6 Ocak 2024 Cumartesi

Homeopatinin Tarihi


*GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE... 

• M. Ö. 2000...... Al bu otu ye!

• M. S. 1000...... Bu ot kötü, gel bu duayı oku!

• M. S. 1250...... O dua batıl inanç, al bu iksiri iç!

• M. S. 1700...... O iksirin ne faydası var, al bu hapı yut!

• M. S. 1950...... O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç!

• M. S. 2000...... O antibiyotik kimyasal, al bu otu ye!


                            “similis similibus curentur”, yani “benzer benzeri iyileştirir” 


Homeopatinin kurucusu Samuel Christian Hahnemann 1755'te Dresden'de doğmuştu. Yoksul bir aileden gelmesine rağmen iyi bir eğitim aldı ve Leipzig, Erlangen ve Viyana üniversitelerinde kimya ve tıp okudu.

Device

1779'da hekim olarak çalışmaya başladı, ancak yanı sıra tıp ve kimya alanında makaleler ve kitaplar da yazıyordu. Yazılarında zamanının acımasız tıbbi uygulamalarını protesto ediyordu. Daha hijyenik koşulları, iyi beslenme, açık hava, egzersiz ve daha geniş konutları savunuyordu. Aşırı kalabalık ortamların yaygın, hijyenik standartların düşük olduğu bir zamanda, düzenli banyo ve temiz yatak çarşaflarını tavsiye ediyordu.

18.YY'ın sonlarında Avrupa büyük bir sosyal değişim dönemine girdi. Sanayi Devrimi, yaygın teknolojik ilerleme ve pek çok bilimsel buluşu da beraberinde getirdi. Tıpta da, bitkilerin aktif maddelerini tanımlama ve özünü çıkarma yolunda önemli işler yapıldı. İlk önemli atılım 1803 yılında Almanya'da gerçekleşti; Friedrich Serturner haşhaşın içindeki morfini izole etmeyi başardı.

İLK DENEY

Hahnemann bu yıllarda bilinen tıbbi uygulamalardan iyice umudunu kesmiş, tıp çalışmalarını bırakarak tercümanlık yapmaya başlamıştır. 

Device

1790 yılında “Dr. William Cullen'ın Materia Medica Üzerine Bir Hikâye” adlı eserini tercüme ederken Cinchona kabuğu hakkındaki bölüme rastlaması, hem kendi hayatını hem de dünya üstündeki pek çok insanın hayatını değiştirdi. Cullen kitabında Cinchona ağacının kabuğundan elde edilen bir madde olan kininin buruk tadından dolayı sıtmaya iyi geldiğini söylüyordu. 

Hahnemann çok daha buruk olup sıtma üzerinde hiç etkisi olmayan maddeler olduğunu bildiği için buna bir anlam veremedi. Bu konuyu daha derinlemesine araştırmaya karar verdi. İlerleyen günlerde kendisi de kinin almaya ve tepkilerini detaylı olarak kaydetmeye başladı. Kendisinde sıtma hastalığı olmamasına rağmen, birbiri ardına sıtma belirtileri göstermeye başladığını fark etti. Bu belirtiler bir doz kinin aldığında kendini gösterip birkaç saat sonra kayboluyorlardı. Kinin almadığında hiçbir belirti kalmıyordu. Bu acaba kininin sıtmayı iyileştirme nedeni miydi? Bu teoriyi denemek için, kinin dozlarını tanıdığı insanlarda tekrarladı ve etkilerini detaylı olarak kaydetti. Daha sonra bu deneyleri arsenik ve belladonna gibi ilaç olarak kullanılan başka maddelerle de yaptı. Bu deneyler çok katı koşullar altında yapılıyorlar, deneklerin sonuçları etkileyebilecek alkol, çay, kahve gibi şeyleri içmesine veya baharatlı ve tuzlu yiyecekler yemesine izin verilmiyordu. 

Hahnemann deneklerin gösterdikleri tepkilerin çeşitli olduğunu buldu. Aynı maddeye bazıları hafif tepkilerle cevap verirken, bazıları çeşitli ve şiddetli belirtiler gösterebiliyordu. Belirtilerin kombinasyonu test edilen her madde için bir “ilaç resmi” oluşturuyordu. Hahnemann doğal maddelerin geniş bir bölümünü test ederek deneylerini sürdürdü ve "benzerin benzerle tedavisi" ilkesini yeniden keşfetti. 


HOMEOPATİNİN GELİŞİMİ

Hahnemann, altı yıl boyunca pek çok değişik madde ile yaptığı deneylerle etkileri hakkında önemli bilgiler topladı. Daha sonra çalışmalarının ikinci evresine geçti. Testlerine başlamadan önce, hastalarını muayene etti; belirtilerini, hangi etkenlerin iyi veya kötü geldiğini, genel sağlık durumlarını, yaşam şekillerini, hayata bakışlarını sorguladı. Tüm bu detayları not alarak her bir hastanın belirti resmini oluşturdu. Daha sonra kişinin belirti resmi ile çeşitli maddelerin ilaç resmini eşleştiriyordu. Sadece çok yakın bir resim bulduğunda ilaç veriyordu. Resim ne kadar benzerse tedavinin o kadar başarılı olduğunu fark etti. 

YENİ TIP İLKELERİ

Hahnemann, tüm bunlardan, benzer belirtiler ortaya çıkaran bir ilaç ve bir hastalığın bir şekilde birbirlerini hükümsüz bıraktığı ve böylelikle hastanın sağlığına kavuştuğu yeni bir tıp sistemi bulduğunu anlamıştı. Bu fenomeni, Homeopatinin ilk ve en önemli kuralı olan “similis similibus curentur”, yani “benzer benzeri iyileştirir” diye tarif etti. 

Device

1796'da Hahnemann'ın bu yeni sistem üzerine yazdığı ilk kitabı yayınlandı. Kitapta teorisi üzerine düşüncelerine yer verdi: “Kronik bir hastalığı, ilave bir hastalıkla iyileştiren doğayı taklit etmek gerekiyor. Özellikle de kronik ise, iyileştirilmek istenilen hastalığın mümkün olduğunca benzerini yapay olarak tetikleyen bir ilaç verilmelidir, böylece önceki iyileşecektir.” 

Yunanca benzer anlamına gelen “homeo”, muzdarip olmak anlamına gelen “pathos” kelimelerinden yola çıkarak bu yeni sistemi “homeopati” olarak adlandırdı. 1810'da Rasyonel Tıbbın Organonu adlı kitabında homeopatinin ilkelerini yayınladı. İki yıl sonra Leipzig üniversitesinde homeopati dersleri vermeye başladı. 

SULANDIRILMIŞ İLAÇLAR

Hahnemann'ın kullandığı ilaçların bazıları zehirli olduğu için hastalarına çok küçük ve sulandırılmış dozlar veriyordu. Ancak hastaların bazı belirtileri iyiye gitmeden önce kötüleşiyordu. Bu kötüleşmeyi önlemek amacıyla sulandırma metodunu değiştirdi. Her bir maddeyi iki aşamalı bir süreçte sulandırmaya başladı. Sulandırmanın her aşamasında ilacı sert bir yüzeye çarparak şiddetle çalkaladı. Bu işlemin maddenin enerjisini açığa çıkardığına inanıyordu. Bu şekilde sulandırılan ilaçların hem daha önce neden oldukları kötüleşmeyi oluşturmadıkları, hem de konsantre ilaçlardan daha etkili olduklarını gözlemledi. Daha az yoğun olmalarına rağmen daha güçlüydüler. Hahnemann bu işleme “potensiyalizasyon” adını vermişti. Homeopatide potens ilacın sulandırılmasını veya gücünü ifade eder. 

Hahnemann ilaçları incelterek denemeye devam etti; gitgide daha sulandırılmış çözeltiler kullandı. İlaçlar içlerinde orijinal maddenin tek bir molekülü bile kalmayacak kadar seyreltiliyorlardı, ancak son derece etkiliydiler. Yaşamı süresince Hahnemann yaklaşık 100 adet homeopatik ilacın etkisini kanıtladı. 

HAHNEMANN’IN İZİNDEN GİDENLER

19.YY'da Hahnemann'ın felsefesi Almanya'dan tüm Avrupa'ya, oradan da Asya ve Amerika'ya hızla yayıldı. Hahnemann'ın düşünceleri hakkında birçok bilimsel tartışma olmasına rağmen ünü sürekli arttı. 

1831'de Orta Avrupa'da kolera salgını başladı. Hahnemann hastalığı iyileştirmek için kâfuru kullandı ve çok başarılı oldu. Ayrıca hastalığa yakalananların karantinaya alınmasını tavsiye ederek zamanının çok ötesinde olduğunu bir kez daha gösterdi. 

Device

Hahnemann'ı izleyenlerden biri olan Dr. Frederick Foster Hervey Quin, kolerayı kâfuru ile iyileştiren doktorlardan biriydi. Bir süredir homeopati ile ilgileniyordu, ancak tedavinin başarılı olması bu işe duyduğu saygıyı arttırdı ve 1832'de Londra'da homeopatik hastaneyi kurdu. 1854'teki kolera salgını Dr.Quin'in homeopatinin başarısını bir kez daha kanıtlamasına olanak tanıdı. Londra Homeopatik Hastanesinde koleradan ölüm oranı diğer hastanelerden %30 daha düşüktü. Ama bu sonuçların açıklanması baskılandı ve ancak parlamentonun araya girmesi sonucunda yayınlanabildi. Resmi raporun yazarı şu sözlerle sonuca vardı: “Eğer Tanrı beni kolerayla ziyaret ederse bir homeopatın ellerine düşmeyi dilerim.” 

HERİNG VE KENT’İN ETKİSİ
DeviceDevice

Homeopati Amerika'da 1820'lerde başladı ve hızla taraftar topladı. Dr.Constantine Hering (1800-1880) ve Dr.James Tyler Kent (1849-1916) Hahnemann'ın ilaç kanıtlama çalışmalarını sürdüren ve aynı zamanda homeopatiye yeni fikirler ve uygulamalar getiren iki önemli homeopattır. 

Dr.Hering tarafından bulunan Şifanın Kanunları, homeopatide hastalığın nasıl iyileştiğini açıklar. Bu üç kanuna göre, belirtiler vücutta yukarıdan aşağıya, içten dışa ve önemli organlardan daha önemsiz olanlara doğru iyileşir. Belirtiler ortaya çıkış sıralarına ters sırayla iyileşirler. Örneğin insanlar fiziksel rahatsızlıkları ortadan kalkmadan önce psikolojik olarak iyi hissetmeye başlarlar. Benzer vücut yapıları ve karakter özellikler olan insanların aynı hastalıklardan şikâyetçi olduklarını gördü. Dr.Kent farklı tipteki insanların belli ilaçlara diğerlerinden daha şiddetle reaksiyon gösterdiğini gözlemledi. Bu da, ilaçların kişilerin duygusal özellikleri ve görüntüleri ile fiziksel belirtileri dikkate alınarak verilmesi gerektiği teorisinin temelini oluşturdu. 

Dr.Kent insanları “yapısal tipleri”ne göre grupladı. Örneğin Natrum Muriatikum tipleri armut formlu, koyu tenli, titiz, tuzlu şeyleri seven, kabızlığa eğilimli kişilerdi. Yüksek potensli ilaçların hastanın yapısal tipine ve fiziksel belirtilerine göre seçilmesi “klasik homeopati” olarak adlandırılmıştır.

• Dr. Hasan Gökhan Şentürk

⚠️  https://www.homeopati.com.tr/homeopati-tarihi.html


HOMEOPATİK KARIŞIMLAR

Homeopatide kullanılan ilaçlar, doğal olarak bulunan maddelerden yapılır ve o kadar seyreltilerek elde edilir ki genelde başlangıçtaki maddeden hiçbir eser kalmaz.

Homeopatide kullanılan ilaçların üretilmesi sırasında uygulanan iki yöntem vardır: Seyreltme ve sulandırma. Homeopati uzmanı ilaçları iki şekilde seyreltir - desimal ya da D (10 damla suya bir damla öz) ve sentezimal ya da C (100 damla suya bir damla öz). Örneğin 30C esas ana özün bire yüz olarak otuz defa seyreltilmesi anlamına gelir. Her seyreltme işlemi arasında karışımı en az on saniye süreyle çalkalamak gereklidir. Bu çalkalama veya sulandırma homeopatik ilaçları etkili yapan işlemin ayrılmaz bir parçasıdır. Genelde ilaçtan günde yalnızca küçük bir veya iki damla alınır. Hangi ölçünün alınacağı kullanılan seyreltiğe bağlıdır.

HOMEOPATİDE KULLANILAN İLAÇLAR NASIL YAPILIR?
Esas madde özünü çıkarmak ve özünü alkol/suda çözebilmek için parçalara ayrılır.
Taze sebze kesilmeden önce iyice yıkanmalıdır.Mineral maddeler veya daha sert materyaller, alkol/suda çözülebilen toz haline getirilinceye kadar dövülür.


Hazırlanan madde, ağzı kapanabilen bir kavanoza konur ve üzerine alkol/su karışımı eklenir. Ardından, kavanozun ağzı, hava geçirmeyen bir kapakla kapanır ve içindekiler sert bir şekilde çalkalanır (sulandırılır). Karışım bazen dört haftaya varan bir süre, ara sıra çalkalanarak bekletilir. Ortaya çıkan "ana ruh" temiz bir kaba süzdürülür.

Ana ruh 1:10 veya 1:100 ölçüsünde seyreltilir (ana ruh: alkol/su karışımı) ve sulandırılır (hızla çalkalanır).Karışım tekrar tekrar seyreltilir ve sulandırılır. Her seyreltme arasında karışımı en az 10 saniye süreyle çalkalamak gereklidir.


Modern tıpta size bir ilaç reçete edildiği zaman genelde büyük dozda verilir. Bu uygulamanın ardında yatan düşünce doz ne kadar büyükse, terapi etkisinin de o kadar yoğun olacağıdır. Diğer taraftan, homeopatik tedavi bunun tam tersi bir görüşü benimsemiştir: İlacın dozu ne kadar düşükse, etkisi o kadar güçlü olur.


Homeopati kelimesi Yunanca Homoeos (benzer) ve Pathos (rahatsızlık) kelimelerinin birleşmesinden oluşuyor.

Bunun üzerine Hahnemann başka birçok doğal maddeyi de yüksek dozda yemeye ya da içmeye başladı ve bunların kendinde meydana getirdiği belirtileri bir bir yazdı. Böylece homeopatinin her bir homeopatik ilacın ayrı ayrı ve çok detaylı olarak etki alanlarını konu alan Materia Medica’ oluşmaya başladı. Bu maddeler, yüksek dozda alındıklarında yarattıkları belirtileri gösteren rahatsızlıkların ilacı haline geldi.

                    🛑🛑🛑🛑🛑🛑🛑🛑🛑

            DIPNOTLARIM 🩺📖👩🏻‍⚕️ Selda Karakas


- Hipokrat’ın ünlü bir sözü vardır: “Similia similibus curentur”, yani “Benzer benzeri iyileştirir!”. İşte Homeopati, “benzer benzeri iyileştirir” esasına dayalı olarak çalışan ve şifa kaynağını bitki, hayvan, mineral ve metal gibi akla gelebilecek her türlü maddeden alan bir bilim dalı.

Karadutun lekesini sadece kendi yaprağı çıkarırmış

Eskiler "insan da aynı bu ağaç gibidir"derler Yarasına ilacı başka yerde arayan Her zaman yanılır.. Her yaranın merhemi kendi dalındadır..


                        🛑🛑🛑🛑🛑🛑🛑🛑🛑


Ecz. Semra YOĞURTÇU


Homeopati, hastalığı değil hastayı tedavi eden ve vücudun dengesini yeniden oluşturan non-toksik bir iyileşme sanatıdır. Güvenilir ve bilimsel ilkelere dayanan ilaçlı bir tedavidir. Benzerler kuralına dayanan, tıbbın benzersiz bir sistemidir de diyebiliriz. Latince "homoeos=benzer" ve "pathos=hastalık" sözcüklerinin bir araya gelmesinden oluşur. 

Homeopatinin kökeni tıbbın babası kabul edilen Hipokrat’a kadar uzanır. Hipokrat başyapıtında karşıtlar yasası ve benzerler yasasından söz ederek bunları birleştirmek istemiş ve bunu başarmıştır. Karşıtlar yasası hastalığı karşıt etki gösteren ilaçlarla tedavi etmeyi, benzerler yasası ise hastalığı benzer etki gösteren ilaçlarla tedavi etmeyi kapsar. 

Hipokrat’ın ölümünden yıllar sonra Galen karşıtlar yasasını benimser, kilisenin de desteğini alarak parlak bir atılım yapar. Böylece günümüzde yaygın kullanılan klasik tıp, Ortodoks tıp ya da allopatik tıp olarak anılan tedavi şekli gelişir.

 

Benzerler yasasını ise Paracelsus canlandırmaya çalışırsa da zaman içerisinde Batıda uykuya dalar ama Doğu aleminde ve Hindistan’da benimsenerek sürer gider. İbn-i Sina ile yeniden canlanır. 

 

Günümüzden 200 yıl kadar önce Alman hekim, simyacı ve eczacı Samuel Hahnemann, eski tıp kitaplarını tercüme ederken tanıştığı bu yöntemi günışığına çıkarır, araştırır ve geliştirerek insanlığa armağan eder.

 

Homeopati, 200 yıldır tüm dünyada yaygın bir şekilde kullanılan bir doğal iyileşme sistemidir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dünyada en yaygın kullanılan 2. büyük tedavi yöntemi olarak tanınmıştır. Pek çok ülkede geri ödeme kapsamındadır. 
Hindistan ve Doğu Asya, Rusya, İsrail, Fransa, İngiltere, Almanya, Belçika, Portekiz, İsviçre, Yunanistan, Kanada, ABD akla ilk gelen ülkeler. Kullananlar arasında dönemin ünlüleri de mevcut Örn. İngiliz Kraliyet Ailesi, Rockefeller’ler, Charles Dickens, Goethe, Maria Theresa, Tina Turner, David Beckham, Ghandi, Bill Gates v.s. 
Homeopatik ilaç pazarı da yılda yaklaşık %20 büyümektedir ve fitoterapotik ilaç pazarı hacminden kat be kat fazladır. 
Homeopati Dünya’da özel okullarında ve üniversitelerde de öğretilmektedir.

 

Homeopatide hastalık benzer etki gösteren ilaçla tedavi edilir demiştik.

Daha açık bir tanımlama yapmak istersek şöyle diyebiliriz:

Sağlıklı bir insana verildiğinde bazı hastalık semptomlarına benzer birçok etkiyi gösteren bir ilaç, yeterince seyreltilmiş dozlarda verilince, o hastalığın tüm belirtilerini çabuk, köklü ve sürekli bir biçimde tam olarak ortadan kaldırma gücüne sahiptir.

Klasik tıpta ağrıyı ağrı kesici ilaçla, ateşi ateş düşürücü ilaçla, kaşıntıyı kaşıntı giderici ilaçla tedavi ederiz. Daha doğrusu semptomu baskılar, üzerini örteriz. Homeopati de ise ateşi ateş yapan, kaşıntıyı kaşıntı yapan ilaçla tedavi ederiz. 

Aslında klasik tıpta da benzer uygulamaları görebiliriz. Örneğin; kansere sebep olan X ışınları ve radyum, aynı zamanda kanser tedavisinde de kullanılmaktadır.

Bedenimiz bizi her zaman korumaya çalışır ve kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Bazı şeylerin bozulduğunu, kötüye gittiğini fark edince kendini iyileştirmek için harekete geçer, bazı belirtiler yani semptomlar oluşturur. Amaç vücuttaki dengeyi başka bir deyişle homeostazı korumaktır.

Örneğin; sıcak havada vücudun iç ısısını korumak için ilgili mekanizma harekete geçer ve terleriz. Böylece vücut soğutulmuş olur. Soğuk havada ise titreyerek vücut ısısını yükseltmeye çalışırız. Üşüme hissi bitinceye kadar titreriz ve bunu kontrol edemeyiz.

Homeopatide kullanılan ilaçlar da aynı mekanizma ile çalışır. Hastaysanız ve vücudunuz semptomlar üretiyorsa semptoma neden olan kaynak yok olmadıkça bu belirtiler ortadan kalkmayacaktır. Klasik ilaç tedavisiyle bu semptomları susturup üzerini örtebiliriz ama ilk fırsatta bir yolunu bulup tekrar kendilerini başka bir şekilde göstereceklerdir.

 

Günümüzdeki yaşam koşulları, çevre kirliliği, iklim değişiklikleri, gıdalarımızdaki katkı maddeleri, hormon ve tarım ilacı kalıntıları, stres, uykusuzluk, yaşam temposu, sigara, alkol vb. alışkanlıklar, ilaçlar, vital force olarak ifade edilen yaşam gücümüzü zayıflatarak vücudun dengeyi koruma yeteneğini azaltıyor. Fiziksel, ruhsal ve mental birtakım semptomlar meydana geliyor.

İşte homeopati vücudun kendi kendini tedavi edici mekanizmasını uyararak denge durumuna dönmesini sağlıyor.

 

Homeopatinin klasik tıbba göre farkları :

Modern tıbbın ve bilimin bütün çabalarına rağmen hızla ve çoğalarak artan ve şifa sağlanamayan kronik hastalıklarda homeopati ile çok başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Günümüzde hastalık yapan etkenlerin çok güçlü ilaçlarla yok edilmeye çalışılmasının umulan başarıyı getirmediği, hatta organizmaya zarar verdiği bilinmektedir.

 

Homeopati semptomları baskılamaz ve geçici rahatlamalar sağlamaz. Tedavi, hastalığın altında yatan gerçek nedene yönelik yapılır.

Bütün ilaç denemeleri sağlıklı insanlar üzerinde yapılır. Hayvan denemeleri kullanılmaz. Bu yüzden homeopatinin vücut üzerindeki etkileri rahatça gözlemlenebilir.

 

Homeopatide fiziksel, duygusal ve mental hastalıklar ayrı ayrı tedavi edilmezler, hastanın şikayetleri bir bütünün parçaları gözüyle ve ayrıntılı olarak incelenir. Bu nedenle tedavi kişiye özeldir.

 

Homeopati kişinin sadece hasta kısmıyla değil, bütünüyle ilgilenir.

Homeopatik ilaçlar hamilelerde, yenidoğan (neonatal) dönemdeki bebeklerde ve ilaç alerjisi olan kişilerde de güvenle kullanılabilir.

Minimum doz ve tek ilaç ile tedavi edildiğinden yan etki yoktur. Uygun ilaç seçilmediyse o ilaca ait semptomlar ortaya çıkabilir. Bu yan etki değildir, kişiye zarar vermez, ilacın etki süresi sonunda yok olur veya antidot ilaç verilerek yok edilebilir.

 

Homeopatik tedavide reçete bedeli yüksek değildir.

Homeopatide tanı diagnostik değil hastanın semptomlarını beyanına göre konulduğundan ilaç seçimi kolay değildir. İlaç yanlış olsa bile zarar vermez ama iyileşme olmayınca homeopatinin etkisiz olduğu kanısını uyandırabilir.

Kronik hastalıklarda tedavi süresi uzundur ve geçirilmiş hastalıklar bazen hafif de olsa nüksedebilir. Aslında bu durum iyi ve istenen bir gelişmedir. Bu nedenle hastanın sabırlı olması gerekir. Sonuç buna değecektir.

Operasyon gerektiren durumlarda kontrendikedir. 

İdame (yerine koyma ) tedavilerinde kullanılamaz. Yine de bu durumlarda klasik tıbbın yanında iyi bir tamamlayıcı tedavi sağlar.

Homeopatinin de limiti vardır ve herşeyi iyileştirir denemez.

 

Homeopatik tedavinin temel prensipleri:

Homeopatik tedavinin 3 temel prensibi vardır.

1-Benzerlik ilkesi:

Hipokrat’ın deyimi ile “similia similibus currantur” yani benzer benzeri tedavi eder.

Anonim bir deyim ile çivi çiviyi söker.

Birkaç örnek verirsek konu daha iyi anlaşılacaktır sanırım.

Bayanlar daha iyi bilirler ki soğan soyarken gözler yaşarır ve akar. Hatta fazla sekresyon göze sığmayıp burundan da akıntı olur. Bildiğiniz gibi aynı belirtiler soğuk algınlığı semptomlarıdır. Demek oluyor ki Allium cepa yani kırmızı soğan ekstresinden hazırlanan homeopatik ilaç soğuk algınlığı tedavisinde kullanılabilir. Nitekim kullanılmaktadır da.

Bir diğer örnek: uykusuzluk yapar diye akşamları içmekten çekindiğimiz kahveden hazırlanan homeopatik ilaç uykusuzluk tedavisinde kullanılabilir.

İyi bir kusturucu olduğunu bildiğimiz ipeka dan hazırlanan homeopatik ilaç da bulantı ve kusmayı durdurabilir.

 

2- Minimal doz:

Hahnemann çalışmalarında önceleri saf tentür kullanıyordu. Ama belli dozda verdiğinde bazı kişilerde semptomlar daha da kötüleşebiliyordu. Bu nedenle ilaçları seyreltmeye başladı ve seyreltme oranı arttıkça ilacın yan etkilerinin daha da azaldığını gördü. 

Bu arada tedavi için köyden köye geziyor, ilaçları da yanında o günün koşullarında katıra yükleyip taşıyordu. Zaman içinde ilaçların etki güçlerinin arttığını gözledi ve bunun nedenini düşünmeye başladı. Katır sırtında giderken ilaçların sallandığını fark etti ve bundan yola çıkarak seyreltme aşamalarında şişeleri çalkaladı. Böylece potensizasyon yöntemini geliştirdi.

Seyreltilerek ilacın yan etkisi yok edilmiş, çalkalayarak da ilacın gücü artırılmış oldu. Yani dinamize oldu. Böylece hastalarına minimal doz ilaç kullanmış oldu.

 

3- Tek ilaç ve ilacın bireyselleştirilmesi:

Sağlık; organizmanın kendi içinde, diğer insanlarla, diğer varlıklarla ve bulunduğu ortam ile yani evren ile denge içinde olması demektir. Kalbimiz “ben iyiyim, böbrekler çalışmıyorsa beni ilgilendirmez” diyemez. Bedenimiz bizi her zaman korumaya çalışır. Yarattığı semptomlar aslında bizi iyileştirmeye ve dengeyi yeniden kurmaya yöneliktir. Bu semptomları baskılarsak yaşam enerjimiz azalır ve dengeyi sağlaması zorlaşır.

 

Homeopatideki tedavi ilkesi “hastalık yok, hasta var” dır. Homeopatik yaklaşım, organların tek başına, bağımsız olarak rahatsızlık geçirdiğini düşünmez. Vücudun tamamını beden, zihin ve ruh bir bütün olarak değerlendirir. Bunun yanı sıra kişi yaşadığı ortam ile de etkileşir. Hava koşulları, çevre kirliliği vb. kişiyi etkiler. İnsanı hasta eden şey, içimizdeki yaşam enerjimizin bir nedenle olumsuz etkilenmiş olmasıdır. Bu nedenle kişinin bir bütün olarak tedavi edilmesi amaçlanır

Gerekli incelemelerden sonra hastaya en uygun tek bir ilaç seçilerek tedaviye başlanır, seyrine göre ya aynı ilaçla ya da gerekirse başka bir ilaçla devam edilir. Yani tek bir olgu için tek bir ilaç yoktur ve ilaç hastaya göre değişir. Bir hastaya iyi gelen bir ilaç, semptomu aynı olsa bile başka hastaya uygun olmayabilir. Diğer yandan bir ilaç farklı hastalardaki farklı durumları tedavi etmek için de kullanılabilmektedir.

 

Kişinin karakteri, sevdiği ve sevmediği yiyecek-içecekler, ağrıların lokalizasyonu ve karakteristiği (yanıcı, batıcı, zonklayıcı, yayılması vb.), uyku düzeni, rüyaları, iklim şartlarından nasıl etkilendiği, kötüleşme zamanları gibi kişisel özellik gösteren ayrıntılar ilaç seçiminde belirleyici rol oynarlar. Sonuç olarak bunlar ilacın bireyselleştirilmesi anlamına gelir.

Homeopatik ilaçların etkileme biçimi bilinen bitkisel veya kimyasal sentetik ilaçların etkisi ile karşılaştırılamaz.

Bunlar bedenin kendi kendini iyileştirme gücünü aktive ederek çalışırlar. Buna enerjetik etki de diyebiliriz.


Homeopatik tedavi süreci :

Kronik hastalıkta tedavi süreci yaklaşık 1-2 saat süren anamnez ile başlar. Hasta öncelikle tedaviye geliş nedeni olan ana şikayetini ifade eder. Ardından bedensel, ruhsal ve zihinsel diğer şikayetlerini, özelliklerini anlatır. Sevdiği, sevmediği ve dokunan yiyecekler, hava şartlarından nasıl etkilendiği, uyku ve rüyaları, şikayetlerin günün hangi saatlerinde arttığı, şikayetlerini nasıl tanımladığı vs. ile ilgili bilgiler verir. Bu verilerden belli başlı belirtiler sistematize edilir ve kişiye özel olan ilaç tespit edilir. Belirli aralıklarla kontroller yapılarak hastanın seyrine göre ya aynı ilaca devam edilir, ya da yeni eklenen semptomlara göre başka bir ilaca geçilir.

Akut hastalıkta ise o sıradaki belirgin semptomlar ele alınır, kişinin gözlenen özellikleri de dikkate alınarak ilaç seçilir. Doğru ilaç bulunduysa iyileşme hemen başlar ve kısa sürede şifa bulur.

Homeopatide ilaç seçiminde tek kıstas hastanın semptomları olduğundan, tedavinin başarısı büyük ölçüde hastanın kendi ile ilgili verileri doğru ve eksiksiz vermesine bağlıdır.

Bize önemsiz gibi gelen bazı bulguların ilaç seçiminde çok önemi olabilir. Örneğin kulağımızın, burnumuzun, sırtımızın zaman zaman kaşınmasını kanıksamışızdır ve olağan kabul ederiz. Oysa ilaç seçiminde puzzle tamamlayıcı olarak önem taşır.

Homeopatik ilaç formları:

Hazırlanan nihai ilaç laktoz granüllerine emdirilerek kullanıma sunulur ki bu ilaç formuna globuli deniyor. Küçük haşhaş tanesi boyutundan kişniş şekeri boyutuna kadar değişik boyda globuliler vardır. İlacın etkisinin globuli boyutu ile ilgisi yoktur.

İlaçların alınma yolları:

Homoepatik ilaçlar kolay, çabuk ve güvenilir olarak oral yolla, dil altında, ağız mukozasından emilebilecek şekilde alınırlar. Sıvı formda alırken yutmadan önce ağızda kısa bir süre bekletilmelidir. 

 

   Kaynak: Kendi ders notlarım.

semra_eczanesi@yahoo.com



XXXXXXXXXXXXXXXXX




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️