eski kil tabletler keşefedildiğinde tam tersini buldular ve üzerlerindeki işaretlerin ilahi bir tasarım değil, bir yazı biçimi olduğunu anladılar.
Akademisyen, çevirmen George Smith (1840-1876) Çivi yazılı bu tabletleri deşifre etti ve bu yazılarla Mezopotamya en eski uygarlık ürünlerini modern dünyaya açtı. Büyük Tufan ve Nuh’un Gemisi anlatısı, İnsanın Cenetten Çıkarılması, Cennet Bahçesi Kavramı ve hatta Eyüp’ün Şikâyetleri gibi konuların Mezopotamyalılar tarafından, İncil metinlerinden yüz yıllar önce yazıldığı anlaşıldı.
Çivi yazılar okundukça ve Mezopotamya antik dünyası modern çağa açıldıkça, insanların dünya tarihi ve kendi tarihleri anlayışını değiştirdi.
Akademisyen George Smith’in çivi yazılı tabletleri deşifre etmesinden sonra, 19.yüzyıl sonlarında gelişen sorgulama ruhu, kabul gören düşünce paradigmalarına meydan okumaya doğru yol almaya başladı.

Mezopotamya kültürü; tanrılar panteonunda 1000’den fazla tanrı ve tanrılarla ilgili birçok hikâye vardır (aralarında yaradılış Mit’i, Enuma Elish). İnsanın Cenneten Çıkması ve Büyük Tufan (diğerlerinin yanısıra) gibi Kutsal Kitap İncil’de yeralan anlatıların, ilk olarak Adapa Efsanesi ve dünyanın yazılı en eski destanı olan Gılgamış Destanı gibi kitapların Mezopotamya eserlerinden kaynaklandıkları için köklerini Mezopotamya geleneğinden aldıkları kabul edilir. Mezopotamyalılar tanrılarla işbirliği içinde olduklarına ve topraklarında ruhlar ve iblislerle dolu olduğuna inanıyorlardı (“İblisler” terimi modern, Hıristiyanlık anlamında anlaşılmmalıdır).
Gılgamış, Homeros'un 1500 yıl önceki çalışmalarından da geriye giden, bu nedenle de batı edebiyatının en eski yazıtı olarak kalan, Sümer/Babil şiirsel çalışması olan Gılgamış Destanı'ndan (M.Ö 2150-1400'de yazılmış) en iyi bilinen Uruk'un yarı efsanevi kralıdır. Gılgamış'ın babası rahip-kral Lugalbanda (Gılgamış'tan önce onun büyülü yeteneklerine ilişkin iki önemli şiirde rol alan) ve annesi tanrıça Ninsun'dur (kutsal anne ve büyük kraliçe) ve dolayısıyla Gılgamış süper insan gücüne sahip olan ve oldukça uzun bir yaşam sürdüğü söylenen (Sümer Kral Listelerine göre 126 yıl) bir yarı-tanrı idi.
Sümercede "Bilgamış", Yunancada "Gilgomos" olarak bilinen ve İnanna'nın Yeraltına İnişi adlı Sümerce şiirindeki Dumuzi karakteriyle yakından ilişkilendirilen Gılgamış, yaygın olarak Uruk'un 5. önemli kralı kabul edilmekte ve onun etkisi, ilahi konumuna ait mitler, yaptığı işler çevresinde gelişti ve en sonunda Gılgamış Destanı'nda zirveye ulaştı. İnanna ve Huluppu Ağacı isimli bir Sümer mitolojisinde, Tanrıça İnanna'nın bahçesindeki zahmetli ağaç dikimi için ailesinden yardım talep etmesi sonucunda Gılgamış yardımına gelen sadık kardeş olarak görünür.
Bu hikayede İnanna (savaş ve aşk tanrıçası ve Mezopotamya tanrıçalarının en güçlü ve popüler olanlarından biridir), bir gün taht ve yatak yapmak umuduyla bahçesine bir ağaç diker. Ancak ağaç, yılan tarafından köklerinden, dişi demon tarafından merkezinden ve Anzu kuşu tarafından da dallarından sarılı hale gelir. Ne olursa olsun İnanna bahçe zararlılarından kendisini kurtaramaz, bu nedenle yardım için kardeşi güneş tanrısı Utu'ya seslenir. Utu reddeder fakat ağır silahlı gelen Gılgamış tarafından İnanna'nın ricasını duyar ve yılanı öldürür. Demon ve Anzu kuşu bunun üzerine kaçar ve Gılgamış kendisi için dalları aldıktan sonra tahtını ve yatağını yapması için İnanna'ya ağaç gövdesini sunar. Bu kahramanlık şiirinde Gılgamış'ın ilk kez ortaya çıktığı düşünülür ve gerçek şu ki Gılgamış'ın zor bir durumdan güçlü ve önemli bir tanrıçayı kurtarması ilk zamanlarda bile sahip olduğu yüksek takdiri gösteriyor. Tarihi kral, sonunda tam anlamıyla tanrı olarak ilahi statüye uygun hale getirildi. Gılgamış, meşhur olmasa da Mezopotamya'nın genelinde meşhur tanrıçalardan biri olan İnanna'nın erkek kardeşi olarak görüldü. Kil tabletler üzerinde yazılı bulunan dualarda Gılgamış'ı, öbür dünyada yeraltı dünyasında bir hakim olarak, yeraltı dünyasının ünlü Yunan hakimleri Rhadamanthus, Minos ve Aeacus'a bilgelikte kıyaslanabilir şekilde ele alır.

Gılgamış Destanı'nda büyük kralın tanrılar tarafından çok gururlu ve kibirli olduğu düşünülmektedir ve bu yüzden onu aşağılamak için vahşi adam Enkidu'yu göndererek ona bir ders vermeye karar verdiler. Enkidu ve Gılgamış, ikisinin de yenilmediği şiddetli bir mücadeleden sonra arkadaş olurlar ve birlikte maceralara atılırlar. Enkidu, ölüme yakalandığında Gılgamış derin bir üzüntü içine düşer ve arkadaşının ölümüyle kendi faniliğini fark eder, nihai yok oluş karşısında insan başarısının değerini ve hayatın anlamını sorgular. Gılgamış, eski kibir ve gururunun tümünü atıp hayatın anlamını bulmak ve sonunda bir şekilde ölümü yenmek için bir arayışa kalkışır. Bu şekilde dünya edebiyatında ilk destansı kahramanı haline gelir. Gılgamış'ın üzüntüsü ve arkadaşının ölümünü hatırlatan sorular, ölüm karşısında hayatın anlamıyla mücadele eden bütün insanoğlunda yankı uyandırdı. Gılgamış, sonuç olarak hikayede ölümsüzlük kazanamasa da, onun başarıları yazılmış sözcükler yoluyla yaşar, kendisi de öyle...
Gılgamış Destanı'nın yazıya geçirilmesinden çok önce sözlü şekilde var olduğundan dolayı kültürel etki içinde günümüze ulaşan hikayenin daha erken Sümerce ya da geç Babilce olup olmadığı konusu çokça tartışılmaktadır. Hikayenin en iyi korunmuş versiyonu düzenleyen ve çeviren Babilli yazar Shin-Legi-Unninni'den gelir (MÖ 1300-1000'de yazmış) ve orijinal hikayeyi abartmış olabilir. Bununla bağlantılı olarak, Sümerolog Samuel Noah Kramer yazıyor:
Gılgamış Destanı'nı oluşturan çeşitli bölümlerin birçoğu aslında kahraman Gılgamış'ı içeren Sümer prototiplerine kadar uzanır. Sümer kopyalarında olmayan bu bölümlerde bile özgün motiflerin çoğu Sümer mitoloji ve destan kaynaklarını yansıtır. Peki, hiçbir şekilde Babilli şairler gerçekten de körü körüne Sümer malzemelerini kopyalamadılar mı? Destanın içeriklerini ve kalıplaşmış formlarını kendi mizaç ve köklerine uygun olarak çok değiştirdiler, sadece Sümerce orijinalinin esas kısmı tanınabilir durumdadır. Bir bütün olarak destanın hikaye biçimlendirmesine gelince -maceracı, hareketli kahramanın etkileyici ve önemli olaylara dayanan draması ve onun kaçınılmaz hayal kırıklığı- destanın başarısı ve gelişimi Sümerden ziyade kesinlikle Babillidir (History Begins at Sümer, 270.).

Gılgamış'ın varlığının tarihsel kanıtı, Uruk'un (bugünkü Warka, Irak) sur duvarlarının inşasıyla onu öven yazıtlarda bulundu ki bu yazıtlar, onun hayatın anlamını sorgulamasını ve büyük başarılarını ilk kaydeden tabletlerdir. Burada, Kiş kralı Enmebaragesi ve tabii ki Sümer kral listesi ve hükümdarlığı boyunca gelişen efsaneler gibi Gılgamış'ın, zamanının bilinen tarihsel figürleri tarafından ona atfedilen başka referanslar vardır. Günümüzde hala Gılgamış hakkında konuşulmakta ve yazılmaktadır. Alman arkeoloji ekibi Nisan 2003'te Gılgamış'ın mezarını bulduklarını iddia etti. Arkeolojik kazılar Fırat Nehri'nin eski yatağı çevresinde ve manyetizasyon içeren modern teknoloji yoluyla yürütülmektedir, büyük kralın mezarının içinde Gılgamış Destanı'nı betimleyen yapı, özel binalar, bahçe duvarı yapıları ortaya çıkarmıştır. Efsaneye göre Gılgamış'ın ölümü üzerine sular ayrıldığında, Gılgamış Fırat nehrinin dibine gömülmüştür.
Bibliografya
- BBC NEWS | Science/Nature | Gilgamesh tomb believed foundAccessed 14 Dec 2022.
- Black, J & Green, A. Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia. University of Texas Press, 1992.
- Black, J. et. al. The Literature of Ancient Sumer. Oxford University Press, 2006.
- Dalley, S. Myths from Mesopotamia Creation, the Flood, Gilgamesh, and others. Oxford University Press., 2000.
- Epic of GilgameshAccessed 14 Dec 2022.
- Jacobsen,T. The Treasures of Darkness. Yale University Press, 1978.
- Kramer, S. N. History Begins at Sumer. Thames & Hudson, 1961.
- Kramer, S. N. Sumerian Mythology. University of Pennsylvania Press, 1998.
- Sandars, N.K. The Epic of Gilgamesh. Penguin Classics, 1960.
- Wolkstein, D. & Kramer, S. N. Inanna, Queen of Heaven and Earth. Harper Perennial, 1983.
Doç. Dr. Kürşad Demirci
Gılgamış Destanı kültürümüzde ya edebî bir metin olarak ya da Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi tek tanrılı dinlerdeki Nuh Tufanı kıssasının eski Mezopotamya inançlarındaki karşılığı diye bilinir. Bu bilgi doğru olmakla birlikte Gılgamış Destanı’nın antik Yakın Doğu’da siyasal, sosyal ve dinî anlamda geniş bir etki alanı oluşturduğunu bilmezsek çok şey eksik kalır.
Bugün Batı medeniyetinin Herodot’la birlikte ikinci kültürel kaynağını teşkil eden İlyada ve Odesa destanlarından tutun da Orta Çağ Avrupası Aşkenaz-Hasidik Yahudiliğinin mitolojik varlığı Golem’e, hatta oradan Frankenstein’a kadar uzanan geniş bir kahramanlar kültüne öncülük eden köklü bir efsanedir Gılgamış. Akdeniz ve Ortadoğu halklarının sosyal ve sözlü geleneğinde derin izler bırakmıştır.
Özellikle Ortadoğu’da hikmetin kaynağı, ölümün sırrı, bilge kral, insanın ilahi güçler karşısındaki konumu gibi pek çok doğaüstü-etyolojik halk geleneği, kökenini doğrudan doğruya Gılgamış efsanesinden alır. Bu güçlü etki, binlerce yıllık beşerî tecrübeleri bu kadar güzel ve anlamlı kompoze edebilmesinden gelir.
Gılgamış Destanı, yaklaşık olarak MÖ 4 binde Sümerlerle başlayan öykülerin zamanla eklenip çıkarılmasıyla oluşan ve son şeklini MÖ 1000’lerde alan, üçte iki tanrı, üçte bir insan olan bir bilge kralın hikmet dolu macerasıdır. Burada bilinmesi gereken nokta, modern insan için efsanevî bir kurgu olan şeyin, antik insan için bizzat gerçeklik olduğudur. Mitos günümüz insanı için sembolik ve açıklayıcı öykülerdir, klasik insan içinse hakikatin ta kendisi...
Ölümsüzlüğün sırrını yılan kapınca…
Kahramanımız Gılgamış’ın hem içsel, hem dışsal yolculuğu ve yolculuğun her aşamasında bedenden ruha doğru seyreden serüvende elde ettiği hikmet bilgisi göz önüne alındığında, bu destan Mezopotomya’da numegu (Akadca ‘hikmet’) türünden bir sözlü gelenek içine yerleştirilebilir. 19. yüzyılda keşfedilen destanın ilk örneği Sümerce, gözden geçirilmiş varyantları MÖ 2 binin başlarında Akadca, Asurca ve MÖ 1000’lerde Babilce-Asurca yazılmıştır.
Destanın özü, bugünkü Irak sınırlarında bulunan antik Uruk şehrinin kralı Gılgamış’ın kendisini zalimlikten insanlığa, korkudan kurtuluşa, ölümsüzlük arayışından onu kabullenmeye götüren evrensel psikolojik süreçlerdir. Birbirinden farklı pek çok öykünün bir araya getirildiği, son büyük Asur kralı Asurbanipal döneminde (MÖ 7. yüzyıl) Asurca yazılan son haline göre öykünün planı şöyledir:

Biraz tanrı, biraz insan olan, çok güçlü, dev ve vahşi cüssesiyle halkına zulmeden Uruk kralı Gılgamış’ın zalimliğine tanrılar bile dayanamaz ve ona bir ceza vermeyi düşünürler. Burada sorgulanmaya başlanan, zalimlik prototipidir. Her şeyden önce Gılgamış’ın insanlaştırılması gerekmektedir. Tanrılar ilkin Gılgamış’ın gücüne ve suretine eş Enkidu adıyla bilinen bir dev yaratırlar. Bize göre Enkidu, Gılgamış’ın ‘alter ego’su, yani ‘öteki ben’idir.
Gılgamış ve Enkidu arasında önceleri öfke ve mücadele ile başlayan birliktelik zamanla inanılmaz bir dostluğa dönüşür. Gılgamış’ın insanlaşma sürecinde ilk insani sıcaklık Enkidu’dan gelecektir. Fakat tanrılar sahneden çıkarılmasına karar verdiğinde Enkidu ölür. Gılgamış ise eşsiz dostunu kaybettikten sonra ölüm kavramını sorgulamaya başlar. Dostunun matemini tutarken, ölümsüzlüğü bulmak üzere yollara düşer.
Tanrılar neticeyi bilmekle birlikte, Gılgamış’a ölümsüzlüğün sırrını bilen Utnapiştim’den (Mezopotamyalı Nuh) bahsederler. Muhtemelen içe dönüş macerasının zahiri karşılığı olan zorlu bir inisiyasyon yolculuğundan sonra, bir adada yaşayan (herhalde saf ego) Utnapiştim’i bulur. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını vermeden önce Gılgamış’a başından geçen bir tufan olayını nakleder. Uzun bir diyalogdan sonra ölümsüzlüğün sırrını öğrenen Gılgamış yeniden yola düşer. Fakat dönüş sırasında bir yılan, ölümsüzlüğün sırrının kaydedildiği tableti çalar. O günden sonra yılan ölümsüz, insan ise ölümlü olacaktır.
Tabii arada atladığımız pek çok olay ve kahraman var. Ama metnin bu edisyonundan bize düşen hisse, pek çok antik hikayede olduğu gibi şudur: Yaşam güzel ve güçlü başlar, zorlu yolculuklarla devam eder ve ölümle sona erer. Antik inançlarda ölümsüzlük tanrıların payıdır. Mitolojik ideoloji, bunu sorgulamaya başlayana ağzının payını verir.
Metnin bazı versiyonlarında, Gılgamış tanrısal unsur da taşıdığı için tanrılar tarafından yeraltı alemine ilah ilan edilir. Ama bütünüyle insan olanlar ölümlülüğe mahkûmdur. İnsana en büyük teselli, tanrılara hizmetten alacağı mutluluktur. Muhtemelen Yahudiliğin Eski Ahid’indeki vaaz kitabı Gılgamış geleneğinin bir uzantısıdır.

Gılgamış’ın Avrupa’daki yansımaları
Gılgamış’ın Mezopotamya’da güçlü bir siyasal-ideolojik karşılığı da gelişmiştir. Her şeyden önce öykünün, insanları, sonucu siyasal da olabilen kozmik bir anlamsızlık dünyasına sevk eden sorgulamaları önleyici bir ideolojisi vardır. İnsanları tanrılara sorgulama olmaksızın bağlayan pagan ideoloji, Ortadoğu’da Gılgamış Destanı’nı geniş çapta kullanmıştır. Destanın gücü ve yaygınlığında temel unsurlardan biri de budur.
Öte yandan krallar, kendi bilge krallıklarını prototip Gılgamış’la özdeşleştirerek egemenliklerini pekiştirmeye çalışmış, Gılgamış’ın hikmet ve ayrıcalığına sahip olarak pozisyonlarını yasal hale getirmeyi denemişlerdir. Bundan dolayıdır ki Yahudilik antik çağlarda Gılgamış’ın paganist gücünü kırmakla çok uğraşmış, onun inisiyatik yolculuğunu siyasal değil, teolojik anlamda okuyarak asimile etmeye çalışmıştır. Ancak bir zamanlar ortadan kaldırmaya çalışılan haliyle Gılgamış (veya siyasal kahraman) Orta Çağ’da -hem de Yahudiler arasında- Avrupa’da yeniden piyasaya çıkacaktır. Yahudilik, Gılgamış’ın içinden sıyrıldığı Mezopotamya inançlarını bütünüyle atmamış, güçlü fenomenleri bir şekilde farklı içeriklerle devam ettirmiştir. Şöyle de diyebiliriz: Gılgamış’ın öyküsünde saklı olan evrensel ve ilahi sırrı yerine oturtmuş, doğrultmuştur.
Efsane retoriğinin evrensel izleri
Orta Çağ Avrupa’sında Aşkenaz Yahudileri arasında eski Gılgamış, Golem adıyla son derece yaygın bir efsane olarak ortaya çıkar. Bu mitosun detayları hakkındaki ilk bilgimiz, 16. yüzyıl Rabbilerinden (Yahudi din adamları) Çelmli Eliyahu’dan gelir. 18. yüzyıl Rabbilerinden Yakup Emden ise öykünün bugünkü edisyonunu hazırlar. Buna göre Golem, topraktan yapılmış, cansız bir devdir. Fakat bazı İbranice harfler telaffuz edildiğinde canlanır ve Yahudilere zulmeden herkesi acımasızca ortadan kaldırır. O, Mesih’in prototipi bir kraldır.

Golem efsanesi, Avrupa Yahudilerinin kimliklerini muhafaza etmelerinde son derece önemli bir rol oynamıştır. Frankenstein hikâyelerinin önemli bir kısmı da Golem öykülerinden aparılmıştır.
Öte yandan, antik Yunan klasiklerinden olan Homer’in İlyada ve Odesa destanlarında çok sayıda motif Gılgamış Destanı’ndan alınmıştır. Odesa’nın Truva savaşından sonra İthaki’ye dönmek için çıktığı yolculuğun öyküsü Gılgamış’ın Utnapiştim’le karşılaşma öyküsüne çok benzer. 2. yüzyıl Grek yazarlarından Aelian, De Natura adlı eserinde ondan Gılgamos olarak bahseder. Bazı Arapça kaynaklarında ise Cılcamış olarak geçer. Yahudi Kabala’sının Adam Kadmon’u (insan-ı kâmil) da muhtemelen Gılgamış’tır.
Gılgamış Destanı’nın Akdeniz dünyasındaki popülaritesi, şüphesiz onun pek çok karmaşık insani meseleleri anlaşılabilir ve derli toplu bir şekilde sunuşundan ileri gelir. O, sadece eski Mezopotamya’da hikmet arayan kahraman prototipiyle sınırlı kalmamış, insanın derinlerinde keşfedilmeyi bekleyen ilahi ve evrensel bilginin efsane şeklinde anlatımıyla beyanı olarak ciddi bir işlev de görmüştür. Özetle, biraz tarihî tecrübe, biraz da deruni bir hakikatin efsanevî anlatımıdır.
Wegener ve Galeen'in 1915 yapımı "The Golem" filmi Yahudi okültizmini anlatır benzer şekilde. Yaratılış efsanesini de akla getririr; filmde bir haham büyü ve kilden kendi kurtarıcılarını yaratır.
https://www.gzt.com/derin-tarih/mezopotamyanin-bilge-krali-gilgamis
Gılgamış Destanı günümüzden dört bin yıl öncesinde yazılmış bir metin ancak metni okuduğumuzda geçen bunca zamana karşın destanda yer bulan birçok meselenin günümüz dünyası için de geçerli olması insanı düşündürüyor. Günümüz sorunlarını anlaşılır kılsın diye değil ama insanın kimi yönelimlerinin ve sınıflı toplumun yaşayış tarzının o eski çağlardaki hallerine göz atabilmek için Gılgamış Destanı’na bakmak istedim. Üzerine çokça yazılmış bir metin; mitolojik çözümlemeleri, kültürel ögeleri yüzlerce kez analiz edilmiş, üzerine konuşulmuştur. Yabanıl yaşamdan uygarlığa geçişi, ölüm bilincinin tanınması vb. motiflerin analizi çeşitli açılardan değerlendirilmiştir. Ben sınıf ve iktidar ilişkilerini odağa alarak toplumsal yaşamına bakmaya çalıştım farklı olarak.
Yazın tarihine bakıldığında hem ilk yazılı metin hem de yazıldığı dönemin dünyasını gerçekçi bir şekilde yansıtmayı başarabilmiş bir metindir Gılgamış Destanı. Sümerlilere ait bu destanın yazılı kayda alınması MÖ 1800’lü yıllar olsa da anlatılan olaylar ve başkahraman Gılgamış’ın MÖ 2800’lü yıllarda yaşadığı bilenmekte. Destana bir edebi metin olarak baktığımızda önemli bir orijinallik görmek mümkün. Destanın girişi, içerik hakkında bir bilgilendirmeyle başlıyor, sonrasında Gılgamış’ın etrafında gelişen maceralar, Gılgamış’ın ders alıp yeniden şehre dönmesiyle son buluyor. Metnin başındaki bazı dizeler sonunda da tekrar karşımıza çıkıyor.
Gılgamış metni, daha sonra bölgede ortaya çıkacak tek tanrılı dinlerin ana kaynağı denebilir. Metindeki birçok hikayeyi sonraki anlatılarda da görürüz. Metnin ilk vurgusu Gılgamış’ın “her şeyi görmüş, tanımış ve bilen” biri olmasına dairdir. Bu vurgu, insanlık tarihinde bilginin önemi açısından dikkate değer; o günün yazısız dünyasında “çok okuyan”dan ziyade “çok gezen”in bilgiye sahip olduğu aşikar olduğuna göre Gılgamış, edindiği yüksek kavrayışı çok gezdiği için edinmiştir; kimsenin yapmadığı şekilde uzun yollar dolaşmış ve eski bilgileri, yeni kuşaklara iletmiştir. Bilgiye sahip olmak tarih boyunca ekonomik ayrıcalıklarla bağlantı içinde düşünülmelidir. Görüp geçirdiklerini ve edindiği bilgileri, yazıya geçirtmesi şükranla karşılanmıştır. Halk bilgiye ulaşma araçlarına sahip olmadığından bilginin karşısında çekinik durur genelde. Kültürel ezilmişlikle ekonomik ezilmişlik bir arada sürmektedir. Uruk şehrinin Gılgamış’a şükran duymasının bir nedeni de onun döneminde ulaştığı zenginliktir; elbette zenginlik tüm toplumun zenginliği değildir. Zenginlik elit sınıfın denetimindedir. Gılgamış, hükümdarlığı döneminde ticareti geliştirmiş, üretimi arttırmış, kenti surlarla çevirterek kenti güvenceye almıştır. Destanda Gılgamış’ın kriz anında savaşçılığı göze alması sayesinde elit sınıf tarafından taltiflendiğini, bir düzeye kadar şımarıklıklarına da göz yumulduğunu görüyoruz.
Sümer kentleri genelde tarım yaptıkları için Fırat Nehri’nin kıyı şeridinde kurulmuştu o dönemde. Dağlarla denizin aralığında kurulan bu kentlerin orta kısımlardakiler daha çok zenginleşmiştir. Balıkçılık ve tarımla geçinen denize yakın kesimle maden ve ormancılıkla geçinen dağ kentleri arasında ticaret ve taşımacılık işlerinde uzmanlaşan Uruk gibi “orta” kentler, daha çok zenginleşmişlerdi. İş bölümü ve iş çeşitliliğinin fazla olması, üretim bilgisine sahip bir toplum ortaya çıkardı. Kent daha çok zenginleştikçe maden ve kereste ihtiyacı da artmıştır; ekonomik zenginleşme aynı zamanda siyasal gücü de beraberinde getirdi. En başta Uruk’un dini ve entelektüel gelişimi de bu paralelde anlaşılmalı.
Sulama kanalları inşası, kent surları ve ticareti mümkün kılan taşımacılık düzeninin gelişmesi yönetici sınıf için olumlu gelişmelerdir. Bütün bu işlerin yapılması, yapıların inşasın çalışan bir sınıfı gerektirir. Ancak antik metinlerde gündelik hayattan bahisler pek yer bulmaz ancak sınıfsal bölünmenin yansımalarını bulmak mümkün olabilmektedir. Oysa muhasebe sisteminin ve yazının gelişmesi tam da biriken zenginliğin kaydının tutulması amaçlı olarak geliştirilmişti. Bürokratik işlerin bilgisine sahip bir üst sınıf ve yönetim organizasyonunu üstlenmiş bir rahipler sınıfı mevcuttu. Gılgamış’ın sur duvarlarına maceralarını bezetmesi, iktidarın çağlar boyunca değişmeyen propaganda biçimlerindendir. Egemenler tebaasının gözüne sokarcasına, egemenliklerini ebedileştirmenin bir propaganda biçimi olarak resimler, heykeller, friz kabartmaları, yazıtlar ve devasa tapınaklar sundular. Özellikle de saraylar ve tapınaklar… birer insan yapısı değilmiş gibi ihtişamlı olmak zorundaydı. Elbette henüz yeni devletleşen Sümerliler için üst düzeyde bir şatafatın olduğu söylenemez, yine de iktidarın mantığının erken dönemde bile benzer şekilde çalıştığı ortadadır.
İktidar kendisini hiçbir zaman sıradan bir insan varlığı olarak sunmaz; “Gılgamış ta doğuştan başkaydı: Üçte ikisi Tanrı etinden, üçte biri insan etinden!” Böylelikle tanrısal bir nitelik atfederek krala, egemenlik tanrıya bağlanarak meşrulaştırılmış olur. Yiğitliği, cesurluğu, korkusuzluğu yanında Tanrıların armağanı bir kişi. Gılgamış’ın güç sarhoşluğu ve sınır tanımazlığı, cinsel taşkınlık olarak ortaya çıkar: “…bırakmıyor hiçbir kızı sevdiğine, bir yiğidin söz kesilmiş kızını bile!” (I. Tablet, 61-62). Bu zorba tirandan canı yanar halkın ve Tanrılara şikayet ederler onu. Biz burada tanrıları, Uruk’un elitleri ve ileri gelenleri olarak da düşünebiliriz. Egemenlerin her daim tebaanın ensesinde boza pişirdiğini düşünmemeli, ayyuka çıkmış şikayetlerin dikkate alınarak bir denge politikasının tercihi iktidarın geleceği açısından lüzumludur.

Gılgamış’ın Enkidu ile karşılaşması
Gılgamış’a rakip olarak orman köylerinden birinde Enkidu’yu yaratır tanrılar. Güçlü kuvvetli bir yaban olan Enkidu, kentin beslenme ve hammadde kaynağı olan dağlara egemen olur, kentlilerin ormanları talan etmelerine, ormanda avlanmalarına izin vermez. Durum Gılgamış’a iletilir, politik manevra konusunda kentliler tecrübelidir; Enkidu’yu baştan çıkarması için onun yanına bir sokak kızı gönderirler. Bu yosma, yaban azmanı Enkidu’yu yatağına alır, cinselliğiyle ona doyasıya zevkler sunarak onu etkisi altına alır. Bu noktada şunu düşünebiliriz biz, maruz kaldıkları sömürüye direnen geçen orman köylülerinin en önemli adamını rüşvetle ele geçirirsen direnişi kırarsın. Tam böyle olmasa bile Enkidu’nun taraf değiştirdiği ortada. Gılgamış, iktidar gücünü Enkidu ile paylaşır, onunla arkadaş olur. Burada bir kişisel dostluk, eşcinsel aşk ilişkisi olup olmaması o kadar önemli değil. Kültür tarihi yorumcuları ağırlıklı olarak Enkidu’nun bir yosma tarafından gönlü çelinerek ormandan kente gelişi, bir “uygarlaşma” motifi olarak okunmuştur; öyle olsa bile sınıf çatışması açısından sonuç değişmez.
Gılgamış ile Enkidu arasındaki dostluk ilişkisi iktidar çıkarına eylemliliğe de evrilir. Kıyı şeridinde bulunan kentler balıkçılık, tarım ve hayvancılık yapıyorsa da bina ve gemi yapımı için dayanıklı keresteye ihtiyaç duyuyordu. Bir anlaşmazlık sonucunda orman köylülerinin kereste satışını durdurması söz konusu olmalı. Uruk yüksek miktarda keresteye ihtiyaç duyduğundan bir yönetici olarak Gılgamış’ın ihtiyaç duyulan keresteyi temin yoluna gitmesi gerekiyordu. Sedir çok sağlam ve işlenmesi kolay bir kereste olduğu için özellikle de sedir ormanına ulaşmak Uruk gibi zengin bir kent için elzemdi. Gılgamış’ın savaş öncesi tapınakta yaptığı dua bunun bir ekonomik savaş olduğunu doğruluyor: “dile ki Humbaba’yı öldürüp keseyim sedir ağaçlarını, erinç gelsin bütün ülkeye, sereyim ayaklarına ünümün kazançlarını.” (III. Tablet, 20-22). Uruk her ne kadar Enkidu’yu kendi tarafına çekmiş olsa bile sedirlere ulaşmanın o kadar kolay olmadığı anlaşılıyor. Ormanı Humbaba adlı bir canavar korumaktadır. Gılgamış, ormanı bilen biri olarak Enkidu’yu ikna etmeye çalışır ve ikna eder. Gılgamış, bu işi başarırlarsa aynı zamanda ünleneceklerinin farkındadır. Büyük hazırlıklar yapılır; baltalar, oklar, yaylar, demirden silahlar… Ormanı ve Humbaba’nın bütün düzenlerini bilen Enkidu’nun verileri sayesinde Humbaba’yı öldürürler. Humbaba yenileceğini anlayınca Gılgamış’tan aman diler ancak Enkidu ısrarla Gılgamış’ı öldürmesi için teşvik eder. Gılgamış üzerindeki etkisini gördükten sonra Humbaba, Enkidu’ya da yalvarır ancak boşa çıkar yalvarması. Burada şu önemli atasözünü hatırlamak yerinde olur: Ağaca balta vurmuşlar, “sapı bendendir” demiş. Humbaba’yı öldürdükten sonra bol miktarda sedir kesilerek gemilerle Fırat üzerinden kente taşınacaktır.

Gılgamış ve Enkidu’nun İştar’ın Gök Boğası’nı öldürmeleri
Şan ve şöhretle Uruk’a döndüklerinde hayranlıkla karşılanan Gılgamış ve Enkidu, bu kez saray entrikalarıyla karşılaşacaktır. Tanrıça İştar, çeşitli vaatler de sunarak Gılgamış’tan kocası olmasını ister ama o bunu kabul etmez. Bunun üzerine Tanrıça İştar, Gılgamış’ın üzerine Gök Boğası’nı salar ancak Gılgamış ile Enkidu işbirliği içinde bu boğayı öldürür. Boğayı öldürdükten sonra Gılgamış, Uruk sokaklarında gövde gösterisi yapar: “bir arabaya atlayıp / Uruk’un büyük sokağında gezindiler / Uruklular toplanıp geçişini baktılar onların. / Gılgamış soruyordu saraydaki halayıklara keyifle: / “Kimdir yiğitler arasında en güzel yiğit? / Kimdir erkekler arasında en güzel erkek? / Biz çok kötü kızıp fırlattık da Boğa’nın budunu / İştar bulamadı sokakta kendisini avutacak tek kişi.” (VI. Tablet, 174-182). Bu böbürlenme kılıçların açıkça çekildiği andır artık. Çetrefilli iktidar ilişkilerinde denge esastır; Gılgamış, Enkidu ile birlikte iktidar gücünü arttırdığında diğer elitler, bunu kendi gelecekleri açısından tehlikeli görecektir kuşkusuz.

Enkidu’nun ölümü
Hem Humbaba’yı hem Gök Boğası’nı öldürerek gücüne güç, ününe ün katan Gılgamış’ın en önemli yardımcısının Enkidu olduğu Tanrıların gözünden kaçmaz ve Gılgamış’ı durdurmanın yolunun Enkidu’nun ortadan kaldırılması olduğuna karar verirler. Enkidu bir rüya görür ve öldürüleceğini anlar. Ormana ihanet edip şehre geldiği için pişman olur ve kendisini kandıran avcı ve yosmaya lanetler yağdırır: “O avcı bozuntusu, kötü yürekli tuzakçı/ bırakmadı bende eski dostlarıma benzerlik,/ kendi dostlarına benzemez olsun o da / kazancından yoksun et, gücünü bitir, geliri hepten azalsın senin önünde.” (VII. Tablet 46-50). Enkidu’nun lanetlerinin ve beddualarının hep maddi kazançtan yoksunluk üzerine olması dikkat çekicidir. Enkidu’nun bedduaları, maddi zenginliği çok önemseyen birinin bilinçaltının dışavurumu gibi. Hikayede her ne kadar bir yosmanın sunduğu zevklerden etkilendiği anlatılsa da zengin Urukluların sunduğu maddi olanaklar, Enkidu’nun ihanetinde önem arz ediyordu. Köy yaşamının yoksunlukları yerine kentin zenginliğinden etkilenerek vaktiyle ormandaki eski dostlarına ihanet etmesi muhtemeldir.
Enkidu ölümden kaçamaz, Gılgamış için bu büyük bir sarsıntıdır; ona ağıtlar yakar, övücü sözlerle yas tutar. Kuyumculara gerçek boyutta altından heykelini yaptırır. Bir hafta boyunca Enkidu’nun cesedi gömülmeyince çürümeye başlar, bunun üzerine Gılgamış, korkuya kapılır. O zamana kadar ölüm aklına gelmemiştir hiç ama artık gücün doruğundayken kendi ölümünü düşünerek korkuya kapılır. Kederli haliyle gezer dolaşır bir avuntu arar, bundan sonrası bir arayışın hikayesidir artık. Ün, şan, güç ve hırs sona ermiştir. Her şeye kadir olduğunu düşünen Gılgamış’ın bu geri çekilişi, felsefi bir anlam meselesinden öte bir durum da içeriyor olmalıdır. Egemen sınıfın sınırlayıcı gücünü, en yakın dostunu kaybederek görmüş oldu.
Yolculuğu sürdüren Gılgamış, bir Akrep-Adam’a rastlar, onun tavsiyesiyle Güneş’in yolunu tutar. Bir deniz kıyısına vardığında içki yapıp satan Siduri adlı birine rastlar, ona “ölümsüz yaşam”ı aramaya çıktığını söylediğinde, gündelik yaşamın içinden biri olarak Siduri’nin ona öğüdü, “Gününü gün et!” olur: “Eline geçmeyecek aradığın yaşam / Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında / yalnız ölüm oldu ona verdikleri / kendi ellerinde tuttular yaşamı! / Karnın dolu olsun yeter Gılgamış, sen ona bak, /gece gündüz eğlenmene bak,/ gününü gün et, keyfini sür, / çalgılarla gece gündüz oyna.” (X. Tablet, 17-24). “Ölümsüz yaşam” diye bir şey yoktur, böyle bir şey yalnızca Tufan zamanında Ut-Napiştim’e verilmiştir.
Siduri’nin önerilerine kulak asmayan Gılgamış, Ut-Napiştim’e gitmenin yolunu öğrenir ve zorlu yolculuğu aşarak onun yanına varır. Ut-Napiştim ona Tufan’ı ve Tanrıların kendisine ölümsüzlük verişini anlatır. Gılgamış’ı sınamaya tabi tutar, ama Gılgamış sınavı geçemez; yine de ona acıyarak denizin dibinde dikenli bir otu tarif eder. Gılgamış, denizin dibine inip bu otu bulur. Geri dönerken Gılgamış, serin sulu bir çukur görür, yıkanmak için içine atlar. Tam o sırada bir yılan kıyıda duran otun kokusunu alıp deliğinden çıkar ve otu alıp kaçar. Artık Gılgamış ne kadar ağlasa da kâr etmez.

Gılgamış’ın Ut-Napiştim’in yanına kayıkla ulaşması
Gılgamış Destanı’nda her ne kadar bir kralın yaşamı odaktaysa da birçok destanda rastlandığı gibi olağanüstü kahramanlık boyutu çok öne çıkmaz. Daha ziyade gündelik arzuların, çıkar çatışmalarının ve yakınlaşmaların hikayeleriyle karşılaşırız. Tek tanrılı birçok dine kaynaklık eden hikayelerine karşın kimi mitolojik eklentiler dışta tutulursa gayet seküler bir hikaye var karşımızda. Gılgamış, Ut-Napiştim adlı birinin ölümsüzlüğü elde ettiği söylentilerini duyduğu zaman tapınaklara koşup tanrılara yakarmaz örneğin, elle tutulur bir şey elde etmek için meşakkatli de olsa yolculuğa çıkar; duanın, yalvarmanın “sihirli” bir gücü olduğunu düşünmez, kendi işini kendi görmeyi seçer. Uruk’ta yaşamın temel motivasyonu ün ve şan, daha çok kadın ve iktidar gücü elde etmektir; öte dünya her haliyle kötüdür, bir Cennet avuntusu söz konusu değildir henüz. Sonradan eklenmiş XII. Tablet’te öte dünya ile ilgili anlatılar varsa da bu anlatılar yüce bir güçle ilgili değildir henüz.
Güç sarhoşluğu, haddini aşma, ihanet, dostluk, cinsellik, acıma duyguları gündelik hayatta insanların sıklıkla karşılaştıkları durumlardır. Hikaye bu bakımdan aradan geçen binlerce yıla karşın gayet güncel bir boyuta sahip. Sınıflı toplumun çıkar ilişkileri ve mücadeleleri, günümüzdekine benzer şekilde cereyan etmekte. Gücüne güç katmak isteyen bir tiran olan Gılgamış, sedir ormanını sömürmek için ormanın bilgisine sahip bir yerliyi ayartır ve bu işbirliği sayesinde ormanı sömürüye açar ancak gücü göze batar ve çatışma çıkar. Bu çatışmadan zararlı çıkacağını anlayınca da geri adım atmak zorunda kalır.
Hikayenin öznesi olarak Gılgamış, ilerledikçe çeşitli dönüşümlerden geçer; hikaye bu bakımdan bir etik ortaya koyar. Azgın bir hovarda olan Gılgamış, dostluğu ve aşkı yaşar, korkuyu tanır, kaygı içinde çaresiz kalır ve nihayetinde ihya Uruk’un surlarına çıkıp eserini seyretmeye koyulur. Gılgamış az çok dersini almış biri olarak ortada kalırken, Enkidu’nun yaşamı trajiktir; zevküsefanın tadına kanıp yurduna ihanet eder, acımasızlaşır ama bunun bedelini canıyla öder. Gılgamış, dostu Enkidu’nun yaşamından kendine pay çıkartır ve başlangıçta iktidar ve güç, bir ölümsüzlük gibi gelse de ona gerçekte iktidar aracılığıyla ölümsüzlüğe sahip olmanın mümkün olmadığını, iktidarın da ebedi olmadığını anlar. Enkidu da cinsel zevkin peşinden koşup gelmiş, maddi sefahate aldanmıştır ama ölümden kaçamamıştır; “her şeyi bilen” Gılgamış, o zamana kadar ölümü aklına getirmemiştir hiç. Ölüm bilgisi ise insan için öteki bilgiler gibi değildir, insana kendi gerçekliğini düşündürtür; Gılgamış ölüm bilgisine vakıf olana kadar kendi gerçekliğini hiç düşünmemişti.
Destanın arka planındaki çatışmalardan biri kır-kent karşıtlığıdır. Tanrılar, Gılgamış, avcı ve yosma kent tarafındayken başlangıçta Enkidu, sonrasında da Humbaba kırı temsil eder. Akrep-Adam ve karısını, içkici Siduri’yi kır hanesine yazabiliriz. Kent örgütlenişi bürokratik ve tiraniktir. Su kanalları, surlar, kölelik, fahişelik, tapınaklar ve rahipler, çeşitli meslekler gelişkin bir teknoloji sunarken sosyal ilişkiler daha çok yozlaşmış durumdadır. Tiran Gılgamış, ilk gece hakkı olarak yeni evlenen gelinlerle gerdeğe girer; kimileri ses çıkarıyorsa da Tanrılara şikayet etmekten başka çözüm bulamazlar. Tanrılar arası ilişkiler bile ince çıkar hesapları ve anlaşmazlıklarla doludur; Tanrıça İştar istediğini yatağına alır, kullandıktan sonra da çöp gibi atar. Buna karşılık kır, yabani yaşamın direngen özelliklerini barındırır. Enkidu başta, ormanı ve ormandaki hayvanları avcıya karşı korur, keza Humbaba sedir ormanının bekçisidir, yağmalanmasını önler. Kentin sınırlanmış topraklarına karşılık orman ve deniz sınırsızdır; kentin hırsına karşılık deniz kenarında içki yapan Siduri, yaşamın anlamını “gününü gün et!” olarak keşfetmiştir. Kentliler kırın çobanını hor görür; yosma, Enkidu’ya “Kurtul şu yabanlıktan!” der; yabanıl doğa kentliye göre “kurtulunması gereken”dir. Kentte konaklar, tapınaklar, düzülü sofralar vardır; kurbanlar kesilir, ziyafetler verilir; tanrılar bir tirana halk üzerinde egemen olma gücü vermişlerdir. Kent demirden baltaların ve silahların yapıldığı bir yerdir; bunların gücüyle yiğitler, ün ve şan peşinde koşarak iktidar elde edebilirler; kent yıkıcı ve tüketici iken kır, kendine has sırları ve düzeni olan koruyucu bir yerdir.
Destanın önemli isimlerinden biri, tek tanrılı dinlere Nuh olarak geçen Tufan efsanesindeki Ut-Napiştim’dir. Tanrılar tarafından ölümsüzlükle ödüllendirilen Ut-Napiştim, tanrılarla işbirliği yapmış bir blöfçüdür ve halka yalan söylemiştir. “Büyük Tanrıların gizini ele vermemiş”tir; yani egemenlerin kendi aralarında bir gizli “dil”i vardır; bu giz sınıflı topluma içkindir; egemenlerin halktan gizlediği işler olup bitmektedir; Ut-Napiştim de egemen sınıfla iş birliği içinde onlardan biri olarak konumlanmıştır. Tanrılar Tufan olacağı haberini ona ulaştırdığında yalnızca hayvanları almaz inşa ettiği gemiye; bulduğu bütün altın ve gümüşü de doldurur. Halka yalan söyleyerek onları ölüme terk edip kendini kurtarır; bu işbirliğinin karşılığı olarak da ölümsüzlükle ödüllendirilir ama yaşadığı yer insanlardan uzaktır. Bir anti-hümanisttir, Gılgamış geldiğinde, karısına kötülük edeceğini düşünerek karısıyla baş başa kalmasını istemez; bu tutum da egemen sınıfın bakışının bir göstergesidir.
İnsanlık tarihinin en önemli metinlerinin ilki Gılgamış Destanı’dır; bu metin aracılığıyla binlerce yıl önceki insanların günlük hayatları ve hayata katılışlarıyla ilgili bilgilere ulaşıyoruz. Sınıflı toplumun ortaya çıkışının erken dönemlerini yansıtan bu metin, insanlık tarihini dönüştürücü güçlerinden cinsellik ve iktidar hakkında önemli veriler sunarken iş konusuna pek girmemiştir. Yine de sınıflı toplumun kimi mücadelelerini bir kişinin yaşamındaki dönüşümler üzerinden görmemiz mümkün.
* Gılgamış Destanı, Çev. Sait Maden, İş Bankası Kültür Yayınları, VI. Basım, 2018
Anu, Enlil, Enki ve Ninhursag kara başlı insanları
şekillendirdikten sonra,
Topraktan bitki örtüsü fışkırdı,
Ovanın dört ayaklı yaratıkları olan hayvanlar,
Ustaca var
edildi [37 satır okunamıyor]
Sonra.... krallık gökten indirilmişti Yüce taç ve krallık
tahtı gökten indirildikten
sonra,
ayinleri mükemmelleştirdi ve ilahi olanı yüceltti Yönetmelik...
Beş şehri saf yerlerde kurdu,...
Sonra Nintu bir ...
Saf İnanna, halkı için bir ağıt yaktı,
Enki kendisi, Anu,
Enlil, Enki ve Ninhursag ile konseyi aldı....
Göklerin ve yerin tanrıları Anu'nun adını andılar ve Enlil
Sonra kral, rahip..., Bir dev inşa etti...;
Alçakgönüllülükle itaatkar, saygıyla...
Her gün, sürekli katılarak...,
Her türlü hayali ortaya çıkararak, o...,
Göğün ve yerin adını söyleyerek... [...]
tanrılar bir duvar...,
yanında duran Ziusudra dinledi.
"Sol yanımdaki duvarın yanında dur...,
Duvarın yanında sana bir söz söyleyeceğim,
Sözümü tut,
Talimatlarıma kulak ver:
Bizimce... kült merkezlerini bir sel süpürecek;
İnsanlığın tohumunu yok etmek...,
Tanrıların meclisinin kararı, sözüdür.
Anu ve Enlil'in emrettiği sözle...,
Krallığı, yönetimi sona erecek.
[yaklaşık 40 satır eksik]
Son derece güçlü tüm fırtınalar,
Tek bir fırtına olarak saldırıya uğradı,
Aynı zamanda sel kült merkezlerini süpürdü.
Yedi gün
boyunca sel kült merkezlerini süpürür.
Yedi gün yedi gece boyunca,
Sel karayı
süpürdü ve devasa tekne savruldu
Fırtınalar tarafından büyük sularda,
göğe ve yere ışık tutan Utu ortaya çıktı,
Ziusudra devasa teknenin penceresini açtı,
Kahraman Utu ışınlarını dev tekneye getirdi.
Kral Ziusudra,
Utu'nun önünde secdeye kapandı.
Sümerler eski krallarının listelerini oluşturdular ve onlara son derece uzun saltanatlar verdi. Tufandan önceki zaman 432.000 yıllık bir dönem olduğu söyleniyor. İki kral tufandan sonra Gılgamış ve Tammuz listelenmiştir. Bu iki kral hakkında anlatılan efsaneler o kadar etkileyiciydi ki, Tammuz, Babil panteonuna girdi ve daha sonra Yunanlılar tarafından Adonis olarak bilinir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️