda da deniz yolunu kullanmış her yolculuğunda Anadolu’nun limanlarına birden çok kez uğramıştır. Günümüzde de yüzlerce yıllık tarihi ile günümüze gelmeyi başaran antik kentlere ev sahipliği yapan Türkiye’nin kıyı bölgelerinde Aziz Paul’un izlerini deniz yolu ile aramayı tercih ederseniz alternatif rotalardan size en cazip gelenlerinden birini tercih etmeniz mümkün. 


St. Paul yolu güzergahı için aşağıdaki linki inceleyebilirsiniz...

http://www.gang-gang.net/nomad/turkey/turkey02.html


⚠️ https://isparta.ktb.gov.tr/TR-71232/st-paul-aziz-paulus.html


Noel Coypel'in Mesih'in Dirilişi konulu tablosu (1700) 
Bâzı Efsâneciler, Hristiyanlıktaki, Mesih'in Dirilişi akîdesini Hristiyanlıktan önceki târihte de örnekleri görülen, örneğin Osiris mitindeki ölüp dirilen tanrıinancıyla özdeşleştirirler

Horus solda ve İsa sağda; Her ikisi de belgeselin 1. bölümünde güneş' in mesihleri olarak betimlenmektedirler.



Zeitgeist: The Movie, 2007 yılı yapımı,

din, para ve banka ile 9/11 olayını anlatan bir belgeseldir.

(2007 yapımı Zeitgeist belgesel filminde Hıristiyanlığın Horus ve benzeri Antik Mısır inançlarından köken alan figürleri anlatılır.)


❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌


Yazan: Refik KUTLUER

(Orijinali İngilizce olan makalenin Türkçe tercümesi yazarın kendisi tarafından yapılmıştır. İngilizce makaleyi Ancient Origins linke tıklayarak okuyabilirsiniz.)

Alacakaranlıkta komşuları uyandıran gürültü, mahalledeki o küçük evde yapılan kazıdan çıkan toprakları taşıyan kamyonların sesiydi.

Gecekondu benzeri o küçük evde acaba ne arıyorlardı?  O kadarcık mekandan bu kadar çok toprak çıktığına göre kaç metre derine inmişlerdi? Yoksa buldukları bir ipucunun mu peşindeydiler?

Peki neden bu kazı silahlı muhafızlarla korunuyor ve yetkililerden başka kimse ama hiç kimse içeri giremiyordu?

Bir yıl süren bu kazının sırrı neydi?

Acaba ne sebeple öldürüldüğü bilinmeyen komiser görmemesi gereken bir “buluntu” hakkında birilerine bilgi mi vermek istemişti?

Türkiye’deki Vatikan Büyükelçiliği, 2019 yılında Tarsus’ta bulunup kaçırıldığı söylenen “İncil” veya buna bağlı söylentilerle ilgisi olmadığını resmi kanallardan açıkladı! Aziz Paul’un kayıp İncil’inin Papa Francis’e teslim edildiği söylentisinin doğru olmadığını belirtti. Bu söylentilerin ciddiye alınıp en üst seviyeden bir açıklama yapılması neden gerekmişti? Sadece bu açıklama, söylentilere kaynak olan, delillerin yok farz edilmesini sağlayabilir miydi? Yoksa bunun yerine endişeleri ve belirsizliği mi artırdı?

Evet söz konusu kazı Türkiye’nin güneyinde Adana ve Mersin arasına sıkıştığı için bir türlü il olamayan 10 000 yıllık önemli kent Tarsus’tadır.

Tarsus’taki kazının gerçekleştirildiği, Aziz Paul’un İncili ile ilgili yok edilen ya da saklanan delillerin muhtemelen bulunduğu ev

Bu kazı, Tarsus’un bir kenar mahallesinde, antik çağın en büyük tapınaklarından Donuktaş harabelerinin yakınındadır. MÖ 2. yüzyıldan kalma bir Mitra tapınağı olan Donuktaş’ın kalıntılarından gelen felsefi gelişim rüzgarı bugün dahi Hristiyanlığı etkilemeye devam mı etmektedir?

MİTRA TAPINAĞI VE AZİZ PAUL’UN İNCİLİ İLE DOLAYLI BAĞLANTISI

Bir Mitra tapınağı olduğu var sayılan Donuktaş halen gizemini korumaktadır.

Donuktaş tapınağından bugüne kadar çıkarılan en değerli eser, İmparator Theophilus (829-842) tarafından Ayasofya’ya getirilmiştir. Donuktaş Tapınağı’ndan getirilen bronz kapı oya gibi işlenmiştir ve bu kadar ince işçiliğe sahip daha eski bir bronz kapı örneği yoktur.

Mitra Tapınağı “Donuktaş”

Tarsus’taki evin mistik kazısı tamamlanmış, mekan terk edilmiş ve içinden çıkan ve ne oldukları belli olmayan buluntular bilinmeyen bir yere götürülmüşlerdir. O gizemli evde ne veya neler olduğu için bu kazının yapıldığı ve kazının neden bu kadar uzun sürdüğü bilinmemektedir. Herşey bir sır olarak kalmaya devam etmektedir, en azından toplum için… Buluntular ve kazı sonuçları hakkında tatmin edici resmi bir açıklama henüz yapılmamıştır.

TARSUS – ST. PAUL’UN DOĞDUĞU YER

Bir antik Kilikya şehri olan Tarsus, günümüzde Mersin iline bağlıdır. Neolitik döneme kadar uzanan tarihi ile, dünyanın en eski sürekli yerleşim merkezlerinden biri olan Tarsus en çok Aziz Paul’un doğum yeri (MS 5 – 67) olarak bilinir. Ve ayrıca “İncil Eylemleri Kitabı”na göre Hristiyanlık kuramının doğduğu yer ve “Yeni Ahit”in çoğunu oluşturan mektupların merkezi olarak da bilinmektedir. Eski bir antik felsefe okulu olarak Tarsus şehri St. Paul’un Hristiyanlık vizyonunu etkilemiştir.

Tarsuslu Saul olarak da bilinen Aziz Paul zamanında, önemli bir üniversiteye ve antik dönemin 200.000 cildi barındıran kütüphanesine ev sahipliği yapan sofistike şehir Tarsus, Stoa okulunun ünlü filozoflarını yetiştiren bir bilim ve felsefe merkeziydi. Tarsus, Atina ve İskenderiye ile birlikte antik çağın en büyük 3 üniversitesinden birisine ev sahipliği yapmıştır.

Tarsus’taki St. Paul Kilisesi

Tarsus’ta eğitimin önemi, 1888’den bu yana toplumda demokrasi nosyonuna katkıda bulunan ve olmaya devam eden Tarsus Amerikan Koleji’nin büyük etkisiyle bugün de devam etmektedir. Tarsus; modern Türkiye’nin, geniş kültürel çeşitliliğe sahip ve her türlü ayrımcılığın ortadan kalktığı eşsiz şehirlerinden birisidir.

Tarsus’tan doğan Hristiyanlık, büyüyerek sadece Kilikya’da değil, tüm antik dünyada egemen olan din haline geldi.

Tarsus’ta bulunan heykelciklerin ikonografik çeşitliliği kentteki gizemli dinlerin önemini gösteren bir gerçektir. Birçok eski dinin buluşup kesiştiği Tarsus, Yahudi, Hristiyan ve İslam dinlerinin her biri için çok önemli bir şehirdir.

Ege kıyılarını Doğu ve “Levant”ın yakın şehirlerine bağlayan yolların kavşağında bulunan ve Akdeniz havzasının güney uçlarına (denize erişimi yoluyla) açık olan Tarsus’un coğrafi konumu, şehirdeki Doğu din ve felsefelerinin etkisini kolayca açıklar. Böylece Tarsus bir geçiş yeri olarak birçok düşünce akımı ve dinin etkisini özümsemiştir.

16. Papa Benedict’in 2008’i St. Paul senesi ilan etmesi üzerine, Vatikan’ın Ankara Büyükelçisi ile Anadolu Katolik Kiliseleri piskoposu ve İtalya’dan gelen 37 kişilik bir grup din adamı, Aziz Paul’un Tarsus’taki evini ziyaret edince Hristiyan dünyanın Tarsus’a duyduğu ilgi arttı.

Bir ilahiyatçı ve kutsal kitap bilgini olarak Papa Benedict, dikkatini Kilise tarihindeki en önemli şahsiyetlerden birine çevirdi. Aziz Pavlus ya da Tarsuslu Saul veya St. Paul  kendisini açıkça “meslek gereği havari” veya “Tanrı’nın iradesiyle havari” olarak tanımlardı. İnananlar ona “13. Elçi” veya doğrudan “yalnız’dan sonraki ilk” adını vermişlerdir.

Alman sanatçı O. Von Corven tarafından yapılan ve zamanının arkeolojik bulgularına dayanan bir 19 YY Sanatsal işleme tablosu

Daniel Peygamber’in mezarının gizemi, “Yedi Uyurlar”ın hikayesi, “Şahmaran”ın mistik efsanesi, Kleopatra ve Antonius’un buluşması ve daha niceleri…Tarsus’u bu kadar popüler yapan sadece bu mit ve gerçekler ile 1888 yılından bu yana Türkiye ve dünya için önemli kişiler ve liderler yetiştiren Tarsus Amerikan Koleji değildir. Hristiyanlık felsefesinin oluşmaya başladığı bu kent antik çağın birkaç önemli felsefe okullarından birisi idi. Antakya ve İskenderiye ile birlikte anılan ve antik dünyanın en büyük 3 kütüphanesinden birisi olan Tarsus kütüphanesinden birçok önemli kitabın Antonius ve Kleopatra tarafından İskenderiye’ye götürüldüğünü biliyoruz. Ve maalesef İskenderiye Kütüphanesi – o en önemli ve büyük kütüphane- yanarken kadim dünyanın bu müthiş bilgi birikimi de o ateşe güç veriyordu.

Antik çağda bilgilendirme sadece okulda değil, halka açık toplantılarda canlı bir tartışma ortamında yapılmakta idi. Böylece, toplumun çoğunluğu öğretimden faydalanabilirdi. 2300 yıl önce Tarsus, Stoacı ve Mitra felsefe okulları ve 3. Yüzyıl ve sonrasındaki birçok önemli filozofu ile tüm çevre bölgesini derinden etkilemiştir.

MİTRA – STOACILIK VE HRİSTİYANLIK ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Tarsus’ta Stoacı düşüncenin yarattığı anlayış ve doğa güçlerinin kişiselleştirilmesi, Monoteizm (tektanrıcılık) inancıyla birleşerek Hristiyanlıkta “Tanrı – Oğul ve Kutsal Ruh” inancına evrilmiştir. Birbirinin öncüsü olan ve sonraki akımları etkileyen birçok din ve felsefe, insanın “hakikat” arayışında doğanın güçlerini tanrılaştırmıştır. Pers Mitra dini ve kültü, 1. yüzyılda Stoa felsefesini etkilemiştir. Stoacıların Mitra’dan gelen astronomi ve astrolojiye olan inançları, onların “kadere karşı gelinmez” felsefelerinin oluşumuna yol açmıştır.

Stoacılığın büyük ilkesi doğaya uygun hareket etmektir. Doğada her şey Tanrı’dır. Doğaya uygun davranmak, akla ve hikmete göre hareket etmek, dolayısıyla insanın kendisine uygunluk hali demektir.

Stoacı felsefeyle yetişen St. Paul, kurtuluş için içinde bulunulan toplumsal koşullara tam bir kayıtsızlık önerir. Pavlus (Saul) için doğruluk, erdemlilik, dine bağlılık, inanç, muhtaçlara yardım etmek, Tanrı’yı sevmek, İsa’nın yolunda yürümek ve bilgili olmak hayatta uyulması gereken kurallardır.

Bu tek tanrılı ve erdemli anlayış, “İsa” ve mucizeleriyle zenginleşip paketlenince, Hristiyanlık yeşermeye başlamıştır.

Erken Hristiyanlık hem kurumsal hem de pratik olarak önceki felsefi fikirler, Stoacılık, Platon ve Aristoteles’ten beslenerek şekillendi.

İnsan aklının gücüne güvenmeye dayalı antik Yunan felsefesi, tek tanrılı dinlerin yaratılması nedeniyle artık egemen değildi. İnsanın dine ve onun söylediklerine sıkı sıkıya bağlanıp kesin itaat edeceği ve tek merkezli bir ortaçağ düşüncesinin egemenliği başladı. Özgür akıl yürütmenin ve bilgeliğin gelişiminin yerini ilahi buyruk aldı ve felsefi düşünce ortaçağ karanlığında yeraltına itildi.

“Les Tres Riches Heures du Duc de Berry”de, baba Tanrı’nın İsa’yı oğlu olarak ilan ettiği, İsa’nın Vaftizini tasvir eden minyatür

“TANRI’NIN ÇOCUĞU MİT’İ”

Homo sapiens’in evrimleştiği eski zamanlarda, çocuğun babası bilinmezdi ve aile anlayışı yoktu. Cinsel ilişki sadece zevk için yapılırdı. Hatta çocuğun babasının, aylar önce savaşılan bir hayvan veya yağan yağmur dolayısı ile gök tanrılarından herhangi biri olabileceği zannedilirdi. Başlangıçta bir meyvenin tohumunun ekine dönüşmesine, topraktan çıkıp çiçek açmasına tanık olmuşlar ve bunu bir yeniden doğuş süreci olarak görmüşlerdi! Bu; ölülerini, zamanı gelince yeniden doğacaklarını ümit ederek, gömmeye başlamalarının da nedeni olabilir. Bu aynı zamanda tanrılardan gelen sihirli yağmur damlalarının kadınların hamile kalmasını sağladığını zannetmelerinin nedeni de olabilir, baba olan tanrılar..!

Bu düşünce insanoğlunun DNA hafızasında birikmiştir ve daha sonraları Şaman, Hint, Sümer, Mısır, Mitra ve birçok uygarlıkta “Tanrı’dan olan çocuk” efsanesine sıklıkla rastlarız.

Mitraizm inancında, peygamber Mitra, normal bir hamilelik sonucu değil, Tanrı’nın üflemesi sonucu bir bakireden doğmuştur. O da öldükten sonra ikinci kez dünyaya gelmiştir! Son akşam yemeğinde, tıpkı İsa’nın son akşam yemeği gibi, Mitra ile birlikte 12 kişi vardı.

Bu ve benzeri mitlerin etkisiyle “Tanrı’nın Oğlu İsa”, Hristiyanlığı tanrısallaştırmak ve kabul edilebilir bir din haline getirmek için oldukça etkili bir teori olmuştur. Oluşturulan “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” üçlemesi sayesinde bu yeni din kısa sürede birçok taraftar kazandı.

İsa’ya atfedilen bu ve diğer tüm mucizeler, felsefesini geçmiş bilgilerden alan ve diğer tüm dinler gibi sosyal hayatı düzenlemeyi amaçlayan Hristiyanlığın kabulüne vesile olmuşlardır.

YENİ DİNLER GELİŞTİKÇE ASKERİ GÜÇ İHTİYACI DA GELİŞİR – HRİSTİYAN ASKERLER

Ancak tüm yeni dinlerin büyümesi ve kabul görmesi için güce, özellikle de askeri güce ihtiyaç vardı. Oluşmakta olan Hristiyanlık dünyasında bu gücü sağlayabilmek için, Roma İmparatoru Konstantin’in birçok Hristiyan askeri kendi yanına çekmeyi başardığı Milano fermanı ilan edildi. Milano Fermanı, Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlığa karşı hoşgörüyü tesis eden bir bildiriydi. Bu, Batı ve Doğu Roma imparatorları I. Konstantin ve Licinius arasında Şubat 313’te Milano’da varılan siyasi bir anlaşmanın sonucuydu. Licinius’un 313 Haziran’ında Doğu Roma’ya duyurduğu ferman ile herkese dilediği tanrıya ibadet etme özgürlüğü verildi. Böylece Hristiyanlar, kiliselerini kurmak da dahil olmak üzere birçok yasal hakka sahip oldular. Fermana göre, devletin el koyduğu mallar derhal Hristiyanlara iade edilecekti. Ve Roma ordusundan kaçtığı ve sürekli savaştığı için zaten eğitimli olan Hristiyan silahlı kuvvetleri, Konstantin için ilave bir askeri güç haline geldi.

Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu tarafından 313 yılında yayınlanan Milano Fermanı ile çok daha geniş kitlelere ulaşmaya başlamıştır. Ortadoğu’da yaygın olan semavi dinlerden uzaklaşarak daha çok insana hitap eden ve mensubu artan Hristiyanlık dini, zamanla, Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline gelmiştir. Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak seçilmesi 381 yılında Theodosius döneminde gerçekleşmiştir.

Roma’daki Sistine Şapeli’nde “İlk İznik Konseyi”ni betimleyen 16. yüzyıldan kalma bir fresk

KUTSAL KİTAP, 4 İNCİL VE 1. İZNİK KONSEYİ

St. Paul, MS 60 civarında “İsa Peygamber” efsanesini de yeniden inşa etti. Aynı amacı paylaşan diğer havarilerin de yardımıyla yayılmaya başlayan bu yeni dini sağlam temeller üzerine kurmaktı amacı.

Ancak daha sonra önemli bir sorun ortaya çıktı: İncil tek bir kitap değildi. Birçok kişi tarafından yazılan farklı İnciller, farklı ve bazen çelişkili görüşleri dile getiriyordu.

Başta rahip Arius olmak üzere bu yeni dinin ileri gelenlerinden bazıları, Tanrı’nın tek yaratıcı olduğunu ve İsa’nın bir peygamber olduğunu kabul etmekte, ancak “Tanrı’nın Oğlu İsa” kavramını reddetmekteydiler. Bu ve benzeri görüşlerin taraftar bulması ve çelişkili seslerin çoğalması sonucunda; milattan sonra 325 yılında İznik’te toplanan “1. İznik Konseyi”nden farklı ve çelişkili görüşlere sahip İncilleri yok etme ve sadece, günümüzde de geçerli olan, 4 İncil ile devam etme kararı çıktı. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazılan bu 4 İncil, ilk kabul edilen İncil’i oluşturmuştur ve Hristiyanlık teorisini yaratan St. Paul, görüşlerini ancak, İncil’in ikinci bölümünde mektuplarıyla ifade edebilme imkanı bulmuştur.

Aziz Paul’un yazdığı İncil’e ne olduğu, en gizemli soru olarak ortadadır.

Kayıp mıdır? Yoksa bulunmuş, ancak hakim görüşe aykırı görüşler içerdiği için gizlenmiş midir? Yeni Ahit, Hristiyanlığın yazarları olan Havarilerin yazılarında yansıtılan “Tanrı Sözü”nden oluşur. Eğer bir şey eksikse, o zaman bir şeyler ters gitmiş veya Tanrı’nın niyetlerinin kasıtlı veya kasıtsız olarak engellendiği düşünülmelidir. Sonuç olarak, “Tanrı’nın Sözü” eksik ve dolayısıyla kusurlu hale gelmiş demektir!

İznik’teki ilk konsey toplandığında St. Paul’un İncili mevcut değildi. Başka bir deyişle;  Tarsus’ta bulunduğu söylenen ve saklandığı düşünülen İncil ve bu İncil’deki görüşleri destekleyen belgeler henüz ortaya çıkmamıştılar. Ve 1700 yıl daha bulunamayacaktılar! Tarsus’ta yapılan kazıda ortaya çıkarıldıklarında, acaba, tüm delilleriyle birlikte saklanmaları veya yok edilmeleri mi gerekmişti? Bu, tanıkları yok etmek pahasına gerekli görülmüş olabilir mi?

Bu kazıdaki bulgular, İznik konseyinin toplanmasına neden olan Arius’un görüşlerini mi haklı çıkarmıştı? Aziz Pavlus’un teorisini geliştirirken kullandığı fikirlerin ve bunları gösteren belgelerin, İsa hakkında genel kabul görmüş görüşlere aykırı fikirler içeren belgeler olup olmadığını bilemiyoruz.

İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu fikri Hristiyanlık’tan çok daha eskilere dayanmaktadır ve bu “mit”in tarihte birçok versiyonu vardır. En eskisi de Mısırlı İsa olan Thoth’un hikayesidir.

TARİHTE KAÇ İSA VARDIR?

Tarihte kaç “İsa” olduğu sorusu çok gizemli ve büyük bir sorudur ve kısa cevap bilinen 4 farklı “İsa” olduğudur.

İlk akla gelen ve en eski Mısırlı bilgelik tanrısı olan “Mısırlı İsa” Thoth (MÖ 3000) dur. Antik Yunan döneminde Thoth 3 kez kutsanan Hermes (Hermes Trismegistus) olmuştur. Hermetik düşünceye göre o, İsa’nın selefidir. İlk “tek tanrı” inancının Mısır Tanrısı Athon inancı olduğunu biliyoruz, (M.Ö. 1300).

Ardından İranlı “Zerdüşt İsa” gelmektedir: Zerdüştlük, (MÖ 500 – 600). Bakire bir kadından dünyaya gelen kişinin dünyayı kurtaracağı kehaneti “mesih” inancının temeli olarak kabul edilebilir.

Ve Hristiyan İsa’nın Anadolu’daki çağdaşı ile karşılaşıyoruz. Adı Apollonios’tur ve MÖ 3 yılında “Bor”da (Anadolu’daki Roma eyaleti Kapadokya’nın Tyana kasabası) doğdu ve MS 97’de Efes’te öldü.

Nasıralı “İsa”nın ise “1” yılında doğduğu ve MS 30 civarında öldüğü varsayılmaktadır. Bu, bildiğimiz İsa’nın Hristiyanlık dininin tamamlanmasından yıllar önce vefat ettiği anlamına gelmektedir.

Tyana (Bor)’lu Apollonius aynı zamanda Anadolulu İsa olarak da bilinir ve Nazaretli İsa’nın çağdaşıdır. Burada ejderha, ateş, sfenks, ağaç ve elinde bir küre tutarken şapkalı hali gösterilmiştir.

Kültürlü ve varlıklı bir ailenin oğlu olan Apollonius iyi bir eğitim almış ve 16 yaşında Tarsus’a gitmiştir. Pisagor’un kurduğu, gizem ve felsefeye dayalı yarı dini öğretilerin sunulduğu okulda eğitim gördü. Okul Ofizm (Ophism) ile paralel bir görüşe sahipti. Ofizm’de Hristiyan Peygamber İsa’nın Apollonius’tan başkası olmadığına dair görüşler ifade edilmektedir! Ophians olarak da adlandırılan Ofitler, Romalı Hippolytus (MS 170–235)’un kayıp bir eseri olan Syntagma’da tasvir edilen bir Hristiyan Gnostik mezhebiydi.

Roma kaynaklarına göre; MS 135’te Tyana adı yerine Apollonia adı, “Romalılar” yerine de yerel halkı ifade etmek için “Appolonans” kelimesi kullanılmıştır. Bu belgelere göre, Tyanalı Apollonius bir mucize yaratıcısı, şifacı, geleceğin habercisi, büyücü ve “neophytogorian” (Filozof Phytogorian’ın adı ile anılan kentteki akımın takipçisi) bir filozoftu.

İsa peygamberin fenalaşmış bir kadının içindeki şeytanı kovduğu gibi, Appollonius da Efes şehrinde kıtlığa neden olan cinleri kovdu. İsa’nın Lazarus’u diriltmesi gibi, Appollonius da Efesli zengin bir ailenin ölü kızını diriltti. Apollonious, Roma’da yargılanırken, ölüm cezası verilmeden hemen önce mahkeme salonundaki herkesin gözü önünde aniden ortadan kayboldu. Bu durum tarihi belgelerde ve Roma İmparatorluğu’nun tutanaklarında kaydedilmiştir.

Ayrıca kör bir adamı iyileştirdiği ve kara vebayı bitirdiği iddiaları da vardır. Tarihi İznik Konseyi ile Apollonius adı tarihten silinmiş, İsa olduğu iddiası reddedilmiş ve Apollonia yerine Tyana adı kullanılmaya başlanmıştır.

Bunların hepsi aynı kişi midir, yoksa aynı amaç için yaratılmış ve ardından üzerlerine birçok efsane ve mucize giydirilmiş figürler midir? Başka bir deyişle, var olan farklı insanlar bu felsefi ve dini sembolizma ile mi donatıldılar?

Stoa’dan Hristiyanlığa kalan miras, “yaşamak, ölümden sonraki dünyanın değil, bu dünyanın tadını çıkarmaktır. Maddi çevre önemli değildir ve mutluluk için “erdem” yeterlidir.”

Aziz Paul, geliştirdiği felsefesini bir “Din”e dönüştürmek için İsa’yı kullandı. Böyle bir gizeme, uygun bir figüre ve mucizelere ihtiyacı vardı! Üstelik, birçok başka mekan ve zamanda oluşan mucizelerle ilgili hikayeler de İsa’ya atfedilmeye devam ediyordu. İşin en güzel tarafı da, Aziz Paul’un oluşturmaya çalıştığı “Din”in sembolik figürü ve peygamberi olacak kişi artık kendisine rakip de olamazdı, çünkü ölmüştü o!

“Günlerin Kadimi” (1794) William Blake tarafından yapılmış suluboya gravür

GİZEMLİ TARSUS KAZISINDA YASAKLANMIŞ GERÇEĞİN İPUÇLARI BULUNMUŞ OLABİLİR Mİ!

Her dinin bir felsefi içeriğe ve inanılırlığını artıracak mucizevi hikayelere ihtiyacı vardır.

Mısır’dan Zerdüşt’e, Eski Ahit’ten diğer kutsal kitaplara, Sümer’den Antik Yunanistan’a, Mitra’dan Stoacılara kadar hep aynı “öz” malzeme ve bilgi üzerinde sürekli oynanmaktadır. Bu “temel öz” malzemenin kutsallığına inanan çok sayıda insan olduğu için, yeni mucizeler yaratmak yerine, inanılan mucizelerin yeni dine uyarlanması tercih edilmiştir.

İnsanoğlu beyin gelişimini sağladıktan sonra merak etmeye, araştırmaya ve endişelenmeye başladı. Bu arayış sürecinde insanlar uzunca bir süre birçok tanrıya inanarak bu endişelerinden bir nebze kurtulmaya çalıştılar….

Bilgi birikimi ve antik çağların aydınlanmasıyla birlikte “düşünen beyin” gerçeği kendi içinde ve çevresinde aramaya başlayıp pagan çoktanrıcılığından felsefi düşüncelere dönüşmüştür. Dogmatik dinlerin öncesinde bilim de henüz yeteri kadar gelişmemişken insanlar çıkış yolunu “düşünmekte” arıyorlardı. Felsefe çağı arayışı sürerken; bir yandan gelişen bilim gerçek aydınlık beyinlerin yolunu açmaya başladı. Öte yandan, çok fazla aydınlanma toplumun yönetimini zorlaştırmaya başlayınca, insanları tekrar dogmalara ve tanrı buyruğuna sokmak otoritelerin işine geldi.

Ve böylece dogmatik dinler doğdu… Bu güçlü dinler Rönesans’ın neden olduğu yeni aydınlanma sayesinde bilim yeniden egemen oluncaya kadar toplum üzerinde şimdiye kadarki en büyük etkiye sahip oldular.

AZİZ PAUL’UN KAYIP İNCİL’İ BULUNDU MU?

Aziz Pavlus dini “doktirini” tamamladığında İsa ölmüştü. Ve o zaman; Antakya’da İsa’nın takipçilerine “Hristiyan” denmesine on yıllar vardı. Bugünün “İncil”inin seçileceği ve Hristiyanlığın 3 büyük tek tanrılı dinden biri olarak kitleler tarafından takip edileceği günlere ise yaklaşık 3 asır vardı. Ve Aziz Paul’un sırrı daha çok uzun süre saklanacağa benziyor… Ve, maalesef, birkaç yıl önce Tarsus’ta bulunan deliller de sonsuza kadar sır olarak kalacak…

Refik Kutluer, Ağustos 2021

https://bilimdili.com/arkeotarih/arkeoloji/aziz-paulun-kayip-incilinin-gizemi-birileri-bir-seyler-mi-sakliyor-2/

Roma’daki Sistine Şapeli’nde “İlk İznik Konseyi”ni betimleyen 16. yüzyıldan kalma  bir fresk


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️