TÜRK KÜLTÜRÜNDE HAŞHAŞ (AFYON BİTKİSİ) KULLANIMI (11-14. YÜZYIL ANADOLU’SUNDA) USE
SELİM KAYA* Sorumlu Yazar
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, Bahar - Mart 2024, Sayı 109, 115-138
Haşhaş, Orta Çağda gıda maddesi olarak tüketilmenin yanında tıbbî bir ilaç olarak uykuyu teşvik etmek, sindirime yardımcı olmak, öksürük, mide ve bağırsak rahatsızlıklarını gidermek amacıyla insanlara tavsiye edilmiştir.
İlk Çağdan beri kullanılan haşhaşın tohumu, kabuğu veya sütü Orta Çağda medreseler, tekkeler, zaviyeler ve halk hekimliğinde; sakinleştirici, uyutucu, ağrı kesici, bayıltıcı ayrıca keyif verici özelliği sebebiyle kullanılmıştır. Daha çok gıda, ilaç ve aklı gideren uyuşturucu özelliği ile bilinen haşhaşın zaman içinde organik gübre, enerji, ticarî ve sanaî bir ürün ve sanat eserlerinde motif olarak kullanıldığı da görülmektedir. Çalışma önemli bir kültür ögesi olan haşhaşın Orta Çağda tarihî, tıbbî ve tasavvufî eserlerdeki ifadesi ve kullanım alanlarını konu edinmiştir.
Haşhaşın tarihi süreçte Orta Çağda, özellikle de Anadolu’da neden ve nasıl kullanıldığını tespit etmek amaçlanmıştır. 11-14. yüzyılları kapsayan çalışmada, karma araştırma yöntemi, literatür taraması ve metin inceleme tekniği kullanılmıştır. Makale haşhaşın Anadolu özelinde tarihî, tıbbî ve tasavvufî kaynaklarda ifadesini ve kullanım sebeplerini bütüncül bir yaklaşımla ele alan ilk çalışma olması nedeniyle önemlidir.
Haşhaşın Orta Çağda halk hekimliğindeki yerine ve gelişim seyrine ışık tutan akademik çalışmaların azlığı sebebiyle, çalışmanın literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Ayrıca uyuşturucuyla aklın işlevsizleşmesine ve zihnin körleşmesine yönelik Anadolu tıp tarihi ile ilgili çalışmalara ve Orta Çağ Türk tarihine yönelik araştırmalara bilimsel katkı sağlayacağı ümit edilmektedir. Türkler Anadolu’yu fethettikten sonra binlerce yıllık haşhaş kültürünü devam ettirmiş ve haşhaşı daha çok gıda ve ilaç olarak kullanmışlardır.
Dioscorides’in Materia Medica’sında Papaver somniferum (Viyana kodeksi’nden)❗️Orta Çağ tarih, tıp ve tasavvuf kaynaklarında haşhaş farklı şekillerde, bir konuyu örneklendirmek, izah etmek, insan akıl ve ruh sağlığına olan zararlarını dile getirmek ya da ölçülü kullanılması şartıyla faydalarını belirtmek için zikredilmiştir.
Giriş
Haşhaş; kapsüllerinden “efyûn (afyun)” elde edilen, tohumlarından yağ çıkarılan gelincikler familyasından otsu bir kültür bitkisidir (Devellioğlu, 2011, 388; TDK Sözlük 2023).
Yaş hali için “sütlü bitki” de denilen haşhaş; Lügât-ı Müşkîlât-ı Eczâ1 adlı tıp sözlüğünde (Derviş Siyâhî Lârendevî, 48a; Murad, 2009, 145) afyun bitkisi aklı gideren uyuşturucu ve keyf verici ot (papaver somniferum) olarak tanımlanmaktadır.
Haşhaşın yaprağından, çiçeğinden, tohumundan (tanelerinden), kapsülünden, sapından, kısaca her parçasından istifade edilmektedir. Yaprağından ilaç, kapsülünden afyun, tohumundan ezme ve yağ elde edilen haşhaşın atık madde olarak oluşan parçalarından da hem hayvan yemi olarak küspe, hem de yakıt üretilmektedir. Haşhaş; gıda, ilaç, tarımsal organik gübre, enerji üretimi, ticari ve sanai hatta stratejik ürün olarak özel ve farklı bir öneme sahip olduğu gibi sosyal yaşamın içinde pek çok nesnede motif olarak da kullanılmaktadır.
Arapçada kuru ot anlamına gelen “haşîş”, Anadolu halk dilinde “haşaş” olarak söylenilmektedir. “Haşîşî / haşîşîn” sözcüğü ile de haşhaş yiyenler içenler belirtilmektedir (Devellioğlu, 2011, 388). Bu sözcük zamanla hakaret ve aşağılamayı ama daha çok mutaassıpların aşırı inançlarıyla saldırgan tutumlarına2 yönelik alaycı bir düşüncenin ifadesi olmuştur (Lewis, 1995, 10-11). Örneğin Suriye’deki Nizârî İsmailîler çok haşhaş kullandıkları ve fedâîleri cinayet ve terör gibi kötü fiillerde bulundukları için hakaret ifadesi olarak Haşhâşîler denilmiştir.(Öz, 1997, 418).
Haşhaştan Üretilen Afyun
Dünyanın en eski tıbbî bitkilerinden biri olan haşhaş kapsüllerinin sütünden elde edilen ve “afyun” olarak isimlendirilen öz (drog); insan türünün bugüne kadar geliştirdiği ve aktif olarak kullandığı en eski ve etkili narkotik ilaçtır (Santella, 2007, 107; Erkal, 2007, 26).
Afyunda; morfin, kodein, tebain, noskapin, papaverin başta olmak üzere yaklaşık 24 tane alkaloit bulunmaktadır (Arslan vd., 2008, 2-3; Erkal, 2016, 3).
Haşhaş kapsülünün çizilmesi sonucu süt çıkmakta, bu özsu bir miktar bekletilince koyulaşmakta, buna da “afyun sakızı” denilmektedir. Afyun türevlerinin tamamının ana maddesi bu sakızdır (Köknel, 1998, 119). Morfin, eroin, kodein vd. türevlerin yani alkaloitlerin hepsi çeşitli kimyasal yöntemlerle bu afyun sakızından elde edilmektedir.
Afyun, bağımlılık yapan bir üründür. Alışkanlık haline gelmesi durumunda, kişinin kendi benliği dışında her şeye kayıtsız kalmasına, öfke ve üzüntü duygularından kaynaklı durgun bir öforiye (rahatlama ve keyf hissi, temelsiz ve abartılı zindelik) halinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır (Booth, 1996, 17). “İnsanlar keyiflenmek için tütün, nargile, afyun ya da haşhaş çekerler. Bunların dozunu gitgide artırmak akılsızlığında bulunanlar bir süre sonra isteseler de bunları bırakamaz, bağımlı duruma gelirler” (Erkal, 2016, 14).
1.3. İlk Çağda Haşhaş Kullanımı
Anadolu’da haşhaş tarımının insanların yerleşik hayata geçtikleri dönemlere kadar gittiği öngörülmektedir. Haşhaş hakkında ilk yazılı bilgilere de M.Ö. ikinci binyıla ait Hitit tabletlerinde rastlanmıştır. Hititler bir tarım toplumu olduklarından bitkilerden tıbbî amaçlar için de faydalanmış; tohumlar, tomurcuklar, çiçekler ve tohum yağlarından droglar hazırlamışlardır. Bitkilerden elde ettikleri drogları ya hastaya içirmiş ya vücuduna sürmüş ya da banyo yaptırmışlardır. Reçetelerde kullandıkları bitkisel drogların botanik tanımı belirtilirken, tabletlerinde kayıtlı reçetelerde haşhaş da kullanılan bitkiler arasında yer almıştır (Baytop, 1997, 403; Kavalalı, 1999, 131-132). Muhtemelen uyku verici bir etkiye sahip olduğunu bildikleri haşhaşı, sakinleştirici olarak da kullandıkları düşünülmektedir.
M.Ö. dokuzuncu asırda İlyada ve Odysseia adlı destanların derleyicisi kabul edilen Homeros da, eserlerinde acı dindiren ilaç olarak muhtemelen afyun bitkisinden bahsetmiştir. İlyada’da Tanrı Paian, omzuna ok girdiği için canı yanan ve acılar içinde kıvranan birinin üzerine acı dindiren ilaçlar serpmiştir. İlyada’nın başka bir yerinde de Teukros tarafından okla vurulan Glaukos, Tanrı Apollon’a, “kolum ağrılarla sızlıyor, nolur, acılarımı dindir, güç ver Lykialıları savaşmaya kışkırtayım, kendim de çarpışayım” diye yakarmış, Apollon da dileğini kabul ederek Glaukos’un ağrılarını dindirmiş, yaradan akan kara kan kurumuştur (Homeros, 2017, 357-358). Acı dindiren ilaç bir ağrı kesicidir ve çok eski zamanlardan beri bilinen haşhaştan elde edilen afyun olsa gerektir.
Odysseia’da anlatıldığına göre de “Zeus’un kızı Helene içtikleri şaraba, kederi ve öfkeyi gideren bir ilaç atmıştı. Bu ilaç, tüm acıları unutturmakta idi. İçine katıldığı sağraktan şarap içen anası babası ölmüş olsa bile bütün bir gün gözyaşı dökmezdi. Kardeşi veya sevgili oğlunu gözünün önünde kesseler, nasıl can verdiklerini gözleriyle görse yine de üzülmezdi. Zeus kızının böyle “erdemli, iyi ilaçları” vardı. Bu ilaçları Thon’un eşi Mısırlı Polydamna vermiş, bunların bazıları şifalı, bazıları da zehirli idi” (Homeros, 2017, 60-61) şeklinde Odysseia’da zikredilen, üzüntüyü engelleyen, öfkeyi dindiren ve bütün acıları unutturan ilaç haşhaştan elde edilen afyun olsa gerektir.
Antik literatürde haşhaş bitkisine dair en eski referanslar M.Ö. sekizinci yüzyıldaki eserlerde çeşitli biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Kullanım alanlarının çeşitliliği ve insan vücudundaki etkileri dikkate alındığında haşhaşın antik eserlere farklı biçimlerde (haşhaş betimli iğneler yüzükler ve sikkeler, tanrıça tacı, elinde haşhaş tutan tanrıça) yansıması şaşırtıcı değildir (Yanık, 2022, 33, 36-37).
Bundan başka M.Ö. sekizinci yüzyılda Helen şiirinin büyük şâirlerinden biri olan Hesiodos, muhtemelen haşhaş üretiminin çok olması sebebiyle “haşhaş şehri” ifadesini kullanarak afyun sözcüğünün ilk yazılı kaydını bırakmıştır. Ayrıca Yunan tanrıçası Demeter, haşhaş şehri ifadesinin anlam kazandığı Mekone kentindeki haşhaş meyvesini keşfetmiştir (Hesiodos, 2014, 535; Yanık, 2022, 37).
„M.Ö. 6. yüzyıldan M.S. 7. yüzyıla kadar Pers, Med ve Sasani İmparatorluğu’nun dini.“
Zerdüştiler MS 600 civarında Müslümanların Pers topraklarını ele geçirmesinden sonra İslamiyete geçmiş ve geriye az sayıda Zerdüşti kalmıştır.
Zerdüşt dininin yaratıcısı olan üç peygamberden bahsedilir; I. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 3000 yıllarında yaşayan Mahabat, II. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 2040 yıllarında yaşayan Haşeng (bunun İbrahim olduğu da söylenir), III. Zerdüşt ise MÖ 660 yaşayan Zerdüşt'ün kendisidir.
M.Ö. altıncı asırda yaşamış olan Zerdüşt’ün ortaya koyduğu öğretilere dayanan ilk dönem Mecûsîliğinde (Zerdüştîlik) bitkiler ile tedavi yapıldığına dair kayıtlar bulunmaktadır. Mecûsî kutsal kitabı Avesta’da
Almanya’nın önde gelen dinler tarihçisi Michael Stausberg, bu kitabıyla Zerdüştçülüğün tarihine ışık tutuyor ve hangi ülkede ne şekilde alımlandığını ve yayıldığını ele alıyor.
♻️Batı dünyasında daha çok Nietzsche’nin ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ adıyla tanınan Zerdüşt’ün kurduğu ve gerek İran’da gerekse de farklı ülkelerde günümüze dek varlığını sürdüren Zerdüştçülük, dinler tarihi literatüründe önemli bir yer edindi.
❗️“Eğer bıçakla, otlarla ve kutsal söz ile iyileştiren hekimler bir arada bulunsa ve hepsi de hastayı iyileştirmeye talip olurlarsa, kutsal söz ile iyileştirenin hekimliğin uygulasın. Çünkü kutsal söz ile iyileştiren bütün hekimlerin en iyisidir; iman edenlerin vücudundan hastalığı en iyi şekilde uzaklaştırır” (Avesta, 2012, 74) denilmiştir. Mecûsîlerin kutsal kitabında bitkisel tedavinin zikredilmiş olması, bilindiğinin ve uygulandığının da açık bir ifadesidir.
M.Ö. dördüncü yüzyıl ortalarında Karistoslu Diokles, haşhaşı öfkeye karşı yatıştırıcı etkisi sebebiyle tavsiye etmiştir (Dormandy, 1963, 47, 76). “Tıbbın babası” olarak adlandırılan Hipokrat (M.Ö. 460-377), haşhaşın olgunlaşmamış, olgun ve pişmiş formlarda tıbbi ilaçlarda kullanıldığını belirtmiştir. Ayrıca haşhaşın tohumlarının besin özelliğine sahip olduğunu belirtmiş, haşhaş suyunu uyutucu, uyuşturucu ve kanamayı durdurucu bir unsur olarak tanımlamıştır. Herakleides (M.Ö. 340), haşhaş bitkisinin bazı Yunan adalarında ötenazi yürütmenin bir yolu olarak kullanıldığını, özellikle kadınların doğal ölüme kadar kalan süreyi kısaltmak için haşhaş aldıklarını bildirmiştir (Poppy, 1999, 1).
M.Ö. 800’lü yıllardan M.S. 476’lı yıllara (Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasına) kadar yaklaşık on iki asır boyunca haşhaş bitkisi ve afyun “tanrıların armağanı” olarak görülmüştür (Dormandy, 1963, 17; Yanık, 2022, 38).
Romalılar haşhaşı güçlü bir uyku ve ölüm simgesi olarak görmüşlerdir. Uyku tanrısı Somnus, elinde bir demet haşhaş ve afyun boynuzu (çiftçilerin özsuyu toplamakta kullandığı kap) ile tasvir edilmiştir. Haşhaş, aynı zamanda Romalıların bereket tanrıçası Ceres’in gizemlerinden biri olarak görülmüştür. Ceres’in çok bilinen bir heykelinde elinde bir meşale ile haşhaşlar taşımaktadır.
Haşhaş zaman içinde çok şöhret kazanmış, İmparatorluğu son dönemlerinde sikkelerde kullanılmıştır. Romalılar için Haşhaştan üretilen afyunda sadece ağrı kesici ve dini amaçlarla kullanılan bir madde değil aynı zamanda suikastlerde kullanılan bir zehirleme aracı olmuştur. Hannibal’ın yüzüğündeki küçük bir bölmede bir miktar afyun bulundurduğu ve sonunda yaşamına yüzüğündeki bu afyun ile son verdiği ifade edilmiştir (Booth, 1996, 18).
Büyük Selçuklu Devleti zamanında haşhaş ve afyun kullanan tarikat görünümlü
Nizarî-İsmâilîler, bilhassa Hasan Sabbah’ın Alamut’u işgalinden sonra gizli bir örgüt yapısında hareket ederek teşkilatlanmışlar, önemli devlet adamları ve kumandanlara suikastler düzenleyerek cinayetler işlemişler, ülkede estirdikleri terör havası ile halkı tedirgin ve huzursuz etmişlerdir. Tarihteki dini inanç görünümlü terör örgütlerinden biri olarak da kayda geçen Haşîşîler, kullandıkları haşhaş bitkisi sebebiyle bu ismi almışlardır. (İbnü’l-Esîr, 2022, 214-220, 255, 272-275, 316-318, 421; M.Şerefeddin, 1928, 22; Arayancan, 2022, 80-92).
Afyunun İslâm öncesi devirlerde, Mezopotamya ve Anadolu’da öksürük ve ağrı giderici ilâç, İslâm sonrası ise daha çok ilâçların yapımında ve cerrahi operasyonlarda veya psikiyatrik tedavide uyuşturucu olarak kullanılmıştır. İran, Hindistan ve Mısır’da tarımsal üretimi yapılan ve kullanılan haşhaş, Anadolu’da Türklerin hâkimiyetinden sonra özellikle Karahisar şehri ve çevresinde yaygın olarak yetiştirilmiştir. Muhtemelen haşhaşın yaygın üretimi sebebiyle türevi olan afyun sözcüğü Karahisar adına eklenmiş ve şehrin isminin Afyonkarahisar halini almasında etkili olmuştur (Baktır, 1988, 442-443).
1.4. Anadolu’da Haşhaş Konulu Çalışmalar
Anadolu Türk uygarlığında bitkiler (XIII-XV. yüzyıllar) başlıklı doktora tezinde (Doğan, 2023, 369-370) yazar tespit ettiği altı yüz altmış altı bitki hakkında bilgi verirken haşhaş hakkında da iki sayfalık kısaca bilgi vermiştir. Bu tez başlığı ile uyumlu içeriğinde de görüldüğü üzere haşhaşa münhasır bir tez değildir.
“İslam sanatında haşhaş ve hint keneviri” (Yörükan, 1982, 463-484) başlıklı çalışmada Büyük Selçuklu, Türkiye Selçuklu ve Osmanlı devri çini, seramik, halı, mezar taşları ve minyatürlerinde haşhaş ve hint keneviri motifleri konu edinilmiş, Orta Çağ dönemi ile ilgili iki sayfalık bazı bilgilere kısaca yer verilmiştir. “Tarihsel süreçte haşhaş (papaver somniferum L.) ve afyon” (Taşlıgil - Güven, 2018, 163-196) başlıklı makale, haşhaşın Türkiye’deki durumunun ziraat coğrafyası odağında analizinin yapıldığı çalışmadan üretilmiştir.
Haşhaşın daha çok tarım ürünü özelliği ve ağırlıklı olarak İlk Çağ dönemi ile 16. yüzyıl sonrası üzerinde durulmuş, “Orta Çağ Anadolusunda kullanılan tıbbi bitkilerin X. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar tedarigi” (Salman, 2022, 291-319) başlıklı çalışmada haşhaştan afyun üretildiği ve Mısır’da yaygın olduğu ifade edilmekte, haşhaşın Anadolu’da kullanımı ile ilgili bilgi bulunmamaktadır.
“Haşhaş bitkisinin Anadolu kültüründeki yeri ve izleri” (Erol-Yanık, 2019, 202-212) başlıklı çalışmada ana kaynaklara değil araştırma eserlere dayanılarak, daha çok da Eski Çağ Anadolusu’nda haşhaş olmak üzere bir panorami sunulmuş ancak Orta Çağ Anadolusu’ndan bir sayfadan biraz fazla bahsedilmiştir.
“Divan şiirinde afyon ve esrar” (Erkal, 2007, 25- 60) başlıklı çalışmada afyon ve esrar ile alakalı bilgiler verildikten sonra uyuşturucu olarak afyun ve esrarın Osmanlı toplumundaki kullanımının Divan Şiirine yansımaları üzerinde durulmuştur. Osmanlı toplumunda ve edebiyatında afyon ve esrar başlıklı kitabın (Erkal, 2016) birinci bölümünde Anadolu’da afyun üretimi, kullanımı ve ticareti ile ilgili bilgiler verildikten sonra divan şâirlerinin konuya yaklaşımı, ifade şekli ile şiirlerin anlam dünyasında afyun ve esrar ile ilgili bilgiler verilmiştir. Eserin ana teması Osmanlı dönemidir. Haşhaştan Eroine Uyuşturucunun 6000 Yıllık Öyküsü başlıklı kitapta (Booth, 1996), haşhaşın üretimi, afyun elde edilmesi, tarihi süreci, edebiyatta ve ekonomideki kullanımı işlenmiş, ancak Orta Çağ dönemi ile ilgili üç sayfa gibi oldukça kısa ve az bilgi verilmiştir.
İbn Sînâ, İbn Battûta ve Mevlânâ’nın eserlerinden başka o çalışmalarda olmayan Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inden, Aksarayî’nin Müsâmeretü’l-Ahbâr’ından, Feridun b. Ahmed Sipehsälâr’ın Risâle’sinden, Ömerî’nin, Mesâlikü’l-Ebsâr’ından, Eflâkî’nin Âriflerin Menkıbeleri’nden, Taceddin es-Sübkî’nin Muîdü’n-niâm’ından, Bedreddin Zerkeşî’nin Zehrü’l-Arîş’inden, Kadı Burhâneddin’in Divan’ından, Bedreddin Aynî’nin İkdü’l-Cümân’ından, Mardânî’nin Kitabü’l-Müntehab, İbnü’s-Serrâc’ın Teşvîkü’l-Ervâh, İshak b. Murad (Geredeli İshak)’ın Edviye-i Müfrede, Hekim Beşir Çelebi’nin Mecmûatü’l-Fevâyid, Hacı (Celâleddin Hızır) Paşa’nın Müntehâb-ı Şifâ, İbn Şerîf’in Yâdigâr ve Kitâb-ı Ma’cûn gibi yazma eserlerden de yararlanılmıştır.
2. 11-14.Asırlarda Anadolu’da Haşhaş ve Afyun Kullanımı
Nitekim Anadolu’da Konya, Kayseri ve Sivas gibi Selçuklu şehirlerinde bîmâristan veya dârüşşifâ denilen hastahaneler ve tıp eğitimi yapılan medreseler inşâ edilmiştir (Ünver, 1940, 50; Kaya, 2006, 196-197). Ancak Selçuklu toplumunda bilimsel tıptan başka halk hekimliği uygulamaları da görülmektedir. Dönemin dinî, ilmî ve içtimaî hayatı ile ilgili bilgilerin yer aldığı eserlerde, halk hekimliği uygulamalarını açık ve net olarak görmek mümkündür. Hiç şüphesiz o dönemin bilimsel tıbbî tedavi uygulamalarında kullanılan bazı bitkilerden dârüşşifâlarda olduğu gibi halk hekimliği alanında da yararlanılmıştır. ❗️Örneğin, uzun süre devam eden ateşli hastalıklarda sarımsak veya bal; vücut ateşinin artması durumunda sirke ve bal karışımı; soğuk algınlıklarında sarımsak, bal ve yoğurt karışımı; kabızlıkta mahmude; ishal durumunda sarı helile; bağırsak rahatsızlıklarında tiryâk-ı farûkî, uykusuzlukta haşhaş sütü; göz zafiyetini gidermek için çiğ şalgam; hava değişikliğinden kaynaklanan durumlarda sulandırılmış şerbetler (Bayat, 2016, 264) kullanılması insanlara önerilmiştir.
Araştırmacı Dols, ünlü hekim ve filozof Ebubekir er-Râzî’nin (ö. 925)4, haşhaşı direk çekilerek veya sıvı ile karıştırılarak, uykusuzluk çeken hastalara içirilmesini tavsiye ettiğini, haşhaşın sakinleştirici özelliğinin kronik dengesizlikleri dizginlediğini ve iyileştirdiğini bildiren bilgiler verdiğini belirtmektedir (Dols, 2013, 88).
Meşhur tabip Ali b. Abbas el-Mecûsî (ö. 995)5, Kâmilü’s-Sınâati’t-Tıbbiyye (el- Kitâbü’l-Melekî) başlıklı eserinin yarısını nazariyata, yarısını ise pratik tıp bilgilerine ayırmıştır. Pratik tıp bilgileri verirken antik dönem tıbbında çoğunlukla baştan ayağa yapılan tedaviyi anlatırken, baş ağrılarından başlayarak kafatasındaki hastalıkları işlediği ikinci kısım beşinci bölümde; melankoli tedavisi sürecinde kan alındıktan sonra haşhaş pişirilmiş arpa veya haşhaşla yapılmış içeceklerle hastanın bakımının yapılmasını, üç saat sonra hastaya haşhaş-menekşe karışımı içecek, diyet uygulaması ve koklaması için bazı çiçekler verilmesini önermiştir (Dols, 2013, 96-97; Erdemir, 1989, 379-380).
Ölüm sebebi kanın yoğunlaşması dolayısıyla hareket edememesi bir yerden bir yere bir yere çekilememesi, ruhun soğuması ve solunum aygıtlarındaki kasılmalardır. Afyun’dan iki dirhem içen iki günde ölür. Özellikle şarap ile içelirse onun tesiri daha ağır olur. Ancak şarabın miktarı çok fazla olursa ve vücut sıcaksa, şarabın şiddetinden afyunun etkisi daha hızlı olur” (İbn Sînâ, 2014, 434-435).demiştir.
İbn Sînâ, afyunun fazla kullanımından kaynaklanan zararlarını gidermek için de tedavi olarak; ortak ilaçlardan kusturma esaslarına göre, önce yağ, su, tuz ve boraks verilmesini, daha sonra ballı sirke verilmesini, bundan sonra da ballı su içirilmesini, hatta güçlü boşaltıcılarla lavman yapılarak, ballı sirke ve pelin otu verilmesini önermiştir.Yine şarapla pelin otu hatta şeytantersi tiryakı veya has tarçının sirkeyle ve ballı sirkeyle verilebileceğini, ayrıca has kunduzhayasının, şarapla ve biber veya sedef otu ve tuzla verilebileceğini, aynı zamanda tatlı badem sirkeyle veya balla ve sarımsak ve ardıç ve de kına ile verilebileceğini söylemiştir. Tedavi için özel tiryak şurubu olarak da; şeytantersi, ardıç, kunduzhayası ve biberin her birinden eşit miktarlarda alınıp balla ve şerbetle macunu yapılması ve fındık miktarından ceviz miktarına kadar hastaya içirilmesini önermiştir. Ayrıca bir miskal şeytantersiyle onbeş dirhem güzel kokulu bitkilerden içilmesinin veya bir miktar eski şarap içilmesinin yada özellikle ince güzel kokulu bitkilerin sularının tarçınla da içilmesinin yararlı olacağını söylediği gibi tiryak olarak mitridatus da faydalı olur demiştir. Kükürtle veya benzerleri ile oluşan aksırmadan beyinde adeta fırtına meydana geleceğini, şüphesiz bu beyin sarsıntısının da afyunla oluşan zihin durgunluğuna iyi geleceğini zikretmiştir (İbn Sînâ, 2014, 435).
İbn Sînâ, afyun almış olan hastanın tedavisi yapılırken, saçını yolmak ve uyumasını engellemek gerektiğini belirtmiş, hastanın vücuduna kustus yağı, süsen yağı, kunduzhayası yağı ve misk gibi sıcak merhemler sürülmesinin de rahatlatacağını ifade etmiştir. Hastanın kaslarının sarsılması ve çok kaşınmaması için de, sıcak su dolu banyoya sokulmasını, ayrıca içyağı özellikle de ilik içeren çorbalar içirilmesini tavsiye etmiştir (İbn Sînâ, 2014, 435).
İbn Sînâ, afyunu, soğuk zehirli bitkisel ilaçlar içinde zikretmiş olmakla birlikte ağızda eriyen ilaçlar/pastiller hakkında bilgi verirken, haşhaş tabletinin içeriği ve faydası hakkında da bilgi vermiştir.
“Kanama, yoğun ağrı, öksürük, göğüs ağrısı ve kaburgalardaki ağrı, göğüs zarı iltihabı için yararlıdır” dediği haşhaş tabletinin içindeki malzemeleri belirtmiştir. 1.75 gram sapları olmaksızın kırmızı gül yaprağı, yedi gram buğday nişastası, yedi gram geven zamkı, yedi gram haşhaş tohumu, 1.75 gram bambu, 1.75 gram safran ve yedi gram meyan kökü özünden oluşan drogları zikretmiştir. Bütün bu drogların öğütülmesini ve dövülmesini, sonra da musallah şarabı ile karıştırılmasını ve kudret helvası ve zufa otu lapasıyla alınmasını (İbn Sînâ, 2014, 95) önermiştir. Bu bilgilerden başka uyku verici ve sakinleştiricidir, yüze sürülünce de uykusuzluğu giderir demiştir (İbn Sînâ, 2014, 608).
❗️Nûreddin Zengî tarafından 1154 yılında Dımaşk’da (Şam) yaptırılan Bîmâristanda görev yapan tabib Muhazzebeddin, mânia hastalığına yakalanmış bir akıl hastasını, içinde haşhaş olan arpa suyu içirerek tedavi etmiştir (İnce, 2018, 83).
Ahmet Yesevî (ö. 1166)6 de hikmetinde haşhaşı kullanmış, âlemler aşk yolunda gözüne haşhaş taneleri gibi görünmüştür.
“Allah Teâlâ âşıklara verdi aşkını,
Şükreden olup tutuşup yandım ben işte,
İki âlem gözlerime haşhaş tanesi,
Görünmedi yalnız Hakk’ı sevdim ben işte” (Ahmed Yesevî, 2017, 74) demiştir.
Ahmet Yesevî, haşhaşı, gıda veya tıbbî olarak değil, faydalı veya zararlı madde olarak değil ama teşbih olarak kullanmış, Allah aşkını bulanın gözünde Allah dışında her şeyin küçüldüğünü, koca âlemlerin bile küçük tohumlar halinde göründüğünü, Allah aşkının büyüklüğü ve güzelliği ile varlığın farklı bir boyut ve anlam kazandığını ifade etmiştir.
Mevlânâ da haşhaşın usaresini (öz suyunu / sütünü) çıkarıp aç karnına içmesini tavsiye etmiştir (Ferîdûn b. Ahmed-i Sipehsâlâr, 1977, 102; Eflâkî, 1973, 334, 403-404; Taneri, 1978, 83, 85; Uyumaz, 2013, 221). Eflâkî, Mevlânâ’nın haşhaşın hangi kısmının usaresinin yenilmesini tavsiye ettiğini belirtmediği eserinin bir yerinde o günden sonra Çelebi Celâleddin’in başındaki ağırlıktan hiçbir sorun kalmadığını ve başının hafiflediğini belirtmiş (Eflâkî, 1973, 403-404), eserinin başka bir yerinde de Çelebi Celâleddin’in tamamen uykusuz kaldığını, hatta uykusuzluğun şiddetinden dimağının bozulduğunu ve tekrar Mevlânâ’ya müracaat ettiğini belirtmiştir (Eflâkî, 1973, 334; Taneri, 1978, 83). Mevlânâ elini onun başına hafifçe ve belli noktalara sürmüş ve o, böylece bu hastalıktan da kurtulmuştur.
Bir gün bir sohbet meclisinde haşhaşın haram olup olmadığı konuşulmakta idi. Orada bulunanlardan Mevlânâ Şemseddin,
“bizim dostlarımız en âdi bir otcağızla bile neşeleniyorlar. O şeytanın hayalidir. Meleğin hayalinin bile bir değeri yok iken nerde kaldı ki şeytanın hayali olsun. Bizim dostlarımız temiz olan bu âlemden niçin helal zevk almasınlar da gidip insanları aptallaştıran haşhaştan zevk alsınlar”
dedi. Bu söz üzerine orada bulunanlardan biri:
“Kur’an-ı Kerim’de şarabın haram olduğuna dair âyet bulunduğu halde bu otcağızın haram olduğuna dair bir ayet bulunmamaktadır” dediğinde, Mevlânâ Şemseddin bu ifadeye cevaben: “Her âyetin inmesi için bir neden olmakta, ondan sonra âyet inmekte idi. Bu ot ise Hz. Peygamber hayatta iken kullanılmamaktaydı, yoksa içenlerin öldürülmesini emrederdi” diyerek cevap vermiş (Eflâkî, 1973, 89; Taneri, 1978, 63) haşhaş hakkında ayet bulunmamasını o zamanlar kullanılmamış olması ile açıklamıştır.
Mevlânâ (ö. 1273), haşhaşın zararlı olduğunu değişik vesilelerle dile getirmiş, aile efradını ve müridlerini haşhaş kullanmaktan men etmiştir. Her fırsatta haşhaş kullanmanın zararlarını anlatmıştır. Allah, bir avuç haşhaşa da insanı bir müddet kendini unutturacak bir özellik vermiştir (Mevlânâ, 2015, 567) sözüyle, haşhaşın aklı ve beyni uyuşturduğunu, insanı doğru düşünemez ve aklını kullanamaz hale getirdiğini belirtmiştir.
Hatta Mevlânâ, şeytanı haşhaşa benzetmiştir. Şeytan ile haşhaşın aynı özelliğe sahip olduğunu teşbih ile anlatmış, İblis’e hitap ederken; “sen haşhaş gibisin, hep uyutmaktasın, şarap gibisin, akıl ve bilgiyi insandan alıp götürmektesin” demiştir (Mevlânâ, 2015, 270). Şeytanın haşhaş ve şarap ile aynı işi yaptığını, haşhaşın insan üzerindeki etkisinin şeytanın etkisi gibi olduğunu vurgulamaktadır.
Mevlana genelde haşhaş’ın kötü etklerinden bahsetmekle birlikte hekimlerin cerrahi müdahalelerinde acıyı dindirmek için hastalara afyon verildiğine de işaret eder. Mevlenna’nın bu ifadesi ise cerrahi müdahale esnasında hastanın uyutulması için yapılan günümüzdeki narkoz uygulamasını akla getirmektedir (Özbek, 2001, 52).
Mevlânâ, haşhaş kullanmamayı önemli bir ahlaki değer olarak görmüş ve insani bir özellik olarak ifade etmektedir. Mevlânâ, kötü ahlak sahibi kimseler arasında afyun kullanan uyuturucu müptelalarını da saymaktadır (Özbek, 2001, s. 50). Nitekim bir defasında oğlu Sultan Veled ile ilgili konuşurken onun güzel ahlak sahibi olduğunun bir göstergesi olarak haşhaş kullanmamasını zikretmiştir. Mevlânâ, oğlu Sultan Veled’i Şems-i Tebrîzî’ye mürîd yaptığı zaman; “Bahaddin’im haşhaş yemez ve asla livata (homoseksüellik, eşcinsellik) yapmaz; çünkü bu iki şey, Yüce Allah tarafından çok kötülenmiştir” (Eflâkî, 1973, 89; Taneri, 1978, 64) demektedir. “Bu iki şey” ifadesiyle haşhaş kullanmayı, ahlaki bir çöküntü olan ve insanlık onurunu yok eden cinsî sapkınlık ile aynı noktada değerlendirmekte ve aynı kefeye koymaktadır.
❕Mevlânâ, Hz. Hud peygamberin sözünü dinlemeyenlere verilen cezayı anlatırken; “Hud (a.s) onlara; bu çizginin içinde sekiz gün sessiz kalıp dışarıdaki azabı seyredin” demişti. Gelen kasırga azabı insanları önce havaya savurmakta sonra taşlara çarpmakta, öyle ki bir kısmının etle kemiğini birbirinden ayırmakta, bir kısmını da havada birbirine vurmakta, kemikleri haşhaş gibi ufalanmakta idi diyerek (Mevlânâ, 2015, 943), azabın şiddetini haşhaş tohumları ile teşbih ederek anlatmaktadır.
Mevlânâ, haşhaştan bahsettiği gibi haşhaşın bir ürünü olan afyundan da bahsetmiştir. Tembellik yaparak çalışmayan bedavacı zihniyeti, afyun almış ve etkisinden kurtulamamış olarak ifade etmiştir. Bu hususu da örneklendirmiş, “bana zahmetsiz helal rızık ver” diyerek gece gündüz dua eden bir kişinin hikâyesi anlatılırken; “zahmetsiz ve ansız bir rızık dilerim, çünkü çaba adına, istemek dışında bir şeyim yok” diyerek sabah akşam, gece gündüz dua ederdi. İnsanlar onun dua esnasında ısrarla tekrarladığı dileğine gülerek, “bu aptal neler söylüyor böyle? Yoksa biri bu adama afyun mu verdi? Rızık kazanmanın yolu çalışmak çabalamaktır. Herkese bir istek ve meslek verilmiştir. Sebeplere müracaat ederek rızkınızı arayınız” buyurulmuştur (Mevlânâ, 2015, 357) diyerek, insanın ancak emeğinin karşılığını alabileceğini, ancak afyun yutmuş birinin, aklı ve mantığı işlemeyeceği için böyle bir talepte bulunabileceğini söylemektedir.
Mevlânâ, “düşmanların afyununu tadanların vay haline” sözüyle de düşmanın hile ve aldatmacalarını afyun gibi yutan kişilerin iflah olmasının mümkün olmadığını dile getirmiştir (Mevlânâ, 2015, 187). Düşmanın verdiği baldaki zehiri fark etmeyenlerin rahat etmeyeceğini belirtmiş, âdetâ “ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı” sözünü düşmanın afyunu ile izah etmiştir. Eserinin başka bir yerinde de “Sıkıntıyı katmerleştirip artırıyor, afyunu akla ilaç kılıyorsunuz” (Mevlânâ, 2015, 486) diyerek, yanlışın yanlış ile çözülemeyeceğini, iki yanlıştan bir doğru çıkmayacağını veciz olarak ifade etmektedir.
Mevlânâ, Mecnun’un Leyla’ya olan aşkını anlatılırken; “o aşk yüzünden bir başka çeşit afyun yutmadaydı” (Mevlânâ, 2015, 735) diyerek aşkın da afyun gibi aklı esir aldığını ve aklın düşünemez hale geldiğini ifade etmiştir. Başka bir vesile ile de “bil ki her arzu ve istek, şarap ve afyun gibi aklı perdelemekte kapatmaktadır, arzu ve istekler de aklı sarhoş etmektedir, sarhoşluk veren sadece şarap değildir. Çok arzu edilen her şey kalple bağlantılı olarak gözü kör, kulağı sağır etmektedir.
Mesela İblis şarap içmemekte idi ama o, kibir ve inadından sarhoştu” (Mevlânâ, 2015, 598) ifadeleriyle de kontrolsüz arzu ve isteklerin de afyun etkisi yapacağını ve insan hayatı için önemli bir sorun oluşturacağını belirtmektedir.
Muhammed b. el-Hatîb (İbnü’l-Hatîb), Kastamonu Emîri Muzafferüddin Yavlak Arslan’a (ö. 1292) ithaf ettiği Fustâtu’l-Adâle başlıklı eserinde; 13. yüzyılın ilk yarısında İran veya Irak üzerinden Anadolu’ya gelen Kalenderîlerin esrar çekip afyun içtiklerini, dinden uzak yaşam felsefelerinin de gençlerin ilgisini çektiğini belirtmektedir.
“Cavlakîler yani Kalenderîler yeryüzünün en aşağılık mahlûklarıdır. Çünkü bunlar köpeklerle birlikte düşüp kalkmakta, Allah’a kulluk yapacakları yerde günah ile meşgul olmakta, ibadet edenleri aşağılamakta, ibadet etmemekle övünmekte ve esrar çekip afyun içmektedirler. Umerâ ve ulemânın ilgisizliği ve hamiyetsizliği sebebiyle de gençler bunların tuzağına kolayca düşmektedirler” (Turan, 1953, 555-556, 560- 561; Ocak, 1992a, 61-85)
kaydıyla, Anadolu’da bazı heteredoks gruplara mensup insanlar arasında esrar ve afyun kullanımının yaygın ve gençlerin ilgisini çeken bir durum olduğunu ortaya koymaktadır.
Ahlatlı Şeyh Taceddin Münteceb de, Meragalı Şeyh Kadı Zahireddin Muhammed’in bir seyahatinde, Şehriruz’da bir köyün mescidinde akşam namazını kıldığını, bir müddet sonra on Cavlakînin gelerek mescidin kapısını sağlamca kapattıklarını, kendisini fark etmediklerini, bir şeyler yiyerek esrar çektiklerini, sonra semaa (raksa) başladıklarını, “dostlar aramızda yabancı yoktur” diyerek, dilin açıkça söyleyemeyeceği, kalemin ayrıntılı anlatamayacağı şeyler yaptıktan sonra uykuya daldıklarını, bu sürede kendisini fark ederlerse hayatı tehlikeye girer endişesiyle çok korktuğunu, kendisini azap içerisinde muhafaza ettiğini, onlar uyuyunca da sessizce çıkıp Musul’a doğru gittiğini, o akşam onlarda gördüklerini ve onlar hakkında dostlarından işittiklerini yazmak istese bir cilt yazı olacağını, onlara karşı mücadele edenlere yardım etmenin en faziletli gaza olduğunu anlattığını ve her vesile ile müridlerine, Cavlakîlere yanaşmamaları, onlarla konuşmamaları hatta selamlaşmamalarını; çünkü onların Allah’a ve ahirete inanmadıklarını ifade ettiğini belirtmektedir (Turan, 1953, 541).
İbnü’s-Serrâc, Teşvîkü’l-Ervâh’ında9 zikrettiğine göre âlimlerden Muhammed el-Buhârî, Şeyh Sarı Saltuk’u (ö. 1298) ve müridlerini haşhaş yemeleri sebebiyle tenkit etmekte idi. Şeyh Sarı Saltuk, bir miktar haşhaş ağzına alıp çiğnedikten sonra el-Buhârî’ye şeker niyetine yemesini önererek “biz bunu yiyoruz” demişti. Böylece el-Buhârî’nin şüphe ve tereddütü gitmiş ve Sarı Saltuk’a inanmıştır (İbnü’s-Serrâc, Sarıkaya vd., 2013, 86). Sarı Saltuk’un müridi olarak bilinen ve Moğol hanları tarafından çok sevilen Kalenderî şeyhlerinden Barak Baba (ö. 1307) da vecde gelebilmek için afyun kullanmıştır (Ocak, 1992, 61-62). Bu bilgiler Sarı Saltuk ve müridlerinin haşhaş kullanmakta bir sakınca görmediklerini ortaya koymaktadır.
Bektaşîler de haşhaş kullanmış, hatta haşhaşı öven eserler yazmışlardır. Son dönem Bektaşî babalarından Muhyiddin Abdal bir dörtlükte;
Muhyeddin haşhaşım Ehl-i vahdetim hoşum Tarikat fakrım oldu Anın içün traşım
ifadesiyle (Ergun, 1957, 153; Yörükan, 1982, 465) haşhaşın bazı Bektaşî meşreb insanlar tarafından da kullanıldığını dile getirmektedir.
Türkiye Selçuklu tarihi kaynaklarından Müsâmeretü’l-aḫbâr’ın müellifi Kerîmüddin Aksarayî (ö. 1333), haşhaşı uyuşturucu özelliği ile zikretmiştir.
Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı IV. Rükneddin Kılıç Arslan (1249-1254 / 1257-1266), Hülâgû Han’ın 1257 yılı sonrası Anadolu’da görevlendirdiği Moğol komutanlarından Nabşi Noyan’ı karşılamak için Kırşehir taraflarına gelmişti. Nabşi ile görüşmeden önce, Pervâne Muinüddin Süleyman ile Sultan IV. Kılıç Arslan arasında kötü bir tartışma yaşanmıştır. Pervâne’nin kendisine karşı takındığı tavır ve sözlerinden incinen IV. Kılıç Arslan; “ağabey (ici) sarhoş musun veya haşîş mi aldın?” (Aksarayî, 2000, 65) diye sormaktan kendini alamamıştır. Pervâne Muinüddin Süleyman’ın saygısızca ve haddini aşarak konuşmasını ancak sarhoşluktan veya haşhaş almış olmaktan kaynaklanmış olabileceğini düşünmüştür. Pervâne’nin ancak aklı başında olmaması sebebiyle kötü konuşacağını, yoksa böyle davranmayacağını düşünmektedir.
Âlim, edib ve devlet adamı İbn Fazlullah el-Ömerî (ö. 1349), bizzat gidip gördüğü veya birilerinin anlattığı bilgilere dayanarak kaleme aldığı, pek çok olayı ifade ettiği, kara ve denizler ile ülkeler ve milletleri ele aldığı İslâm ülkelerinin tarihi coğrafyasına dair Mesâlikü’l-ebsâr fî memâliki’l-emsâr başlıklı eserinde, haşhaşın hastaları iyileştirmek amacıyla kullanıldığını ve sıkılarak afyun yapıldığını belirtmektedir (el- Ömerî, 1986, 129; Güler, 2017, 147).
Meşhur seyyah İbn Battûta (ö. 1369), Anadolu gezisinin sonlarında geldiği Sinop şehrinde, haşhaş yiyenler gördüğünü ve bu durumun olağan görülüp doğal karşılandığını, kimse tarafından yadırganmadığını eserinde şöylece zikretmiştir; Pervâne oğlu Gazi Çelebi’nin (1300-1322),
“uzun süre su altında kalabilen çok iyi bir yüzücü, aynı zamanda üstün niteliklere sahip bir komutan ve idareci imiş. Ama haşhaşa karşı zaafı olduğu ve çok fazla kullandığı bilinmekteymiş. Hatta fazla esrar kullanması sebebiyle öldüğünü söyleyenler de varmış. Yine anlatıldığına göre bir gün bu ‘mereti’ fazla almış ve ava çıkıp bir ceylanın peşine düşmüş. Hayvan sık ağaçlıklı bir yere girince arkasından hızla dalmış arkasından... Başını bir ağaca çarpmış ve vefat etmiş. Bu olay sonrası Candaroğlu Süleyman, Sinop’u ele geçirmiş, şehrin yönetimini vali statüsüyle Gazi Çelebi’nin oğlu İbrahim’e bırakmıştır. İbrahim Bey’in de babası gibi esrar kullandığı söylenilmekteymiş”.
İbn Battûta’nın verdiği bu bilgilerden Pervâneoğullarının son beyi Gazi Çelebi’nin ve oğlu İbrahim’in haşhaş kullandıkları anlaşılmaktadır. Hâkimiyet alanı Sinop ve çevresi ile sınırlı olan Gazi Çelebi’nin haşhaştan üretilen afyunu fazla kullanması ölümüne sebep olmuştur. Oğlu İbrahim de afyun kullanmıştır. Bu bilgi sonrası İbn Battûta, “hakikaten bütün Anadolu halkı haşhaş ve afyun kullanmakta hiçbir sakınca görmemektedir” sözüyle bir genelleme yapmaktadır. Daha sonra da görüp şahit olduğu bir olayı şöylece ifade etmektedir;
“Ben bir gün Sinop Camii’nin önünden geçerken, ordaki sedirlerde oturan insanların arasında komutanların da olduğunu gördüm. Hizmetkâr, kınaya benzeyen bir maddeyle içi dolu bir kabı önlerinde dolaştırıp durmakta idi; Orada bulunan komutanlar da bu kabın içindekinden kaşık kaşık yemekte idi. Yedikleri şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Yanımda bulunanlara sordum, onlardan biri haşiş olduğunu söyledi” (İbn Battûta, 2016, 443).
İbn Battûta’nın bu sözleri, 14. yüzyılın ilk çeyreğinde Sinop civarında haşhaş kullanımının ayıplanmayan olağan bir durum olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır ve bu durum Anadolu’nun bazı yörelerinde haşhaşın günlük hayatta kullanıldığını ve normal karşılandığını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak İbn Battûta’nın belirttiği, “bütün Anadolu ahalisi bu maddeyi kullanmakta hiçbir sakınca görmemektedir” şeklindeki genellemesi doğru bir yaklaşım olmasa gerektir. İbn Battûta’nın bir şehirde gördüğü “yerel bir alışkanlık” olarak ifade edilebilecek bir durumu bütün Anadolu’ya teşmil etmektedir ki bu hatalı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
İbnü’s-Sübkî diye tanınan Taceddin es-Sübkî (ö. 1370), Kahire ve Dımaşk medreselerinde dersler vermiş, Emîr Alâeddin Ali b. Ali el-Mardînî’nin özel kâtipliği görevinde bulunmuştur. 14. yüzyılın ikinci yarısında hangâh ve zâviyelere gelen insanların pek çoğunun sahtekârlık, haşhaş kullanmak ve maddi menfaat için hangâh ve zâviyelerde kaldıklarını, bu sebeple işe yaramaz miskinler topluluğunun bu mekânlardan kovulması gerektiğini belirtmiştir. Valinin görevlerinden biri olarak da şarap ve haşhaş gibi yasaklanan yiyecek ve içeceklerin tüketilmesini önlemek için kullananların peşine düşmek olduğu zikredilmektedir (es-Sübkî Taceddin, 1908, 171- 180; a.mlf. 1986, 173-184; a.mlf. 2019, 84).
Âlim, fakih Bedreddin ez-Zerkeşî (ö. 1392) esrar kullanımının fıkhî hükmünü ele aldığı Zehrü’l-Arîş fî Tahrîmi’l-Haşîş başlıklı risâlesinde; esrar isimlerini, İslâm âleminde ortaya çıkışını, akıl ve beden sağlığı ile ahlâk ve sosyal yaşam üzerindeki olumsuz etkilerini anlatmıştır. Bedreddin ez-Zerkeşî bu eserinde, haşhaşı bütün hastalıkların anası olarak belirtmiş ve haşhaşın zararlarıyla ilgili olarak; “aklı viran eder, vücudu uyuşturur, melekeleri azaltır, meniyi kurutur, üreme yeteneğini kesintiye uğratır, hastalıklara yol açar, baras (vitiligo) bulaştırır, ağız kokusu yapar, dişleri çürütür, kaşları döker, kanı yakar, bağırsaklara zarar verir, nefes darlığına sebep olur” demiştir (ez-Zerkeşî, 1987, 13, 27; Dols, 2013, 143-144).
Âlim, şâir ve kendi adıyla kurulan devletin başkanı Kadı Burhâneddin (ö. 1398), kaleme aldığı Divan’ında haşhaşı teşbih için kullanmaktadır.
Bir noktada koyan otuz iki dürr-i hoş-âb
Bin genci nihân eyleye haşhaşa gerekdir (Kadı Burhâneddin, 1980, 564/7).
Otuziki iyi inciyi bir arada tutmak, binlerce defineyi saklamak, haşhaşa mahsus bir özelliktir ifadesiyle, içindeki binlerce belki de milyonlarca haşhaş tanesi ile inci taneleri, hazinenin gizlenmesi ve saklanması ve görünmezliğini sağlayan kapsülü ile de edebi sanatlardan teşbih yapılmıştır. Haşhaş kapsülü binlerce tohumu içinde saklayan incilerden oluşan hazinenin sırların koruyucusu olarak ifade edilmektedir.
Pâlûde kıldı kirpüğüm ‘inebîden gözyaşını
Ben varlığımla şimdi uş helvaya haşhaş olmuşam (Kadı Burhâneddin, 1980, 757/4) beytiyle de haşhaşın gıda maddesi ve lezzet verici olarak helvaya katılabildiğini telmihen hatırlatma yapmaktadır. Kendisini topluma hizmete adadığını, insanlar arasına karışarak halktan biri gibi yaşamak gerektiğini, kişinin benliğinden ve egosundan uzaklaşarak, helvaya katılan haşhaş gibi olması gerektiğini belirtmektedir. Kişi duygu ve düşüncelerini toplumu oluşturan insanlarla aynılaştırdığı takdirde kendi öz benliğinden sıyrılarak diğer fertlere katkı sağlayacağı gibi kendisi de birlik ve beraberlik tadını almaktadır. Helva yapımına dahil olarak tadını ve lezzetini bırakan haşhaş gibi olmak için kendi benliğinden sıyrılmak ve aklının yanlışlarından kurtulmak gerektiğini belirtilmektedir.
Tarihçi, muhaddis ve edib Bedreddin el-Aynî (ö. 1451) İkdü’l-Cümân başlıklı eserinde10 Karamanoğlu II. Mehmet Bey’in (1402-1423) ölümünden bir müddet önce “ma’cûn-ı müteferriha” denilen bir macun kullandığını ifade etmektedir (el-Aynî, 19ab). Devellioğlu, ma’cûnun anlamlarından birinin uyuşturucu maddelerden süzme afyun, müteferrihin ise ferahlanan anlamında Arapça sıfat olduğunu (Devellioğlu, 2011, 643, 897) belirtmiştir. Bu durumda “ma’cûn-ı müteferriha” ile kastedilen muhtemelen haşhaştan yapılmış geçici ferahlık hissi veren afyun olsa gerektir.
XIV. yüzyılda yaşamış hekim İshak b. Murad (Geredeli İshak) da (ö. 14. yüzyıl sonu 15. yüzyıl başı), kendinden önce yaşamış olan pek çok hekimin eserlerinden yararlanarak derlediği bilgilere kendi tecrübelerini de ekleyerek Edviye-i Müfrede başlıklı11 bir eser kaleme almıştır.
Eserinde haşhaşı, İbn Sînâ gibi soğuk bitkisel ilaç olarak zikretmiştir. İbn Sînâ, haşhaşın daha çok zararları üzerinde dururken ve zararlarını gidermek için yapılması gerekenleri anlatırken İshak b. Murad; “Haşhaş soğuktur, yaştır, öksürüğe faydalıdır, dimağdan inen balgamları giderir biraz bal katılıp iki dirhem yenilirse fayda ider, beş dirheme değin meni arttırır ve kabı (kabuğu) karnı bağlar geri açar ve tohumu uyku getirir ve çok yiyecek öykeni harab eder ıslahı sakızladur” (İshak b. Murad, 16a; Aydeniz, 2008, 63-64) diyerek haşhaşın hangi rahatsızlıklar için nasıl kullanılması gerektiğini açıklamaktadır.
Haşhaş ile ilgili olarak Aydınoğlu İsa Bey’in teşvikiyle tıp ilmiyle uğraşan tabib, âlim ve müfessir (Akpınar, 1996, 14/ 492-493) Hacı (Celâleddin Hızır) Paşa da (ö. 1424 [?]),Müntehâb-ı Şifâ başlıklı eserinde12 “Haşhaş ikinci derecede soğuktur öksürüğe ve nezleye müfiddür, uyku getirir ve dimağdan gelen balgamları keser, iki dirhem bala katıp yenilirse fayda eder, bes dirheme değin ol meniyi arttırur, haşhaşun kabı (kabuğu) karnı bağlar, gerü açar, çok yenilirse öykeni harap eder, ıslahı sakızladur” (Hacı Paşa, 22b; Önler, 1981, 75) diyerek haşhaşla ilgili olarak İshak b. Murad’ın (Geredeli İshak) verdiği bilgilere benzer bilgiler vermiştir.
Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî (ö. 15. yüzyıl başı) de, Türkçe tıp kitabında haşhaş ile ilgili olarak, “soğuk, kuru özelliktedir, bazılarına göre soğukluğu çok, kuruluğu azdır, bu sebeple uyutucudur” demektedir (el-Mardânî, 2005, 457).
❗️İshak b. Murad, öksürüğe yarayan otları (bitkileri) ve hayvansal ürünleri belirtirken; ebem gömeci, atsütü, isfinah, oğlanaşı, bademyağı, burçak, menekşe, turp, şırugan, sığırdili, kabak, katran, kavak yemişi, kelem, kesire, marul ile birlikte haşhaşı da zikretmiştir (İshak b. Murad, 44b; Aydeniz, 2008, 131).
Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî de, öksürük hakkında bilgi verilirken, öksürüğün rutubetten veya yübusetten (kuruluktan) olduğu, yübusetten meydana gelen öksürükte susama olmayacağı, hastanın soğuk rüzgârı içine çekerek rahatlayacağı, bu hastalığının tedavisinin; haşhaş şarabı, unnab, sebistan, benefşe ve badem yağı eklenmiş arpa suyu kullanmak olduğunu, haşhaşın soğuktan olan öksürüğü de sakinleştirdiğini zikretmiştir (el- Mardânî, 2005, 414, 457).
❗️Hacı (Celâleddin Hızır) Paşa da, haşhaş “göğüse ve öykene müfiddür, öksürüğü giderur” dedikten sonra “öksürük ile ishal cem olsa, şarab-ı asel, şarab-ı rumman ve şarab-ı haşhaşdan yegrek yoktur” diyerek (Hacı Paşa, 22b, 69b; Önler, 1981, 75, 178) kişide öksürük ile birlikte ishal de varsa, bal suyu, nar suyu ve haşhaş suyundan daha üstün başka bir ilaç yoktur demektedir.
Kitâb-ı Ma’cûn başlıklı müellifi bilinmeyen yazma risalede13 de haşhaşın öksürüğe faydalı olduğunun çok tecrübe edildiği belirtilmiştir. “Şurb-ı haşhaş, öksürüğe ziyade mücerrebdir. Haşhaş kabı (kabuğu) on beş dirhem, haşhaş tohumı on dirhem, bunları çömlekte kaynatasın daha sonra suyunu süzerek saf idesin sonra da yüz otuz dirhem pekmez veya bal ekleyeyip bu suyla şerbet idesin, kaynadasın, kaynıyorken yumurta katasın, bir tarafa koyasın çok iyi şarab olur” denilerek öksürük için haşhaşın diğer başka maddelerle birleştirilerek kullanılması tavsiye edilmekteddir (Kitâb-ı Ma’cûn, 131b; Aytaç, 2019, 306-307).
İshak b. Murad, haşhaşın faydalarını belirtirken şunları zikretmiş; kulunç ağrısın giderir ve üç dirhemi kulunç şişmişse veya hayz bağlanmışsa açar, haşhaşla başı yıkasalar saç sakalı arıtır ve güçlendirir ve dökülmekten korur. Haşhaşı şişlere yaku itseler dağıtır ve sinir ağrıların yatıştırır ki kaz ve ördek yağı ile sürseler ve ol yumuşatıcı ve pişirici ve dağıtıcıdır, anın tohumu ve dibi yaprağından daha üstündür ve ol eklemleri hoş eder” diyerek haşhaşın pek çok faydasını dile getirmiştir (İshak b. Murad, 16a; Aydeniz, 2008, 63-64).
❕Bundan başka İshak b. Murad, cima (cinsel ilişki) arzusunu getiren nesneleri; “anison, besbase, baldırıkara, bal, hardal, hurma, dar-ı fulful, demirdikeni, tilkitaşağı, zaferan, zencefil, zeytin, sarımsak, soğan, simsim, fıstık şeftali, şalgam ve tohumu” olarak belirtirken haşhaşı da listeye dahil etmiştir (İshak b. Murad, 45b; Aydeniz, 2008, 134).
İshak b. Murad, uykusuzluk illeti yaşayan kişinin idrarı kızıl ve nabzı tez ise ilacı odur ki; menekşe yağını, kabak yağını ve haşhaş yağını hastanın başına dürteler avrat sütü ile ve matbuh yedireler” ifadeleriyle haşhaş yağının uykusuzluğun tedavisi için kullanıldığını zikretmiştir (İshak b. Murad, 48b; Aydeniz, 2008, 140).
Yine İshak b. Murad, nezle illetini anlatırken, “rutubet boşalmasından olduğunu, burundan akan su tiz ve duru ise kişinin yüzü ve gözü kızarırsa bunun ilacı kan aldırmak ve hacamat ettirmek ve şarab-ı haşhaş, ya şarap-ı benefşe ve şarab-ı limon içirmek gerektir, üç günden sonra hamama girmektir” diyerek haşhaş şarabının nezle tedavisinde kullanıldığını ifade etmiştir (İshak b. Murad, 50a; Aydeniz, 2008, 143).
Hacı (Celâleddin Hızır) Paşa da, “şarab- haşhaş ıssı göğüse ve göğüste nezleden hâsıl olan zahmete fayda eder” demiştir (Hacı Paşa, 72a; Önler, 1981, 183). Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî de, “haşhaş baştan inen nezleye çok faydalıdır” kaydıyla diğer müelliflein zikrettiklerini teyit etmiştir (el-Mardânî, 2005, 457).
Hekim Beşir Çelebi (ö. 1451 sonrası) Mecmûatü’l-Fevâyid adlı eserinde14 haşhaşı pek çok hastalık için hazırlanan macunlar içinde şifa vesilesi bitkilerden biri ve keyif otu olarak zikretmiştir. Haşhaşın sütünün, kabuğunun, tanelerinin, şurubunun, yağının veya merheminin kullanılmasını önermiştir. Hekim Beşir Çelebi tarafından Mecmûatü’l-Fevâyid de; göze sürme çekmek, göz çapağı, baş ağrısı, uykusuzluğu gidermek, nezle, kulak ağrısı, burun kanaması, öksürük, verem, hıçkırık, nikris, sedef, siyatik, mafsal ağrıları, karıncalanma, bel ağrısı, soğuktan kaynaklı sancı, makat ağrısı ve şişliği, ishal ve kabızlık için (Hekim Beşir Çelebi, 5b, 6a, 9ab, 12a, 14b, 15b, 16ab, 17b, 19b, 22ab, 23a, 25b, 31a, 32a, 44a, 50a, 52b, 62a, 71b, 87b, 90a, 93b, 94a, 96b, 97ab, 99b, 100ab, 106b; Özdemir, 2018, 75-220) haşhaşın diğer başka bitkilerle birlikte macun, hap, şurup veya yağ şeklinde kullanılması önermektedir.
Hekim Beşir Çelebi, haşhaşın özelliğini ve diğer başka özelliklerini de şöylece belirtmiştir. Haşhaş soğuk ve kurudur, öksürüğü sakin eder ve uyku getirir ve dahi dimağdan inen balgamı arıtur ve erlik suyun artırır ve nezleyi bağlar (Hekim Beşir Çelebi, 78b; Özdemir, 2018, 183).
“Haşhaş şurubu öksürüğe ve zatül cenb ve göğüs hastalığına ve uykusuzluğa fayda eder. Bunun için haşhaşı kabuğu ile kaynadalar havanda döveler ve dahi süzeler, şeker katalar kıvama getireler, hastaya vireler nafi ola” (Hekim Beşir Çelebi, 90a; Özdemir, 2018, 197-198) demektedir.
Ayrıca haşhaş suyu göz ağrısına ve siroz kaynaklı nefes darlığına ve karın sancısına faydalıdır (Hekim Beşir Çelebi, 91b; Özdemir, 2018, 199) ifadesini kullanmaktadır.
❗️Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî, “böbrek ağrısı olan hasta kan işerse semizotu suyundan başka kil-i ermeni, kardeşkanı, günlük, haşhaş ve semizotu tohumu içirilmesi” gerektiğini zikretmiştir (el-Mardânî, 2005, 429).
Hacı (Celâleddin Hızır) Paşa da, “nohutu çok yemek böbrekte taş eyler, ıslahı haşhaş iledir” demiş, eserinin başka bir yerinde de, “eğer böbrekte şiş olsa ve sıtma dahi tutsa ol taraftan ki ağrır, baselik damarından kan alalar ve şınhıyar tohumu suyu ve kabak çekirdeği suyu ve kavun çekirdeği suyu ve haşhaş lüâbını bal cülabıyla vereler içe” ifadesiyle (Hacı Paşa 21b, 111b; Önler, 1981, 73-74, 269) böbrek hastalığının tedavisinde haşhaşın önemli bir etken olduğunu belirtmektedir.
Hacı (Celâleddin Hızır) Paşa, ishalin tedavisi için de, “evvel taze gül suyu içireler ve hatmi kabıyle (kabuğuyla) haşhaş kabın (kabuğun) kaynatıp suyun dağlayıp soğutup içireler ki eğer kan dahi giderse sandal şarabı ve lisanül hamel şarabı ve encübar şarabı katıp vereler, bununla olmazsa geri kalan kabız nesnelerden vereler ki soğuk ola, cülnar, mazu, sumak, gül, tebeşir, gil-i ermeni ve kavrulmuş katuna tohumu ve lisan-ül hamel ve haşhaş kabı (kabuğu) ve tohm-ı sandal ve döğülmüş habbül rumman ve ayva ve kadıntuzluğu ve elma ve armut ve turunç ve kuzukulağı tohumu ve yemiş-i mersin ve kafurdur” diyerek (Hacı Paşa, 96a; Önler, 1981, 232) ishalin tedavisini çok çeşitli olarak ele almış ve epeyce detaylı bilgi vermiş, hastalığın seyrine göre haşhaşın iki farklı şekilde kullanılmasını tavsiye etmiştir.
Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî, “boğma (havânik) boğuz döşünün şişmesi durumunda” tedavisinin hastanın “yiyeceğinin arpa suyu veya haşhaş sütüyle pişmiş mercimek müzevveresi olduğu” zikretmiş (el-Mardânî, 2005, 413) boğma hastalığının tedavisinde haşhaş kullanıldığını belirtmiştir.
Yine Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî, zâtü’l-cenbi (karaciğer üstündeki zarda/diyafragma veya bu zar içindeki kaslarda oluşan) hastalığının tedavisini anlatırken, “gıda olarak haşhaş ile karışmış arpa suyu” önermiştir (el-Mardânî, 2005, 416).
Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî, “niki (zahîr) hastalığı soğuktan değil de hararetten kaynaklanıyorsa ilacının haşhaş kabuğu, hatmi ve gül tohumunun birlikte kaynatılarak kullanılması” olduğunu ifade etmiştir (el-Mardânî, 2005, 422).
Yine Abdülvehhab b. Yusuf el-Mardânî, “mâlihulyâlı (hılt-ı mavdâvî / yaşam isteğinin azalması, her şeye ilgisizlik, keder içinde olma) kişilerin kederli ve korkak olduklarını, ölmekten korktuklarını” ifade ettikten sonra, “kanın veya safranın yanmasından kaynaklanan mâlihulyânın tedavisinde benefşe yağı, kabak yağı ve haşhaş yağı beraber ya ayrı ayrı anne sütüyle karıştırıp başa bol bol dökülmesi gerektiğini” belirtmiştir (el-Mardânî, 2005, 402-403). Haşhaş kabuğu ve haşhaş yağının başka hastalıklarda olduğu gibi bu iki hastalığın tedavisinde de kullanıldığını ifade etmektedir.
⚠️ yaşlılığına kadar tıp ilmi ile uğraşan İbn Şerîf (ö. 14. yüzyıl sonu), sağlığın korunması, hastalıkların sebepleri ve tedavi edilmesi konusunda derlediği ve tecrübe ettiği bilgileri kısa ve öz olarak anlattığı Yâdigâr adlı eserinde haşhaşın Anadolu’da pek çok rahatsızlıklarda; uykusuzluk, göz, kulak ve diş ağrılarından başka kulunç, nezle, öksürük, hemoroid, bağırsak ve mesane iltihabı, ishal, kadın hastalıkları, eklem ağrıları, menenjit ve dolama hastalıklarının tedavisi için (İbn Şerîf, 2017, 81, 131, 134, 147, 158, 181, 211, 217, 234, 239, 243, 258, 278, 283, 308) kullanıldığını belirtmektedir.‼️
Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 1430) tarafından kurulan Bayramiyye (Bayramî) tarîkatının Aksaray’daki temsilcisi Yusuf Hakîkî Baba’nın Divan’ında bir beyitte;
“Bu din yolında vir baş ger başın ola haşhaş
Döndürme yüz karındaş merdâne kıl şecâ‘at” (Gümüş, 2016, 619)
İnanılan dinin yaşanması ve yaşatılması için eğer kişinin haşhaş taneleri kadar başı olsa gerektiğinde feda etmekten çekinmemesi gerektiği ifade edilirken haşhaş kapsülü içindeki milyonlarca taneye vurgu yapılmıştır. Sonra da kardeş olanların birbirinden yüz çevirmemesi, birbirine sırt dönmemesi ve din yolunda mert olan insana yakışır şekilde yiğitçe hareket etmesi gerektiği beliertilmiştir. Din söz konusu olduğunda kardeşler arasındaki her türlü sorunun sonlandırılması ve her bir ferdin kapsüldeki haşhaş tohumları adedinde başını vermekten geri durmaması tavsiye edilmiştir.
Haşhaş, sadece insanlardaki hastalıkların tedavisinde değil, hayvanlarda oluşan göz hastalıklarının tedavisinde de kullanılmaktadır. Yağ içerisinde ezilen haşhaş yaprakları, yük hayvanlarının gözlerinde oluşan beyaz benek hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır (Pliny, 1938, 20, 76).
Selçuklu yapılarında; çini, seramik, bitki motifleri, insan ve hayvan figürleri görülmektedir. Türkiye Selçukluları haşhaşı, saraylarda ve halka hizmet veren mekânların iç ve dış kısımlarındaki bezemelerde ve mimari süslemelerde motif olarak kullanmıştır.
Saraylara ait seramiklerde, çini, halı, kilim desenlerinde, minyatürlerde ve mezar taşlarında Anadolu insanının haşhaşa verdiği önemi gösteren örnekler bulmak mümkündür (Erol-Yanık, 2019, 202, 211).
Özellikle dinî ve sivil yapılarda tamamlayıcı unsur olarak kullanılan hayat ağacı motifinde haşhaş ve nar gibi bitkiler ile aslan ve kuş figürleri ejder ile birlikte kompozisyonlarda yer almaktadır. Beyşehir Gölü kıyısında Anamas Dağı eteklerinde inşa olunan Kubad Abad Sarayı çinilerinde bulunan figürlü hayat ağacı motiflerinden bazılarında haşhaş, başka bitkilerle birlikte bezemelerin arasında motif olarak karşımıza çıkmaktadır (Kırtay, 2023, 133, 135, 142).
♻️ Haşhaş bitkisi kullanılarak elde edilen bu ezme hamur işleri ile muhteşem bir uyum göstermektedir. Hamur işlerine son derece bol bir şekilde sürülür ve hamurun her kısmını kaplamayı başarmaktadır. Genellikle çörek yapılırken haşhaş ezmesine ceviz eşlik etmektedir. Haşhaşlı ve cevizli çörekler lezzet olarak çok üst seviyede ürünler olacaktır.






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️