8 Mart 2024 Cuma

Sembol ve tarihçesi

Sembollerin Doğuşu

Unutulmuş Bir Dilin Kısa Doğum Hikayesi

Sembollerin doğuşu insanın yeryüzündeki varlığı ile yaşıttır dersek yanlış olmaz. 2.6 milyon yıl önce başlayan Paleolitik Çağ yaklaşık olarak M.Ö. 10.000 yıllarında son bulmuştur. Bu dönem insanın dünya üzerinde geçirdiği zamanın %99'unu oluşturur. Henüz yerleşik düzene geçmemiş olan insan, çok uzun süre avcı-toplayıcı topluluklar olarak mağaralarda yaşamıştır. Taşı yontarak kesme, kazma ve silah olarak kullanma becerilerini geliştirdiği bu dönemde büyük iklim değişimleri yaşamış ve ateşi kontrol edebilmeyi öğrenmiştir.

Paleolitik çağın özellikle ikinci yarısında, yaşadığı mağaraların duvarlarına, çevresinde gelişen olayları ve gördüklerini çizmiştir. Bu çizimleri ilk sanatsal ve dinsel davranışlar olarak kabul eden görüş oldukça yaygındır. İlk insanın taşlara kazıdığı ana objeler doğal olarak çevresindeki hayvanlar, bitkiler ve gökyüzündeki yıldızlardı. Bunların büyük bölümü başlangıçta piktogram olarak kabul edilebilir.

Piktogram Nedir?

Piktogramlar, bir nesne, bir kavram ya da bir işleyişi anlatmak için kullanılan resim yazı olarak kabul edilebilir. İçeriğinde bir duygu ya da hikaye barındırmazlar. Genellikle tek başına bir şeyi tanımlar.

Paleolitik atalarımızın mağara duvarına çizdiği ilk hayvan resimleri bu bakış açısı ile piktogramdır. Mağara duvarına çizdiği inek resminin inekten başkaca bir anlamı yoktu. İnek resmi ineği anlatıyordu.

Bugün piktogramları halen kullanıyoruz. Örneğin trafik işaretleri piktogramdır. Tek başına bir kavramı anlatmak için kullanılırlar ve dünyanın hemen her yerinde hangi kavramı ifade ettiğini anlarız.

Mağara duvarına çizilen basit bir inek resmi piktogram -resim yazı- olarak kabul edilirken, birden fazla piktogramın bir araya gelmesi ile yaşadıkları olayları anlatmak için duvara kazımalar yapan atalarımız piktogramdan ideogram’a geçiş yapmıştır.

İdeogram Nedir?

İdeogram; bir olayı, bir durumu anlatmak için piktogramlara duygu, hareket ya da bir düşünce katarak resmetmek olarak tanımlanabilir. Çoğunlukla birden fazla piktogramın bir araya gelmesi ile ortaya çıkan resim yazı anlatım bütünüdür.

Temel olarak Mısır hiyerogliflerini ya da Sümer çivi yazısındaki her bir simgeyi tek tek ele aldığımızda birer piktogram olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bir hiyeroglif yazısı ya da Sümer tabletinde yer alan yazı bütünü artık bir fikri, durumu ya da olayı anlatmak amacı ile kullanıldığı için ideogram olarak kabul edilebilir. Bu bakış açısı ile bir mağara duvarına çizilmiş bir kaç hayvanı avlamaya çalışan bir grup insan resmi de bir ideogramdır.

İşte sembollerin doğuşu da bu döneme denk gelir. Paleolitik atalarımızın resmederek anlattığı duygular ve bu duyguların bütünündeki anlam önce sembollerin sonra sembolizmanın ve beraberinde sanatın da doğuşu olarak kabul edilebilir.

Çevremizde gördüğümüz nesneleri ya da olay bütününü anlatmak zor değildir. Olayları ya da nesneleri birebir resmederek ya da doğrudan kelimelerle ifade edebiliriz. Bir masayı, masa çizerek anlatabilir ya da doğrudan kullandığımız dil ne ise o dilde “masa” diyebiliriz. Leonardo Da Vinci’nin “Il Cenacolo” isimli “Son Akşam Yemeği” tablosunu da “üzerine beyaz bir örtü serilmiş tahta masanın çevresindeki oturmuş 13 kişi yemek yiyor” diyerek anlatabiliriz.

Il Cenacolo — Leonardo Da Vinci (1490)

Bu anlatım yanlış değildir ama eksiktir. Zira bu anlatım görüneni göründüğü şekli ile anlatır ancak duygulardan bahsetmez. Duyguları anlatmadan bu tip bir anlatım ile tabloyu betimlemek mümkündür. Örneğin: ortada oturan uzun saçlı adamın sol elinin avuç içi ayası gözüküyor. Mavi ve kırmızı renkli giysisi var. Solunda oturan kişi ise ellerini iki yana açmış ve yeşil bir elbise giymiş, sarışın, sakallı ve uzun saçlı bir erkektir. Tabloda gördüğümüz ve hissettiğimiz duyguları betimlemeden, bu tabloyu detaylıca anlatabiliriz ama her durumda bu anlatım eksik kalacaktır. Çünkü henüz tablonun yansıttığı duyguları aktaramadık. Duyguları anlatmak ise o kadar kolay değildir.

Erich Fromm sembol nedir sorusunu cevaplarken, kendisini açıklamaya şu örnek ile başlar: Birisine beyaz ve kırmızı şarap arasındaki tad farkını açıklamamız gerektiğini varsayalım. Farkı çok iyi biliyoruz. O halde onu kolayca da anlatabiliriz sanıyorsunuz değil mi? Ama düşündüğümüzün aksine, bu tad farkını anlatmak çok zor olacaktır. Herhalde sonunda sorunu şöyle geçiştireceğiz: “Ne yazık ki, sana bu farkı açıklamıyorum. En iyisi mi, bir bardak kıımızı ve sonra da bir bardak beyaz şarap iç. O zaman farkı anlayacaksın.” Tekniğin en son harikası olan karmaşık bir makinayı tarif etmek, çoğumuz için hiç de zor değildir. Ancak çok basit bir tad alma duygusunu anlatmak için, gerekli kelimeleri bulmakta epey güçlük çekeriz.

Bütün duygular için aynı zorluk ve sorun geçerlidir. Duyguları sadece piktogam, ideogram ya da tasvirlerle anlatmak mümkün değildir. İşte bu aşamada sembolün doğuşuna tanık oluruz. Duyguyu anlatmak için kullandığımız simgeye, işarete, piktograma var olan anlamından başkaca bir anlam yüklediğimiz anda sembol ortaya çıkar. Ancak bu başka bir tespiti beraberinde getirir. Üniversal sembol dilinin ortaya çıkabilmesi için evrensel bir mutabakata ihtiyacımız var. Bu bakış açısı ile semboller; rastlantısal, geleneksel ve evrensel olarak üçe ayrılır.

Rastlantısal Semboller

Yaşayabilme İhtimali isimli şiirinde Yılmaz Erdoğan şöyle açıklar duygusunu: Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam…

Babasını otlu peynir kokusu ile özdeşleştirmiştir. Bu tamamen rastlantısal sembole bir örnektir. Yılmaz Erdoğan için otlu peynir kokusu, babasını ve muhtemelen onunla ilgili anılarını anlatan bir semboldür. Her otlu peynir kokusu duyduğunda babasını hatırlıyor olması muhtemeldir. Evrensel olarak otlu peynir kokusu insanlara babalarını hatırlatmayacaktır. Keza Yılmaz Erdoğan’ın çocukluk döneminde yaşamış diğer insanlar için de otlu peynir kokusu ile anlatmak istedikleri babaları olmayacaktır. Belki kısıtlı bir grup insan otlu peynir dendiğinde bir sebeple “baba” kavramını anlıyor olabilir ama bu durumda da otlu peynir kokusu sembolü ile anlatılan duygu tamamen Yılmaz Erdoğan’a veya kısıtlı bir gruba özeldir. Bu hali ile otlu peynir rastlantısal semboldür.

Geleneksel Semboller

Bayraklar, geleneksel sembollerdir. Bir topluluk için aynı şeyi sembolize eder. Örneğin al sancak ya da nazlı hilâl dediğimde bu ülkede yaşayan insanların hepsi bahsettiğim şeyin Türk Bayrağı olduğunu anlar. Türk bayrağını tanımlamak için al sancak ya da nazlı hilâl diyorsam aslında anlatmak istediğim duygunun; özgürlük, kahramanlık ya da fedakârlık olduğu gayet açıktır ve Türk tarihini bilen herkes geleneksel olarak Al Sancağın bu duyguları temsil ettiği konusunda hem fikirdir. Ancak al sancak sembolü bizim coğrafyamız ve tarihimizle sınırlıdır. Bir Tanzayalıya nazlı hilâl dediğimde anlatmak istediğim duygu nedir? diye sorarsam muhtemelen boş bakışlarla karşılaşırım.

Evrensel Semboller

Üçüncü kategoride yer alan evrensel semboller ise tüm insanlar için ortak bir anlamlar bütününe sahiptir. En kolay anlaşılan örneklerden birisi olacağı için ateşsembolünü ele alalım. Ateş; hareketlidir, sürekli değişir yani dinamiktir. İster kağıt, saman gibi eğilip bükülebir, kolayca şekil verilebilir nesneler, isterse demir gibi sert ve elimizle şekillendiremediğimiz nesneler olsun hiç farketmez, yeterince uzun süre ateşe maruz bırakılırlarsa ateşin yakıcı ve dönüştürücü etkisini gözlemleriz. Bu yönü ile ateş güçlüdür. Meşale ile kontrol altına alınmış ateş, saldırgan bir hayvana doğru savunma amaçlı kullanılırsa koruyucudur ama aynı zamanda öldürücü de olabilir. Kontrol edilmezse bir anda her şeyi kül edebilir. Çabukluk, çeviklik, hız ve canlılık ateş ile sembolize edilebilecek duygulardır.

Ateş neyi sembolize eder? Hangi duyguları anlatmak için ateş kullanılır? sorularına dünyanın her yerinde ortak mutabakatla, dinamizm, hareketlilik, canlılık, büyüklük, değişim, güç, çeviklik gibi cevaplar gelecektir.

Ruhsal durumumuzun bedenimizdeki yansıması, ırk, yetiştiğimiz toplum ve kültürel değerlerden bağımsız olarak ortak noktalara sahiptir. Sinirlendiğimizde yüzümüz kızarır, vücudumuzun ateşi yükselmiş gibi hissederiz. Duygusal olarak çöküntü yaşadığımızda ve çok üzüldüğümüzde göz yaşlarımıza hakim olamayız. Bu öğretilen bir şey değildir. Dünyanın her yerinde insanın ortak tepkileridir. Bu sebeple ağlayan yüz sembolü; evrensel olarak, üzüntü, sıkıntı, duygusal çöküntü, kayıp, yokluk, yoksunluk ve boşluk duygusunu ifade eder. Kırmızı ve çatık kaşlı bir emoji gördüğümüzde bunun kızgınlık, hoşnutsuzluk, ilgili konunun uygunsuzluğunun yarattığı rahatsızlık duygusunu anlattığını biliriz. Kimsenin bunu bize öğretmesine gerek yoktur.

Sembol Dilinin Diyalektleri

Çevremizde yaşadığımız olayların ve etkileşimlerin bireyler, gruplar ve toplumlar üzerindeki farklı yansımaları aynı sembole farklı duygular ve anlamlar yüklememize olanak tanır. Böylece sembol dilinin diyalektleri oluşur. Bu farklılık sembol dilinin anlaşılmasını engellemez zira sembol dilinin çözümlenmesinde izlenmesi gereken yol değişmez. Güneş, Kuzey toplumlarında hayat veren bir sembol olarak ele alınmasına rağmen, kurak iklimlerde hayatı sonlandıran bir sembol olarak ele alınabilir. Bundan daha doğal ne olabilir ki?

Baykuş: Doğu sembolizminde uğursuz, Batı sembolizminde bilge

Baykuş, Doğu toplumlarında ve bazı Güney yarımküre kültürlerinde uğursuzluk sembolü olarak anlamını bulur. Oysaki hemen hemen tüm Batı toplumlarında bilgelik ve akıl sembolüdür. Bu farklılık nereden gelmektedir? Temel olarak baykuşun özelliklerine bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: Baykuş, gece avlanan, gece karanlığında ortaya çıkan bir kuştur. Gece karanlığında yaşamına devam edebilmesi için gözleri az ışık ortamında görmesine yardımcı olacak şekilde evrimleşmiştir. Karanlıkta yolunu, avını bulabilir. Öte yandan gece karanlığında sessizce avını bekler, sessizce uçar ve tıpkı bilge insanların çok dinleyip az konuşması gibi ara ara öter. Ağırbaşlı bir karakteri vardır.

Tüm bu özellikleri ele alınca ortaya iki farklı sembolik anlamın çıkması gayet anlaşılır. Karanlıkta yönünü bulmak insanoğlu için zordur. Bilgisiz kaldığında insanın doğru yolu bulmasının zorluğu bu şekilde ifade edildiği için karanlık sembolik olarak cehaleti işaret eder. Ancak bütün bu karanlık (cehalet) içinde yolunu bulanlar, kendisini karanlık koşullara rağmen geliştirenler olduğu için baykuşun gözlerinin evrimleşerek karanlıkta görür olması da bu gelişime işaret eder.

Tıpkı cehaletin (karanlığın) içinden çıkıp kurtulmak isteyenlerin kendisini aydınlatması gibi, baykuş da evrimleşmiş ve bir şekilde karanlıkta yolunu bulur durumdadır. İşte bu yönü ile baykuş bilge olarak sembolize edilir.

Öte yandan ölülerimizi bin yıllardır toprağın altına gömüyoruz. Gömdüğümüz bedenlere ne olduğuna dair bilgimizin olmadığı dönemlerde bildiğimiz bir tek şey vardı: Toprağın altı karanlık ve ışık almayan bir yerdir. Ölüleri yer altına gönderdiğimiz için orada ayrı bir yer altı dünyası oluştuğunu düşünmek için çok sebebimiz vardı. Nasıl bir yerdir yeraltı dünyası? Karanlık, sıkışık ve ölüler diyarı. O halde “karanlık” aynı zamanda ölüler dünyasını da sembolize edebilir.

Karanlık içinde beliren ve aslında sesi az duyulan baykuşun bu nadir ötüşünün duyulması, ölüler dünyasından gelen bir ruhun çağrısı olarak algılanırsa, karanlığa duyulan korku ve o karanlık içindeki baykuş ötüşü birleştirilir ve baykuş ölüler diyarından gelen, canlı olan bedeni ölüler diyarına çekmek isteyen bir işaret olarak konumlandırılabilir. Bu durumda baykuş, uğursuz bir durumun sembolü olur.

Sembol Dilini Öğrenmenin Zorluğu

Semboller, farklı kültürlerde ortaya çıkan tasarım kalıplarını (pattern) anlayarak yorumlanabilir ve çözümlenebilir. Akla yatkın, pozitivist ve tutarlı bir açılım sağlayabilmek için sembol dili ile anlatılmak istenilen duyguyu tanımlayabilmek ve anlayabilmek gerekir. Bu amaçla öncelikle sosyolojik, antropolojik, mitolojik, folklorik, edebi ve ilgili diğer ilmi alanlarda betimlenenlerle sembolün nasıl ortaya çıkmış olacağı incelenmeli.

Bu çok zor ve çok meşakketli bir süreçtir çünkü bu çaba gerekli ama yetersizdir. Açıklamaya yardımcı olan bilimlerin bütünü, anlamaya yardımcı olmak konusunda yetersiz kalabilir. Yani açıklayabiliyor olmak, sembolün anlaşılabilir olduğunu garanti etmez. Bu bağlamda insan psikolojisinin geçmişten bugüne taşıdığı özü ortaya çıkarmak ve anlamlandırmak için sembol dilini öğrenmek önemlidir diye düşünüyorum. Bin yıllardır edindiğimiz deneyimler ve kazanımlar dahilinde geliştirdiğimiz öğrenimlerin depolanması ile psikolojik olarak da evrimleştiğimiz gerçeğini kucaklamamız lazım. Özellikle mitolojik hikayelerde kuşaktan kuşağa aktarılan duygu ve mesaj bütünlüğünü ve sembollerle aktarılan mesajı anlayabilmemizi bu psikolojik evrimi tanımlamak açısından değerli buluyorum.


Kaynakça

  1. Cirlot, C.E. (1971), A Dictionary of Symbols, Routledge & Kegan Paul Ltd — Second edition
  2. Yılmaz, E.B. (2011), Hikâye ve Romanlarda Sembol Dilinin Görüntüleri Üzerine Bir Değerlendirme, Bilig sayı:56, sayfa: 45–56
  3. Fromm, E. (1990), Rüyalar Masallar Mitoslar, Sembol Dilinin Çözümlenmesi, 2.Baskı, Arıtan Yayınevi
  4. Zwart, H. (2019), Archetypes of knowledge: The relevance of Jung’s psychology of scientific discovery for understanding contemporary technoscience, International Journal of Jungian Studies, Erasmus University


Elinde mızrak ve başında baykuş ile Athena


 Sembol Nedir?

Geçmişten geleceğe insanın değişmeyen ana dili

Bugüne kadar farklı branşlarda çalışmış araştırmacılar, bilim insanları, filozoflar, tarihçiler ve özellikle psikologlar tarafından değişik tanımları yapılmış olsa da, sembolün benim için en basit tanımı şu şekildedir: Sembol; açıklanamazın ifade biçimidir. Daha geniş ve kapsayıcı tanımı ile açıklamak gerekirse: sembol; duyu organlarımızla algılayamadığımız, görünen ve bilinen anlamından daha geniş ve derin bir gerçeği ifade etmeye yarayan, o gerçeği tasvir etmemize yardımcı bir eylem, nesne ya da insanlar tarafından yaratılmış bir işarettir. Prof Carl G. Jung’a göre semboller, insan tarafından bilinçsiz ve kendiliğinden üretilmişlerdir. Bir başka tanıma göre ise sembol, idraki mümkün olmayan ya da henüz idrakine hazır olunmayan bazı şeylerin bilinmesine yardımcı görünür işaretlerdir.

Türkçede sembolün karşılığı olarak simge kelimesinin önerildiğini görürüz. Türk Dil Kurumuna göre simgenin anlamı: Duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işaret. Zaman zaman sembol ile simge kelimeleri karıştırılır ya da yanlış kullanımla birbiri yerine kullanılır. Oysaki sembol ile simge arasında çok net bir ayrım olduğunu düşünüyorum. Olabildiğince net bir şekilde bu farkı nasıl ele aldığımı anlatmaya gayret edeceğim. Gördüğümüz, duyduğumuz şeylerin her birimizin zihnindeki tezahürü birbirinden farklı ve buna imge diyoruz. İmge kavramı daha çok sanatsal üretimi yorumlarken ele aldığımız bir tanım. Simge ise soyut olanın kullandığımız dil ne ise onunla ete kemiğe büründürülme çabası sonunda ortaya çıkan bir kavram. Simgelerin bazılarının görünen anlamlarını ortak mutabakatla tanımlamış durumdayız. Oysaki bazı simgelerin görünenden öte bir başka anlamı daha var. Görünen ve atfedilen anlamının ötesinde, kullanılan dil ile söylenemeyen ancak işaret edilebilen bir anlam bu. İşte simgenin bu anlamına sembol diyorum.

Bir örnek vermek gerekirse; Avrupa Birliği’nin para birimi olan Avro için belirlenmiş olan simge “€” ile ifade edilir ve dünyanın her yerinde bu simgenin para birimi olarak Avroyu işaret ettiği üzerinde mutabakata varılmıştır. Bu simgenin bundan öte bir anlamı yoktur.

Oysaki bazı simgelerin işaret ettiği sembollerin anlamı bu kadar net değildir. Sembollerin anlamı kapalıdır ve değişkendir. Örneğin “mızrak” bazı durumlarda savaş sembolü olarak kullanıldığı gibi, erkeksi gücü sembolize etmek üzere fallus olarak da kullanılmıştır. Pek çok sanat eserinde ve mitolojik hikayede savaşçının elindeki mızrak,erdemi sembolize etmek için kullanılmıştır. Üzerinden kan damlayan mızrak ise bazı durumlarda tutku, bazı durumlarda ise kurban anlamlarına işaret eder.

Simge olarak mızrağın anlamı tıpkı avronun sembolü gibi duyularla algılanabilir. Ancak mızrağın bazı durumlarda neden erdemi sembolize ettiği duyularla algılanacak bir kavram değildir. Trajikomik durum ise şudur: Mızrağın görünmeyen anlamı erdemdir dediğimiz anda gizli olan anlamı görünür kılarız ki işte o anda sembol, simge seviyesine indirgenmiş olur.

Özetle semboller dinamik, simgeler ise çoğunlukla statik anlama sahiptir. Her sembolün ardıl bir simgesi olmayabilir ama her simgenin öncül bir sembolü vardır.

Semboller, insan yaşamının ilkel günlerinden beri hayatın içindedir. Bugünün modern insanı da halen geçmişin bu sembolleri ile etkileşim halindedir. Kavramsal olarak üretilmiş sembollerin yanı sıra, plastik sanatlarda sıklıkla karşımıza çıkan semboller ilkel çağlardan bu yana gelişen kültürün temel taşları olarak yaşamla etkileşim halindedir. Jung’un arketip kavramının temelinde de, insanın tarih boyunca ürettiği bu kavramsal ve plastik semboller yer almaktadır.

Doğrudan ve uzun uzadıya yazılı ya da sözlü anlatımla anlatılmak istenen şey, son tahlilde anlam bakımından limitli kalacaktır. Sembollerin kapalı ve değişken anlama sahip olması bu anlam sınırlamasını ortadan kaldırır. Dolaylı anlatımla, sembolik ifadeninözündeki gerçeğin korunması da sağlanmış olur. Semboller sadece fikirlerin değil aynı zamanda lirik duygu ve düşüncelerin aktarılmasında da kullanılır. Bu sebeple mitolojik hikayelerin tamamında kullanılan dil, zamandan ve coğrafyadan bağımsız olarak semboliktir. Sembol dili ile anlatılan hikayeleri görünen ifadeleri ile anlamlandırmaya çalışmak, sakladığı özü ıskalamak için atılacak ilk yanlış adımdır. Bir örnek ile açmam gerekirse; mitolojik hikayelerde çok sık kullanılan Toprak Anaifadesi ile sembolik olarak anlatılan; verimlilik, doğurkanlık, koruyan ve kollayan, bolluk, bereket gibi ifadelerdir. Anlatılan hikayenin bütününde ya da bir bölümünde toprak ana kavramını bu şekilde anlamlandırmaya çalışmak yerine, gerçekte karşılaşılması mümkün olmayan Toprak Ana figürünü zuhur etmiş hali ile arama gayreti beyhudedir.

Farklı bir örnek ile sembollere ve sembol diline bakış açımı biraz daha açmak isterim. Nuh Peygamber’in hikayesinde anlatılan konu; Nuh peygamber zamanında, insanların doğru yoldan sapması ve Tanrı’ya isyan etmeleri ile başlar. Tanrı’nın kendisine isyan eden insanları bir tufanla cezalandırmaya karar vermesi üzerine Nuh peygambere vahiy yoluyla bir gemi inşa etmesini iletir. Nuh vahiy ile kendisine aktarıldığı üzere, 300 adım boyunda, 50 adım genişliğinde ve 30 adım yüksekliğinde bir gemi inşa eder. Yeryüzünde yaşayan tüm canlılardan birer çifti gemiye alır. Tufan 40 gün 40 gece sürer ve sonunda durur. Bir süre sonra Nuh’un gemisi Cudi Dağı’nın zirvesinde karaya oturur. Tanrının gazabı olarak gönderdiği tufandan ailesi ve gemisine aldığı hayvan çiftleri ancak bu sayede kurtulur.

Benzer mitolojik hikayenin Sümer tabletlerinde de anlatıldığını biliyoruz. Sümer tabletlerinden çözümlenen Gılgamış Destanı’na göre; Gılgamış, sevgili dostu Enkidu’nun ölümü üzerine ölümsüzlüğün sırrını aramaya başlar. Bir şekilde yolları daha önce ölümsüzlüğe ermiş olan Ziusudra ve karısı ile kesişir. Ziusudra 950 yaşındadır (tıpkı Nuh peygamber gibi) ve 50 sene önce Tanrıça Ea tarafından yeryüzüne gönderilen tufandan kendisini ve ailesini kurtarmayı başardığı için ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Tufan başlamadan önce ailesi ile birlikte inşa ettiği gemiye binmiş ve tufan bittiğinde gemisi Nisir dağının zirvesine oturmuştur. Tanrıça Ea’nın gazabı olan tufandan ancak böyle kurtulmuştur.

Dünya üzerindeki pek çok kültürün mitolojik hikayelerinde Gılgamış ve Nuh peygamberin yaşadığı tufan hikayesi anlatılmakta. Birbirinden farklı coğrafyalarda ve farklı dönemlerde yeşermiş kültürlerde, bir kısmının birbirleri ile hiçbir iletişimi olmamasına rağmen aynı hikayenin anlatıldığını görüyoruz.

Örnek olarak kullandığım bu iki hikayede geçen tufan, geminin inşa edilmesi, geminin dağın zirvesine oturması, bu sayede ölümden kurtulmak gibi kavramlar sembol diliyle anlatılmıştır ve aslında yazın dili ile anlatılan görünen anlamlarından daha derin bir gerçeği içlerinde barındırmaktadırlar.

Tekrar başa dönecek olursak, geniş ve kapsayıcı tanımı ile sembol; duyu organlarımızla algılayamadığımız, görünen ve bilinen anlamından daha geniş ve derin bir gerçeği ifade etmeye yarayan, o gerçeği tasvir etmemize yardımcı bir eylem, nesne ya da insanlar tarafından yaratılmış bir işarettir.

Atalarımızın bize sembol dili ile anlattığı, mitolojik hikayeler vasıtası ile aktardığı binlerce hikaye var. Sembolleri anlamak ve sembol dilini çözümleyebilmek şüphesiz bugün sembol kavramına yükleyebildiğimiz anlamından daha geniş ve derin bir gerçeği ifade etmemize de yardımcı olacaktır.

Semboller yardımı ile anlatılan kadim metinler ancak sezgisel olarak anlaşılabilmek üzere dikkatle incelendiğinde farklı açılımlar ortaya koyacak ve gizledikleri anlamlar katman katman açılacaktır. Bu özelliği ile semboller, bir dilin mevcut imkânlarını sınırsız hâle getirirler. Bu sınırsız dünyanın kapıları, anlatının içine gizlenmiş olan mânânın beklediği salonlara açılır.

O kapılardan geçmek için tarih, felsefe, psikoloji, tıp, sosyoloji, kozmoloji, astronomi ve mitolojinin uzun koridorlarında kaybolmayı göze almak gerekir.

Kaynakça

  1. Wagoner,B. (2009), Symbolic Transformation: The Mind in Movement Through Culture and Society, Cultural dynamics of social representation series
  2. Lagana,L. (2016), Jungian Aesthetics, Symbols and the Unconscious, University of Malta, Proceedings of ICA 2016
  3. Cirlot, C.E. (1971), A Dictionary of Symbols, Routledge & Kegan Paul Ltd — Second edition
  4. Atasağun, G. (2016), Sembol ve Sembolizm, İlahiyat Fakültes Dergisi, N.Erbakan Üniversitesi
  5. Yılmaz, E.B. (2011), Hikâye ve Romanlarda Sembol Dilinin Görüntüleri Üzerine Bir Değerlendirme, Bilig sayı:56, sayfa: 45–56,

Jean Delville — La Meduse 1893

Sembollerin Ortak Özellikleri -1

1.Bölüm: Sembolün özü dilin sınırlarının dışındadır.

Sembollerin ortak özelliklerinin belirlenmesi iki konuda yardımcı olacaktır. Binlerce yıllık kadim geçmişe sahip olan ve soyut anlamları barındıran sembollerin tam olarak anlaşılabilmesi için özelliklerinin bilinmesi, taşıdıkları mânânın yorumlanması ve mümkün olabildiğince açığa vurulabilmesi için değerlidir. Öte yandan unutulmamalıdır ki soyut kavram bir yönüyle istismara çok açıktır. Sembollerin ortak özelliklerini bilmeyen birisi kolaylıkla simge, imge ve işaret kavramları arasında kaybolabilir. Maalesef bu kaybolmanın bir neticesi olarak, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar, parapsikolojinin bulanık sularında boğulurlar.

Semboller, özellikle psikolojinin ilgi alanı içindedir. Sembollerin taşıdığı anlamlar bütününü sınıflandırmak ve sistematik bir şekilde bu anlamlar örgüsünü açıklamak ve tanımlamak mümkün olmuştur. Yani sembollerin taşıdığı mânâ soyut olsa da sembol dilinin grameri (dil bilgisi) normatiftir. Özünde soyut kavramlar barındıran sembollerin normatif bir dil bilgisine sahip olduğunu önermek anlamsız görünebilir. Ancak benim burada özellikle dikkat çekmek istediğim konu şudur: Evrensel sembollerin nasıl okunması ve yorumlanması gerektiğini, tekrar tekrar aynı öz fikri önümüze getiren mitolojik hikayelerden yola çıkarak, bir kurallar bütününe bağlamak mümkün. Lâkin sembol dilini, sembolün sakladığı mânâya yaklaştıkça gramer yapısı da değişen bir dil gibi ele almak lazım.

Witgenstein’ın etik tanımı yaparken kullandığı açıklamayı bu çerçevede açıklayıcı bir yardımcı olarak kullanmak isterim: “Sembolün özü dilin sınırlarının dışındadır. Söylenemez ama gösterilebilir. Düşünülemez olanı, düşünülebilir olanla sınırlandırma işlemini yaparak söylenemez olanı imler.” Bu bakış açısı ile şu önermede bulunmak isterim: Sembol dilinin grameri aksaktır!


Sembol kendisi dışında bir hakikate işaret eder

Sembolün en önemli özelliği kendisi dışında bir şeye işaret etmesidir. Bu özelliği ile sembol tek başına iki unsuru içerir. Birinci unsur sembolün görünen yüzüdür. İkinci unsur ise bu surette görülmeyen mânâdır. Bu dünyaya ait olan yer ve zaman ile bağlantılı suretin taşıdığı mânâ kutsal alana aittir, bilinçaltına etki eder, fikir ve duyguları uyandırır. Sembolün sahip olduğu bu düalite ilk ve en temel özelliğidir. Bu özelliği ile sembolün kendisi bu dünyaya ait olan sureti ile soyut alana ait olan mânâya açılan geçit niteliğindedir.

Sembolün bu iki yönlülüğü sayesinde pek çok farklı disiplinde çalışılması mümkün olmuştur. Ricoeur bu konuyu şöyle açıklar: “Sembol kavramı iki boyut, iki söylem evreni de diyebileceğimiz iki boyutu birleştirmektedir. Bu sebeple sembolü kullanan her bilim, onun arkasında kendisiyle ilgili alana ulaşabilmektedir. Bu yüzden psikanaliz, sembolleri örtülü psişik çatışmalara bağlar; edebiyat başka bir şey bulurken, din tarihçisi sembollerde kutsalın tezahürlerini yahut Eliade’ın hiyerofaniler (hierophanies) diye adlandırdığı şeyi görür”.

Sembolün işaret ettiği mânâ hiçbir zaman tam olarak açıklanamaz

Platon’un bölünmüş çizgi analojisi imge, simge ve sembol kavramlarını daha net kavramamıza yardımcı olacaktır. Sembol Nedir? yazımda tanımını verdiğim üzere sembol; “duyu organlarımızla algılayamadığımız, görünen ve bilinen anlamından daha geniş ve derin bir gerçeği ifade etmeye yarayan, o gerçeği tasvir etmemize yardımcı bir eylem, nesne ya da insanlar tarafından yaratılmış bir işarettir”. Platon’a göre varlık, idealar ve fenomenler alemlerinde yer alıyor olabilir. Duyular yoluyla algılayabildiğimiz fenomenler (olaylar, olgular) aleminde hepimizin ayrı ayrı zihninde canlanan imgeler ve bizzat duyular yolu ile tanımladığımız olaylar, olgular var. Platon bu temsiliyet seviyesinde imge ve simge kavramlarına yer veriyor. Fiziken tanımlayabildiğimiz ve bunu yapmak için de duyularımızı kullanabildiğimiz bir temsiliyet alanı. Ancak fizik alanın üstünde yer alan -ki bu alana metafizik alan demek doğru olacaktır- sembol alanında artık duyular vasıtası ile anlayabileceğimiz varlıklar yer almaz. Bu alanda insanın kavrayış, idrak bütünlüğünün büyüklüğü neticesinde anlayabileceği varlıklar vardır. Platon bu temsiliyet seviyesini idealar alemi olarak tanımlar. Her ne kadar aşağıdaki çizimde sembol alanı akıl ile anlaşılabilir idealar dünyası olarak tanımlansa da, ben sadece akıl ve akıl yürütme ile ideaların anlaşılamayacağını düşünüyorum. Akıl yürütmenin sonunda varılacak bilgi seviyelerinden birisi de sezgisel bir başka deyişle hikmet ile anlaşılabilir bilgi olmalı. İşte bu bilgi ile tanımlanabilir idealar dünyası sembol alanın temsiliyet bölgesidir. Bu çizimi aldığım özgün referansı, kendi fikrime göre değiştirmek ve bozmak istemediğim için aynı şekilde kullanıyorum.

Kendi bakış açımı detaylıca aktarmak için Platoncu sistematiğin öngördüğü üç farklı tür bilgiden bahsetmek isterim. Birinci tür bilgi mathesis’dir. Mathesis: öğrenilebilir bilgidir. Matematik gibi, bir müzik aletini çalmak gibi, çalışarak öğrenebileceğimiz bilgiler bütünüdür. İkinci bilgi türü pathesis’dir. Pathesis: hislenme ve deneyim ile elde edilen bilgidir. Karnı acıkan bir yenidoğanın doğrudan annesinin memesini bulması ve emmesi gibi doğuştan gelen bazı bilgiler de bu gruptadır. Deneyim ve hislerle ile elde edilen bir bilgi olduğu için, çoğunlukla kişiye özel bilgidir. Aşık birinin sevdiği kişiyi aniden kaybetmesinin verdiği acı, ızdırap ve bu olaylar bütününün tamamındaki hislenmenin ürettiği bilgi ve bakış açısı, çalışarak öğrenilebilen bilgiden farklı bir bilgidir. Ancak her iki bilgi türü de duyularla anlaşılabilir bilgi türüdür. Üçüncü bilgi türü ise gnosis’dir. Gnosis: Sezgisel ya da tefekkür yoluyla elde edilebilen bilgilerin tamamını tanımlar. Sembol alana ait bilgi de bu gruptadır.


Bölünmüş Çizgi Analojisine Göre: İmge, Simge ve Sembol — Platon

Platon’un çizgi analojisinde açıkladığı iki alanın, yani fizik ve metafizik alanın arasında yer alan Demiurgos’un faaliyet alanı ise; duyularla anlaşılan tanımlanabilen alan ile sembol alanın arasındaki sınırı temsil eder. Platoncu görüş Demiurgos’u evrensel ruholarak tanımlar. Duyularla anlaşılamayan sembol alanın simgesel alanda tanımlanabilir olmasına yardımcı yaratıcı güç olarak tanımlanmıştır. Sembolün, simgesel alanda yer alan tezahürü birebir aynı ise sembol artık idealar aleminden çıkıp, fenomenler alemine geçmiş demektir ki bu olduğu zaman sembol, sembol olma vasfını kaybeder. Bunun mümkün olamayacağı da açıktır. Duyularla anlaşılamayan metafizik bir alemin barındırdığı tüm mânâyı, duyularla anlaşılabilir bir seviyeye indirgemek mümkün değildir. Bu sebeple tüm sembollerin bir diğer ortak özelliği; sembolün işaret ettiği mânânın hiç bir zaman tam olarak açıklanamayacak oluşudur.

Sembol, işaret ettiği mânâdan etkilenir

Platon’un bölünmüş çizgi analojisine tekrar dönecek olursak, fizik alanda yani bilinç alanında ortaya çıkan bir imgenin, duygulanım ve onu hissediş biçimimize bağlı olarak ifade edilmiş olan simgesi, bilinçdışı alanda karşılığını bulan sembolik bir anlama da sahip olabilir. Sembol ile işaret ettiği mânâ arasında bir ilişki vardır. Bu ilişki rastlantısal ve geleneksel sembollerde daha net anlaşılabilir. Evrensel sembollerde ise bu ilişki her zaman kolayca anlaşılamayabilir. Son tahlilde asıl amaç ve ihtiyaç; akıl ile anlaşılan görünen suretin işaret ettiği mânâyı tanımlayabilmektir.

Michelangelo’nun “Ademin Yaratılışı” isimli tablosunu ele alalım. Tablonun sağ tarafında yer alan Tanrı simgesi insan suretinde resmedilmiştir. Yaşlı bir adam olmasına rağmen vücudu gayet kaslı ve güçlüdür. Saçları ve sakalı beyazlamış ama canlılığından bir şey kaybetmemiştir. Michelangelo’nun Tanrı imgesi, resimde görülen yaşlı erkek insan figürü ile simgelenmiştir. Ancak resmin bütününde yer alan mesaj içeriğinde tabiki bu simgenin sahip olduğu bazı semboller de mevcut. Tanrı, bilge ve güçlü bir karaktere sahiptir. İncil’de her ne kadar cinsiyeti belirtilmese de tanrının insanı kendi suretinde yarattığı yazılıdır. O halde Adem’i yaratırken tasvir edilen tanrının erkek olarak simgelenmesi anlaşılabilir. Öte yandan baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi göz önüne alındığında da paternal yani pederşâhi bir tanrı simgesinin nedeni yine anlaşılabilir. Açıktır ki Michelangelo; gücü kasla, bilgeliği yaşamda geçirilen zamanın uzunluğuna bağlı elde edilmiş deneyim ile ifade eder. Bu bağlamda kullandığı yaşlı ama kaslı erkek adam simgesi gayet açıklayıcıdır. Anlatmak istediği tanrı sembolü ile bağlı olduğu İsevi inanç sistemi uyum içindedir.


Platonik sistemde anlatılan duyularla anlaşılamayan ancak hikmet ile idrak edilen alanın temsiliyet seviyesindeki Tanrı sembolü öncül simgeleri olan Hristiyan betimlemelerinden etkilenmektedir. Pagan inanışında Tanrıların Tanrısı olan Zeus’un da hemen hemen aynı şekilde, uzun gri saçlı ve gri sakallı güçlü kaslı erkek olarak betimlenmesi ne kadar çarpıcıdır. Oysaki Anadolu kültünde yer alan Ana Tanrıça figürüne baktığımızda Yaradanın kadın, kadının doğurkanlığına atıfla şişman ve büyük memeli simgelerle anlatıldığını görürüz. Anaerkil veya ataerkil fark etmez, tüm kültürlerde ortaya çıkmış eserlerde, sembolün doğduğu kültürle ve kültürün ürettiği sembol ile karşılıklı etkileşimini görürüz.

Michelangelo’nun tablosuna bir kez daha Platon’un bölünmüş çizgi analojisi ile bakalım. Tablonun sağ tarafın yer alan Adem; bilinç alanı (fizik) ve duyularla anlaşılabilir olan dünyanın simgesidir. Tablonun sağında yer alan Tanrı figürü ise duyularla anlaşılamayan bilinçdışı (metafizik) alanda yer alan Tanrı semboldür. Bu iki alan birbirinin suretinde betimlenmiştir ki ressamın hayalinde yarattığı imge, içinde bulunduğu kültürün açıkladığı kurallara uygundur. Platon’un bölünmüş çizgi analojisinde yer alan Demiurgos’un faaliyet alanı bilinç ve bilinçdışı alan arasındaki sınırdır. Bu sınırda yapılan faaliyetler, bilinçdışı alanın kaotik oluşumunu bir düzene koyarak kozmosa uygun hale getirir.

[Kosmos’u ilk çağ felsefecilerinin kullandığı anlamı ile kullandım. Kosmos: Evren yani fiziksel/görünür dünyanın uyumlu birlikteliği.]

Bu bakış açısı ile Demiurgos’un faaliyetleri olarak kabul edilen alan bu tabloda Adem ile Tanrı’nın hiç birleşmeyen parmak uçlarıdır ki bence o parmak uçları asla birleşmeyecektir. Buna rağmen Tanrı Adem’i yaratmıştır ama Adem de Tanrı’yı simgeleştirmiştir. Yaradan ile yaradılan arasında ki bu bağ ve etkileşim, sembol ile onun ifade ettiği mânâ arasında da mevcuttur.

Kaynakça

  1. Zeyrek, İ. (2016) Gelenekçi Ekolün Bakış Açısına Göre Sembol, Simge ve İşaretin Temsil Kategorileri. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 20, Sayı 31–2016/2
  2. Gündüz, Ş . (1997). Gnostik Mitolojide Düşüş Motifi ve Demiurg Düşüncesi. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 9 (9) , 121–166 .
  3. Kızıl, H . (2018). Özellikleri Açısından Sembol. Şarkiyat , 10 (4) , 1306–1327.


Creazione di Adamo — Michelangelo (1512)

Sembollerin Ortak
Özellikleri -2

2.Bölüm: Kaotik çok anlamlılık içerisinde, anlaşılabilir basit bir düzende doğayı ifade etmek

Sembollerin Ortak Özellikleri yazı dizisinin birinci bölümüne bu bağlantı üzerinden ulaşabilirisiniz. İlk bölümünde sembollerin ortak özelliklerinden yola çıkarak, sembol dilini anlayabilmek için gerekli ortak zemini irdelemeye çalıştım. Bu bölümde de sembollerin ortak özelliklerini açmaya devam edeceğim.

Semboller deneyimler üzerine ortaya çıkar. Yaratılmamışlardır, yok edilemezler, değiştirilemezler!

Sembollerin isteyerek yani bilinçli olarak yaratılmamış olduklarını anlamak, sembol dilinin çözümü için çok değerlidir. İster rastlantısal ister geleneksel semboller olsun tüm semboller kendiliğinden ve yaşanan bir deneyimin sonrasında oluşmuşlardır. Rastlantısal sembollerin tek farkı, sembolün bireysel olması nedeni ile diğer insanlar için açıklanmaya ihtiyaç duymasıdır. Sembollerin Doğuşu isimli yazımda rastlantısal sembollerin doğuş hikayesinden bahsederken kullandığım örneği hatırlayalım: Yaşayabilme İhtimali isimli şiirinde Yılmaz Erdoğan şöyle açıklar duygusunu:

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam…

Otlu peynir kokusu ile babası ve onun çevresinde dönen tüm diğer olgular sembolize edilmekte. Bunların ne olduğunu ancak Yılmaz Erdoğan açıklarsa bilebiliriz zira buradaki sembol onun çocukluğunda yaşadığı deneyimler sonrasında ortaya çıkmıştır ve kendisine özeldir. Oysa geleneksel sembollerin anlamları herkes için aynıdır. Bir topluluğun ortak bilinç altının onayladığı bu tip sembollere, mitolojik hikayelerde, sanat eserlerinde ve masallarda sıklıkla rastlarız. Bu nedenle, toplumların ortak deneyimleri neticesinde ortaya çıkan geleneksel semboller için ayrıca açıklama ihtiyaç duymayız. Yaşanan ortak deneyimler neticesinde açığa çıkarlar.

Pek çok filozof, sosyolog, psikolog ve araştırmacı; örneğin Tillich, Fromm ve Jung, sembollerin uygun şartlar bir araya geldiğinde doğduklarını ve bu şartlar ortadan kalktığında sembollerin öldüklerine işaret eder. Bu noktada altını çizmemiz gereken bir diğer önemli nokta işlevsel olarak sembolün görevini yerine getirdiği sürece varlığını sürdürdüğü gerçeğidir. Yine bir örnek vermek gerekirse dini olarak haç sembolü 4. yy’dan bu yana hıristiyan inanca sahip kişilerce kullanılmakta, taşınmasında özen gösterilmektedir. Oysaki İsevi dini anlamından bağımsız olarak haç sembolünün geçmişi milattan önce 4000 yıllarına kadar uzanmakta. Haç sembolü hıristiyan inanca sahip olan topluluklar için görevini yerini getirmeye devam ettiği sürece dini sembol olarak varlığını sürdürecektir. Ancak eğer günün birinde dini sembol olarak haç sembolünün ortaya çıkışındaki şartlar değişirse, diğer anlamları ile haç sembolü yaşamaya devam ederken, dini sembol olarak haç ölür. Bir görüşe göre; geçmişte yaşamış politeistik dinlerin tamamı sembollerinin var oluşundaki şartlar değiştiği için ortadan kalkmıştır.

Dini sembol olarak haçın ortaya çıkışında, toplumsal olarak deneyimlenmiş olan hikayeyi hatırlayalım. Haç kelimesi Ermeniceden dilimize geçmiştir. Istavroz ile eş anlamlı olarak kullanılır. Istavroz kelimesinin kökeni ise Yunancadır. Her iki kelime de birbirini dikey kesen iki çizgiden oluşan şekli ifade eder. Türkçede haç kelimesi ile eş anlamlı olarak kullandığımız çarmıh kelimesi ise Farsçadan dilimize geçmiştir ve çıhar-mıh yani dört çivi anlamındadır. Eski dönemlerde ölüm cezasına çarptırılan suçluları işkence ile öldürmek için kullanılan çapraz şekilde birbirine tutturulmuş darağacını anlatmak için kullanılırdı.


Tarihi kaynaklarda haç şeklindeki bu işkence aletinin önce Persler tarafından kullanıldığı sonra Romalılara geçtiği belirtilir. Hıristiyan inanışında önemli bir yere sahip olan Haç ise, İsa peygamberin üzerinde çarmıha gerildiği ve göğe yükselmesinden sonra mezarına da konulduğu kabul edilen artı şeklindeki çarmıh nedeni ile kutsal bir sembol olarak kabul edilir. Tabi burada kutsal bir sembol olarak kabul edilmesinin nedeni haç’ın fiziki özellikleri değil, İsa’nın ölümü esnasında haç’ın üzerinde yaşamış oldukları ve yaşananlara atfedilen sembolik manâdır. İsa’nın tutkusu, inancı, kendisinin ölümü ile yaşamış ve yaşayacak olan herkesin kefaretini ödenmesini sağlamıştır. Haç’ın kutsallığı bu sebeple toplumsal olarak onaylanmıştır.

Tabi Haç sembolünün burada anlattığım hıristiyani sembolik anlamından çok daha öte başkaca sembolik anlamları da mevcut. Geçmişi 6000 seneden daha eskiye dayanan haç sembolizmasının bu özelliği sembollerin bir diğer ortak özelliğine dikkat çeker.

Sembollerin birden fazla anlamı vardır

Tarih boyunca verimliliğin, bolluk ve bereketin sembolü olarak görülen erkek ve kadın cinsel organları phallic kültürün gelişimine neden olmuştur. İnsanın kendi bünyesinde deneyimlediği yaratım süreci, doğa ile olan ilişkisinde bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Kadının bedeninde filizlenen yaşamın aylar sonra doğum olayı ile açığa çıkması, kadının karnında karanlıkta -sanki bir mağarada- gelişen ve büyüyen canlının geçirdiği evreler, doğum olayında bazen kadının ölümü, bazen de kadına ayrı bir sağlık sunması toplumsal bilinçaltımıza farklı anlamlar yüklemiştir. Doğan çocuğun annesine muhtaç olma durumu, annenin daha önce sahip olmadığı bir yetkinlikle çocuğu emzirebilir olması gibi olgular, koruma, verimlilik ve bollukla birleştirilmiş olmalı. Toprağa ekilen bir tohumun büyüp hasat mevsiminde mahsül alınana kadar geçen süreyi düşünün. Dişinin geçirdiği hamilelik dönemi ve sonrasında yeni bir yaşamın açığa çıkması ile ne kadar paralel değil mi? Toprağa ekilen tohumun ve kadının hamilelik süreci arasındaki bağ basit ve kısa yoldan tüm toplum tarafından deneyimlenip kurulabildiği için Toprak Ana kültü oluşmuştur. Toprak Baba kültünün oluşmasını beklemek bu bakış açısı ile saçmadır. Öte yandan dişiyi dölleyen eril güç nasıl yeni bir yaratım sürecinin başlangıcını tetiklyorsa, toprağa ekilen tohumun da yağmur ile olgunlaşması bu döllenme süreci ile kolayca deneyimlenebilir. Toprağı yağmur yağdırarak dölleyen ve mahsulün oluşmasını tetikleyen yağmuru yağdıran gökyüzü erildir. O bakımdan Gök Baba diye bilinir pek çok kültürde. Gökyüzünde oturan tanrılar erkektir. Erkek üreme faaliyetinin yaratıcı gücü, yaratımı başlatabilir olması ve bunu farklı bedenlerde tekrar tekrar yapabilir olması da eril iktidar ve hakimiyet alanları çerçevesinde phallic kültün gelişimini sağlamış olmalı.

Bir yanda yaratımın başlangıcındaki aktif enerji katkısı ile eril güç, diğer yanda yaratımın başlangıcındaki pasif enerjisi ile dişil güç ve biri olmadan diğerinin varlığının bir anlamının olmaması bilinci. Fallik külte inanan toplumlarda bu düalitenin en basit sembolik anlatımı, erkek ve kadın üreme organlarının işlevselliğine de atıfla, dik bir çizgi ve onu kesen yatay bir çizgi ile sembolize edilmiştir. Sembol uzmanı Thomas Inman eski kültlerde T şekli ile anlatılanın eril üreme organı olduğunu ve T’nin kollarının da testisleri simgelediğini söyler. Zamanla T’nin kolları bir ok başı şeklini alır ki bu Mars’ın sembolü de olur. Yine eski kültlerde şekli ile anlatılan dişi ürüme organıdır. Antik Mısır’da kullanılan ve MÖ.4000 civarına tarihlenen Ankh olarak bilinen Nil’in Anahtarı da denilen haç gösterimi dişil ve eril birlikteliğine atıftır.

Ankh — Nil’in Anahtarı

Haç sembolünün bundan başkaca anlamları da mevcuttur. Bu konuda daha detaylı bir yazı kaleme alacağım. Haç örneğinden yola çıkarak altını çizmek istediğim konu; sembollerin birden fazla anlama sahip olduklarıdır. Semboller sembolize ettikleri manâları mantıklı ve belli bir düzen içerisinde bize anlatırlar. Örneğin haç sembolünde anlatılan eril, dişil güçlerin yaratıcı ve yaşatıcı özelliklerinin tamamı sembolün içindedir. Hem eril hem dişil özellikler göz önüne alındığında; koruyucu, kurtarıcı, kapsayıcı gibi bütünleştirici kavramların tamamı bu sembolün içindedir. Anne ve baba daha genel olarak eril dişil figürlerinde sembolize edilen kendini feda etme, acılara evlatları yerine katlanmayı göze alma ve gerekirse yeniden yaratma gibi toplumsal bilinçdışında mutabakata varılmış olan her şey haç sembolü içindedir ki Hıristiyan inanışında da İsa ve dolayısı ile Haç ile sembolize edilen değerler bütünü içinde de bu fallik kültün tüm yansımaları mevcuttur. Kurtarıcı İsa, Koruyucu İsa, Kendini biz evlatları için feda eden İsa.

Toplumların yıllar boyunca deneyimlediği olayların neticesinde oluşan imge’lerin ortak simgesi barındırdığı manâlar bütünü bakımından kusursuzdur. Sembollerin farklı anlamları tutarlı bir sistem içinde bir araya toplama gücüne sahip oluşu, karmaşık durumları bile sistematize etmemize ve doğayı bir bütün olarak anlamamıza yardımcı olur. Sembol dili kaotik çok anlamlılık içerisinde, anlaşılabilir basit bir düzende kendimizi ve doğayı ifade etme olanağını yaratır.

 Kutsal Sembollerin İşleyişi : ‟Evrensel Sembollerˮ 


Evrensel semboller, enerjilerin akışını sağlayan anahtarlardır. Eğer doğru şekilde kullanılırsa her sembol, bir enerji akımının kapısını açar.

Hepimiz bir şekilde sembollere aşinayızdır. Bilhassa ruhsal konularla ilgileniyorsak muhakkak gizli sembollerin sırlarını veya elle ya da zihnen çizilerek enerji akışı sağladığı söylenen sembolleri duymuşuzdur. Şu anda uyumlama yapılan birçok enerjide semboller mevcuttur. Mesela Reiki’de dört adet kutsal sembolden bahsederiz. Bunlar evrensel enerjiyi yönlendirmeye yarayan kutsal işaretlerdir. Haliyle bu sembollere büyük saygı duyulur ve durduk yere kâğıda ya da görünür bir yere çizilmez. Hatta eskiden öğretimi sadece sözlü gelenekle yapılır, sembolün bilgisi kesinlikle yazıya geçirilmezdi. Sadece Reiki’de değil, diğer evrensel enerjilerde de semboller görüyoruz. Aynı zamanda eski yolların bilgeliklerinde öğretilen kutsal-evrensel semboller mevcuttur.

Peki, bu evrensel boyutta enerji akışı sağlayan sembollerin sırrı ne? Bunların kaynağı neresi? Bu basit şekiller nasıl işliyor? Neden bazı semboller bir dilin alfabesine göre yapılmış? İşte bu soru işaretleri birçoğumuzun kafasında oluşmuştur. Özellikle derin Spiritüel çalışmalar yapanlar evrensel sembollerin işleyişiyle yakından ilgilenmektedirler.

Kısaca tanımlamak gerekirse, evrensel semboller, enerjilerin akışını sağlayan anahtarlardır. Eğer doğru şekilde kullanılırsa her sembol, bir enerji akımının kapısını açar. Bu kapıyı açma işlemi esasında “evrensel ortak enerjiyi” yönlendirerek ve değiştirerek yapmaktadır. Yani evrensel enerjiyi kullanmanın en pratik yoludur. Reiki’nin ikinci sembolü mental-duygusal sembol olarak anılır. Reiki, evrensel hayırda işleyen Yaratıcı’dan kaynaklanan sonsuz bir enerjidir. İkinci sembolü çizdiğinizde, niyetinize ve kullanım şeklinize göre, bu evrensel enerji değişir dönüşür ve spesifik bir enerji akışı haline gelir. Reiki’yi kuvars olarak alırsak, ikinci duygusal sembol Reiki’yi pembe kuvarsa dönüştürür. Ya da yine kullanımın değişimine göre ametiste… En nihayetinde hepsi kuvars kökenlidir. Sembol sadece enerjinin işlevini genelden daha spesifik bir hale dönüştürmüştür.

İşte buradan yola çıkarak basit bir tabirle evrenin, bilgisayar kodları sembollerdir. Bu gizli-sırlı semboller evrenin yaratılışının sırrının temelini taşır. Aynı bilgisayardaki yazılım kodları gibi, sembollerde evrenin temelini ve boyutsal sisteminin yazılımıdır. Haliyle evrensel semboller direk enerjisel değişimler yaratacak kadar güçlüdür. Nasıl bilgisayarda bir tuşa bastığımızda, istediğimiz eylem gerçekleşiyorsa, evrensel sembollere de güçlü bir zihinsel konsantrasyonla odaklanmak (üzerine meditasyon yapmak, düzenli olarak kullanmak, ya da bir yere çizip üzerine enerji yükleyerek) o sembolün evrendeki yerine göre (kodlamasına göre) enerji akışını sağlar.

Sembollerin fonetik (ses enerjisi) karşılıkları olduğundan da bahsedebiliriz. Bu sesle ilişik olan enerji formu, sesin enerjisiyle bütünleşerek daha güçlü bir tesir yapmaktadır. Buna sembollerin bedenleri denmektedir.  

Evrenin Temeli

Evrenin temeli basit sembollerden oluşmuştur. Basit sembolleri anlarsak evrenin işleyişini ve dinamiğini çözebiliriz. Bu basit semboller, temel geometrik şekiller şeklindedir. Literatürde bu geometrik şekiller “kutsal geometri” olarak geçer. Bunların sırlarına erip, onlara anlam yüklersek, evrenin işleyişindeki sembol bilimini de çözebiliriz. Mesela temel sembollerden bazıları şu şekildedir:

Bunlara bir diğer örnek olarak yıldız poligonları (anagramlar) verebiliriz. Her bir poligomun evrensel düzende bir işleyişi vardır, bu işleyişten faydalanabilmek için doğru şekilde kullanmak önemlidir. Beş köşeli yıldız olan pentagram, evrenin dört temel enerjisini bütünleştirir ve ruhun bütünlüğünü tamamlamada yardımcı olur. Önemli bir nokta; pentagram dediğimiz sembolde sivri ucu yukarı bakmaktadır. Sivri uç ruhu temsil eder, dolayısıyla ikilikten birliğe gidişi (enerjinin toparlanışını) sağlar. Aynı zamanda düz pentagram insanın bütünlüğünü sembolize eder.  (Baş, iki el ve iki ayak) Ama ters pentagram birlikten ikiliğe dağılışını ve maddi arzularla, nefsi isteğin enerjisini anlatır. Çünkü burada ruh, yani tüm enerjileri toparlayan temel unsur, aşağı noktaya bakmaktadır. Toprak ve ateş yani dünyevi enerjiler yukarıyı işaret eder. İlki bütünün hayrına işleyen kutsal bir sembolken, ters çevrilmiş hali birliği bozan ve nefsanî enerjileri temsil eden bir hale bürünür. İşte bu yüzden sembolün doğru çizimi ve doğru şekli çok önemlidir.

Bunun yanı sıra heksagram; alt ve üst âlemleri birleştiren bir kapı konumunda, septagram; yaratım enerjisinin yönlendirilmesinde ve zihinsel gezilerde, octagram; tamamlama ve oluşturmada, nanogram; yükseliş ve bütünleşme çalışmalarında kullanılabilmektedir. Bu yıldız poligonlar çok çeşitli şekillerde ve farklı evrensel enerjileri tetiklemede geçmişten günümüze kullanılmıştır. Bunlardaki renk kullanımları bile sembolün tetikleyeceği enerji silsilesine katkı sağlamaktadır.

Evrendeki Boyut Sembolleri ve Spiral Bilgisi

Evrenin temelini oluşturan sembollerin kullanımı yanı sıra bir de evrendeki boyut sisteminden bahsedebiliriz. Boyut dediğimiz kavram evrenin süptil aşamalarını kapsayan yedili bir enerji sistemidir. En üst boyut saf enerjinin ve mutlak bilincin olduğu katmandır. Sıfırıncı boyut ise bizim evrenimizin bulunduğu fiziksel düzeydir. Bu temel semboller boyutlarda farklı kombinasyonlar ve çok çeşitli şekillerle karşımıza çıkabilmektedir. Haliyle üst boyutta olan sembollerin etkisi çok daha doğrudan ve güçlü olmaktır. Mesela en üst boyutu oluşturan sembol kodları kullanılabilmesi durumunda,  manevi enerjinin maddi bir nesneye dönüşebileceği iddia edilmektedir. Ama bu üst boyuttaki sembollerin kullanımlarına izin verilmediği söylenilmektedir. Her boyutun sembolizm sistemi farklıdır.

Bizim fiziksel dünyamıza en yakın olan birinci boyutta spiral semboller vardır. Haliyle bütün spiral sembollerin enerjilerinin odaklama görevi olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bu ruhsal-evrensel enerjiyi odaklama bazen o denli yoğun olmaktadır ki, enerji dönüşümü fiziksel etkiler göstermektedir. Spiraller, hemen hemen her kültürde yer almışlardır. Antik mısır, yunan, kelt, Arap, Türk, Sümer… Hangi kültüre bakarsak bakalım muhakkak spirallerden oluşmuş evrensel sembollerle haşır neşir olduklarını görürüz. Bunların bahsettiğimiz ezoterik sembolizm dışında, ruhsal olarak o dönemin rahipleri ve magusları (bilge büyücüleri) tarafından kullanıldığı bilinmektedir.

Spiral sembollerin farklı işleyişlerine örnek olarak çiftli spiral sembolü verebiliriz. Bundan yıllar önce, derin meditatif bir konumda ikili spiralin kullanımıyla ilgili bir bilgi edindim. Çiftli spiral, enerjileri birbirlerine bağlamada ve enerji akışı sağlamada yardımcı olmaktaydı. Üzerine meditasyonlar yaparak sembolle uyumlu olmaya özen gösterdim. Bundan sonra temkinli ve dengeli bir şekilde üzerine çalışma yaptım. Özellikle çakra dengeleme sırasında Reiki ile uyumlu kullanıldığında güçlü bir enerji akışı ve dengelenme süreci sağladığını gözlemledim. Reiki’de uyguladığımız klasik çakra dengelemeye ek olarak bu sembolü çiziyor ve çakralar arasındaki enerji akışını hızlandırabiliyordum. Yani sembol çakralar ve bedensel enerjiler arasında bağlantıyı sağlıyor ve bağlı enerji alanları arasında çift yönlü güçlü bir enerji akışı sağlıyordu. Aynı akan bir nehir gibi duru bir akışa olanak veriyordu.

O zamana kadar bu çift spiralli sembolün kullanımına denk gelmemiştim. Sonra bir araştırma sırasında, sembolün kelt geleneğinde kullanıldığına dair bir bilgiye rastladım. Kelt bilgeliklerinde çift spiral, bedensel enerjileri, hatta gerekli olduğunda maddi dünya ile manevi dünya arasındaki enerjileri birbirine bağlamada kullanıldığı bilgisine ulaştım. Bu sayede rahipler, iki dünyayı birbirine bağlıyor ve manevi taraftan enerjiyi fiziksel dünyaya çekebiliyorlardı. Bazen de bu sembol, öte tarafa ulaşmada kullanılıyordu. Aynı zamanda bu dengenin ve dengelenmenin de sembolü olarak kabul ediliyordu. İşte yine burada da sembolün çeşitli kullanımlarını görmemiz mümkün. Sembol, iki ilişik enerji kanalındaki akışı sağladığı gibi, iki farklı enerji kanalı arasında bir kapı açmada da kullanılabilmektedir.

Bir diğer örnek olarak Reiki’de ki güç sembolünü verebiliriz. Güç sembolü Reiki enerjisinin o anlık alınımını arttırır ve hızla belli bir noktaya odaklar. Odaklama, ya mühür gibi kapatarak ya da hızlı bir aktarım ile enerjiyi açarak gerçekleşir. En nihayetinde de,  enerjiyi yoğunlaştırır ve kullanımına göre etkisi değişir.

Her Sembol Kullanılabilir Mi?

Burada temel bir uyarı yapmakta yarar var. Eğer bir evrensel sembolün, (Herhangi bir kaynakta ya da enerji kullanımıyla ilgili bir workshopta görmüş veya derin meditatif konumda vakıf olmuş olabilirsiniz.) ne anlama geldiğini bilmiyorsanız, kullanmamaya özen gösterin. Çünkü bazılarının yıkıcı tesirleri veya yanlış kullanımına bağlı olarak zararları söz konusu olabilir. Semboller, bilinmez bir dünyanın kapılarıdır ve bilmediğiniz kapılardan geçmemenizi öneririm. Özellikle Reiki’de öğretilen kutsal semboller dışında tam olarak kaynağı bilinmeyen sembollerle çalışılması kesinlikle önerilmez. Bahsettiğimiz gibi her sembol illa hayra çalışacak diye bir kaide yoktur. Kimi evrensel sembol karanlık yanın enerjisini taşır. Bu da yıkım, gazap veya tehlikeli enerjilerle bağlantılı olabilir.

Sembol iyi dahi olsa, yanlış kullanımı da sorunlara yol açabilir. Haliyle bir sembolü kullanmadan önce o sembolle ilgili net bir bilgiye ve kullanım şekline ulaşmamız lazımdır. Deneme-yanılma yöntemi bu konuda sakıncalı olabilmektedir. Mesela koruma amaçlı bir sembolü evinizin her yanına çizdiniz. Bazı semboller sadece negatif tesirleri değil, “ki” enerjisinin de içeriye alınmasını engeller, bu haliyle sembol, tam bir bariyer gibi davranır. Bu süreçte her yere çizdiğiniz sembol, evinize giren “ki” enerjisinin akışını engelleyecek bu da ev içinde sorunlara yol açabilecektir. Yani sembolün tam manasını ve kullanımını bilmiyorsanız, sembolün tesiri amacından sapabilir. Haliyle çok temkinli kullanılması gerekmektedir.

Bunların yanı sıra herkes her sembolü kullanma konusunda izinli değildir. Bu açıdan sembollerin kullanımını iki sınıfa ayırabiliriz:

1- İzin gerektirmeyen; Bunlar herkesin kullanımına izin verilen sembollerdir. Ayrıca kişinin kendi kendini uyumlayabildiği (yani sembolün enerjisiyle kendi enerjisini, aynı frekansa getirebildiği) sembollerdir. (poligromlar, temel semboller vs..)

2- İzin gerektiren; Bu semboller ise herkesin kolayca kullanamayacağı ve enerji sistemlerine bağlı bulunan sadece izin verilerek kullanılabilecek sembollerdir. Mesela Reiki sembollerini bir Reiki öğretmeni tarafından izin verilip, uyumlanmadan kullanamazsınız. Ancak evrenin, öğretmen vasıtasıyla size izin vermesi gerekir.

Alfabeler ve Evrensel Sistem

Bazen alfabe olarak kullanılan bazı sembollerin de, evrensel semboller arasında yer aldığını görürüz. Japonca, Sanskritçe, runeler, eski Türk alfabesi, aramice, hiyeroglifler vb…  gibi alfabelerin, evrensel enerjileri tetiklemede kullanılmaları bir soru işareti oluşturabilir. Aslında bunda garipsenecek bir durum yoktur. Daha önce ezoterik sembollerin alfabelerde de var olduğunu anlatmıştık. Aslında bu sembolizmler aynı zamanda evrensel sistemle uyumludurlar.  Antik alfabeler, vakti zamanında, dönemin bilge insanları tarafından evrensel bilinçten alınan enerjisel sembollerdir. Eskiler bu sırlara vakıflardı ve sanılanın aksine dilleri uydurarak ya da sadece eşyalara benzeterek değil, evrensel sistemle uyumlu olarak oluşturmuşlardır. Mesela sanskritçe mantralar, çakraların titreşimiyle oldukça uyumludur. Bu yüzden bu tür mantralar direk çakralarda titreşimler yaratır.

Aynı zamanda Om vb. gibi seslerin şekilleri evrensel enerjilerle kişisel enerjiler arasında bir uyum yakalamamıza olanak sağlar. “Reiki ve Şifa veren Buda”  isimli kitapta “Om” sembolü ile Reiki’nin akışı arasındaki benzerlik incelenmiş, “Om” sembolünün nasıl bir tesiri olduğu çok güzel açıklanmıştır:

Om sembolündeki ilk yarım daire uyanık olmayı temsil eder ve uyku anlamına gelen ikinci yarım daireyle bağlantılıdır. Küçük bir boşluktan sonra rüya görmeyi temsil eden yarım daire yer alır. Boşluk, tam uykuya daldığınız anı, hiçliğe adım attığınızı hissettiğiniz ve ayağınızın silkinmesiyle korkuyla uyandığınız anı simgeler. Ve belki de eski çocuk öykülerinde rüyalar âlemine gitmenin, neden uzak bir yıldıza doğru uzayda yelken açmak olarak anlatıldığını açıklar. Kendi benliğimizi keşfetmede rüyalar önemlidir. Uyanık olduğumuz sürelerde topladığımız ve ayakta kalmak adına sildiğimiz ya da güçlendirdiğimiz bilgileri işlemden geçirir ve bütünleştirir. Budizm’de rüya görmenin, aydınlanmaya ulaşmanın aktif bir yolu olduğu ve aydınlanmaya ulaşmak amacıyla uyanıkken gerçekleştirilen çalışmayı tamamladığı söylenir. Rüyaların ışıyan ışık içinde bulunan tam insandan kaynaklandığı söylenir. Bir Reiki uygulaması sırasında hafif bir rüya haline girmek, enerjiyi daha etkin bütünleştirmemize yardımcı olur ve enerjinin tam özümüze ya da tam benliğimize ulaşmasına izin verir.

Om sembolünün tepesinde yer alan yarım daire, her üç halin yani uyanık olma, uykuda olma ve rüya görmenin, tek bir hale dönüştüğünü gösterir; bir Reiki uygulaması sırasında olabileceği gibi kişi bunların tümünü aynı anda gerçekleştiriyordur. Hem Hindular, hem de Budistler, bilincin bu haline girdiğiniz zaman, evrenin gücüyle bağlantı kurabileceğinize inanırlar. OM sesinin, evrenin sesini temsil ettiği söylenir. Sembolde yer alan küçük nokta, genelde Tanrı adını verdiğimiz, evrenin açıklanamaz gücüyle kurulan bağlantı anını temsil eder. (Maureen J. Kelly, Reiki ve Şifa veren Buda)

Sembol Bilgisi

Sembollerin işleyişi ve evrenin düzenindeki tam yeri ile ilgili maalesef detaylı bir kitap ya da kaynak bulabilmemiz mümkün değil. Ancak eski geleneklerden, okült bilgilerden, enerjisel çalışmalardan elde edilen deneyimlerden ve farklı kaynaklardaki notlardan bazı bilgilere ulaşabiliyoruz. Sembol bilgisinin, eskinin kozmik bilimi olduğu aşikâr ama maalesef günümüzde unutulmuş durumdadır. Şurası bir gerçek ki;

Evrende, var olan hiçbir sır-bilgi kaybolmaz sadece tekrar hatırlanana kadar unutulur.

Bu yüzden sembol bilgisinin de hatırlanmaya başladığı bir süreçte olduğumuzu görebiliriz. Ezoterik semboller ile ilgili kaynaklar bolca varken, evrensel semboller ve enerjisel titreşimleri ile ilgili kaynaklara ve bilgilere ulaşmak oldukça zor. Yine de hatırlama sürecinde evren öğrenmemiz gereken bilgeliği bize bir şekilde öğretiyor. Bu süreçte sembol bilgisinin doğruluğu ve derinliği kişinin tekamül seviyesine göre değişiyor. İnanıyorum ki, yeni keşiflerle birlikte sembol bilgisi tekrar gündeme gelecek ve evrenin enerjisini kullanmanın bu pratik yolları yeniden hatırlanacaktır.


Yazar: Efe ELMAS

Kaynak: http://indigodergisi.com/74/efe-elmas.htm




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️