2 Nisan 2025 Çarşamba

Fenomenoloji & BÂTIN İLMİ

 

Ruhun Fenomenolojisi:

Birinci baskının başlık sayfası. 

🔻 "Fenomenoloji" , "görünmek" anlamına gelen Yunanca kelimeden gelir ve zihnin fenomenolojisi, bilincin veya zihnin kendisine nasıl göründüğünün incelenmesidir.  

🔻 fenomonoloji, "öz"lerin bilimi değil, "öz"ü görüleyen "bilinç"in bilimidiraslında. 

🔸Fenomenoloji veya görüngü bilimi (Osmanlı Türkçesinde zahiriye), kurucusu Edmund Husserlolan bir felsefe akımı. 

Ruhun Fenomenolojisi ( Almanca :Phänomenologie des Geistes ), Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in en çok tartışılan felsefi eseridir ; Almanca başlığı Ruhun Fenomenolojisi veya Zihnin Fenomenolojisi olarak çevrilebilir. Hegel, 1807'de yayımlanan eseri "bilginin ortaya çıkışının açıklaması" olarak tanımlamıştır. Bu, "ruhun çeşitli biçimlerinin, ruhun saf bilgiye dönüştüğü yoldaki duraklar" olarak zorunlu bir şekilde kendi kendini yaratması ve çözmesiyle açıklanmaktadır. 

Hegel, bu yöntemi tanımlamak için "saf bakış" ( reines Zusehen ) ifadesini kullanır. Bilinç yalnızca kendisinde ve nesneleriyle ilişkisinde gerçekten mevcut olana dikkat ederse, sabit ve değişmez formlar gibi görünen şeylerin diyalektik bir harekete dönüştüğünü görecektir. Dolayısıyla, Hegel'e göre felsefe, yalnızca tümdengelimli akıl yürütme akışına dayalı argümanlar ortaya koyamaz. Bunun yerine, gerçek bilince, gerçekten var olduğu haliyle bakmalıdır.

Fenomenolojik bakışa göre, gerçekliğin kendiliğidiye bir şey olamaz. Çünkü gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş bir bilinç tarafından bilinen bir gerçekliktir. Yani kendisine yönelen bilinç tarafından görülen, algılanan ve bilincine varılan bir şeydir. Öyle ise, dünya deneyimlerimizintamamı, bilinç tarafından kurulmuştur, en somut algılardan en soyut matematik formüllerine kadar. Bu nedenle fenomenoloji, bilincin sistematik incelemesini hedefler. Hareket noktası olarak belli bir epistemolojiye dayanma düşüncesinden uzak durur.

Metafiziğisona erdirerek somut yaşantıya dönmek.

Böylece "fenomenolojik yöntem" ortaya çıkar. Buna göre, hem bildiklerimiz hem de gerçeklik dışta bırakılarak, bilginin nasıl ve hangi süreçlerde oluştuğu/oluşturulduğu anlaşılmaya çalışılır.  

rastlantısal dış görünümleri bir yana bırakılarak dünyanın özü ortaya konulabilsin. Salt öze ancak bu şekilde varılabilecektir.


Xxxxx


BÂTIN İLMİ

Gizli hakikatleri konu alan ve bu yolla insanı mânevî kurtuluşa ulaştırdığına inanılan ilim.

❤️Kur’an’a göre akletme işlevinigerçekleştiren organ kalptir (Hacc,46). Dolayısıyla kalbin , akılkavramıyla kesin bir ilişkisi vardır.Vahyin iniş yeri (Bakara,97) olankalp, aynı zamanda iman ile, onunzıddı olan inkârın da merkezidir(Nahl,22).


ayetlerde salt düşünme merkezi olan beyin değil beyine kılavuzluk edecek sinyaller gönderen kalbin bu eşsiz rolünden bahsedilmiştir. Çünkü Kuran’ın ve Allah’ın mesajını anlamak için düşünmek değil doğru düşünmek gerekiyor. Salt beyinle müthiş bir zeka sahibi olabilirsiniz ama zekanız şeytani bir zekaya kısa sürede evrilecektir. Kalbin kılavuzluğundaki bir zeka ise akıl olur, akletmek ve doğruyu yanlıştan ayırıp mesajı ve hakikatleri anlamak kalbin kılavuzluğuna bağlıdır. 

İslami perspektif  zihin, beden ve ruh arasında bir ayrım yapılmamaktadır. Bu yüzden, İslami psikolojide insandan bahsettiğimizde, zihin ve beyinden daha fazlasını kastediyoruz.

Sözlükte “ortaya çıkmak, görünmek, tezahür etmek” anlamındaki zuhûr kökünden türeyen zâhir (çoğulu zavâhir) “bir şeyin dışı ve görünen kısmı” mânasına gelir; karşıtı bâtındır (bir şeyin görünmeyen iç kısmı).



⚠️“Bâtın ilmi Allah’ın sırlarından bir sır ve O’nun hükümlerinden bir hükümdür. Allah bu ilmi velîlerinden dilediği kişilerin kalplerine atar” anlamındaki bir hadisi zikrederek bunun uydurma olduğunu söyleyen İbnü’l-Cevzî bâtın ilmiyle ilgili daha başka rivayetleri de tenkit etmekle birlikte sonuç olarak ilhamın mümkün olduğunu kabul eder. İbn Teymiyye bâtın ilminin “imanın gizli hakikatlerini bilmek” anlamına geldiğini söyler.‼️

İman: Ancak Vacib'ül-Vücudu bilmekle (kalbde) hasıl olur ve ilâhi sıfatları ispat (ve ikrar) ile de kemal (derecesin)e ulaşır. 


Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Hadîd sûresinin baş tarafında yer alan âyette (57/3) iki çift isimden her birinin yanındakini nefyettiğini ve bunun çelişki ifade ettiğini ileri sürer, çünkü bir şey açık ve belirginse gizli olmaz, gizli ise açık olmaz. Ardından kendisi bunu şöyle yorumlar: Burada çelişki gibi görünen şey yaratılmışlar dünyasına özgüdür. 

Gazzâlî, Allah Teâlâ’nın, duyuların idraki veya duyulara dayanan hayal gücüyle bilinmesi açısından bâtın, aklın istidlâli yöntemiyle tanınması bakımından zâhir olduğunu belirtmiş, 
ardından akıl yoluyla bilinmesi açık seçik olsaydı O’nu inkâr edenlerin bulunmaması gerektiği yolundaki karşı fikri hatırlatmış.
Bununla birlikte, bu düzen hiç aksamadığı ve her olan bitene egemen olduğu için aklî melekelerini ve psikolojik güçlerini yeterince kullanamayan insanlar düzenin kendi kendine sürekli çalıştığı yanılgısına düşerler (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 147-150).

İslâm coğrafyasının doğusunda Gazzâlî, Fahreddin er-Râzî, batısında Ebû Bekir İbnü’l-Arabî gibi meşhur âlimlerin aynı konuyla ilgili doyurucu eserler kaleme almaları gibi hususlar zikredilebilir. Bu kitapların ele aldığı bazı konuların işlenişi ve delillendirilişi Abdülkāhir el-Bağdâdî ile o kadar benzerlik gösterir ki hepsi bir müellifin kaleminden çıkmış gibidir.

♻️


ZÂHİR İLMİ

Mutasavvıfların hadis, kelâm ve fıkıh gibi dinî ilimlere verdikleri ortak isim. 

Arapça ẓhr kökünden gelen ẓāhir ظاهر “görünen, görüntü” sözcüğünden alıntıdır.

ZÂHİR

الظاهر
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Zâhir ismi bir âyette (el-Hadîd 57/3) “zâtı ve mahiyeti bakımından gizli olan” anlamındaki “bâtın” ismiyle birlikte geçer,(, “ẓhr” md.).


Sen zâhirsin, fevkinde hiçbir şey yoktur, sen bâtınsın, dûnunda hiçbir şey yoktur” meâlindeki ifadeyi (, II, 381, 404; Müslim, “Ẕikir”, 61) delil göstermiştir (Tefsîrü esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, s. 60-61).  


Zâhirî görüş nedir? 
Zâhiriye, bir İslâm dini fıkhı (İslâm hukuku) mezhebidir. İslâmî hükümleri Kur'an ve sünnetin zâhirî (açık, görünen) mânâsına bakar


Zahir Nedir? 

"Zahir" ismi, Arapça kökenli bir isim olup "parlak", "göz alıcı" ve "açıkça görünen" anlamlarına gelir. 

Aynı zamanda İslam mistisizminde, zahir, bir şeyin dış görünüşünü veya dışa vurumunu ifade ederken, iç gerçeklik veya manevi anlamı ifade eden "batın" teriminin zıddı olarak kullanılır.


Aynalara baktığımızda algıladığımız görüntüler gerçek ve sanal (zahiri) olarak ikiye ayrılır.
Gerçek görüntülerin kaynağı belirli bir noktada kesişen, sanal görüntülerin kaynağı ise sanki bir noktadan yayılıyormuş gibi görünen ancak aslında ayna üzerindeki farklı noktalardan yansıyarak gözümüze gelen ışık ışınlarıdır.

🗯 zâhir= şu gördüğümüz alem ve onda cereyan edenlerdir. 
💭 bâtın= hepimizin iç âlemi; aklı, kalbi, zihnidir. 

Hz. Ali bu iddiaları reddederek Allah’ın kendisine lutfettiği zekâ ile naslardan çıkardığı bazı mânalar dışında herkesin bildiğinden farklı bir ilme sahip olmadığını belirtmişti (bk. Buhârî, “Cihâd”, 171; Tirmizî, “Diyât”, 16). 

Hz. Ali göğsünü göstererek, “Burası ilimle dolu”, başka bir sözünde de “Aranızdan ayrılmadan bilmediklerinizi bana sorun” demişti.

Hz. Ali’ye nisbet edilen bir söze göre Hz. Peygamber kendisine yetmiş çeşit ilim öğretmiş, ancak o halkın kendisini yalancılıkla suçlamasından çekindiği için bunları açıklamamıştı. 

Hz. Ali’den sonra Muhammed Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık gibi imamlara intikal ettiğine inanılan bâtın ilminin, bu ilmi anlama ve kavrama seviyesinde olmadığından halka açıklanması uygun görülmemiştir.

Ca‘fer es-Sâdık’ın öğrencilerinden sayılan ve bâtın ilmini bildiği öne sürülen Câbir b. Hayyân bu ilmi, “kanunların konuluş sebeplerini ve ilâhî akıllara uygun olan özel gayeleri bilmektir” şeklinde tarif etmiş ve bu açıklamasıyla felsefî bilgilere işaret etmiştir.

🔷Mutasavvıflar dinî ilimleri biri zâhir, diğeri bâtın olmak üzere ikiye ayırır; hadis, fıkıh ve kelâm gibi ilimlere zâhir ilimleri, tasavvufa da bâtın ilmi adını verirler. 

🔻Zâhirî ilimlerle meşgul olanlara zâhir ulemâsı, rüsûm ulemâsı ve ehl-i zâhir, kendilerine de bâtın ulemâsı ve ehl-i bâtın derler.

🔻Mutasavvıflara göre naslardaki gizli mânaları, ibadetlerin mânevî ve ahlâkî özünü, varlık ve olayların arkasındaki sırları açıklığa kavuşturan bâtın ilmi gizlidir ve onu halka açıklamak câiz değildir. Çünkü halk bu yüksek ilmi ve ondaki ince mânaları ya anlayamaz veya yanlış anlar. 

Bu yüzden bâtın ilmi ancak zeki, yetenekli, istekli ve kalp gözü açık kimselere öğretilir. Başlangıçta bâtın ilminden sadece işaret yolu ile bahsedilir, bu ilim açık şekilde ifade edilmezdi. Bâtın ilmini işaretle değil sözle anlatan ilk sûfî Zünnûn el-Mısrî’dir (ö. 245/859). 

Fakat o bu ilmi sadece kendisine inananlara anlatmaktaydı. Cüneyd-i Bağdâdî bu ilmi mahzenlerde ve kapalı kapılar ardında öğretiyordu. Tasavvuf tarihinde bâtın ilminden kürsülerde açıkça bahseden ilk sûfînin Şiblî olduğu söylenir (Câmî, s. 33). 

Bununla beraber bâtın ilmi geniş ölçüde her zaman gizli öğretilmiş, bu anlayış tarikatlarda da devam ettirilmiştir. 

Mutasavvıflara göre bâtın ilmi İslâm’dan ayrı ve onun dışında bir ilim değildir. Bu ilim esasen nasların derin ve ince mânalarından ibaret olup Hz. Peygamber tarafından bazı sahâbîlere öğretilmiştir. 

Nitekim onun, sırdaşı (sâhibü sırri’n-nebî) Huzeyfe b. Yemân’a bazı sırlar tevdi ettiği, ayrıca Ebû Hüreyre’nin, “Hz. Peygamber’den iki ilim öğrendim; birini yaydım, öbürünü saklı tuttum, onu da yaysaydım başımı keserlerdi” dediği rivayet edilir (Buhârî, “ʿİlim”, 42). 

Hz. Peygamber’in dinde fakih olması için dua ettiği İbn Abbas’ın ilminin de bâtın ilmi olduğu söylenir. 

Cüneyd-i Bağdâdî, Hz. Mûsâ’nın Hızır’dan öğrendiği “ledün ilmi” (bk. el-Kehf 18/65) ile Hz. Ali’nin bildiği bâtın ilminin aynı şey olduğunu söyler. Serrâc’a göre Kur’an’ın, hadisin ve İslâm’ın da zâhir ve bâtını vardır. Geniş anlamıyla şeriat ilmi bu ikisini de ihtiva eder. Nitekim sûfîlere göre, “Allah size zâhir ve bâtın nimetlerini bol bol vermiştir” (Lokmân 31/20) meâlindeki âyette bu hususa işaret edilmektedir. 

Cibrîl hadisinde söz konusu edilen “İslâm” zâhir, “iman” bâtındır; “ihsan” ise zâhir ve bâtın hakikatlerinin birliğidir (Serrâc, s. 22). 


Bâtın ilminin üstünlüğü ilk tasavvufî eserlerde de önemle vurgulanmıştır. Gazzâlî zâhir ilmine kabuk (kışr), bâtın ilmine öz (lüb) nazarıyla bakar. 

Zâhir ilmi yola, bâtın ilmi menzile ait bilgilerdir. 
Sûfîler metot olarak zâhir ilminin eğitim ve öğretimle, bâtın ilminin ise mistik sezgi (keşf) ile elde edildiğini söylerler.

⚠️Bu şekilde belli bir silsile ile Hz. Peygamber’den gelen veya özel bir yolla naslardan çıkarılan bilgiler gibi ilham ve keşf yoluyla vasıtasız olarak Allah’tan alınan bilgilere bâtın ilmi denir. 
Nitekim İbnü’l-Arabî, “Velîler bilgileri peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar” (Fuṣûṣ, s. 54) derken bu hususu belirtmiştir.
 O Fuṣûṣü’l-ḥikem’de her bölümün başına getirdiği “hikmet” sözü ile bâtın ilmini kasteder. ‼️

Kur’an’ın, hadislerin ve ilmin zâhir ve bâtınından bahseden mutasavvıflar Hz. Peygamber’in de zâhirî ve bâtınî yönü bulunduğunu, zâhirini kâfir-mümin herkesin bildiğini, bâtınını ise ancak müminlerin ve velîlerin anlayabileceğini belirtirler. “Sana bakıyorlar ama görmüyorlar” (el-A‘râf 7/198) meâlindeki âyette işaret edildiği gibi inkârcıların baktıkları halde görememeleri onun bu bâtınî yönüdür.

Ebû Saîd el-Harrâz, Hücvîrî, Gazzâlî, Sühreverdî gibi birçok sûfî, “zâhire aykırı düşen her bâtın bâtıldır” kaidesini benimsemişlerdir. 
Ancak Hz. Mûsâ ile Hızır’ın bilgilerinde olduğu gibi (bk. el-Kehf 18/65) görünüş itibariyle de olsa bu iki ilim arasında bir çelişki bulunabileceğini kabul eden Gazzâlî’ye göre bu bilgilerin hakikatini ve halka açıklanmayan kader ve ruhla ilgili bazı sırları ancak velîler ve ârifler bilebilir.
Nasların mecazi mânaları da bâtınî mâna sayılır.
Bir şeyi bilmekle o şeyi yaşayarak öğrenmek arasında fark bulunduğu gibi zâhir ile bâtın arasında da bir fark olabilir. 

Hal diliyle söyleneni söz diliyle anlatmak da bir kapalılığa yol açar.

Gazzâlî bâtın ilmini biri muamele, diğeri mükâşefe ilmi olmak üzere ikiye ayırır.
Birincisini eserlerinde geniş olarak açıkladığı halde ikincisinin kitaplara yazılmasının ve ifşa edilmesinin câiz olmadığını ifade eder (İḥyâʾ, I, 20-23).

bâtın ilmiyle ilgili en başarılı açıklamalara Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’inde rastlanır. Gazzâlî namaz, oruç, zekât, hac ve Kur’an tilâveti gibi bütün ibadetlerin bir zâhirî, bir de bâtınî yönü bulunduğunu ifade ederek zâhirî amel-bâtınî amel, zâhirî hüküm - bâtınî hüküm, zâhirî edep-bâtınî edep, zâhirî temizlik - bâtınî temizlik gibi ikili ayırımlar yapar. 

Meselâ ona göre rükûun zâhirî mânası eğilmek, bâtınî mânası saygı göstermektir. Zâhirî mâna beden, bâtınî mâna ruh gibi olduğundan bâtınî yönü gerçekleşmeyen ibadetler cansız sayılır.


zâhirî mâna “hak”, bâtınî mâna “hakikat”tir. Bu sebeple her iki mânaya göre hareket etme mecburiyeti vardır. 

Bâtın ilminin varlığı daha çok Gazzâlî’den sonra ve onun etkisiyle zâhir ulemâsı tarafından da benimsenmiştir. Ancak kelâmcılar bilgi kaynağı olarak akıl ve beş duyu ile haber-i sâdık içinde düşündükleri peygamberlere gelen vahiy ve ilhamı kabul ederler. Gazzâlî, Râzî, Âmidî gibi müteahhir devir kelâmcıları mutasavvıfların keşf, ilham, bâtın ilmi gibi deyimlerle ifade ettikleri bilgileri de bilgi kaynağı olarak kabul etmekle birlikte, bu tür sübjektif bilgileri vehim ve kuruntulardan ayırabilmek için bunların Kitap ve Sünnet’e uygunluğunu esas almışlardır. 


Kur’ân-ı Kerîm’de “zhr” kökünden türeyen kelimeler sık biçimde, zâhir kelimesi çoğul ve müennes şekliyle on yerde sözlük anlamıyla geçer (, “ẓhr” md.). 


V. (XI.) yüzyıl usulcüleri içinde bu konuyu nisbeten daha geniş ele alan Şemsüleimme es-Serahsî’nin açıklamaları şöyle özetlenebilir: Zâhir ile kastedilen mâna, üzerinde düşünmeye gerek olmaksızın sırf sözün (sîga) işitilmesiyle anlaşılır. 

🔻Sözle kastedilen şey bu mânaya vaz‘ındaki açıklığı sebebiyle hemen zihinlerde canlanır. 
🔻Nas ise sözün bu mâna için sevkedildiğini gösteren, lafza bitişik, konuşan kaynaklı bir karîne yardımıyla zâhire nisbetle daha fazla açıklık taşır; bu karîne olmadan lafızda onu açık kılan bir özellik yoktur. 

Bu durum zâhirle mukayese edildiğinde ortaya çıkar. Meselâ Bakara sûresinin 275. âyetinde geçen, “Allah alım satımı helâl, ribâyı haram kıldı” sözü alım satımın helâl olduğu hususunda zâhirdir, yani bu anlam açık biçimde anlaşılmaktadır.    

‘Güven içinde bulunmak’ anlamındaki emn kökünden gelen imanın asıl sözlük anlamı tasdik etmek, doğrulamak, inanmaktır.
İman, bir şeyin varlığı hakkında, zihnin güven duygusu içinde ve em- niyette bulunmasıdır.

İman bir kalp işidir. Dil ile ikraryeterli değildir. Çünkü kalpleriyleinan- madıkları halde ağızlarıyla “inandık” diyenlerin durumunu Allah yermek- tedir (Mâide, 5 /41).

İmanı, hem kalbin hem de organların eylemi olarak görenler: Bunlara göre iman; bilgi, ikrar ve amelden ibarettir. Ashabu’l- Hadîs’in çoğunluğu bu görüştedirler(Amidî, Ebkâru’l-Efkâr, V/9).

Bilgi olmadan tasdikin genelde bir anlamı olmaz. Çünkü insan; neye, niçin ve nasıl iman ettiğini ancak akletme yoluyla bilebilir.Dolayısıy- la bilgiye dayanmayan bir iman, gerçek bir iman değildir.

İman-bilgi-akıl ilişkisi bağlamında bilgi kadar önemli diğer bir kav- ram ise, akıldır. Kur’an, akla çok önem vermektedir. Her ne kadar doğrudan “akıl” sözcüğü isim olarak Kur’an’da yer almasa da, onunla hemen hemenaynı anlama gelen lübb (elbâb), hilm(ehlâm), hicr, nühâ ve fuâd kavramları Kur’an’da kullanılmaktadır (Sırasıyla bkz. Âl-i İmrân,

Kur’an, düşünen, araştıran, bilen, anlayan pratik aklınönemine vurgu yapmaktadır. Çünkübu tür bir akıl, doğru (hakk) ile yanlışı(bâtıl) birbirinden ayırt edebilir.İnsanı,diğer varlıklardan üstün kılan da işte bu tür bir işlevsel akıldır (Örneğin bkz. Bakara, 2 / 164; A’râf, 7 / 179).Kişiyi sahih, yani doğru imana ve buimanın gereği olan sâlih, yani yararlıve uygun eylemlere yönelten de esasen bu akıldır.

Kur’an’da aklın ne olduğundan ziyade, onun görev ve işlevi daha çok önem arzetmektedir. Dolayısıyla “akletme” salt zihinsel bir faaliyet değil, aksine o, daha çok, faal kalbin bir işlevidir.

⚠️Aklın en önemli işlevselgörevlerinden biri nazar, yani akılyürütme- dir (A’râf, 7 / 185). Ayrıcaderinliğine düşünmek demek olantedebbür ve tefekkür (Nisâ, 4 / 82; Âl-i İmrân, 3 / 191), ince bir kavrayışasahip olmak anlamına gelen tefekkuh(İsrâ, 17 / 46) ile düşünüp anlamakma- nasındaki tezekkür (Bakara, 2 /269) gibi kavramlar da aklın işlevsel görev alanlarını işleyen Kur’anîkavramlardır.‼️

 













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️