Eflâtun, ruh hakkındaki anlayışlarını, phaidon, Phaidros ve Devlet diyaloglarında açıklamıştır.
Eski Yunan mistisizmi, ruhun Tanrıca bir kaynaktan çıktığına ve ölümsüz olduğuna inanır. Ancak ruh, işlenilen bir suç sonucunda yahut da Evren’e hâkim olan bir kanun yüzünden, gelip geçici bir vücut kalıbının içinde, bu dünyaya inmiştir. İnsan, sonlu olan bu vücut kalıbından, ölüm yoluyla kurtulur. Bununla birlikte, bu dünya yüzündeki davranışına, bu dünya yüzünde yaşadığı hayatın değerine göre, yeni baştan, insan yahut da hayvan olarak, başka bir vücut kalıbı içinde, bir daha dünyaya gelir. Ruhun hedefi, içine sıkışıp kaldığı bu vücut kalıbından kurtulmaktır. Çünkü vücut, ruh için bir zindandan başka bir şey değildir.
Başlangıçta ruh, vücuda bağlı olmadan, başlı basına bir hayat yaşamıştır. Ruh, sürekli olarak bu ilk hayatını özler. Ona kavuşması ancak, bu dünya yüzünde faziletli Ve ölçülü bir hayat sürmesi ile mümkündür. İnsanın, vücudun acılarına dayanıp, kendini bu acıların üstünde duyabilmesi, onun, günün birinde, ruhunu bu vücut baskısından kurtarabileceğini gösterir.
Ruh, başlangıçtaki hayatını, yani, vücuda bağlı olmadan yaşadığı hayatı, ideler dünyasında yaşamıştır ve sürekli olarak, yeni baştan, bu Âleme dönmeyi ister. Ruh, iki ayrı âlem arasında, yani öncesiz ve sonsuz olan ideler âlemi ile sonlu ve gelip geçici olan eşya âlemi arasında bulunur, Ruh, tanrıca bir kaynaktan çıkmıştır.
ruh, kısa bir zaman için de olsa, bir vücut içinde duyular Âlemine iner. Ruh, bu aşağılık vücut kalıbı içinde, çok kere, kendi tanrıca kaynağını unutarak, kendini vücudun kandırışlarına kaptın ve bin türlü yanılmaya düşüp bin türlü suç işler.
Ruhun ödevi, kendini vücut bağlarından, içgüdülerin sürükleyici tesirinden kurtarmak ve bu suretle temizlenerek saf ruh olmaya hazırlanmaktır. Ruhun bu ödevini gerçekleştirmeye yarayacak tek bilgi yok ise diyalektiktir. Eflâtuna göre, güzeli, iyiyi, âdili, vs. bilmek, güzel, iyi adil vs. olmakla aynıdır. Bu suretle, ideler Âlemine de daha çok yakınlaşılmış olur. Çünkü iyilik yapabilen kimse, iyiliğin kendisini tanıyan kavrayabilen kimsedir. Böylece, sonsuz gerçekliğin bilgisi, hem en yüksek ilimdir, hem de en derin dindir. Kendisini, sonsuzluğun araştırılmasına veren bilge kişi, bu suretle, aynı zamanda, ruh selâmetine de erişir.
Eflâtun, Phaidonıda ve öteki diyaloglarında ruhun ölümsüzlüğünü çeşitli kanıtlarla tanıtlamaya çalışır. Bu kanıtların başında, «hatırlama» gelir. Ruhun evvelce yaşamış olduğu ideleri hatırlaması, onun, bu dünyaya gelmeden daha önce de var olduğunun, «preexistence» bir kanıtıdır.
yalnız birbirlerine benzeyen ve birbirlerinin aynı olan varlıklar, birbirlerini tanıyabilirler. Bundan dolayı, sonsuzluğu bilen ruhun kendisinin de sonsuz olması gerekir. Sonra, Eflâtuna göre, ruh, hayat idesi ile ilgisi olan, hayat kavramı çevresi içinde yer alan bir şeydir. Çünkü ruhlu olan her varlık, hayattadır, yani, canlıdır. Böyle olunca, ruhun, ölüm idesi ile ilgili olmaması gerekir. Çünkü bir şey, birbirinin zıddı olan iki kavram çevresinin ikisine birden giremez.
Eflâtun, ruhla ilgili olanı, iç çeşit kuvvetin varlığına işaret eder. Ruh, birlikli ve tek, bir bütün olmayıp, üç bölümden meydana gelmiştir. Ruhun, bir düşünen yönü vardır ki, bu akıldır. Sonra ruhun, iradeyi meydana getiren ve nihayet ilcalardan ibaret olan iki yönü daha vardır. Ruhun ilcalardan meydana gelen bölümü, bir takım şiddetli isteklerle belirir. İçgüdülerinkandırılmasını isteyerek ruhu işkenceye düşürür. Ancak, ruhun bu aşağı kuvvetleri karşısında, düşünceye dayanan üstün bölümü, yani akıl, kendisini gösterir. Akıl, çok kere, iradenin de yardımı ile içgüdülere hâkim olur. Her hangi bir şeye karşı, kuvvetli bir istek duyan kimsenin, bu isteği yenebilmesi, aklın gücünü gösterir. Akıl, her vakit, içgüdülerin zorlayışına karşı koymalı, sürükleyişine gem vurmalıdır.
İradeye gelince, bu hem, içgüdülerden, hem de akıldan ayrı olan bir kuvvettir. Ruhun, insanı her vakit artları sıra bir takım aşırı istekler peşinde sürükleyen aşağılık kuvvetleri, vücudun, aşağı kısmında toplanmışlardır.
Bunlardan daha üstün bir kuvvet olan irade, insanın göğsünde, yüreğinde yer alır. Nihayet, iradeye de hâkim olan en üstün kuvvet, yani akıl da insan başında bulunur.
Eflâtun psikolojisinde etik görüş ağır basar. Çünkü ona göre, ruhun gerçekten değerli olan bölümü, hem iradeye, hem de içgüdülere hâkim olan akıldır.
Leonardo da Vinci'nin serebral ventriküllerin taslağı, Codex Windsor , 1489
Sokrates gibi Platon'un da asıl gayesi insanın ve sitenin mutluluğu. Mutluluğa giden yol ise iyi ideasından geçiyor. İyi ideasına yaklaştıkça insan kendi doğasına uygun yetkinliğe de kavuşuyor. Mutluluk için iyiyi istemek, iyiye yönelmek gerekli Platon'a göre,o halde "iyi'nin anlamı nedir?" sorusu ilk sormamız gereken soru olmalı. Filozofa göre iyi; erdem, doğruluk, adalet demek. Buradan yola çıkarak erdemin tarifini vermeye çalışan Platon; "erdem, ruhun düzenidir."diyor. Mutluluğu uzaklarda değil, içimizde, ruhun düzenlenişinde bulan Platon, bununla insan ruhunun doğasına uygun işlevi yerine getirmesi, doğasına uygun amaçları gerçekleştirmesini kast etmekte.
Platon ruhun düzeninden bahsetmişti, ruhu oluşturan parçaların kendi doğalarına,amaçlarına, işlevlerine uygun hareket etmeleri, ruhun düzenini sağlayarak insanın erdemli olmasını, iyiye yaklaşmasını ve dolayısıyla mutlu olmasını da sağlayacaktır.
Bunun nasıl olacağını anlayabilmek için; şimdi de Platon'un tanrısal kaynaktan çıktığını ve idealar aleminden yeryüzüne indiğini söylediği insan ruhunun; hem parçalarını, hem de bedene hapis oluşunu anlattığı, mitolojik figürler ile bezenmiş anlatısına bakalım.
İdealar alemi gökyüzünün üzerinde olup, gökyüzünden yukarılara doğru açılan bir boşluktan gözlemlenebilmektedir. İnsan ruhu; biri siyah, biri beyaz iki at ve bir sürücüsü ile sürülen, kanatlı bir araba misali gökyüzünde seyir halinde, idealar alemini bu boşluktan temaşa etmekte ve muhtemelen mutluluğun doruklarında gezinmektedir. Ancak hırçın ve huysuz olan siyah at, çırpınışları ile ruhu yeryüzüne doğru çekme çabasındadır. Bu çırpınışların etkisiyle kanatları kırılan ruh, hızla yeryüzüne düşüp, bir bedene hapsolmaktadır. Böylece beden ile ruhun birleşimiyle, ölümlü insan gerçekleşmiş olur.
Beyaz at; ruhun yürekli, atılgan kısmını, siyah at; arzulayan, iştahlı kısmını temsil ederken, arabanın sürücüsü ise ruhun akıl kısmını ifade eder. Bunların insan bedenindeki konumlanışları ise şöyledir: Akıl beyinde, atılgan yürekli kısım kalpte, arzulayan iştahlı kısım ise karın ya da diyaframdadır. Özetle ruhun üç ayrı fonksiyonu vardır; akıl, irade ve arzu. Ruhun bölümlerini bu şekliyle tasvir eden Platon, onların işleyişlerini de şöyle anlatır. Ruhun akıl kısmı idealar alemine en yakın olan ve ruhun diğer bölümlerini idare eden tarafıdır. Beyaz at ile betimlenen atılgan yönü, akla itaat etme konusunda, arzuları, iştahları temsil eden siyah ata göre daha isteklidir. Platon'a göre ruhun akıllı yönü ölümsüz, diğer yönleri ise bedenle birlikte ölümlüdür. Akıllı parça hükmetmeli, diğerleri de doğaları gereği ona boyun eğmelidirler. Filozofa göre, ruhun akıllı kısmı, atılgan yürekli kısmını da yanına alarak, arzuları dizginlemelidir. Ruhun tüm parçaları Platon'un anlattığı bu doğal durumlarında olmaları halinde, ruhta adalet, doğruluk ve erdem gerçekleşmiş olacaktır. Bu anlatılanlar, arzularını aklı ile yönlendirebilen, iradesini aklı ve arzuları arasındaki uyumu sağlayabilecek yönde kullanabilen insanların, mutlu olabilecekleri kanısını uyandırmakta. Ruh idealar aleminden yeryüzüne inince, idealar aleminin bilgisini unutmuştur. Beden duyulur aleme ait nesnelerin bilgisini, duyumlar aracılığıyla ruha iletmekte, ve ruhun unuttuğu idealar bilgisini anımsamasına yardımcı olmaktadır. Platon böylelikle, deneyimin dışında doğuştan bilgilerin insanda bulunduğunu ifade etmektedir. Ölüm, ruhun beden ile birlikteliğinin bitişi ve hades denilen ahiret hayatına, yani yeni hayatının başlangıcına geçişidir. Ruhun ölüm ile başka bedenlere geçtiğine inanan Platon, kötü insanların ruhlarının kurt bedenlerine , iyi insanların ruhlarının ise iyi insanların bedenlerine gireceğini ifade etmektedir. Ruhun beden de hapis olduğunu söylemesi, ruhun ölüm ile kurtuluşa ereceğini ifade etmesi ile, mutluluğu bu alemden çok öbür alemde bulduğu izlenimi uyandırsa da, yaşlılık eserlerinde ruhun terbiye edilerek, huzura erişilebileceğini de ifade etmiştir. Sizlerin mutluluk formülü nedir bilemem, ancak bana sorarsanız mutluluk; "an'ın farkında olmaktır.
Kaynak:"Platon'un Ruh Kavramı" M.Kaya Sosyal Bilimler Dergisi T.C.Anadolu Üniversitesi Yayını no:1944"İlkçağ Felsefesi".
♻️
Eflâtunun ruh üzerine ileri sürdüğü düşünceler de ideler nazariyesi kadar önemlidir.
Gerçi, Eflâtun, ruh hakkındaki görüşlerinde, orphik inançların ve Pisagor’cu mistisizmin tesiri altında kalmıştır. Bununla birlikte o, bütün bu mistik ve dini anlayışları, kendi ideler nazariyesi ile orijinal bir şekilde birleştirmiştir.
Eflâtun, ruh hakkındaki anlayışlarını, phaidon, Phaidros ve Devlet diyaloglarında açıklamıştır. Eski Yunan mistisizmi, ruhun Tanrıca bir kaynaktan çıktığına ve ölümsüz olduğuna inanır. Ancak ruh, işlenilen bir suç sonucunda yahut da Evren’e hâkim olan bir kanun yüzünden, gelip geçici bir vücut kalıbının içinde, bu dünyaya inmiştir. İnsan, sonlu olan bu vücut kalıbından, ölüm yoluyla kurtulur. Bununla birlikte, bu dünya yüzündeki davran ışına, bu dünya yüzünde yaşadığı hayatın değerine göre, yeni baştan, insan yahut da hayvan olarak, başka bir vücut kalıbı içinde, bir daha dünyaya gelir. Ruhun hedefi, içine sıkışıp kaldığı bu vücut kalıbından kurtulmaktır.
Çünkü vücut, ruh için bir zindandan başka bir şey değildir. Başlangıçta ruh, vücuda bağlı olmadan, başlı basına bir hayat yaşamıştır. Ruh, sürekli olarak bu ilk hayatını özler. Ona kavuşması ancak, bu dünya yüzünde faziletli Ve ölçülü bir hayat sürmesi ile mümkündür. İnsanın, vücudun acılarına dayanıp, kendini bu acıların üstünde duyabilmesi, onun, günün birinde, ruhunu bu vücut baskısından kurtarabileceğini gösterir.
Orphik görüşlerle ilgili olan bu eski düşünceleri, Eflatun, kendi ideler nazariyesi ile birleştirir. Ruh, başlangıçtaki hayatını, yani, vücuda bağlı olmadan yaşadığı hayatı, ideler dünyasında yaşamıştır ve sürekli olarak, yeni baştan, bu Âleme dönmeyi ister. Ruh, iki ayrı âlem arasında, yani öncesiz ve sonsuz olan ideler âlemi ile sonlu ve gelip geçici olan eşya âlemi arasında bulunur, Ruh, tanrıca bir kaynaktan çıkmıştır.
Bu bakımdan, idelerle bir yakınlığı vardır. Bununla birlikte, ruhun kendisi bir ide değildir. Ama dünya yüzündeki varlıklar arasında idelere en çok benzeyenidir. Gerçi, ideler, duyular üstü bir âleme aittirler. Buna karşılık, ruh, kısa bir zaman için de olsa, bir vücut içinde duyular Âlemine iner. Ruh, bu aşağılık vücut kalıbı içinde, çok kere, kendi tanrıca kaynağını unutarak, kendini vücudun kandırışlarına kaptın ve bin türlü yanılmaya düşüp bin türlü suç işler. Bununla birlikte, insan ruhunda saklı olan ve sonsuz gerçeklik Âlemi ile ilgili bulunan eski hat ıralar, onda, ruhun asıl vatanı olalı bu sonsuzluk âlemine karşı derin bir özleyiş uyandırırlar. Bu gerçek «Eros» ruha, gerçek ödevini hatırlatır.
Ruhun ödevi, kendini vücut bağlarından, içgüdülerin sürükleyici tesirinden kurtarmak ve bu suretle temizlenerek saf ruh olmaya hazırlanmaktır. Ruhun bu ödevini gerçekleştirmeye yarayacak tek bilgi yok ise diyalektiktir. Eflâtuna göre, güzeli, iyiyi, âdili, vs. bilmek, güzel, iyi adil vs. olmakla aynıdır. Bu suretle, ideler Âlemine de daha çok yakınlaşılmış olur. Çünkü iyilik yapabilen kimse, iyiliğin kendisini tanıyan kavrayabilen kimsedir. Böylece, sonsuz gerçekliğin bilgisi, hem en yüksek ilimdir, hem de en derin dindir. Kendisini, sonsuzluğun araştırılmasına veren bilge kişi, bu suretle, aynı zamanda, ruh selâmetine de erişir.
Ruhun ölümsüzlüğü sorusu, Eflâtun felsefesinde önemli bir yer alır. Eflâtun, Phaidonıda ve öteki diyaloglarında ruhun ölümsüzlüğünü çeşitli kanıtlarla tanıtlamaya çalışır. Bu kanıtların başında, «hatırlama» gelir. Ruhun evvelce yaşamış olduğu ideleri hatırlaması, onun, bu dünyaya gelmeden daha önce de var olduğunun, «preexistence» bir kanıtıdır. Öte yandan, Eflâtuna göre, ruhun ideleri bilmesi eylemi de, onun; idelere benzer, idelere yakın bir özü olduğunu gösterir.
Çünkü yalnız birbirlerine benzeyen ve birbirlerinin aynı olan varlıklar, birbirlerini tanıyabilirler. Bundan dolayı, sonsuzluğu bilen ruhun kendisinin de sonsuz olması gerekir. Sonra, Eflâtuna göre, ruh, hayat idesi ile ilgisi olan, hayat kavramı çevresi içinde yer alan bir şeydir. Çünkü ruhlu olan her varlık, hayattadır, yani, canlıdır. Böyle olunca, ruhun, ölüm idesi ile ilgili olmaması gerekir. Çünkü bir şey, birbirinin zıddı olan iki kavram çevresinin ikisine birden giremez.
Görüldüğü gibi, Eflâtunun, ruhun ölmezliği üzerine ileri sürdüğü kanıtlar, ideler nazariyesi ile sıkı sıkıya ilgilidir. Ruhun ölümsüzlüğü, gerçek bilginin varlığına imkân verir ve gerçek bilginin varlığı da ruhun ölümsüz olduğunun kanıtıdır.
Eflâtun, ruh üzerine ileri sürdüğü bu mistik spekülasyonların yanı başında, empirik psikoloji ile ilgili olan bazı esaslı psikolojik olguları da bulmuştur. Filozof, birbirinden tamamı tamamına ayrı olan bu iki düşünce tarzım yani, spekülatif ve mistik düşüncelerle, empirik psikoloji ile ilgili olan görüşleri, uyumlu bir şekilde birleştirmeyi de bilmiştir.
Eflâtun, ruhla ilgili olanı, iç çeşit kuvvetin varlığına işaret eder. Ruh, birlikli ve tek, bir bütün olmayıp, üç bölümden meydana gelmiştir. Ruhun, bir düşünen yönü vardır ki, bu akıldır. Sonra ruhun, iradeyi meydana getiren ve nihayet ilcalardan ibaret olan iki yönü daha vardır. Ruhun ilcalardan meydana gelen bölümü, bir takım şiddetli isteklerle belirir. İçgüdülerinkandırılmasını isteyerek ruhu işkenceye düşürür. Ancak, ruhun bu aşağı kuvvetleri karşısında, düşünceye dayanan üstün bölümü, yani akıl, kendisini gösterir. Akıl, çok kere, iradenin de yardımı ile içgüdülere hâkim olur. Her hangi bir şeye karşı, kuvvetli bir istek duyan kimsenin, bu isteği yenebilmesi, aklın gücünü gösterir. Akıl, her vakit, içgüdülerin zorlayışına karşı koymalı, sürükleyişine gem vurmalıdır.
İradeye gelince, bu hem, içgüdülerden, hem de akıldan ayrı olan bir kuvvettir. Ruhun, insanı her vakit artları sıra bir takım aşırı istekler peşinde sürükleyen aşağılık kuvvetleri, vücudun, aşağı kısmında toplanmışlardır.
Bunlardan daha üstün bir kuvvet olan irade, insanın göğsünde, yüreğinde yer alır. Nihayet, iradeye de hâkim olan en üstün kuvvet, yani akıl da insan başında bulunur. Eflâtun psikolojisinde etik görüş ağır basar. Çünkü ona göre, ruhun gerçekten değerli olan bölümü, hem iradeye, hem de içgüdülere hâkim olan akıldır.
İçgüdüler kötüdür. İrade ise, ancak içgüdülere karşı olduğu ve aklın buyruğuna uyduğu vakit iyidir.
⚠️Eflâtuna göre gerçek bir bilginin mümkün olduğu hakkında başlıca kanıt, aritmetiktir. Menon diyalogunda, aritmetik hakkında daha önceden hiç bir bilgiye sahip olmayan bir köleye metodik sorular soran Sokrates, ona doğru cevaplar verdirir.
Aritmetik bilgiler, düşünebilen her şahıs için, açık ve seçik olan, her türlü şüphe ve karışıklıktan uzak olan bilgilerdir. Bunlar, insanlara ve zamana göre değişmeyip, her vakit, her yerde ve herkes için doğru olan bilgilerdir. Zaman üstü olan bu sonsuz bilgiler, kendi aralarında hiç değişmeyen sonsuz nispetler içinde bulunurlar.
Bu çeşit bilgilerin her hangi bir sübjektif düşünce ile ilgisi yoktur. Çünkü bunlar, algılar yoluyla elde edilmiş değildirler. Algılar, belki bu çeşit düşüncenin meydana çıkmasında bir rol oynayabilirler. Ama hiç bir vakit gerçek sebep değildirler. Şu anda tahtaya çizilmiş olan ve duyularınızla algıladığımız üçken yahut da daire bir az sonra silinip yok olabilir.
Ama üçken yahut da daire kavramlarının kendileri ne meydana gelmişlerdir ve ne de yok olacaklardır. Aynı şekilde, sayılar da, böyle, ne meydana gelmiş ve ne de yok olacak objelerdir. Aritmetiğin konusunu, zamana ve mekâna bağlı olmayan bu sonsuz hakikatler meydana getirmektedir.
🧠Düşünce, yalnız bu kavramların yardımı ile çalışır ve objeleri bunların yardımı ile düzenler. Eflâtuna göre, insan bu kavramları, bu dünyadaki hayatından daha önceki varlığında tanımıştır. Ruh, bir vücut kalıbı içinde bu dünyaya inmeden önce bu bilgileri edinmiş, bütün bu kavramları yakından tanımıştır.
Pisagorcuların da ruhun ölmezliğine ve tenasüh nazariyesine, yani, ruhun vücuttan ayrıldıktan sonra, yeni vücut kalıpları içinde, yeni baştan bu dünyaya geldiğine inanmış olduklarını biliyoruz.
İmdi, eğer ruh, bu bilgileri, gerçekten, daha önceki bir hayatta yaşamış ve kazanmışsa, o vakit, bilginin yalnız bir hatırlamadan ibaret olması gerekir.
Gerçekten, Eflâtuna göre, bilgi, ruhun daha önceki bir hayatında temaşa edip, vücut kalıbına girdikten sonra unutmuş olduğu bilgilerin, yeni baştan, hatırlanmasıdır. İnsan ruhunda uyuklayan bu eski bilgiler, vaktiyle temaşa edilen idelere benzeyen objeler görüldüğü vakit şuurda yeni baştan uyanır ve hatırlanırlar. Şu halde, daha önceki hayatta kazanılmış olan bu bilgiler, ruhta ancak «latent» halinde mevcutturlar.
Ruhun karşılaştırma, birleştirme, vs. gibi, çalışmaları ile yeni baştan şuurda uyanırlar.
⚠️Algılar, insan ruhunda, ancak, ruhun daha önce temasa etmiş olduğu asli şekillerin hatıralarını uyandırmaya yararlar. Uyanan bu hatıralar, insan ruhunu, bu asil şekillere karşı. Derin bir özleyişle doldururlar. Bu derin istek, insan ruhunu, eksiksiz olan bu asli şekillerin kendine doğru, önüne geçilemeyecek bir kuvvetle sürükler.‼️
Eflâtuna göre, insandaki bu en derin özleyişin konusu olan asli şekillerin kavranmasını sağlayacak tek bilgi yolu dialektik, yani içgüdülerden ve maddi tesirlerden tamamı tamamına çözülmüş olan saf düşüncedir.
Eflâtuna göre, bilgilerin en yücesi olan bu ilim, görünüşler dünyası içinde, çeşitli ve dağınık olarak algılanan şeyleri, belli kavramlar altında toplayıp düzenler. Sonra, bu kavramları da mahiyetlerine göre sınıflandırır ve birbirlerine olan nispetlerini belirler. Eflâtuna göre dialektik, bütün ilimlerin tacıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️