Sasani hanedanı, 3. yüzyıl başlarında bugünkü İran'ın Persis eyaletinin hükümdarlığını ele geçiren tanrıça Anahita'yı takibeden rahiplerin soyundan gelen I. Erdeşir tarafından Persis'te (Pars ya da Fars vilayeti) Istakhr şehrinde kurulmuştur.
400 senelik Part İmparatorluğu sona ererek, 4 asırlık Sasani hakimiyeti başladı.
Sasani toplumu son derece kompleksti. Tarihçiler toplumun dört sınıfa ayrıldığına inanır. Bunlar, Rahipler (Atorbanan, Farsça'da آتروبانان), Savaşçılar (Arteştaran, Farsça'da ارتشتاران), Sekreterler (Dabiran, Farsça'da دبيران) ve Halk tabakası (Vasteryoşan-Hootkheşan, Farsça'da: هوتخشان-واستريوشان). Sasani kast sisteminin merkezinde, bütün asilleri yöneten Şehinşah vardır.
İslam sanatı Sasani sanatının birincil varisiydi.[13] Will Durant'a göre:
“
"Sasani sanatı, formlarını ve motiflerini doğuda Hindistan, Türkistan ve Çin'e, batıda Suriye, Küçük Asya, Konstantinopolis, Balkanlar, Mısır ve İspanya'ya ihraç etti. Belki de, bu etki, Yunan sanatında vurgulamanın klasik representasyondan Bizans tarzı süslemeye, ve Latin Hristiyanlık sanatında ahşap tavanlardan tuğla ve taş kemerlere, kubbelere ve desteklemeli duvarlara kaymasına yardımcı oldu.[10]"
„
Tak-ı Bostan'daki ve Nakş-ı Rüstem'deki Sasani oymaları renklidir. Saray yüzleri de böyledir. Fakat bu boyamaların sadece izleri günümüze kalmıştır. Yine de yazılı kaynaklar, Sasani zamanında boyama sanatının geliştiğini açıkça göstermektedir. Peygamber Mani'nin bir ressamlık okulu kurduğu nakledilir. Firdevsî, Sasani zenginlerinin ve nüfuzlularının konaklarını ve malikanelerini İran kahramanlarının resimleriyle donattıklarını anlatır.
•Işık âlemi için “hayat ağacı” tasviri de kullanılmaktadır. Aynı şekilde karanlık âleminin başında çoğunlukla canavar olarak tanımlanan karanlık kralı ya da tanrısı bulunmaktadır.
Sasani ipek tuvali, etrafında boncuklar olan Simurg, 6-7. yüzyıllar. Aziz Len'in kutsal emanetler sandığında kullanıldı, Paris.
Şair El-Buhturi Tizpon'daki sarayın duvar resimlerini tasvir eder. Bir Sasani kralı öldüğünde, kraliyet hazinesinde tutulmak üzere, zamanın en iyi ressamına ölen kralın bir portresi yaptırılırdı.
301 yılında, Ermenistan dünyadaki ilk bağımsız Hristiyan devleti oldu. Aslında Assirian topraklarının bir kısmı daha önce 3. yüzyıl süresince Hristiyanlaşmıştı fakat hiçbir zaman bağımsız ulus olmadılar. ( ⬇️ Zeldi Krskş)
Theodor Herzl, modern Siyonist hareketin kurucusudur. 1896 tarihli eseri Der Judenstaat'ta, 20. yüzyılda bağımsız bir Yahudi devletinin kurulacağını öngördü.
İranlı şair Firdevsî Sasanilerin yıkılışlarıyla ilgili olarak şöyle der:
“
کجا آن بزرگان ساسانیان زبهرامیان تا بسامانیان
kocā ān bozorgān-e Sāsānīyān ze Bahrāmīyān tā be Sāmānīyān?
"Nereye gitti büyük Sasaniler? "Ne oldu Behram'a ve Samanilere?"
Antik Çağ’ın Son Büyük Savaşları : Bizans ve Sasani Savaşları (602–628)
Ve böylece Hüsrev, tiranlığı savaş bahanesi olarak kullandı ve dünyayı yıkan o borazanı harekete geçirdi: çünkü bu Romalıların ve Sâsânilerin refahlarının tersine çevrilmesiydi. Zira Hüsrev, İmparator Mauricius’un aziz hatırasını muhafaza etme bahanesini uyduruyordu. Ve böylece Sâsâni savaşlarının doğuşu işaretleniyordu (Theophylactus Simocattes, History, 8.15.7).
Heraclius döneminin en önemli siyasi tarih yazıcısı olan Theophylactus Simocattes, Romalılar ve Sâsâniler arasında 603’ten 628 yılına kadar 25 yıl devam eden ve tarih yazımında “Antik Çağ’ın son büyük savaşı” olarak nitelenen çatışmaların başlangıcını böyle anlatmaktadır. Bu büyük savaşın tetiğini çeken olay, 602 yılında Konstantiniyye’de meydana gelen bir darbe sonucu İmparator Mauricius’un devrilmesi ve Phocas adlı alt rütbeli bir subayın imparatorluğa yükselmesidir. Dönemin Sâsâni kralı II. Hüsrev bu taht değişikliğini tanımadı. Geçmişte kendisini himaye eden ve tahtını geri kazanmasına yardımcı olan Mauricius’un çocuklarının davasını gütme bahanesiyle Roma’ya karşı savaş açtı. Phocas, Hüsrev’in ordularına direnecek kapasitede değildi. İran orduları Roma İmparatorluğu’nun doğu bölgelerini adeta yol geçen hanına çevirip yağmaladılar. 603 ile 610 yılları arasında Dara, Mardin, Urfa, Diyarbakır gibi kentler Sâsânilerin kontrolüne geçti. İran karşısındaki başarısızlık Phocas’ın sonunu getirdi ve 610 yılında Heraclius imparator oldu. Heraclius savaşı sona erdirmek ve barış yapmak istediyse de Pers İmparatorluğu idealini yeniden canlandırmak isteyen Hüsrev buna yanaşmadı. Gerçekten de Heraclius, ilk yıllarında Sâsâniler karşısında pek de tutunamadı. Heraclius’un bizzat komuta ettiği bir ordu, 613 yılında Antiochea yakınlarında yapılan bir savaşı kaybetti. II. Hüsrev, 611 ile 626 yılları arasındaki fetihleriyle gücünün zirvesine ulaştı ve neredeyse bir zamanların Pers İmparatorluğu’nu yeniden kuruyordu.
Anadolu içlerinde ilerleyen ve Kapadokya Caesarea’sını (Kayseri) ele geçiren Sâsâni ordusu; 613’te Antakya yakınlarında kazandığı önemli zaferden sonra, sadece Anadolu içlerinde değil, başka bir koldan da güneye indi. Şam’ı ve Kudüs’ü (614) ele geçiren Sâsâniler, burada İmparator Constantinus tarafından yaptırılan ünlü Kutsal Mezar Kilisesi’ni (The Holy Sepulchre) yaktılar ve hatta İsa Mesih’in gerildiği söylenen Kutsal Haç’ı da başkentleri Ctesiphon’a (Ünlü Darphane burada) götürdüler. Özellikle haçın götürülüşü Roma İmparatorluğu’nun Hristiyan tebaası için şok ediciydi ve kaynaklarda çok derin yankı buldu. Anadolu kentleri üzerinde devam eden Sâsâni operasyonları, Orta Çağ Anadolu tarihi açısından çok önemli sonuçlar doğurdu. Bütün Anadolu’yu boydan boya geçen bir İran ordusu 615 yılında Kadıköy’de (Chalcedon) kışladı. Ephesus, Aphrodisias, Sardis, Pergamum gibi Batı Anadolu kentleri (bunlara Phrygia’daki Laodicea da dâhil olabilir), Sâsâni saldırıları sonrasında kısmen veya büyük oranda tahrip edildiler. Ancyra’da (Ankara) 620 veya 622’de benzer bir akıbeti yaşadı. Bir başka İran ordusu Mısır üzerine yürümüş ve 619’da İskenderiye’yi ele geçirerek Geç Roma İmparatorluğu’nun can damarlarından birisini tıkamıştı. Heraclius, İran’a karşı saldırıya geçmeden önce, kuzeybatı sınırlarındaki Avarlar’ı denetim altına aldı ve orduyu yeniden düzenledi. 622 yılında Heraclius’un karşı harekâtı hem kuzeydoğu (Ermenistan ve Gürcistan) hem de güneydoğu (Mezopotamya) hattında eş zamanlı olarak başlamasına karşın, 626 yılına kadar hemen hiçbir ciddi sonuç alınamadı.
Çünkü, Chronicon Paschale’nin anonim yazarının anlattığına göre, 626 yılındaki bir Sâsâni-Avar iş birliği Konstantiniyye’yi neredeyse çöküşün eşiğine getirmişti. Ancak Roma diplomasisinin bu ittifakı bozmasıyla durum Sâsânilerin aleyhine döndü. Bizzat komuta ettiği ordusuyla 627 yılında İran ordusunu Ninova’da (bugün Kuzey Irak’taki Musul şehri yakınlarında) kesin bir biçimde yenen Heraclius, iki yıl sonra yapılan barış antlaşmasıyla, başta Anadolu olmak üzere Roma topraklarındaki Sâsâni kontrolüne son verdi. Bu sefer esnasında, Kutsal Haç’ın Kudüs’ten Sâsâniler tarafından götürülmesine misilleme olarak Kuzeybatı İran’daki Ganzak’ta bulunan kraliyete ait kutsal bir ateş tapınağını tahrip eden Heraclius, Sâsânilerin elinden kurtardığı İsa Mesih’in “Kutsal Haçı”nı, 630’da ait olduğu Kutsal Mezar Kilisesi’ne (The Holy Sepulchre) geri koyarak zaferini mühürledi.
SÂSÂNİLER KUDÜS’TE, MS. 614
Heraclius’un Kudüs’e geri getirdiği haç ve diğer Hristiyan kutsal emanetler, Sâsâni — Roma savaşlarının en önemli aşamalarından birisi olan Kudüs’ün İranlılarca 614 yılındaki zaptından sonra Ctesiphon’a götürülmüştü. Dolayısıyla Kudüs’in zaptı biraz daha yakından araştırılması ve anlaşılması gereken bir konudur. VII. yüzyılın ilk yarısı içerisinde o zamanın Konstantiniyye’de yaşayan anonim bir vakayiname yazarı, Kudüs’ün Sâsâniler tarafından ele geçirilmesini yirmi yıl sonra şöyle anlatmaktadır ; — Bu yıl (MS 614), yaklaşık Haziran ayında sürekli ağıt yakmamızı gerektiren bir felaket yaşadık. Çünkü, doğunun pek çok kentiyle birlikte Kudüs de Sâsâniler tarafından zapt edildi ve binlerce rahip, keşiş ve bakire katledildi. Efendimiz İsa’nın kabri yakıldı, Tanrı’nın çok meşhur mabetleri ve kısacası bütün değerli şeyler tahrip edildi. Çarmıhın saygıda kusur etmediğimiz ahşap kısmı, sayılamayacak kadar kutsal eşya Persler tarafından ele geçirildi. Ve Patrik Zachariah bile esir edildi (Chron. Pasch.).
Sâsânilerin Romalılara karşı kazandıkları bu üstünlük, onlara kısa sürede Kuzey Suriye’nin kontrolünü ele geçirme fırsatı verdi. Antaiochea (Antakya) ve Damascus (Şam) aynı yıl içerisinde Hüsrev’in orduları tarafından ele geçirildi. Bizans dünyasını iki koldan saran Sâsâni ordusunun bir kısmı Anadolu içlerine ve Konstantiniyye’ye doğru ilerlerken, diğer kısmı güneye, Suriye kentlerine doğru yönelmişti. Bu arada bilhassa yazılı kaynakların aktardığına göre, bölgede yaşayan çeşitli bedevi Arap kabileleri Suriye’deki bu çatışmaların yarattığı güvenlik boşluğundan faydalanarak etraftaki kentleri, manastırları yağmalıyorlardı. İşte 614 yılı bahar aylarında Sâsânileri Kudüs önlerine getiren gelişmeler ve civarda vaziyet böyleydi.
Sâsâni ordusu kenti kuşattığı zaman patrik Zachariah’nın liderliğindeki kentin ileri gelenleri, diğer Suriye kentleri gibi önce İranlılara teslim olmayı kararlaştırdılar. Sâsânilerin de istediği buydu. Hem Tarihçi Sebeos hem de Kudüs’lü Antiochus Strategios’un anlattığına göre, teslim anlaşması da yapıldı. Ancak daha önce kentten sürülen Yahudiler, Sâsânilerin himayesinde geri döndükleri zaman, kentteki ateşli hipodrom gruplarıyla aralarında şiddet olayları çıktı ve sonunda kentin Hristiyan çoğunluğunun açık isyanına dönüştü. Sâsâni ordusunun komutanı Šahrwarāz, 15 Nisan’dan itibaren yirmi gün boyunca kenti kuşattı ve 5 Mayıs 614’te ele geçirdiği zaman askerlerine üç günlük yağma izni verdi (Sebeos, xxiv: 95–96).
Kuşatma esnasında ve sonrasında öldürülen Hristiyanların sayısının 17.000, 57.000 veya 66.500 olduğu kaynaklarca ifade edilmektedir. Aynı şekilde esir edilerek İran’a götürülenlerin sayısının da 35.000 olduğu kaydedilmektedir. İran’a götürülenler arasında Chronicon Paschale vakayinamesinin anonim yazarının da not ettiği gibi başta Patrik Zachariah olmak üzere, sadece nitelikli Hristiyanlar yoktu, aynı zamanda İsa Meshi’in çarmıhı ve bazı kutsal eşyalar da vardı.
Ürdün’de Madaba kentinin kilisesinin tabanında bulunan altıncı yüzyılda yapılmış bir mozaik harita, Sâsânilerin yağmaladığı Kudüs hakkında bir fikir vermektedir. Bu harita üzerinde kentin surlar ve kulelerle çevrili, klasik tarzda sütunlu caddelerini; Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ve defnedildiği yere İmparator Constantinus tarafından yaptırılan Kutsal Kabir Kilisesi’ni (The Holy Sepulchre) ve Justinianus tarafından yaptırılan kiliseyi görmek mümkündür.
Kentin nüfusu hakkında kesin bir şey söylemek elbette mümkün değil ancak bir önceki yüzyılın dini tartışmaları sırasında İsa Mesih’in tek tanrısal tabiata (miafizit veya monofizit) veya beşer ve tanrı olarak çifte tabiata (diofizit) sahip olduğunu savunanlar arasında bölünen kentin nüfus yapısında bu iki grubun etkili olduğunubiliyoruz. Kuşatma sırasında ve sonrasında katledilen Hristiyanların sayısındaki abartıyı bir kenara not etsek de Kudüs’ün, İskenderiye ve Antakya’dan sonra, Doğu Roma dünyası açısından çok önemli bir kent olduğunu söyleyebiliriz. Sâsâniler, Kudüs’ü üç gün yağmaladıktan sonra genel bir güvenlik garantisi ilan ettiler. Kentin ele geçirilişi sırasında yazılı kaynakların abartıyla ifade ettikleri katliamlar ve yapısal tahribatlar, modern arkeolojik çalışmalar tarafından desteklenmemektedir. Modern arkeolojinin siyasi ve ideolojik ajandalarından dolayı veri çarpıtma karinesi bir yana, Kudüs’te çalışma yürüten Robert Schick, James Russell ve Gideon Avni gibi arkeologlar, kısmi tahribata ve sınırlı sayıda toplu mezarın varlığına işaret etmekle birlikte, literatürün ifade ettiği boyutlarda yani 50–60 bin Hristiyan’ın öldürülmesi iddiasını ve bu saldırıların yol açtığı genel çöküşü açık bir şekilde reddetmektedirler.
Sâsânilerin neden çarmıhı Kudüs’ten götürdükleri meselesi aslında Orta Doğu’nun mezhep çatışmaları geleneğinin de bir parçasıdır. Kudüs elbette sadece Mısır’a giden yol üzerinde önemli bir kent değildi, Sâsâni tebaası olan Nesturî Hristiyanlar için de Kudüs kutsal bir kentti. Nesturîler 431 yılındaki Efes Konsili’nden sonra Roma İmparatorluğu’nun resmi Hıristiyanlık politikalarına uyum sağlayamadıkları için kovuşturulmuşlar ve daha beşinci yüzyılın başlarından itibaren Hıristiyanlığı resmen tanıyan Sâsâni krallarının himayesine sığınmışlardı. Böylece Nesturîlik, İran’ın genelinin Zerdüştlüğünün ardından adeta resmi Hristiyan mezhebi haline gelmiş ve saraya kadar ulaşmıştı. Örneğin II. Hüsrev’in eşi meşhur Şirin de Nesturî bir Hristiyan idi. Dolayısıyla çarmıha ve diğer Hristiyan kutsal objelere karşı İran’da da ciddi bir ilgi vardı. Diğer yandan V. yüzyıldan itibaren toplanan rölikler ve diğer kutsal emanetler sayesinde Konstantiniyye’yi “ikinci Kudüs” olarak anıldığını dikkate alırsak Sâsânilerin ilgisine şaşırmamak gerekiyor. (Doğu Roma’dan ve onun dininden nefret eden Nesturiler ve Nesturi kökenliler Mhmd efsanesi yaratmışlardır. Bu çok derin bir konudur.)
Hristiyanlar açısından Kudüs’ün kaybını daha da trajik hale getiren tek neden Sâsâniler değildi. Kuşatma sırasında kentteki Yahudilerin doğal olarak Sâsânilerle iş birliği yapmış olmaları ve civardaki Arap kabilelerinin etrafı yağmalamaları da önemliydi. Yazılı kaynakların sağladığı verilerde Yahudilerin esir edilen Hristiyanların fidyelerini ödeyerek onları kendi elleriyle öldürmelerine yapılan atıflar dönemin Orta Doğu’sunun etnik ve dini kompozisyonu içerisindeki gerginliği ve çatışmayı pekiyi ifade etmektedir. Antik Çağ’da Yahudiler ve Hrıstiyanlar arasındaki düşmanlık sadece Kudüs’le sınırlı bir mesele değildi ve mesele sadece dinsel farklılaşma da değildi. Kudüs’te olduğu gibi, Orta Doğu’nun başka bölgelerinde de Sâsânilerle Romalılar arasındaki rekabette Yahudiler yerel düzeyde İran yanlısı bir tutum sergiliyorlardı. Bunun en açık örneği, bir önceki yüzyıldan beri devam eden Yemen ve Habeşistan arasındaki gerilimdir. 523 yılında Yemen’i ele geçiren Yahudi Himyeri kralı Hristiyanlara karşı bir soykırım uygulamış, Doğu Roma İmparatorluğu ise Habeşistan’daki yerel güçlere destek vererek onları Hristiyanlaştırmayı başarmış ve modern Etiyopya’daki bu Hristiyan krallığın, Yemen’deki Yahudi krallığını ortadan kaldırmasına destek olmuştu. İslam kaynaklarında daha çok Necaşi diye bildiğimiz Habeşistan Negus’u, esasen miafizit bir Hristiyan’dı.
Kudüs’ün yakın tarihi içerisinde de din temelli düşmanlığı besleyen faktörler vardı. Sâsânilerin kenti ele geçirmesinden sonra Yahudiler, Justinianus döneminde yapılan yeni kiliseyi yakmışlardı. Bu kilisenin yapımında Yahudi tapınağının yıkıntısından malzemelerin kullanılmış olması, dinsel çatışmanın kaynakları hakkında fikir vermektedir. Diğer yandan Yahudiler sadece Kudüs’te değil, Roma dünyasının geri kalan kısmında da IV. yüzyıldan bu yana farklı şekillerde baskı görüyorlar veya taciz ediliyorlardı. Hatta Heraclius döneminde Afrika’daki bazı Yahudi grupların zorla vaftiz edildikleri de bilinmektedir. Antiochus Strategios’un tanıklığı, tarihsel doğruluğu bir yana; Yahudiler ve Hristiyanlar arasındaki gerilimi çok açık bir şekilde yansıtmaktadır: — Hakikat düşmanı ve İsa Mesih’ten nefret eden habis Yahudiler, Hristiyanların düşman eline teslim edilmesinden çok büyük sevinç duyuyorlardı. Halka karşı kötü niyetlerine uygun olarak çok fenalık içeren bir plan yaptılar, zaten Sâsâniler lehine Hristiyanlara ihanet etmek gibi çok kötü bir şöhretleri vardı. O zaman bir su deposunun yanında duruyorlar ve orada tutuklanmış Tanrı’nın çocuklarına (Hristiyanlara) bağırıyorlar ve “Şayet ölümden kurtulmak istiyorsanız Yahudi olun ve İsa’yı inkâr edin, bize gelin ve biz sizi fidyelerinizi ödeyerek Sâsânilerden kurtaralım ve böylece sayemizde bu işten (esaretten) kurtulun” diyorlardı. Ancak bu Yahudilerin kötü niyetli planları bir işe yaramadı ve çabaları sonuçsuz kaldı. Çünkü kutsal kilisenin çocukları dinsizce yaşamaktansa İsa için ölmeyi seçtiler.” (Antiochus Strategios)
Kudüs 614–28 yılları arasında Sâsâniler’in kontrolü altında kaldı. Daha önce de ifade edildiği gibi, Roma — Sâsâni çatışmalarında üstünlük 626 yılına kadar İran tarafındaydı. Sâsâniler bu zaman zarfında 615 yılında Kadıköy’e kadar gelip kamp kurmuşlar, Heraclius 624 yılında Sâsânilere karşı bir savaş kazanmış ancak Sâsâni ordusu 626 yılında Avarlar’la iş birliği içinde Konstantiniyye’yi kuşatmışlardı. Çatışmaların sonunu mühürleyen olay, 627 yılı Aralık ayında Ninova’da Sâsâni ordusunun yenilmesiydi.
Sonra ne oldu?
Hüsrev 628 yılı başında öldürüldü ve Sâsâniler ciddi bir siyasi krizle karşı karşıya kaldılar. Yezdigerd’in 633 yılında tahta geçişine kadar, ikisi kadın olmak üzere bir dizi hükümdar tahta çıktı. Heraclius 630 yılında Kudüs’e Hristiyanların Kutsal Haç’ını iade etti. Birkaç yıl içerisinde adeta bir bing-bang gerçekleşti ve Sâsâniler iki savaş sonunda Orta Doğu’dan silindiler. Eş zamanlı olarak Arap orduları Suriye, Filistin ve Mısır’ı fethettiler. Kudüs, Doğu Akdeniz’deki Arap fetihleri kapsamında 638 yılında yaklaşık iki yıllık bir kuşatmadan sonra anlaşma yoluyla bizzat Ömer El Faruk (Hak geldi, Batıl zâil oldu) tarafından teslim alındı. Ancak bu defa 24 yıl önceki gibi kent herhangi bir dini veya mezhepsel çatışmaya sahne olmadı.
Sonuç
Burada söz konusu ettiğimiz VII. yüzyılın ilk çeyreğindeki Roma — Sâsâni çatışmaları ve 614 yılındaki Kudüs kuşatmasının sonuçları çeşitli başlıklar altında toplanabilir. Heraclius’un 614 yılında Kudüs’ten Ctesiphon’a taşınan çarmıhın intikamını almak için Zerdüşt tapınağını yakması ve Hristiyan kutsal emanetlerine gösterdiği hassasiyet, Doğu Roma dünyasında kapsamlı bir dindarlaşma olarak yorumlanmaktadır. “Karanlık çağ” olarak nitelenen Heraclius sonrası dönemde ikonacılığın yaygınlaşması bu kapsamda görülmelidir. Bir başka önemli sonuç ise tarihçilik mesleğiyle ilgilidir. Genel bir yaklaşım olarak, yazılı kaynaklardaki verilerin doğrudan kullanılmaması, filolojik ya da tarihsel kıyaslamaların yanı sıra mümkün olduğu durumlarda arkeolojinin terazisine çıkarılarak sınanması gerektiği açıktır. Bu mesele, Roma — Sâsâni çatışmaları bağlamında daha da kapsamlı olarak değerlendirilebilir. Bir başka önemli sonuç da şudur: Her ne kadar metin içerisinde ayrıntılı olarak ele alınmamışsa da, Roma — Sâsâni savaşlarının Arapların hızlıca yayılmasındaki rolü önemlidir ancak bir o kadar da önemli olan Arapların bu hızlı yayılmayı nasıl kalıcı hale getirebildikleridir. Geç Antik Çağ Orta Doğu’sunda Arapların ve belli olmayan heretik dinlerinin ortaya çıkışının yol açtığı yeni siyasal ve kültürel şekillenmelerin altında, bilhassa VII. yüzyıldaki bu savaşların sonuçları vardı. Bir diğer sonuç, Orta Doğu’da günümüzde tecrübe ettiğimiz çatışmalarda her gün gazete veya televizyon haberlerinde gördüğümüz din ve mezhep temelli bölünmelerin veya kamplaşmaların pek de yeni bir şey olmadığıdır. Kudüs Kuşatması sırasında karşımıza çıkan Yahudiler; Hristiyanlar, diofizitler, miafizitler, Nesturîler; Zerdüştler, Roma ve İran arasında yalpalayan çeşitli bedevi Arap kabileleri arasındaki çatışmalar günümüze tuhaf bir prototip sunmaktadır.
Kaynaklar
1.Antiochus Strategios: F. C. Coynbeare, “Antiochus Strategios’ Account of the Sack of Jerusalem in A.D. 614” English Historical Review 25/99, (1910), 502–517.
2. Chronicon Paschale 284–628 AD, (Giriş, çeviri ve notlar: M. Whitby & M. Whitby), Liverpool, 1989.
3. Sebeos, The Armenian History attributed to Sebeos, Liverpool ,1999.
4. Theophanes, The Chronicle, (C. Mango, R. Scott & G. Greatrex), Oxford 1997.
5. Theophylactus Simocattes, The History, (Giriş, çeviri ve notlar: M. Whitby & M. Whitby), Oxford, 1986.
❗️ Fransa kralı IX. Louis, çıktığı Haçlı seferinde kutsal emanetleri toplamaya başlamıştır. Topladığı kutsal emanetleri hem saklamak hem de sergilemek için 1248’de Sainte Şapeli’ni inşa ettirmiştir. Şapelin inşasını mimar Pierre de Montreuil yönetmiştir. Kutsal emanetleri topladığı ve şapeli yaptırdığı için Kral IX. Louis’e “Aziz” unvanı verilmiştir. Fransa kralları arasında bu unvanla anılan tek kraldır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️