Dr.Rudolph Virchow: Alman şairi Heinrich Heine’nin ‘Silezyalı Dokumacıların Türküsü’

 

⚠️ilk hücrenin en az üç aşamadan geçtikten sonra ortaya çıktığı tahmin edilmektedir.

❗️Redi’nin deneyi , “yaşamın yine yaşamdan çıktığı”


  

Hücrenin Tarihsel Gelişimi 

  

Çok hücreli canlılar, bizler gibi milyonlarca hücrenin bir araya gelmesiyle oluşur.
 Tek hücreli canlılar ise tek bir hücreden oluşabilir. Örneğin; tek hücreli algler, tek hücreli mantarlar ve bakteriler bu canlılara örnektir. 

1. Zacharias Janssen (Zakaryas Yansen) (1590) 

İlk mikroskobu yaptı.

Mikroskop
Hücre çıplak gözle görülemez. Hücrenin görülmesi mikroskobun icadıyla mümkün olmuştur.
Gözle görülemeyen yapıları mercekler yardımıyla büyüterek görülmesini sağlayan araçlara mikroskopdenir.
Mikroskop üzerindeki merceklerle 40 kat, 100 kat gibi değerlerde büyütebilir.

2. Robert Hooke (Rabırt Huk) (1665)

Işık mikroskobuyla şişe mantarı incelemiş ve ilk hücreyi gözlemlemiştir.
Şişe mantarının ölü hücre duvarını gözlemleyerek, içi boş odacıklara hücre adını vermiştir.

Robert Hooke'un çizimi.
 

3. Antonie Van Leeuwenhoek (Lövenhuk) (1674)

İlk tek hücreli canlıyı mikroskopla görüntüledi.
Durgun su içindeki tek hücreli canlıları gözlemlemiştir.
İlk kez canlı hücreyi gözlemlemiştir.



4. Robert Brown (Bravn) (1833)
Orkide bitkisinde hücre çekirdeğini gözlemledi.


5. Theodor Schwann (1837)
Tüm hayvanların hücrelerden olduğunu keşfetti.


6. Matthias Schleiden (1838)
Tüm bitkilerin hücrelerden oluştuğunu keşfetti.

Not: Theodor Schwann ve Matthias Schleiden ilk hücre teorisini ortaya atmışlardır.


7. Albrecht von Roelliker (1840)
Sperm ve yumurtayı gözlemledi.



8. Rudolph Virchow (1855)
Rudolph Virchow modern hücre teorisini açıkladı.

Hücre Teorisi
  • Bütün canlılar hücrelerden oluşur.
  • Hücre canlıların en küçük yapı birimidir.
  • Tüm hücreler var olan bir hücrenin bölünmesiyle meydana gelir.
  • Hücreler kalıtsal bilgilerini, hücre bölünmesiyle diğer hücrelere aktarır.

  • •Virchow’un bildirisi Lâtince “omnis cellula a cellula” olarak söylenir ve her hücrenin başka bir hücreden geldiği anlamındadır.  


9. Kolliker (1857)
Mitokondriyi gözlemledi.



10. Walther Flemming (1879)
Hücre bölünmesini görüntüledi.



11. Ernst Abbe (Ernst Abbe) ve Carl Zeiss (Karl Zayıs) (1886)
İlk modern mikroskobu yaptılar.



12. Camillo Golgi (1898)
Golgi aygıtını buldu.



13. Ernst Ruska ve Max Knoll (1931)
Elektron mikroskobunu buldu.
Bu sayede hücre daha ayrıntılı incelenmiştir.



14. James Watson ve Francis Crick (1953)
DNA'nın yapısını keşfettiler.


15. Dolly (1996)
İlk kopya koyun (Klon) üretildi.



16. Aziz Sancar (2015)
Hasarlı DNA'nın nasıl onarıldığını açıkladı.


🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬



  

Yoksulların Hekimi Olmak-Arif Mostarlı

(yeni yaşam gazetesi)

Ta ne zaman önceydi, büyük Alman şairi Heinrich Heine’nin ‘Silezyalı Dokumacıların Türküsü’ şiirini okuduğumda, derin yoksulluk içindeki uçurum insanları gözümde bir resim gibi canlanmıştı: “Yuf o tanrıya, tapındığımız tanrıya / soğuk kış gecelerinde biz, aç çıplak / yalvardık yakardık, umutlandık, bekledik boşuna / komadı bizi insan yerine, aldattı bizi, alay etti acımızla / Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!”

Ama Silezya denildiğinde, sadece dokumacılar gelmez akla. Yukarı Silezya’nın madenleri de vardır ve 19. yüzyılın Silezya madencileri denildiğinde de, tıp dünyasında ‘Patolojinin Babası’ olarak bilinen Rudolf Carl Virchow’u anmamak imkânsızdır. Hani şu, “Tıp sosyal bir bilimdir ve politika geniş ölçekte uygulanan tıptan başka bir şey değildir” şeklindeki harika belirlemenin sahibi olan hekim…

Genç bir hekimin maceraları

Eski Prusya İmparatorluğu’nun doğu bölgesindeki Schievelbein kentinde dünyaya gelen Rudolf Carl Virchow, ilköğretimden itibaren başarılı bir öğrenciydi. Daha sonra Berlin Üniversitesi’nin bir parçası olan Friedrich-Wilhelm Enstitüsü’nde okudu. 1843’te mezun olduktan sonra ise patolog olan Robert Froriep ile mikroskobinin temelleri, hastalıkların nedenleri ve tedavisi ile ilgili teorileri öğrendiği Berlin’deki Alman eğitim hastanesinde stajyer oldu. Ama onu belki de “gerçekten” hekim yapan olay, 1848’de başına geldi.

1848 kışında, ekonomik çöküntü içindeki bir Prusya eyaleti olan Yukarı Silezya’da büyük bir tifüs salgını patlak vermişti. Kıtlıkla birlikte durum iyice zorlaşınca merkezi hükümet, bölgeye dışarıdan bir uzman heyet gönderme kararı aldı ve bu görev için de henüz üç-beş yıllık doktor olan Virchow uygun bulundu.

Virchow, Yukarı Silezya’da kömür madenlerinde 20 Şubat-10 Mart 1848 tarihleri arasında madencilerin ve ailelerinin yaşam ve çalışma koşullarını inceledi ve bir rapor yazdı. Bugün hala toplumsal tıp savunucularının literatüründe temel bir yer tutan rapor, tam anlamıyla bir sosyolojik/kültürel/politik eser niteliğindedir; ayrıca diyalektik yöntemin toplumsal alana uygulanışının adeta bir zirvesidir ve Virchow’un adının Engels’le birlikte anılması boşuna değildir. Bölgenin bütün toplumsal yapısını anlatan raporun ana fikri, “Artık sorun tifüslü bir hastayı veya diğerini ilaçlarla veya gıda, barınma ve giyim düzenlemeleriyle tedavi sorunu değildir. Sorunu çözmek için radikal olmalıyız. Yukarı Silezya’ya müdahale etmek istiyorsak, bütün nüfusun iyileştirilmesiyle işe başlamalıyız ve genel ortak çabayı harekete geçirmeliyiz” şeklindeydi.

Radikal önlemler paketi

Virchow’un önerdiği çözüm paketi ise şimdilerde koronavirüs salgınına karşı çözüm yolları arayanlara bir ders niteliğindedir. Kısa vadede önerdikleri, profesyoneller ve bölge halkının temsilcilerinden ortak bir planlama komitesi oluşturulması, yoksullara gıda temini, yeni vakalar için bildirim/uyarı sistemi oluşturulması ve tıbbi bakımın örgütlenmesiydi.

Uzun vadede önerdikleri ise, yenilir yutulur gibi değildi doğrusu!

Tam ve sınırsız demokrasi, demokratik bir hükümet, kısmi özyönetim ve yerel yönetimin geliştirilmesi, ücretsiz ve anadilde eğitim (kızlar dâhil), devlet ve kilisenin mutlak ayrımı, vergi reformuyla yükün yoksullardan zenginlere aktarılması, toprak reformu, hızlı kalkınma ve yaşam standartlarının yükseltilmesi için bölgeye uzmanlar gönderilmesi, yollar yapılması ve gıda ambarlarıyla ve kooperatiflerin kurulması…

Evet, belki Virchow hastalık-yoksulluk ilişkisini kuran ilk hekim değildi ama bu kadar kapsamlı bir tıp raporuna da o güne kadar hiç rastlanmamıştı. Virchow, düpedüz sınıflardan söz ediyordu ve 170 yıl önce herkes için kamusal ve kamu tarafından işletilen ücretsiz bir tıbbi hizmeti şart koşuyordu!

Devrim günlerinde barikatta

Tabii ki raporu umursayan olmadı ama bu arada Virchow, Yukarı Silezya’dan Berlin’e döndüğünde, kendisini Almanya’ya sıçramış olan 1848 devrimleri dalgasının ortasında buldu. 19 Mart gecesi Berlin’de elinde eski bir tabancayla (bazı rivayetlere göre tüfek ya da kılıç) barikatlarda yerini almış ve devrime katılmıştı. Berlin Devrimci Komitesi’ne başkan yardımcısı seçilen Virchow’un o günlerde yayınlamaya başladığı Tıp Reformu adlı derginin sloganı “Tıp sosyal bir bilimdir ve politika geniş ölçekte uygulanan tıptan başka bir şey değildir” idi.

“Hekimler fakirlerin doğal savunucularıdır” diyordu Virchow, “Zenginler kışın, sıcak şömineleri önünde oturup, çocuklarına yılbaşı elmaları verirken, kömürü ve elmayı ellerine getirenlerin koleradan öldüklerini akıllarına getirebilirler mi? Binlerce insanın birkaç yüz kişi iyi yaşayabilsin diye ölmek zorunda kalması çok elem verici.”

Halkı savunmak

Virchow, hastanelerin yoksulları toplumsal bir sorumluluğun gereği olarak kabul etmek yerine, hizmetleri karşılığında ücret talep etmesini de eleştirmekteydi. Kamu sağlığı emekçileri için Armendärzten yani yoksulların hekimi tanımlaması getiriyordu. Ancak bu hekimlik, Almanca Armendärzten sözcüğünün içerdiği avukatlık veya savunma anlamını da kapsayacak şekilde, yurttaşların sağlık hakkını savunmayı da kapsamaktaydı. Virchow’un sağlık sorunlarına karşı önerdiği çözüm politik eylemdir ve hekimlerin politikayla aktif olarak ilgilenmeleri gerektiğini düşünmektedir: “Tıp hem sağlıklı hem de hasta insanın bilimiyse, ki böyle olması gerekir, başka hangi bilim toplumun örgütlenmesinin temellerine insanlığın doğasını katan yasaların uygulanması için yasa yapma uğraşıyla ilgilenmeye daha uygun olabilir?”

Daha sonraları, devrim söndüğünde Virchow işsiz kaldı ve 1849’da tutuklandı. Kendisine dayatılan pişmanlık bildirisini imzalamayı reddetti ve Berlin’den ayrılmak zorunda kaldı. Ancak çok sonraları 1856 yılında Berlin Üniversitesi’nden yapılan çağrı ile üniversitede patoloji kürsüsünü kuracaktı. Bu süreçte, daha reformcu bir çizgiye dönerken Darwin’in Evrim Teorisi’ne şiddetle karşı çıkmak gibi tuhaf şeyler yapsa da hücre patolojisi kuramı ile yalnız yaşamın ve sağlığın değil hastalığın da hücreden başladığını ilk dile getiren kişi odur.

İlklere imza atmak

Bundan sonrası, bilimsel başarılarla dolu parlak bir dönem oldu. Kanser konusundaki çalışmalardan, hücresel patoloji ve karşılaştırmalı patolojiye ve yeni otopsi yöntemlerine kadar hep ilklere imza attı. Bu arada, 1861’de Berlin Belediye Meclisi’ne, 1862’de Prusya Meclisi’ne ve 1880’de Reichtag’a seçildi ve bu dönemde Berlin’in kanalizasyon sisteminin kurulmasından gıda denetimi yasasına ve sağlık emekçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesine kadar birçok alanda durmaksızın çalıştı.

4 Ocak 1902’de bir tramvaydan atlarken uyluk kemiğini kırdı ve daha sonra sağlığı giderek kötüleşmeye başladı. Sekiz ay sonra 5 Eylül 1902’de Berlin’de kalp yetmezliğinden yaşamını yitirdi.

Ama geriye, bütün diğer çabalarının yanında adeta bir manifesto olan Yukarı Silezya Raporu kaldı. Defalarca ve defalarca okunmak için…

Şimdi, 170 yıl sonra, koronavirüs pandemisiyle uğraşırken, aklımızı kurcalayan şu cümlelere ne dersiniz örneğin: “Suni salgınlar toplumun ürünleridir, yapay bir kültürün veya bütün sınıflara açık olmayan bir kültürün ürünleridir. Bunlar politik ve toplumsal örgütlenme tarafından üretilen kusurların göstergeleridir ve bu nedenle esas olarak kültürün avantajlarından yararlanmayan sınıfları etkilerler.”

***

Ve son olarak, bitirirken, önemli bir ayrıntı: Pinochet darbesiyle katledilen Şili’nin sosyalist başkanı Salvador Allende de, Şili Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Virchow’un öğrencilerinden olan patoloji profesörü Max Westenhöfer’in kürsüsünde yetişmiştir. Onun Şili’nin yoksulları için ortaya koyduğu toplumcu sağlık programının temellerinin ta Silezya Raporu’na kadar uzanması, size de çok ilginç gelmiyor mu?


🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬


31 Temmuz 2014

Silezyalı Dokumacıların Şarkısı

“Silezyalı Dokumacılar” [Karl Wilhelm Hübner -1 Ocak 1846]

Bugün Heinrich Heine, muhtemelen, şu kehanetinden ötürü iyi bilinen bir isimdir: “Onlar nerede kitapları yaksalar, sonunda insanları da yakarlar.” Şahsen ben, her zaman şu esprili yorumunu tercih etmişimdir: “Düşmanlarımızı affetmeliyiz, ama onları astıktan sonra.”

Yaşadığı günlerde Heine, Prusya’daki en ünlü şairlerden biridir, Silezyalı Dokumacılar ise muhtemelen en ünlü eseridir. 

Dokumacılar, oldukça düşük ücretlere çalışmaktadırlar. Sanayi devriminin ilerlemesiyle işsizlerin sayısı giderek artmıştır. İşçilerin ücretlerine el koyan diğer bir kesim de toprak sahipleridir ve işçiler, zamanla köle emeği olarak kullanılmaya başlanırlar. 

Sonuçta işçiler, 1844’te devlete karşı ayaklanırlar. Ayaklanma ezilir, ama örgütlü işçiler, birlikte çalışarak, hayatlarını önemli ölçüde ilerletmeye çalıştıkları ilk müdahaleyi gerçekleştirmiş olurlar. Sonuçta bu ayaklanma, hâlâ dünya genelinde sosyalist hareketler nezdinde sembolik manada muazzam bir anlama sahiptir. Dokumacılar, hem aşağıdaki şiiri yazması konusunda Heine’ye hem de yukarıdaki resmi çizmesi için Karl Wilhelm Hübner’e ilham verir.

Şiir, doğrudan işçilerin haklarına dair meselelerle ve zenginlerin işçileri nasıl sömürüp, onlara nasıl zulmettikleriyle ilgilidir. Heine’nin tespitine göre, hesaplaşma günü, asla uzak bir güne ertelenemeyecektir, er ya da geç zenginler, değişiklik yapmaya zorlanacaklardır. Şiirde monarşi, din ve milliyetçilik, aile açlıktan ölüp haklar ayaklar altında çiğnenirken, çok az teselli sunduğu için, reddedilir. Heine, Karl Marx’ı tanıyan, onun meslektaşı Engels’in dostu olan bir isimdir. Bu şiiri İngilizceye çeviren de Engels’tir.

Marx’ın gözünü liberal burjuvaziden proletaryaya çevirdiği momentte, 1844 Haziran’ında cereyan eden bu ayaklanma, onun yeni yönelimini teyit eder. Devletle çatışma içine giren işçilerin ayaklanmasını sakıncalı ve beyhude bulan, Marx’ın Genç Hegelciler ve Alman-Fransız Yıllıkları çalışmasından dostu olan Arnold Ruge, ayaklanma sonrası iki haftalık Vorwärts gazetesinde bir makale kaleme alır. O sıralar Paris’te bulunan Marx, oradaki Alman mülteciler arasında popüler olan bu gazeteye Ruge'yi eleştiren iki ayrı makale yazar:

Heinrich Heine’nin kaleme aldığı bu ilk Dokumacılar Şarkısı’nı hatırlayın, bu gözü pek savaş çağrısı, evden, fabrikadan ya da mahalleden bile bahsetmiyor, ama proletaryanın en kararlı, en kavgacı, en amansız ve en güçlü tarzda özel mülkiyet toplumuna yönelik düşmanlığını hep bir ağızdan ilân ediyor. Silezya ayaklanması, Fransız ve İngiliz işçilerinin ulaştıkları noktadan, yani proletaryanın doğasının anlaşılmasından başlıyor işe. Bu üstünlük, tüm hikâyeye damgasını vuruyor. Sadece işçilerin rakipleri olan makineler parçalanmakla kalmıyor, ayrıca muhasebe defterleride yırtılıyor, mülkiyete ait tüm unvanlar ayaklar altına alınıyor, tüm diğer hareketler, saldırılarını esas olarak görünmez düşmana, sanayicilere yöneltirken, Silezyalı işçiler bankacılara da gösteriyorlar düşmanlıklarını. Velhasıl, tarih, böylesi bir cesaretle, basiretle ve sabırla gerçekleştirilmiş tek bir İngiliz işçi ayaklanmasına tanıklık etmedi. [Karl Marx, “Bir Prusyalının Yazdığı ‘Prusya Kralı ve Sosyal Reform’ Makalesine Eleştirel Notlar, Vorwarts! (“İleri!”), Sayı: 64, 10 Ağustos 1844]

Matthew Ashton

“Dokumacıların Yürüyüşü” [Käthe Kollwitz -1897] 



SİLEZYALI DOKUMACI KADINLARIN İSYANI

Silezyalı Dokumacıların Şarkısı

Gözler kupkuru, yaş yok gözlerde bir damla.
Oturmuşlar tezgâhları başına, diş bilerler.
Dokuruz kefenini senin, hey Almanya, Almanya,
Dokuruz sana bir yuf, bir yuf daha, bir yuf daha,
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o tanrıya, tapındığımız tanrıya,
Soğuk kış gecelerinde biz, aç çıplak
Yalvardık yakardık, umutlandık, bekledik boşuna,
Komadı bizi insan yerine, aldattı bizi, alay etti acımızla.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o krala, zenginlerin adamına,
Halkın yoksulluğuna hiç aldırmayan o krala,
Bir de soyar bizi varana dek son kuruşumuza,
Kurşunlatır köpekler gibi sokak ortasında bizi.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o anayurda, bağrımıza bastığımız anayurda,
Yalnız alçaklığın, utancın çiçeği yetişir üzerinde,
ve çiçekler soluverir, çiçekler açar açmaz, anide,
Solucanlar büyür ve kurtlar, kokuşmuşluğun kucağında.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Dokuruz ha dokuruz, senin sonunu dokuruz, gece gündüz,
İnleyen tezgâhlarda mekiklerimiz savrula savrula,
Sana kefen dokuruz, ey koca Almanya, sana kefen dokuruz,
Dokuruz sana bir yuf, bir yuf daha, bir yuf daha,
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Şiir: Heinrich Heine
Çeviri: A. Kadir – Selâhattin Yıldırım



♻️ Käthe Kollwitz sanatını, topluma karşı sorumluluğunu yerine getirebildiği bir üretim yöntemi olarak görmüştü. Bu yüzden eserlerinde işçilere, köylülere, yoksullara ve onların mücadelesine yer verdi.

Kollwitz, hemen ardından Émile Zola’nın ‘Germinal’ romanından yola çıkarak yaptığı yeni bir seriye başlar. “Köylülerin İsyanı” adındaki bu seri de tıpkı “Dokumacılar”da olduğu gibi baskı yöntemini kullanır. 

Käthe Kollwitz, 1899, “İsyan”


Dostoyevski'ye:

„Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık"


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yunan miteolojisi de Truva Savas&Kades Savasi

Amazonlar; Atlı-Savaşçı Kadınlar

7 BELDEYE 7 MUSHAF=Farkli lehçe’den kaynaklanır.