4 Temmuz 2024 Perşembe

Kur’an ile Tedavi📕Rukya🤲🏻

 Hz. Peygamber (s.a.s.) “Tedavi olunuz; çünkü Allah her hastalık için bir de deva (ilaç ve tedavisini) yaratmıştır; bundan sadece ihtiyarlık müstesnadır.” buyurmuş, kendisi de hastalandığında tedavi olmuştur (Ebu Davud, Tıb, 1; Tirmizi, Tıb, 2) 
İslam’ın sağlık anlayışı koruyucu ve tedavi edici olmak üzere iki kısımda değerlendirilebilir. Helal ve temiz gıdalarla dengeli beslenme (A’raf, 7/31; Mü’minun, 23/51), bulaşıcı hastalığın olduğu bölgeye girmeme uyarısı (Buhari, Tıbb, 19, 30), misvak kullanımı, el, ağız ve beden temizliğinin tavsiye edilmesi (Buhari, Savm, 27) gibi ayet ve hadisler sağlığın korunmasını teşvik etmektedir. Yine bir hastalığın ortaya çıkması halinde Yüce Allah’ın şifa vereceğine dair ayetler (Şuara, 26/80),
 “Her hastalığın bir ilacı vardır, bu ilaç bulunduğu zaman hastalık Allah’ın izniyle iyileşir” (Müslim, Selam, 69)  

Kur’an ile Tedavi Nedir, Nasıl Yapılır?

Kur’an’da geçen şifa ayetleri ve şifa veren dualar...

Kur’ân’la tedavi ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

KUR’AN’LA TEDAVİ OLUR MU?

Hz. Ali (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Devanın en hayırlısı, Kur’ân’dır.” (İbn-i Mâce, Tıb, 28, 41)

Hz. Ayşe (r.a.) şöyle buyurur:

“Resûlullah yatağına girdiği zaman, Kul hüvallâhu ehadve Muavvizeteyn’in (Felâk ve Nâs sûrelerinin) tamamını okuyarak avucuna üfler, sonra elleriyle yüzünü ve vücudunun erişebildiği yerlerini meshederdi. Rahatsızlandığında bunu, kendisi için benim yapmamı isterdi.” (Buharî, Tıb, 39)

Hadislerin Açıklaması

Allah Teâlâ, yarattığı her derdin muhakkak şifâsını da var etmiştir. Bunun için hastalıkların şifâsını aramak îcâb eder.

Peygamber Efendimiz, kendisine:

“–Yâ Resûlallah! Tedâvî olalım mı?” diye soranlara:

“–Tedâvî olunuz! Allah -azze ve celle-, ihtiyarlık hariç, her derdin devasını yaratmıştır” cevabını vermiştir. (Ebû Dâvûd, Tıb, 1/3855; İbn-i Mâce, Tıb, 1)

Ancak Allah Resûlü, tedâvinin helâl kılınan maddelerle yapılmasını zarûrî görmüş ve:

“Haramla tedâvi olmayınız!” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Tıb, 11/3874)

Şarapla tedâvi olduklarını söyleyen kimselere de:

“O, deva değil derttir” buyurmuş ve bundan nehyetmiştir. (Tirmizî, Tıb, 8/2046)

Herşeyin sahibi ve hâkimi olan Cenâb-ı Hak, bütün hâdiseleri sebeplere bağlamıştır. Çünkü bu âlemi Âlemü’l-esbâb, yani sebepler âlemi kılmıştır. Dolayısıyla hastalıkların tedâvisini de bazı ilaçlara havâle etmiştir. Esasen hastalıklarla meşgul olmak, tıp ilminin mevzuudur. Bununla birlikte, Allah’a dua etmenin luzûmu ve faydası da hiçbir zaman inkâr edilmemelidir. Her şeyde olduğu gibi hastalıklarda da dua son derece ehemmiyet arzeder. Çünkü, herşey Allah’ın elindedir. Peygamber Efendimiz’in hastalar için okuduğu pek çok dua nakledilmiştir. Efendimiz, dua ile birlikte hastalar için Kur’ân’dan bazı âyet ve sûreler de okumuş ve böyle yapanları tasvîb etmiştir.

EN HAYIRLI DEVA

Hatta Kur’ân’ın en hayırlı deva oluğunu bildirdiği için, mü’minlerin ilâçlarla birlikte, duayı ve Kur’ân okumayı da hiçbir zaman ihmal etmemeleri îcâb eder. Zira ilaçlar, gıdalar ve vitaminler, hastalıkların tedâvisinde Allah’ın yarattığı bir vesile olmaktan öte geçemez. Gerçekte şifâ veren ise Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla, bir taraftan şifâya vesile olacak bütün tedâvi yolları tecrübe edilirken, öbür taraftan da samimiyetle Allah’tan şifâ istenmeli, dua edilmeli ve Kur’ân okunmalıdır.

HİDÂYET VE ŞİFÂ KAYNAĞI

Kur’ân-ı Kerim, bir hidâyet ve şifâ menbaıdır. O, kalpler, bedenler ve rûhlar için en mühim devadır. Beşerî tıb ile ilâhî tıbbı, bedenlerin tıbbıyla ruhların tıbbını, yeryüzüne âit deva ile semâvî devayı cem etmiştir. Ancak onun şifâsı, daha çok rûhânî hastalıklar içindir. Bununla birlikte maddî hekimliğin, bütün gayretlere rağmen tedâvisinde âciz kaldığı nice cismânî hastalıklara karşı da Kur’ân’ın şifâ bahşeden hususiyetleri, ehli tarafından öteden beri müşâhede edilegelmiştir. (Râzî, XXI, 29; Elmalılı, V, 3195, [İsrâ 17/82])

Bazı beşerî sözlerin bile tesiri ve faydası kabul edilirken, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın indirdiği Kur’ân’ın, hastalara fayda vermeyeceğini düşünmek doğru değildir. İnsafla bakıldığında, ihlâslı bir şekilde ve bereketini umarak Kur’ân okumanın, pek çok hastalığı iyileştirdiği görülür.

Resûlullah, hastalık ve sıkıntılar için, Kur’ân okumayı hiçbir zaman terk etmemiştir. Hz. Ayşe (r.a) şöyle der:

“Allah Resûlü, vefat ettiği hastalığında Muavvizeteyn’i okuyup ellerine üfler ve onları da yüzüne sürerdi. Hastalığı ağırlaştığında o sûreleri ben okuyup üfler ve bereketinden istifâde etmesi için kendi ellerini yüzüne sürerdim.” (Buhârî, Tıb, 32)

Yezîd bin Ebî Ubeyd (r.a.) şöyle anlatır:

Seleme bin Ekvâ’nın (r.a.) bacağında bir darbe izi gördüm ve:

“‒Ey Ebû Müslim, bu darbe de nedir?” diye sordum. Seleme (r.a.) şu cevâbı verdi:

“–Bu bana Hayber günü isabet eden bir darbedir. O zaman insanlar:

«–Seleme vuruldu» dediler. Hemen Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in yanına vardım. Yaraya üç defâ nefes ettiler, üflediler. O andan şu vakte kadar buramda hiç rahatsızlık hissetmedim.” (Buhârî, Meğâzî, 38; Ebû Dâvûd, Tıb, 19/3894)

Resûlullah, göz değmesi, yani nazar için de okunmasını emretmiştir. Nitekim Ümm-i Seleme vâlidemizin odasında yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu görünce:

“–Bu kızcağıza okutunuz, buna nazar değmiş” buyurmuştur. (Buhârî, Tıb, 35)

RUKYE NEDİR, NASIL YAPILIR?

Ebû Saîd (r.a.) anlatıyor:

“Biz, Peygamber Efendimiz’in gönderdiği askeri bir seferde idik. Bir yerde konakladık. Yanımıza bir hizmetçi gelip:

«–Kavmimizin efendisini zehirli bir yılan soktu. Onunla meşgûl olacak erkekler de şu anda yanımızda değil. Sizde rukye yapan (tedâvi maksadıyla okuyan) biri var mı?» dedi.

Bunun üzerine bizden, rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla birlikte gitti ve hastaya okuyuverdi. Adam iyileşti. Okuyan arkadaşımıza otuz koyun verdiler. O da bize onların sütünden içirdi. Kendisine:

«–Sen rukye yapmasını bilir miydin?» diye sorduk.

«–Hayır, ben sâdece Fâtiha Sûresi’ni okuyarak rukye yaptım» dedi.

Biz ona:

“–Resûlullah’a sormadan bu koyunlara dokunma!” dedik.

Medine’ye gelince durumu Peygamber Efendimiz’e anlattık. Allah Resûlü:

«–Fâtiha’nın rukye olduğunu sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın!»[3] buyurdu. (Müslim, Selâm, 66, 65; Buhârî, Fedailü’l-Kur’ân, 9; İcâre, 16; Tıp, 33, 39)

Mürsel bir rivâyette de:

“Fatiha Sûresi’nde her hastalığa şifâ vardır”buyrulmuştur. (Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 12)

İlâka bin Sahâr (r.a.), Peygamber Efendimiz’in yanına gelip Müslüman olmuştu. Sonra Efendimiz’in yanından ayrılıp geri dönmüş, yolda, yanlarında demirle bağlı deli bir adam bulunan bir topluluğa uğramıştı. Hastanın âilesi ona:

“–Bize anlatıldığına göre, şu sizin arkadaşınız (Resûlullah, Allah’tan bir takım) hayırlar getirmiş. Senin yanında bu deliyi tedâvi edecek bir şifâ var mı?” diye sordular.

İlâka (r.a.) sözlerine devam ederek şunları anlatır:

Bunun üzerine ben de deliye Fâtihatü’l-Kitâb’ı okudum. Adam iyileşti. Bu okumama karşılık bana yüz koyun verdiler. Peygamber Efendimiz’e varıp durumu anlattım (ve koyunların bana helal olup olmadığını sordum).

“–(Kur’ân’dan) başka bir şey okudun mu?” diye sordu.

Ben de:

“–Hayır” cevabını verdim. Resûlullah Efendimiz:

“–Onları al! Ömrüme yemin olsun ki, bâtıl bir şey okuyup üfleme karşılığında ücret alarak yiyen kimse, (bunun günahını çekecektir.)

Sen ise hak olan bir tedâvi karşılığında aldığın ücreti yiyorsun!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tıb, 19/3896; Büyû’, 37/3420; Ahmed, V, 211)

Peygamber Efendimiz’in, bu sahâbîye, Fâtiha’dan başka birşey okuyup okumadığını sorması, yaptığı tedâviye câhiliye âdeti olan bâtıl şeyler karıştırıp karıştırmadığını öğrenmek içindir. Böyle bir şey karıştırmadığını anlayınca, kendisine verilen ücretin helâl olduğunu söylemiştir.

Câbir (r.a.) şöyle anlatır:

Resûlullah ile birlikte oturuyorduk. İçimizden birini akrep soktu. Oradakilerden biri:

“–Ey Allah’ın Resûlü, rukye yapayım mı?” diye sordu. Resûlullah:

“–Kardeşinin imdâdına koşmaya kimin gücü yetiyorsa, derhal koşsun!” buyurdu. (Müslim, Selâm, 61, 62, 63; Ahmed, III, 302, 304)

KUR’AN’DA GEÇEN ŞİFA AYETLERİ - ŞİFA VEREN DUALAR

Kur’ân ile tedâvide en fazla tatbik edilen metod, şifâdan bahseden âyetlerin okunmasıdır. İmam Kuşeyrî’nin anlattığına göre, oğlu hastalanmıştı. Durumu o derece kötüleşti ki hayatından ümitlerini kestiler. İmam Kuşeyrî, rüyâsında Peygamber Efendimiz’i gördü. Oğlunun hâlini ona arzetti. Allah Resûlü de kendisine Kur’ân’daki şifâ ayetlerini hatırlatarak onları okumasını söyledi. Kuşeyrî, Efendimiz’in tavsiyesini yerine getirince oğlu kısa sürede şifâya kavuştu. (Bkz. Âlûsî, XV, 145, [İsrâ 17/82])

Şifâ âyetleri şunlardır:

“…Allah, mü’min bir topluluğun kalplerine şifâ versin/gönüllerini ferahlatsın.” (Tevbe 9/14)

“…Gönüllerdeki dertlere şifâdır...” (Yûnus 10/57)

“…Onların (arıların) karınlarından çeşit çeşit renklerde bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır…” (Nahl 16/69)

“Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir…” (İsrâ 17/82)

“Hastalandığım zaman, bana O şifâ verir.” (Şuarâ 26/80)

“…De ki: O (Kur’ân), inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifâdır…” (Fussılet 41/44)

Okuyarak tedâvîde, kalbin ihlâs üzere olması çok mühimdir. Bu usûlün fayda verebilmesi için, ihlâs ve samîmî bir niyetle sırf Allah rızâsı için hareket edilmeli ve gece gündüz Kur’ân ile hemhâl olunmalıdır. Kişinin yaptığı fiiller, söylediği sözleri, okuduğu âyet ve duaları yalanlamazsa, Kur’ân’ın şifâsı daha çabuk tahakkuk eder.

BÜTÜN HASTALIKLAR İÇİN ŞİFA: KUR’AN

İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Kur’ân’ın hem ruhânî hem de bedenî hastalıklara şifâ oluşuyla alâkalı şu îzâhta bulunur:

Kur’ân, kalbî ve bedenî, dünyevî ve uhrevî bütün hastalıklar için tam bir şifâdır. Fakat sıradan herkes, onunla şifayab olmaya ehil değildir. Hasta olan kimse onunla güzel bir şekilde tedâvi olur, kesin bir iman, tam bir ihlâs ve doğrulukla, bütün şartlarına riayet ederek onu hastalığının üzerine koyar ise, hastalık ona karşı asla mukavemet gösteremez. Göklerin ve yerin Rabbı olan Allah’ın kelamına karşı hastalıklar nasıl mukavemet edebilir ki? O kelam, dağların üzerine inseydi onları darmadağın eder, yeryüzüne inseydi onu paramparça yapardı.[5] Hiçbir kalbî ve bedenî hastalık yoktur ki, Kur’ân’da onun tedâvisi ve ondan korunma yolu gösterilmiş olmasın! Lâkin bundan, sadece kitabını anlama hususunda, Allah’ın kendilerine hususî bir anlayış verdiği kimseler istifâde edebilir.[6]

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Tıb, 1. [2] Son günlerde inancın, duanın ve Kur’ân okumanın insan sağlığına tesiri üzerine bazı ilmî araştırmalar yapılmaktadır. Onlardan birkaçına burada temas edebiliriz: ABD’de çalışan Müslüman bilim adamı Dr. Ahmet el-Kâdî, “Kur’ân ve Stres” konusunda bir araştırma yapmış ve hazırladığı tebliği 1984’de İstanbul’da yapılan İslam Tıp Kongresi’ne sunmuştur. Bu bilim adamı, araştırmalarının neticesinde, Kur’ân kelimelerindeki ses hususiyetlerinin stresi azalttığını tespit etmiştir. (http://www.thehealthnews.org/tr/news/05/11/10/dua.tedavi.iyilesme.html, [23.04.2007]) ABD’de, çeşitli konularda yapılan farklı araştırmaların gözden geçirilip derlenmesi yoluyla ortaya konulan bir çalışmaya göre, ömrün uzamasında, iyi beslenme, spor yapma, düzenli sağlık kontrolünden geçme ve hastalıkların uygun bir şekilde tedâvi edilmesi kadar, dînî inancın da rol oynadığı tesbit edilmiştir. Pittsburgh Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Dr. Daniel Hall’ün çalışması, dînî inancın sağlıklı uzun ömre müsbet katkısının, diğer faktörlerden çok daha kolay olduğunu göstermektedir. (http://www.ktuvakfi.org.tr/h1.htm, [23.04.2007]) Yine, Ağustos 1982 ve Mayıs 1983 tarihleri arasında 393 hasta üzerinde bir çalışma yapılmıştır. Bu araştırmada, hastalar ikiye ayrılarak bir kısmına, haberleri olmadan dua edilmiş, diğer kısmına ise yine haberleri olmadan dua edilmemiştir. Çalışmanın başlamasından sonra tahlil edilen hâdiseler, kendilerine dua edilen gruptakilerin daha az konjestiv kalp bozukluğu yaşadığı, diüretiklere daha az ihtiyaç hissettiği, onlara antibiyotik tedâvisinin daha az uygulandığı, daha az pnömoni vakasına rastlandığı, daha az intube edildikleri ve oksijen verildiği görülmüştür. Rakamlara bakıldığında, gıyaben dua edilen hastaların her bakımdan daha iyi bir tablo çizdiği tespit edilmiştir. Bu tür tecrübelerin sonuçları 2001 yılının Ekim ayında New York Times dergisinde yayımlanmıştır. (http://www.benotesi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=38&Itemid=56, [23.04.2007]) [3] Resûlullah, bu sözü, ashâbının gönlünü hoş etmek ve tedâvî karşılığında alınan malın helâl olduğunu açıkça göstermek için söylemiştir. (Aynî, Umdetü’l-kârî, XXI, 271-272) [4] Buhârî, Rikak, 50; Tıb, 17, 43; Libâs, 18; Müslim, Îmân, 367, 369, 371, 374. [5]Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur: “Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu Allah korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri, insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21) “Eğer dağları yürütecek, yeri param parça edecek ve ölüleri konuşturacak bir kitap olsaydı, işte o, Kur’ân olurdu…” (Ra’d 13/31) [6]İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zâdü’l-meâd, IV, 352; Kâsımî, Mehâsinü’t-te’vîl, X, 3978.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları 


🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻


Şifa Ayetleri 


Rabbimiz’in buyurduğu şifa veren dualar.

Şifa; deva demektir. Şifa; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına gelir. Peki hastalara ne şifa olur?

KUR’AN’DA GEÇEN İKİ ŞİFA

Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisi şifâdır. Peygamber Efendimiz, iki şifâ vardır buyuruyor:

“Bunun biri baldır, diğeri Kur’ân-ı Kerim’dir.” (İbn Mâce, Tıp, 7) Mesela Fatiha Sûresi’nin hem yılan ısırması gibi fiziki hastalıklara hem de bir insanın mecnun (deli) olması gibi psikolojik hastalıklara şifâ olduğu hadis-i şeriflerde rivayet edilir.

Kur’ân-ı Kerim’in maddi-manevi bütün hastalıklara şifâ oluşu, balın şifâ oluşu ve diğer şifâ veren bilgilerin yanı sıra esas (hakiki) şifâ verici Allah’tır. Çünkü Cenab-ı Hak’kın eş-Şâfi ismi, sıfatı şerifi mevcuttur. Ve bütün şifâlarda Cenab-ı Hak’kın “Ya Şâfi” dediğimiz o isminden tecelli etmektedir. Yani bütün dertlerin devâsı, şifanın kaynağı Yüce Rabbimiz’dir. Esas şifâyı da biz O’ndan bekleriz. Diğerlerini hep vasıta olarak biliriz.

Şifa Ne Demek?

Şifâ; devâ demektir. Şifâ; insanın hastalıktan kurtulması, sıhhat bulması, iyilik bulması anlamlarına geliyor.

Şifa İsmi Caiz midir?

Şifâ ismi güzel bir isimdir. Bu insan ismi olarak kullanılabilir. Mekânlara, müesseselere isim olarak verilebilir.

Kur’ân-ı Kerim’de altı yerde şifâ kelimesi geçmektedir. Şifâ kelimesinin geçtiği kelimeler de bizim ezkâr kitaplarımızda şifâ ayetleri olarak yer alıyor. Ve peş peşe okunduğu zaman da bunların insanların hastalıklarına deva olduğu belirtiliyor.

HASTALAR İÇİN ŞİFA DUASI

İmam Kuşeyri Hazretleri naklediyor:

“Şimdi arzedeceğim altı ayet şifa kaynağıdır. Bunları bir insan sabah-akşam dikkatlice, ihlasla okursa hangi hastalık olursa olsun biiznillah şifa bulur. Bu âyetlerin şifâ verdiğini tecrübe etmişizdir. Benim 12 yaşlarında bir kızım vardı. Devâsı olmayan müzmin bir hastalığa yakalandı. Bütün hekimlere götürdüm, deva bulmadı. Onu ölüme terketmiş durumdayken salih bir insanla karşılaştım. Bu halimi arzettim. Dedi ki; Kur’ân-ı Kerim’de altı tane şifâ âyeti bulunmaktadır ki kızına ihlasla bu duâları sabah-akşam okursan o biiznillah iyileşecektir. Ben de bu âyetleri öğrenip kızıma okudum. Ölmek üzereyken kızım sıhhat buldu, iyileşti. Onun için bu âyetlerin ne kadar şifâ verici olduğuna bizzat şahidim.”

KUR’AN’DA GEÇEN ŞİFA AYETLERİ

Kur’ân-ı Kerim’de bulunan şifâ âyetleri; sağlık için duâ, şifâ için duâ, hasta duâsı, hastalara şifâ duâsı arayanlar için en etkili şifâ duâlarıdır.

  • Tevbe Sûresi, 14. Ayet

Okunuşu: "...Ve yeşfi sudûra kavmin mu'minîn. (mu'minîne)."

Anlamı: “Allah, mümin bir topluluğun kalplerine şifa versin/gönüllerini ferahlatsın!” (et-Tevbe, 14)

  • Yunus Sûresi, 57. Ayet

Okunuşu: "...Ve şifâun limâ fîs sudûri. (sudûrin)"

Anlamı: “…Gönüllerdeki dertlere şifâdır...” (Yûnus, 57)

  • Nahl Sûresi, 69. Ayet

Okunuşu: "...Yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn. (yetefekkerûne)..."

Anlamı: “…Onların (arıların) karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır…” (en-Nahl, 69)

  • İsrâ Sûresi, 82. Ayet

Okunuşu: "Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne (mu’minîn)...."

Anlamı: “Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ, 82)

  • Şuarâ Sûresi, 80. Ayet

Okunuşu: "Ve izâ maridtu fe huve yeşfîni."

Anlamı: “Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur.” (eş-Şuarâ, 80)

  • Fussilet Sûresi, 44. Ayet

Okunuşu: "Kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun (şifâ')..."

Anlamı: “…De ki: O, (Kur’ân) inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifâdır…” (Fussılet, 44)

AYETLERİN KARŞILAŞTIRMALI MEALİ VE TEFSİRİ

Surelerin tefsiri ve karşılaştırmalı meali için ayetleri tıklayınız:

🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻


Hastalar İçin Şifa Duaları


Peygamber Efendimiz’in şifa duası var mıdır? Hastalara şifa veren dualar ve hasta duası...

Hz. Aişe’den -radıyallahu anh- rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- kendilerine bir hasta getirildiğinde şöyle duâ ederlerdi:

PEYGAMBERİMİZİN ŞİFA DUASI

Arapça:

Türkçe Okunuşu: "Ezhibil-be'se Rabben-nâsişfi ve-enteş'şafi la şifae illa şifauke şifaen la yugadiru sekame."

Anlamı:Bu hastalığı gider ey insanların Rabbi! Şifâ ver, çünkü şifâ verici sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Öyle şifâ ver ki hiç bir hastalık bırakmasın.»” (Buhârî, Merdâ, 20; Müslim, Selâm, 46; Ebû Dâvud, Tıbb, 18, 19)

HASTA NASIL ŞİFA BULUR?

Yine Hz. Aişe’den -radıyallahu anh- rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisine bir hastanın şifâ bulması için duâ talebedildiği zaman:

Arapça:

sifa_dua-2

Türkçe Okunuşu:Bismillahi turbetu ardina ve rîkatu ba'dina yüşfe sakimuna bi-izni rabbina.

Anlamı: Allah’ın adıyla duâya başlarım. Bizim yerimizin toprağı ve birimizin tükürüğü vesilesiyle Allah’ın izniyle hastamız şifâ bulur.»” (Buhârî, Tıbb, 38; Müslim, Selâm, 54; Ebû Dâvud, Tıbb, 19)

SARA (EPİLEPSİ) HASTALIĞI İÇİN DUA

İbn Abbas’dan -radıyallahu anh- rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir hâtûn müracaat edip:

“– Ya Resûlallah, ben sar’a illetine duçar oluyorum. Hem de sar’a hâlinde açılıyorum. Allah Teâlâ’ya duâ ediniz ki, bu illeti benden izâle eylesin” dedi. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kadına hitaben:

“– Dilersen sabret, bu illet mukabilinde sana cennet verilsin. Dilersen sıhhat ve afiyetin için Allah Teâlâya duâ edeyim,” buyurdu.

Sonra o hâtûn:

“– Yâ Resûlallah, böylece sabrederim. Yalnız sar’a hâlinde açılmamam için Allah Teâlâ Hazretlerine duâ ediniz” dedi.

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, o halinde açılmaması için duâ buyurdular. (Buhârî, Merdâ, 6; Müslim, Birr, 54)

DİŞ AĞRISI İÇİN DUA

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlardı:

Arapça:

sara_hastalarina_dua

Anlamı: Ağrıyan dişinin üzerine şehâdet parmağını koyup Yâsin-i şerîfin son tarafını nihayete kadar oku, biiznillah teâlâ şifâ bulur.” (Suyûtî, el-Câmi’us-Sağîr, no: 5218)

HASTALARA ŞİFA DUASI 

Arapça:

dis_agrisi_duasi

Türkçe Okunuşu: Euzu bi izettillahi ve kudretihi min şerri ma ecidu.

Anlamı:Sağ elini vücudunda rahatsız olduğun mahalle koyup yedi defa mesh eyle ve her meshte: «Hissettiğim bu hastalığın şerrinden Allah’ın izzetine ve kudretine sığınırım!» de. Biiznillahi Teâlâ şifâ bulursun.” (İbn Hanbel, IV, 217)

CEBRAİL ALEYHİSSELAM’IN ŞİFA DUASI

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz rahatsızlandıkları zaman onu Cibril -aleyhisselam- tedavi eder ve:

Arapça:

peygamberimize_okunan_dua

Türkçe Okunuşu: Bismillahi arkıyke min kulli şeyin yu'zike min şerri kulli nefsin ev aynin hasidin, Allahu yeşfike bismillahi arkıyke.

Anlamı: Allah’ın ismiyle seni rahatsız eden her şeyden sana okurum. Her nefsin veya hasetçi her gözün şerrinden Allah sana şifâ versin. Allah’ın adıyla sana okurum.»” derdi.(Müslim, Selâm 40)

HASTA DUASI

Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir rahatsızlıkları olduğu zaman Muavvizeteyn sûrelerini okur, kendi üzerine üfler ve onu eliyle üzerinden silerdi. Ve şöyle buyururlardı:

Arapça:

peygamberimiz_hasta_oldugunda_okudugu_dua

Türkçe Okunuşu:Bismillahi Allahümme dâvini bi devaike veşfini bi şifaike ve ağnini bi fadlike ammen sivâk vahzer anni ezake.

Anlamı: Allah’ın ismiyle. Ey Rabbim! Beni kendi devân ile tedavi et, bana kendi şifân ile şifâ ver ve beni kendi fazlınla Senden başkalarından müstağni kıl ve beni ezalardan uzak tut.»” (Heysemî, X, 180)

HASTALAR İÇİN ŞİFA DUASI

Henüz eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eden bir mü’min yedi defa:

Arapça:

eceli_yaklasan_hastaya_okunacak_dua

Türkçe Okunuşu: Es-elullahel-azime rabbel arşil azimi en yeşfiyeke.

Anlamı:Büyük Allah’tan, büyük Arş’ın Rabbi Allah’tan sana şifâ vermesini istiyorum!»” derse muhakkak afiyet bulur. (Ebû Dâvud, Cenâiz, 8; Tirmizî, Tıbb, 32; İbn Hanbel, I, 239)

KUR’AN’DA GEÇEN ŞİFA AYETLERİ

Kur’ân-ı Kerim’de bulunan şifâ âyetleri; sağlık için duâ, şifâ için duâ, hasta duâsı, hastalara şifâ duâsı arayanlar için en etkili şifâ duâlarıdır.

  • Tevbe Sûresi, 14. Ayet

Okunuşu: "...Ve yeşfi sudûra kavmin mu'minîn. (mu'minîne)."

Anlamı: “Allah, mümin bir topluluğun kalplerine şifa versin/gönüllerini ferahlatsın!” (et-Tevbe, 14)

  • Yunus Sûresi, 57. Ayet

Okunuşu: "...Ve şifâun limâ fîs sudûri. (sudûrin)"

Anlamı: “…Gönüllerdeki dertlere şifâdır...” (Yûnus, 57)

  • Nahl Sûresi, 69. Ayet

Okunuşu: "...Yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn. (yetefekkerûne)..."

Anlamı: “…Onların (arıların) karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır…” (en-Nahl, 69)

  • İsrâ Sûresi, 82. Ayet

Okunuşu: "Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne (mu’minîn)...."

Anlamı: “Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ, 82)

  • Şuarâ Sûresi, 80. Ayet

Okunuşu: "Ve izâ maridtu fe huve yeşfîni."

Anlamı: “Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur.” (eş-Şuarâ, 80)

  • Fussilet Sûresi, 44. Ayet

Okunuşu: "Kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun (şifâ')..."

Anlamı: “…De ki: O, (Kur’ân) inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifâdır…” (Fussılet, 44)

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları


🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻


RUKYE

الرقية
Hastalık ve kötülüklerden korunmak veya kurtulmak amacıyla dua okuyup üfleme anlamında bir terim.

Sözlükte “yukarı çıkmak; okuyup üfleyerek tedavi etmek” mânalarındaki rukye (raky, rukıyy) kelimesi terim olarak “şifa veya korunma amacıyla Kur’an’dan bir bölümü, ilâhî isim ve sıfatları yahut bir duayı okuyup üflemek” anlamında masdar ve “üfürük, nazarlık, muska” anlamında isim olarak kullanılır (, “rḳy” md.; , “rḳy” md.; , “rḳy”, “ʿavẕ” md.leri). Bu duaların kâğıt üzerine yazılıp taşınan şekline muska denir. Rukye ve muskacılık Câhiliye Arapları’nda uygulanmaktaydı. Sihirbazları tabiplerin selefleri kabul eden Araplar tıpla sihir kelimelerini birbirinin yerine kullanıyor, büyülendiğine inanılan kimseye “matbûb” diyorlardı. Bu anlam yakınlığı sebebiyle hadis kitaplarında sihir konusuna rukye, nazar ve tıp konularındaki rivayetlerle bir arada, çoğunlukla da “kitâbü’t-tıb” içinde yer verilmiştir. Câhiliye Arapları, gizli güçlerin etkilerini yok etmek ve nazardan korunmak amacıyla boyunlarında “nüfre, temîme, nüşre, azâim, ta‘vîz (ûze), tevele” gibi adlar taşıyan muskalar taşıyor, hastaların başını veya ağrıyan organını tutarak okuyup üfleyen kâhin ve büyücülerin onlara sıhhat verdiklerine inanıyorlardı. Câhiz, evlere musallat olan Âmir adlı cini istihdam etmek (azâim) ve dualar okuyup ipe düğüm atmak suretiyle büyü yapan rukyecilerden ve atılan düğümleri çözen okuyuculardan söz eder (Kitâbü’l-Ḥayevân, II, 186). Cevâd Ali de birçok Câhiliye şairinin rukyeden bahsettiğini ve onun etkisini onayladığını kaydeder; Araplar’ın en çok başvurdukları rukyeler arasında muhabbet ve nefret rukyeleri geldiğini bildirir (el-Mufaṣṣal, VI, 739-754). Kur’an’da hastaları tedavi eden okuyuculardan (el-Kıyâme 75/27) ve ipe üfleyerek düğüm atan üfürükçülerden (el-Felak 113/4) söz edilerek bu geleneğe işarette bulunulur. Çeşitli hadis rivayetlerinde İslâmî dönemde bazı müslümanların yahudilere başvurup kendilerine okumalarını istedikleri, onların da İbrânîce ve Süryânîce dualar okudukları, durumdan haberdar olan Resûl-i Ekrem’in bunu yasakladığı ve bu işleri yapanların başında Lebîd b. A‘sam’ın geldiği kaydedilir (Müslim, “Selâm”, 43). Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde yer alan rivayetlerden (“Selâm”, 60-64), rukyenin hükmünü öğrenmek üzere Resûlullah’a başvuran Câbir b. Abdullah’ın dayısının eskiden beri bu işi yaptığı anlaşılmaktadır. 

Kur’ân-ı Kerîm’de “okuyup üfleme” anlamında Kıyâme sûresinde (75/27) “râk” (râkī), Felak sûresinde (113/4) “neffâsât” kelimeleri geçmektedir. Birincisinde ölmek üzere olan kişinin canı boğazına geldiğinde, “Onu bu durumundan kurtaracak ve tedavi edecek biri yok mu?” diye seslenen akrabalarının tabip arama arzuları “üfleyici” (râkī) kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu kelimeye İkrime el-Berberî “okuyup üfleyen”, Ebû Kılâbe el-Cermî, Dahhâk b. Müzâhim ve Katâde b. Diâme “tabip ve şifacı”, İbn Zeyd “tabip veya muskacı”, İbn Abbas “melek” anlamı vermiştir (Taberî, XXIX, 121; İbn Kesîr, VIII, 307). Zemahşerî ve Fahreddin er-Râzî ise “tedavi edici” ve “melek” mânalarını tercih etmişlerdir (el-Keşşâf, IV, 193; Mefâtîḥu’l-ġayb, XXX, 231). Elmalılı Muhammed Hamdi, bunun “çaresizlik durumunda son bir tedbir olarak başvurulan okuyucu” mânasına geldiğini kaydeder (Hak Dini, VIII, 5848). Felak sûresinde yer alan “neffâsât” “nefs̱” kökünden türemiştir. Bazı Arap dilcileri nefs kelimesinin “hem tükürüklü hem tükürüksüz okuyup üfleme” anlamında olduğunu, bazıları ise tükürüksüz üflemeye nefs, tükürüklü üflemeye “tefl” dendiğini kaydetmektedir. Kādî İyâz bir kısım din âlimlerinin sadece tükürüksüz okumayı câiz gördüklerini bildirmektedir. Ebû Ubeyd, Hz. Âişe’ye Resûlullah’ın hastalara nasıl okuduğu sorulduğunda, “Kuru üzüm yiyen biri gibi tükürüksüz üfürürdü” dediğini nakletmektedir (Nevevî, XIV, 182-183). Elmalılı ise rukyenin her iki şekilde olabileceğini, fakat büyücülerin ikinci yöntemi tercih ettiklerini söyler (Hak Dini, IX, 6382-6383). İbn Atıyye, Kuzey Afrika’da kırmızı ipe düğüm atarak deve yavrularının analarını emmesine engel olan muskacıların bulunduğunu rivayet eder (İbn Cüzey, IV, 450). Çeşitli âyetlerde Kur’an’ın şifa olduğu kaydedilmektedir (Yûnus 10/57; el-İsrâ 17/82; Fussılet 41/44). Ancak bu âyetler incelendiğinde şifanın din ve ahlâk gibi mânevî hayata yönelik hastalıklara dair olduğu anlaşılır. Ayrıca Kur’an’da kötü yaratıkların şerrinden, özellikle şeytanın, vesveseleriyle insana yaklaşmasından Allah’a sığınılması öğütlenmektedir (en-Nahl 16/98; el-Mü’minûn 23/97-98; Fussılet 41/36; el-Felâk 113/1-5; en-Nâs 114/1-6). Kur’ân-ı Kerîm’in insan sağlığına zarar veren şeyleri yasaklaması, tehlikelerden sakınmayı emretmesi, Hz. Peygamber’in sağlığın korunması için tedbir alınmasını istemesinin yanı sıra şifalı olduğu bilinen bal vb. şeylerle tedavinin önerildiği bilinmektedir. Kur’an ve Sünnet’te Allah’a sığınma, okuma ve dua etme yoluyla ruh ve beden sağlığının korunmasına yönelik bu tür tavsiye ve işaretlerin psikolojik destek niteliği taşıdığını söylemek gerekir. 

Rukye hakkında hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerin bir kısmı onun cevazına, bir kısmı da yasaklanmasına delâlet eder. Rukyenin cevazını savunan âlimler şu hadisleri delil gösterirler: Resûlullah’ın rahatsızlığı esnasında Cebrâil gelerek onu okumuş (Müslim, “Selâm”, 39-40), Resûlullah da hem kendisine hem ziyaret ettiği bazı hastalara okuyup üflemiş (Buhârî, “Ṭıb”, 33; Müslim, “Selâm”, 46-51; İbn Mâce, “Ṭıb”, 35-36), torunları Hasan ve Hüseyin için şeytandan, zehirli haşerattan, kem gözlerden korunmaları yolunda dua etmiş (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 10; İbn Mâce, “Ṭıb”, 36; Tirmizî, “Ṭıb”, 18), vefat hastalığı sırasında Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’e okuyup üflemiş ve onun eliyle bedenini meshetmiştir (Buhârî, “Ṭıb”, 32, 39; Müslim, “Selâm”, 51-52). Hz. Peygamber nazara, yılan ve akrep sokmasına karşı rukye yapılmasına izin vermiş (Buhârî, “Ṭıb”, 17, 33, 37; Müslim, “Selâm”, 55-63; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 17-18), Câbir b. Abdullah’ın dayısının ve Avf b. Mâlik el-Eşcaî’nin müracaatları üzerine içinde şirk unsurları bulunmayan rukye metinlerine müsaade etmiş (Müslim, “Selâm”, 60-64), misafir oldukları kabilenin yılan veya akrep tarafından zehirlenmiş reisini rukye yoluyla iyileştirerek ücret aldıklarını bildiren kafilenin başkanı Ebû Saîd el-Hudrî’yi onaylamış (Müslim, “Selâm”, 65), Ümmü Seleme’nin evinde gördüğü, yüzü sararmış bir çocuğa rukye tedavisi yapılmasını istemiştir (Buhârî, “Ṭıb”, 54; Müslim, “Selâm”, 59). Rukyenin câiz olmadığını ileri sürenler ise şu rivayetlere dayanır: Hz. Peygamber, Allah’a tevekkülleri sebebiyle rukyeye ve üfürükçülüğe başvurmayanların doğrudan cennete gireceğini bildirmiş (Buhârî, “Ṭıb”, 17; Müslim, “Îmân”, 372), tedavi amacıyla dağlanan ve rukye yaptıran kişinin Allah’a tevekkülü terketmiş olacağını söylemiş (, IV, 249, 251-253; Tirmizî, “Ṭıb”, 14), ipe üfleyerek düğüm atanın büyü yapmış, büyü yapanın ise Allah’a şirk koşmuş olacağını, muska takanın bu muskasının âhirette kendisine musallat kılınacağını belirtmiş (Nesâî, “Taḥrîm”, 19), nazarlık ve “tevele”nin (kadınların, kocalarının kendilerini sevmesi için yaptırdıkları rukye), mânaları anlaşılmayan kelimelerle rukye yapmanın, nazarlık taşımanın, büyü yapmanın ve yaptırmanın şirke götüren vasıtalar olduğunu beyan etmiştir (, I, 381; İbn Mâce, “Ṭıb”, 39; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 17).

Son hadisi rivayet eden Abdullah b. Mes‘ûd, nazardan korunmak için muska (temîme) bağlayan câriyesinin muskasını kolundan çekip koparmıştır (Fahreddin er-Râzî, XXXII, 190). Ebû Süfyân’ın Câbir’den rivayetine göre de Resûl-i Ekrem, Medine’ye hicret ettiklerinde rukye yapılmasını yasaklamış, ancak akrebin soktuğu arkadaşlarına okumak için izin isteyen Amr b. Hazm oğulları uyguladıkları işlemi kendisine arzedince izin vermiş (Müslim, “Selâm”, 63), yine bu işle uğraştığı anlaşılan Ebü’l-Lahm’ın hizmetçisi Umeyr’den nakledildiğine göre o da yaptığı işlemi Resûlullah’a arzetmiş, Resûlullah da, “Şu kısmını at, şu kısmıyla rukye yap!” demiştir (Tahâvî, IV, 327).

Öte yandan Hz. Peygamber’in hastalar için şöyle dua ettiği bildirilmiştir: “Ey sıkıntıları gideren Allah, şifa ver! Ey şâfî! Senden başka şifa veren yoktur, hiçbir hastalık kalmayacak şekilde şifa ver” (Buhârî, “Ṭıb”, 38; İbn Mâce, “Ṭıb”, 36; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 17). 

Rukye ile ilgili rivayetleri nesih açısından değerlendiren Hâzimî bu nakillerde görülen farklılıkların bir kısmının Câhiliye âdeti olarak devam ettirilmek istenen ve içinde şirk unsuru bulunan, bir kısmının ise tevhid inancına aykırı düşmeyen dualarla yapılan rukyeleri konu edinmesinden kaynaklandığını söylemektedir (el-İʿtibâr, s. 238). Hüseyin Remzi de söz konusu rivayetleri telif yoluna giderken rukyenin şifayı okuyanda sanarak hakiki şâfî olan Allah’ı unutan için yasak, onu bir vesile sayan için câiz olduğunu kaydetmektedir (Tıbb-ı Nebevî, s. 71-72). 

Hadislerde yer alan farklı içerikli rivayetlere paralel biçimde din âlimleri de farklı değerlendirmelerde bulunmuştur. İbn Abbas, Atâ b. Ebû Rebâh, Mücâhid b. Cebr ve Ebû Kılâbe el-Cermî hastaya ve yılanın soktuğu kimseye okumak, muska yazdırıp taşımak, suya okuyup içirmek şeklinde rukye yaptırmanın mubah olduğunu ileri sürerken İkrime el-Berberî, Şa‘bî, Katâde b. Diâme, Saîd b. Cübeyr, İbrâhim en-Nehaî, Dahhâk b. Müzâhim ve Hasan-ı Basrî gibi âlimler okumanın mubah, bunun yanında üfleme, ipe düğüm atma ve elle meshetme gibi işlemlerin haram veya mekruh olduğunu söylemişlerdir (, V, 355-356; Elmalılı, IX, 6391). Öte yandan özellikle bazı Eş‘arî kelâmcıları rukyenin Allah yerine başka şeylere sığınmaya sebep teşkil ettiğini, O’nun izni olmadan hiçbir şeyin fayda veya zarar veremeyeceğini belirterek muska yahut nazarlık taşıma gibi uygulamalara karşı çıkmış, tevhide aykırı unsurlar bulundurmayan uygulamaları ise câiz görmüştür. Câhiz bazı kelâmcıların, rukye yapan kişilerin cinleri kullanmak suretiyle evlerde yuvalanan yılanları uzaklaştırmalarının mümkün olduğunu söylediklerini, bazılarının ise kendilerine yaklaşan insanlardan kaçan hayvanlar gibi yılanların da üfürükçülerin çıkardığı sesler yüzünden deliklerinden çıkıp kaçtığını, ancak insanların onları üfürükçülerin uzaklaştırdığını zannettiğini kaydetmektedir (Kitâbü’l-Ḥayevân, II, 139; IV, 184-190; V, 397). 

Mezhep imamları şirke ve istismara götürmeyen rukyede sakınca bulunmadığını belirtmiştir (İbn Kayyim el-Cevziyye, eṭ-Ṭıbbü’n-nebevî, s. 133-134). Meselâ okuyup üflemeye karşı çıkmayan İmam Mâlik demir, tuz vb. ile rukye yapmayı ve Süleyman mührü şeklinde muska yazmayı reddetmiştir (Nevevî, XIV, 183). Hanefî fakihleri de şifayı Allah’ın verdiğine inanıldığı takdirde rukyede bir sakınca bulunmadığını söylemiş, ancak eşler arasında da olsa muhabbet muskası yaptırmanın haram olduğunu belirtmiştir (, V, 354-356). İbnü’l-Esîr ve İbn Hacer, Allah’ın kelâmı, isim veya sıfatlarıyla yapılması, Arapça olması ve faydanın Allah’tan umulması durumunda rukyenin câiz olduğunu, zararın ortadan kaldırılması veya faydanın elde edilmesini Allah yerine rukyeye isnat etmenin ise şirk sayıldığını bildirmiştir (en-Nihâye, “rḳy” md.; Fetḥu’l-bârî, X, 206). Ebû Süleyman el-Hattâbî de Resûlullah’ın göz değmesi gibi rahatsızlıklara karşı temiz kalpli ve güzel ahlâk sahibi kişilerin Kur’an okumasına müsaade ettiğini, ancak yaşadığı dönemde bu işin efsuncu ve cincilerin eline geçtiğini, dolayısıyla tesirli olmadığı gibi meşruiyetinin de kalmadığını ifade etmiştir (, XII, 90). Konuyla ilgili rivayetleri değerlendiren Elmalılı Muhammed Hamdi, şifa bulmak veya kötülüklerden korunmak amacıyla yapılan rukyelerin câiz, bunun dışında kalanların haram olduğu kanaatine varmıştır (Hak Dini, IX, 6388). Fakihler rukye karşılığında ücret alınıp alınamayacağını da tartışmış, Tahâvî gibi ilk dönem fakihleri bunun ibadet değil tedavi olduğunu, bu sebeple ücret alınabileceğini söylemiştir (İbn Âbidîn, VI, 57). Ancak bu görüş inançların istismar edilmediği ve meselenin bir ahlâk problemi haline gelmediği dönemlere ait iyimser bir bakışın ürünüdür. 

Kur’an ve Sünnet’te inananların birbirlerine dua etmeleri emredilmekte ve kötülüklerden Allah’a sığınmaları öğütlenmekte olup dua makamındaki rukyeler bu kapsamda değerlendirilebilir. Bununla beraber Kur’an ve Sünnet ile sahâbîlerin uygulamalarında muska yazılmasının veya taşınmasının cevazına dair güvenilir bir delil bulunmamaktadır. Bu sebeple dua amacıyla okunan rukye ve istiâze ile sihir yapma amacıyla okuyup üflemeyi ve muska yazmayı birbirinden ayırmak gerekir. 

Okuma duadan öteye geçmez, şifayı veren ise Allah’tır. Buna karşılık muskacılık yapanların içinde kendilerini şifa dağıtan olarak takdim edenler, insanların yanlış inançlara sapmasına zemin hazırlayanlar ve kazanç temini yoluna gidenler vardır. Bu kişiler ayrıca kendilerini hoca diye tanıttıkları için kamuoyunda din adamı imajının sarsılmasına sebep olmaktadır. Öte yandan bedenî hastalıkların tedavisinde bile hastanın psikolojik durumu önemli iken psikolojik rahatsızlıklarda bunun etkisinin inkâr edilmesinin isabetli olmayacağı açıktır. Dolayısıyla güvendikleri kişilerin telkin ve tavsiyelerine açık olan insanların şifayı Allah’tan umarak kendilerine Kur’an okutmaları ve dua ettirmelerinde bir sakınca yoktur. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 28 Eylül 1979 tarih ve 1883 sayılı kararında, Cenâb-ı Hak’tan şifa umarak hastalara Kur’ân-ı Kerîm ve şifa ile ilgili dualar okumanın câiz, halkı kandırmak ve gaipten haber vermek amacıyla üfürükçülük yapmanın ise dinen yasak olduğunu belirtmiştir. 

Rukyeye dair literatür incelendiğinde rukyenin daha çok Kur’an’ın havas ve fezâilinden hareketle yapıldığı anlaşılır (Süyûtî, II, 359-365). Bu hususta başvurulan eserlerden bazıları şunlardır:

Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilen Risâle-i Yıldıznâme (İstanbul 1304); Câbir b. Hayyân, Kitâbü’l-Ḫavâṣ el-kebîr (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2564; Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2280); İbn Vahşiyye ve Ahmed b. Hilâl, Kitâbü’r-Ruḳā ve’t-teʿâvîẕ (İbnü’n-Nedîm, s. 379); Mecrîtî, Ġāyetü’l-ḥakîm ve eḥaḳḳu’n-neticeteyn bi’t-taʿẓîm (Nuruosmaniye Ktp., nr. 2794; TSMK, Revan Köşkü, nr. 1748); Ahmed b. Ali el-Bûnî, Şemsü’l-maʿârif ve leṭâʾifü’l-ʿavârif (Beyrut, ts.); İbnü’l-Hâc et-Tilimsânî, Şümûsü’l-envâr ve künûzü’l-esrâr (Beyrut, ts.); Abdullah b. Es‘ad el-Yâfiî, ed-Dürrü’n-naẓîm fî ḫavâṣṣi’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (Beyrut 2000); Abdülfettâh b. Muhammed Lârendî, Ḫizânetü’l-ḫavâṣ (Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 71); Şeyh Abdurrahman Sâmî, Vesîletü’l-kübrâ Şerh-i Esrâr-ı Esmâ-i Hüsnâ(İstanbul 1334); Muhammed b. Abdülvâhid el-Makdisî, Kitâbü’l-Emrâż ve’l-keffâsât ve’ṭ-ṭıb ve’r-ruḳayât (Huber 1415); Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Kenzü’l-havâs ve Keyfiyyet-i Celb ve Teshîr (İstanbul 1341). 


BİBLİYOGRAFYA

, I, 381; IV, 249, 251-253.

, II, 139, 186; IV, 184-190; V, 397.

, XXIX, 121; XXX, 227.

, IV, 327.

, s. 358, 369-373, 379.

, IV, 193, 301.

Hâzimî, el-İʿtibâr fi’n-nâsiḫ ve’l-mensûḫ mine’l-âs̱âr (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Halep 1403/1982, s. 238.

, XXX, 231; XXXII, 190.

, XIV, 182-183.

İbn Cüzey, et-Teshîl (nşr. M. Abdülmün‘im el-Yûnusî – İbrâhim Atve İvaz), Kahire, ts. (Dârü’l-kütübi’l-hadîse), IV, 450.

İbn Kayyim el-Cevziyye, eṭ-Ṭıbbü’n-nebevî (nşr. Abdülganî Abdülhâliḳ), Beyrut 1377/1957, s. 127-147.

a.mlf., Bedâʾiʿu’l-fevâʾid, Kahire 1392/1972, II, 220-254.

, VIII, 307.

İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī – Muhibbüddin el-Hatîb), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), X, 195, 206.

a.mlf., es-Siḥr ve’l-kehâne ve’l-ḥased, Kahire, ts. (Mektebetü’t-türâsi’l-İslâmî), s. 105-120.

, VI, 106; XII, 74-97.

, II, 359-365.

, V, 354-356.

, VI, 57.

Hüseyin Remzi, Tıbb-ı Nebevî, İstanbul 1324, s. 71-72.

, VIII, 5848; IX, 6353-6354, 6382-6383, 6388, 6391, 6397-6399.

, VI, 739-754.

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1972, s. 145-150.

Uğurol Barlas, Anadolu Düğünlerinde Büyüsel İnanmalar, Karabük 1974, s. 146.

Cemal Anadol, Tarihten Günümüze Kadar Dünyada ve İslâmiyette Halk İnanışları: Büyü (Sihir-Tılsım), İstanbul, ts. (Devlet Yayın ve Dağıtım), s. 116-125.

Abdullah b. Muhammed el-Gumârî, Kemâlü’l-îmân fi’t-tedâvî bi’l-Ḳurʾân, Beyrut 1985, s. 28-29.

Râcî el-Esmer, İṣâbetü’l-ʿayn, Trablus 1991, s. 69-88.

Saîd b. Ali el-Kahtânî, eẕ-Ẕikr ve’d-duʿâʾ ve’l-ʿilâc bi’r-ruḳā mine’l-Kitâb ve’s-Sünne, Riyad 1410/1990, s. 138-153.

M. Ullmann, İslâm Kültür Tarihinde Maji (trc. Yusuf Özbek), İstanbul 1994, s. 300-314.

Fethî b. Fethî el-Cündî, en-Neẕîrü’l-ʿuryân li-taḥẕîri’l-merḍâ ve’l-muʿâlicîn bi’r-ruḳā ve’l-Ḳurʾân, Riyad 1415/1995, s. 185-240.

Rıfat Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları, Ankara 1995, s. 162-166.

W. H. R. Rivers, Tıp, Büyü ve Din (trc. İbrahim Enis Köksaldı), İstanbul 2004, s. 17-21, 71-129.

B. Carra de Vaux, “Hamâil”, , V/2, s. 172-173.


🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻

"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizateyn'i (Felak ve Nas sureleri) ve Kulhüvallahu ahad'i okur, ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi." [Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb 39, Da'avât 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2942); Tirmizî, Da'avât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902)]


"Kur'ân'dan, iman edenlere rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz, O, zâlimlerin ise sadece kaybını artırır." (İsra, 17/82). 

"Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, mü'minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir." (Yunus, 10/57)




“Eğer bıçakla, otlarla ve kutsal söz ile iyileştiren hekimler bir arada bulunsa ve hepsi de hastayı iyileştirmeye talip olurlarsa, kutsal söz ile iyileştirenin hekimliğin uygulasın. Çünkü kutsal söz ile iyileştiren bütün hekimlerin en iyisidir; iman edenlerin vücudundan hastalığı en iyi şekilde uzaklaştırır” (Avesta, 2012, 74) denilmiştir. Mecûsîlerin kutsal kitabında bitkisel tedavinin zikredilmiş olması, bilindiğinin ve uygulandığının da açık bir ifadesidir.   


🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻


Duayla Giyilen Kaside-i Bürde'ler ve Yaratıcıya Sığınma... Manevi Zırh 


Enver Beşinci

İslâm inancında ilâhî muhabbet, sevginin temelini oluşturur. Zira Yüce  Allah (c.c.) insanoğlunu maddi ve manevi zırhıyla donatmış, kendinden ruh üfleyerek yaratmıştır. Yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlunun bu mana boyutu istikametinde hareket etmesi, yaratıcısına olan özleminin, O’nun ruhuna olan muhabbetinin bir yansımasıdır.  

İslâm inancında ilâhî muhabbet, sevginin temelini oluşturur. Zira Yüce  Allah (c.c.) insanoğlunu maddi ve manevi zırhıyla donatmış, kendinden ruh üfleyerek yaratmıştır. Yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlunun bu mana boyutu istikametinde hareket etmesi, yaratıcısına olan özleminin, O’nun ruhuna olan muhabbetinin bir yansımasıdır. 

Sevgilerin en üstünü, önce Yüce Allah (c.c.)’a, sonra Hz. Peygamber’e (s.a.v.) duyulan sevgidir. Bu nedenledir ki, Allah’a ve O’nun elçisine duyulan bu sevgi, İslam toplumlarının hep başat/en üstün tuttukları konuları olmuştur. 

Kişinin sevdiğine sevgisini yansıtacak sözler söylemesi, onları edebî, şiirsel bir sanat yoluyla ifade etmesi beraberinde yaygın bir geleneğin oluşmasına da katkı sağlamıştır. Aslında bu gün olduğu gibi önceki dönem edebiyatımızın da ilk kaynakları, ana kitabımız Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifler olmuştur. Kur’an ve Sünnet’te ise inananların birbirlerine dua etmeleri emredilmekte, kötülüklerden Allah’a sığınmaları öğütlenmektedir. Zira yaratılış itibariyle zayıf bir varlık olan insan, sınırlı kuvvetiyle sınırsız kudret sahibi Yüce Allah’a (c.c.) en güçlü bir şekilde ancak dua ile bağlanabilir. Bu sebepledir ki, maddi ve manevi çıkmazlarla karşılaşan Müslümanlar öteden beri Naat, Rukye ve Havas gibi dua kasideleriyle kendilerine zihinsel bir sığınak oluşturmuşlardır. Bunların  ortak noktası, kâinatta yalnız olunmadığı duygusuyla dua okuyarak kendini daha korunaklı hale getirmektir. 

Nitekim Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da bu uygulamaları doğru bularak, şifa bulmak veya kötülüklerden korunmak amacıyla yapılan duaların câiz olduğunu bildirmektedir. (Bkn: TDV. Ansiklopedisi, Rukye maddesi.) 

Biz burada: İcazetten Diplomaya Koleksiyonu’muzda var olan Kaside-i BürdeDelâilü’l-HayrâtHizbü’l-Azam ve Sahibü’l Karniyye icâzetlerinden yola çıkarak hem onların içeriklerini, hem de pratik hayatta yaşanmış bazı kesitleri sunmuş olacağız. 

İslâm’dan önce ve sonraki dönemlerde Arap Coğrafyasındaki toplumlarda şiir ve methiyelerin yaygın  olduğunu biliyoruz. Özellikle İslâmî dönemde Hz. Peygamber’i (s.a.v.) methederek ona olan aşkını/bağlılığını dile getiren pek çok kişi olmuştur. Bu kimseler, ona olan özlem ve hayranlıklarını dillendirebilmek adına, hakkında sayısız övgü, naat ve kaside terennüm etmişlerdir.  

Bu methiyeler zamanla öylesine bir çığır açmıştır ki, ona yazılan bu kasideler, toplumun güçlü inancı ve sevgisi sayesinde adeta bir manevi şifa kaynağı haline gelmiştir. Ayrıca, halk arasında hüsnü kabul gören bu gibi methiyeleri okuma ve okutmaya yönelik icâzetnâme verilmesi yoluna gidilmiştir. 

Örneklerini vereceğimiz Kasîde-i Bürde ve adı geçen diğer icazetlerin özünde, Allah’ın ekmel-i mahlûk olarak yarattığı  insanoğlunun huzurlu bir hayat ortamında sağlıklı ve mutlu yaşayabilmesi için O’nun yardım ve yakınlığına her zaman ihtiyaç duyması yer almaktadır. Neredeyse tüm icazetlerde, hem dünya hem de ahiret hayatında buna ulaşabilmenin dua ile mümkün olabileceği vurgulanmaktadır. 

Kur’ân-ı Kerîm’den ilham alan ve kökeni Peygamber Efendimiz’le onun sahabeleri döneminde yaşanmış manevî hayat olarak telakki edilen tasavvuf, İslâmiyet’in kabulüyle Türkler arasında yayılmış, milletimizin sosyal, dinî ve edebî hayatının şekillenmesinde büyük rol oynamıştır.  

Son devir Nakşibendî şeyhi ve İslam Âlimi A. Ziyâeddin Gümüşhânevî (18131894)’nin kolundan Karadere Müderrisi Ganiömerzâde Mahmud Sabri Efendi, Hocası ve Şeyhi olan Osman Niyazi Efendi’den icâzet almıştır (1865). Mahmud Sabri Efendi aldığı icâzetler doğrultusunda, Muhyiddin Arabî (ö.1240)’den silsile yoluyla gelen ve ruhî hastalıklara okunan “Hizbuddürer-il Âla”, Şâzeliyye tarikatının kurucusu sayılan Hasan eş-Şâzelî (ö.1258)’den silsile yoluyla intikal eden aynı amaca yönelik Hizbül 

Azam ile pekçok Salavatı Şerife’yi bünyesinde toplayan Kaside-i Bürde ve Delâilü’lHayrat gibi eserler vasıtasıyla tedavinin dua boyutuna ağırlık vermiştir. Öyle ki, Mahmud Sabri Efendi İslâm fıkhının cevaz verdiği ölçüde Rukye, Hamâil ve Vefik gibi dualarıyla adeta manevî bir doktor, bölgedeki şifalı bitkilerden ürettikleriyle de Lokman Hekim gibi kabul görmüştür.  

19. Yüzyılın son üççeyreğinden itibaren bulunduğu Karadeniz Coğrafyasında, Osmanlının dışarıdan kaynaklı zor şartları altında çare üretmeye gayret eden Mahmut Sabri Efendi’nin 1880 yılında aldığı ikinci  icâzetnâmesinde   halk sağlığına yönelik şu ifadeler yer almaktadır:  

“Beni Üstadım Âlî nimet sahibi, hastalıkların vasıflarını bilen ve bunları tahliye eden Şeyh Seyyid Veliyüddîn Gazi, Kâdirî, Nakşibendî, Rufâî ve Halvetî Postnişin Türbedarı Deniz Abdal ki İmam-ı Âzam’ın neslindendir. (...) Bundan sonra icâzet veren ve icâzet verilen bu silsiledendir. Bu icâzetler Muhyiddîn Arabî’nin silsilesine ulaşır ki, bu iftihar ona yeter. (...) Kaside-i Bürde, Deâilü’l Hayrât ve Hizbü-l A’zam’ı okumaya ve okutmaya üstatlarımın ve şeyhlerimin bana verdiği icâzet gibi seni icâzetlendirdim. Onları su üzerine oku! Onu konuşma kabiliyetini kaybedenlere, aklını kaybetmiş olanlara, gözünü kaybetmiş olanlara (perde inen/katarakt), kendilerine sihir yapılmış olanlara oku ve içir! Diğer bütün hastalıkların tamamına oku.”

Duanın insan üzerindeki olumlu etkisi birçok ruh hekiminin dikkatini çekmiş, bu alanda yapılan deney ve tecrübelerde dua ve telkin gücünün hem beden hem de ruh üzerindeki tesiri gözlemlenmiştir. Modern tıpta da moral ve ümit sayesinde bazı fizyolojik ve ruhi hastalıkların tedavisinin mümkün olabileceği öngörülmüştür. 

Duanın önemiyle ilgili olarak konuşan ünlü bilim insanı ve iki Nobel ödülü sahibi A. Carrel de “Hiçbir insan, karşılığını almadığı bir dua etmemiştir” diyerek duanın  Allah’a giden yolu aydınlattığını ifade etmiştir. Ayrıca “dini, insan hayatından çıkarırsanız her şey mubah olur”sözüyle gayet veciz ve anlam değeri büyük bir cümleyi dillendirmiştir. Doktor Carrel’in tespitleri bu yönüyle, icâzetnâmelerde vurgulanan, Yaratıcıya olan inancın ve dua ederek O’na yönelişin manevi bir zırh gibi insan yaşamını tümüyle kuşattığı ve insan sağlığına önemli ölçüde katkı sağladığı hususlarında dikkatlerimizi çekmektedir. 

İnsan, toplumda güven duyduğu kişilerin telkin ve tavsiyelerine genelde hep açık olagelmiştir. Dara düştüğünde, zorla baş başa kaldığında ilk başvurduğu yer ilâhî makam olmuştur. Özellikle amansız hastalık, deprem, yangın ve sel gibi insanı derinden sarsan afetler, bunun en belirgin örneklerinin görüldüğü ortamlardır diyebiliriz. 

Bu ve benzeri durumlarla karşılaşan insanların çareyi ve şifayı yalnız Allah’tan umarak kendilerine Kur’ân okutup dua ettirmelerinde dini bir sakınca görülmemektedir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 28 Eylül 1979 tarih ve 1883 sayılı kararında, Cenâb-ı Hak’tan şifa umarak hastalara Kur’ân-ı Kerîm ve şifa ile ilgili dualar okumanın câiz olduğunu açıklamıştır. Zira İslamiyet’te Allah’a yönelişin, O’na dua ve yakarışın değerinin yüksek olduğu bilinmektedir. Örneğin, ibadet hükmünde olan dua için bir âyet-i kerime’de: “Bana Dua edin, duanıza icabet edeyim“ (Mü’min, 40/60) buyurulmaktadır. 

 

KASİDE-İ BÜRDE İLE ŞİFA... 

Kaside-i Bürde, Hz. Peygamber’e duydukları derin muhabbetin bir tezahürü olarak Ka’b b. Züheyr ile Bûsîrî’nin kaside nazım şekliyle yazdıkları iki farklı şiir için kullanılan ortak bir terimdir. 

Hz. Peygamber’in çeşitli vasıfları, yaşam tarzı, örnek şahsiyeti, güzel ahlakı, nübüvveti ve tüm insanlığa rehberlik eden sözleri, şairlere ilham kaynağı olmuş ve ona hissedilen derin muhabbetin neticesinde asrısaadetten günümüze kadar pek çok eser kaleme alınmıştır. 

Yazımızın konusunu teşkil eden ve zamanla bir ilim hüviyeti kazandığı için müntesiplerine icâzetnâme verilen Kaside-i Bürde; Hz. Peygamber’e yaşadığı dönemde methiyeler sunan önemli şair sahabe Ka’b b. Züheyr’in (ö.645?) kasidesidir. 

Ka’b, kardeşi Büceyr’in (ö.631’den sonra) Müslüman olması üzerine onu ve Hz. Peygamber’i hicveden bir şiir yazmış, bu sebeple Resulullah onun cezalandırılmasını istemiştir. Ancak daha sonra Hz. Peygamber’den özür dileyerek Müslüman olmuş ve huzurunda ünlü kasidesini okumuştur. Kasideyi çok beğenen Allah Resulü, Yemen’den gelen hırkasını (bürde) çıkarıp Ka’b’ın omuzlarına koyarak onu ödüllendirmiş, bundan dolayı söz konusu şiir Kasîdetü’l-Bürde adıyla meşhur olmuştur.  

Kasîde-i Bürde ismiyle şöhret kazanan diğer şiir Bûsîrî’ye aittir. 1 Şevval 608/7 Mart 

1212 tarihinde Yukarı Mısır’da Behnesa şehrine bağlı Behşim’de doğan şair; babası tarafından Bûsîrli olduğu için Bûsîrî, annesi tarafından Delâslı olduğu için Delâsî nisbeleriyle anılmış, bazen de bu iki kelimenin birleşmesiyle meydana gelen Delâsîrî nisbesini kullanmıştır. Fakat Delâsî ve Delâsîrî nisbeleri zamanla unutulmuş ve şair daha çok Bûsîrî namıyla tanınmıştır. 

Bûsîrî’nin, Hz. Peygamber’i methetmek için kaleme aldığı el-Kasîdetü’l-Mîmiyye; şairin tutulduğu hastalıktan kurtulmasına vesile olduğu için daha çok Osmanlı Kültür muhitinde Kasîdetü’l-Bür’e (el-Kasîdetü’l-Bür’iyye)şeklinde anılmıştır. Kaside şöhretini, taşıdığı sanat değerinin yanında, şairin hayatının bir döneminde geçirdiği felçten kurtulmasına vesile olduğuna dair rivayete borçludur.  

Söz konusu rivayete göre, felç geçirdiğinde bir akşam kendisine şifa vermesi için Allah’a dua eden şair, rüyasında Hz. Peygamber’i görür. Resul-i Ekrem, ondan kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister. Bûsîrî: “Yâ Resulallah! Ben sizin için birçok kaside yazdım, hangisini emredersiniz?” deyince Hz. Peygamber, şiirin ilk beytini söyler. Bunun üzerine şair kasidesini okumaya başlar, Allah Resulü de sonuna kadar dinler. Bitince hırkasını (bürde) çıkarıp şairin üstüne örter ve eliyle vücudunun felçli kısmını sıvazlar. Bûsîrî, uykusundan uyanınca bedeninde felçten eser kalmadığını fark eder. Bu rüya hadisesinin halk arasında yayılmasından sonra söz konusu manzume, Kasîdetü’l-Bürde olarak üne kavuşmuştur. 

Söz buraya gelmişken, İsmail Kara Hocanın İçimden Geçen Günler-Notlarım kitabında bu konuyla alakalı şu anekdotu önemlidir; “Mehmet Zahit Kotku Efendi’nin tasavvufi ahlâkında yer alan sohbetlerinden birinde okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam Küçük Hüseyin Efendi idi. Müridan (müridleri) ve muhibbanından (sevenleri) verem hastası olanları, cemaatle namaz sırasında sıkı saflara sokarak veya onların olduğu safları daha da sıkılaştırarak tedavi edermiş. Bulaşıcı ve o zamanlar için çok tehlikeli bir hastalığa karşı mesafe değil de sıkı, sımsıkı bir yakınlık, bir temas; omuz omuza… Kalpten kalbe sağaltıcı bir yol açmak, belki de bedenden bedene gümrah ormanların tertemiz havasını getiren bir kanal inşa etmek için… Eski dünyada veba gibi bulaşıcı salgın hastalıklara ve kıyıcı harplere karşı alınan tedbirlerden biri de hafızların şehrin surlarının etrafını dışarıdan dolaşarak şifa niyetine hatim indirmeleri idi. Tarih kitaplarında Sahih-i Buhari’nin, Şifa-i Şerif’in, Kaside-i Bürde’nin de bu şekilde baştan sona okutulduğuna dair rivayetler var.”

Ayrıca yine konuyla alakalı olarak eski Beykoz Belediye Başkanı rahmetli Yücel Çelikbilek tarafından Hac vazifesinde Müzdelife vakfesinde seyahatteki dostlarına hitaben: “Burası Yüce Allah’tan her türlü hastalık ve dertlere karşı şifa niyaz edilecek dua makamıdır. İsteyin isteyebildiğiniz kadar” ifadesinden sonra uykuya dalan ve uyandığında iki eli felçli olan, İstanbul yolcu gemilerinin emekli çarkçıbaşısı bir zatın büyük bir sevinç çığlığıyla uyanarak ellerinin iyileştiğini anlatması yaşanmış bir örnek olarak konumuzu daha iyi açıklamaktadır. (Bkn: VAV TV Gönül Coğrafyamız, 48. bölüm / www.icazettendiplomaya.com/videogaleribölümü, Kaside-i Bürde İcâzeti) 

Kasîde-i Bürde Türkçe, Farsça, Urduca, Peştuca, Pencapça ve Malayca gibi neredeyse tüm Müslüman milletlerin dillerine tercüme edilmiş, aynı zamanda İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, Grekçe ve İspanyolca gibi birçok Avrupa diline çevrilmiştir. Ayrıca iki yüz ellinin üzerinde şerhi olduğu bilinmektedir.  İslam dünyasında Kasîde-i Bürde kadar meşhur olan, onun kadar okunan ve üzerine şerh, tercüme, taştir, tahmis, tesdis, tesbî, ta’şîr ve nazire yazılan başka bir şiir yoktur.   

Özetle ifade etmek gerekirse, akıllı ve akılsız zararlı canlılardan; öldürücü ve bulaşıcı mikroplardan; zehir vb. zararlardan; cin ve şeytan tasallutundan; yangın, deprem, sel baskını, yıldırım düşmesi gibi insan gücüyle önlenemeyen felaketlerden Allah’a sığınmak amacıyla, Kur’ân-ı Kerîm’de muavvizeteyn (sığınma duaları) olarak adlandırılan Felak ve Nâs gibi Surelerin yanında naat, kaside ve bürde gibi duaların okunması, temeli dine dayanan ve öteden beri uygulanagelen yerleşik adet halini almıştır. 

Ayrıca, büyücülerin ipliklere üfleyerek bağladığı düğümlerle verebileceği kötülüklerden korunmak amacıyla Allah (c.c.)’a yapılan bu ve benzeri  dua ve niyazlar, mübarek gün ve gecelerde; sünnet, düğün, bayram ve cenaze merasimlerinde geçmişten günümüze kadar okuna gelmiştir. 

Bütün bunların yanında günümüzde, Hz. Peygamber’in “Tedavi olunuz!” emrine uyarak, tıbbın gerektirdiği tedavi yöntemi uygulandıktan sonra bunların ek olarak yapılması öngörülmüştür. 

 

KAYNAKÇA  

ASYA, Arif Nihat, NaatDuvarlar ve Âminler, Ötüken Yayınları, İstanbul 1976. 

CARREL, Alexis, İnsan Bu Meçhul, Arif Polat Kitabevi, (çev. Vedat B. Nazikioğlu), İstanbul 1959. 

ÇAKIR, Kâmil, Adınla Başlar Her Şey, Gülhane Yayınları, İstanbul 2022. 

DÖNDÜREN, Hamdi, Evrensel Çağrı Kur’ân-ı Kerim, Çelik Yayınevi, İstanbul 2005. 

Ebu Dâvud, Tıbb 11, (3874). 

KARA, İsmail, İçimden Geçen Günler, Dergâh Yayınları, İstanbul 2022. 

KAYA, Mahmut, Kasîdetü’l-Bürde, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2001, 24, 568-569. 

KOÇ, Hamza, Mustafa Maksûd Resâ Efendi’nin Kasîde-i Bürde Tahmisi, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 27, İstanbul 2021, 489-546. 

MAHMUD       Nairouza-Bozkuş       İsmail-Öncü       Mustafa,       Sahabe-i       Kirâm’ın 

Peygamberimiz’e Methiyeleri, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslâm Bilimleri Bölümü, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı. 

OKUTAN, A. Şakir, İmparatorluğun Son Devirlerinde İlme Adanmış Bir HayatGaniömerzâde Mahmut Sabri Efendi’ninBasılma aşamasındaki çalışması, 2023. 

 TDV. İslam Ansiklopedisi, Rukye Maddesi, Cilt 35, S. 221.


🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻🤲🏻


• Rukye 

Rukye esasen bir tedavi yöntemidir. Farsça Efsun kelimesiyle hemen hemen aynı işlevi görür. Doğal hayatın bir tezahürü olarak karşımıza çıkan rukye. Kısıtlı tedavi yöntemlerinin sayısız bela ve musibetlere karşı verdiği amansız mücadelede bir hamledir. İnsanların rukye ile tedavi olmalarını hiç garipsememek gerekir. Eskilerin dediği gibi “Koyunun olmadığı yerde keçi Abdurrahman Çelebi olur.” misali; doktoru, hastanesi olmayan insanlar bu tür tedavi yöntemlerini kullanıp geliştirmişlerdir.

İmkânları kısıtlı bütün toplumlarda da değişik isimlerde anılsa da rukye tipi tedavi usulleri kullanılmıştır.

İslam öncesi Arap toplumunda rukye ile tedavi oldukça yaygındı. Birçok hastalık rukye ile bertaraf edilirdi. Rukye ile uğraşmak mesleki bir bilgi gerektirirdi.

Hadis-i Şeriflerde rukye ile tedaviden ve rukyenin hükmünden bahsedilir. Bu hadislerde, bazen rukyenin tedavi amaçlı olarak kullanılmasına binaen serbest bırakıldığı bazen de şirke düşürür tehlikesine karşılık yasaklandığı görülür. Örneğin: Avf bin Malik el-Eşcai’den rivayet edilen bir hadiste el-Eşcai şöyle demiştir.” Biz cahiliyede rukye yapardık. Daha sonra biz: Ya Resulullah bunun hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sorduk. Resulullah(s.a.v); Rukyenizi bana gösteriniz. Şirk olmadığı sürece rukyelerde beis yoktur. buyurdu.23 ”

❗️Kur’an-Kerim de bize rukyenin varlığını haber verir. Ancak Kur’an rukye okuyan kimselere meydan okuyarak rukyenin, ila nihaye bir tedavi usulü olmadığını, tedavide asıl olanın Allah’ın izni ve kudreti olduğunu bildirir.

“(ve) etrafında bulunan ilgili kimseler tarafından (denilmiş olur ki: Tedavi edebilecek kim var?) onu da ölümden kurtarabilecek mütehassıs bir doktor mevcut mudur?”24

Ayet-i Kerimede geçen “Rak” kelimesi rukyede dua ve efsunda bulunan, sözle ve ya fiille şifaya vesile olan doktor demektir. İrvasa yapan, naçarlık hallerinde son bir tedbir olmak üzere müracaat edilen okuyucu, bir nefes edici veya kavli, fiili bir irvasacı demektir ki: ölüm halinde çağrılan cismani veya ruhani tabipten, hekimden, okuyucudan eman olabilirse de daha ziyade ruhani olan okuyucu da zahirdir. İnanan da inanmayan da son bir teselli olmak üzere ona müracaat eder. Ancak Allahu Teala ölüm vaki olacağı zaman hiçbir tedavi yönteminin kar etmeyeceğini rukyenin de bu husus da çaresiz kalacağını bildirmektedir. Hz Peygamber(s.a.v)’ den rukye ile ilgili rivayet edilen hadis-i şeriflerin genel itibariyle korunma ve tedavi amaçlı olduğunu söylemiştik.

• Çeşitli Ağrılara ve Sancılara Karşı Yapılan Rukye

Hz.Aişe(r.a)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz.Peygamber(s.a.v)’in

kendisine gelen hastalar için şifa niyetine şu duayı okuduğu nakledilir.

”Ey insanların Rabbi, Acıyı gider, şifa ver, sen Şafi’sin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Senden hiçbir hastalığı hariç tutmayan(hepsini tedavi eden) şifa istiyoruz.28”

• Hz.Cebrail(a.s)’in Peygamber Efendimiz(s.a.v)’i Rukye İle Tedavi Etmesi

Ebu Said el-Hudri(r.a)’den rivayet edilen hadis-i şerifte Ebu Said el-Hudri(r.a) şöyle demektedir.

“Resulullah(s.a.v) hastalandığı bir sırada Cibril(a.s) gelip-‘Ey Muhammed hasta mısın? diye sordu. Peygamber Efendimiz(s.a.v): ‘Evet’ cevabını verince Cibril(a.s) Peygamber Efendimiz(s.a.v)’e şu duayı okudu.’ Seni Allah’ın adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasetçi gözlere karşı okuyorum. Allah sana şifa versin, ben Allah’ın adıyla sana dua ediyorum

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️