Florence Nightingale’e Doğru Hemşirelik
Hemşirelik mesleğinin ilk öncüleri, kendilerini Hz. İsa (Mesih)’e adamış özverili rahibelerden oluşmaktaydı.
Bu kişiler hastaya ve fakirlere bakmak için yemin etmişlerdi ve bu durum onların hemşire olması için yeterliydi. Hasta bakımı sırasında rahibelerin emirlerinin bazıları hemşireliğe aitti. Bunların bir bölümü gününüzde halen klinikte uygulanmaktadır. İlk yıllarda rahibe hemşireler kendi manastırlarına bağlı revirlerde çalışıyorlardı. Bu revirler akıl hastalığı da dahil, hemşirelik bakımına ihtiyaç duyan tüm hastalar için uygundu ve bunlar Kıta Avrupa’sında önemli bir hizmetin verilmesine olanak tanıdı. 19. yüzyılın sonlarına doğru, rahibeler dışındaki hemşireler eğitimsizdi.
17. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın ortasına kadar geçen dönem, hasta bakımı odaklı hemşirelik için karanlık bir çağ olarak tanımlanmaktadır. Şişman, kötü ve pasaklı görünüme sahip hemşire imajının hakim olduğu bu dönemin ardından, Florence Nightingale’in daha farklı ve yeni bir hemşirelik anlayışına geçilmesine önem vermesi, bu alan için önemli bir adım olmuştur. Sabırlı ve azimli kişilik yapısıyla farklı bir bakış açısı oluşturan bu insan, hemşirelik alanında bilimsel bir eğitim almamış olduğu belirtilmesine rağmen, yine de hemşirelik için ortak bir değer anlayışı gerçekleştirmeyi başarmıştır
19. yüzyıl tıbbının temel anlamda anestezi, hastalıkların oluşumu, toplum sağlığı ve hijyen, teşhis alanlarında aşamalar kaydettiği görülmektedir. Yine bu yüzyılın anestezi ve hastalıkların oluşumunun sebebi olarak mikroorganizmaların keşfi açısından önemli gelişmelere tanıklık ettiğini de hatırlamalıyız.
Hücre Teorisindeki gelişmeler biyoloji alanının ilerlemesine yol açtı. Aynı konu üzerinde Matthias Schleiden (1804-1881) ve Theodor Schwann (1810-1882) ilk çalışmaları yapan araştırmacılardı.
1800’lerden itibaren Fransa’da hekimler otopsi verilerine dayanarak, bedenin klinik tanımlarını hastalık ile birleştirmeye çalışıyorlardı. Almanya’da Rudolf Ludwig Carl Virchow, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra canlı dokudaki hücreleri incelemeye başlayarak, 1858 yılında Die Cellularpathologie (Sellüler Patoloji Teorisi) isimli eseriyle, hücrelerin daha önce var olan hücrelerden doğabileceğini iddia etti. Virchow, hücrelerin dokuları, organları, sistemleri meydana getirdiğini, hücrenin son derece ayrıntılı bir birim ve bedenin organize olmuş en küçük faaliyet merkezi olduğunu ortaya koydu.
Hücre bölünmesinin mekanizması, embriyonun büyümesi, organların gelişmesi, dokuların rejenere olması, Walther Flemming tarafından 1882 yılında bilim dünyası ile paylaşıldı. Deneysel fizyoloji konusunda Claude Bernard’ın (1813-1878) çalışmaları, insan fizyolojisinin genel hatlarını, iç dengenin dış faktörlere karşı nasıl korunduğunu deneysel çalışmaları ile destekledi.
William Beaumont (1785-1853) ise, bir silah yarası sonucu göğsünün altı ve batın kısmı açık yaralı bir hastayı tedavi ederken, hastanın midesine doğrudan ulaşımı sağlayan bir fistül sayesinde midenin hareketlerini ve işlevini izleme şansına sahip oldu. Bununla ilgili olarak 1833 yılında Mide Suyu ve Sindirim Fizyolojisi Üzerine Deneyler ve Gözlemler isimli çalışmasını yayınladı.
19. yüzyıl, bir bakıma klinik alanların daha ön plana çıkmasına zemin hazırladı. Philippe Pinel (1745-1826) akıl hastalıklarının diğer hastalıklar gibi değerlendirilmesini ve bu hastaların kapalı, karanlık mekânlarda zincire vurulmadan tedavi edilmesi gerektiğini ileri sürdü.
René- Théophile-Hyacinthe Laënnec’in (1781-1826) stetoskopu icat etmesi ve kullanmasıyla, göğüs hastalıklarında teşhisi kolaylaştıran ve oskültasyon olarak bilinen yeni bir yöntem ortaya çıktı.
19. yüzyılda anestezi alanında belirgin aşamaların kaydedildiği görüldü. 1831 yılına gelindiğinde üç temel anestezik ajan olan eter, nitröz oksid gazı ve kloroform cerrahi prosedürlerin gerçekleştirilmesi sırasındaki yerlerini almaya başladılar.
1846 yılında Massachusetts Hastanesinde William Thomas Green Morton (1819-1868) tarafından yapılan ve başarılı geçen operasyonda ilk cerrahi anestezi uygulandı. Cerrahi alanlarda kullanılan aletlerin temiz olmaması yüzünden hastalıkların yayılabildiği konusunda ikna olan cerrahlardan Joseph Lister (1827-1912), antisepsi üzerinde çalışmalar yürüterek, cerrahi aletlerin, ameliyat odasının, yaraların belli oranlar dahilinde karbolik asit kullanılarak dezenfeksiyonunu önerdi. Antisepsi olarak bilinen bu yöntemi, asepsi dönemi takip etti. Louis Pasteur (1822- 1895) sayesinde ısıdan faydalanılarak asepsinin sağlanması gerçekleşti.
İmmünoloji’nin ilk adımları ise Paul Erlich (1854- 1915) tarafından atıldı. Alexander Fleming’in (1881-1955) penicillium notatum mantarıyla kontamine olmuş bir stafilokok kültüründe, küfün etrafındaki stafilakok kolonilerinin kaybolduğunu fark etmesi, penisilin’in elde edilişine giden yolun kapısını araladı.
Jinekoloji’nin cerrahinin bir dalı halinde başlangıcı yine 19. yüzyıla dayanmaktadır. Aynı dönemde tıpta özellikle teşhis alanında yaşanacak bir diğer önemli gelişme, Wilhelm Konrad Röntgen’in (1845-1923) X ışınlarını keşfetmesiydi (1895).
Kısaca özetlediğimiz bilgilerden görüleceği üzere, 19. yüzyılın belli aşamaları, 20. yüzyıl tıbbının gelişmesinin temelini oluşturdu.
⚠️ ilk kadın doktorlardan Dr. Elizabeth Blackwell (1821-1910) ile tanışma olanağı bulması üzerine, bir kadının her zaman yapabileceği bir şeylerin var olduğuna dair inancı arttı. Tanıştığı ve gelecekte kendisine büyük yardımı olacak Sidney Herbert ve eşinin, onun hemşire olmasına ilişkin teşvikleriyle amacından vazgeçmedi. Paris’e giderek Hayırsever Katolik Hemşireler Hastanesi’nde kaldı. Bir rahibe gibi giyinmesine karşın, onlardan ayrı yaşayarak, civardaki sağlık kurumlarını, sağlık enstitülerini ziyaret ederek, ameliyatları izledi. Hekimlerle birlikte koğuşları gezdi ve yapılan muayeneleri gözlemledi.
1853 yılında Londra’daki Umutsuz Koşullarda Hasta Bayanların Bakımı Enstitüsünde (The Institute for The Care of Sick Gentlewomen in Distressed Circumstances in London) idareci olarak işe başladı. Bu yeni dönem, onun hasta bakımı ve hastane koşullarına ilişkin yeni fikirler ileri sürdüğü bir süreçtir. 1854 yılında yanındaki hemşirelerle birlikte 13 gün süren bir gemi yolculuğunun ardından İstanbul’daki İngiliz Askeri kampına gitti. Kırım’ın cephe olması sebebiyle Kırım Savaşı (1854-1856) olarak bilinen bu savaş, Rusya’nın geleneksel güneye inme siyasetini gerçekleştirmek üzere harekete geçmesiyle başlamıştı. Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan İngiltere, Fransa ve Piyomente Krallığı Rusya’ya karşı bir Avrupa bloğu oluşturmuşlardı. Savaşın sonunda Rusya yenildi ve 1856 yılında Paris Antlaşması imzalandı.
Savaşın iki yıllık süreci içinde Florence Nightingale’in Türkiye’ye olan serüveni başladı. 4 Kasım 1854’de Üsküdar’a ulaştığı tarihten Temmuz 1856’ya kadar süren bu dönemde Nightingale, İstanbul/Üsküdar’daki Selimiye Kışlasına gelmiş hemşire gruplarından sadece bir tanesiydi. Onun burada gösterdiği çalışmalar, çaba ve azim, Osmanlı Devleti padişahı Abdülmecit tarafından da anlamlı bulunarak, uygun gördüğü maddi ve manevi takdirini Florence Nightingale ve İngiltere Kraliçesi’ne bildirildi (6).
Nightingale, savaş sırasında kamplardaki sağlık koşullarının çok kötü olduğunu fark etti. Matematik ve istatistik bilgisinin işine yaradığı bu dönemde, hastanedeki ölüm oranlarını kaydetti. Verilerine göre 1000 yaralı askerin 600’ü bulaşıcı hastalıklar sebebiyle ölmekteydi. Bu duruma müdahale ederek, temiz çevre koşullarını oluşturmaya çalıştı. Tıbbi malzeme, temiz su ve meyve sağladı. Bu gayretleri sayesinde ölüm oranı %60’dan %42’ye, daha sonra da %2.2’ye düştü. Yaralı askerler için bir anne gibiydi ve eline lambasını alarak her gece onları ziyaret etmesi nedeniyle “Lambalı kadın” lakabıyla tanındı. Gösterdiği başarıları İngiltere’de Kraliçe Victoria, Prens Albert ve Başbakan Lord Palmerston tarafından da desteklendi.
Ülkesine döndükten sonra, 15 Haziran 1860’da St. Thomas Hastanesine bağlı dünyadaki ilk hemşerilik okulu olarak bilinen Nightingale Hemşire Eğitim Okulunun (Nightingale Training School for Nurses) kurulmasına öncülük ederek, yeni anlayışla hemşirelerin yetiştirilmesi ve bilimsel bir eğitimle mesleğe kazandırılmasını sağladı. Buradan mezun olan hemşireler kısa sürede hastanelerdeki görev yerlerini aldı.
Hemşirelik hakkında birçok kitap ve rapor yazdı. Bunlardan nadir ifade sadeliği ve sağduyu ile ayırt edilen tıbbi klasikler arasında en iyi bilinenleri; Notes on Hospitals (1859) ile Notes on Nursing (1860)’dir. Notes on Nursing (Hemşirelik Notları) isimli eserinde hastalarla güvene dayalı ilişkiler kurmanın önemini vurguladı. Ona göre hemşirelerin varlığı, hastalarla profesyonel bir iletişim kurmanın anahtarı gibiydi.
Hemşirenin “Hastanın yaşamasına yardım eden” bir görev tanımı olduğuna işaret etti. Hemşirenin geliştirmesi gereken bir duygusal zekâsının olduğuna değinerek, bunun özgün olan; öz yönetim [içine kapanık, dürüst, mantıksal, uyarlanabilir, son derece motive], sosyal farkındalık [tutkulu, empatik, sessizce enerjilendirilmiş, pozitif, etkili], ilişki yönetimi [ilham, hırslı, seven, erdemli, pratik], öz farkındalık [akıllı, kendine güvenen, mütevazi, güçlü amaç duygusu, manevi] diye bilinen 4 alanını tanımladı. Bugün Florence Nightingale ismi, Elizabeth Fry’ın yanı sıra İngiliz hemşireler Ethel Fenwick, Rebecca Strong, Margaret Huxley, Agnes Jones, Margaret Breay, Isla Stuart (Blomfield) ile bütünleşerek anılmaktadır.
‼️ Florence Nightingale’in Tıp, Hemşirelik ve Hasta Bakımı ile İlgili Bazı Sözleri
Tarihsel kayıtlar göstermektedir ki, Florence Nightingale hemşirelik mesleğinin yol göstericisi veya danışmanı olarak görev üstlenmiş ilk kişidir. Onu bu kadar önemli kılan faktörler arasında, anlamı ve görevi net olmayan hemşirelik mesleğinin 19. yüzyılda toparlanmasına ve yapılanmasına sağladığı katkılar ön planda yer almaktadır.
Bu katkıların çoğunu yazdığı kitapların satırları arasında veya mektuplarındaki ifadelerde görmekteyiz. Bunları içeren Türkçe’ye çevrilmiş özgün bir eserin bulunmaması, tarihsel literatür anlamında önemli bir eksikliktir. Kimi zaman farklı makalelerin içerisinde dağınık bir şekilde geçen Florence Nightingale’e ait birkaç sözün orjinali veya çevirisi, konuya ilgi duyanların erişimini güçleştirmektedir.
Kitabın bu bölümünde, Florence Nightingale tarafından hemşirelik mesleği için bizzat kendi görüşlerini içeren aforizmalarının, hemşireliğin değişik yönlerini tanımlayan deyişlerinin orjinalinden yaptığımız çevirilerine yer vereceğiz. Burada başvurduğumuz kaynakların seçiminde, en fazla güven duyulanlardan ve bizzat Florence Nightingale tarafından yazıldığı belirtilenlerden yararlanılmıştır. Çevirilerde ona özgü karmaşık anlatım biçimini sadeleştirirken, farklı anlamlara gelen kelimelerin parantez içinde sunulmasına özen gösterilmiştir.
Hiç şüphesiz ki, belki de ilk kez tanık olunacak bu aforizmaların ve sözlerin çevirisi, hemşirelik öğrencileri ve alana katkı sağlayanlar için bir kaynak niteliğinde olacaktır. İlerleyen zamanlarda bundan esinlenilerek
Florence Nightingale’e ait daha geniş çeviri eserlerin hazırlanacağını umut ediyoruz.
***
“Bir hekimle her zaman başka birinden daha iyi konuşabilirim”
“Tıp, henüz kurallarını bilmediğimiz bir deneyim meselesidir. Eğer bir doktor olsaydım, asla hastamla tartışmazdım.. Çünkü o (hasta), tartışmasının benim ki kadar iyi olduğunu düşünüyordur”
***
St. Thomas Hastanesindeki stajyer hemşirelere yazdığı mektuptan (1872) bir alıntı:
“Bizim için hemşireliğimizin hemşiresi bir konudur ve bununla ilgili her yıl, her ay, her hafta söz verip ilerleme kaydetmedikçe, yeniden geri dönüyoruz. Bu sayede ne kadar deneyim kazanırsak, daha fazla ilerleme sağlayabiliriz”
***
“Öldürülen adamların sunağında duruyorum ve yaşarken onların sebepleriyle savaşıyorum (1856)” (19).
***
“Kir ve tecrübesizlik (cahillik) sevgisinden dolayı bir hizmetçiyi, opium (Afyon) ve gözdağı (tehdit) sevgisinden dolayı bir hemşireyi değiştirdim (görevden aldım) (1854)”
***
“Gözlem, hastanın nasıl olduğunu söyler; yansıyan görüntü ne yapılması gerektiğini söyler; eğitim nasıl yapıldığını anlatır. Eğitim ve tecrübe, elbette her ikisi de bizim için; nasıl ve neyin gözlemleneceğini, nasıl ve neyin düşünüleceğini öğretmesi açısından gereklidir” (21).
***
“İlk koşul olarak, bir hastane’nin hastaya zarar vermemesi gerektiği, duyurulması garip bir ilkeymiş gibi görülebilir... (1863)”
***
“Sanat, hastalara hemşirelik yapmaktır. Lütfen dikkat ediniz, hastalığa hemşirelik yapmak değil! Bu gerçek hemşireliğin neden sadece hastanın yatağının yanında (başucunuda) ve hasta odasında veya koğuşta öğrenebileceğinin sebebidir. Dersler ve kitaplar gereklidir. Ancak bunlar sadece değerli aksesuarlardır”
***
“Bir hemşirenin alfabesi; hastanın yüz ifadesinden gelen her değişikliği, onun ne hissettiğini söyleme çabasına gerek olmadan okuyabilmesidir”
***
St. Thomas Hastanesindeki stajyerlere yazdığı 6 Mayıs 1881 tarihli mektubundan bir alıntı: “...İyi bir hemşire olmak için iyi bir kadın olmalı. Burada hepimiz aynı fikirdeyiz. Bu eski bir hikayedir. Fakat bazılarımız başlangıçta yeniyiz.”, “...İzin verin de, hep birlikte iyi kadınlar olmak bizim hırsımız olsun. Ve asla hemşire isminden utanmamıza izin vermeyin!” (25).
***
“Her kadının iyi hemşire olduğu çoğu kez söylenmiş ve yazılmıştır. Ben, bunun aksine, hemşireliğin asıl unsurlarının bilinmediğine inanıyorum. Burada bahsetmek istediğim, hemşirenin bu konuda her zaman suçlu olduğu değildir. Odaların ve evlerin kötü dizayn edilmiş olması ve diğer olumsuz düzenlemeler genellikle hemşirelik yapmayı imkânsız bir hale getiriyor. Fakat hemşirelik sanatı, benim hemşirelikten anladığımı mümkün hale getirmek için bazı düzenlemeleri (değişimleri) içermek zorundadır.”
***
“Çağrılan bir hemşire, hem kendi memnuniyeti, hem de hastasına gösterdiği özenden dolayı, hastanın nabzını kontrol eder, ki bu işlem hastayı rahatsız etmeden gayet iyi yapılabilir. Yapılması söylense de söylenmese de, hastanın kan, idrar, balgam vb. vücut sıvısını (ifrazat) kontrol eder. Vücut sıvısının görünüşü, rengindeki ufak bir değişim, her hareketten sonra kabın boşaltılmadığı hemşirenin gözünden kaçmayacaktır.”
***
“Hemşirenin esas görevlerinden birisi de, ilacın etkisini gözlemlemektir. Örneğin kinin ilacında olduğu gibi. Boğaz ağrısı, sağırlık, kafada gerginlik hissi kinin’in iyi bilinen yan etkileridir. Ancak hafıza kaybı da sıklıkla görülür ve bu durum çok dikkatli bir hemşire dışında nadiren fark edilir. Aslında hastanın unuttuğunu hemşirenin kendisi de sıklıkla hatırlayamaz. İyi bir hemşire hastaya nadiren soru sorar -hastanın ne hissettiğini ve ne istediğini anlamak için-. Fakat hastayı çok dikkatli bir şekilde gözlemlemeden ve gözlemlerini test etmeden, hastanın ne hissettiği ve ne istediği konusunda, ne kendisinin ne de başkalarının görüşünü kabul etmez.”
***
“Savaşın dehşetini hiç kimse hayal edemez. -Bu dehşet sadece yaralar, kan ve ateş yüksekliği, benekli ve siyah noktalı dizanteri, kronik veya akut, soğuk ve sıcak ve kıtlıktan ibaret değildir.- Bunlar zehirlenme, sarhoş kabalığı, daha zayıf olanın demoralizasyonu ve düşük konumda olanın hastalığı, kıskançlık, alçaklık, ilgisizlik, daha yüksek bir konumda olanın bencil zalimliğidir.”
***
“Hemşirelik kelimesini daha iyisini istemek için kullanıyorum. Hemşireliğin anlamı, ilaçların verilmesi ve yara lapasının (bakım ve pansuman anlamında yapılan bir işlem) uygulanmasıyla sınırlandırılmıştır. Oysa ki, buna ilave olarak hastanın yaşam gücü için çok önemli olan temiz hava, ışık, sıcaklık, temizlik, sessizlik (sessiz ortam), uygun diyet seçimi ve bunların uygulanması anlamına da gelmelidir.”
***
“Daha fazla sayıda kadının doktor olduğunu görmeyi dilemektense, erkek ya da kadın, daha az sayıda doktor görmeyi diliyorum. Zira kadınlar hiç ilerleme kaydetmedi. Sadece erkek olmayı denediler ve sadece üçüncü sınıf erkek olmayı başardılar.”
***
“Bir hastanenin öncelikli ilk (öncelikle) gerekliliğinin hastalara zarar vermemek olduğunu ileri sürmek kulağa garip gelebilir.”
***
“Hastaneler uygarlığın sadece bir ara aşamasıdır ve hasta popülasyonunun hepsini kabul etmeyi hiçbir zaman amaçlamamıştır.”
***
“Bana neden bir şey yazmadığımı soruyorsunuz. Bence duygular kelimelere dökülünce harcanıyor. Kelimeler eyleme geçerek, sonuç getiren eylemler şekline damıtılmalıdır.”
***
“Ne kadar küçük olursa olsun, pratik bir başlangıç yapma fırsatını asla kaçırmam. Bu tür konularda tohumun nasıl çimlenip kök saldığını görmek harikadır.”
***
“Tanrı’nın düşüncelerini
çalışmalıyız. Çünkü istatistikler Tanrı’nın amacının ölçümüdür.”
***
“Korkunun hâkim olduğu yerde, çok az şey yapılabilir.”
***
“İnsan yaşamı için, şimdiye kadar hiçbir erkek veya kadının sahip olamadığı büyük bir sorumluluğum var. Başarımı borçlu olduğum şey, asla mazeret bulmamam ya da mazeret kabul etmememdir. Evet, şimdi baktığımda kendimle diğer erkekler arasındaki farkı görüyorum. Bir felaket olduğunda, ben harekete geçiyorum, onlarsa mazeret buluyor.”
***
anlamak için istatistik
“Yatak odası ile hasta odası arasındaki bir diğer büyük fark, eğer yatak odası olması gerektiği gibi bütün gün havalandırılmışsa, uyuyan kişinin gecenin başından itibaren (her şeyden önce) bolca temiz havaya sahip olmasıdır. Hasta kişi ise bundan yoksundur. Çünkü bütün gün aynı odadaki havayı solur ve bu havayı kendi nefesiyle kirletir. Dolayısıyla, hasta odasındaki havayı sürekli olarak değiştirmek konusunda çok daha fazla özen göstermek gerekir.”
***
“Hemen hemen bütün hastalıklarda, cilt temizliği çok önemlidir. Bu, özellikle çocuklar için de böyledir. Fakat deriden çıkan ter yıkama veya giysilerin değiştirilmesi yoluyla deriden uzaklaştırılmadığı sürece orada kalır. Her hemşire bunu sürekli akılda tutmalıdır. Eğer hastanın teri veya başka vücut salgıları derisinde biriktiğinde yıkanmadan ya da giysileri değiştirilmeden öylece bırakılırsa, bu durum hastanın sağlığını ağızdan yavaş dozda zehir vermek kadar kötü etkiler. Deri yoluyla zehirlenmenin yol açtığı etki, ağız yoluyla zehirlenmek kadar açıktır -sadece buradaki süreç daha yavaş ilerler.”
***
“Bir hemşirenin görevi, hastanın kendini nasıl hissettiğini anlatma zahmetine girmesine yol açmadan, hastanın yüzündeki ifadeden bütün değişiklikleri okuyabilmektir. Hastası değerli bir mobilya parçası ya da hasta bir inek olsa, birçok hemşire başka nasıl davranırdı ki? Bilmiyorum. Yine de, hemşire dediğin bir asansörden veya bir süpürgeden fazlası olmalıdır. Hasta, temiz tutulup bir köşeye konulan ve duvara yaslanan ve hasar görmesin veya kırılmasın diye sakınılan bir eşya değildir-gelgelelim birçok hemşirenin yaptıklarına ve yapmadıklarına baktığınızda, hastaya sanki öyleymiş gibi davranıldığını görürsünüz. Fakat bir de eski tarz bir hemşireyi bir bebekle ilgilenirken izleyin. Bebeğin “söylediği” her şeyi anladığından ve bunu kendisinden başka kimsenin anlayamayacağından, aynı zamanda bebeğin de onun söylediklerini anladığından ve ondan başkasının anlamadığından o kadar emindir ki.
Dolayısıyla, aynı şekilde bir hemşire, hastasının yüzündeki, tavrındaki, sesindeki her değişikliği anlayabilmelidir. Ve bu değişiklikler üstüne, başka hiç kimsenin bunları o kadar iyi anlayamayacağından emin olana dek çalışmalıdır. Hemşire hata da yapabilir. Ancak iyi bir hemşire olma yolunda yapılan hatalardır bu hatalar. Hastasının çehresindeki (yüzündeki) değişikliklere dikkat etmeyen, değişiklik görmeyi beklemeyen, hastasına narin porselen muamelesi yapan bir hemşire, mesleğinde yürüdüğü yolda hiçbir yere gitmiyor demektir. Bu kişi asla bir hemşire olamayacaktır.
Her kayıtsız (ilgisiz) hemşire “Hasta izlenmekten hoşlanmıyor” bahanesine sığınır. Çok doğru. Bütün hastalar ve bütün çocuklar “izlenmekten nefret eder”. Fakat ilgilendiği hastaları ve çocukları gerçekten bilen ve anlayan bir hemşire bulun ve bu kişilerin “izlendiklerinin” farkında olup olmadıklarını söyleyin. İyi gözlemci bir hemşirenin, bilmesi gereken küçük şeyleri görmek için hastaya bakması gerekmez.”
***
“Hemşirelere şunu söylüyorum -hastanıza şunların söylendiğini duyuyorsanız, bunlar hastanıza zarar veren ziyaretçilerdir:
1. Önemli bir şeyin yok. Sadece biraz neşelenmek istiyorsun
2. Kendini öldürüyorsun. Bunu engellemek gerek
3. Seni amaçlarına alet eden birisinin oyuncağısın
4. Kimseyi dinlemiyorsun. İnatla kendi yolunda
gitmeye çalışıyorsun
5. Sana görevlerini hatırlatmak lazım. Takdiri ilahiye
karşı çıkıyorsun.
Bunlar varsa o zaman bilin ki; hastanız ziyaretçisinden alabileceği tüm zararları almaktadır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️