Kristal Bağlantılar: Walter Russell

WALTER RUSSELL: Kristal Bağlantılar
“Madde enerjisini, insanın “kristaller” olarak adlandırdığı ışık katılarında, ısı ve soğuğun sıcaklık boyutu aracılığıyla kaydeder. Kristaller, hareket yoluyla ortaya çıkma yanılsaması içinde sürdürülen görünür ışık katılarından başka bir şey değildir." ~Walter Russel
Walter Russell, 19 Mayıs 1871'de Boston, Massachusetts'te doğdu ve 1963'te öldü. Bir ressam, heykeltıraş, yazar ve inşaatçı olarak başarılarıyla tanınıyordu ve daha az tanınan bir doğa filozofu ve fizik ve kozmogoni alanındaki birleşik teorisiyle tanınıyordu. .
Evrenin ritmik dengeli değişimin birleştirici bir ilkesi üzerine kurulduğunu öne sürdü. Öncelikle "Işığın Sırrı" (1947) ve "İlahi İlyada'nın Mesajı" (1948-49) kitaplarında ortaya konan bu fiziksel teori, ana akım bilim adamları tarafından kabul edilmedi. Russell, bunun temel olarak zihin ve maddenin varlığına ilişkin varsayımlardaki farklılıktan kaynaklandığını ileri sürdü; Russell, Neden olarak Zihnin varlığını varsayarken, bilim adamlarının genel olarak Sonuç olarak Zihnin varlığını varsaydığına inanır. Kuantum fizikçileri onun konuyla ilgili yazılarında yer alan gerçeğin derinliğini ancak son zamanlarda fark ediyorlar.
Walter Russell ayrıca bir klasik de yazdı: Evrensel Olan. Bu kitapta, Kristallerin hem Zihne hem de Geometriye yanıt verdiğini anlayarak kübik yapıları ve sistemlerin eksenlerini inceliyor. Staurolite gibi bazı kristallerin, Kristal İkizler veya ikizlenme olarak adlandırılan, birbirleri aracılığıyla nasıl büyüyebildiğine dair bazı tuhaflıkların insan kavrayışının ötesinde olduğunu, günümüz bilim adamlarının Kristallerin Atomik Hafızalarında tuttukları bu gizli anahtarları anlamaya hazır olmadıklarını belirtiyor. Kristaller, ancak Tek Aklın Yasasını anladığımızda kavrayabileceğimiz gelişmiş bir Kadim Bilgi bütününü temsil eder. 1927'de Walter Russell, köklü bilim adamları için Kozmik Yasaları açıklamaya yönelik ilk girişimi olan Evrensel Bir'i yayınladı. Tamamen başarısız olunca bunun üzerinde yirmi yıl daha çalıştı. Sonuçta 1947'de yayınladığı Işığın Sırrı ortaya çıktı.

1941'de, birkaç laboratuvar onun öngördüğü elementleri izole ettikten sonra Amerikan Bilimler Akademisi ona doktora unvanı verdi: Döteryum, Trityum, Neptunyum ve Plütonyum. Bütün bunlar liseye hiç gitmemiş bir genç için çok şaşırtıcıdır ve Komşusu olan kör bir adam aracılığıyla İlahi Olanla nasıl bağlantı kuracağını öğrenip ona piyano çalma sanatını öğrettiği için, yürümeye veya konuşmaya başlamadan önce tek parmağıyla piyanoda herhangi bir melodiyi çalabiliyordu!
Jain 108
❌❌❌❌❌❌❌
Dışarıdan gelen bilimsel-mistik Walter Russell,evrendeki güçlerin birleştirici ilkelerine dayanan, ömür boyu sürecek bir felsefe geliştirdi; bu, dualizm dışılığın sözde bilimsel çerçeveli bir tür kolu gibi görünüyor. Çalışmalarının en ilginç unsurları kitaplarını gösteren diyagramlar ve çizelgelerdir. Işık, manyetizma, termodinamik, dalgalar ve titreşim gibi doğal olayların kendine özgü bir anlayışını belgeliyorlar.
Esa Ruoho, Russell'ın önemli eserlerinden birçok illüstrasyonu Flickr setlerinde bir araya getirdi; Işığın Sırrı, Evrensel Olan ve Atomik İntihar kitaplarından görseller. 'Dalgada' seti , boyalı renk spektrumları ve ışık dalgalarını, elektriksel titreşimleri ve manyetizmayı ifade eden eliptik prizmatik şekilleri içeren grafikler içerir.
Russell'ın şemalarında yer alan güçlü bir tema, özellikle 'Evde Çalışma Kursu'nda belirgin olan , geometrik eşdeğerlik ve düzenlerin yazışmalarıdır. Grafikler, belirli doğal sistemler içindeki periyodiklik ve uyum çerçevelerini ifade eden müzik dizilerine benzer. Diyagramların çoğu, ilk bakışta kolaylıkla modern müzik notasyonu olarak yanlış yorumlanabilir…
…Walter Russell'ın dehasının ve diyagramlarının şifresi ancak daha sonraki bir anda çözülebilir. Arkadaşı Nikola Tesla ona çalışmalarını 1000 yıl boyunca bir kasada kilitlemesini tavsiye etmişti; çünkü insanlık henüz bunun için yeterince olgunlaşmamıştı.
Walter Russell ve Kozmik Aydınlanma
Walter Russell. Leonardo Da Vinci ve Nikola Tesla gibi durumlarda, zamanlarının çok ötesinde olduklarını biliyorsunuz. Nikola Tesla, Walter Russell'ın eserleri hakkında şunları söylemiştir: "Walter'ın Kozmogoni üzerine yazıları, insanlık buna hazır olana kadar 1000 yıl boyunca saklanmalı."
Russell, her insanın olağanüstü şeyler başarabileceğine ve bunu insanın evrenle olan kozmik bağlantısını onurlandırarak ve kabul ederek başarabileceğine derinden inanıyordu.
Russell 1921'de yalnızca "kozmik bir aydınlanma" (değişmiş varoluş hali)
Tüm maddeler evrenin gerçek özü olan sıfır noktası enerji alanından ortaya çıktı. Bu her şeyi bilen alan, evrensel kaynak veya zihin kaynağı olarak adlandırılır ve elektrikten yapılmıştır. "Evrenin sırlarını bulmak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim açısından düşünün." Nikola Tesla.
Russell, maddi evrendeki tüm maddenin, her atomun merkezi bir çekim noktasına sahip olduğu sıkıştırma (yükleme) ve genişleme (boşaltma) olmak üzere iki zıt kuvvetin sonucu olarak oluştuğunu buldu.
"Evren sadece hareket dalgalarından oluşur, titreşimden başka bir şey yoktur." Walter Russell.
1926'da tanıttığı "Russell'ın elementlerin periyodik tablosu". Hepimiz Mendeleyev'in tablosunu biliyoruz, ancak Russell'ınkini hiç duymadık. Bu periyodik tablo yalnızca atomların ve çeşitli elementlerin bileşimine dair açık ve zarif bir açıklama sunmakla kalmadı, aynı zamanda o zamanlar keşfedilmemiş olan Döteryum, Trityum, Neptünyum ve Plütonyum gibi radyoaktif elementlerin keşfini de başarıyla tahmin etti.
doğada toplam dokuz farklı "oktav" veya "basınç durumu" vardır ve bu dokuz bant, elementleri farklı sıkıştırma ve genleşme kuvvetleriyle bir araya getirmek için kullanılır. Bu, yukarıda belirtilen atomun doğasının keşfiyle bağlantılıdır.
Walter Russell'ın 1926'da önerdiği iki periyodik tablo bazı dikkat çekici içgörüler ve bazı yanlış öngörüler gösteriyor. Birincisi:
Periyodik tablonun ikinci versiyonu,
"Bizi motive eden elektrik enerjisi bedenlerimizin içinde değildir. Arzularımız ve irademiz tarafından belirlenen bir yoğunlukla Evrensel Kaynak'tan içimizden akan evrensel arzın bir parçasıdır."
veya
“Meditasyon, insanı geçici madde dünyasından, fikirlerin ve kavramların doğduğu rüyalar, vizyonlar ve hayallerin gerçek dünyasına taşır.”
veya
“Ruhsal ve fiziksel evrenin tüm yapısının temel taşı, tüm zıtlıklar arasındaki Ritmik Dengeli Değişimdir. Bildiklerimiz duyumsamalarımızı aştığında, artık duyularımızın yanılsamalarına aldanmayacağız.”
Bu bir Zihin evrenidir, sonlu bir evren, nedene ve nedenin etkisine göre sınırlıdır. Nedenin etkilerinin sınırlı olduğu sonlu bir evren, nedene göre de sınırlı olmalıdır; bu nedenle ölçülebilir neden bilindiğinde, insan tüm etkileri anlayabilir ve ölçebilir. Nedenin etkileri karmaşıktır ve insanı şaşırtır, ancak nedenin kendisi basittir.
Evren, değişmeyen tek bir nedenin değişen etkilerinin bir çokluğudur. Her şey evrenseldir. Evrensel olmayan hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey kendi başına değildir. İnsan, Zihin ve tüm yaratıcı şeyler evrenseldir. Hiçbir insan "Ben tek başımayım" diyemez. Tek bir evren, Tek bir Zihin, Tek bir kuvvet, Tek bir öz vardır. İnsan bunu ölçülebilir bir kesinlikle bildiğinde, evrensel olanlar içinde hiçbir sınırlaması olmayacaktır." — Walter Russell, The Prelude to The Universal One'dan.
❌❌❌
Kulak kristalleri iç kulakta yer alan ve vücut dengesini sağlayan yapılardır. Kristaller iç kulağın içerisinde denge kanallarında bulunurlar. Vücut hareketlerinin dengeli olmasını sağlayan kulak kristalleri, kulak içinde üç ayrı denge kanalı içerisinde sıvı halde bulunan sabit yerleşimli yapılardır. Herhangi yaşanan bir travma sonrası yerinden oynayan bu yapılar beyin ve omur iliği olumsuz etkiler. Denge sıvısı olan kulak kristalleri hareket ettikçe ciddi sağlık sorunlarına da beraberinde getirir. Çoğu kez bu kristallerin oynama nedeninin ne olduğu bilinmez. Kulak kristalinin oynaması meniere hastalığı, otoskleroz gibi kulak rahatsızlıkları, santral sinir sistemi hastalıkları ve iç kulak tümörleri gibi rahatsızlıklardan dolayı ortaya çıkabilir. Hastaların yüzde 80'i kulakların şiddetli ağrımasından dolayı uykudan bile uyanabiliyor. Kış aylarında vakalar artar.
KULAK KRİSTALİ NEDEN OYNAR? Kulak ve üst yolunum yolu enfeksiyonları kulak kristali kaymasına neden olan faktörlerin başında gelir. Beynin travma geçirmesi ve ani yapılan boyun hareketleri de bu kristallerin yerinden oynamasına neden olur.
Geçmişte insanlar bilinmezliklere yönelik olarak çeşitli açıklamalar bulmaya çalışmış ve bu yolda fazlasıyla hayal gücünden yararlanmıştır. Bu ise gerçekdışı, gerçek üstü, doğaüstü tanımların ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır. Yaşama ve doğaya yönelik açıklamalarda değişen oranlarda fantastiğe başvurulması durumu ise daha nadir gözlemlenebilir olaylarda üst noktalara ulaşır. İnsan yaşamı ve algısıyla gözlemlenebilir bir doğa olayının, zamansal oluşumundaki veya coğrafik olarak nadirliği ona karşı daha fazla fantastik tanım yüklenmesine ve farklı kültürlerde aynı olaylar üzerine farklı tanımlar, inançlar ve mitler oluşmasına neden olabilmiştir.
Fantastik bir açıklamayla mitlerde veya inanışlarda kendisine yer bulmuş doğa olaylarına veya coğrafi konum ve şekillere çok sayıda örnek verilebilir. Örneğin sadece belirli coğrafyalarda görülebilen ve diğer doğa olaylarından çok farklı, belki de büyüleyici gibi görünen; “aurora borealis” veya “kuzey ışıkları” ve “aurora australis” veya “güney ışıkları” olarak adlandırılan olaylar ele alınabilir.
Gökyüzünde değişken, hareketli ve farklı renklerde ışıkların görülebilmesine neden olan kuzey ışıklarını, günümüzde modern fizik dünyanın manyetik alanı ve güneşten gelen yüklü parçacıklarla açıklamaktadır. Halen etkileyiciliğini koruyan bir görselliğe sahip bu olayın üzerine fantastik tanımlamalar yapılmış olması ise pek şaşırtıcı değildir. Bu ışıklar, görülebildikleri yerlerde hikâye, söylence, inanışlar ve mitlere konu olmuşlardır. Auroranın ilişkilendirildiği değişik kültürlerdeki mitler arasında; savaş alameti olması, doğumla ilgili olması, dünyalar arası geçişle, ejderhalarla, ruhlarla ve daha fazlasıyla karşılaşmak mümkündür.
Görsel 1.2. Kuzey ışıkları (http-10)
“Bazı Eskimolara göre aurora ruhların mors kafası kullanarak oynadığı bir futbol oyununu betimler, ama Sibirya’da işler değişir; burada insan kafatasını top olarak kullanarak oyunu oynayan morslardır” (Moore, 2002, s.252).
❌❌❌
⚠️ Kuzey Işıkları'nın nasıl oluştuğuna dair bilgiler tescillendi. Iowa Üniversitesi'nden bir grup fizikçi, 'en harika ışıkların, jeomanyetik fırtınalar esnasında oluşan güçlü elektromanyetik dalgalar sonucu ortaya çıktığını' bilimsel olarak doğruladı. Araştırmaya göre 'Alfven' olarak da bilinen dalgalar, elektronları Dünya'ya doğru itiyor. Bu parçacıklar da Kuzey Işıkları denen görsel şölene yol açıyor.
❌❌❌❌
Felsefik alanda ilk düalist öğretiler işleyen filozof, Anaksagoras'tır. Anaksagoras'a göre nus adını verdiği ruh, özde yer alan ruh ile birbirinden kesin bir şekilde ayrılmaktadır. Bu sayede, özdeksel yapının ve ruhun, sınırsız ve de sonsuz bir biçimde birbirinden ayrı kalacağını ifade eder.
❌❌❌❌
Kozmosʼta Yedili Sistemler, Kader Yasaları ve Rüyâ Makamları Bağlamında Nefs Mertebeleri

—
Kâinatta zuhûr eden kozmik matematik ve kutsal geometri temelinde, olguların birbirinde bir karşılığı ve eşleştiği bir izdüşümü bulunmaktadır, ki Sinestezifenomeni de bu hususta bir ipucu olarak okunabilir. Bu bağlamda ilk bakışta sayılar dikkat çekmektedir. Tekerrür eden sayılar, ekseriyetle 2 (Aydınlık-Karanlık, Hayır-Şer, Alpha-Omega, vb.), 3 (Teslis İnancı, Atomik model, diyalektik, Semavi Dinler, vb.), 4 (haftalar, elementler, mevsimler, yönler, vb.) sırasıyla; 7, 12, 19, 40, 52, 72, 108, 144, 432 algoritmasıyla devam eder. Bu noktada, konumuzla bağlantılı olan kuşkusuz ki 7 sayısıdır. Bu sayı, diğerlerinden daha fazla yerde tezahür etmektedir. Bu noktada, Gökkuşağının Yedi Rengi, Yedi Müzikâl Nota, Yedili Çakra Sistemi ve Auranın Yedi Katmanı gibi konular üzerinden daha iyi anlaşılabilecek “Nefsin Yedi Mertebesi” konusu karşımıza çıkar.
İnsan vücudunda 10 adet Letâif bulunmaktadır. Letâifler, insandaki ilahi hakikatleri idrak ve müşahede eden manevi melekeler olarak tanımlanır. Bu Letâiflerin Emir Âlemi’ne ait olanları Kalp, Rûh, Sır, Hafive Ahfa olarak isimlenirken, Halk Âlemi’ne ait olanları da Toprak, Ateş, Su, Hava ve Nefsolarak isimlenmektedir. Emir Âlemi’ne ait Letâifler insanın göğüs bölgesinde konumlanırken, Halk Âlemi’ne ait Letâiflerin ilk dördü direkt olarak ilk dört Çakra bölgesine konumlanır. Nefs ise tam olarak Altıncı Çakra’nın bölgesine, yani insanın iki kaşının arkasındaki Epifiz Bezi’nin olduğu yere konumlanır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre insanı oluşturan üç unsur Rûh, Nefs ve Beden’dir. Üçünün bulunduğu yer ve cevher muhakkak ki birbirinden farklıdır. Nefs, Rûh ile Beden’in arasındaki köprü olmasıyla birlikte Tasavvufi — Sufist öğretide insanın varlığını tanımlayan üçüncü unsurdur. Nefs, kendi içinde yediye ayrılır ve her biri karakteristik özellikleri ve temsil ettiği manevi töz bakımından bir Çakrayla özdeşleşir.
Kişinin hangi Nefs mertebesinde olduğu hayatındaki birçok şeyi eşzamanlı şekilde etkiler. Bu anlamda eşleştiği Çakranın sağlıklı çalışması, kişinin bu mertebeye çıkmasına veya orada kalmasına yardımcı olacağı gibi, onun bu mertebede olmasının asıl sebebi de değildir. Eşdeyişle, Üçüncü Çakrası blokajlı bir kişi, buna rağmen Üçüncü Nefs Mertebesi’nde olabilir. Eğer negatif bir metafizik müdahale yoksa, kişinin bu mertebede olması bir süre sonra bu Çakra’nın eskisi gibi çalışmasını sağlayacak; onun düzgün çalışması ise sonrasında kişinin bu mertebeye daha sıkı tutunmasına yardımcı olacaktır. Son olarak, insanın tüm Çakraları maksimum etkinlikle çalışıyor, hatta 42 ile 49 yaş arasında olgunluk seviyesine ulaşan Taç Çakra döneminde olsa dahi Birinci Nefs mertebesinde kalmış olabileceği gibi, 21 ile 28 yaş arasında olgunluk seviyesine ulaşan Kalp Çakrası döneminde olan biri de Yedinci Mertebeye ulaşmış olabilir.
En nihayetinde –kendisi dahil– kişinin hangi mertebede olduğunu Rabbü’l-Âlemîn, Kādir’ül-Mutlak ve Mâlikü’l-Mülk Allâh (C.C.)’den başka kimse bilemez; bu yalnızca tahmin edilebilir, ki o da normal şartlar altında tavsiye edilmez. Nasıl ki herhangi bir boyuttaki varlık, kendinden aşağı boyutları algılayabiliyor ve müdahale edebiliyorken üst-boyutları algılayamıyorsa, aynı şekilde bir üst Nefs Mertebesine ulaşan kişi, kendinden üst mertebedeki insanları anlayamazken alt mertebedekileri anlayabilir. Bununla birlikte, her mertebe, asli ve pratik görev bakımından aşağıdakileri de kapsar. Daha net bir ifadeyle, mertebe yükseldikçe görevlerin sayısı da artar. Kişi, aynı anda bir tek Nefs Mertebesinde olmayıp iki mertebenin arasındaki bir konumda olabileceği gibi –yüzdesel olarak bölünüp– aynı anda birkaç mertebeyi kapsayacak sirayetlere hakim de olabilir. Tıpkı Yedi Çakranın aynı anda var olup birbirleriyle ortaklaşa çalışması gibi, Yedi Nefs Mertebesi de aynı anda vardır ve içsel etkileşim hâlindedir. Hangi sistemle olursa olsun, zikir, ibadet, dua, oruç, riyazet ve halvet gibi şeyler Nefs Mertebeleri hususunda “olmazsa olmaz” olmadığı gibi, bu ve benzeri eylemlerin faal şekilde içinde olmak şüphesiz ki maneviyatı körükleyerek bu süreci hızlandıracaktır.
Nefs Mertebeleri konusu detaylı olarak Tasavvuf Alimleri tarafından tanımlanmış ve detaylandırılmıştır; fakat tarih boyunca dinlerin, mitlerin ve felsefenin ezoterizm ile kesiştiği pek çok noktada farklı dil ve kültürlerde örtülü veya açık şekilde peygamberler ve filozoflar tarafından dile getirilmiş ve aktarılmıştır. Her mertebe kendi katmanında diğerlerinden son derece farklı biçim, içerik ve yöntemlerle farkındalık, bilgi, bilgelik ve ilme götüren bir dizi tekâmül sınavını kapsar. Tıpkı Nefs Mertebesi atlamanın önemli oldığu gibi, ilgili mertebede kalmak da aynı şekilde önemlidir. İnsanı, okumak ve gezmek bilgi sahibi; yaptığı hatalardan ders çıkararak daha az hata yapar hâle gelmek bilgelik sahibi; Kadim Bilgiden faydalanarak teknoloji ile yapılan şeyleri ona ihtiyaç duymadan yapar hâle gelmek ilimsahibi; daima iyiyi aramak ve tatbik etmeye çalışmak ihlas sahibi; yaşadığı kötü deneyimler ve ödediği manevi bedeller tekâmül sahibi; –hangi sistem olursa olsun–ibadet ve meditasyon yapmak ise iman sahibi yapar. Burada genel hatlarıyla ifade etmeye çalıştığımız her şey, hatta daha fazlası insanın Nefs Mertebelerini aşmak için hayati düzeyde ihtiyaç duyacağı metafizik ve ezoterik parametrelerdir. Eğitilen Nefs, Rûh’a tabidir; eğitilmediği takdirde güçlenir ve Beden ona tabi olur. Tıpkı Beden gibi Rûh’un da beslenmesi gerekir, fakat onun gıdası –Dünya nimetleri– değil, manevi çalışmalardır.
Mertebe atlamak veya –en azından–düşmemek için bir bütün olarak “kaderi” organize eden yasaların duyularımız ve –maddi veya manevi, soyut ya da metafizik–deneyimlerimiz aracılığıyla bize ne söylemeye çalıştığını anlamaya çalışmak ve yaşadığımız anı “gelip geçen bir an” olarak değil, fakat “geçmişteki tüm anlarımıza ek bir an” olarak yaşayarak sürekli belleğimizi aktif tutmamız gerekir. Her Nefs Mertebesinde, sınav ve görevlendirme –acı ve haz ekseninde– nihai olarak korku ile arzunun son derece sofistike ve karmaşık biçimde tasarlanmış varyasyonları olarak gelir. Bu konuda başarının sırrı kendine acımamaktır: Acıyı (bilgece) kabullenen kişi acı çekmez, ve hemen sonrasında onun bir “rahmanî yanılsama” olduğunu idrak eder. Özgürlük, istenen zamanda istenen şeyi yapmak değil, fakat hiçbir şeye bağımlı olmamaktır; ve Platon’un da söylediği gibi gerçek zenginlik, en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır. Her şey Allâh’ın sonsuzluğundan gelir ve ona geri döner. Bu hakikatin farkına varmak düşünsel açıdan “şükür” makamıdır. Düalite Evreni’ndeki (iyilik ve kötülük, doğru veya yanlış gibi) ilkel metafizik karşıtlıkları aşmak ise “hamd” makamıdır. Her mertebenin iki evresi vardır: (1) Doygunluk evresi ve (2) sıçrama eşiği. İlki, başarıyla aşılan tekâmül sınavları ve tamamlanan görevlerle ilgiliyken, diğeri de insanı fazlasıyla zorlayacak düşünsel ya da edimsel bir eylemle alakalıdır. Bu, kişiden kişiye ontolojik ve semantik açıdan ciddi farklılıklar gösterebildiği gibi genel olarak özür dilemek, affetmek, helallik istemek ve almak, değişmek; fırsatı olduğu hâlde intikam almamak ve durumu olmadığı hâlde yardımcı olmak gibi ana-temalara sahiptir. Son olarak, Tasavvufun Dört Kapısı’nın içinde gelişen Nefs Mertebelerinde –denir ki– Âlim, Derviş, Arif, Eren, Veli ve Nebi gibi Tasavvuf Makamları, 5. Nefs Mertebesi olan Nefs-i Râziye makamında başlar.
Her mertebe, manevi, karakteristik ya da sembolik / temsili olarak “Kozmik Yedililer” yani evrende tekerrür eden yedili sistemlerdeki bir katman, makam ya da tanım ile kaçınılmaz olarak eşleşir ve onu tanımladığı gibi onun tarafından da tanımlanır. Bu dolanıklık hâli ve korelasyon (bağlılaşım) ilişkisini “özdeşlik, eşdeğerlik ve izdüşüm” gibi kavramlarla rahatlıkla tanımlayabiliriz. Bu bağlamda, her mertebe –çoğunlukla aynı sıra ile– farklı disiplin ve doktrinlerdeki Yedili Sistemlerin bir katmanıyla eşleşir: Yedi Erk Hayvanı, Yedi Kutsal Sembol, Yedi Enerji Formu, Maddenin Yedi Hâli, Yedi Plâtonik Sevgi, Yedi Ölümcül Günah, Yedi Sema Katmanı, Yedi Çakra ve Aura Katmanı, Yedi Element, Yedi Müzikâl Nota, Gökkuşağının Yedi Rengi, Yedi İnanç Düzeyi, Yedi Kader Yasası, Yedi Bilinç Merkezi ve YediRüyâ Makamı gibi konular ilk izlenimde kolayca ifade edilebilir. Ek olarak, mertebelerle karakterize edilen hayvan sembolleri, Toltek Şamanizmi ve Türk Mitolojisi’nin temel konularından Nagual Sembolizmi’nin Erk Hayvanları arasından seçilmiş ve eşleştirilmiştir. Diğer yandan, mertebeleri tanımlayan Bilinç Merkezleri, Ken Keyes’in “Yüksek Bilinç Kılavuzu” kitabından alıntılanmıştır.
Konuyu dağıtmamak için burada pek tabi ki her mertebenin ifade edilen yedili sistemlerin tümündeki karşılığını vermek yerine, Nefs Mertebeleri konusunun daha net anlaşılmasını sağlayacak sistemlerdeki izdüşümleri aktarılacaktır. Ek olarak, Nefs sisteminin heterojen (düzensiz) biçimde eşleştiği sistemlerden biri Yedi Ölümcül Günahtır: Birinci Mertebede olan kişi bu Yedi Günahın¹ hepsine aynı anda –fakat oldukça farklı dozlarda– sahipken İkinci Mertebeye çıktığında –birini ekarte ederek– Altı Günaha sahip olacaktır. Mertebelerin yukarı doğru çıkan her basamağında kişi tinsel boyutta bir günahı geride bırakır ve geri kalanlara farklı doz ve şekillerde sahip olmaya devam eder. Kişinin İkinci ile Altıncı Mertebe arasında hangilerine sahip olacağı herkes için kesin suretle farklılık göstereceği gibi, Birinci Mertebede Yedi Günahın hepsini bir şekilde dolduracak yoğunlukta günah enerjisinin bulunması kuvvetle muhtemeldir. Bununla birlikte, Yedinci Mertebeye ulaşmış Kâmil İnsan’ın yegane sınavı kuşkusuz ki –kırıntıları dahi kalsa– Kibirden başkası olmayacaktır.
Mühim bir hatırlatma yapmak gerekirse, insan bildiğinden her zaman sorumludur. Kadim bir Hindu öğretisi, insanın geçtiği makama bir başkasını getirmediği sürece daha üst bir makama çıkamayacağını öğütler. Bir üst makamdaki, ezoterik bir zaruriyet olarak her zaman alt makamlarından manevi olarak sorumludur.
Başında ve sonunda, Şûrâ Sûresi, 30. Ayette geçen “başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir” uyarısı ile Nisâ Sûresi, 79. Ayette geçen “sana güzellikten her ne gelirse bil ki Allâh’tandır” müjdesi –hangi metafizik doktrine ve onun kader anlayışına inanılıyorsa inanılsın– çok iyi şekilde anlaşılmalı, yorumlanmalı ve asla unutulmamalıdır.
—
Kaos Teorisi, R-Korteksi, Psikofizyolojik Rüyâ ve Psikanaliz denkleminde bilinçsiz ve arzularının kölesi olan nefs…
I. Nefs-i Emmâre (Sahibine Emreden Nefs): Her şeye direnen ve emreden, her zaman doymak isteyen ve hatalarını kat’i surette görmeyen; sahibi üzerinde meşru olmayan arzuları yerine getirme hususunda hakim olan Nefstir. Bu mertebe, bilinçsiz ve arzularının kölesi konumundaki insanı tanımlamaktadır. Aynı zamanda Beynin içgüdü ve uyarılardan sorumlu R-Complex²kısmının, diğer kısımları zaptettiği ve Dünyevi projeksiyonlar ile irade üzerinde hakimiyet kurduğu katmandır. İnsan, ontolojik mevcudiyetini “ben varım” döngüsü üzerinden bu katmanda kavrar. Bir üst mertebeye çıkmak için çoğu zaman doygun bir pişmanlık ile kişinin “ne olduğu” sanısından özgürleşerek “ne olmadığı” bilincine yürümesi gereklidir.
Muladhara Çakra ve dolayısıyla Eterik Beden bu mertebenin izdüşümünde ve etkisi altındadır. Nefs-i Emmâre mertebesindeki kişinin göreceği rüyâlar tam anlamıyla Psikofizyolojik –Freudyen– Rüyâlar olup gündelik tecrübenin mekanik bir yeniden-üretimi ile psikanalitik kadrana oturmaktadır. Doğal olarak bu mertebedeki kişinin gördüğü rüyâlar Psikanalitik (ruhçözümsel) yöntemle analiz edilmelidir.
Nefs-i Emmâre, Michel de Montaigne’in Plutarkhos’un önermesini süsleyerek aktardığı şekliyle, “kimi insanla kimi insan arasındaki mesafe, kimi insanla kimi hayvan arasındaki mesafeden çok daha büyüktür” önermesinin tecelli ettiği yer olmasıyla birlikte, bir üst seviyeye çıkmak için –ezoterik bir ipucu olarak– Aristoteles’in “bilinç, bildiğini bilmektir” önermesinin hikmetine ermek, eşdeyişle ‘bilincin’ farkına varmak gerekmektedir. Bu mertebedeki kişi, birçok soyut ve somut, içkin ve aşkın sebebin total bir sonucu olarak akli ve ruhsal melekeleri içinde olduğu kozmik çılgınlığın bir kısmını dahi algılayıp işleyecek kapasiteye henüz sahip olmadığı için, o –farkında bile olmadan– kozmik yasalar içerisinden yalnızca Kaosu, yani düzensizliği, kendiliğindenliği, spontanlığı ve rastgeleliği görür. Farkında olmasa dahi, kaçınılmaz olarak Materyalizm (maddecilik) fikrine kapılır. Üst düzey bilimcilerin popüler olanlarından birkaçının her şeye rağmen nereye bakarsa baksın her zaman “rastgeleliği” görmesinin sebeplerinden biri de budur. Buna ek olarak Termodinamiğin İkinci Yasası’nı temsil eden Entropi, yani olguların kendilerini minimum enerjiyle maksimum düzensizliğe düşürmesi ilkesi bu mertebedeki kişinin hayatını maksimum düzeyde zorlaştırır. Mertebe atladıkça Entropi’nin etkisi azalır ve Sentropi’nin hakimiyeti yükselir. Bu mertebe kişinin, –Budizm’in kurucusu Gotama Buda’nın kurtuluşa ermek için geliştirdiği– Dört Yüce Gerçek öğretisinin birinci adımı olan Dukkha ile, yani “yaşamın ıstırapla dolu” olduğu hakikatiyle yüzleştiği yerdir.
Nefs-i Emmâre’nin inanç düzeyi İnkâr (kat’i red), Sema Katmanı Ay, Erk Hayvanı Yılan, Kader Yasası Kaos Teorisi, Bilinç Merkezi Güvenlik, Bilişsel Konumu Taakkul (duyum), Plâtonik Sevgi Türü Eros (romantik ve tutkulu aşk), yükselme Zikri “Lâ İlâhe İllallah,” Rüyâ Mertebesi Psikofizyolojik nitelikli rüyâlar, analiz yöntemi Psikanalitik, ezoterik ipucu ise Aristoteles’in “bilinç” tanımıdır.
—
Determinizm, Carpe Diem, Sembolik Rüyâ ve Semiyoloji denkleminde bilinçli ama arzularını seçen nefs…
II. Nefs-i Levvâme (Sahibini Sorgulayan Nefs): Hatasını görüp anlayan, fakat onunla baş edemeyen veya etmemeyi tercih eden; manevi terbiyeyi görmeye başlamak suretiyle şer’i emir ve tekliflere itaat eden Nefstir. Bu mertebedeki kişi hatalarını görür, açıkça onları kabul ettiğini beyan etse veya gerçekten kabul etse de aynı hataların çoğunu sürekli yapmaya devam eder. Farkındalık sahibi olmasına rağmen içinde olduğu Zâhirî Âlem ya da Görüngüler Evreni’ni bir “oyun bahçesi” olarak görür, bu anlamda o ancak “Dünyevi Zevkler Bahçesi’nde” –her zaman yalnızca daha çok hazzı arayan– başıboş bir hedonist ve gezgin olabilir. Burası, Oscar Wilde’ın Dorian Graykarakterinin “cahil olup da Dünya’nın rengine kandığı” yer olmakla birlikte, aynı zamanda mutasyon geçirmiş bir Carpe Diem³vizyonunun tecelli ettiği katmandır. Bununla birlikte insan, ontolojik mevcudiyetini “kendimi yaratırım” paradoksu üzerinden bu katmanda kavrar. Kişi, bir üst mertebeye çıkmak istiyorsa muhakkak acıyı kabullenmeli ve hazzın –yapabildiği ölçüde–peşini bırakmalıdır. Yaptığı her hatada daha güçlü bir şekilde özeleştiri yapmalı, bu eleştirinin sonuçlarını da nesnel ve tümel akılla değerlendirip aynı şekilde tatbik etmeye çalışmalıdır. Diğer yandan, özeleştirideki ölçüyü kaçırmamalı ve asla ölçüsüz kibre düşmemelidir.
Swadhisthana Çakra ve dolayısıyla Duygusal Beden bu mertebenin izdüşümünde ve etkisi altındadır. Nefs-i Levvâme mertebesindeki kişinin göreceği rüyâlar yine gündelik deneyimin bir sağlaması olup bir öncekine ek olarak Kişisel Sembolizma ve Kolektif Bilinçdışıfaal hâle gelir. Kişisel Bilinçdışı, Carl Gustave Jung’un “arketipler” olarak isimlendirdiği sistemin aracılığıyla Evrensel Bilinçdışı ile iletişime girmeye başlar. Bu mertebedeki kişi için artık –en az iki anlamsal katmana sahip–Sembolik Rüyâlar devreye girer. Bu tipteki rüyâları çözümlemek için Semiyolojik(göstergebilimsel) yöntem oldukça elverişli olacaktır. Bununla birlikte, kişi bu mertebede Carlos Castaneda külliyatının en ilginç konularından biri olan Rüyâ Kapıları’ndan ilkine kolayca ulaşabilecek hâle gelir. Birinci Rüyâ Kapısı, uyku ile uyanıklık arasındaki çok ince ve kırılgan bir eşikte, uykuya dalıyor olduğunu farkına varmak suretiyle geçilebilir.
Bir üst seviyeye çıkabilmek için –ezoterik bir ipucu olarak– René Descartes’ın, “düşünüyorum, o hâlde varım” önermesinin hikmetine ermek; eşdeyişle ‘var olma hâlinin’ farkına varmak gerekmektedir. Bu mertebedeki kişi –parçaları birleştirerek–gelişen olayların öncellik–ardıllık sırası ve ilişkisini belirli ölçüde sorgulayıp anlama kapasitesine artık sahip olduğu için, onun farkına varacağı bir sonraki kader yasası kuşkusuz ki Determinizm (nedenselcilik) kanunu olacaktır. Bu anlamda, Nefs-i Levvâme’ye varmış fakat bu katmanda hapsolmuş biri metafizik yasalardan yalnızca ikisini kavrayıp zihinsel enerjisinin büyük bir kısmını onlara kanalize edeceği için bilim, tarih, mühendislik gibi alanlarda keskin başarılara imza atabilir. Kişinin bu mertebede edindiği bilgi, Gnostisizm — İrfâniyyeöğretisinde “duyularla elde edilen bilgi” ifadesiyle tanımlanan Mathesis’e denk düşer. Bu mertebe kişinin, Dört Yüce Gerçek öğretisinin ikinci adımı olan Samudaya ile, yani acıların sebebinin, “arzularının kölesi olma gafletine düşen” kendinden başkası olmadığı hakikatiyle yüzleştiği yerdir.
Nefs-i Levvâme’nin inanç düzeyi İsyan (ki bunu “dinamik bir anti-Teizm” olarak da tanımlayabiliriz), Sema Katmanı Merkür, Erk Hayvanı Keçi, Kader Yasası Determinizm, Bilinç Merkezi duygu, Bilişsel Konumu Tasavvur (düşünce), Plâtonik sevgi türü Philia (samimi dostluk), yükselme Zikri “Allâh,” Rüyâ Mertebesi Sembolik nitelikli rüyâlar, analiz yöntemi Semiyolojik ve ezoterik ipucu ise Descartes’ın “varlık” argümanıdır.
—
Çekim Yasası, Eşzamanlık, Kolektif Rüyâ ve Fenomenoloji denkleminde bilinçli ve iyiliği seçen nefs…
III. Nefs-i Mülhime (Sahibine İlham Olunan Nefs): Farkındalığını vicdanın yönetiminde eyleme döken; iyi, doğru ve güzel tutum ile arasındaki duvarları yıkmaya başlayan; hatasını görüp hemen düzelten ve bundan ders alan; manevi terbiyesini artırmaya devam eden, bununla birlikte hâlâ meşru olmayan arzulara meyilli fakat onunla savaşan Nefstir. Aydınlanma ve Tasavvufta “mânâya giriş” bu katmanda başlar, ki Immanuel Kant, Aydınlanmayı, “insanın kendi aklını kullanmaya cüret etmesi” olarak tanımlar. İnsan, bu mertebede ilhama mazhar olur. Neye ihtiyacı varsa; gaybî nitelikli bilgi ilham yoluyla kendisini bulur ve açık düşünce olarak değil, örtük kavrayış olarak kendini gösterir.
Bununla birlikte insan, ontolojik mevcudiyetini “ben, irademin sonucuyum” motivasyonu üzerinden bu katmanda kavrar. Bir üst katmana çıkmak için çoğu zaman Yunus Emre’nin “bir Ben var, benden içeri” olarak ifade ettiği, Allâh’ın ontolojik bilincine ermesi ve Külli İrade’nin farkına varmak suretiyle kendini –Cüz’i İrade olarak–tanımlaması gerekir.
Manipura Çakra ve dolayısıyla Zihinsel Bedenbu mertebenin izdüşümünde ve etkisi altındadır. Nefs-i Mülhime mertebesindeki kişinin göreceği rüyâlar bilimkurgu ve fantastik görünümlerle oldukça sıradışı bir hâl alır; rüyâlarındaki Kişisel Sembolizmaya, –Ortak Bilinçdışının sirayetini güçlendirmesiyle birlikte– geçmişteki kişisel deneyimlerine ek olarak başka insanların gördüğü rüyâlar da dahil olabilir, ki rüyâ ilimlerinde bu Kolektif Rüyâ olarak tanımlanır. Kolektif Rüyâlarda, Akaşik Kayıtlar ve benzeri kozmik bilgi indekslerinden bilgi alınabildiği gibi daha ileri versiyonlarında bir başkasının gördüğü rüyâyı görme, hatta onunla ortak rüyâya yatma gibi yetiler de kazanılabilir. Buradaki en mühim nokta kuşkusuz ki tüm bunları tatbik ederken “metafizik ihlallerden” kaçınmaktır. Bu tipteki rüyâlarda kişi birçok değişkenin eşzamanlı nüfuzuna maruz kaldığı için doğru bir redüksiyon (indirgeme) ile bilgiyi saflaştırmak zaruri hâle gelir; bu anlamda Kolektif Rüyâlar ancak Fenomenolojik(görüngübilimsel) yöntemle en sağlıklı şekilde çözümlenebilir. Bununla birlikte, kişi bu mertebede Rüyâ Kapıları’ndan ikincisine kolayca ulaşabilecek hâle gelir. İkinci Rüyâ Kapısı, bir rüyânın içinde başka bir rüyâya uyanmak suretiyle geçilebilir.
Carl Gustave Jung’un “eşzamanlık” diye tanımladığı anlamlı tesadüfler veya tevafukların kendini hissettirmeye başladığı bu katmandan çıkabilmek için –ezoterik bir ipucu olarak– Platon’un, “düşünce, ruhun kendisiyle yaptığı içten bir konuşmadır” ideasının hikmetine ermek; eşdeyişle ‘ruhun’ farkına varmak gerekmektedir. Bu mertebedeki kişi düşünce gücünün, eşzamanlığın ve tevafukların idrakinde olup kader sisteminin kendisiyle hangi yollarla iletişim kurduğunu asgari düzeyde farkında olacağı için –Kaos ve Determinizme ek olarak–Çekim Yasası ya da –kökleri tabi ki Platon’da olan– İlginlik Yasası’nı da algılamaya ve kullanmaya başlar. Çok önemlidir ki Çekim Yasası, “neyi istersen onu çekebilirsin” demez, fakat “ne isen onu çekersin” der. Kişinin bu mertebede edindiği bilgi, Gnostiköğretide “acılarla elde edilen bilgi” deyimiyle tanımlanan Pathesis’e denk düşer. Bu mertebe kişinin, Dört Yüce Gerçek öğretisinin üçüncü adımı olan Nirodha ile, yani istek ve arzuların sona ermesinin, acılarını da ortadan kaldıracağı hakikatiyle yüzleştiği yerdir.
Nefs-i Mülhime’nin inanç düzeyi İtimat (güven), Sema Katmanı Venüs, Erk Hayvanı Jaguar, Kader Yasası Çekim / İlginlik Yasası, Bilinç Merkezi Güç, Bilişsel Konumu Tezekkür (hafıza), Plâtonik sevgi türü Ludus (oyunbaz ve cilvekar aşk), yükselme Zikri “Hû,” Rüyâ Mertebesi Kolektif nitelikli rüyâlar, analiz yöntemi Fenomenolojik, ve ezoterik ipucu ise Platon’un “düşünce” tanımıdır.
—
Karma Felsefesi, Bilgelik, Lüsid Rüyâ ve Strüktürâlizm denkleminde doygun ve mucizenin farkında olan nefs…
IV. Nefs-i Mutmainne (Sahibi Huzura Eren Nefs): Doygunluğa ermiş ve mucizenin (yani içinde olduğu Kozmik Algoritma ya da İlahi Matriks’in) farkına varmış; tatminkâr, gönül kapıları açılmış ve kabullenmiş; kötü arzularını unutmuş ve manevi makamlara ermek için var gücüyle çalışan Nefstir. Bu mertebede kişi, sezgiye mazhar olur; olanı olduğu gibi kabul eder, yapacağı en ufak bir hareketin dahi kader sahnesinde hangi Domino ve Kelebek etkilerini tetikleyeceğini hesap etmeye çalışır, kendisiyle birlikte aynı zamanda bütün için de hareket eder, ancak hayırlı olduğuna inanırsa değiştirebileceği şeye nazikçe müdahale eder. Bununla birlikte insan, ontolojik mevcudiyetini “kendimi doğru ve yanlışlarımla kabul ediyorum” sükûneti üzerinden bu katmanda kavrar. Bir üst katmana çıkmak için kuvvetle muhtemel düalist karşıtlıkları ruhsal ve bilişsel açıdan birleştirerek “ikiyi bir” yapması; hâlihazırda sergilediği sabır, azim ve sebata faal olarak “cesareti” de eklemesi gerekir. Yanı sıra, Allâh’ın bizim daha çok ilim sahibi olmamız için “işlerimizi kolaylaştırma” lütuf ve şefkatinde bulunduğunun idrakinden hareketle –her ne olmuşsa olsun– mutlaka Anne ve Babanın “affedilmesi” zorunludur.
Anahata Çakra ve dolayısıyla Sezgisel Beden bu mertebenin izdüşümünde ve etkisi altındadır. Bu mertebede sezgi, ilhamla holografik bir reaksiyona girer; böylelikle aktif olarak faal durumda olan hafızaya, ‘hayâlgücü’ de eklenerek kişinin geçmiş ile gelecek algıları “sonsuz şimdinin” potasında erir ve Kader Sıçraması yaşar. Bu mertebe, zamanın kapılarının bilinç düzeyinde açıldığı ve kişinin güncel hâline ek olarak, kendi geçmişini de şifalandırabileceğini kavradığı katman olmasıyla birlikte, Şükür Makamı’dır. Nefs-i Mutmainne mertebesindeki kişi artık Platon’un Anamnesis’i⁴ ile Aristoteles’in Noesis’i⁵ arasındaki ince çizgide salınırken elinden geldiğince öğrenip ruhunun daha çok hatırlamasını sağlar; böylece İnsanlık Genom Projesi’nin final raporunda (2000) trajikomik bir şekilde “Çöp DNA’lar” olarak betimlenen ezoterik veritabanından tarihöncesine ait kadim Gen Paketleri’ni teker teker yeniden-aktive etmeye başlar. Bu mertebe felsefi açıdan Bilgelik Makamı’nı da temsil eder; Mutmain olan Nefs için bilgelik kapıları artık açılmıştır. Karmaşık ve çelişken tanımlarının aksine bilgelik, çokça hata yaptıktan sonra onlardan ders alarak “daha az hata yapar” hâle gelmek ve hangi yüce amaç uğruna, –değiştirebileceği ile değiştiremeyeceği şeyleri ayırdıktan sonra– hangi kadersel denkleme müdahale edip etmeyeceği hususunda doğru karar alabilme bilincine varmaktır.
Nefs-i Mutmainne’deki kişinin göreceği rüyâlarda “farkındalık” modu –keyfi olarak–‘açılabilir’ konuma gelir ve Lüsid Rüyâlarkonuya dahil olur. Bu türdeki rüyâlar eşzamanlı bir şekilde hem rüyâ farkındalığını, hem de rüyâ kontrolünü kapsar. Bu eşi benzeri olmayan, biricik bir deneyim olduğu için semantik ölçütler yine değişir ve içeriği, yöntem ve deneyimin arka planına konumlandırma, ve her bir değişkeni bütünün bir parçası sayarak mekanik bir yapı oluşturma zaruriyeti doğar. Böylelikle elimizde Lüsid Rüyâların semantik kurgusunu Strüktüral (yapısalcı) analiz yöntemiyle inşa etmekten başka bir seçenek kalmaz. Bununla birlikte, kişi bu mertebede Rüyâ Kapıları’ndan üçüncüsüne kolayca ulaşabilecek hâle gelir. Üçüncü Rüyâ Kapısı, ancak rüyâda kendini uyurken görmek suretiyle geçilebilir.
Bir üst seviyeye çıkabilmek için ezoterik ipuçlarından biri de Philip K. Dick’in, “gerçek, ona sırtınızı döndüğünüzde ortadan kaybolmayan şeydir” ifadesinin hikmetine ermek; eşdeyişle ‘gerçeğin’ farkına varmaktır. Bu mertebeye ermiş kişi, kader yasaları bağlamında öncekilere ve onların –burada bahsedilmeyen– çokça türdeşine ek olarak her şeyin bir nedeni, amacı ve sonucu olduğunu, kendinden başka hiçbir şeye sahip olmadığını, bunun da geçici olduğunu anlar ve ondan başka kimsenin kendisi için bir şey yapamayacağını; her şeyin birbiriyle maddi ve enerjetik açıdan bağlantı hâlinde olduğunun ve yapacağı her şeyin –hem pozitif, hem de negatif– karşıtlıklar ekseninde kaçınılmaz sonuçları olacağının farkına varır ve en nihayetinde hayatta kime ne yaparsa, onu aslında kendine yapmış olduğu hususunda aydınlanır. Böylelikle, kimine göre evrendeki en güçlü yasa olan Karma, tüm ontolojik nitelikleriyle ona görünmeye başlar. Kutsal Geometri de ilişkide olduğu tüm olağanüstü kavram ve temalarla birlikte ‘algı kapılarını’ çalmaya başlar. Kişinin bu mertebede edindiği bilgi, Gnostik öğretide “sezgiyle elde edilen bilgi” ifadesiyle tanımlanan Gnosis’e denk düşer. Bu mertebe kişinin, Dört Yüce Gerçek öğretisinin dördüncü adımı olan Magga ile, yani acılarını sona erdirebileceğini, bununsa ancak Sekiz Katlı Asil Yol öğretisinden geçtiği hakikatiyle yüzleştiği yerdir.
Nefs-i Mutmainne’nin inanç düzeyi İman (inanmaktan ziyade bilmek), Sema Katmanı Güneş, Erk Hayvanı Yunus, Kader Yasası Karma Felsefesi, Bilinç Merkezi Sevgi, Bilişsel Konumu Tahayyül (hayâlgücü), Plâtonik Sevgi Türü Storge (koşulsuz ve ailevi sevgi), yükselme Zikri “el-Hakk,” Rüyâ Mertebesi Lüsid (berrak) nitelikli rüyâlar, analiz yöntemi Strüktürâl ve ezoterik ipucu ise Philip K. Dick’in “gerçeklik” tanımıdır.
—
Antropik İlke, Übermensch, Astrâl Rüyâ ve Ontoloji denkleminde dingin ve razı olan nefs…
V. Nefs-i Râziye (Sahibi Allâh’tan Razı Olan Nefs): Beşeriyetine zor geleni seçip Ruhundakidinginlik ve sükuneti bulan; her şeyin –tüm anlamlarıyla– Allâh’ın geldiği idrakiyle vesvese almayan ve öfkeyle yollarını ayırmış; mertebelerin tamamını aşma ve isteklerden arınma düşüncesi doğrultusunda hizmet edip bu yolda istikamet üzere bulunan; zikri ile fikri bir; söylem ve eylem çelişkisine ve Oscar Wilde’ın tanımladığı “Üç Karakter”⁶paradoksuna düşmeyen, dürüst Nefstir. Bu mertebedeki kişi –sahip olduğu bilgi, bilgelik, ilim ve tekâmülün total bir sonucu olarak–artık belirli ölçüde kaderi tanzim eden yasaların onunla hangi dille konuştuğunu, onu –bizatihi olarak– hangi tekâmül sınavlarının içine soktuğunu ve ona hangi enigmatik görevlendirmeleri tayin ettiğini daha saf bilinç ve berrak bir kavrayışla idrak etmeye başlar. Düalite Evreni’nin kutupları ve tüm varyasyonları önceki mertebelerde adım adım durdurulmuş, absorbe ve nötralize edilmiş, bütünlenmiş ve en nihayetinde “birlenmiştir.” Bununla birlikte insan, ontolojik mevcudiyetini “kendi gerçeğimi yaratırım” iddiası üzerinden bu katmanda kavrar. Bu mertebede, bir öncekinde elde edilen biyoplazmik frekans, biyoplazmik rezonansa dönüşür. Kişi, bir üst katmana çıkmak için çoğunlukla kendisine bahşedilmiş spiritüel ve entelektüel yetilerin karmik bir “meyvesini” vermeli ve bu rahmanî meyvenin tohumlarını olabildiğince toprağa saçarak –daha sonra– bütünün de ondan istifade etmesini sağlamalıdır.
Ek olarak, bu mertebeye ulaşan insanın en büyük fırsatlarından biri de Friedrich Nietzsche’nin “Übermensch” yani Üstinsandiye tanımladığı daha sofistike bir makama evirilebilecek aşkın kudrete nail olmasıdır. En basit tanımıyla Üstinsan, tarih boyunca dolaylı yönden gücü belirli makamlarda toplamak için Tiranlar tarafından icat edilmiş toplumsal sistemin kendisine biçtiği rolleri –varoluşçu bir başkaldırı ile– topyekûn şekilde reddeden; kader çizgisinde yarattığı bu kırılma sonrasında –doğrusu ve yanlışını bir kenara koyarak– hammaddesi ve deneyimiyle oluşan “benliği” neye meyilliyse ve neyi arzuluyorsa, radikal bir tavırla hepsinin tam tersini yapmak suretiyle kendini “kendi buyruğundan” kurtaran, böylelikle kendinin efendisi olan kişidir. Üstinsan yalnızca nefsaniyetine büyük bir darbe vurmakla kalmaz, aynı zamanda uzun uğraşlar sonucu varacağı tekâmül eşiğine, arzu ve korkularını Skolastik Ateşle yakmak suretiyle –kendini rahmanî şekilde hackleyerek– hızlıca ulaşmış olur.
Visuddha Çakra ve dolayısıyla Astrâl Beden bu mertebenin izdüşümünde ve etkisi altındadır. Nefs-i Râziye mertebesi, Nefsin –pasif direnci bırakıp– Bedeni aracı ve sorumlu kılarak Ruhile vardığı karşılıklı mutabakat sonucu manevi bir antlaşmaya vardığı yerdir. Bu konsensüsün (oydaşımın) taraflarını rahatlıkla Psikanalizdeki “İd–Ego–Süperego” denklemine benzetebiliriz. Bu antlaşmanın değerli bir sonucu olarak, Ruh artık içine, geçici bir süreliğine hapsolduğu Bedenininüzerinde daha çok söz ve kontrol sahibi olacaktır. Bu mertebe, zamanın kapılarının –idrak düzeyinde– açıldığı ve kişinin güncel hâline ek olarak, kendi geleceğini de şifalandırabileceğini kavradığı katman olmasıyla birlikte, Hamd Makamı’dır.
Bu hakimiyet sürecinin en değerli çıktılarından biri de –rüyâlara ek olarak– yeni bir özgürlük katmanı olan Astrâl Seyahatin de kendisi için kullanılabilir hâle gelmesidir. Bu türdeki metafizik ve parapsikolojik deneyimlerde Nefsin bilinci Bedende uyku hâline geçerken, Bedenin bilinci de Ruhunbilinci ile Beşinci Aura Katmanı olan Astrâl Beden’e konumlanır ve Bilinç/Ruh, Bedendenayrılır. Kontrol doğal olarak Ruhun iradesinde olmasıyla birlikte, Bedenin bilinci Ruhunbilincini izler ve yaptıklarını kaydeder. Böylelikle Beden gündelik bilincine uyandıktan sonra her şeyi –himayenin kendinde olduğu illüzyonuyla– hatırlar. Sistemin bu şekilde işlemesinin en haklı nedenlerinden biri de Ruhsal deneyim ve hafızanın, Bedenin gündelik bilinci için “gaybî” niteliğe sahip olmasından hareketle –kişinin tekâmül sürecine tehlike arz edecek–idrak ve anımsamaları önleme mecburiyetinden doğar.
Astrâl Seyahatler, zaman ve mekândan bağımsız olmayan, fakat onların farklı ölçütlerle işlediği; zamanın 1. ile 2. boyutu ve mekânın 3. ile 4. boyutu arasına konumlanan ve “Astrâl Plan” adı verilen gerçeklik katmanlarında, onları oluşturan süptil ve yüksek titreşimli soyut düzlemlerin kullanılmasıyla yapılır. Astrâl Seyahat, uyanıklık bilinciyle yapılabildiği gibi uyku bilinciyle, yani tasarlanmış rüyânın içinde, onun bir parçası olarak da yapılabilir, ki bu mertebedeki kişinin kayıt defterine eklenen bu yeni rüyâ biçimi Astrâl Rüyâlar olarak tanımlanır. Bununla birlikte, kişi bu mertebede Rüyâ Kapıları’ndan dördüncüsüne kolayca ulaşabilecek hâle gelir. Dördüncü Rüyâ Kapısı, sırasıyla bu (1) dünyadaki somut yerlere, (2) bu dünyanın dışındaki somut yerlere ve (3) bir başkasının niyetinde var olan bir yere yolculuk etmek suretiyle geçilebilir.
Buna ek olarak, gündelik hayatta okült ve gizli cemiyetler başta olmak üzere ilim sistemleri ve ezoterik doktrinlerinde bilginin aktarılma sürecinin zaruri bir parçası olan “İnisiyasyon–Erginlenme” seansları, fantastik bir mertebeye ulaşarak rüyâlara taşınır. Böylelikle kişi –istese de, istemese de–rüyâlarında kendini, ezoterik bilgilere erginlendiği ve kadim frekanslara uyumlandığı gizemli ve tekinsiz sahnelerin içinde bulmaya başlar, ki bu tipteki rüyâlar Erginlenme Rüyâları olarak tanımlanır. Erginlenme Rüyâları, uyku zamanıyla paralel biçimde yaşanabileceği gibi (ki bu senkron, üst-boyutlardaki –korelasyon / dolanıklık hâlinde olduğumuz– hiper-varyasyonlarımızı da kapsar), geçmişteki enkarnasyonlarımızdan birinde yaşanan bir erginlenmenin basitçe hatırlanması; hatta gelecekte –Küllî İrade’nin hükmüyle–kaçınılmaz olarak yaşanacak bir erginlenmenin önceden hatırlanması / vizyonudahi olabilir. Yüksek boyut ve âlemlerin seviyesinde olup kendi yaşam çizgimize bakıyor olsaydık –takyonik/nûranî aktivitenin aşırı yoğun frekansından kaynaklanan izafiyet sebebiyle– her şeyi “yaşanmış ve bitmiş” olarak görür; eşdeyişle, nesnel zaman çizgisine, zamanların sonundan bakmış olurduk.
Genel hatlarıyla, önceki rüyâ tiplerinin aksine, bu mertebedeki rüyâlar –hayâlgücünün “gerçekdışılık” tehdidinden özgürleşerek– gerçek mekânlara eklemlenen senkronik zamanlarda –görülmeye değil–“yaşanmaya” başlandığı için, onların mutlaka Ontolojik (varlıkbilimsel) yöntemle analiz edilmesi gerekir. Bir üst seviyeye çıkmak için –ezoterik bir ipucu olarak– Francis Bacon’ın “bilgi güçtür” benzetmesinin hikmetine ermek, eşdeyişle ‘kurtuluşa’ giden en kısa yolun ‘bilgiden’ geçtiğinin farkına varmak gerekmektedir.
Nefs-i Râziye mertebesindeki kişi, eşyanın sırrı ve varlığın hakikatini daha keskin, çok-boyutlu ve bütünsel duyumsamayı ve deneyimlemeyi sağlayacak bir Zihin Berraklığıve Algı Tonuna ulaşır. Parçanın bütündeki yerini, çokluktaki birliği ve farklılıktaki dengeyi görmeye; her şeyin aynı anda farklılık ve aynılık denkleminde “birlik, ikilik ve çokluk” içerisinde olduğunu ve evvel ile ahir kutupları bağlamında her şeyin birdengeldiğini ve ona döneceğini her zamankinden çok daha derin ve sofistike biçimde kavramaya başlar. Bu noktada, kader yasalarının tümü üzerinde hükmü olan Denge Yasası kendini gösterir. Herhangi birini aynı anda hem sağlıklı, hem mutlu, hem de zengin olarak görmek çok zordur; yanı sıra, bu gibi durumlarda kişinin hayatında birçok katmanda “mânâyı” kaybettiği, böylelikle duygularını ve mutluluğu da kaybettiği için en nihayetinde mutluluğa karşı acının hâsıl olmasıyla yeniden mânâya sahip olacağı da rahatlıkla gözlemlenebilir. Karma Felsefesiadaleti, Denge Yasası ise –yorumdan münezzeh– eşitliği sağlar.
Bununla birlikte her şeyin toplamı olan Kozmos öylesine görkemli bir kudret, ebedi bilgelik ve sonsuz ilimle programlanmıştır ki, sanki herhangi bir parçası eksik veya fazla olmuş ya da varlığa geldiği andan biraz önce veya biraz sonra gelmiş olsaydı, sanki hiçbir şey şu an olduğu şey olmayabilir, hatta hiç var olmamış dahi olabilirdi. Karbon bazlı yaşama izin vermeyen diğer olasılıkların yerine, ona izin veren ve her şeyin tam da burada, şimdi ve olduğu şekilde olmasını sağlayan tek bir olasılığın tecellisini mümkün kılan bu kozmik yasa, Antropik İlke olarak tanımlanır. Albert Einstein, hayatı yaşamanın iki yolu olduğundan bahseder: İlki, her şeyin rastlantı olduğuna inanmak, ikincisi ise her şeyin mucize olduğuna inanmaktır. İşte bu nokta, kişinin her şeyin çok katmanlı bir yapı ve akılalmaz bir hikmetle yalnızca Külli İrade’nin ajandasının ilerleyişini sağladığının tatminkâr bir idraki üzerinden her şeyin mucize olduğunun bilgeliğine erdiği noktadır.
Nefs-i Râziye’nin inanç düzeyi İz’an (teslimiyet ve itaat), Sema Katmanı Mars, Erk Hayvanı Kartal, Kader Yasası Antropik İlke ve Denge Yasası, Bilinç Merkezi Bolluk, Bilişsel Konumu Tebeddür (sezgi), Plâtonik Sevgi Türü Philautia (özsaygı), yükselme Zikri “el-Hayy,” Rüyâ Mertebesi Astrâl ve Erginlenme nitelikli rüyâlar, analiz yöntemi Ontolojik ve ezoterik ipucu ise Francis Bacon’un “bilgi” tanımıdır.
—
Retrokozâlite, Memento Mori, Metapsişik Rüyâ ve Anagoji denkleminde huzurlu ve razı olunan nefs…
VI. Nefs-i Marziyye (Sahibinden Allâh’ın Razı Olduğu Nefs): Mânâyı gören, sezgileri açılmış, Beyin ile Kalp uyumu gerçekleşmiş; Beynin iki lobunun da maksimal şekilde etkileşime geçtiği ve dengeli şekilde çalıştığı; kabullendiği ve razı olduğu gerçeklerin, aslında idealler de olduğunu idrak eden; Yin-Yang dengesindeki kötülüğün geniş planda iyiliğe, iyiliğinse daha geniş planda Zeitgeist, yani Evrenin Ruhu’na hizmet ettiğini kavrayan; makamların tamamını aşma, isteklerinden arınma düşüncesi doğrultusunda bu yolda hizmet edip istikamet üzere bulunan, uyumlu Nefstir. Bununla birlikte insan, ontolojik mevcudiyetini “tüm zafiyet ve hatalarımla kendimi seviyorum” erdemi üzerinden bu katmanda kavrar. Bir üst katmana çıkmak için çoğu zaman “yaratılanı, yaradandan ötürü sevme” ilkesi üzerinden Vahdet Bilinci’ni tanıması ve ona yürümesi gerekir. Bu mertebede, bir öncekinde elde edilen biyoplazmik rezonans, biyoplazmik harmoniye dönüşür.
Ajna Çakra ve dolayısıyla Karmik Beden bu mertebenin izdüşümünde ve etkisi altındadır. Bu mertebedeki kişi etrafındaki her şeyin saklı ve haklı güzelliğini görür; bu anlamda güzellik, “onun bakışındadır.” Olanı ‘olduğu gibi’ kabul eder; gidene kal, gelene git demez. Böylelikle her şeyin –Allâh tarafından hudûs edildiği bilinciyle– çoğu zaman olgulara rahmanî şekilde müdahale etmekten dahi kaçınacağı gibi, her şeyle birlikte kendinin de –Onun bir parçası olarak– O’na döneceğinin bilincindedir. İçkin ve aşkın şekilde deneyimlenen her şey, özünde Astrâl Planların, üst-boyutların, öte-Âlemlerin ve çoklu-evrenlerin kader yasaları aracılığıyla, tevafuklar üzerinden kurduğu tinsel bir etkileşim biçimidir. Bu mertebede kişi, İbnü’l Arabî’nin defalarca vurguladığı “ölmeden ölmek” deyiminin güçlü ifadesi üzerinden akli düzeyde sudûr eden hakiki bir Memento Mori⁷ bilgeliğine ulaşır. Her şey boştur, çünkü yaşanan şey defalarca yaşanmış ve –oyunun kuralı olarak– unutulmuştur. Lakin ‘anlamsız bir varoluşçuluk’ havası sezilen bu önerme, zamana ve mekâna tabi her şeyin “sonlu” olduğu için kuantik bir yokluğa sahip olduğunu öğütler; böylelikle kişi –tüm bonuslarıyla birlikte– “hiçlik makamına” da sahip olacağını müjdeleyen dervişane bir nihilizm mertebesine yükselmiş olur.
Nefs-i Marziyye mertebesindeki birey, rüyânın gerçeği ile gerçeğin rüyâsına ve ikisini tek bilinçte ‘bir etmeye’ artık çok yakın olduğu için, eşzamanlık ve tevafuklarla birlikte, onun üst-Âlemlerden alacağı metafizik etkiler çeşitlenerek artacak, hatta literatürde bir kısmı “paranormal olaylar” sınıfına giren müdahalelere de maruz kalacaktır. Bu müdahaleler –aynı programın elemanları olarak– hem rahmani, hem de şeytani nitelikte olacak; yanı sıra tekâmül sınavları seviye atlayarak iyinin kötüymüş, kötünün de iyiymiş gibi görünümler alması şeklinde, son derece muammalı biçimde gelecektir. Buradaki amaç, kişiyi daha tekinsiz bir metafizik krize sokarak, onun içkin ve aşkın deneyimlerini, hafıza ve öngörü gibi tüm melekelerini kullanarak “aynı anda” işleyebilecek daha gelişkin bir şuur düzeyini zorunlu olarak inşa etmesini sağlamaktır. Bu kişiye akacak metafizik sirayetler, uyku ile uyanıklık arasında yaşanan hipnogojik, hipnopompik ve narkoleptik deneyimler, sıklaşan Deja-vu ve Jamais-vu şokları, Sinestetik boyutlara ulaşan gelişkin duyular ve Placebo ile Noceboetkilerinin ‘iradenin araçları hâline gelmesine’ kadar çeşitlendirilebilir.
Bu mertebe, kişiyi alt ve üst-boyutlarda senkron hâlinde olduğu eşizleri, önceki ve sonraki enkarnasyonlarında dolanıklık hâlinde olduğu versiyonları ve çoklu-Evrenlerdeki korelasyon hâlinde olduğu varyantlarıyla zorunlu bir holografik etkileşimin de içine sokacaktır. Bu ise, pek tabi ki hepsinin ortak yöneticisi olan Ruhunbilinçli mimarlığında kurulan bir Anamnesis, yani kozmik bir anımsama oyunudur. Ruhbunu, –artık çok daha kolay bir şekilde– Levh-i Mahfûz’dan rüyâlar aracılığıyla bilgi indiren er-Rûh üzerinden yapmaya başlar (ki o, Grek Mitolojisi’nde Rüyâlar Tanrısı Morpheus’tur). Yanı sıra, kişi –geliştirilmeye açık bir şekilde–Durugörü ve Duruişiti gibi medyumik özellikler kazanabileceği gibi, Telepati ve Teknopati gibi zihinsel yetiler ve Telekinezi ve benzer yetiler de kazanabilir. Eğer olursa, “tadımlık” olarak verilen bu yetiler muhakkak geliştirilmelidir, aksi hâlde bir süre sonra kaybolurlar.
Hâl böyle olunca, Nefs-i Marziyye mertebesindeki kişinin göreceği rüyâlar –önceki tüm rüyâ formlarını da eşzamanlı şekilde kapsayarak– Ruhlar Âlemi, yani Âlem-i Emir’den sirayet eden ve Ruhun –izin verildiği ölçüde– suretleri üzerinden tekâmülünü hızlandırmak için keyfi olarak gerçekleştirebildiği Metapsişik Rüyâlarmakamına yükselir. Bu tipteki rüyâlara örnek olarak filozof Descartes’ın 1619’da aynı gece gördüğü üç gizemli rüyâ, Hz. Yusuf’un şu meşhur rüyâsı ile şerhi ve –Hermes, Enok ve Thoth gibi isimleriyle de birçok kültür ve ‘zamana’ mâl olmuş– Hz. İdris (A.S.)’ın Cebrail (A.S.)’dan vahiy aldığı kozmik rüyâları verilebilir. Bu kişinin gündelik hayatında aldığı metafizik etkiler, daha yoğun bir şekilde rüyâlarında da kendisine ulaşmaya başlar. Bu rüyâ makamı, kendinden öncekileri de kapsıyor olduğu için kişi aşağıdan başlayarak yukarıya doğru teker teker hepsini çözümlemeli ve ana-temalarının sağlamasını yaparak mümkünse hepsini tek bir kavrama ya da önermeye indirgemelidir. Metapsişik Rüyâlarınçözümlemesi için Dante Alighieri’nin sistemleştirdiği “Dört Katmanlı Edebi Tefsir” modeli bizim için ideal bir yol sunar. Dante, bir metnin Literâl (gerçekçi), Alegorik (temsili), Morâl (ahlaki) ve Anagojik (tinsel) katmanda çözümlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Literâl (zâhirin zâhiri), bir metnin açıkça ne söylediği; Alegorik (zâhirin bâtını), bir metindeki simgesel anlatım, göstergeler, metaforlar ve misallerin ne olduğu; Morâl (bâtının zâhiri), bir metinden alacağımız kıssanın ve ahlak dersinin ne olduğu; Anagojik (bâtının bâtını) ise varlık alanında sudûr eden bir metnin –yazarın imasından, bizim anladığımızdan ve yapısının kaçınılmaz olarak yaratacağı üçüncü nesnel anlamdan özerk şekilde–Allâh’ın nazarında ne olduğu, yani Âlem-i Mânâ’daki hakikatidir. Bu tipteki bir çözümlemeyi yapmak oldukça zordur ve birçok disiplinin bilinmesini, birçok bilim ve ilimin yıllar boyunca sırasıyla çalışılmasına dayanır. Ek olarak, yazılım diliyle anlatmak gerekirse bu rüyâlar en az “512-bit şifrelenmeyle” mühürlenmiş şekilde “gaipten” paha biçilemez bilgi kodlarını da taşıyabilir. Böylelikle, bu Metapsişik denkleme Kehanet Rüyâları da eklenmiş olur.
Bir üst seviyeye çıkmak için –ezoterik bir ipucu olarak– Edgar Allen Poe’nun kaleme aldığı bir eleştiri metninde, son derece naif ve önemsiz bir şeymiş gibi zikrettiği “insan zihni, gerçekte varolmamış hiçbir şeyi imgeleyemez” önermesinin hikmetine ermek, eşdeyişle düşünülebilen her şeyin var ve gerçek olduğunu ve hepsinin literâl olarak yapılabileceğinin farkına varmak gerekmektedir. Bu mertebe, günümüzde “teknolojik inkişaf / sibernetik evrim” ütopyasının tezahürlerinden biri olan, Transhümanizm sevdalılarının Homo Deus yani “Tanrısal İnsan” olarak tanımladığı gelişkin insan modelinin zâhirî oyuncaklarla yapabileceği öngörülen birçok şeyin, onlara ihtiyaç duymadan yapılacağı mertebedir.
Önceki mertebelerde iyiden iyiye kendini hissettiren Retrokozalite, yani “Tersine Nedensellik” argümanı bu mertebede işleyen bir evren yasası olarak kendini görünüşe çıkartır. Bugüne kadar filozofları, alimleri, bilimcileri, hatta peygamberleri dahi yakinen ilgilendirmiş, son derece gizemli ve ezoterik konulardan biri olan “geleceğin de yaşanmış ve bitmiş” olması, beraberinde geleceğin de (geçmiş gibi) hatırlanabileceği ile geçmişin de (gelecek gibi) değiştirilebileceği önermelerini de beraberinde getirir. Felsefe, Mitoloji ve Dinler Tarihi’nden açık ve kapalı birçok anlatıyla görünüşe çıkmış ve Bilimdeki birçok deney ve argümanla varlığı hipotetik olarak ispatlanabilen Tersine Nedensellik, zaman ve mekânı aşarak son derece mutlak ve karanlık bir kadercilik anlayışı sunuyor gibi görünse de (ki bu Süper Determinizm olarak da adlandırılır) zamanın ikinci boyutunun ne olabileceğini açıklayan ve bilinebilirlik / değiştirilebilirlik parametrelerince zamanın ötesi ile berisini mekân düzleminde birleştirir. Bu mertebe, zamanın kapılarının –akıl düzeyinde– açıldığı ve kişinin güncel hâline ek olarak, öncelleri ve ardıllarını da şifalandırabileceğini kavradığı katman katmandır. Ek olarak, Anadolu Ezoterizmi’nde farklı suretlerde kendine yer bulan Ricâl-i Gayb’ın Ledünnî ilim ve teknolojisi akla gelir.
Nefs-i Marziyye’nin inanç düzeyi İkan (ilmî açıdan kesinlik), Sema Katmanı Jüpiter, Erk Hayvanı Kurt, Kader Yasası Tersine Nedensellik, Bilinç Merkezi Farkındalık, Bilişsel Konumu Tefehhüm (idrak), Plâtonik Sevgi Türü Pragma (adanmış ve uzun süreli aşk), yükselme Zikri “el-Kayyûm,” Rüyâ Mertebesi Metapsişik ve Kehanet nitelikli rüyâlar, analiz yöntemi Anagojik ve ezoterik ipucu ise Edgar Allan Poe’nun “zihin-hayâl” denklemidir.
—
Birlik, Vahdet-i Vücûd, Gerçek Rüyâ ve Literâlizm denkleminde ilimli ve kemâle ermiş nefs…
VII. Nefs-i Kâmile (Sahibi Kemâl Bulan Nefs): Arınmış, Görüngüler Dünyası’nın düalite paradokslarını tek potada eritmiş, Cemal ve Celali aşarak Kemale ermiş; Kâinatın frekansıyla uyumlanmış; kendi benliğini öldürerek Tanrısal Benliğe ulaşmış; Külli İrade ve tümel bilinçle düşünen, hareket eden; aldığı bütün kararları kaderine ve kader yasalarına itimat ve itikatla gerçekleştiren; Hermetik,⁸ Gnostik⁹ ve Sufist¹⁰ bilgeliğe ait kadim gen paketlerini açmış; ulaştığı “hiçlik makamı” ile kendisindeki Esmaları aktive ederek Allâh’ın “kün fe yekûn” kudretinden payını almış; Allâh’ın kullarını irşad etme ve iyiliği emir, kötülükten de sakındırma hususunda kendisini vazifelendirdiği, mutlak sağduyulu Nefstir.
Bununla birlikte insan, ontolojik mevcudiyetini “ben hiçsem, O heptir” hidayeti üzerinden bu katmanda kavrar. Tasavvuf makamlarına ilerlemek ve daha yüksek sistemlerde görev almak için çoğunlukla sonsuzu taşıyan bir yaşam tohumu olarak mikrokozmostan makrokozmosa, sonsuz tekâmül zincirinin bir parçası olduğu bilinciyle kaynağa dönmek ister.
Sahasrara Çakra ve dolayısıyla Tanrısal Bedenbu mertebenin izdüşümünde ve etkisi altındadır. Kader, tüm boyut ve anlamlarıyla “değiştiremeyeceğimiz şeylerin toplamıdır.” İçinde olduğumuz ve hangi evrensel parametreler tarafından inşa edildiğini ölçemediğimiz her an, kuantum âleminde gizlenen sayısız ihtimalin yalnızca bir tanesinin gerçekleşmesiyle oluşur. Tıpkı Elektronların aynı anda hem dalga, hem de parçacık fonksiyonuna sahip olması gibi, kader, gerçekleşmemiş her ihtimalde dalga fonksiyonundadır. Gerçekleştiği anda parçacık fonksiyonuna dönüşür ve zuhûr ettiği zaman-mekân koordinatına kendini mühürler. Böylelikle, üst-boyutları da aşacak şekilde, takyonik, yani nûranî bir yapıya sahip olmadığımız takdirde –tüm kader olasılıklarını ve onların Domino ve Kelebek etkisiyle geniş planda tezahürlerini asla göremeyeceğimiz için– kimse kendi iradesiyle kendi kaderini dahi kontrol edemez. Watchmen (2009) filminde, meleklere eşdeğer, çok-boyutlu ve Ledünnî yetilerle donanmış ilahi bir karakter olan Dr. Manhattan, tüm kozmik hediyelerine rağmen, kader sahnesinde kendisinin de insanlar gibi bir “kukla” olduğunu, tek farkının ise “iplerini görebildiğini” ifade eder. Bu mertebedeki kişi, tüm ezoterik imkânsızlıklarına rağmen son derece cüz-i bir şekilde kaderine etki edebilecek bir konuma gelir, fakat Kader Yasaları ve Esmaların bir çeşit Arkonu ya da Avatar Bedeni hâline gelmiş olduğu için buna ihtiyaç duymaz.
Bir önceki mertebede bıraktığı kadere itimat ve tevekkül, yerini bir bütün olarak varlığın eşzamanlı tecelliyât ve akışına bırakmıştır. Hz. İdris, Zümrüt Tabletlerinde Kuantum Âlemi ile Astrokozmostaki her şeyin “tek bir mucizenin” sonsuz tezahür ve tekerrürü adına “bir ve aynı” olduğunu müjdelemiştir. Batı dillerinde “omniverse” olarak tanımlanan –bir bütün olarak– Kâinat kaç parçaya bölünebilir, bilmiyoruz. Fakat onun dışına çıkıp Allâh’ın sonsuzluğunun başladığı kozmik ufuktan ona bakma şansımız olsaydı, onu muhakkak “bir” olarak görürdük. Bu anlamda, zaman ve mekân içinde hâlden hâle geçerek yaşanan her şey, Allâh için bir anda, çoktan yaşanmış ve bütünseldir. Bu mertebe, kişiye –tam olarak idrak etmesi imkânsız olsa da– Hz. İdris’in bu irfan dolu önermesine iman etmesini sağlar.
Nefs-i Kâmile mertebesindeki kişi aynı anda gerçeğin rüyâsında ve rüyânın gerçeğindeuyanır. Suretler ve gölgeler, hayâlin potasında erir; böylece uyanıkken olduğu gibi, uykusunda da bilinci açılır. En önemlisi ise önceki mertebelerde berrak bir “kün fe yekûn” ile rüyâlarını nasıl kontrol edebiliyorsa, aynı şekilde içinde uyandığı hayat rüyâsını da kontrol edebilecek hâle gelir. Bunun sırrı, kendinin Levh-i Mahfûz’un hologramik bir projeksiyonu, bedeninin de bu projeksiyonun –var ile yok arasında–kuantik bir gölgesi olduğunu idrak etmiş olmasında yatmaktadır. Böylelikle, Platon’un Mağara Alegorisi ile Gölgeler Metaforu, İbn-i Arabî’nin Ayna Boyutu ile Suretler Metaforu ve Descartes’ın Rüyâ Argümanı ile Elma SepetiMetaforu bizim için çok daha anlamlı hâle gelir. Bu mertebe, Castaneda külliyatında –birbirlerinin yaşadıklarını “rüyâ” olarak gören– Tonal ve Nagual bedenlerinin füzyona girerek birleşmesini sağlayacak kuvvetin açığa çıktığı ve bunun artık boyutlar ve âlemlerin sonsuzluğunda ekolanacağı mertebedir. İki bedenin birleşmesine farklı bir yorum olarak Edgar Allan Poe’nun Kuzgunşiirinde anlattığı şoke edici deneyim örneklenebilir. Bu mertebede rüyâlar, gündelik şuur ile “hayâl” mefhumunda birleşeceği için, görülen şeyler de uyku ve uyanıklık hâlinde de “gerçek” sıfatındaki vizyonlar olacaktır. Bu vizyonlar çözümlemeye ihtiyaç duymayan, Literâl görüntüleri kapsayacağı için, bunların çözümleme yöntemi de aynı şekilde Literâl yöntemdir; ki burada herhangi bir çözümlemeye ihtiyaç yoktur. Belirsiz bir vizyon dahi kendi bilgisiyle gelir. Bunları pek tabi ki Ledünnî Vizyonlar diye tanımlayabiliriz.
Her şeyin bir ve aynı olduğu hakikatinin suretlerinden biri olarak, tüm yasaları bir bütün hâlinde toplayan ve uyum hâlinde çalışmasını sağlayan Birlik–Bütünlük Yasası, Kamil İnsan için görünüşe çıkar. Bu yasanın en önemli görevlerinden biri de Kuantik ve Astrokozmik boyutların arasındaki benzerlik, izdüşüm, dolanıklık, korelasyon, senkronizasyon, özdeşlik ve eşdeğerlik gibi olağanüstü fenomenlerin sürekliliğini ve işletimini sağlamaktır. Bu sebeple, Mevlana’nın da söylediği gibi “insan, küçük evren; evren de küçük insandır” önermesinin müjdelediği şekilde sıradışı kozmik fenomenler, Altın Oran ve Kutsal Geometri gibi yaratımın parmak izini ya da Allâh’ın imzasını taşıyan mucizeler her zaman mevcudiyetlerini korurlar. Bu yasanın ikinci kozmik önermesi, kaç parçaya ayrılırsa ayrılsın, Kâinatın birliğinin, ikiliğinin ve çokluğunun da yalnızca ‘birlerden’ oluşabileceğini, bu birlerin de –hacmi ve kütlesi ne olursa olsun, sıfır boyutlu dahi olsa– yine kendi içinde sonsuzluğu barındıran bir sonsuzluk olduğudur. Böylelikle birden çok, parçadan bütün, sicimden atom, atomdan hücre, hücreden insan, insandan gezegen, gezegenden de evren çıkabileceği; ve tüm bu sürecin tersinden de işleyebileceği idrak edilmiş olur.
Nefs-i Kâmile’nin inanç düzeyi İtikat (kalben onaylama), Sema Katmanı Satürn, Erk Hayvanı Baykuş, Kader Yasası Birlik–Bütünlük Yasası, Bilinç Merkezi Kozmik Bilinç, Bilişsel Konumu Tefekkür (derin düşünce), Plâtonik Sevgi Türü Agape (empatik ve evrensel sevgi), Zikri “Kahhar,” Rüyâ Mertebesi Gerçek nitelikli hayâller ve Ledünnî Vizyonlar, analiz yöntemi Literâl ve ezoterik ipucu ise Hz. İdris’in “Bir” felsefesidir.
—

—
Kaynakça
Ahmed HULUSΗ Bilincin Arınışı (2014).
Ahmet Ulvi TÜRKBAĞ— Descartes’ın Üç Rüyası(1997).
Aristoteles — Ruh Üzerine (2020).
Alan COMBS & Mark HOLLAND— Eşzamanlılık (1998).
Ayşegül ILGAZ — Nefsin Mertebeleri: Yedi Nefs
Titreşimine Metafiziksel ve Bilimsel Bakış [Ders Notu]. (2022).
Bedri RUHSELMAN— İlahi Nizam ve Kâinat(2013).
Berrin TÜRKOĞLU— Rüyaların Gizli Dili(2003).
Carlos CASTANEDA— Rüya Görme Sanatı(2000).
Cihangir GENER— Kuantum ve Ezoterizm. [Ders Notu]. (2021).
Dante ALIGHIERI— Ziyafet (2021).
Edgar Allan POE— Thomas More (1984).
Ekrem SARIKÇIOĞLU— Kitabu’l İdris (2019).
Engin EMİR— Hermes: Metinler & Çalışmalar(2006).
Esat YALÇIN— Gizli İlimler Eğitimi. [Ders Notu]. (2021).
Francis BACON— Seçme Aforizmalar (2016).
Friedrich NIETZSCHE— Zerdüşt Böyle Diyordu(1972).
Gary BUFFALO— Şamanların Erk Hayvanları(2007).
Giovanni FLORAMO— Gnostisizm Tarihi(2005).
Haluk Egemen SARIKAYA— Parapsikoloji(1985).
Hermann MEYER— Kaderin Yasaları (2009).
Ken KEYES— Yüksek Bilinç Kılavuzu (1995).
Mannly P. HALL— Rüya Sembolizmi (2011).
Muhyiddin ARABΗ Nefsini Bilen Rabbini Bilir(2011).
Muhyiddin ARABΗ Sayılar ve Rüyalar (2016).
Philip K. DICK— How to Build a Universe that Doesn’t Collapse Two Days Later (1978).
Platon — Devlet (2010).
Platon — Theaitetos (2016).
Platon — Timaios (2015).
René DESCARTES— İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar (2011).
René DESCARTES— Yöntem Üzerine Konuşma(2015).
René GUÉNON— Doğu Metafiziği ve Tasavvuf (2022).
René GUÉNON— Hind Felsefesinde Kamil İnsan (2002).
Serkan DAL— Nefs Mertebeleri ve Letâifler[Ders Notu]. (2022).
Sezaver SEÇKİ— Kaderi Yöneten Evren Yasaları(2012).
Sigmund FREUD— Psikanaliz Üzerine (2008).
Zack SNYDER— Watchmen [Film]. (2009).
Zafer ERGİNLİ— Tasavvuf Terimleri Sözlüğü(2006).

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️