1928 yılında Tazmanya'da küçük bir balıkçı köyünde doğdu. Orman bekçiliği, değirmen işçiliği, avcılık ve doğabilimcilik gibi çeşitli işlerde çalıştıktan sonra 1954 yılında Avustralya Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Örgütü'ndeki Yaban Hayatı Araştırma Bölümü'ne katıldı. 1966 yılında biyocoğrafya ve sosyal psikoloji üzerine ihtisas yaptı ve çevre bilimleri yüksek lisansı sırasında Tazmanya Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı, çevresel streslerin omurgalıların davranışları üzerindeki etkileri üzerine uzmanlaştı.
1974’te öğrencisi David Holmgren ile birlikte geliştirmeye başladıkları “permakültür” kavramı, sonrasında Permakültür Bir ve Permakültür İkikitaplarını doğurdu. Dünyanın dört bir tarafında pek çok kurs verdi, yazılar yazdı, çok çeşitli projelere danışmanlık yaptı. 1981’de “Doğru Geçim Yolu Ödülü”nü kazandı. Sonraki yıllarda özellikle dünyanın en fakir bölgelerinde halkın kendi kendine yeterli sistemler kurmasına destek sağlamaya yönelik permakültür eğitimlerine yönelik bir “Yardıma Güven” vakfı kurdu. 1979’ta da Avustralya Permakültür Enstitüsü’nü kurdu; burada sürdürülebilir tarım, su, hukuk ve ekonomi sistemleri üzerine dersler verilmektedir.
Kawaguchi'nin Japonya dışında tanınması , röportajlarının birçok dile çevrildiği Son Damla: Yemek, Dünya, Mutluluk belgeselinde ana karakter olarak yer almasının ardından daha da arttı .
⚠️ "Permanent Agriculture" kavramı ilk olarakFranklin Hiram King'in 1911 yılında yazdığı "Farmers of Forty Centuries: Or Permanent Agriculture in China, Korea and Japan" adlı kitapta kullanıldı.❗️
1994-2009 yılları arasında yapılmış halka açık yarı-ekobbina tasarımı, Culemborg, Hollanda.
Permakültür, sürdürülebilir insan yerleşimleri tasarımıdır. Permakültür ya da ingilizce Permaculture, 'Permanent' (kalıcı, devamlı, daimi) ve 'Agriculture' (tarım, ziraat) ya da Culture (kültür) kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiş bir kavramdır.
Yazar: Dilay Şentürk
"Permakültür tasarımı, kavramsal, maddi vestratejik bileşenleri tüm canlıların yararına işleyenbir örüntü halinde bir araya getirme sistemidir.”
Bill Mollison
Bill Mollison, öğrencisi David Holmgren ile birlikte 1970'lerde geliştirdikleri permakültürkavramını bu şekilde tanımlamaktadır.
Permakültür, sürdürülebilir insan yerleşimleri tasarımıdır. Permakültür ya da ingilizce Permaculture, 'Permanent' (kalıcı, devamlı, daimi) ve 'Agriculture' (tarım, ziraat) ya da Culture (kültür) kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiş bir kavramdır.
Permakültür, ilk oluşmaya başladığı ve uygulamaya geçirildiği yıllarda her ne kadar tarımsal ele alınsa da zaman içinde bu kavramın daha kapsamlı bir alana hitap eden "tasarım bilimi"olarak da tanımlanan bir sistem olarak ele alınmaya başlamıştır. Permakültür, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Bu nedenle şehir, köy ayrımı gözetmeksizin benimsenebilecek bir yaşam tarzıdır. Önemli olan tasarımın uygulanacağı yerde bir permakültür tasarımcısı tarafından oluşturulansistemin sürekliliğinin sağlanabilmesidir.
Bu kavram insanların ihtiyaçlarını karşılarken doğal ekosistemlerin işleyişini örnek alarak, bir parçası oldukları doğaya dolayısıyla kendilerine bir yer buldukları dünyaya zarar vermenin aksine yarar sağladıkları ve aynı zamanda onu besledikleri sürdürülebilir kalıcı tasarımları ve sistemleri,çözümleri, olgun ve ahlaki davranışları beraberinde getirmektedir.
Habitat ya da yaşam alanı, bir canlının yaşadığı ve geliştiği yer.
Permakültürün Üç Etik İlkesi
Etik, yapılacak doğru şeyin ne olduğuna dair evrensel olarak üzerinde anlaşmaya varılmış normlardır. Permakültür, üç temel etik ilke üzerinde yer almaktadır.
Dünyayı Gözetmek
İlkelerinden ilki “dünyayı gözetmek”tir ve bu ilke diğer iki ilkenin de temelini oluşturmaktadır. Bu ilkeyi gözetme sebebimiz artık günümüzde doğayı sevmenin ve korumanın iyi bir şey olduğu söylendiği için değil, sağlığımız ve türümüzün devamlılığı ile birlikte gezegenimizin de her açıdan sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde ayakta kalabilmesini sağlamak içindir. Ayrıca günümüzde bu durum seçimden ziyade bir zorunluluk haline gelmektedir hatta gelmiştir.
İnsanı Gözetmek
Diğer bir ilkesi ise “insanı gözetmek”tir. Günümüzde her ne kadar yaşanan ekolojik veya diğer konulardaki sorunların sebebi çoğunlukla bizim türümüz olsa da netice de bu sürecin tersine çevrilmesinde en hızlı pragmatik çözümleri sunabilecek tür yine bizim türümüzdür. Bu ilkeyi gözeterek aslında doğrudan veya dolaylı olarak “dünyayı gözetmek” ilkesine büyük oranda olumlu bir katkı yapmış oluyoruz. Bu ilke insanların ihtiyacı olan kaynaklara sürdürülebilir olarak ulaşabilmelerinin sağlanmasını kapsamaktadır. Dünya üzerinde yer alan sistemlere ve bu sistemlerin bütününe baktığımızda türümüzün baskın etkileri dikkat çekmektedir. Bu sebeple insanı gözetmek gerekmektedir.
İhtiyaçlarımızı olabildiğince küçük bir alanda karşılayabilmek bu işin önemli bir parçasıdır. Bu sayede ihtiyaçlarımızı karşılarken meydana gelen istemli veya istemsiz yıkıcı sonuçları asgari düzeyde tutabiliriz. Aksi halde dünyayı gözetmekten bahsetmemiz mümkün değildir.
Adil Paylaşım
Son olarak “ihtiyaç ve ürün fazlasını dünyayı ve insanı gözetmeye vakfetmek” diğer bir ifadeyle "tüketime sınır getirme" ilkesi yer almaktadır. Elde edilen ürün her ne ise adil paylaşılarak, herkesin ihtiyacı olan kadarından yararlanması benimsenmiştir. Buradaki ihtiyaç ve ürün fazlası kapsamında ihtiyaç kadarının kullanıldıktan sonra artan ürün, zaman, para, enerji vd. unsurlar yer almaktadır. Tıpkı doğanın kendi içinde kaynaklarını değerlendirmesi gibi artan bu unsurlar da ilkiki ilkeye kaynak yaratır ve sisteme geri döndürülür. Tüm bu sistemin sürdürülebilir ve sürekli olmasını sağlayabilmek adına "adil paylaşım" ilkesi oldukça önemlidir.
Bill Mollison'ın "Permakültüre Giriş" (Introduction to Permaculture) kitabında da yer verdiği bircümle ile yazımı bitirmek istiyorum:
"Permakültür, doğaya karşı değil, onunla birlikte çalışma felsefesidir; uzun süreli ve düşüncesizemekten ziyade uzun süreli ve düşünceli gözlem yaparak; herhangi bir alanı tek bir ürün sistemiolarak ele almak yerine bitki ve hayvanlara tüm işlevleriyle bakmaktır."
Bill Mollison
Kaynaklar:
Bakır, M. F., vd., 2011, Permakültür El Kitabı ve Marmariç Örneği, Marmariç EkolojikYaşam Derneği, syf: 4-6.
Demiralp, D., 2019, Gelecek İçin Tasarım: Permakültür Nedir?, Sıfır Atık (sıfıratıkco) https://bit.ly/3HrjvtX
Anonim, What is Permaculture? 5 Ways to Start your Permaculture Garden Today https://bit.ly/3MoubgX
Görseller: Yazara aittir.
Permakültür prensipleriyle yetiştirilen bir bahçe.
20. yüzyılın başlarında ve ortalarında birçok düşünür, permakültür alanı için erken ilham kaynağı olan kazısız bahçeciliği , toprağı sürmeden çiftçiliği ve "kalıcı tarım" kavramını araştırdı. Mollison ve Holmgren'in 1970'ler ve 1980'lerdeki çalışmaları, 1978'de Permakültür Birile başlayarak birkaç kitaba ve permakültür fikirlerinin yayılmasının ana yöntemlerinden biri olan "Permakültür Tasarım Kursu"nun geliştirilmesine yol açtı.
Mollison ve Holmgren'in üç temel etiği ve Holmgren'in on iki tasarım ilkesi, permakültür literatüründe sıklıkla alıntılanır ve yeniden ifade edilir. Eşlik eden bitki yetiştirme , çok yıllıkbitkilerin yaygın kullanımı ve ot spirali gibi tasarımlar gibi uygulamalar, permakültürcüler tarafından yaygın olarak kullanılmıştır.
Havuç ve soğanın birlikte ekilmesi. Soğan kokusu havuç kök sineğini uzaklaştırırken, havuç kokusu soğan sineğini uzaklaştırır.
Bill Mollison'ın öncülüğünü yaptığı bütünsel bir tasarım sistemi olan Permakültür, çevreyle ilişkimizi yeniden tanımlayan bir dizi yol gösterici ilkeyi kapsar.
Bu ilkeler sadece kavram değil, aynı zamanda sürdürülebilir ve yenilikçi çözümlerin geliştirilmesine katkı sağlayan güçlü düşünme araçlarıdır.
Sistem düşüncesine dayanan permakültür, tüm unsurların birbiriyle bağlantılı olduğunu vurgulayarak dünyayı algılama biçimimizi değiştirir.
1. Göreceli Konum : Permakültürde, öğelerin yerleşimi, onları izole bir şekilde ele almak yerine, ilişkilerine ve etkileşimlerine dayanır. Örneğin, bir tavuk kümesini bir bahçenin yakınına yerleştirmek, tavuklardan doğal gübre sağlayabilir.
2. İşlevsel İlişkiler : Permakültür sistemindeki her bileşen birbirine bağlıdır. Örneğin, bir bahçedeki arılar tozlaşmayı iyileştirerek bitki büyümesine fayda sağlar.
3. İşlevsel Yedeklilik : Tasarımlar, dayanıklılığı garantilemek için temel işlevler için birden fazla öğeyi birleştirir. Örneğin, bir kuyu, yağmur varilleri ve yakındaki bir akarsu gibi birden fazla su kaynağı, bir kaynak arızalansa bile suyun kullanılabilirliğini garanti eder.
4. Çok İşlevli Tasarım : Her bir eleman çeşitli işlevlere hizmet eder. Örneğin bir gölet, bir su kaynağı, yaban hayatı için bir yaşam alanı ve estetik bir özellik olabilir.
5. Enerji Tasarrufu : Elementler, enerji harcamasını azaltarak birden fazla rol üstlenecek şekilde yerleştirilir. Ağaçlar gölge, meyve ve rüzgar kırıcı sağlayabilir ve faydalarını en üst düzeye çıkarabilir.
6. Yerel Odaklanma : Topluluk bahçeleri gibi yerel eylemlere vurgu yapmak, sürdürülebilir yaşamı ve toplumsal dayanıklılığı teşvik eder.
7. Çeşitlilik : Çeşitli sistemler daha dayanıklı ve sürdürülebilirdir. Çeşitli bitkilerin bulunduğu bir bahçe dengeli bir ekosistemi teşvik eder ve zararlı sorunlarını azaltır.
8. Yerleştirme İlkesi : Elementlerin iyi bir şekilde ilk yerleştirilmesi beklenmedik faydalara yol açar. İyi yerleştirilmiş bir ağaç, ek çaba sarf etmeden gölge, barınak ve yiyecek sağlayabilir.
9. Biyolojik Kaynaklar : Üreme kapasiteleri için canlı sistemleri kullanır. Örneğin kompostlama, toprak verimliliğini artırmak için organik atıkları kullanır.
10. Enerji Dengesi (EROEI) : Sistemler tükettikleri kadar enerji üretmelidir. Bir bahçe, yetiştirilmesinde kullanılan enerjiyi telafi edecek kadar ürün vermelidir.
11. Stoklama : Baskınlığı önlemek için unsurları dengeleyin. Bir havuzda, sağlıklı bir ekosistemi korumak için balık ve bitki yaşamını dengeleyin.
12. Yığınlama İşlevleri : Tek bir öğe içinde birden fazla işlev katmanlanır. Bir orman bahçesinde ağaçlar, çalılar ve toprak örtüleri bir arada bulunur ve her katman farklı verim ve faydalar sağlar.
13. Halefiyet Planlaması : Sistemlerin evrimleştiğini kabul edin. Başlangıçta azot sabitleyici bitkiler ekmek, toprağı daha sonraki, daha zorlu ürünler için hazırlayabilir.
14. Yerinde Kaynaklar : Düşen yaprakları malç olarak kullanmak gibi mevcut kaynakların kullanımını en üst düzeye çıkarın.
15. Kenar Etkisi : Ekosistemler arasındaki sınırları kullanın. Bir ormanın yanındaki bir bahçe her iki habitatın kaynaklarından da faydalanabilir.
16. Enerji Geri Dönüşümü : Sistemler enerjiyi geri dönüştürmelidir. Mutfak atıkları kompost haline getirilerek toprağa besin maddeleri geri kazandırılabilir.
17. Küçük Ölçekli, Yoğun Sistemler : Yüksek çıktı veren küçük, yönetilebilir sistemlerle başlayın. Küçük, iyi bakılan bir sebze bahçesi, büyük, ihmal edilmiş bir bahçeden daha üretken olabilir.
18. En Az Değişim, En Büyük Etki : Maksimum fayda için müdahaleyi en aza indirin. Malçlama gibi basit değişiklikler, az çabayla toprak sağlığını önemli ölçüde iyileştirebilir.
19. Dikim Stratejisi : Önce yerli türlere, sonra yerli olmayan ancak kanıtlanmış türlere öncelik verin ve yeni türler üzerinde dikkatli deneyler yapın.
20. Doğayla Çalışmak : Daha iyi verim ve daha az iş için doğal döngüleri destekleyin. Kimyasallar yerine doğal zararlı avcıları kullanmak bir örnektir.
21. Uygun Teknoloji : Güneş enerjisiyle çalışan ocaklar veya yağmur suyu toplama sistemleri gibi permakültür prensipleriyle uyumlu teknolojileri kullanın.
22. Geri Dönüş Yasası : Sistemden alınan her şey yerine konulmalıdır. Kompostlama bu ilkenin doğrudan bir uygulamasıdır.
23. Stres ve Uyum İlkesi : Doğal olmayan işlevlerin unsurlara zorla uygulanmasından kaçının. Yerel iklime uygun mahsullerin ekilmesi, müdahale ihtiyacını azaltır.
24. İşbirliği İlkesi : Sistemler, birbirine fayda sağlayan yoldaş bitkiler dikmek gibi işbirliğine dayalı etkileşimlere dayanmalıdır.
25. Çözüm Olarak Sorun : Zorlukları kaynaklara dönüştürün. Örneğin, erozyona eğilimli bir yamaç, üretken yetiştirme alanları yaratmak için teraslanabilir.
26. Verim Sınırları : Potansiyel verim yalnızca tasarımcının yaratıcılığı ve anlayışıyla sınırlıdır. Bitkileri çeşitlendirmek bir bahçenin toplam verimini artırabilir.
27. Her Şey Bahçeler : Her unsurun çevresini etkilediğini kabul edin. Tavuklar sadece yumurta sağlamakla kalmaz, aynı zamanda zararlıları kontrol eder ve toprağı havalandırır.
28. Verimin Zaman İçinde Dağılımı : Uzun vadeli etkileri göz önünde bulundurarak kararlar alın, örneğin yıllarca fayda sağlayacak ağaçlar dikmek gibi.
29. Sorumluluk Politikası : Dengeli bir doğal gölet ekosistemi gibi kendi kendini yönetebilen sistemler tasarlayın.
30. Kaynak Yönetim Politikası : Toprak sağlığını bozan kimyasal gübreler gibi sürdürülebilir verimi azaltan kaynakların kullanımından kaçının.
31. Düzensizlik İlkesi : Doğadaki düzen ve uyumun verimli olduğunu kabul edin. Çeşitli bir bahçe düzensiz görünebilir ancak oldukça üretken olabilir.
32. Entropi ve Metakararsızlık : Karmaşık sistemlerde düzensizliğin arttığını ve kararlı sistemlerin esnek alanlara ihtiyaç duyduğunu anlayın.
33. Entelechy Prensibi : Elementlerin doğuştan gelen özelliklerine saygı gösterin. Dikenli bitkiler doğal bir bariyer olarak kullanılabilir.
34. Öz Düzenleme İlkesi : Bitki atıklarının solucanları beslemek için kullanılması ve solucanların da toprağı zenginleştirmesi gibi, birbirini destekleyen tasarım öğeleri.
35. Gözlem : Müdahale etmeden önce sistemi gözlemlemek için zaman harcayın. Doğal desenleri anlamak daha iyi tasarım kararları verebilir.
36. Aşılamaz Fırsatlar : Permakültür sistemleri tasarlamanın sınırsız potansiyelini fark edin.
37. Bir Yıl Bekleyin : Önemli değişiklikler yapmadan önce gözlem yapmak için zaman tanıyın.
38. Su ve Verimlilik Manzaranın Yükseklerinde : Suyun doğal dağılımı için yer çekiminden yararlanın.
39. Sistem Verimi Tanımı : Sistemin kendi gereksinimlerinin ötesinde yarattığı toplam fazla enerji.
40. Verimde Yaşamın Rolü : Canlı unsurlar sistemin toplam verimini ve fazlasını belirler.
41. Kirlilik Tanımı : Sistem tarafından üretken olarak kullanılmayan çıktılar kirleticilerdir. Kompostlama potansiyel atıkları bir kaynağa dönüştürür.
42. Ek İş : Sistem tarafından otomatik olarak sağlanmayan girdileri belirleme ve en aza indirme. Verimli tasarım, emek ve kaynak girdilerini azaltır.
Bunların başında toprağın sürülmemesi, çapalanmaması ve altüst edilmemesi geliyor. Toprak sürüldüğünde organik kaynaklar hızla tükenir ve toprak verimini kaybederek yapay gübrelere bağımlı hale gelir.
Fukuoka toprağı sürmek yerine tohumlarını doğrudan toprağın üstüne savuruverir ve bazen de böceklere ve kuşlara karşı bu tohumları, kilden bilyelere sararak tohum topları yapar. Toprağın havalandırılması işi de bitki kökleri, mikroorganizmalar, küçük hayvanlar ve toprak kurtları tarafından yapılır.
İkincisi suni gübre ya da hazırlanmış kompost uygulanmamasıdır. Toprağı dışarıdan gelen takviyelere bağımlı hale getirmek hem toprağı hem de bu şekilde gelişen türleri zayıflatır. ⚠️Fukuoka bunun yerine yeşil bir zemin örtüsü kullanır ve topraktan gelen ürünün meyvesi hariç bütün kısımlarını toprağa geri verir. ‼️Bu toprağın üstünde 10-15 santim kalınlığında canlı ve nemli bir malç örtüsü oluşturur ve bu malçın ayrışması için de genellikle kümes hayvanlarının salınması yeterlidir.
Üçüncü ilke herhangi bir yolla yabani otları yok etmemek ama onları diğer yabani otlar ve böceklerin yardımıyla denetim altında tutmaktır.
Dördüncü ilke ise hastalıklara ya da böceklere karşı kimyasallara bağlı kalmamaktır. Toprağın sürülmesi ve suni gübre kullanılması nedeniyle zayıflamış bitkiler buna ihtiyaç duyuyorlarmış gibi görünseler bile doğal bir çevrede yetişen bitkiler çok daha dayanıklıdırlar ve doğal haline bırakılan bir toprak parçasındaki böcek ve hastalıkları birbirlerini dengede tutarlar.
30 yıl süren deneme yanılmaların ardından, “hiçbir şey yapma tarımı” toprağın sürülmesi, kimyasal gübreler, böcek ilaçları, yabani otlarla mücadele, budama, makine yada kompost kullanmaksızın, gerek geleneksel gerekse kimyasal tarımın ürettiklerine denk miktarlarda pirinç ve arpa mahsulü almayı başarmıştır.
illüstrasyon: Cecilia Macaulay
Permakültür: Doğaya Karşı Değil; Doğayla Birlikte Hareket Et
Gezegenin kaynaklarını hızla tüketirken bunu telafi etmek için ters orantılı olarak çoğalttığımız kavramlardan biri de ‘permakültür’. İlk duyduğumuzda “Gerçekten de çevreden mi bahsediyoruz?” diye sormamıza neden olsa da permakültür, dengesi gittikçe bozulan insan-doğa ilişkisine odaklanıyor.
Anlamdan ilerleyelim… Permakültür, İngilizce ‘kalıcı’ (permanent) ve ‘tarım’ (agriculture) kelimelerinin birleşmesinden oluşuyor. Ama sadece tarımla ilgili sanmayın; permakültür, birleşen iki kelimeden çok daha fazlası: Sürdürülebilir tarım, yaşam, mimari yöntemlerinin neredeyse hepsini kapsıyor. Ekolojik tasarım ve mühendisliğin yanı sıra kaynak yönetimi gerektiriyor.
En basit haliyle permakültür, insan yerleşimlerini doğada bulunan ilkelere ve sürdürülebilirlik fikrine göre tasarlamak anlamına geliyor. Şehir bostanlarını düşünün, başlamak için iyi bir örnek teşkil ediyor.
O zaman bu kavram nereden çıkmış, nasıl yöntemler belirlemiş, günlük hayatta nasıl karşımıza çıkabilir gelin yakından bakalım.
Permakültürün ABC’si
Kavramın temelleri 1970'li yıllarda Avustralyalı Bill Mollison ve David Holmgren tarafından atıldı. Durduk yere değil elbet!
Mollison bunu kitaplara şöyle geçirdi: Permakültür; doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanmasıdır.
Bu resmi tanımı, “Doğaya rağmen, doğaya karşı değil; doğayla birlikte hareket et” diye okuyabiliriz. Yani modern dünyanın nimetlerini elimizin tersiyle itmeyeceğiz ama yaşamımızı, doğanın işlevlerini ve sistemlerin birbirine bağımlılığını gözlemleyerek tasarlayacağız. Sadece büyümeyi ve bolluğu değil, yenilenmeyi de hedefleyeceğiz. Sistemin tümüne fayda sağlayan ‘simbiyotik’ bir ilişki yaratacağız. Peki nasıl?
Permakültür; sanayi, tarım ve mevcut ekonomik sistem nedeniyle çevrenin kirlenmesine, bitki ve hayvan türlerinin birer birer yok olmasına tepki olarak geliştirildi. Doğada var olan her türlü sistemin bilgisini kullanarak yepyeni bir yaşam inşa etmeyi amaçladı.
Bu işin de bir prensibi var
Kavramın yaratıcılarından olan Bill Mollison, bu simbiyotik ilişkiyi tasarlamak için şöyle bir çerçeve çiziyor:
Yeryüzüne önem ver: Canlı ya da cansız tüm yaşam sistemlerinin devamı ve çoğalması için gerekli koşullar sağlanmalı.
İnsanlara önem ver: Var olmaları için insanların gerekli kaynaklara ulaşması sağlanmalı. Gıda, barınma, eğitim, iş, sosyal hayat gibi akla gelen her şey bu kapsama giriyor.
Nüfusa ve tüketime sınır getir: Kendi ihtiyaçlarımızı yöneterek, yukarıdaki ilkeleri ilerletmek için kaynak (zaman, para ve enerji) sağlamalıyız.
Permakültür'ün diğer bir tanımı "sürdürülebilir yerleşimler" tasarlamaktır. Bu bir felsefe ve toprak kullanımı yaklaşımının, tek yıllık ve çok yıllık bitkiler, hayvanlar, mikroklima, toprak ve su yönetimi ve insan ihtiyaçlarının birlikte ve bağlantılı olarak iç içe geçtiği üretken topluluklar bütünüdür.
Felsefeye göre; bitkiler, hayvanlar, onların besin döngüleri, iklim faktörleri ve hava döngüsü süreçleri ekolojik resmin bir parçasıdır. Habitat sakinlerinin ihtiyaçları gıda, enerji, barınma ve altyapı için kanıtlanmış teknolojiler kullanılarak sağlanır. Sistemde bir elemanın çıkışı başka bir elemanın girişi olarak görülmektedir.
Sürdürülebilir tarımın uygulamaları arasında, çoğu bitkinin aynı anda yetiştirilmesi (çok-türlülük)de vardır.
Sürdürülebilir bir sistemde, iş yükü en aza indirilmiş, atıklar kaynak şekline dönüştürülmüş ve verim en üst düzeye çıkartılmıştır. Bu ilkeler çiftliklerde, evlerde, bir ölçüde kentsel yerleşimlerde veya herhangi bir ortamda uygulanabilir. Permakültür tasarımının temel amacı; bitki, hayvan ve insanları üretim amaçlı bir araya getirerek, bakımı kolay, sürdürülebilir ve kendi kendine yeten bir düzeni “mümkün olan en küçük alanda” oluşturmaktır.
Bu çerçeve dahilinde David Holmgren katkısıyla şu 12 prensip de zaman içerisinde neredeyse ‘permakültürün mottosu’ haline geliyor:
Gözlemle ve etkileşime geç: Bitkiler, hayvanlar, doğa, mevsimler ve etrafındaki her şeyle bağ kur. Suyun akış yönü, bir fidenin büyüme hızı, toprağın eğimi, hava sıcaklığı gibi şeyleri öğren. Doğa senin laboratuvarın, topladığın veriler ve ölçümlerle en ideal sistemi kurabilirsin.
Enerjiyi depola, verimli kullan ve dönüştür.
Fayda sağlayacak bir ürün/verim elde et. İlla tarlada çapa sallamak gerekmiyor, bilgisayar başında çalışan bir beyaz yakalı olsan da mesela fazla enerji israfından kaçınmak gibi doğaya fayda sağlayacak bir üretimde bulunabilirsin. İnsanlarla ilişkileri iyileştirmek bile bu kapsama girer!
Kendi kendini yönet ve tavsiyelere, geri bildirimlere kulak ver. Tüm eylemlerinin bir sonucu olduğunu unutma, bunların doğadaki karşılığı konusunda sorumlu ol, gereken dersleri alarak hareket et. Örneğin suyun akışını değiştirmen halinde bir sel yaşanıyorsa ya da bir taraf susuz kalıyorsa, bunu sürdürme.
Yenilenebilir kaynakları kullan ve onlara değer ver.
Atık üretme.
Tasarımın doğadaki örüntülerden detaylara doğru olsun.Doğadaki ve toplumdaki kalıpları gözlemle. Bunları tasarımının omurgası yap. Her şeyin bir akışı vardır, bunları taklit ederek ya da destekleyerek yaşa.
Ayrışmak yerine entegre ol. Nasıl farklı bitki ve hayvan türleri bir arada var oluyorsa bir toplum için de aynı çeşitlilik getiri sağlar.
Küçük ve ‘yavaş’ çözümleri kullan. Küçük ölçekli, az teknolojiyle, kendine yetebilen bir sistemi kur. Yerel kaynakları kullanarak daha sürdürülebilir bir yön çiz.
Çeşitliliği uygula ve destekle. Farklı olanı anla. Çeşitlilik, çeşitli tehditlere karşı savunmasızlığı azaltır ve içinde bulunduğu ortamın benzersiz doğasından yararlanır.
Farklı doğa sistemleri arasındaki alışverişi, enerjiyi kullan. Mesela denizle gökyüzü gibi iki farklı sistemin birbirini tamamlamasına izin ver.
Değişime ayak uydur ve ondan yaratıcı bir şekilde faydalan.
Peki bu çağrıya nasıl kulak vereceğiz.
Permakültürün günlük hayattaki karşılığı ne?
Karmaşık gibi görünse de günlük hayatta, hatta betona hapsolmuş şehir yaşamında bile pek çok permakültür uygulamasına rastlamak mümkün. Hatta belki içlerinden bazılarını yapıyoruz bile…
Bu ‘felsefeyi’ hayata geçirmenin birkaç basit püf noktası şöyle:
Yağmur suyu depolanıp, su ihtiyacı için kullanılabilir. Kendi kendini sulayan sistemler geliştirilebilir.
Çeşitli malzemeler kullanarak toprağın üzerinin örtülmesi anlamına gelen malç uygulaması yaygınlaşabilir. Bu nemi korur, verimi artırır, yabani otların büyümesini azaltır.
Toprağın kalitesi ve ürün verimliliği için birbirini dengeleyen ürünler bir arada yetiştirilebilir. Topraktaki elementlerin dengesini geri kazanma bakımından önemli olan baklagilleri ekerek toprak iyileştirilebilir.
‘Hügel kültür’ denilen bahçe ve yaşam alanı yaratma fikrine şans verilebilir. Çürümüş ağaç, ahşap, çalı, dal veya kütük kullanarak yapılan bu yatay bahçeler; sulama veya gübreleme yükünü kaldırır, ayrıca verimsiz toprağa sahip yerleri kullanılabilir hale getirir.
Biyoçeşitlilik sağlanabilir; hayvansal ve bitkisel üretim aynı anda gerçekleştirilebilir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan, atıklarını dönüştüren ekolojik binalar tasarlanabilir.
Örnekler çeşitlendirilebilir elbette… Gördüğümüz gibi çoğunu hayata geçirmek aslında çok kolay, üstelik gerekli de… Tüm bu adımlar emek ve zaman tasarrufu sağlayacağı gibi gezegenimize de daha iyi bakacak. Permakültürün çağrısına uyarak doğayla birlikte hareket etmeye başlamak için hiçbir zaman geç değil!
♻️
Doğal Tarım, Permakültür, Agroekoloji/Ekolojik tarım.
Doğal tarım
Doğayla iç içe yaşamanın, doğal yaşamın yollarını aramaya başladığım ilk anda karşıma “doğal tarım/doğal yaşam” ve bu ekolün duayeni Masanobu Fukuoka çıktı. Fukuoka’nın Doğal Tarımın Yolu ve Ekin Sapı Devrimi adlı eserleri benim için gerçekten ufuk açıcıydı. Çağa şahitliğimin artık isyan noktasına denk düştüğü bir zamanda modern çağı “yeteneksizleştirici uzmanlıklar çağı” olarak niteleyen Fukuoka’nın hayat felsefesi tam da aradığım şeydi doğrusu. Doğaya hükmetme kibrinden uzak, doğayla uyumlu, hayatın tamamına yayılmış bir esenlik yurdu kurmanın pratik yolunu gösteriyordu Fukuoka. “Do Nothing Farming” olarak İngilizceye çevrilen ve terimleşen bu metot “Hiçbir Şey Yapma” olarak Türkçemizde karşılığını bulmuştur.
Doğal besin (=ilaç) yetiştirme işini bırakıp insanları sentetik gıda üreticisi durumuna azleden imalat endüstrisi, girdi masraflarını artırarak tarımsal faaliyeti içinden çıkılmaz girift bir hale sokmuştur. Amerika’da 2000-2800 dönümlük arazilerde üretim yapan çiftçilerin net gelirinin Japonya’da 12-20 dönümlük arazide üretim yapan çiftçilerden daha az olduğu örneğini vererek Fukuoka, endüstriyel/bilimsel tarımın yüksek verimli olduğu iddiasını çürütmektedir. Girdi çıktı hesabı yapılmadan sadece ürün çıktısına odaklanarak yapılan hesapların ne kadar yanlış olduğu apaçık ortadadır. Fukuoka’ya göre makineleşme ve fosil yakıt tüketiminin artması neticesinde endüstriyel tarımda elde edilen verim son derece düşüktür. ‘Ne yersen osun’ sözü gereğince sentetik gıdaya maruz kalan insanın doğallıktan, doğruluktan ve doğadan da uzaklaştığına dikkat çeken Fukuoka eserlerinde insanın acilen kendi özüne, kendi doğal ortamına, doğayla uyumlu yaşama dönmesi gerektiğini sıkça vurgulamıştır.
Halihazırda uygulanmakta olan bilim temelli tarımsal paradigmalara karşı hem felsefi hem de pratik anlamda itirazlarını dile getiren Fukuoka, yapılan yanlışların yerini nasıl ikame edeceğimize ilişkin önerilerini cömertçe çevresiyle paylaşmıştır. Fukuoka’ya göre genel anlamda doğal tarımın dört ilkesi vardır: toprak işleme yok, suni gübre yok, yabani ot mücadelesi yok, tarım ilaçları yok. İşin hem doğasına ilişkin anlatımlarıyla doğal yaşam felsefesini bulduğumuz hem de uygulamaya ilişkin basit ve masrafsız uygulanabilecek metotlarla yeni ve doğal bir yaşamın mümkünlüğünü gördüğümüz Fukuoka tarzı tarımla yeni bir dünya inşa etmenin sürurunu yaşayabiliriz. Bu minvalde Fukuoka’nın eserleri sanırım doğa ve doğal yaşam severlerin okuyup istifade edecekleri kitap önerileri içinde liste başı olarak kolaylıkla söylenebilir.
Permakültür
Doğayla iç içe yaşayan, gerçek bir doğa dostu olan Bill Mollison iyi bir gözlemci olması nedeniyle Dünya’nın kötü gidişatını çabuk fark etmiş; önce bu yanlışın sorumlusu olan siyasal ve endüstriyel sistemlere başkaldırıp protesto eylemlerine katılmış ama zamanla bu protestolarla sonuç alınamayacağını görüp kendince bir yol bulmuş, fikir ortağı David Holmgren ile “permakültür” kavramını literatüre kazandırmıştır. Permakültür kavramıyla Mollison ve Holmgren; mimariyi, biyolojiyi, tarımı, hayvancılığı ve ormancılığı bir araya getirmiş, holistik bir yaşam modeli ortaya koymuşlardır. Mollison ve Holmgren’in bu girişimi parçacıklı bilim anlayışının ürünü olan meslek erbaplarının pek hoşuna gitmemiştir. Tarımın mevcut uygulanış şeklinden hoşnut olmayan, daha doğal ve ekolojik bir tarım özlemi duyan çiftçiler Mollison’ın çabalarına dikkat kesilmişlerdir. Mollison ve Holmgren’ın açtığı bu yolda permakültüre gönül veren pek çok insan bulunmaktadır: Geoff Lawton, Toby Hemenway, Sepp Holzer, Andrew Millison, Charles Dowding ilk akla gelenlerden…
“Kalıcı kültür”, “kalıcı tarım” anlamlarına gelen permakültür, sürdürülebilir bir yaşam modeli oluşturmaya yönelik bir tasarım sistemidir. Bu tasarım sisteminde amaç insanın kendi ihtiyaçlarını kendisinin karşılaması; doğa-dostu, sürdürülebilir bir ekolojik yaşam döngüsü kurmasıdır. Doğaya rağmen değil, doğayla birlikte, doğayla uyumlu hareket etmesidir. Bu uyumu sağlayabilmek için insanın ilk yapması gereken şey, doğa üzerindeki “hâkimiyet” fikrinden vazgeçmesidir. İnsanoğlu dünya üzerindeki milyonlarca türden sadece biridir ne iddia edildiği gibi dünyanın ne de evrenin hâkimidir.
Ekonomi derslerinde ilk olarak ekonominin sınırsız ihtiyaçlarla kıt kaynaklar arasında oluşturulan denge bilimi olduğu öğretilmektedir. Neden kaynaklar sınırlı ve ihtiyaçlar sınırsızdır? İsraf edilen gıdalarla tüm dünyanın doyurulabileceği istatistikî bilgiler ortadayken bu panik hali neden? Kurtuluşun tarifi birtakım şeyleri kökten değiştirmekle gerçekleşecektir. Dünyayı bu hale getiren hâkim düşünce biçiminin aygıtlarıyla bu kötü halden kurtulma imkân ve ihtimali yoktur. Bu Einstein’ın deyimiyle deliliktir. Aynı fasit daire içinde bir şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuç beklemek akıntıya karşı boşa kürek çekmektir.
Mollison Permakültüre Giriş adlı kitabında, enerji tüketimini nasıl azaltabileceğimize ilişkin öneriler sunmakta ve şu an harcadığımız enerjinin yüzde kırkıyla hayatlarımızı çok güzel idame ettirebileceğimizi iddia etmektedir. İki arabalı bir köpekli ve bahçeli bir evde iki bin Afrikalının yaşadığı bir köyden daha fazla enerji ve kaynak tüketilmektedir. Evlerimize aldığımız market ürünlerinin üçte biri çöpe gitmekte, geri dönüştürülemeyen atıklarla dünyamız gitgide daha da kirlenmektedir. Evlerdeki ekmek ve yemek israfları ise hem madden hem de manen insanoğlunun çöküşünün bir başka acı yönüne işaret etmektedir. Ayrıca sadece göz zevkini tatmin için kamuya ait alanların işlevsel olmayan çim ve bitkilerle kaplanması, bunların fazlaca bakım ve sulama gerektirmesi gibi durumlar da hesapsız, sorumsuz toplumsal yaşamın bir başka tezahürüdür. Bu hususta çocukluğu ve gençliği bahçe işlerinde geçmiş genç bir adamın Guerilla Gardening adıyla yaşadığı şehirde yaptıklarını anlattığı TEDx konuşması oldukça manidardır. İhmal edilen kamuya ait alanları faydalı ve işlevsel bitkilerle donatan Richard Reynolds örnek çalışmalarıyla bize şehir peyzajında tonlarca su yutmaktan başka işlevi olmayan çimler yerine yeni ve daha işlevsel fikirler kazandırabilir.
Enerji konusunda tavsiyeleri arasında Mollison özel araç yerine toplu taşımayı ya da ‘car pooling’i (arkadaşlarla ortak ve dönüşümlü araç kullanmayı); evlerimizde kullandığımız gri su adı verilen suyun geri kazanılmasını; su, güneş ve rüzgâr enerjisinden enerji hasadı yapabilecek bir ev tasarlamamızı tavsiye etmektedir. Bu savlarıyla Mollison insanın o eski “üretken insan” modeline döneceğini ve sürdürülebilir bir yaşam modeliyle çağın problemlerini azaltmada ve çözmede aktif rol alabileceğini belirtmektedir.
Doğada çöp yoktur ve tüm öğeler ömrü vefa edince başka şeye dönüşür. Permakültür tasarımcıları, biyomimikri ile doğadaki genel işleyişi kendi tasarım alanlarında uygulamaya çalışır.
Doğanın kucağında yaşayan biz insanoğlu içine doğduğumuz bu ahenkli ortamın, kendi kendini besleyen, büyüten ve dönüştüren bu harikulade sürdürülebilir döngünün sevimli birer taklitçisi olmak zorundayız. Sistem içinde her öğeyi birbiriyle ilintili bir pozisyona yerleştirmezsek hem iş gücü hem de kirlilik artar. Permakültürde mıntıka planlaması öğeleri ne sıklıkla kullandığımıza bağlı olarak yapılır. Mesela sera, tavuk kümesi, bostan ya da sebze bahçesi eve yakın yere konuşlandırılır. Mıntıkalar kullanım sıklığına göre yaşam alanının merkezi olan evin etrafına yerleştirilir. İnsan gücü ve enerji kullanımını en aza indirmek adına en sık kullanılan alanlar en yakına, en az kullanılanlar en uzağa olmak üzere tasarım yapılır.
Permakültür ilkeleri gereğince doğal ve biyolojik enerji kaynaklarının kullanabilmesine yönelik tasarım yapılması tavsiye edilir. Rüzgâr, su/yağmur, güneş, ormanlık alan en büyük enerji kaynaklarıdır. Biyolojik enerji kaynakları olarak polenleri yayan ve bitki özü toplayan arılar, çalıçit yapımında dikenli bitkiler, yabani ot gelişimini baskılayan alelopatik bitkiler, hayvanları ve çiftliği koruyan köpekler biyolojik enerji kaynakları olarak sayılabilir. Rüzgâr gülü, güneş kolektörleri ile enerji üretebilir; yağmur suyu hasadı yapabileceğimiz mimari bir yapıyla su toplama üniteleri oluşturabilir, suyun arazide kalmasının sağlayacak su hendekleri ve göletler inşa edebiliriz. İyi bir planlama ile tüm bunların yapımı son derece basittir ve yenilenebilir enerji kaynağı oluşturması açısından son derece değerlidir. Permakültür tasarımlarında dışa bağımlılığın azaltılması ve hatta tamamen ortadan kaldırılması için, kendi kendine yeten bir yaşam alanı oluşturabilmek ve bunun devamını sağlayabilmek için iyi bir planlama ve yönetim son derece önemlidir.
Permakültür başlangıç için yoğun emek gerektirir gibi gözükse de tek yıllık ürün yetiştiriciliğine, bitmek bilmeyen angarya işlere ve insan emeğine topyekûn bağımlılık gerektiren eski köy sistemlerinden çok farklıdır. Permakültür tasarımcıları bir yaşam alanını en iyi şekilde planlamaya, sınırlı miktarda insan gücü kullanmaya, tedricen verimli çok yıllık bitkilerin yetiştirilmesine, yabani ot kontrolü için malçlamaya, biyolojik kaynakların kullanımına, enerji üreten ve depolayan alternatif teknolojilere ve minimal düzeyde -ya da hiç- makine kullanımına odaklanır.
Çiftlik yaşam alanında her türlü kaynak etkin ve etkili bir biçimde kullanılır. Enerji dönüşümü sağlanır. Mutfak atıkları kompost olarak geri dönüştürülür, hayvan gübreleri biyogaz üretiminde ya da doğal gübre olarak kullanılır, evdeki gri su bahçe sulamada değerlendirilir, yeşil bitkiler gübre olarak toprağa bırakılır, yapraklar malç olarak kullanılır ya da doğal haline bırakılarak toprak katmanlarının ve içeriğinin zenginleşmesinde kullanılır. Tüm bu döngüler doğada kendiliğinden ve insan eli değmeden zaten yapılagelen şeylerdir. Bize düşen doğaya müdahil olmaya çalışmak yerine sadece doğayı taklit etmeye gayret göstermemizdir.
tarla ya da bahçe kenarlarına ekilen dereotu, rezene, papatya, kadife çiçeği gibi şemsiye biçimli, çok parçalı bitkiler; bitkilere zarar veren böcekleri yiyerek beslenen avcı böcekler; bahçeye konuşlandırılan göletteki kurbağalar zirai faaliyette zararlılarla mücadelede son derece basit ve etkili çözümler olacaktır.
Bir dönüm sebze bahçesinin bir yıl boyunca verdiği sebze; permakültür ya da doğal tarımda alınan ürünlerin (sebzelerin, yemişlerin, meyvelerin, yağ ürünlerinin, kerestenin, kümes hayvanlarının, yakacak odunun, balığın, arı ürünlerinin, kök ürünlerin ve hayvansal proteinin oluşturduğu toplam ürünün) yanında çok önemsiz kalmaktadır. Permakültür ilkeleri doğrultusunda tasarlanmış yaşam alanı; sürdürülebilir bir yaşamın ihdas ve idamesi adına bir ailenin tüm gıda ihtiyacını mevcut meyve, sebze, protein ve minerallerle karşılayabilmesi anlamına gelmektedir.
Farklı ekim-dikim ve hasat zamanı olan polikültürel toprak uğraşı ihtiyaç duyulan insan gücünü bir yıla yayarak bu anlamda da tasarruf sağlayacaktır.
Permakültür ilkeleri doğrultusunda organik gübre takviyesinin yanı sıra toprağı zenginleştirmenin bir başka yolu da toprağa azot zengini baklagil bitkiler ekmek ve baklagil ağaçlar dikmektir. Toprağı zenginleştirmek için baklagil ya da baklagil ağaç düşünürken permakültürün çok fonksiyonluluk ilkesi gereğince Sibirya bezelye çalısı ya da tagasaste ekerseniz toprağı sadece güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda bu bitkilerden rüzgârkıran, tohumuyla tavuk yemi, yapraklarıyla büyükbaş hayvan yemi olarak da faydalanabilirsiniz.
Permakültür yoğun enerji ve sermaye değil sadece yoğun bilgi gerektirir. Fiziksel kaynaklarımız kadar hatta daha da fazla şahsi bilgi, birikim ve becerilerimizi kullanmayı gerektirir. Etrafımızdaki kaynaklar, kullanım şekline göre bizim için avantaj da dezavantaj da olabilir. Mesela deniz tarafından esen sürekli bir rüzgâr bahçemizde gelişmekte olan ürünler için bir dezavantaj gibi gözükebilir ancak bir rüzgâr değirmeni yaparak bu durumu avantajlı duruma dönüştürebiliriz. Sahip olduklarımızı en etkili biçimde kullanmak, kendi kendine yetebilmek adına permakültür ilkeleri gerçekten “hayat kurtarıcı” niteliktedir.
Çiftlik yaşam alanında tarım, hayvancılık, arıcılık gibi çok çeşitli uğraşlara imkân verilmesi, yaban hayatın canlılarını çekecek ortamlar oluşturulması, çiftlik işlerinin sürdürülebilir bir faaliyet alanına dönüştürülmesi son derece önemli ve gereklidir. Çiftliğinizde hayvanların gübresini kullanarak, organik atıkları kompost gübreye çevirerek, toprağınızı dışarıdan hiçbir desteğe ihtiyaç duymadan işleyebilirsiniz. Ekstra harcama yapmadan ve en önemlisi kimyasal gübre, pestisit, tarım ilacı vb adlar altında zehirler kullanmadan sağlıklı ürünler yetiştirebilirsiniz.
İnsanoğlunun en temel ihtiyaçlarının başında gelen beslenme şu yaşadığımız çağda artık bir ‘mesele’ haline dönüşmüştür.
Aristo “gıda ilaçtır” demiş ama artık değil!
Hatta endüstriyel çarkın bir çıktısı ticari bir meta olarak karşımıza çıkan gıda, para kazanma yolunda sağlık ve besleyicilik değerini göz ardı edilerek, piyasa şartlarının olumsuzluklarına dayanabilmesi için katkı maddesi ve koruyucularla raf ömrünü uzatmak adına kimyasallara ve zehirli maddelere maruz bırakılarak adeta bir zehre dönüşmüştür.
Sürdürülebilir eski tarz tarım yapma metotlarıyla iaşesini çıkaran insanlar “daha fazla kazanma” aldatmacasıyla hibrit tohum, zirai makineleşme ve kimyasallarla yüksek girdili ve sürdürülemez nitelikli modern tarıma kurban edilmişlerdir. Tohum adlı belgeselde konuya ilişkin gerçekler tüm çıplaklığıyla verilmektedir. Belgeselde, sadece Hindistan’da sürdürülebilir kadim tarım tekniklerini bırakarak endüstriyel tarıma geçerek ekonomik dar boğaza giren 270 000 kişinin intihar ettiği anlatılmaktadır. Belgeselin sonunda on bin yıl öncesinin tarımına dönmemiz gerektiği veciz bir şekilde vurgulanmaktadır.
Toprak gaspının ardından biyoçeşitliliğin sonunu getirecek olan tohum sertifikasyonuyla Dünya’nın kadim mirası yerel ve atalık tohumlar yasaklanmakta, çiftçiler monokültürel tarıma mecbur bırakılmaktadır. Toprakları ve tohumları gasp edilen çiftçiler ya tarım işçisi köleler olarak kendi yaşam alanlarında hayatta kalmaya çalışmakta ya da başka yerleşim alanlarına göçerek hayatlarını idame ettirmenin yollarını aramaktadırlar.
İklim krizinin temel sebeplerinden biri gıda üretim-dağıtım-tüketimini elinde tutan endüstriyel küresel şirketler sistemidir. Endüstriyel vasfıyla gıda artık bir hegemonyaya dönüşmüştür.
Agro Latin kökenli “tarla, tarım” anlamında, eko Yunan kökenli ev, çevre” anlamında, loji ise Yunan kökenli “bilim” anlamında bir kelimedir. Agroekoloji sadece bir tekniğe indirgenemeyen; permakültür, onarıcı tarım, doğal tarım gibi pek çok yaklaşımı kapsayan bir üst kavram olarak ele alınan bir kavramdır. Küresel şirketlerin desteklediği endüstriyel tarıma ve bu tarımın pahalı girdilerine, zehirli kimyasal kullanımına karşı çıkan, monokültür yerine polikültürel tarımla ürün ve biyoçeşitliliği, ekolojik dengeyi gözeten, toprağı koruyan bir tarımsal faaliyet yaklaşımıdır.
Agroekoloji şu prensiplere dayanır: Bitki ve hayvanlarda tür ve genetik çeşitliliğini, tarımsal alanda bitki çeşitliliğini, toprak ve suyu korur; hastalık vb olumsuzluklara karşı doğal kontrol mekanizmaları kullanır, faydalı biyolojik etkileşim ve sinerjiden faydalanır, toprak organik madde miktarını artırır, toprağın biyolojik aktivitesini güçlendirir, organik atık yönetimi ve geri kazanımıyla bitki besin maddelerini yeniden bitkinin kullanımına sunar, yerel bilgi ve kaynakların kullanımına önem verir, sürece bütünlükçü bir bakış açısıyla bakar.
Agroekoloji kavramı ilk kez 1928’de Rus bitki ıslahçısı Basil M. Bensin tarafından kullanılmıştır. 1960’lara kadar sadece bilimsel bir disiplin olarak kalan agroekolojik yaklaşımda verimlilik baz alınmış, tarımsal sistemlerin ekolojik gereksinimleri üzerine araştırmalar yapılmıştır. Agroekoloji tarımsal bir uygulama olarak günümüzdeki anlamıyla 1980’li yıllarda öne çıkmış, 1990’lı yıllarda ise agroekolojik harekete dönüşerek gelişmiş, kurumsallaşmış ve yaygınlık kazanmıştır. Ülkemizde de Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde bu adla bir kürsü varken ne hikmetse(!) 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bu kürsü kaldırılmıştır.
Agroekolojiye ilişkin daha detaylı bilgi sahibi olmak için mevcut tarımsal faaliyetin seyrini bilmek faydalı olacaktır. Bu amaçla Soner Yalçın’ın Saklı Seçilmişler’i özellikle “Yeşil Devrim’e” özel yer vermesi, sermaye babalarının güdümünde tarımsal faaliyetin nasıl manipüle edildiğini ve çıkar uğruna bilimin kötü emellere nasıl alet edildiğini göstermesi bakımından öne çıkan bir eserdir. Ayrıca gıda meselesini nasıl gıda terörüne dönüştürdüklerini, dünyayı nasıl yaşanmaz hale getirdiklerini görebileceğiniz bu eser ile Agroekoloji konusunda ileri okuma yapmak için özel tavsiyem Agroekoloji: Bir Başka Tarım Mümkün tarımsal gerçekliğe ilişkin aradığınızı bulmanıza vesile olacaktır.
Rhizobium leguminosarum
Rizobiyum nitrojeni bağlayan gram negatif toprak bakterisi türü. Rizobiyum parasponia ve baklagillerin kökleri ile ensimbiyotik ilişkiye girer.
Bakteriler bitki köklerinde kök nodülleri şeklinde kolonize olurlar. Bu nodüllerde havadaki nitrojen amonyaka dönüştürülür ve bu amonyak bitkiye glutamin ve üreidler gibi organik bileşikler sağlar. Bitki ise bakteriye fotesentezden elde ettiği organik bileşikleri sağlar.
Baklagiller ve baklagil ağaçlar(kaba yonca, fasulye, kurşun ağacı, akasya gibi havadan aldıkları azotu kök yumrularında işleyerek toprağı besler ve köklerinde faydalı bir bakteri(rizobiyum) bulundurur. Saksı topraklarında doğru rizobiyum eklenerek bitkilerdeki gelişim %80 oranında arttırılabilir.
Kaynak: Sinek Sekiz Yayınları, Permakültüre Giriş, Bill Mollison, s.17
Baklagillerin çoğunun köklerinde yumrular oluşturan ve atmosferik azotu toprağa ileten bakteriler.
Kaynak: Sinek Sekiz Yayınları, Permakültüre Giriş, Bill Mollison, s.274
Etymologie :
Antik Yunanlılar, o dönemde Avrupa'da yetiştirilen Asya kökenli fasulyelere atıfta bulunmak için φάσηλος ( phasēlos ) kelimesini kullandılar . Romalılar , Kolomb öncesi farklı fasulye türlerine atıfta bulunmak için hem Latinceleştirilmiş phaseolus kelimesini hem de kendi faba kelimelerini kullandılar. Muhtemelen faseoluskelimesini Vigna cinsine ait olanlar gibi daha küçük tohumlar için kullandılar. Örneğin, kara gözlü bezelye [ 13 ] ve fava fasulyesi gibi daha büyük tohumlar için faba kelimesini kullandılar . Bu son kelime olan faba , Eski İngilizce bean kelimesinin türetildiği ve "fasulye, bezelye, baklagil" anlamına gelen Proto-Germen bauno ile ilişkiliydi . [ 14 ]Phaseolus vulgaris 16. yüzyılda Avrupa'ya geldiğinde , bu tür bir bakladaki tohumlardan biriydi, dolayısıyla Avrupa dillerinde onu tanımlayan kelimeler zaten vardı.
Avrupalıların gelişinden önce Amerika yerlileritarafından çeşitli biçimlerde yoldaş ekim uygulanıyordu . Bu halklar 8.000 ila 10.000 yıl önce balkabağını evcilleştirdiler, sonra mısır, sonra da fasulyeyi evcilleştirerek Üç Kız Kardeş tarım tekniğini oluşturdular . Mısır sapı fasulyelerin tırmanması için bir kafes görevi gördü , fasulyeler azotu sabitledi , bu da mısıra fayda sağladı ve kabak bitkisinin geniş yaprakları toprağı nemli ve verimli tutarak bol gölge sağladı.
Çin'de sivrisinek eğrelti otları ( Azolla spp.) en az bin yıldır pirinç mahsullerine eşlik eden bitkiler olarak kullanılmaktadır. Atmosferden azotu sabitleyen bir siyanobakteriye ( Anabaena azollae ) ev sahipliği yaparlar ve pirinçle rekabet edecek bitkilerden gelen ışığı engellerler.
Örneğin, lahana ailesindeki ( Brassicaceae ) bitkilerin geleneksel olarak kereviz, soğan ailesindeki bitkiler ( Allium ) ve aromatik bitkilerle iyi yetiştiği iddia edilir, ancak çilek veya domatesle yetiştirilmemesi gerektiği düşünülür.
Eşlik eden bitkilerin ekimi, zararlıların bitkileri görerek bulma yeteneğini bozarak veya zararlıları fiziksel olarak engelleyerek; zararlıları hedef bitkiden kurbanlık tuzak bitkisine çekerek ; veya uçucu bileşikler salan aromatik eşlikçiler kullanarak bitkinin kokusunu maskeleyerek böceklerin bitkilere verdiği zararı azaltabilir.
Çok kültürlülüğün , yoldaş ekim de dahil olmak üzere, mahsulleri korumaya veya başka şekillerde üretkenliği artırmaya yardımcı olabileceği birçok mekanizmadan bazıları Baklagillerin kök yumruları azotu sabitleyerek yakındaki bitkilerin büyümesine yardımcı olur.
Yonca gibi baklagiller, kök nodüllerindekisimbiyotik bakterilerle havadan azotu sabitleyerekkomşu bitkilere, örneğin otlara azot bileşikleri sağlar . Bu, otların veya diğer komşuların daha fazla protein üretmesini (daha az yapay gübregirdisiyle ) ve dolayısıyla daha fazla büyümesini sağlar.
Tuzak ekimi;
Tuzak ekimi, zararlıları ana üründen uzaklaştırmak için alternatif bitkiler kullanır. Örneğin, nasturtium( Tropaeolum majus ), öncelikli olarak lahana ailesinin (brassicas) üyeleriyle beslenen bazı tırtılların besin bitkisidir ; bazı bahçıvanlar, bunları brassicaların etrafına ekmenin, zararlıların yumurtalarının tercihen nasturtiumun üzerine bırakılması nedeniyle besin ürünlerini hasardan koruduğunu iddia etmektedir. Ancak, birçok tuzak ürünü, küçük ölçekli sera, bahçe ve tarla deneylerinde zararlıları odak ürünlerden uzaklaştırırken, bu bitkilerin yalnızca küçük bir kısmı daha büyük ticari ölçeklerde zararlı hasarını azaltır.
Yoncanın toprak örtüsü olarak refakatçi ekimi, dört farklı böcek takımından sekiz zararlı türü için eşit derecede rahatsız ediciydi. Bir testte, lahana kök sineklerinin%36'sı çıplak toprakta büyüyen lahanaların yanına yumurta bıraktı (mahsulü mahvetti), yoncada büyüyen lahanaların yanına ise sadece %7 yumurta bıraktı (bu da iyi bir mahsul elde edilmesini sağladı).
Malç uygulama;
Doğal malç, ormanlık bölgelerde kendiliğinden bulunsa da permakültür bahçelerinde benzeri toprak üzeri saman, ağaç kıymıkları, talaş gibi bitki artıklarıyla ayrı bir takman veya katmanlarla (örtü malçlama) taklit edilebilir. Malç, dikim yapılan alanda nem kaybını önler ve yabani ot gelişiminin önüne geçilmesini sağlar. Böylece yabancı ot mücadelesinde işçilikten kazanç sağlanır, herbisit kullanımına gerek kalmaz. Ayrıca malç tabakasının altında yer solucanları, mantar, bakteri oluşumu gibi biyolojik aktivitenin artması bitkisel gelişim için uygun ısı ve nem oranının devamını garanti eder. Isı ve nem mikorhizal mantarlar gibi bitki gelişimini destekleyen diğer biyolojik aktivitelere uygun ortam sağlar.
Malçlama: Meyve sebzelerin kök bölgesinin plastik, kumaş saman, bitki artıkları gibi örtücüler ile kapatılması hem su kaybına, hem de yabancı ot mücadelesine katkı sağlar. Sulamada % 25-30 katkı sağlayan yöntem dikimle birlikte uygulanır. ⁉️Malç örtüsü hasattan sonra kaldırılmazsa zararlı böceklere yuva olmaktadır.
Ot bastırma;
Örneğin çavdar tahıl ürünü olarak faydalıdır ve refakatçi bitkilerde yabani otları bastırmak için örtü bitkisiolarak kullanılabilir veya biçilip yabani otları bastıran malç olarak kullanılabilir . Çavdar iki fitotoksik madde üretir, [2,4-dihidroksi-1,4(2H) -benzoksazin -3-on (DIBOA) ve 2(3H)-benzoksazolinon (BOA)]. Bunlar hem otların hem de dikotiledon bitkilerin çimlenmesini ve fide büyümesini engeller.
Yeraltı yoncası ( Trifolium subterraneum L. ) gibi bazı "yabancı ot" türlerinin, özellikle yaygın lahana ( Brassica ) türlerini hedef alan zararlılara karşı yararlı olduğu , yonca ile çevrili olarak ekildiklerinde, çıplak toprakla çevrili oldukları zamana kıyasla, lahana bitkilerindeki böcekleri %39-%100 oranında azalttığı bulunmuştur.
Bahçıvanlara tanıdık gelen bir diğer örnek ise soğan ve havuçların birbirlerinin zararlılarıyla etkileşimidir: Yaygın olarak soğan kokusunun havuç kök sineğini , havuç kokusunun ise soğan sineğini uzaklaştırdığına inanılır .
Bazı çalışmalar faydalı etkiler göstermiştir. Örneğin, lahana mahsulleri lahana güvesitarafından ciddi şekilde zarar görebilir . Doğal bir düşmanı vardır, parazitoit yaban arısı Microplitismedyatörü . Lahana arasına peygamber çiçeğinineşlikçi ekimi, yaban arısının güveyi kontrol etmek için yeterli sayıda artmasını sağlar. Bu, böcek ilaçlarının kullanımının azaltılmasıyla doğal kontrol olasılığını ima eder ve çiftçiye ve yerel biyolojik çeşitliliğe fayda sağlar. Bahçecilikte, kadife çiçekleri ürettikleri aromatik limonen yoluyla domates bitkilerine sera beyaz sineğine (bir yaprak biti) karşı iyi koruma sağlar.
Sebzeleri makasla kesmek, ağaca çıkmadan, dalı kırmadan ve toprak bulaştırmadan, yağıştan hemen önce ve sonra hasat yapmamak hastalık bulaşmasına engel olur.
Bitkilerin bazı salgıları diğer bitkiler için zararlı olabilir. Ceviz, marul, domates ve limonun büyümesini engeller. Türü aynı olan bitkiler besin rekabetine girerler. Pırasa ile soğan, beyaz lahana ile karalahana yakın dikilmemelidir. Aynı yılda benzer bitkileri bir araya dikmemek gerektiği gibi, gelecek yıllarda da aynı türler aynı alana dikilmemelidir. Aksi halde aynı besinleri kullandıklarından besin eksikliği hissedilir, hastalık ve zararlılar çoğalmaya başlar.
Predator işe alımı;
Nane , mahsul zararlılarını bastırmaya yardımcı olan aktif bir avcı olan mirid böceği Nesidiocoris tenuis'içeker .
Aromatik uçucu maddeler üreten bazı eşlik eden otlar, zararlıları bastırmaya yardımcı olabilen doğal düşmanları çeker. Nane , fesleğen ve kadife çiçeği, otçul böceklerin düşmanlarını, örneğin genel avcıları çeker. Örneğin, nane , mirid böceği Nesidiocoris tenuis'i çekerken , fesleğen yeşil dantel kanatlı Ceraeochrysa cubana'yı çeker .
Brezilya'da 2019 yılında yapılan bir saha çalışması, hedeflenen bir lahana mahsulü arasında maydanozla birlikte ekim yapmanın, parazitoit yaban arısı sayısını azaltmasına rağmen, yaprak biti zararlılarını ( Brevicoryne brassicae , Myzus persicae ) bastırmaya yardımcı olduğunu buldu . Yırtıcı böcek türlerinin sayısı arttı ve yaprak biti öldüren parazitoitlere saldırmış olabilirler; yaprak bitlerindeki azalma ise genelci yırtıcıların sayısındaki artıştan kaynaklanmış olabilir.
Yonca , diğer baklagiller gibi, toprağa azot sabitleyen bakterilere ev sahipliği yapar . Sarmaşık yapısı toprağı kaplar, tükettiğinden daha fazla nemi barındırır ve "yeşil malç" olarak çevredeki bitkiler için nemli, daha serin bir mikro iklim sağlar . Ayrıca kemirgenler tarafından birçok bahçe ürününe tercih edilir ve sebze ürünlerinin kaybını azaltır.
Karahindibalar , sert toprağı parçalayan, yakındaki daha zayıf köklü bitkilere fayda sağlayan ve daha sığ köklü yakındaki bitkilerin erişebildiğinden daha derinlerden besin çeken derin, güçlü bir kazık kökesahiptir . Ayrıca kökleri aracılığıyla mineraller ve azot atarlar.
Daucus carota, marul gibi yakındaki ürünler için bir bakıcı bitki olarak çalışır, onları aşırı yoğun güneş ışığından korur ve havada daha fazla nem tutar. Sebze zararlılarını yiyen yırtıcı eşek arılarını ve sinekleri çeker. Yakındaki domates bitkileri üzerinde bilimsel olarak test edilmiş faydalı bir etkiye sahiptir. Gençken yenilebilir bir kökü vardır ve bu da evcilleştirilmiş havuçla ilişkisini ortayakoyar .
Kullanımda olan veya denenmekte olan yoldaş bitkilendirme yaklaşımları şunlardır:
Kare ayak bahçeciliği, bitkileri mümkün olduğunca birbirine yakın bir şekilde paketleyerek yabani ot istilası gibi sorunlardan korumaya çalışır. Bu, normalden daha yakın olabilen eşlik eden bitkiler kullanılarak kolaylaştırılır.
Ancak bazı "yabani otlar" toprağa doğrudan veya dolaylı olarak besin sağlar.
Kraliçe Anne Danteli , civardaki bitkilere barınak sağlamanın yanı sıra tırtıllar gibi zararlıları yiyen yırtıcı böcekleri de kendine çeker ve domates bitkilerinin verimliliğini artırabilir
Domates ve mısır gibi bazı bitkiler yakınlardaki yabani otların sırtına binerek, nispeten zayıf kök sistemlerinin daha derinlere büyümesine olanak tanır.
Karahindibalar, derindeki kazık kökleriyle besin ve nemi yukarı taşıyarak komşu bitkilerin sağlığına fayda sağlar.
🔻karahindiba gibi bazı istilacı bitkiler, vahşi doğada yetiştirilmesinin yanı sıra ticari olarak da yetiştirilir.
🔻Parthenium hysterophorus'ungeleneksel tıpta iltihaplanma, ağrı, ateş, nörolojik bozukluklar ve sıtma dizanterisi gibi hastalıkları tedavi etmek için kullanıldığını buldu.
Isırgan otu ve karabaş otu doğal boya ve tıbbi amaçlarla kullanılmıştır . Örneğin, ısırgan otu , düzgün bir şekilde pişirildiğinde yenilebilir olmasının yanı sıra, yakındaki bitkilerde uçucu yağ üretimini artırıyor gibi görünüyor.
Kuzu kulağı ve semizotu gibi bazı faydalı otlaryenilebilir ve oldukça besleyicidir. Yaygın bir istilacı ot olan karahindibalar , başlangıçta temel bir gıda kaynağı olarak kabul edildikleri için Kuzey Amerika'ya getirildi.
⚠️Sindirim sistemimizdeki mikroflora, bedenimiz sindirilen besinlerin içindeki maddeleri emebilsin ve kullanabilsin diye nasıl gerekliyse, topraktaki mikroorganizmalar da bitkiler için aynı işlevi görmektedir. Tahıllarda, bitkinin yenilebilir kısımlarının hasadı yapılıp, gerisi toprağa geri verilirse, çürüyen bitkilerin bıraktığı organik kütle, topraktan alınan besinlerden daha üstün nitelikte olacaktır. Bir bitki, ihtiyaç duyduğu besinlerin %95’e kadar olan bölümünü, topraktan DEĞİL, havadan (gazlar ve günışığı) alır. Topraktan alınan %5’in yarısı ise (bitkinin bir sebze ile birlikte yetiştirilmesi halinde yine havadan gelebilecek) gerekli besin azottur. (Emilia Hazelip-The Fukuoka Farming Website) ‼️
Doğal tarım, toprakları temel bir doğal varlık olarak kabul eder. Antik topraklar, onları yaşam bolluğu yaratma ve destekleme yeteneğine sahip kılan fiziksel ve kimyasal özelliklere sahiptir. Aslında sürmenin, bir doruk toprağının hassas dengesini bozduğu ileri sürülebilir:
Toprağın işlenmesi, su emme , kuru dönemlerde bile nemi yukarı gönderme yeteneği gibi toprağın önemli fiziksel özelliklerini yok edebilir . Bu etki, toprak alanları arasındaki basınç farklılıklarından kaynaklanır. Dahası, işleme kesinlikle toprak ufuklarını yok eder ve dolayısıyla besin maddelerinin yerleşik akışını bozar. Bir çalışma, azaltılmış işlemenin ürün artıklarını toprağın üstünde koruduğunu, organik maddenin daha kolay oluşmasını sağladığını ve dolayısıyla geleneksel işlemeyle karşılaştırıldığında toplam organik karbon ve azotu artırdığını öne sürmektedir. Organik karbon ve azottaki artışlar aerobik, fakültatif anaerobik ve anaerobik bakteri popülasyonlarını artırır.
Toprak işleme, bakteriler ve mantarlar gibi yerel toprak sakinlerine oksijen pompalar . Sonuç olarak, toprağın kimyası değişir. Biyolojik ayrışma hızlanır ve mikrobiyota kütlesi diğer organik maddelerin pahasına artar, ağaçlar ve sebzeler de dahil olmak üzere çoğu bitkiyi olumsuz etkiler. Bitkilerin gelişmesi için toprakta belirli miktarda organik madde (yaklaşık %5) bulunmalıdır.
Toprak işleme, bölgedeki tüm bitkileri kökünden söker ve köklerini bakteri ve mantarlar için yiyeceğe dönüştürür. Bu, toprağı havalandırma yeteneklerine zarar verir. Canlı kökler toprağa milyonlarca küçük delik açar ve böylece oksijen sağlar. Ayrıca yararlı böcekler ve halkalı solucanlar ( solucanlar şubesi ) için de yer açarlar. Bazı kök türleri , azotu sabitleyebilen belirli bakteri türleriyle (en ünlüsü rhizobium ) karşılıklı bir ilişkiyi finanse ederek doğrudan toprak verimliliğine katkıda bulunur .
Fukuoka doğal manzarada herhangi bir değişiklikten kaçınmayı savundu . Bu fikir, manzarada değişiklik içerebilen permakültür tasarımına odaklanan bazı yeni permakültür uygulamalarından önemli ölçüde farklıdır. Örneğin, Avusturyalı bir permakültür çiftçisi olan Sepp Holzer , toprak erozyonunu kontrol etmek için yamaçlarda teraslar oluşturulmasını savunuyor. Fukuoka, kendi çiftliğinde teras oluşturmaktan kaçındı, oysa teraslar kendi zamanında Çin ve Japonya'da yaygındı. Bunun yerine, yamaçlarda ağaç ve çalılar yetiştirerek toprak erozyonunu engelledi.
"Doğal tarım" terimi, 1980'lerde One Straw Revolution adlı kitabın tercümesiyle İngilizce dilinde yaygın olarak kullanılmaya başlanmış olsa da , doğal tarım zihniyetinin tarihi Amerikan yerlilerinin uygulamalarından günümüzün kentsel çiftliklerine kadar uzanan, dünya çapında uzun bir geçmişi vardır.
Özellikle, toprak işlememe, röle ekimi, örtü bitkisi ve bitki biyoçeşitliliği kavramlarının toprak kaybını önlediği, pestisit veya gübre ihtiyacını azalttığı veya ortadan kaldırdığı, su tutulumunu artırırken taşkınları azalttığı ve hem ürün hem de ekosistem sağlığına olumlu katkıda bulunan böcekler için yaşam alanı sağladığı gösterilmiştir.
Kil Tohum toplari;
Tohum toplarından filizlenen bitkiler.
Tohum topları oluşturma tekniği Japon doğal tarımöncüsü Masanobu Fukuoka tarafından yeniden keşfedildi . Bu teknik, örneğin, eski Mısır'da Nil'in her yıl ilkbaharda taşması sonrasında çiftlikleri onarmak için de kullanıldı.
Masanobu Fukuoka, tekniğini İkinci Dünya Savaşı sırasında dağlık Şikoku adasında bir Japon hükümet laboratuvarında bitki bilimcisi olarak çalışırken geliştirdi. Japonya'nın volkanik açıdan zengin topraklarında yetişen geleneksel pirinç üretimi için ayrılmış topraklardan çalmadan gıda üretimini artıracak bir teknik bulmak istiyordu.
Tohum topları , toprak topları veya nendo dango( Japonca :粘土団子) olarak da bilinir, çimlenmeye yardımcı olmak için bir kil topu ve diğer maddeler içinde yuvarlanan tohumlardan oluşur . Daha sonra gerilla bahçeciliği biçimi olarak boş arsalara ve çitlerin üzerinden atılırlar . Humus ve kompostgibi maddeler genellikle mikrobiyal aşılayıcılarsağlamak için tohumların etrafına yerleştirilir . Özellikle zorlu yaşam alanlarında kil topunu daha fazla korumak için bazen pamuk lifleri veya sıvılaştırılmış kağıt eklenir. Eski bir teknik olan bu teknik, Japon doğal tarım öncüsü Masanobu Fukuoka tarafından yeniden keşfedildi .
Tohum toplarının kurutulması
Bir tohum topu yapmak için genellikle hacim olarak yaklaşık beş ölçü kırmızı kil bir ölçü tohumla birleştirilir. Toplar 10 mm ile 80 mm (yaklaşık 1 ⁄ 2 " ila 3") çapında oluşturulur. Tohum topları oluşturulduktan sonra, kullanılmadan önce 24-48 saat kurumaları gerekir.
Yerli Amerikalı;
Geleneksel ekolojik bilgi alanındaki son araştırmalar , yüz asırdan fazla bir süredir Yerli Amerikan kabilelerinin toprağı günümüzün doğal çiftçilerine çarpıcı biçimde benzer şekillerde işlediğini ortaya koymaktadır. Yazar ve araştırmacı M. Kat Anderson, "Çağdaş Yerli Amerikalılara göre, karşılıklı saygı yalnızca yerel bitkilerle etkileşim ve ilişkiler yoluyla kurulur."
❌1900 yılından itibaren de sülfürik asit, demir sülfat, bakır nitrat, amonyak ve bazı potasyum tuzları herbisit olarak kullanılmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan sonra büyüme maddesi (hormon) tabiatlı herbisitler üzerindeki çalışmalar büyük gelişmeler göstermiştir.
Tarihsel olarak, tuz ve diğer metal tuzları gibi ürünler herbisit olarak kullanılmıştır, ancak bunlar giderek gözden düşmüştür ve bazı ülkelerde bunların bir kısmı, kullanımları toprakta kalıcılıkla birlikte toksisite ve yeraltı suyu kirliliğiendişeleri nedeniyle yasaklanmıştır. Herbisitler ayrıca savaş ve çatışmalarda kullanılır.‼️
Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” dediğinde onlar: “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın? Halbuki biz, seni övgüyle tesbih ve takdîs ediyoruz” demişlerdi. Allah da onlara “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” buyurmuştu.~Bakara,30
Fakat şeytan, o ağaç yüzünden ikisinin de ayağını cennetten kaydırdı ve içinde bulundukları nimetten onları ayırdı. Biz de onlara: “Haydi, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin! Siz orada belli bir zamana kadar kalacak ve ondan faydalanacaksınız” dedik.~Bakara,36
Hani Mûsâ kavmi için su aramaya çıkmıştı da, biz de kendisine: “Asanı taşa vur!” demiştik. Bunun üzerine oradan on iki pınar fışkırıvermişti. Böylece her kabile su içeceği yeri öğrenmişti. Onlara: “Allah’ın rızkından yeyin, için; fakat fitne fesat çıkarıp da yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” demiştik.~Bakara,60
Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” dendiği zaman, “Hayır! Biz ancak ıslah edicileriz” derler.~Bakara,11
Arkasını dönüp gidince veya bir işin başına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ürünleri ve nesileri yok etmek için koşturur durur. Oysa Allah, bozgunculuğu asla sevmez.~ Bakara,205
Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz nimetlerden yiyin. Şeytanın adımları ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.~Bakara,168
Nihâyet Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût’u öldürdü. Allah Dâvûd’a hükümdarlık ve hikmet verdi; ayrıca ona dilediği pek çok şey öğretti. Eğer Allah bu şekilde insanların bir kısmı eliyle diğer bir kısmını bertaraf etmeseydi, hiç şüphesiz yeryüzü fesâda uğrar, dirlik ve düzen kalmazdı. Fakat Allah, bütün varlıklara çok büyük lutuf ve inâyet sahibidir.~Bakara,251.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️