5. İnsanın Değişimi: 15. Yüzyılda Floransa
“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.”
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde-1, 10 Aralık 1948
Uygar mısınız, barbar mı?
Yazı dizimizin Giotto’yu anlattığımız bölümünde, Rönesans düşüncesinin nasıl yavaş yavaş oluştuğundan söz etmiştik. Bir önceki bölümde Jan van Eyck’le ara verdiğimiz Rönesans’ın gelişimine kaldığımız yerden devam edelim.
Orta Çağ’ın sonlarında, 15. yüzyılda, İtalyanlar giderek artan şekilde geçmişi, Antik Roma’nın şanlı günlerini özlüyorlardı. Onlara göre “uygar” Roma, “barbar” Cermen kavimlerinin baskısıyla yok edilmişti.
Bu bakış açısının iki sonucu oldu.
Birincisi, bundan sonra yapılması gereken şeyin Roma uygarlığının yeniden diriltilmesi olduğuna dair görüşün yaygınlaşmasıydı. Nitekim bu “diriltme”, sonraki yüzyıllarda da pek çok İtalyan’ın zihninde yaşamaya devam etmiştir. Örneğin 20. yüzyılda Mussolini aynı hayalin peşinden koşmuş ve elbette, tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş imparatorlukları yeniden canlandırmaya çalışan diğer politikacılar gibi, ülkesini hüsrana sürüklemiştir.
İkincisi ise, Antik Roma ile 15. yüzyıl İtalya’sı arasındaki uzun yılların, barbarlıkla dolu bir duraklama dönemi olarak görülmesiydi. Bu yüzden Roma’nın yıkılışının sorumlusu olarak görülen ve barbarlığın vücut bulmuş hali oldukları düşünülen Alman kavmi Gotlar’ın ismi, Rönesans öncesi sanat tarzını tanımlamakta kullanıldı. “Gotik” terimi ilk kez Rönesans’ın ünlü ressamı Rafael’in Papa X. Leo’ya yazdığı mektupta yer almış, akabinde bu terim, daha önceki yazılarımızda kendisine ve kitabına değindiğimiz Giorgio Vasari tarafından “canavar ve barbar düzensizliğin” eş anlamlısı olarak popüler hale getirilmiştir.
Gerçi Alman kavmi Gotlar ile Gotik Sanat olarak tanımladığımız tarzın hakim olduğu dönem arasında yüzyıllar vardı ama İtalyanlar için bu gerçek pek de önemli değildi.
Zaten bir konuda günah keçisi arayanları, karşılarına çıkan gerçeklerin durdurduğu pek vaki değildir.
Nitekim, Aydınlanma Çağı’nda da Roma İmparatorluğu’nun idealize edilmesi devam etmiştir. Roma’nın yıkılmasında rol oynayan Alman kavimlerinden biri olan Vandallar’ın ismi, 18. yüzyılda bir başka olumsuz kavramı adlandırmakta kullanılmış ve bu kavram günümüze kadar ulaşmıştır: Vandalizm.
Dünya dönüyor, sen ne dersen de
Orta Çağ boyunca sorgusuz sualsiz kabul edilmiş, hatta üzerlerinde akıl yürütülmesi günah olarak görülmüş inançlar/düşünceler sorgulandıkça, yeni fikirler ortaya çıkıyordu.
⚠️Örneğin 1401’de doğan Alman felsefeci, ilahiyatçı ve astronom Nicolaus Cusanus, Orta Çağ’daki hakim görüşün aksine, dünyanın evrenin merkezi olmadığını, diğerleri gibi bir gök cismi olduğunu iddia ediyordu.‼️
Bunun da çok basit bir gerekçesi vardı: Evrenin bir merkezi olabilmesi için, evrenin sınırlarının belli olması, yani evrenin dışında da bir yer olması gerekir. Eğer evrenin dışında bir yer olmadığını, evrenin her yeri kapsadığını düşünüyorsak, o zaman evrendeki ya her nokta merkezdir, ya da hiçbir nokta merkez değildir.
Kendisinden 72 sene sonra doğan Nikolaus Kopernikus ise gelmiş geçmiş en büyük bilim insanlarından biriydi. “Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine” adlı kitabında, güneşin dünyanın çevresinde değil, dünyanın güneşin çevresinde, hem de kendi çevresinde döndüğünü belirtmişti.
Nikolaus Kopernikus
Kendini bulmak için önce kaybeden insan
İşin ironik kısmı şudur…
Orta Çağ boyunca güneşin ve diğer tüm yıldızların dünyanın çevresinde döndüğü, dünyanın evrenin merkezi, insanın ise dünyanın efendisi olduğu düşünülmüş, tüm hayvanların Tanrı tarafından insanın kullanımına amade kılındıkları kabul edilmişti. Bu inanç kapsamında, Tanrı her şeyin tek sahibiydi. İnsan kul olmaktan öteye geçemiyordu.
Rönesans’la birlikte dünya, evrendeki merkez olma konumunu yitirdi, güneşin çevresinde dönen gezegenlerden biri haline geldi. İlerleyen yüzyıllarda güneşin alelade bir yıldız, hatta Samanyolu’nun da evrendeki sayısız galaksilerden biri olduğu ortaya çıkacaktı.
Benzer şekilde, insan da yeryüzündeki hakim konumunu kaybedecek, insanın aslında evrim sonucunda ortaya çıkmış, diğer hayvanlar gibi bir hayvan olduğu görülecekti.
Bununla birlikte, önce dünyanın, sonra insanın, görünürdeki bu değer kaybı, aslında insanların avantajına oldu.
⚠️Cahilce bir üstünlük duygusu, yerini bilimin ışığında, bilinçli bir alçakgönüllülüğe bıraktı.‼️
İnsan kendisinin ne olmadığını anladıkça, ne olduğunu da kavradı ve gün geldi, okumuş, aydın kimseler, daha önce hiçbir toplumun hiçbir döneminde görülmemiş bir belge meydana getirdiler.
1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nden:
“Biz şu gerçeklerin açık olduğu görüşündeyiz: bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir, bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır, bu hakları korumak için insanlar arasında meşru, iktidar hak ve yetkilerini yönetilenin rızasından alan hükümetler kurulmuştur.”
20. yüzyıla gelindiğinde ise, yazı dizimizin bu bölümünün girişine aldığımız İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde-1’de görüldüğü üzere, modern insan kendisini ortaya koyarken Tanrı’ya da doğrudan atıfta bulunmayacaktır.
Orta Çağ’da yaşamış biri bu maddeyi görse çok şaşırırdı: “Bütün insanların eşit olması da ne demek? Bir soylu ile bir köylü aynı haklara nasıl sahip olabilir?”
Bugün hayatta olan bizlerin, Orta Çağ’daki atalarımıza üstünlüğümüz bu… Onların hayal bile edemeyecekleri siyasi ve hukuki bir toplumsal yapı içinde yaşıyoruz. En azından kağıt üzerinde ve dünyanın bazı yerlerinde…
İşte bunu Rönesans’la kendini gösteren ilerlemeye borçluyuz…
Elbette yukarıya aldığımız İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde-1’de belirtilen bakış açısının tüm insanlar tarafından paylaşılmadığını söylemeye gerek yok. 21. yüzyılda da birey yerine kul olmayı, düşünce şekli itibarıyla Orta Çağ’da yaşamayı tercih eden, çocukluğundan beri dayatılan inanç ve görüşleri hiç sorgulamadan yaşamını sürdüren milyarlarca insan var.
Rönesans bu insanları ıskaladı ya da bu insanlar Rönesans’ı ıskaladılar.
Çünkü, Atatürk’ün özlediği “fikri hür, irfanı hür” insan olmak, biyolojik ve psikolojik açıdan bunun mümkün olup olmadığı sorununu bir kenara bıraksak bile, geçmişte olduğu gibi bugün de hiç kolay değil…
Uyku mu perspektif mi?
Günümüzdeki “insan” fikrine giden yolu açan Rönesans’ta, bu fikrin tomurcuklanmasının sanat üzerindeki etkisi de görüldü. Resimlerin giderek daha gerçekçi, insanların daha doğal çizilebilmeleri için, Orta Çağ’da ihtiyaç duyulmayan bazı teknik yenilikler gerekiyordu.
Bunların en önemlilerinden biri perspektifti.
Aslında antik dönemde bile perspektif bir ölçüde biliniyor, izleyiciye yakın figürler büyük, uzak figürler ise daha küçük çiziliyorlardı. Ancak 15. yüzyıl Floransa’sında böyle sezgisel bir perspektif yeterli görülmüyor, ressamlar ve mimarlar doğru bir perspektifin nasıl olması gerektiği üzerinde kafa patlatıyorlardı.
Bu ressamlardan biri de Paolo Uccello’ydu.
Kuşları çok sevdiği için Paolo Uccello (Kuşların Paolo’su) olarak anılan ressamla ilgili olarak, ilk sanat tarihçisi Vasari hoş, yani Paolo için olmasa da okuyucular için hoş, bir anekdot anlatır.
Paolo, İsa’nın havarilerinden Şüpheci Thomas’ı konu aldığı bir yapıt üzerinde çalışırken, bütün yeteneğini göstererek izleyicileri şaşırtmak istediği resmini, tahta bir perdenin arkasında herkesten saklıyormuş. Bir gün heykeltıraş Donatello, eserini neden sakladığını sorduğunda Paolo arkadaşına kendinden emin bir şekilde “Bekle ve gör.” demiş. Resim bitince Paolo, Donatello’ya resmi nasıl bulduğunu sormuş. Donatello da gayet açık konuşmuş:
“Ah Paolo, esas şimdi onun üzerini örtmen gerekirken sen kalkmış, dünyaya gösteriyorsun.”
Paolo’nun en ünlü yapıtı, Floransa ile Siena kentleri arasındaki muharebeyi anlatan “San Romano Muharebesi” isimli üçlü resim serisidir. Günümüzde bu resimlerin biri Londra National Gallery’de, diğeri Floransa’da Uffizi Galerisi’nde, sonuncusu ise Paris’te Louvre Müzesi’ndedir.
Niccolo Mauruzi da Tolentino San Romano Muharebesi’nde, 1438-1440, Paolo Uccello, National Gallery, Londra
Resme baktığımızda, şövalyelerin, atların hatta mızrakların bile çocukça çizildiğini görüyoruz. Bunun nedeni, ressamın bu saydığımız öğelerle değil, yalnızca tek bir konuyla ilgilenmesi: perspektif.
Beyaz atın sol altında, yerde yüzükoyun yatan şövalyenin perspektif kısaltımla verilmiş olması hemen göze çarpıyor. Sanki bütün resim bu figürü çizmek amacıyla yapılmış gibi…
Gerçi ressam istediği amaca ulaşamamış, yerdeki figür diğer figürlerden daha küçük görünüyor. Ama en azından Paolo araştırıyor, doğru yanıtı bulmaya çalışıyor. Perspektife o kadar düşkün ki, yerdeki kırık mızrak parçalarının uçları aynı noktayı gösteriyorlar: Birazdan değineceğimiz “kaçış noktası”nı…
Yine Vasari’ye bakacak olursak, Paolo sabahtan akşama perspektifin ilkelerini anlamak için uğraşırmış. Hatta geceleyin, karısı artık yatağa gelmesini söylediğinde bile Paolo “Şu perspektif ne güzel şey!” dermiş.
Böylece, perspektif üzerinde çalışan ama onu yapıtlarına yansıtmayı tam olarak başaramayan Paolo’yu gördük.
Şimdi de bunu başaranı görelim…
Dik duran yumurta
15. yüzyılın ilk çeyreğinde, Floransa Katedrali’nin yapımına başlanan 1296 yılından bu yana bir asırdan fazla zaman geçmiş, sıra katedralin kubbesini oturtmaya gelmişti.
Ancak bu kubbe çok büyük olacağı için, nasıl yapılması gerektiği konusunda fikir birliği yoktu. Floransalıların yanı sıra, İtalya’nın çeşitli şehirlerinden hatta yabancı ülkelerden gelen pek çok mimar toplanmış, inşaata ilişkin farklı önerilerde bulunuyorlardı. Bunlardan biri de Floransalı Filippo Brunelleschi idi.
Brunelleschi kendi planının bir bölümünü mimarlık loncası üyelerine, şehrin önde gelen şahsiyetlerine gösterse de, projenin kendisine verilmesi yönünde aradığı desteği bir türlü elde edemiyordu.
En sonunda bir toplantı daha yapılmasına karar verildi, burada mimarlar tezlerini savundular. Vasari’den öğrendiğimize göre Brunelleschi’den de planını, diğer mimarların yaptığı üzere, ayrıntılı şekilde ortaya koyması istendiğinde, ünlü “yumurta öyküsü” ortaya çıktı.
Buna göre, Brunelleschi toplantıda mimarlardan bir yumurtayı mermer bir zeminde dik biçimde durdurmalarını, hangisi bu işi başarırsa kubbenin yapılması görevinin o kişiye verilmesini önermiş. Bunun üzerine bir yumurta getirilmiş, peş peşe mimarlar bu yumurtayı dik durdurmaya çalışmış ama başaramamışlar. Bu işin olanaksız olduğunu iddia ettiklerinde, Brunelleschi yumurtayı mermere hafifçe vurarak kabuğunu kırmış ve yumurtanın ayakta durmasını sağlamış. Diğer mimarlar bunun çok basit bir çözüm olduğunu, kendilerinin de bunu yapabileceklerini öne sürdüklerinde Brunelleschi, planlarını onlara göstermesi halinde kubbenin nasıl inşa edileceğini de bileceklerini söylemiş ve nihayet görevi almış.
Bu öyküyü ilk kez 12 yaşında, İstanbul Erkek Lisesi’nin hazırlık sınıfında Almanca öğrenirken okumuştum. O öyküde bahsi geçen kişi Brunelleschi değil Kristof Kolomb’du. Amerika’yı keşfedip İspanya’ya döndükten sonra bir davete katılan Kolomb’a İspanyol soylulardan biri, Kolomb keşfetmeseydi o toprakları başkasının keşfedeceğini söyleyince, yukarıdaki yumurta öyküsü yaşanıyor ve Kolomb’un şu sözleriyle sona eriyordu:
“Evet hepiniz yapabilirdiniz ama ben yaptım.”
Çok etkilendiğim bu öykü ile yıllar sonra, bu kez kahramanı Kolomb değil Brunelleschi olmuş haliyle karşılaştığımda, hangisinin doğru olduğunu merak etmiştim.
Aslında Vasari’nin anlattığı Brunelleschi versiyonu, Kolomb’unkinden 15 yıl önce yayınlanmış. Ama Kolomb’un hikayesi zamanla daha bilindik hale gelmiş. Nitekim günümüzde çeşitli Avrupa dillerinde “Kolomb’un yumurtası” deyimi, zor görünen ancak çözümü bulunduktan sonra aslında ne kadar kolay olduğu ortaya çıkan sorunların tanımlanmasında kullanılır ve Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanından Hitler’in “Kavgam” kitabına kadar pek çok yapıtta okuyucunun karşısına çıkar.
Tekrar 15. yüzyıl Floransa’sından devam edelim.
Çizgisel perspektifin bulunuşu
Floransa Katedrali’nin kubbesini inşa etme görevini aldıktan sonra Brunelleschi gerçekten muazzam bir eser yaratmayı başardı. 1436’da bitirilen kubbe, halen dünyanın en büyük tuğla kubbesi unvanını taşımaktadır.
Floransa Katedrali kubbesi
Floransa Katedrali’nin yanındaki, Luigi Pampaloni’nin 19. yüzyıldan kalma Brunelleschi heykeli, katedralin kubbesini seyretmeye devam eder.
Bununla birlikte Brunelleschi’nin tek başarısı, katedralin tepesine böyle görkemli bir kubbe oturtmak değildir. Kendisinin, yazı dizimizin konusu açısından, sanat tarihine daha da önemli bir katkısı vardır.
Brunelleschi, sistematik biçimde nesneleri, mimari yapıları ve doğa şekillerini inceleyerek, matematiksel ilkelere uygun perspektifin nasıl çizilmesi gerektiğini bulan kişidir. “Çizgisel perspektif” denen bu teknikle, resimdeki figürlerin geriye gittikçe yalnızca küçülecekleri değil, hangi oranlardaküçülecekleri de ortaya konulmuş oldu.
Çizgisel perspektif, resimde tam anlamıyla devrim yarattı. Çünkü bu yeni teknikle çizilen resimlerde, birbirine paralel çizgiler, ufuk çizgisinde “kaçış noktası” denilen noktada birleşiyorlar, bu şekilde sağlanan derinlik duygusu ile, eski resimlere kıyasla çok daha gerçekçi yapıtlar yaratılabiliyordu.
Kaçış noktasına klasik bir örnek, ufukta birleşen tren rayları.
Ve bu tekniğin sanatta uygulanması, Atina Okulu, 1509-1511, Rafael, Vatikan

Elbette kaçış noktasının her zaman resmin ortasında olması gerekli değildir, resmin dışında da olabilir.
Aziz Stefan’ın Tartışması, 1514, Carpaccio, Brera Müzesi, Milano.

Çizgisel perspektifin resimdeki ilk kullanımlarından birini Masaccio başarmıştı. Şimdi kendisinden söz edelim.
Cennetten kovulmanın acısı
İtalyan sanat tarihçisi Lionello Venturi “Resme nasıl bakılır? Giotto’dan Chagall’a Resim ve Ressamlar” kitabında, “Modern sanatın büyük habercisi Giotto ise, kurucusu Masaccio’dur” der.
1401 yılında doğan Masaccio 1428’de, daha 27 yaşını doldurmadan hayata veda ettiği için, geride pek fazla eser bırakmamış olsa da, kendisi 1420’lerde Erken İtalyan Rönesansı’nı başlatan deha kabul edilir.
Vasari, Masaccio’dan malda mülkte gözü olmayan, kıyafetlerine dikkat etmeyen, alacağını tahsil etmekle ilgilenmeyen, herkese yardım etmek isteyen biri olarak söz eder. Bu yüzden gerçek adı olan Tommaso yerine ona “Masaccio” (Şapşal Tommaso) denildiğini belirtir.
Ona “şapşal” diyenlerin adlarını bilmememize karşın, kendisinin adı ölümünden 600 yıl sonra bile gök kubbede yankılanmaya devam eden Masaccio’nun göz atacağımız iki freskinden ilki “Adem ile Havva’nın Cennetten Kovulması”.
Adem ile Havva’nın Cennetten Kovulması, yaklaşık 1425, Masaccio, Brancacci Şapeli, Santa Maria del Carmine Kilisesi, Floransa

Kutsal kitaplardaki öyküye göre, Tanrı’nın yasakladığı Bilgi Ağacı’nın meyvesini yiyen Adem ve Havva cennetten kovulur.
“Derken Şeytan onların ayaklarını kaydırarak içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı. Biz de: “Haydi, dedik, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin! Siz orada belirli bir süre ikamet edip yararlanacaksız” ~ Bakara,36
⏬️İkbal’in Düşüş Efsanesi Yorumu: Bir Eleştiri.⏬️

(Muhammed İkbal, Âdem’in düşüşünün özgür iradenin kullanımını temsil ettiğine (ihlal değil) ve bu nedenle öz-bilincin doğuşunu temsil ettiğine inanır.)
Resimde Adem ve Havva cennetin kapısından çıkmışlar, tepedeki melek elinde kılıçla onları kovalıyor. Kapının darlığı, Adem ve Havva için artık geriye dönüş olmadığına işaret ediyor. Meleğin kaba kuvvete dayanan gücü, sağ elindeki kılıçla, Adem ve Havva’nın boyun eğmesi gereken otoritesi ise sol kolunun hareketinde ve sol elinin işaretinde görülüyor.
Melek, Adem ile Havva’nın Cennetten Kovulması’ndan detay

Bununla birlikte resimdeki bütün vurgu Adem ve Havva üzerinde yoğunlaşmış, cennetin kapısı, havadaki melek ve arkadaki belli belirsiz tepe, bu iki figürün yanında önemsiz kalmışlardır.
Giotto’nun çizimlerindeki alçakgönüllü, küçük insan figürleri burada büyümüş, devasa boyutlara ulaşmışlar. Hümanizmin resimdeki ilk yansımalarından birini gördüğümüz bu eserde, insanın kul değil, başlı başına değer verilmesi gereken, güçlü, yaratıcı bir varlık, bir kahraman olduğuna dair o dönemin Floransa’sında giderek yayılan görüş kendini gösteriyor.
“he Wedding at Cana" insan yüzlerine ifade katılan bir eserdir. ~ Giotto di Bondone
Bu sayede figürlerin gerçekçi gözükmeleriyle yetinilmemiş, aynı zamanda hacim, ağırlık kazanmaları için de çaba sarf edilmiş. Işık sağdan geldiğinden, Adem ve Havva’nın bedenlerinin ön tarafları aydınlık, arka tarafları karanlıktır. Aydınlığın bitip gölgenin başladığı hat, üç boyut etkisi yaratmakta, figürler sanki gerçekten önümüzde durmaktadırlar. Ayrıca, yazı dizimizin daha önceki bölümlerinde gördüğümüz resimlerde/fresklerde olduğu gibi, figürler parmak uçlarında, havada süzülürcesine gezinmiyor, tam tersine kasları ve sağlam adımlarıyla kanlı canlı birer insan oldukları vurgulanıyor. Diğer yandan, vücudun uzuvlarının birbirlerine oranları henüz bilinmediği için, örneğin Adem’in kolları belden üstüne, belden üstü ise bacaklarına göre daha kısa çizilmiş. Dolayısıyla kollar, bacaklara göre epey kısa kalmış. Yine de ilk bakışta izleyiciyi rahatsız edecek kadar değil…
Adem ve Havva’nın bedenlerine üç boyutluluk kazandırılmasından daha fazla dikkat çeken şey ise, bu iki figürün ruhlarındaki acının dışavurumu… Adem yaptığı hatanın geri döndürülemez doğasının bilinciyle, başını pişmanlıkla öne eğmiş, elleriyle yüzünü kapatmış. Ağzının kenarının biçimi ağladığını gösteriyor. Havva ise çıplaklığından utanır bir halde elleriyle vücudunu örtmeye çabalıyor. Yüz ifadesi ve haykıran ağzı, çektiği acının boyutunu duyumsamamıza yardımcı oluyor.
Adem ile Havva, Adem ile Havva’nın Cennetten Kovulması’ndan detay

Bu eser sonraki kuşakları çok etkilemiş, hatta dünyanın en ünlü yapıtlarından bazılarına doğrudan ilham vermiştir. Örneğin Michelangelo’nun Sistine Şapeli’nin tavanına çizdiği “Cennetten Kovuluş” freskinde bu etkiyi yakından görmek mümkündür.
Cennetten Kovuluş, 1509-1510, Michelangelo, Sistine Şapeli, Vatikan

Fresk mi delik mi?
Masaccio’nun başyapıtı ve çizgisel perspektifin ilk kullanımlarından biri ise “Kutsal Üçleme” freskidir.
Kutsal Üçleme, 1426-1428, Masaccio, Santa Maria Novella, Floransa

Resimde kutsal üçlüyü, yani Baba Tanrı, beyaz güvercin halindeki Kutsal Ruh ve Oğul İsa’yı görüyoruz. İsa’nın altındaki sırada Bakire Meryem ve Aziz John (Yuhanna İncili’nin yazarı Aziz Yahya), onların alt sırasında ise freski sipariş eden iki kişi yer alıyor.
İsa Golgota Tepesi’nde çarmıha gerilmiştir. Freskte Golgota Tepesi’ni, üzerinde haçın yükseldiği küçük tepe olarak görebiliyoruz. En altta, iskeletin yattığı mezarda ise, “Her fani bir gün ölümü tadacaktır,” anlamında kullanılan meşhur bir söz var: “Siz bugün neyseniz ben de bir zamanlar öyleydim, ben şimdi neysem siz de bir gün öyle olacaksınız.”
Mezar yazısı, Kutsal Üçleme’den detay

15. yüzyılda Avrupa’nın diğer yerlerinde olduğu gibi Floransa’da da Gotik Sanat popülerdi. Ancak Masaccio’nun freskinde bambaşka bir tarz kullanılmış. Gotik üslubun son döneminde, ki bu dönemin üslubuna “Uluslararası Gotik” denir, karşımıza çıkan narin, zarif figürler, süslemeler, vb. yerine heykel gibi ağır, hacimli figürler çizilmiş. Freskteki tek hareket, Bakire Meryem’in sağ eliyle oğlunu göstermesi…
Bakire Meryem, Kutsal Üçleme’den detay

Kutsal Üçleme, bir Roma takını anımsatan mimari bir yapının içinde çizilerek “zamanın ruhu” yakalanmış. Ressamın döneminde Antik Roma’ya duyulan hayranlığa yapıtta rastlıyoruz. Yine benzer şekilde, Brunelleschi tarafından keşfedilen çizgisel perspektifin ilkeleri kusursuz uygulanmış. Kaçış noktası, ortalama boydaki bir izleyicinin göz hizasında oluşturuluyor ve müthiş bir derinlik hissi yaratılıyor. Resmi sipariş eden iki kişi de, yazı dizimizin ikinci bölümünde gördüğümüz Korint üslubundaki sütunların önünde, izleyicinin arasında gibi görünüyorlar.
Kutsal Üçleme’deki kaçış noktası

Bu fresk halka açıldığında onu görenler, 21. yüzyıl insanının sanal gerçeklik karşısında duyduğu şaşkınlıktan daha büyüğünü yaşadılar. Çünkü biz yıllarca bilimkurgu kitaplarıyla, filmleriyle, görselliğin farklılaşmasına alıştırıldık. Nihayet bir zamanların bilimkurgusu, bilim sayesinde bugün kurgu olmaktan çıkınca, bu gelişme bizi hazırlıksız yakalamadı.
Ama Orta Çağ’da durum farklıydı. O dönemin insanları daha önce böyle bir yapıtın benzerini hiç görmemişlerdi. Bu yüzden karşılarındakinin yalnızca bir fresk mi yoksa gerçekten kilisenin duvarında açılmış bir oyuk mu olduğu konusunda şüpheye düşmelerini yadırgamamak gerek.
Masaccio’nun freski, Santa Maria Novella Kilisesi’nin değil ama Orta Çağ’ın katı, kalıplaşmış dünyasının duvarında bir delik açmıştı. Bu delikten yeni, rengarenk bir dünyanın ışıkları içeri sızıyordu.
Tüm yeniliklerde olduğu gibi, bu yeni dünyaya kesin adım atmak için gereken cesaret herkeste bulunmuyordu.
Hatta günümüzde taklitleri pek çok yerde karşımıza çıkan bazı yapıtların sahibi, tarihin en yetenekli sanatçılarından biri bile, eski ve yeni dünya arasında kararsızlık içinde mekik dokuyacaktı.
Yazı dizimizin takip eden bölümünde bu sanatçı ile karşılaşacağız.
Ancak bu bölümü bitirmeden önce tanıtacağımız bir aile var. Çünkü hem 15. yüzyıl Floransa’sı onlarsız olmaz, hem de kendileri ile yazı dizimizin sonraki bölümlerinde sık sık karşılaşacağız.
Taçsız kral
13. yüzyılın büyük bölümünde İtalya’da bankacılığın merkezi Siena şehriydi.
Siena

1298’de Avrupa bankacılık sisteminin önde gelen ailelerinden Sienalı Bonsignori’lerin iflas etmesi üzerine, Siena bankacılık alanındaki üstünlüğünü Floransa’ya kaptırdı.
14. yüzyılın sonlarına kadar Floransa bankacılığının önde gelen ailesi Albizzi’ler oldu. Ancak 1397’de kendi bankalarını kurarak Albizzilerin gücüne meydan okuyan yeni bir aile ortaya çıktı: Mediciler.
Medicilerin ekonomik gücü hızla yükseldi, Medici Bankası Avrupa’nın en büyük bankası haline geldi. Buna paralel olarak ailenin politik gücü de arttı.
Sonradan papa olacak Siena Piskoposu Piccolomini, ailenin lideri Cosimo de’ Medici’den şöyle söz ediyordu:
“Politik sorunlar Cosimo’nun evinde çözüme kavuşur. Barışa ve savaşa o karar verir. O bir kraldır, yalnızca adı konmamıştır.”
Cosimo de’ Medici (1389-1464)

Albizziler bir süre Medicilere direnebildi, hatta 1433’te Cosimo’yu sürgüne göndermeyi başardılar. Ancak ertesi yıl, şehirdeki nüfuzlu dostları sayesinde Cosimo Floransa’ya geri döndü. Hem de çok daha güçlü bir şekilde…
Bundan sonra üç asır boyunca, arada kesintiler yaşansa da, Floransa’nın hakimi Mediciler olacaktı.
Mediciler gerek evlilik gerek ortaklık yoluyla Avrupa’daki diğer soylu ailelerle birleşerek konumlarını iyice sağlamlaştırdılar. Böylece Floransalı yerel bir güç odağı olmaktan çıkıp Avrupa aristokrasisinin merkezine yerleştiler. Yükselmek isteyen aileler, soylu ailelerle Mediciler aracılığıyla iletişime geçebiliyorlardı.
Cosimo’dan sonra oğlu Piero ailenin başına geçti ama ölene kadar yalnızca beş yıl bu mevkide kalabildi.
Onun oğlu Lorenzo ise tarihe “Muhteşem Lorenzo” ismiyle geçecekti.
Lorenzo de’ Medici (1449-1492)

Lorenzo şehir yönetiminde yetenekli olsa da, ailenin gelir kaynağı bankacılık işlerini ihmal etti. Yine de, ailenin devamlılığını sağlayabilmek için oğullarını doğru konumlara yerleştirmeyi becerdi, kızlarını ise çıkar evliliklerine yönlendirdi.
Böylece aile, ilerleyen dönemlerde 4 papa, 2 Fransa Kraliçesi çıkarttı.
Fatih’in madalyonu
1478 yılında Pazzi ve Salviati aileleri birleşerek, Lorenzo ve kardeşi Giuliano’ya Floransa Katedrali’nde Paskalya Ayini sırasında suikast girişiminde bulundular. 19 bıçak darbesi ve başına kılıç yarası alan Giuliano kilisede kan kaybından öldü. Lorenzo ise ciddi ama ölümcül olmayan yaralarla kurtuldu.
Suikastçıların büyük kısmı hemen yakalanıp idam edilseler de, Giuliano’nun katili Bernardo İstanbul’a kaçarak, birkaç yıl önce Floransa’nın İstanbul elçisi görevinde bulunmuş akrabasına sığındı. Ancak Lorenzo’nun ricasıyla Fatih Sultan Mehmet, suikastçıyı Floransa’ya gönderdi. Bernardo prangalı bir halde Floransa’ya vardığında üzerinde hala Türk kıyafetleri vardı.
Suikastçı Bernardo Bandini dei Baroncelli’nin idamı, 1479, Leonardo da Vinci

Lorenzo, Fatih Sultan Mehmet’e teşekkür için bir madalyon gönderdi.
Fatih Sultan Mehmet Madalyonu, 1480-1481, Bertoldo di Giovanni, National Gallery of Art, Washington

Madalyonun ön yüzünde, Fatih Sultan Mehmet’in portresini de yapmış olan ressam Gentile Bellini’nin yine Fatih’i konu ettiği bir madalyonundaki yüz baz alınmıştır. Portrenin çevresinde şu ifade yazılıdır: “Asya, Trabzon ve Büyük Yunanistan İmparatoru Mehmet”.
Madalyonun arkasında ise Sultan Mehmet, iki at tarafından çekilen bir arabaya binmiştir. Sağ elindeki iple bağlanmış üç çıplak kadın esir, Yunanistan, Trabzon ve Asya’yı simgeler. Alt tarafta solda Denizler Tanrısı Poseidon, sağ tarafta Tarım ve Bereket Tanrıçası Demeter figürleri yer almaktadır.
Bundan daha ilginci ise, savaş arabasının yan tarafında görülen Napoli Krallığı’nın armasıdır. Bu arma Fatih Sultan Mehmet’in bir sonraki hedefine atıfta bulunmakta, Floransa ve Napoli arasındaki gerginlik düşünüldüğünde, Lorenzo Fatih’e desteğini bu şekilde ilan etmektedir.
Nitekim 1480’de, Gedik Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Napoli Krallığı’na ait Otranto şehrini ele geçireceklerdir.
Sanatın ve sanatçının dostu
Medici ailesi, yazı dizimizin bundan sonraki bölümlerinde değineceğimiz Erken ve Yüksek Rönesans dönemlerinde sanatçılara kol kanat gerdi. Elbette bunu sanat yapıtlarına olan düşkünlükleri kadar, ya da bundan daha fazla, sanatı toplumdaki konumlarını güçlendirmenin bir aracı olarak gördükleri için yaptılar.
Her halükarda, Leonardo Da Vinci ve Rafael’in bazı ünlü resimlerini, Michelangelo’nun Sistine Şapeli’ndeki “Son Yargılama” freskini sipariş edenler bu ailenin üyeleriydi.
Mediciler sadece sanatçıları desteklemekle kalmadı. Çeşitli bilim insanları da bu ailenin koruması altında yaşadı. Bunlardan biri olan Galileo Galilei Medicilerin çocuklarına ders verdi.
Galileo Galilei

Medici’lerden de kısaca söz ettikten sonra artık bu bölümü sonlandırabiliriz.
https://berkbirincioglu.com/5-i%CC%87nsanin-
deg%CC%86is%CC%A7imi-15-yu%CC%88zyilda-floransa/
⚠️Hierophant : Antik Yunan'da dini gizemlerle ilgilenen ya da antik dini gizemleri açıklayabilen rahip.‼️
🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰
İtalya’nın Toskana bölgesinde yer alan Floransa, aynı zamanda bu bölgenin başkentidir. İtalya’da başlayan Rönesans akımının ortaya çıktığı yer olarak, dönemden kalma birçok tarihi ve kültürel yapıya ev sahipliği yapmaktadır. Floransa şehri, Arno nehri çevresine kurulmuştur. Şehrin ortasında geçen bu nehrin çevresinde ise antik dönem başta olmak üzere Rönesans döneminden kalma birçok yapının inşa edildiği görülmektedir.
Floransa ile ilgili bilgiler ele alındığında şehrin, siyasi ve politik konumu ile oldukça önemli olduğu ifade edilmektedir. Bu noktada Palazzo Vecchio, yıllar boyunca yönetim merkezi olarak kullanılmış bir saray olarak bugün de ziyaretçileri ağırlamaktadır. Aynı zamanda Rucellai Sarayı, Palazzo Medici (Medici Sarayı) de şehrin önemli siyasi yapıları arasında yer almaktadır. Floransa, bir diğer yandan ticaret ve bankacılık açısından da dönemin önemli şehirleri arasında yer almıştır. Floransa'nın ticaret merkezi olarak kilit rol üstlenmesinin nedeni, kuzey ve güney İtalya'yı birbirine bağlayan ulaşım hatları üzerinde olmasıdır.
Rönesans dönemi İtalya’sında tüm büyük Avrupa bankacılık merkezlerinde uluslararası finansa hakim olanlar Floransalılar olmakla birlikte o dönemde bankacılığı kontrol eden ailelerin en büyük ve en etkililerinden biri tartışmasız de Medici Ailesi’dir. Medici Bankası, bugün İtalya’nın en çok ziyaret edilen turistik yapıları arasında bulunmaktadır.
Floransa'yı ziyaret etmek isteyenlere bir öneri de bu güzel Rönesans şehrine özgü mutfağın mutlaka denenmesidir. Floransa'nın geleneksel yemekleri, Cucina Povera şehrin birçok yerinde bulabileceğiniz en yaygın ve en geleneksel yemeklerdendir. Ünlü Mercato Sant’ Ambrogıo Market de şehrin en önemli gıda pazarı olarak köklü bir tarihe sahiptir. Floransa hakkında her şey şehrin tarihi, mimarisi ve kültürü ile bir bütün halindedir. Bu sebeple de bugün dünyanın birçok yerinden ziyaretçiye ev sahipliği yapmaktadır.
Floransa'nın Tarihi
Floransa, Toskana bölgesinin ve orta İtalya'nın başkenti olmakla birlikte Roma’nın kuzeybatısında yer almaktadır. Kuzey ve Güney şehirlerini birbirine bağlayan Floransa, bu sebeple siyaset ve ticaretin önemli konumda olduğu bir şehir olarak bilinmektedir. Özellikle 14. ve 16. yüzyılda Floransa; ticaret, finans, eğitim ve sanatta üstünlük elde etmiştir.
Floransa’nın tarihi MÖ 59 yılına kadar dayanmaktadır. Floransa’nın kuruluşu Jul Sezar’ın emekli askerlere verimli Arno nehrinin çevresini, yani bugünkü Floransa’ya, bir yerleşke kurmaları için emir vermesi ile gerçekleşmiştir. Florentia ismi verilen bu şehir, yüzyıllar boyunca çalkantılı bir siyasi tarihe sahip olsa da bu olaylar kentin siyasi ve ekonomik olarak gelişmesine katkıda bulunmuştur. 12. yüzyılda bağımsızlığını ilan eden şehir, 15. yüzyılda ünlü Medici ailesinin siyasi gücü eline alması ile birlikte altın çağını yaşamıştır. Zira Mediciler bankacılık ve finans alanında hem Avrupa’da hem de İtalya’da en önemli bir konumda bulunmaktadır. Her ne kadar Lorenzo Medici döneminde Floransa altın çağını yaşasa da sonrasında şehrin yönetimini ele alan Piero Medici’nin babası kadar iyi bir yönetim sergileyemediği bilinmektedir. Bu durum halkın ayaklanmasına ve Piero’nun şehirden sürülmesine yol açmıştır. MS 1537 yılına kadar yönetimde Savonarola yer almıştır. 1537 yılından sonra ise başa tekrar Medici ailesi gelmiştir. Floransa, 1865 yılında İtalya’nın başkenti olsa da sadece 6 yıl sonra İtalya’nın Roma’yı ele geçirmesi ile başkentin de Roma olmasına karar verilmiştir. Floransa, bugün hâlâ görkemini korumaktadır. Nitekim 1982 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne de girmiştir.
Şehirde yaşamış ve tarihe damgasını vuran, aynı zamanda sanat tarihi açısından en ünlü sanatçılara ev sahipliği yapmıştır. Bunlar arasında Leonardo da Vinci, Michelangelo, Dante, Machiavelli gibi isimler de vardır. Diğer kültür devleri arasında ise Galileo ve Medici ailesinin en ünlü yöneticileri yer almaktadır. Şehir bu sebeple hem sanat hem tarih hem de siyasi açıdan önemli yapıları bünyesinde barındırmaktadır.
Floransa Denildiğinde İlk Akla Gelenler
Floransa’nın en belirgin özellikleri arasında ticari ve siyasi yönetim merkezi olması sebebi ile görkemli, gösterişli saraylar, meydanlar yer almaktadır. Bu yapılar ünlü Duomo Meydanı’nda yer almaktadır. Floransa’nın yönetim merkezi olan bu meydanda sadece siyasi tarihe sahip yapılar değil, aynı zamanda tarihi dini yapılar da dikkat çekmektedir. Palazzo Medici, Medici ailesinin tüm gücünü gözler önüne seren bir görkemle bugün ziyaretçilerini ağırlamaktadır. Medici Bankası, Rucellai Sarayı ve Porta Romana da şehrin siyasi ve ticari alandaki yönünü yansıtan en önemli tarihi yapılar arasında yer almaktadır.
Floransa siyasi yapıların yanı sıra Leonardo Da Vinci ve Galileo gibi ünlü sanatçı ve bilim insanlarının yetiştiği bir şehir olmasından dolayı müzeler ve galeriler başta olmak üzere birçok kültürel yapıya da ev sahipliği yapmaktadır. Galileo Müzesi, Leonardo Da Vinci Müzesi bu ünlü kişiliklerin eserleri, dönemin yansıtan diğer birçok araç ve buluşun sergilendiği önemli duraklar arasındadır.
Floransa'ya Gideceklere Tavsiyeler
Floransa, sanatın, siyasetin ve tarihin harmanlandığı bir Rönesans şehri olarak birçok kültürel yapıya ev sahipliği yapmaktadır. Floransa’yı ilk kez ziyaret edeceklerin mutlaka uğraması gereken duraklardan biri de Duomo Meydanı’dır. Meydanda ünlü Floransa Katedrali, Aziz Giovanni Vaftizhanesi ve Giotto’nun Çan Kulesi bulunmaktadır. Bir diğer ünlü meydan olan Signoria Meydanı’nda ise dönemin siyasi gücünü elinde bulunduran en prestijli ailesi olan Medici ailesine ait Palazzo Medici de mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir.
Bir diğer öneri ise bilet almaya yöneliktir. Dünyanın en ünlü, ikonik tablo ve heykellerinin büyük bir kısmı Floransa'nın birçok galerisinde ve müzesinde sergilenmektedir. Bundan dolayı da çoğu zaman bu mekanlar kalabalık olabilmektedir. Dolayısıyla biletlerin mümkün olduğunda online olarak ve önceden alınmasında yarar bulunmaktadır.
Ziyaretçilere verilebilecek başka bir iyi tavsiye ise Floransa’nın ünlü yemeklerinden olan “bruschetta”yı ve Piazza Santo Spirito’da bulunan tarihi kafe ve restoranlardan öğle yemeği mönülerini denemeyi ihmal etmemeleridir. 1872’den bu yana sıcak çikolataları ünlü olan Caffe Rivoire’de sıcak çikolatalar yudumlarken, Floransa’nın tarihi havasını içinize çekmeyi de unutmayın.
Floransa’ya Giderken Alınması Gerekenler
Floransa’yı ziyaret edeceklerin dikkat etmesi gereken önemli bir unsur mutlaka yanınızda nakit para taşımanızdır. Zira Toskana bölgesinde ATM kullanımına yüksek komisyon alınmaktadır.
Bunun yanı sıra Floransa’da bahşiş vermek geleneksel olduğundan, restoran ve benzeri yerlerden ayrılırken nakit para iyi bir kurtarıcı olabilmektedir. Floransa, tarihinden dolayı birçok eski, kültürel ve tarihi yapıyı barındırmaktadır. Bu noktada Floransa gezilerinin ilk kez gidenler için Stendhal sendromuna neden olduğu ifade edilmektedir. Bu sendromda görkemli, kafa karıştırıcı ve çeşitli desen, renklerdeki yapılara uzun süre bakma, maruz kalma sebebi ile ortaya çıktığı iddia edilen hızlı kalp atışı, bayılma, kafa karışıklığı ve hatta halüsinasyonlar içeren psikosomatik bir durumdur. Bu sebeple mutlaka yanınızda su bulundurmanız önerilir. Ayrıca sık sık dinlenmeyi de ihmal etmeyin.
Floransa, kaldırımları ve yürüme yolları ile ünlü bir şehirdir. Bu sebeple de bebek arabası ya da özel gereksinimi olan vatandaşların tekerlekli sandalye kullanması mümkündür. Eğer ilk kez ziyaret edeceksiniz, bebek arabası gibi tekerlekli araçları rahatlıkla kullanabileceğinizi ifade etmek gerekmektedir.
Floransa Hakkında İlginç Bilgiler
Floransa hakkında bilinmeyenler şehrin çok eski bir tarihe sahip olmasının yanı sıra birçok ünlü sanatçı ve bilim insanını yetiştirmesi dolayısı ile oldukça fazladır. Örneğin Floransa, 15 Nisan 1452'de Arno Nehri'nin aşağı vadisinde dünyaya gelen Leonardo Da Vinci'nin doğum yeridir. Fakat sadece Da Vinci değil, Michelangelo, Donatello, Raphael, Dante, siyaset teorisyeni Machiavelli, astronom Galileo, şehri nesiller boyu yöneten Medici ailesi, denizci Amerigo Vespucci olmak üzere birçok ünlü Floransa'da doğmuş ve yaşamlarını burada sürdürmüştür.
Floransa'nın en bilinen yeri, kubbesi Filippo Brunelleschi tarafından yaptırılan, Duomo olarak bilinen Floransa Katedrali'dir. Kubbe, tamamlanmasından 600 yıl sonra hala dünyanın tuğla ve harçtan yapılmış en büyük kubbesidir. Katedral kompleksi Vaftizhane ve Giotto'nun Campanile'sini içermektedir. Bu üç bina, Floransa'nın tarihi merkezini kapsayan UNESCO Dünya Mirası Listesi'nin bir parçasıdır.
1865 ve 1870 yılları arasında Floransa, İtalya Birleşik Krallığı'nın başkenti olmuştur. Fakat bugün Toskana bölgesinin başkentliği unvanını halen korumaktadır. Rönesans’ın başlangıç noktası da olan Floransa’da 16. yüzyılın sonlarında “Opera” ortaya çıkmış, 18. yüzyılda ise Bartolomeo Cristofori piyanoyu icat etmiştir. Ayrıca 1300’lü yıllarda ilk kez caddeleri asfaltlayan şehir de Floransa’dır.
Floransa’nın olmazsa olmaz lezzetleri;
1. Bistecca Alla Fiorentina
La Padellaccia (adres ve bilgi)

Elbette listemiz Toskana bölgesinin nadide inek ırklarından biri olan Chianinaya da Maremmana türlerinden hazırlanan steakler ile başlıyor. İçi pembe ve sulu dışı ise mühürlü görüntüsü ile iştah kabartan t-bone etler birkaç baharat ve tuz eklemesi ile sizi zevkin dorukların çıkaracak bir lezzet haline geliyor. Şehirde bu lezzeti yiyeceğiniz yerlerde şefler çoğunlukla eti pişmeden önce size gösterir ve kilo usulü sizden siparişinizi alır.
2. Lampredotto
Aurelio I Re del Lampredotto (adres ve bilgi)

Lampredotto, Floransa’nın Orta Çağ dönemine kadar uzanan tarihinde geçmişten günümüze ortak bir yemek kültürünün yansımasıdır. İnce dilimlenmiş işkembe etleri iki dilim ekmek arasına doldurulmakta ve yeşil bir sos olan salsa verde ile servis edilmektedir. Lampredotto, ülkemizdeki kokoreç kültürüne çok benzemektedir. Bu yemek, Floransa’nın en önemli sokak yemeklerinden biridir. Bu lezzeti şehirdeki birçok sokak satıcısından satın alabilirsiniz.
3. Pappardelle Al Cinghiale
Osteria del Cinghiale Bianco (adres ve bilgi)

Sıra geldi İtalyanların en başarılı olduğu şeye, makarnaya. Pappardelle al cinghiale, oldukça ağır bir sosla hazırlanan geniş ve yassı bir tür makarna yemeğidir. Makarnanın içine et de konulmaktadır. Bu et domuz eti de olabileceği için siparişinizi vereceğiniz zaman buna dikkat etmeniz faydalı olabilir.
4. Gelato
La Strega Nocciola – Firenze Duomo (adres ve bilgi)

İtalya gelato ile dünya çapında bir üne sahiptir ancak Floransa bazı gelato türlerinde açıkçası İtalya’nın ününü geride bırakmayı başarmıştır. Floransa sokaklarında dolaşırken gelatodan kule yapmış satıcıların dikkat çekme çabaları çoğunlukla amacına ulaşır ve ziyaretçiler bu lezzetli dondurmaların tadını çıkarma fırsatını yakalar.
5. Crostini
Le Volpi e L’Uva (adres ve bilgi)

Crostini, çeşitli soslar ve salatalar veya pürelerle bezenmiş ekmekparçalarından oluşan bir meze tabağıdır. Bu tabak, genellikle akşam yemeklerinden önce başlangıç olarak yenmektedir.
6. Ribollita And Pappa Al Pomodoro
Trattoria Pallottino (adres ve bilgi)

Floransa’da ne yenir? sorusunun cevaplarından biri olan ribollita domates, bayat ekmek, fasulye, çeşitli otlar ve mevsim sebzeleriyle hazırlanan bir tür çorbadır ve malzemelerin yeniden değerlendirilmesi için keşfedilmiştir. Bu lezzet köylerde çok fazla yapılmasına rağmen günümüzde şehrin pek çok restoranında rahat bir yemek arayanların tercihi olmaktadır. Pappa al pomodoroda gene aynı malzemelerle yapılan doyurucu bir yemektir.
7. Pane Toscano
Bu ekmeği her restoranda görebilirsiniz.

Pane Toscano, tuzsuz yapılan geleneksel bir Floransa ekmeğidir. Bu ekmeğin dışı çıtır çıtır olmasına rağmen içi yumuşacıktır ve her yemeğin yanında bu ekmekten getirilmektedir. Ekmeğin tuzsuz yapılması ise bir rivayete dayanmaktadır: Zamanında Toscana’daki Pisa ailesi ile Floransa’daki Medici aileleri arasındaki kan davası nedeniyle Pisa ailesinin Medicilere tuz tedariğini kestiği ve bu nedenle zorunlu olarak ekmeklerin tuzsuz yapılmaya başlandığı söylenmektedir.
8. Schiacciata
All’ Antico Vinaio (adres ve bilgi)

Schiacciata ismi verilen bu ekmek pane toscanonın aksine tuzludur, hatta epey tuzlu olarak yapılmaktadır. Oldukça lezzetli olan bu ekmek, yemeklerin yanında servis edildiği gibi lezzetli sandviçlerin yapımında da kullanılmaktadır. Bu ekmekle çok güzel sandviçler yapan bir mekan önerimizi hemen üst tarafa sizin için bıraktık.
9. Cornetti
I Dolci di Patrizio Cosi (adres ve bilgi)

İtalyan usulü kruvasan olarak tanımlayabileceğimiz cornetti, Floransa’da çay ve kahve saatlerinden vazgeçilmez eklentilerinin başında gelmektedir. Tipik bir İtalyan kahvaltısı ile güne başlamak isterseniz de gene cornettiyi mutlaka kahvaltı masanızda göreceksiniz demektir. Cornettinin içi reçel çeşitleri ya da çikolata ile doldurulmaktadır.
10. Tagliere
La Prosciutteria – Firenze (adres ve bilgi)

Elbette bütün Floransa’da bulabileceğiniz et ve peynirden oluşan bu tabağı da “Floransa’da ne yenir? Ne içilir?” listemize eklemeyi unutamazdık. Bu meze tabağı özellikle sıcak yaz aylarında hafifliği ile tercih edilmektedir ve içinde çeşitli et, salam ve peynir türleri bulunmaktadır. Daha büyük tabaklarda aynı zamanda ızgara et çeşitleri, Toscana ekmekleri ve bal, reçel gibi tatlı ürünler de bulunmaktadır.
11. Schiacciata Fiorentina
Pasticceria Bellucci (adres ve bilgi)

Schiacciata Fiorentina, isim olarak yukarıda belirttiğimiz tuzlu ekmeği anımsatsa aslında bu bir tatlıdır. Dörtgen bir şekilde hazırlanan bu pasta, özellikle karnaval dönemlerinde çok revaçta olmaktadır.
13. Cantuccini
Il Cantuccio di San Lorenzo (adres ve bilgi)

İtalyanların bu badem kurabiyesi Floransa’da da epey meşhur. Bu nedenle bu lezzeti de “Floransa’da ne yenir? ne içilir?” listemize mutlaka dahil etmemiz gerektiğini düşündük. Bu kurabiyeler ülkede çoğunlukla içkilerin yanında çerez olarak yenmektedir. Özellikle de koyu renkli sarı, tatlı bir şarap olan Vin Santoile servis edilmektedir.
14. Panzanella
Trattoria Borgo Antico (adres ve bilgi)

Panzanella, adeta İtalya’nın yaz sıcaklarına meydan okuyan domates ve ekmekle hazırlanan ferah bir salata türüdür. Tercihe göre salatanın içine mevsim sebzeleri de eklenebilir. Çoğu restoran misafirlerine kendi panzanella versiyonunu sunmaktadır.
15- Zuppa Di Fagioli
La Prosciutteria – Firenze (adres ve bilgi)

Pişirilen fasulyelerin patatesler ve pastırmalarla birlikte yapıldığı zuppa di fagioli, öğlen yemekleri için tercih edebileceğiniz bir yemek. Floransa’da ne yenir endişesine son veren bu lezzet çok fazla baharatlı olmaması sebebiyle rahatlıkla dilediğiniz öğünde tüketebilirsiniz. Popüler lezzetlerden biri olan bu tadı denemelisiniz.
16- Pizza
Gustarium Florence (adres ve bilgi)

İtalya’nın her şehrinde olduğu gibi , Floransa’da da en lezzetli pizza çeşitlerinin tadına seçkin restoranlarda bakabilirsiniz.
17. Pici Pasta
Osteria Santo Spirito (adres ve bilgi)

Listemizin sonuna da İtalyanların meşhur yemek türlerinden olan makarnanın bir türünü ekleyelim istedik. Toscana’nın spesiyallerinden bir makarna olan picitüründeki makarna, irmik yerine un ile yapılan kalın ve doyurucu bir makarna türüdür. Kalın olması nedeniyle ağızda tadını daha fazla hissedeceğiniz bir makarna olan piciyi de mutlaka listenize dahil etmenizi tavsiye ediyoruz.
🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦🎦
Bulunduğu Çağa Sığmayan İnsan: Leonardo Da Vinci ve Savaş Makineleri
Leonardo’ nun Ludovico il Moro için yazdığı mektubun giriş kısmı büyük ölçüde askeri mühendislik üzerinedir: Köprüler, saldırı merdivenler, bombalar, taşıyıcılar ve havanlar. Leonardo kariyerini değiştirmeye karar verdiği zaman yaklaşık otuz yaşındaydı. Onun bu dönemde yazdığı mektuplardan Ludovico Sforza’ nın hizmetine girmek için Floransa!dan ayrıldığını anlıyoruz. (Gökdoğan, Yayla 2012: 52).
Leonardo’nun Savaş Makineleri; Springald, Çok Namlulu Makineli Tüfek, Savunma Duvarları, Tırpanlı Savaş Arabaları, Sökülebilir Top, Zırhlı Araç, Mancınık, Yaylım Ateş Topu, Hareketli Havan Topları ve Kaledir.
Springald
Springald bir tür mancınık silahıdır. Çok sayıda askeri projeler arasında bu, topların kullanımı ve gelişimine ilişkin tamamlanmış bir çalışmadır. Bu cihaz, tüm yapıyı hareket ettirmeden topu ateşleme olanağı tanımaktadır. Top asılı durmalı ve istenilen tarafa yönlendirilebilmelidir. Ayrıca silahı kamufle etmek için ahşaptan yapılmış bir koruyucu tasarlanmıştır. (Taddei, Zanon 2018: 75).
Makinenin en büyük ve en öenmli ögesi büyük toptur. O, çok güçlü ve hareket edebilir ahşap yapının üzerine yerleştirilmiştir. Leonardo’nun springald aracının yenilikçi görünümü kesin olarak onun hareketliliğini ve farklı yönlerdeki amacına ulaşma olasılığını ortaya koymaktadır.
Springald (Taddei, Zanon 2018: 74)

Springald'ın Yukarıdan Görünümü (Taddei, Zanon 2018: 76)

Springald'ın İşleyişi (Taddei, Zanon 2018: 78)

Çok Namlulu Makineli Tüfek
Çok namlulu makineli tüfek göz alıcı bir ateş gücüne sahip olan bir silahtır. Fakat dikkatli bir çözümleme yapıldığı zaman barutun ve cephanenin doldurulması çok karmaşıktır. Aynı anda yalnızca tek atış yapılabilmektedir fakat bir kez atış yapıldığı zaman operatörlerin namluları tekrar doldurması uzun bir zaman almaktadır. Bu tasarımın en ilgi çekici yönü hareketli ana gövdedir; iki büyük tekerlek silahın pratik olarak sınırsız yatay hareketine olanak tanımaktadır. Yeni bir hedefe doğrultulacağı zaman askerler taşıyıcıyı kolaylıkla kaldırabilemekte ve kendi çevresinde döndürebilmektedir. (Taddei, Zanon 2018: 81)
Leonardo’nun bu projesi günümüzdeki makineli tüfeklerin atasını oluşturmuştur. İşleyiş ve yapım aşaması olarak çok fazla benzerlik göstermektedir.
Çok Namlulu Makineli Tüfek (Taddei, Zanon 2018: 80)

Çok Namlulu Makineli Tüfek Tasarımı (Taddei, Zanon 2018: 82)

Savunma Duvarları
Kalelere merdiven kullanarak saldırmak 1500’lü yıllarda çok sık kullanılan bir strateji olmuştur; merdiven yerleştiren saldırganlar çok fazla sayıya sahip savunmacılara karşı savaşmaktadır. Duvarlar bir kez yarıldığı zaman ve ağır gedikler oluşturulduğunda, saldırganlar kaleye saldırmaya devam etmektedir. Artık içeride bulunan savaşçılarla mücadele edebilir ve kapıları yıkabilirler.
Leonardo düşmanların duvarla gedik oluşturmasını önlemek için incelikle ve ustaca bir sistem tasarlamıştır. Duvarların dış tarafındaki uzun bir direk, bir kaldıraç gibi çalışan sisteme tutturulmuş bir vinçler serisi tarafından merdivenlere doğru itiliyor. Direkler merdivenleri aynı anda birden daha fazla itme kapasitesine sahiptir. Onlar saldırganların yere düşmelerini sağlamaktadır. (Taddei, Zanon 2018: 85)
Savunma Duvarları (Taddei, Zanon 2018: 84)

Tırpanlı Savaş Arabaları
Bu tasarım Leonardo’nun en güzel elyazmalarından birisidir ve muhtemelen Ludovico’yu etkilemek için yapılmıştır. Bu planlar savaşta kullanılmak üzere yapılmıştır. Bu araç koşan atlar tarafından çekilir ve kenarlardaki keskin bıçaklar sayesinde savaş sırasında gücünü göstermektedir.
Tırpanlı Savaş Arabaları (Delius 2005: 39)

Sökülebilir Top
Toplar çok ağır olduğundan dolayı onları taşımak için taşıyıcılar kullanılır. Leonardo kolaylıkla sökülebilen ve parçaları ayrı ayrı taşınabilen bir top tasarlamıştır. Bu topun yerini kolaylıkla değiştirme avantajını sağlamaktadır.
Sökülebilir Top (Taddei, Zanon 2018: 94)

Sökülebilir Top Canlandırması (Taddei, Zanon 2018: 96)

Zırhlı Araç
Savaş makineleri arasında en önemlisi günümüzdeki tankın atası sayılan, Leonardo’nun Tankı olarak bilinen Zırhlı Araç çizimidir.
Leonardo, kabugu konik biçimde ve ayakları yerine tekerlekleri olan kaplumbağa benzeri bir araç tasarlamıstır. Askeri amaçlı kullanımı öngörülen aracın dışı zırh kaplıdır ve yanlarındaki namlulardan düşmana ateş açılmaktadır.
Tank çok basit bir şekilde çalışmaktadır. Operatörler kaldıraçları çevirirler ve tekerlek dönmeye başlar. Arazi düz olduğunda tank mükemmel bir şekilde ilerleyebilmektedir. En büyük zorluk ise makineye başlangıç ivmesini kazandırmaktadır. Bunu yapmak için çok büyük bir enerji gerekmektedir. Tank kaldıraçlar ve dişli tekerleklerin harekete geçirilmesi ile sürülmektedir fakat yapıyı hareket ettirmek için insan gücü gerekmektedir, bu nedenle at ya da öküzlerin kullanılma olasılığı düşünülmüştür fakat bu hayvanların böylesine kapalı ortamda isteneni yapamayacağına karar kılınmıştır.
360 derece boyunca atış yapabilecek şekilde çok sayıda top bulunmaktadır. Bu makinenin savaş alanının üzerinde manevra yapmasının ve ilermesinin çok zor olacağı düşünülebilir. Leonardo şöyle yazmıştır: ‘’ben güvenli ve saldırıya kapalı zırhlı araçlar yapacağım. Düşmanlar knedi silahlarıyla bunlara saldırmaya cesaret bile edemeyeceklerdir ve bunların arkasında piyadeler herhangi bir direnç ile karşılaşmadan saldırıya geçebileceklerdir.’’ Tasarımın arkasındaki niyet savaş alanında bir çok dalgası yaratmak ve bu şaşkınlıktan faydalanmaktır. Teorik olarak, tankın içindeki topları doldurmak ve tanka manevra yaptırmak için toplam sekiz kişi gerekmektedir.
Zırhlı Araç (Taddei, Zanon 2018: 98)

Zırhlı Arabanın Yarı Saydam Görünümü (Taddei, Zanon 2018: 100)

Floransa Müzesi Zırhlı Araç Maketi (tripadvisor.com.tr/ Gezgin fotoğrafı Floransa 2018)

Zırhlı Araç'ın İçi (Floransa Müzesi) (tripadvisor.com.tr/ Tony S. Tarafından çekilen fotoğraf Floransa 2017)
Mancınık
Leonardo’ nun mancınık tasarımları yaklaşık olarak 1485-1490 tarihlerinde yapılmıştır. O bunların hepsini bir sayfada toplanmıştır. Kavramsal olarak bakıldığında çizimler çok ilginçtir, çünkü bir yönden Leonardo’ nun erken dönem çalışmalarını, diğer yönden daha ileri çözümlerin bulunduğu döneme ait çalışmaları içermektedir. Mancınıklar zaten bilinen savaş araçlarıdır ancak Leonardo’nun mancınığı diğerlerine göre daha yüksek etkinlik gücüne sahiptir.
Mancınık belli bir etki menziline sahiptir ve bunun sonucunda çok uzak hedefler için kullanılabilir. Leonardo bu tasarımda bu savaş aracının gücünü ve pratik kullanımını artırmaya çalışmıştır. İki tam sayfa resimde bu durum açık bir şekilde görülmektedir. İki tahta kol gerilmekte ve zembereğin bırakılmasıyla serbest kalarak üzerindeki taşı fırlatmaktadır. Operatörün yapması gereken tek şey ön kısımda bulunan manivelayı çevirmesidir. Mekanizma serbest bırakıldığında çok güçlü bir esneme meydana gelmektedir ve taşın bulunduğu kol yukarı doğru hareket ederek taşı fırlatmaktadır. Bu araçlar ayrıca yangın çıkarmak için kullanılabilmektedir. (Taddei, Zanon 2018: 103)
Fırtlatma işlemi bir kez yapıldıktan sonra, mancınık yeniden hızlı bir şekilde doldurulabilemektedir.
Mancınık (Taddei, Zanon 2018: 102).
Fırlatma Sırasında Parçalar (Taddei, Zanon 2018: 105)

Yaylım Ateş Topu
Bu tam anlamıyla tamamlanmış bir çizimdir ve hayranlık uyandırıcıdır; on altı farklı açıya bakan top ile bir bombardıman planı yapmaktadır. Mekanik pedalları ve döndürme çarkları bulunmaktadır ve bu sayede hareket etmesi sağlanmaktadır.
Sayfanın üst sağında, Leomardo açık ve farklı bir çizim sunmuştur. Burada çok sayıda çizim taslağı bulunmaktadır. Bunlar farklı yorumlanmaktadır. Dikkatli bir analiz yapıldığında makinenin yapılabilirlikten çok uzak olmadığı anlaşılmaktadır. Makine suyun üzerinde de manecra yapabilecek şekilde tasarlanmıştır.
Yaylım Ateş Topu (Taddei, Zanon 2018: 108)

Hareketli Havan Topları
Bu makine nadir bir güzelliğe ve son derece açık bir çizime sahiptir. Elyazmasında ateşlenmiş olan hareket halindeki iki havan topunu göstermektedir. Bir bombardıman planına ek olarak, aynı zamanda hedefi doğru vurabilmek için ince ayarlamalara sahiptir. Ateşleme sonrası toplar dağıldığından dolayı yoğun bir ateş gücü sağlamaktadır. (Taddei, Zanon 2018: 119).
Hareketli Havan Topu (Taddei, Zanon 2018: 118)

KAYNAKÇA
Bamyacı, E. (2017). Tek Bacaklı Zıplayan Robotun Dinamik Modellenmesi ve Kontrolü. Yüksek Lisans Tezi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Bayav, D. (2009). Leonardo Da Vinci’de Sanat, Bilim ve Etkileşimi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2, s.123-142.
Cihan, C. (2007). Leonardo Da Vinci. Emo Genç, 5, s.32-34.
Delius, P. (2005). Leonardo da Vinci. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Ertürk, F. E. ve Yayan, G. (2012). Bilim ve Sanatı Birleştiren İki Usta. Dört Öge, 1, s.453-464.
Freud, S. (1979). Sanat ve Sanatçılar Üzerine. İstanbul: Bozak Yayınları.
Gelb, M. (1999). Leonardo Da Vinci gibi Düşünmek. İstanbul: Beyaz Yayınları.
Gombrıch, E. (2007). Sanatın Öyküsü. (çeviren Ö. Erduran ve E. Erduran), İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gökdoğan, M. D. ve Yayla, B. (2012). Leonardo Da Vinci: Bir Rönesans Dahisi. Dört Öge, 1, s.2-10.
Marioni, A. (1987). Leonardo’s İmpossible Machines. İçinde: P. Galluzzi, ed., Leonardo Da Vinci: Engineer and Architect. France: Montreal Museum of Fine Arts.
Mercan, T. (2016). Leonardo Da Vinci’den İstanbul’a Köprü Fikri. sanatkaravani.com/leonardo-da-vincinin-istanbula-kopru-fikri/
Nardini, B. (2009). Leonardo da Vinci Bir Ustanın Portresi. İstanbul: Can Yayınları.
Nicholl, C. (2008). Leonardo Da Vinci Aklın Uçuşları. (çeviren S. Gürses), İstanbul: Everest Yayınları.
Sarton, G. (2012). Leonardo Da Vinci. (çeviren Y. Unat), Dört Öge, 2, s.11-36.
Suh, A. H. (Ed.), (2010). Leonardo’ nun Defterleri. (çeviren A. Serin), Ankara: Arkadaş Yayınevi, s.253-289.
Taddei, M. Ve Zenon, E. (Ed.), (2018). Leonardo’ nun Makineleri. İstanbul: Pegasus Yayınları.
Topdemir, H. G. (2012). Leonardo Da Vinci’ nin Optik Çalışmaları. Dört Öge, 2, s.37-50.
Unat, Y. (2012). Bir Rönesans Mühendisi: Leonardo Da Vinci. Dört Öge, 2, s.51-66.
Vassari, G. (2013). Sanatçıların Hayat Hikayeleri. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Vezzosı, A. (2002). Leonardo Da Vinci Evren Bilimi ve Sanatı. (çeviren N. Başer), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Zöllner, F. (Ed.), (2005). Leonardo. (çeviren A. E. Uluhan). İstanbul: Remzi Kitabevi.
🎥 İtalya'nın Rönesans döneminde geçen dizi, Leonardo Da Vinci'nin hayalperest, yaratıcı ve yaptığı her şeye aşık olan kişiliğine farklı bir bakış ...
🎥 : Da Vinci's Demons ve The Borgias ile Amerikan televizyonlarının el attığı İtalyan tarihine içerden ve yalın bir bakış olmuş. Son yıllarda izlediğimiz tarihi dizilerle kıyaslandığında vasat bir yapım olduğu kesin. Bir Poldark bile değil fakat Dustin Hoffman ve Game of Thrones'a veda eden simalar dahil edilerek popülerliği arttırılmaya çalışılmış. Mediciler ve Albizziler arasında Floransa'ya hükmetme konusunda yaşanan mücadeleler Avrupa'nın kalanınında da yaşanan burjuvazi aristokrasi mücadelesinden başka bir şey değil aslında. Richard Madden Game of Thrones ve Klondike'tan sonra yine bir tarihi yapımla karşımıza çıkmakta ve bana kalırsa bu üç tarihi dizi içerisinde en başarılı işi Klondike'ta çıkartmıştı. Vikings, The Last King, Game of Thrones ve Black Sails'in henüz yeni sezona başlamadıkları bir dönemde vakit geçirmek izlediğim bir yapımdı.
🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈🌈
.jpg)





























































Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️