4 Temmuz 2024 Perşembe

Ot bilgisi hep kadınlarda

 

YABANİ OTLAR 

İnsanoğlunun doğada yabani ot ve bitki toplaması, bunları yetiştirmesinden çok daha öncesine dayanıyor.

Şehirleşmeyle birlikte insanlar doğada yaşama becerilerini unutmuş, orman, çalılık, kayalıkların yerini market reyonları almış. 

Köy pazarlarında, özellikle Karadeniz ve Ege’de yabani otlara rastlama ihtimaliniz yüksek. İstanbul’da da bazı pazarlarda giderek artan bir çeşitlilik söz konusu. Genelde bu otlar salataya katılıyor, kavurması yapılıyor, börek içine ekleniyor. Özelliklerini bilip onları farklı şekillerde mutfağımıza sokmak elimizde. Bu otları onları toplayan üreticilerden öğrenebilirsiniz. Ayrıca yabani otları merak edenlerin kütüphanesinde bulunması gereken bir kitap olarak Tijen İnaltong’un Mutfaktaki Yaban” adlı kitabını tavsiye ederiz. Kışın Anadolu’da kara hindiba, su teresi, kuş otu, gelincik, turp otu, efelek, kaz ayağı, radika ve ısırgan kendiliğinden yetişen yabani otlardan sadece bazıları. 

Su Teresi

Su teresi, serin ve temiz su kenarlarında, ıslak yerlerde yetişiyor. Biberimsi lezzeti, parlak koyu, yeşil yoncayı andıran kaygan yapraklarıyla 15-20 santimlik bir yeşillik yumağı kendisi. ❕Su teresi bizde salata olarak yense de, İngilizler sandviçlerinin içinde, Fransızlar çorbalarında, Çinliler de yemeklerinde ve ilaçlarında kullanıyorlar.

Su teresi binlerce yıldır tıbbi bitkiler arasında sayılıyor. İçinde ciddi miktarda C vitamini, kalsiyum, fosfor, iyot ve demir var. Aynı zamanda A, B6, B12 de içeriyor. Araştırmalara göre, kanser ve kalp hastalıklarını önlüyor, tiroit ve kemik sağlığına yarıyor. Her besinde olduğu gibi, yine de aşırıya kaçmamak gerek, zira böbrek sorunlarına sebep olabiliyor.

Su teresini çiğ olarak salatalara kullanabilirsiniz. Baharatlar ve farklı yeşilliklerle birlikte blenderda öğütüp etin, balığın yanına sos yapabilirsiniz. Patatesli çorbası da şahane oluyor.

Ebegümeci

Her yerde yetişen, mevsimi de uzun olan ebegümecinin toplanması da nispeten kolay. Pembe çiçekleri olan bu otun Anadolu’da bir kaç çeşidi var. Bunlardan en çok tüketilenler, küçük ve büyük ebegümeci. Yuvarlak biçimli yaprakları, uzun sapları olan bu ot o kadar narin görünür ki, çiçek gibi vazoya bile koyabilirsiniz.

Ebegümeci çok farklı şekillerde kullanılır. Kavurma ve böreğin dışında, Adana’da olduğu gibi nar ekşili salatada ya da Kastamonu’da siyez bulgurla yapılan eğşili pilav” yemeğinde rastlayabilirsiniz. Dalları ve yapraklarıyla yemek, yaprakları iri olanlarla sarma da yapılır. Klasik kullanım alanlarından olmamakla birlikte, ebegümecini omlete ya da makarna sosuna da ekleyebilirsiniz.

Ebegümecinin yararları çok eski zamanlardan beri biliniyor. A, B ve C vitaminleri ve bir çok mineral içeriyor. İyi bir demir deposu aynı zamanda. Solunum yolu ve sindirim hastalıklarına birebir. Ayrıca çeşitli cilt hastalıklarını da iyileştirdiği biliniyor.

Isırgan

Hemen hemen her yerde yılın her döneminde yetişen ısırgana kışın da rastlamak mümkün. Yanlışlıkla eliniz değdiyse, ısırgan otunu hemen tanırsınız. Adeta ısırır sizi, bu yüzden ona dalan” da denir. Genelde eldivenle toplanır, bazıları suda beklettikten sonra kullanmayı tercih eder. Halbuki ısırdığı bölgede kan dolaşımını hızlandırdığı, ağrılara iyi geldiğini bilinir.

Isırganın tadı lahana, brokoli ve ıspanak arası bir yerde. Isırgan otunu çorbada, yemeklerde, börekte, köfte ve gözleme içinde kullanırlar. Anadolu’nun farklı bölgelerinde onlarca farklı çorba çidi içinde bulabilirsiniz onu. Kastamonu’da ısırganlı bulgur pilavına, Ödemiş’te lahanayla birlikte börek içine, Trabzon’da taze fasulyeli ve mısır unlu ilista” yemeğine eklerler. Isırganı ıspanak gibi kullanabilirsiniz. Dalamasından korkarsanız, bilin ki sıcak suyla temas eder etmez yok olur.

Orta Çağ’dan beri ilaç niyetine tüketilen ısırgan otu, alerjik belirtilere sebep olan histamin salınımını azaltır. Alerjiniz varsa kurutulmuş ısırgan yapraklarından yapılan kapsüllerden kullanabilir ya da taze yaprakları kaynatıçayını içebilirsiniz. Ayrıca ısırgan bağışıklık sistemini güçlendirir, kansızlığa iyi gelir, romatizmayı ve böbrek hastalıklarını önler.

Kuş Otu

Tavuk otu”, serçe otu”, “çamlık otu” diye de bilinen kuş otu, hemen hemen her bölgede, nemli toprakta, bahçelerde, yol kenarlarında bile kendiliğinden yetişir. 40 santimlik boyu olan bu yeşillik yumağının minik oval yaprakları ve dallarının ucunda, adından da anlaşılacağı gibi, kuşların çok sevdiği beyaz çiçekleri var.

İstilacı olan bu bitkinin yenebilir olması ne iyi. Kuş otu, etli ve sulu bir ot. Tadı ilginç bir şekilde mısırı andırıyor. Kavurabilirsiniz ama o minik yaprakları çiğ olarak da keyifli. Salatalara, sandviçlere kullanabilir, yemeklerin üzerine ekleyebilirsiniz. Kurutup çayını yapanlar da var.

Kuş otu, C ve B vitaminleri içerir. Astıma, cilt hastalıklarına, öksürüğe ve sindirime iyi gelir. Yaraların daha hızlı iyileşmesini sağlar. Romatizmal ağrıları dindirmeye yarar.

Kazayağı

Anadolu’da Ege, Karadeniz, İç ve Doğu Anadolu’da yetişen kazayağı, ismini yapraklarının kaz ayağına benzetilmesinden almış. Halbuki yaprakları oldukça maydanoza benziyor ve sık sık maydanozla karıştırılıyor. Şemsiye şeklinde, beyaz çiçekleri olan bu otun boyu bir metreyi bulabiliyor. Kumlu ve taşlı topraklar dışında yollarda, orman kenarlarında, su kenarlarında yetişiyor. 

Kazayağının körpe yaprakları çiğ olarak yenebilir. Hafif acı ve sert olduğundan pişirmeyi tercih edenler de var. Kazayağı salatalara, kavurmalara, çorbalara kullanılıyor. Van’da haşladıktan sonra sarımsaklı yoğurtla, Artvin’de etli yemekte, Iğdır’da pirinçli, yumurtalı, otlu yemeği “çılvır” yapılır. Bazı bölgelerde ise turşusunu kurarlar. Mücvere de oldukça yakışıyor.

Kazayağının bir çok yararı olduğuna inanılıyor. Ukrayna’da karın ağrılarına iyi geldiği düşünülür. İran’da mide ve karaciğer rahatsızlıklarında, böbrek taşı tedavi etmede kullanılır.

 


M.Ö. 400 yılında Koş adasında keşfedilmiş müthiş bir tıbbi bitki.Hipokrat’ın Su teresi ile birçok hastalığı tedavi ettiği bilinmektedir.Napolyon Bonapart’ın hayran olduğu ve bunu da dile getirdiği antibiyotik özellikli bir bitkidir.Ama gerçek adını Roma İmparatorluğu zamanında almıştır.Akciğer dostudur.Su teresinin içinde yüksek miktarda K ve C vitamini ve kanserle savaşan “glikosiyanat” bulunur. Bu da Akciğerin yenilenme kapasitesini artırır.İnsanlarda 8 hafta boyunca günde 85 gram su teresinin tüketilmesi kırmızı kan hücrelerinde antioksidan enzimleri artırmaktadır. Tazesini bulamadınız mı? O zaman kurusunu günde 5 gram tüketin.Sigara içenlerin akciğerlerde oluşan zararları azaltır. Sigarayı bırakan kişilerin de Akciğerlerinde meydana gelen toksik maddelerin atılımını hızlandırır.Mümkün olduğunca salatalarda taze olarak yenilmesi veya bitkiden elde edilmiş kuru tozunun 1 tatlı kaşığı olarak su İle birlikte tüketilmesi önerilir.

 Keçinin yediği otlar

Ege Bölgesi’nde doğada yetişen otlar o kadar çok ki… Bunları en iyi, mübadele ile Girit’ten göçenler bilir. ‘Hangi otlar yenir?’ sorusuna, Girit göçmeni hep bu cevabı verir.”Keçinin yediği her ot yenir”

Çok hoşuma giden bir söz vardır… Meyveleri, sebzeleri sevebilirsiniz… Ancak milletin adını sanını bile duymadığı otları seviyor ve yiyorsanız – siz büyük bir ihtimalle Egeli’siniz. Neler var ot çeşitleri arasında!

Hangi birini sayalım ki;

Cibes otu, şevketi bostan, deniz börülcesi, arapsaçı, turpotu, stifno, dağlama, eşek dikeni, kazayağı, radika, gelincik, köremen, su teresi, sinirotu, eşek helvası, ebegümeci, hodan, iğnelik, kaya koruğu, sirken, tilkişan, zahter, kara kekik, yabani marul, bambul, çiğdem, çiriş, eşek dikeni, eşek marulu, gelincik, hardal otu, kara hindiba, hindiba, ısırgan, ışkın, iğnelik, kenker, kuş ekmeği, kuş otu, kuş yüreği, kuzu kulağı, labada, sarmaşık, semiz, silcan, sirken, su teresi, teke sakalı, yabani kuşkonmaz, yabani pazı, yabani sarımsak…”

PELİN DUMANLI’YLA OT TURU

Alalım yanımıza da Pelin Dumanlı’yı, şöyle bir Ege Otları turu yapalım. Ne dersiniz… Pelin, 1988 İstanbul doğumlu. Otların cazibesine teslim olanlardan . Yeditepe Üniversitesi’nde burslu okuduğu Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü’nün ardından Bilgi Üniversitesi, Kültürel İncelemeler Bölümü’nde Yemek Kültürü ve Tarihi alanında yüksek lisans yapmış.

Bir yandan da gastronomi sektörünün farklı hizmetlerinde çalışmış. 2013 yılında İstanbul’dan Bodrum’a göçmüş Pelin. Haziran 2014’te gastronomi eğitimleri veren kendi markası Foodrum’u ortaya çıkarmış. Çalışmalarını Foodrum Culinary Park çatısı altında yürütüyor.

Bu bölgenin ot çeşitliliği açısından özellikleri neler?

“Ege Bölgesi’nin biyolojik çeşitliliği çok fazla… İklim, burada kilit faktör. Doğada yetişen otlar o kadar çok ki… Bunları da en iyi, mübadele ile Girit’ten göçenler biliyorlar. ‘Doğada hangi ot yenir?’ sorusuna bir Girit göçmeni size oranın deyişiyle cevap verir: ‘Keçinin yediği her ot yenir!’

Kasım’dan İlkbaharın ilk aylarına kadar çeşit çeşit ot pazar tezgâhlarını süsler, Ege’de pazara gitmek yeşili görmenin en güzel yollarından biridir Ege’de.”

Ege otlarıyla ilgili bir envanter çalışması var mı?

“Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projesi’nin (UBENİS) çalışmalarını takip etmek gerekli. Tijen İnaltong’un Mutfaktaki Yaban, Anadolu’nun Yenen Otları isimli kitabı bence her yaştan insanın okuyabileceği hem hikâyelerle hem de bilgilerle dolu keyifli bir kaynak.
Ayrıca yerel bölgelerin ticaret odaları, kaymakamlıkları ya da belediyelerinin hazırladığı kitaplar var. Geçenlerde elime Gazan Gaynadı: Marmaris Yemekleri isimi bir kitap geçti. O kadar beğendim ki… Böyle kitaplar genelde özel basılıp, belirli bir zümreye dağıtılıyor, keşke satılsa dedim içimden.
Bodrum Halk Kütüphanesi’nde de elimize geçen bir kitap olmuştu, tekrar baskısının yapılmasını çok isteriz. Bahsettiğim kitap Prof. Dr. Ertan Tuzlacı’nın Bodrum Yarımadasının Çiçekleri ve Yararlı Bitkileri…Halil Vural’ın Kısmette Ne Varsa isimli kitabı da tavsiye edebileceğim ayrı bir kaynak…”

Pelin’in otlu tarifleri

Pelin, aynı zamanda 2016 yılından beri Bodrum Ted Koleji’ndeki mutfak atölyelerinin öğretmenliğini sürdürüyor. Ayrıca 2017’nin son yarısından beri de İstanbul Aydın Üniversitesi Gastronomi Akademisi’nin Koordinatörlüğü’nü yürütüyor ve Bodrum Maksimum Yaşam Sağlık Merkezi’nde sağlık ve yemek üzerine de atölyeler düzenliyor. İstanbul Mutfağı ve Sakatat üzerine yazdığı bir makale ile 2016 yılında Oxford Üniversitesi Gıda Sempozyumu’na kabul edilmiş. http://www.mutfakdostlari.org.tr Eminim Pelin’in otlu tariflerine bayılacaksınız.

Zeynep KAKINÇ 

❗️Keçi Ne Yer?

 Keçiler, meraların içinde yer alan çeşitli yeşilliklerle beslenirler. Keçiler özellikle de yonca, çimen, kaba yonca (Medicago sativa), baklagiller, yabani hindiba, bazı çalıya benzeyen çalılıklar, ağaçlar ile beslenir. Aynı zamanda keçiler, arka ayakları üzerinde durarak ya da tırmanarak çeşitli bitkileri ve ağaç meyvelerini yeme yeteneğine sahiptir.

 ❗️Keçiler Nasıl Beslenir?

 Keçiler, gezerek beslenmeyi severler. Özellikle de dağda, bayırda ve meralarda gezerek buldukları çeşitli yeşil sebzeleri tüketirler. Bazı zamanlarda iki ayaklarının üzerinde durarak meyve ağaçlarına tırmanarak ve meyve yemeye de çalışırlar.



 


Girit mutfak kültüründe en çok tüketilen otların başında, turp otu, radika, rezene, hardal otu, bambul (istifno), eşek marulu, deniz börülcesi, deniz fasulyesi, kabak çiçeği, bal kabağı (özellikle böreği yapılır), sirken, ısırgan, iğnelik, labada, kazayağı, yabani pırasa, sarımsak, sarmaşık, asfaraca (yabani kuşkonmaz), bakla filizi (papules), gelincik ve cibez (lahanalar kesildikten sonra tarla sürülene kadar kök kısmından filiz verir, bunlara cibez denir) gelmektedir.

Otların vitaminlerini kaybetmemesi için bıçak kullanılmadan parmak uzunluğunda koparılarak kesilmelerine ve kaynamış suda haşlanmalarına dikkat edilmektedir. 


♻️
   

 

Vücuda şifa damağa sefa otlar 

Dereotu, nane, fesleğen, kekik, tarhun, rezene, defne ve diğerleri... Eski çağlarda yaşamın sonsuzluğunu simgelediler. Ayinlerde, büyülerde, ilaçlarda kullanıldılar. Bugün bile modern tıbbın çaresiz kaldığı düşünülen anlarda otların şifası


Gılgamış’ın peşine düştüğü ölümsüzlük otu, Prometeus’un tanrılardan ateşi çaldığında içine yerleştirip taşıdığı narthex (içi oyuk bir dev rezene) sapı, mitolojik anlatılarda karşımıza çıkan otlara iki örnek sadece.


Eski Mısır’dan Anadolu’ya, Orta Amerika halklarından Avustralya yerlilerine dek dünyanın her köşesinde bitkiler ve otlar folklor ve mitoloji ile iç içe geçmiştir. Salt Yunan mitolojisinde tanrı ve tanrıçalarla ilişkilendirilen 52 bitki vardır.

Yazılı anlatılardan, özellikle İbni Sina’nın aktarımlarından Hindistan ve Çin’de otların tıbbi kullanımına ilişkin bilgiler bulmaktayız. Ortaçağda Avrupa’nın her yerinde manastır bahçelerinin iksir ve ilaç yapımında kullanılan otların yetiştirilmesinde önemli yeri olduğunu biliyoruz.

Şifalı otların ve bitkilerin ticareti Fenikeliler ve Roma zamanında da yapılmaktaydı. 15 ve 16. yüzyıllarda göçmenler Avrupa ve İngiltere’den birçok otu Amerika’ya götürmüşlerdir.
Aktarların raflarına bir bakın. Bugün bile lezzet yaratmak, ilaç yapmak, dini törenlerde ibadet etmek ve esrarengiz büyüler yapmak için otlardan yararlanıyoruz.
Anadolu topraklarında yaşayan halklar, eski zamanlardan bu yana otları hem yemeklerinde hem de halk tababetinde kullanmışlar.

Otların halk mutfağımızdaki kullanımına baktığımızda Girit’ten gelen göçmenlerin özellikle İzmir, Ayvalık ve Cunda yörelerine yerleşmelerinden sonra yenebilen otların çeşitliliğinde bir artış olduğu görülüyor.

Osmanlı saray mutfağında da otların önemli bir yeri var. 15, 16 ve 17. yüzyıllara ait muhasebe kayıtlarında saraya biberiye, çiriş, kuzukulağı, rezene, kişniş, reyhan ve birçok başka ot ve tohumların satın alındığını görüyoruz. Bunların bazıları yemeklerde bazıları sarayın eczanesi gibi çalışan Helvahane’de macun, pastil ve ecza şerbetlerinin yapımında kullanılmaktaydı.

Tarih Dergisi, Petek Çırpılı 


 

                 🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿


 


Ot bilgisi hep kadınlarda

Tohum bilgisi, ot bilgisi, şifa bilgisi kadında hep vardı”

“Doğanın içinde bir uyum, bir denge var”. Aşırı tüketimin ve insandaki kar hırsının bu dengeyi her geçen gün yok etmekte.


♻️Adana'nın Feke ilçesinde köylüler, Toros Dağı eteklerinde yetişen kantaronu toplayıp şifa için günlerce güneşte bekletiyor.

Feke'de köylüler doktor olarak nitelendirdikleri kantaronotu köyümüzün doktoru. Her ağrımızda yanıklarda biz bu otun yağını kullanırız” Elimizden düşmeyen bitki ilaç olarak kullanırız” “Kantaron yağı ve çayını kullanıyoruz. Kantaronun çiçek kısımlarını zeytin yağı ile 41 gün güneşte bekletiyoruz. Bunu süzüp açık yarada kullanıyorum. Çayını mide sorunları için kullanıyoruz. İlaçların hepsinin yan etkisi var ama bu yağın yok ve doğadan gelen şifa diyoruz” 


♻️ Nevşehir’in birçok yerinde yeşillik alanlarda yenilebilir çok çeşitli bitkiler olduğunu söyleyen Havva Çakır , yöresel adı 'cacık' olan bitkileri topladığını anlattı.

Ot toplamak hazine aramaya benzer

Tabiatta kendiliğinden yetişen, şifalı ve lezzetli otlar aramak, hele o otlar kırk derde deva olduğu söylenen ‘Sarmaşık’ otu gibi dikenli bir çalılığın içindeyse, hazine bulmuş gibi sevindirebilir insanı. 


♻️ 2 bin 500 rakımda toplanan otlara yoğun ilgi var

Hakkâri merkeze 10 kilometre uzaktaki Otluca köyünde de kadınlar, temeli çok eskilere dayanan bir gelenek olan baharda ot toplama işini gönüllü olarak yapıyorlar. Havaların ısınmasıyla birlikte toplanan birbirinden şifalı ve lezzetli otlar bölgede oldukça ilgi görüyor. Bahar ile birlikte bölgede; siyabo, revas, (yayla muzu) kenger, mendi, sirik, spidank, helez, guhbızınk gibi birçok ot toplanıyor. 

Kadınlar, dağların bereketini eve getiriyor

Yemeklerde kullanıldığında lezzet ve şifalı kaynağı olan otların peynir yapımında da kullandıklarını, “Otlu peynirin en önemli özelliği, dağlarda toplanan otlardan yapılmasıdır. Bu otlar sayesinde otlu peynir çok lezzetli oluyor. Bazı otları, taze olarak yemeklerde kullanıyoruz. Alo, sirik, guhbızınkı özellikle yöreye özgü sarmısaklı köftede kullanıyoruz. Bir de pirinç ve bulgur pilavlarında kullandığımızda tadından geçilmez. Fazla olan otları ise kurutarak, kış ayları için saklıyoruz. Kadınlar olarak dağların bereketini evimize getiriyoruz. Sen doğaya saygı gösterdiğin zaman, doğa da sana çok cömert davranır. 

femme-versant-a-boire-1882





















🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿


Bir Tohum Vakfı’nın ve İda Slow Food’un kurucularından Mustafa Alper Ülgen, ot toplayan kadınların hikayesini yazdı:

“Ot toplamak da diğer bereketli işler gibi genelde kadınlar tarafından yapılıyor. İnsanlığın avcı-toplayıcı döneminden kalan bir gelenek olsa gerek



Babaannemin beyaz ve tombul kolu bana yastık olurdu uzun kış gecelerinde. Büyük dedem yapmış köydeki kerpiç evimizi. Tarihini bilmiyorum ama bu yüzyılın başında yapılmış olsa gerek, çünkü tavanında hem Osmanlıca hem de Türkçe yazılar vardı. Birlikte uyurduk babaannemle tahta sedirde; beyaz tenli, yumuşacık, koynundan türlü ot kokuları gelen güzel bir Çerkez kadınıydı.

Annem ve babam öğretmendiler ve beni çok küçükken babaanneme bırakmışlar. Geri aldıklarında yedi yaşındaydım. Neyse bu  konu ayrı bir hikâye aslında. Gelelim anlatacağım hikâyeye; ot oburluğumun, kırlara olan sevdamın hikâyesine…

Babaannem bir koyun, ben ise kuzusu çıkardık kırlara. En çok Mayıs ayını severdik, kırların bayram yerine döndüğü ayı… Mayıs başında Elazığ Ovası’ndaki köyümüzde türlü türlü otlar toplardık. Mayıs sonunda yazlığımız olan Hazar Gölü kenarındaki evimize taşınınca, ovadan 400 metre daha yüksek olan göl ikliminde mevsimi geriye sarar, aynı şöleni bir daha yaşardık çünkü tam bir ay fark vardı arada. Yaban gülleri ovada har olurken, gölde henüz yeni açardı. Buğdaylar ovada haziranda, gölde temmuzda orağa gelirdi.

Kışın bile ot ve yaban meyvesi toplamalarımız devam ederdi. Karlar yağsa bile su gözelerinin içinde yetişen aciceler (su teresi) her akşam soframızın yeşilliği idi. Taze yarpuz yaprakları ile yapılan ayran aşının tadına doyum olmaz, hastaları yataktan kaldırırdı. Mor aluçalar, kırmızı, sarı alıçlar, dağdağan ve iğde toplardık. Sonbahardan kış ortasına kadar soğuk vurdukça daha da lezzetlenirdi bu yaban meyveleri…



Bahar gelince babaannem elinde çakı ve torbası kırlara çıktığımızda başlardı asıl şölen… Hem toplar, hem anlatırdı. Kenger toplardık ilkin; toprağı kabartmış ilk sürgünleri çakı ile çıkarırdık, hem sütlü sütlü olurdu. Yazın büyüyüp diken olunca kanatıp, sakız yaptığımız kengerlerdi bunlar. Soğanlı, yumurtalı yapardı babaannem, bir de fazla olursa turşusunu yapardı.

Otlar çoğaldıkça kırlara gidişler de çoğalırdı. Tort (sığır dili) toplardık; ıspanak gibi pişirirdi babaannem, haşlayıp böreğe kattığı da olurdu. Bizim kuş ekmeği dediğimiz otun taze sürgünlerini çiğ yerdik. Yıllar sonra adının  madımak olduğunu Tijen’den öğrenecektim.

Bacıt toplayıp çiğ yerdik; bir tür yabani bezelye ve kırmızı çiçekli sürgünlerinin tadına doyum olmaz. Bursa’da rastladım bu ota geçen sene ve adı Bağla. Bir de yabani nohut vardı, haziran ortalarında gezerken toplayıp yerdi. Kendinden tuzlu, üç değişik tatta ve boyutta da yabani bezelyeler vardı. Onları da toplayıp çiğ çiğ yerdik.

Kuzukulağı hem çiğ hem de bulgurlu bir çorba yapılarak soframıza gelirdi. Ebegümeci, pazı babaannemin vazgeçilmezleriydi. Kekik toplardık dere yataklarında. Çalı şeklinde olurdu. Mor çiçekliydi, yaprakları kurutulup alındıktan sonra süpürge olarak kullanılır ve her süpürüşte kekik kokardı odalar.

Bizim gollo gocik dediğimiz bir çeşit yer elması toplardık, ceviz büyüklüğüne vardığı da olurdu, tatlımsı yumrularını toprak altında bulabilmek için toprak üstündeki yeşil filizlerini takip etmeniz ve otu tanımanız gerekirdi. Babaannemle daha bir çok ot topladığımı hatırlıyorum; peynir otu (çordik), yemlik, yabani soğan ve sarımsak… Kırlarda dolaşırken, bakla ve buğday tarlalarının arasından geçerken, gelinciklerin oluşturduğu renk cümbüşü insana müthiş bir enerji verirdi. Yoğun kırmızılığın karşısında hep hayrete düşerdim. 

Komşu kadınlarla beraber yapılan sohbetler, kadınların imece ile yaptığı ekmek pişirme günleri, erişte kesilmesi, bez torbalarda, kavanozlarda saklanan tohumlar, birbirlerine fide vererek geliştirdikleri dayanışma, bostanlar olunca yapılan yarma ve kurutmalar, tarhana yapımı, hedik ve bulgur yapımı, bağ bozumu, şire, pestil, pekmez yapımı gibi sıcak ve bereketli tüm faaliyetler kadınlar tarafından yürütülürdü.

Benim çocukluğum tüm bunlara şahitlik ederek geçti. Hele bağ bozumu, ayrı bir festival olurdu. Tüm bunların üstüne 1997’ de Aydın’a yerleşince ve pazarlarda satılan tanıdık tanımadık otları keşfedince ve yaklaşık on yılımı bu bölgede Giritli dostlarla geçirince tam otobur oldum diyebiliriz. Yenilebilir otları hem toplamayı hem de pişirmesini öğrendim. Ve daha öğrenecek çok şey var biliyorum, heyecanlanıyorum.

Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda dört mevsim yabani otlar, çiçekler, meyveler toplayabilir ve onları hem çiğ hem de pişirerek yiyebiliriz. Mevsim bahara dönerken yenilebilir yabani otların çeşitleri de çoğalmakta. Aslında kış ayları Ege Bölgesi’nde, yenilebilir otların toplanma zamanı. Bu keyifli şölen, bahar aylarında daha da renkli ve çeşitli olur.❗️ “Ekin Sapı Devrimi” kitabında Fukuoka, her sene yedi yabani bitkinin tüketilmesinin öneminden bahseder. Şimdilerde bir çok bilim adamı ve beslenme uzmanı da bu konuda çalışıyor.

 


Anadolu’nun her yerinde ama özellikle Ege Bölgesi’nde toplanan veya pazarlardan alınan yabani otlar keyifle tüketilir. Her sene yedi kez şevketi bostan yemeği yapmak lazım, mutlaka ısırganı defalarca çiğ ya da pişmiş yemek lazım, ebegümecinin soğanlı, zeytinyağlı yumurtalısının tadına doyulamaz, hele yabani kuşkonmaz çıkmaya başladı mı gel keyfim gel! Turp otu ve hardaldan soğuk mezeler yapmalı; sarmısak, limon ve de zeytinyağı ile hele bir de haşlarken suyunu az koyup, içine ekşi erik pestili attınız mı daha da lezzetli olur bu tür pişirmeler. Şimdi bu tarifler ve ot  çeşitleri  uzar gider. Otları tanımak, toplamak, pişirme tekniklerini geliştirmek ve doğru beslenmemizin bir parçası haline getirmemiz gerekiyor.

Ot toplamak da diğer bereketli işler gibi genelde kadınlar tarafından yapılıyor. İnsanlığın avcı-toplayıcı döneminden kalan bir gelenek olsa gerek; şimdi bile erkekler av ve silah meraklısı, kadınlar ise toplamayı  seviyor. Bu arada ekoloji, çevre, doğa, tohum denilince hep kadınlar ön planda. Yavrularına sahip çıkar gibi önce onlar sahipleniyorlar doğamızı, değerlerimizi…

Erkek egemen dünyamızın tüm şefkatini taşıyan analarımızın, kadınlarımızın ellerini öperek, ot toplayan tüm kadınlara bu yazımla selam gönderiyorum.


Yazı: Mustafa Alper Ülgen 

Kapak fotoğrafı: İstem Sever

Diğer fotoğraflar: Mustafa Alper Ülgen Arşivi

*Yazı 2014 yılında www.bugday.org sayfasında yayımlanmıştır. 

780IgnacioDiacuteazOlano-6













‼️ Sokrat’a atfedilen ünlü söz, “Bilgelik, bilmediğini bilmektir” 

1678 yılına ait bir Gottfried Wilhelm Leibniz makalesinin ana fikri, insanın ancak kendi türdeşleri mutlu olduğu takdirde mutlu olabileceğini ifade ediyordu.   





XXXXXXXXXXXXX

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️