Tenoktitlan’ın kuruluşu (14. yüzyıl), Jose Maria Jara tarafından resmedildiği şekliyle, 1889
Rutgers Üniversitesi’nde tarihçi ve “Fifth Sun: A New History of the Aztecs” kitabının yazarı Camilla Townsend, “O yeri başka kimse istemediği için aldılar” diyor.
Azteklerin başlıca tanrıları, Savaş ve Güneş Tanrısı Huitzilopochtli, Yağmur Tannsı Tlaloc ve yarı tanrı-yarı kahraman Tüylü Yılan Quetzalcoatl idi. İnsan kurban etme töreninde, kurbanın yüreği Güneş Tanrısı’na sunulurdu. Kan akıtma töreni de yaygındı.
Dinle yakından ilişkili Aztek Takvimi, rahiplerin uğraşı olan kapsamlı bir ayinler ve törenler döngüsünün temeliydi.
Güneş ve savaş tanrısı.Uitzilopochtli olarak da yazılır(Nahuva dilinin Nahuvatl lehçesinde huitzilin: “kolibri” ve opochtli: “sol”).
Aztekler ölen savaşçıların ruhlarının kolibri (çok güzel, parlak renkli bir kuş) bedenine büründüğüne inanırlar ve güneyi dünyanın sol yanı olarak kabul ederlerdi. Bu nedenle Huitzilopochtli’nin adı “güneyin dirilen savaşçısı” anlamına geliyordu. Öteki adlarından ikisi Xiuhpilli (Turkuvaz Prens) ve Totec’ti (Efendimiz). Nahual’ı (büründüğü hayvan biçimi) kartaldı.
‼️Simurg
Pers mitolojisinde bulunan efsanevi kuş
Simurg (Farsça: Zümrüdüanka veya sadece Anka; kökeni Pers mitolojisi ve edebiyatına dayanan, efsanevi, iyicil bir kuştur. Eski Mısır mitolojisindekiFeniksve Türk mitolojisindekiHümaveyaTuğrulgibi kuşlarla benzer özellikler taşır.Sasani ipek dokuma kumaş, Simurg motifine sahip, M.S. 6-7. yüzyıl dolayları
Simurg figürü Pers sanatı ve edebiyatının tüm dönemlerinde görülür.
Sufi Ferîdüddîn-i Attâr bu kuştan kendini aramanın sembolü olarak söz eder. Batı’da Feniks, İran geleneğinde Simurg, Orta doğu geleneğinde Anka kuşu, Türk geleneğinde Kerkes adını alan bu efsanevi kuşların ortak bir özelliği ölümsüzlüktür. Ayrıca bu kuşlarla ile ilgili anlatımlarda genellikle bir yanma motifi bulunur. )
Yılan Tanrısı
Nahuatl dilinde quetzalli: "değerli tüy" ve coatl : "yılan".
Eski Meksika tanrılarının en önemlilerinden olan Tüylü Yılan. Tüylü Yılan betimlemelerinin ilk örneklerine ülkenin merkezindeki Teotihuacan kültüründe (3-8. yy.)rastlanır. O dönemde Quetzalcoatl, Yağmur Tanrısı Tlaloc'la yakından ilgili bir yer ve su tanrısıydı.
Yağmur Tanrısı.
(Nahuatl dilinde “Tomurcuk Verdiren”)
İri, yuvarlak gözlü ve uzun azı dişli bir maske takmış olarak betimlenen figürlerinin ilk örneklerine IS 3-8. yüzyıllar arasındaki Teotihuacan kültüründe rastlanır. Aynı dönemde Mayaların taptığı yağmur tanrısı Chac’la büyük benzerlikler taşır.
Gökyüzü Tanrısı
(Nahuatl dilinde “Puslu Ayna”)
En önemli Aztek tanrılarından. Büyükayı takımyıldızının ve karanlık gökyüzünün tanrısıdır.
Tezcatlipoca kültü, IS 10. yüzyılın sonlarına doğru, kuzeydeki savaşçı Tolteklerce Orta Meksika’ya getirilmiştir. Tezcatlipoca’nın, Tanrı Ouetzalcoatl’ı (Tüylü Yılan) Tula kentinden nasıl kovduğunu anlatan çok sayıda efsane vardır. İstediği kılığa giren büyücü Tezcatlipoca kara büyüyle birçok Toltekin ölümüne neden olur; erdemli Ouetzalcoatl’ı içkiye, günaha ve bedensel tutkulara sürükleyerek Tolteklerin altın çağına son verir. Orta Meksika’daki insan kurban etme geleneği onun etkisiyle başlamıştır.
Tezcatlipoca’nın nahual'ı jaguardır; bu jaguarın benekli postu, yıldızlı bir gökyüzünü andınr. Yaratıcı Tanrı Tezcatlipoca bugünkü evrenden önce yaratılıp yok edilmiş dört evrenden ilki olan Ocelotonatiuh’ta (Jaguar-Güneş) hüküm sürmüştür.
Tezcatlipoca genellikle yüzünde siyah bir şeritle betimlenir; ayaklarından birinin yerinde obsidiyenden bir ayna vardır. Guatemala’daki Mayalar ve Kiçeler 10. yüzyılda sonra Tezcatlipoca’ya Hurakan (Tek Ayak)adını verdikleri bir şimşek tanrısı olarak taptılar. Bazı betimlemelerde ayna Tezcancatlipoca’nın göğsünde yer alır. Bu aynada her şeyi gören Tezcatlipoca görünmeyen ve her yerde var olan bir tanrıdır; insanların bütün eylemlerini ve düşüncelerini bilir.
Kirlilik Tanrıçası
Ixcuina ya da Tlaelquani olarak da bilinir, saflıktan uzak, günahkar davranışlan temsil eden tanrıça.
Huaxteca körfez ovalarındaki halklardan alındığı sanılır. Önemli ve çok yönlü bir toprak ana tanrıçaydı. Yaşamın değişik evreleriyle bağlantılı dört ayrı kimliğe bürünürdü. Genç bir kadın olarak hafifmeşrep ve baştan çıkarıcıydı. Ikinci kimliğinde insanları kötü alışkanlıklara sürükleyen yıkıcı bir tanrıçaya dönüşürdü.
Orta yaşlarda, insanların günahlarını yüklenebilen büyük bir tanrıça biçimini alırdı. Son kimliğinde gençlere musallat olan öldürücü ve korkunç bir kocakarı olarak ortaya çıkardı. Aztekler tören kurallarının çiğnenmesini, yasak cinsel ilişkileri ve geleneklere uymayan davranışları günah ya da “kirli” sayarlardı.
Tlazoltéotl, rahiplerine itirafta bulunan insanların günahlarını bağışlama gücüyle ünlüydü. Bir kimliğiyle insanları günaha sürüklerken, başka bir kimliğiyle günah işleyenleri bağışlayabiliyor ve dünyayı günahtan arındırıyordu.
Bitkiler Tanrısı
(Nahuatl dilinde “Derisi Yüzülmüş Tanrımız”), Meksika’da yağmur mevsiminin başlangıcı olan ilkbaharın ve yeni yeşeren bitkilerin tanrısı. Aynı zamanda kuyumcuların koruyucusuydu. Yeni yeşeren bitkilerin simgesi olarak Xipe Totec, insan derisine bürünürdü. Bu deri ilkbaharda yeryüzünü kaplayan “yeni deri”yi temsil ederdi. Heykellerinde ve taştan yapılma masklarında da hep yeni yüzülmüş bir deriye bürünmüş olarak betimlenirdi.
Mictlantecuhtli
Ölüler Tanrısı.
Genellikle yüzü bir kurukafa biçiminde betimlenir. Karısı Mictecacfhuatl’la birlikte yeraltı dünyası Mictlan’ı yönetir. Savaşta, kurban edilerek, çocuk doğururken, boğularak, yıldırım çarpması sonucu ya da bazı hastalıklardan öldükleri için çeşitli cennetlerin hiçbirine giremeyenler, Mictlan’ın dokuz cehenneminde yargılanmayla geçen dört yıllık bir yolculuğa başlar. Mictlantecuhtli’nin yaşadığı sonuncu cehenneme ulaşınca ya yok olur ya da huzura kavuşurlar.
Yeryüzü Tanrıçası (Nahua dilinin Nahuatl lehçesinde “Yılan Etekli”)
Yaratıcı ve yok edici özellikleriyle yeryüzünün simgesi, tanrıların ve insanların anası olarak kabul edilir. Mexico kentinde, Ulusal Antropoloji Müzesi’ndeki heykeli mitolojideki anlamını çok güçlü bir biçimde somutlaştırır
Amerika kıtasında pek çok farklı uygarlık kurulmuştur; Olmekler, Zapotekler, Mayalar, Aztekler, İnkalar... Orta Amerika’da en önemlileri M.S. 500’lerde Mayalar ile 15. ve 16. yüzyıllarda Aztekler olmuştur. Güney’de ise 12.-16. yüzyıllarda İnkalar en önemli uygarlıktır. Kuzey Amerika’da büyük bir uygarlık kurulmamıştır.
• ZAPOTEKLER
Zapotekler, Olmec etkisinin dorukta olduğu dönemde (M.Ö. 1500 sonrası), Meksika Körfezinde yerleşik bir topluluktur.
Ticaret ve denizcilikte çok ileridirler. Bazı tarihçiler onları ticaret ve denizcilik açısından Akdeniz’deki Fenikeliler’e benzetir. İspanyol istilasına kadar Mayalar’ın üstünde bulunan Oaxaca vadisinde ve Alban Dağı’nda en önemli topluluk onlar olmuştur.
• MAYALAR
Mayalar, bugünkü Meksika topraklarında yaşamışlardır. Bölgenin tek halkı değildir ama bazılarınca Orta Amerika’daki ilk gerçek kent olarak nitelenenTeotihuacan (Tanrılar Kenti) Mayalar ile bağlantılı biçimde değerlendirilmeye başlanmıştır. Ancak yine de parlak bir kültüre sahip bu kentin yaratıcıları tam kesinlikle söylenemiyor. Buna karşılık bölgedeki diğer kentler ve kendisinden sonra gelen uygarlıklar üzerindeki etkisi iyi biliniyor. Tüylü Yılan (Kuetzalcoatl) kültü ve Yağmur tanrı (Tlaloc) inancı buradan Orta Amerika’ya yayılmıştır. Güneş tanrıya sistemli insan kurban etme..
- Mayalar kadar Zapotekler ve Tolteklerinde bu bölgede yaşadığı biliniyor.
- Cerros, Nohmul, El Mirador ve başkent Tikal’dir. Bu kentler erken dönem Maya uygarlığını yansıtırlar.
• TOLTEKLER
Mayalardan sonra M.S. 10.yüzyılda küçük devletler halindeki gruplar Toltek İmparatorluğu yönetiminde birleşirler. Efsanevi Toltek kralı Tezcatlipoca savaşçı bir siyaset izleyip imparatorluğunu Atlas Okyanusundan Büyük Okyanusa dek genişletir.
Toltekler gelişmiş adalet sistemine sahiptirler.
500 yıl kadar devam eden Toltek uygarlığı kıtlık, iç savaş ve sülale kavgaları nedeniyle dağılır.
Aztekler kendi tarihlerini Toltekler’e dayandırırlar. Bir Toltek hükümdarı saydıkları Kuetzalcoatl’ıkurucu ata olarak görürler.
Aztek imparatorluğunun eski başkenti Tenoktitlan ve Meksika Vadisi’nin panoramik manzarası.
• AZTEKLER
(Texcoco Gölü çevresi ) yerleşen Aztekler çevredeki topluluklarla savaşırlar.
Amerika’da uygarlığa en son geçen halk Azteklerdir. 13 yüzyıl başlarında, Aztekler güneyden gelerek Orta Amerika’daki Meksika Vadisi’ne girerler. TexcocoGölü kıyılarına yerleşmeye çalışırlar. Bir-iki yüzyıl içinde Olmeklerden, Teotihuacan’dan, Mayalardan gelen uygarlığı özümseyerek daha ileri taşırlar. Ancak yazıyı dışarıda bırakırlar. Ayrıca Amerika kıtasının en büyük imparatorluğunu kursalar bile geçmişlerinden gelen savaşçı ve yağmacı yaşamdan vazgeçmezler.
PopolVuh (Öğütler Kitabı)
MS 1325’ten 1519’a dek Meksika Vadisi’nde gelişim gösteren Aztek İmparatorluğu, İspanyolların gelişinden önceki son büyük uygarlıktı.
Güneş Taşı olarak bilinen Aztek takvim taşının modern bir seramik replikası. Bazalta oyulmuş orijinal takvim, 1790 yılında Meksika’da gün ışığına çıkarıldı. Daha sonra taş, Meksika’nın gayriresmi ulusal sembolü haline geldi. C: Getty
Aztek İmparatorluğu; Orta Amerika’da, Mezoamerika tarihinin Klasik Sonrası Dönem’inde, MS 1325’ten 1521’e dek gelişim gösterdi. Şehir planlaması, mühendislik, askeri fetih ve eşsiz sanatsal yenilikler konusundaki inanılmaz başarılarıyla bilinen ve Amerika Kıtası’nın en büyük uygarlıklarından biri kabul edilen Aztek İmparatorluğu, 16. yüzyılda İspanyolların gelişinden önceki son büyük Mezoamerika uygarlığı olma özelliğini taşıyordu.
Aztekler (diğer adıyla “Mexica”lar) korku, yetenekli siyasi manipülasyon, ittifaklar ve askeri güçten oluşan bir kombinasyon ile yönetiliyordu. Aynı zamanda Aztekler ünlü zanaatkarlar, mühendisler, inşaatçılar, tacirler ve çiftçilerdi. Renkli ve karmaşık sanat eserleri, yüksek piramitlere ve büyük su kemerlerine sahip uçsuz bucaksız şehirler, oldukça verimli bir tarım sistemi ve logogramlar ile hecesel işaretlerden oluşan bir yazı sistemi yarattılar.
Günümüzde Azteklerin modern Meksika toplumu ve kültürü üzerindeki etkisi yoğun ve geniş kapsamlı olmakla birlikte mutfakta, mimaride, sanatta, edebiyatta ve daha birçok alanda görülebiliyor.
Aztek İmparatorluğu’nun Kökeni ve Gelişimi
Efsaneye göre Aztekler, Meksika Vadisi’ne Kuzey’de bir yerde olduğu varsayılan Aztlán’dan (Nahuatl dilinden gelen Aztlán kelimesi “beyaz topraklar” veya “beyaz balıkçılların diyarı” gibi anlamlara sahip.) göç etmişti. Britannica‘ya göre bu göçmenler, muhtemelen Kuzeybatı Meksika’da yaşayan ve göçebe kabilelerden gevşek bir konfederasyona dönüşen avcı-toplayıcılardı; bu insanlar Meksika Vadisi’nin yerleşik sakinlerine açıkça düşman olan yetenekli birer avcı ve savaşçıydılar.
Ağaç kabuğundan yapılmış kağıtlara yazılan ve akordeon gibi katlanan ünlü Aztek el yazmaları olan birkaç Aztek kodeksinde tasvir edildiği üzere Aztekler, Meksika Vadisi’ne baş tanrıları Huitzilopochtli’nin liderliğinde gitmişlerdi. Vadi’nin verimli tarım arazilerinin de dahil olduğu büyük bir kısmına çoktan yerleşilmişti, bu nedenle Aztekler, Texcoco Gölü’nün batı ucundaki bir adaya yerleştiler. Başkentleri Tenochtitlán’ı (günümüz Mexico City’si), bir kaktüsün üzerine tüneyen ve pençeleriyle bir yılanı kavrayan bir kartalı -Aztek ideolojisinde önemli bir sembol- gözlemledikleri noktaya inşa ettiler; bu sahne, günümüzde Meksika bayrağının üstünde yer alıyor.
Bir Meksika pesosunun yakından görünüşü. Peso üzerinde gagasında çıngıraklı yılan tutan bir kartal -Aztek ideolojisindeki güçlü bir sembol- görülüyor. C: Getty
Bunlarla birlikte modern arkeoloji, Azteklerin kökeni hakkında farklı bir tablo çiziyor. Daha sonraları Aztekler olarak anılacak topluluk, Meksika Vadisi’nde yaşayan ve Nahuatl dilini konuşan birçok gruptan biriydi. MS 12. yüzyılda bu topluluklardan birçoğu kendilerini bağımsız toplumlara dönüştürdü. Arizona Eyalet Üniversitesinde arkeoloji profesörü olan ve aynı üniversitedeki Teotihuacan Araştırma Laboratuvarı’nın yöneticiliğini üstlenen Michael Smith, “Bu grupların siyasi formu aslında şehir devletiydi.” diyor.
Nahuatl dilinde şehir devleti kelimesini “altepetl” kelimesi karşılıyor. Antik Yunan’ın birçok şehir devleti gibi Meksika Vadisi’nin şehir devletleri de kendi orduları, yerli kimlikleri, siyasi ve dini yapıları olan bağımsız politik oluşumlardı. “Tıpkı Atina gibi Aztek şehir devleti Tenochtitlán da kademeli bir ittifak ve askeri üstünlük programı ile askeri ve politik bir ün kazanmayı başardı.” diyor Smith.
Aztek İmparatorluğu’nun bir haritası.
Efsaneye göre ilk başta Aztekler, tarım yaparak ve gittikçe büyüyen küçük yerleşimler inşa ederek adalarında kıt kanaat yaşıyorlardı. Acımasız savaşçılar genelde bölgedeki diğer halklarla savaşıyordu. Geri kalan zamanlarında ise Vadi sakinlerinin dahil olduğu birçok savaşta paralı askerlik yapıyorlardı. World History Encyclopedia‘ya göre silah zoruyla, ittifakla ya da akıllıca yaptıkları siyaset ile -veya bu üçünün birleşimi sayesinde- Aztekler, zaman içinde çevredeki kabileleri ve bölgedeki şehir devletlerini yönetir hale geldiler. Azteklerin yükselişinden önce Meksika Vadisi’ndeki baskın politik ve kültürel güç olan Tolteklerin çöküşünde Azteklerin de payının olabileceği düşünülüyor.
1427 yılında Aztekler ile Azcapotzalco şehrinden Tepanecleri karşı karşıya getiren bir mücadele olan Tepanec Savaşı patlak verdi. Bu mücadele, Tepanec Kralı Tezozomoc’un ölümünden sonra güç yarışına giren iki Tepanec yöneticisi arasında fittillenen iç savaş nedeniyle daha da hızlandı. Aztekler bu yöneticilerden biri olan ve Tezozomoc’un oğlu Maxtla’ya karşı mücadele veren Tayahuah’ın tarafını tutuyordu. Başlangıçta savaş, Azteklerin aleyhinde seyrediyordu; Aztek hükümdarı Chimalpopoca, çatışmada öldürüldü. Fakat yeni Aztek hükümdarı Itzcóatl (hükümdarlık: 1428-1440) başa geçtikten sonra savaşta ani bir değişim yaşandı. Birkaç şehir devletiyle koalisyon yapan Itzcóatl; Azcapotzalco şehrine doğru ilerlerdi, Maxtla’yı alaşağı etti ve şehri ele geçirdi.
Bundan hemen sonra, 1428’de, Itzcóatl; bölgedeki daha güçlü iki şehir devleti Texcoco ve Tlacopan adlı komşu devletler ile ittifak oluşturdu. Bilim insanları tarafından Aztek İmparatorluğu’nun başlangıcı olarak görülen (Diğer bazı bilim insanları ise imparatorluğun çok daha erken bir tarihte, Tenochtitlán’ın kuruluş tarihi olan 1325’te başladığını iddia ediyor.) bu ittifak, “Üçlü İttifak” adıyla biliniyordu. İlk olarak üç şehir, Vadi’yi nispeten eşit şekilde yönetiyordu. Fakat zamanla Aztekler, bölgenin tek politik gücü ve hakimi haline geldiler.
1428’den 1440’a dek hüküm süren İmparator Itzcóatl’ı gösteren bir tasvir. C: Wikimedia Commons
“Aztekler, ‘dolaylı yönetim’ adı verilen bir politika ile yönetiliyordu.” diyor Smith. “Bu, doğrudan yönetimin tam tersi bir siyasi yönetim biçimiydi ve fethedilen grubun politik, kültürel veya dini kurumlarına doğrudan müdahale etmiyordu. Bir şehir veya toprak Aztek İmparatorluğu’na borçlu olduğu vergiyi zamanında ve olması gerektiği kadar ödediği sürece Aztekler yerel liderlere karışmıyordu.”
I. Moctezuma’nın 1440’tan 1469’a dek süren hükümdarlığı sırasında Aztekler sınırlarını güneyde Oaxaca Vadisi’ne, batıda Pasifik’e ve doğuda Meksika Körfezi’ne doğru genişlettiler. Moctezuma aynı zamanda Güney Meksika’da yaşayan Mikstek kavimleri ile başarılı bir savaş sürdürdü. İmparatorluğa eklenen bu yeni bölgeler ile birlikte ticari mallar, haraçlar ve vergiler Tenochtitlán şehrine akmaya başladı. Bu mallar arasında her iki deniz kıyısından gelen deniz kabukları, yeşim taşları, papağan tüyleri ve güneydeki tropikal ormanlarda yaşayan kedigillere ait postlar olduğu kadar imparatorluğun her bir köşesinden gelen değerli taşlar ve altın ile gümüş gibi metaller de yer alıyordu.
Metropolitan Sanat Müzesi’nin Antik Amerika Kıtası kategorisindeki sanat eserlerinin yardımcı küratörlüğünü üstlenen Laura Filloy Nadal, “Her bir hükümdarın Aztek topraklarını zaman içinde fetihler ve ittifaklar sayesinde genişletmesi ile birlikte Aztek İmparatorluğu yavaş yavaş büyüdü.” diyor. “Bu fetihlerin amacı yalnızca yeni topraklar kazanmak değil aynı zamanda Mezoamerika’nın dört bir yanındaki materyallere ve mallara erişim sağlamaktı.”
1486’dan 1502’ye dek hüküm süren Ahuitzotl ise I. Moctezuma’nın torunuydu ve oldukça başarılı bir askeri liderdi. Seleflerinin tamamından daha hırslı askeri seferler düzenleyerek günümüzde Meksika ve Guatemala’nın güney sınırını oluşturan yerler kadar uzaktaki topraklar da dahil olmak imparatorluğa büyük toprak parçaları kazandırdı. Huastecler ve Zapotecler gibi birkaç Mezoamerika halkına karşı başarılı askeri harekatlar yürüttü. Ahuitzotl aynı zamanda Tenochtitlán’ı binalar, tapınaklar ve saraylar ile süsleyen azimli bir liderdi; devasa Templo Mayor’u (Büyük Tapınak) yeniledi, imparatorluğu sahilden sahile ve kuzeyden güneye birleştiren çok kollu bir yol ağı oluşturdu.
Bir zamanlar Ahuitzotl’un küllerini muhafaza eden taş kutunun tabanı. Rölyef, bir kase yağmuru döken yağmur tanrısı Tlaloc’u gösteriyor. C: Wikimedia Commons
Ahuitzotl, Azteklerin kurban töreni uygulamasını desteklemesiyle de tanınıyor. İnsan kurban etme, uzun bir süre boyunca Aztek kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak varlığını sürdürdü fakat Ahuitzotl genellikle savaşta ele geçirilmiş esirleri Huitzilopochtli Tapınağı’nda kurban ederek bu uygulamayı hayal dahi edilemeyecek noktalara taşıdı. Britannica‘ya göre Ahuitzotl, 1487 yılında Tenochtitlán’daki yeni bir tapınağa ithafen yapılan şenlikler sırasında yaklaşık 20.000 esiri kurban etmişti.
Aztekler imparatorluklarını kapsamlı bir vergileme sistemi sayesinde ayakta tuttular ve güçlendirdiler. “Bu yalnızca haraç ya da tek seferlik bir ödeme değildi.” diyor Smith. “Aztekler, Romalılar ve Yunanlarınkiyle kıyaslanabilecek derecede düzenli, sofistike bir vergileme sistemine sahipti.” Para biriminin Mezoamerikan biçimi olan kakao çekirdekleri ve pamuklu kumaş, sıradan insanların Aztek derebeylerine ödedikleri birincil vergi biçimiydi. Kakao çekirdekleri küçük parasal işlemlerde kullanılırken pamuklu kumaşlar daha büyük işlemlerde kullanılıyordu.
Aztekler oldukça etkili, iyi eğitilmiş bir ordu sayesinde düşman toplumları savuşturdular ve imparatorluklarını yaşattılar. World History Encyclopedia‘ya göre Azteklerin erkek çocukları, çok küçük yaşlardan itibaren özel askeri birliklerde savaş için eğitiliyordu. Bunlar arasından gelecek vadedenler, ordunun üyesi yapılıyordu; burada ilk olarak diğer savaşçıların silah ile mühimmat taşımasına yardım ediyorlar ve arada sırada avcı birliği olarak hareket ediyorlardı. Daha sonraları bu genç savaşçıların göğüs göğse mücadele etmesine izin veriliyordu. Aztek savaşlarının esas amaçlarından biri, ritüel kurbanında kullanılmak üzere esir yakalamaktı; hatta bir Aztek savaşçısı, savaşta yakaladığı esir sayısı ile orantılı şekilde başarılı sayılıyor ve statü kazanıyordu ve Çiçek Savaşı adıyla da bilinen bütün savaşlar, sadece ve sadece düşman savaşçıları esir etme amacıyla komşu gruplarla yapılmıştı. 20 esir yakalayan bir savaşçı, Aztek ordusunun “jaguar birimi” ya da “kartal birimi” gibi seçkin savaş birimlerine katılmakta özgürdü.
16. yüzyılın başlarına gelindiğinde Aztek İmparatorluğu gücünün zirvesini yaşıyordu. Aztek devleti valiler, savaşçılar, mahkemeler, vergi toplayıcıları ve sivil ve dini memurlardan oluşan karmaşık bürokratik sistemi ile iyi organize edilmişti. Bu hiyerarşik piramidin tepesinde, Nahuatl dilinde “tlatoani” diye adlandırılan hükümdar vardı. Britannica‘ya göre bu hükümdar, 207.200 kilometrekareye yayılmış yaklaşık 5-6 milyon insana hükmediyordu. Bu engin bölge, 400 ila 500 civarı şehir devleti içeriyordu.
Azteklerin Başkenti Tenochtitlán
Günümüzde Tenochtitlán, modern Meksika’nın altında gömülü durumda. Yaklaşık 500 yıl önce Aztek başkenti, 400.000 civarı sakini ile büyüyen bir metropoldü; bu sayı, şehri o dönemdeki birçok büyük Avrupa şehrinden daha büyük hale getiriyordu. Şehri göl kıyısıyla bağlayan jilet gibi dümdüz yollar ve geniş caddeler ile süslenmiş Tenochtitlán piramitler, tapınaklar, saraylar, temiz su için kullanılan yapay depolar ve bahçelere sahipti. Hatta uzaktaki Sierra Madre Dağlarından şehre su taşıyan büyük bir su kemeri bile vardı. Aztekler şehrin sakinlerini “chinampas” yani “yüzen bahçe”lerden oluşan sofistike bir tarım sistemi ile besliyorlardı; bu yüzen bahçeler, birbirini izleyen çamur, sopa ve bitki katlarının küçük bir ada oluşturana dek üst üste eklenmesiyle oluşturuluyordu. HortTechnology adlı dergide 2020 yılında yayımlanan bir araştırmaya göre yüzen bahçeler oldukça verimli ve sürdürülebilirdi.
World History Encyclopedia‘ya göre şehrin merkezinde “Kutsal Bölge” olarak bilinen ve tanrıların tapınakları ile bir anıtsal top sahasını kapsayan bir alan vardı. Kutsal Bölge’deki en dikkat çekici tapınak, “Templo Mayor” ya da “Büyük Tapınak”tı. Şehrin ufuk çizgisine hükmeden bu yüksek piramit, iki tapınakla taçlandırılmıştı: Bu tapınaklardan biri Huitzilopochtli’ye, diğeri ise yağmur tanrısı Tlaloc’a adanmıştı. Her biri bazalta oyulmuş büyük yılan kafaları nezaretindeki iki paralel merdiven, piramidi zemin seviyesinden yukarı doğru taşıyordu.
Hernán Cortes’in mektupları arasında bulunan, Aztek başkenti Tenochtitlán’ı gösteren, elle çizilmiş bir harita. C: Alamy
Nadal’a göre Templo Mayor’un tabanı kuzeyden güneye 78 metre, doğudan batıya ise 83.6 metre uzunluğundaydı. Yüksekliği ise 45 metreydi; bu, modern Meksika’nın hemen doğusunda konumlanan Kolomb Öncesi Teotihuacan şehrinde yer alan ve Mezoamerika’nın ikinci en büyük piramidi olan Ay Piramidi ile kıyaslanabilir bir uzunluktu. Templo Mayor’un yapımında kullanılan materyaller arasında volkanik taşlar, toprak, kireç taşı, kum ve tahta yer alıyordu.
Nadal, “Templo Mayor 1914 yılında keşfedilmiş olsa da 1978 yılında Meksikalı Arkeolog Eduardo Matos Moctezuma ve meslektaşları piramidi yüzlerce yıl boyunca kaplayan toz topraktan arındırana dek burada kapsamlı bir kazı yapılmadı.” diyor. “Moctezuma ile meslektaşları, yapının ilk inşaatı 1325 yılında başlasa da tapınağın yüzyıllar boyunca en az altı kez yenilendiğini ve İspanyol işgalci Hernán Cortés’in 1519’da oraya ayak basmasından hemen önce son halini aldığını keşfettiler.”
Aztek Dini
Aztekler politeistti yani her biri birbirinden farklı güçlere, mizaçlara ve sembollere sahip bir tanrılar topluluğuna inanıyorlardı. ThoughtCo’nun aktardıkları doğrultusunda bazı tahminlere göre Aztek panteonu en az 200 tanrıdan oluşuyordu. Dört büyük tanrı ve çok sayıda küçük tanrı vardı. Aztek panteonunun baş tanrısı, Britannica‘ya göre ismi “solak sinek kuşu” veya “güneydeki sinek kuşu” anlamlarına gelen savaş tanrısı Huitzilopochtli’ydi. Huitzilopochtli güneş ve ateş ile ilişkilendiriliyor ve genelde renkli sinek kuşu tüyleriyle bezenen ve bir elinde kalkan diğer elinde ise yılan taşıyan bir savaşçı olarak resmediliyordu. Yüzünün alt kısmı maviyken üst kısmı siyahtı.
Huitzilopochtli ile hemen hemen eşit derecede önemli diğer bir tanrı ise ismi “tüylü yılan” anlamına gelen Quetzalcoatl’dı. Quetzalcoatl ışık, bilgelik ve sanat tanrısıydı; rüzgar ve Venüs gezegeni ile ilişkilendiriliyordu. Aztek kültürüne göre Quetzalcoatl insanlığa kitaplar (kodeksler), takvim ve mısır gibi birkaç hediye vermişti ve bazı tasvirlere göre insan kurban etme uygulamasına karşı bir duruş sergiliyordu. Quetzalcoatl’a dair en eski bahisler, Kolomb Öncesi Teotihuacan bölgesinden geliyor; bu alanda şehrin sanatında tüylü yılan motiflerinin yaygın olduğu görülebiliyor. Yucatán’da yaşayan Mayaların da Quetzalcoatl’a “Kukulcan (Kukulkan)” adı altında taptığı biliniyor.
{ İlkçağ kitabının geleneksel biçimi olan, papirüs tomarının adı, Latince “volumen”di. Bunun yerini, l.S. 2. ve 4. yüzyıllar arasında, gitgide, iç içe konan ve kırılarak birbirini izleyen formalar oluşturan “codex” aldı
“Kodeks bir dizi kağıt, parşömen ya da papirüs gibi yazılabilir materyallerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan kitap. Kodeks kelimesi, “ağaç gövdesi”, “tahta blok” veya “kitap” anlamına gelen Latince caudex kelimesinden gelir.”}
16. yüzyıla ait “Codex Telleriano-Remensis” adlı eserde resmedildiği şekli ile Aztek tanrısı Huitzilopochtli: Savaşın, güneşin, insan kurbanının tanrısı, Tenochtitlan’ın koruyucusu ve Azteklerin ulusal tanrısı. C: Getty
İsmi “dumanlı ayna” anlamına gelen Tezcatlipoca ise Azteklerin adalet, yeryüzü, kehanet, büyü ve gece tanrısıydı. “Görünmez tanrı” olarak resmedilse de Aztek sanatında çoğunlukla yüzü siyah ve sarı çizgilerle boyalı ve başının üstünde balıkçıl tüyleri, el ve ayak bileklerinde deniz kabukları, elinde ise bir kalkan yer alır vaziyette tasvir ediliyordu. Ayrıca geleceği görmek ve insanların düşüncelerini anlamak için kullandığı obsidiyen bir ayna taşıyordu. Toltekler ve Mayalar gibi diğer Mezoamerika toplumları da Tezcatlipoca’ya tapıyordu.
Bunların yanında Aztekler, ismi “bir şeyleri filizlendiren” anlamına gelen yağmur tanrısı Tlaloc’a da tapıyordu. Tlaloc Mezoamerikan sanatında genellikle jaguarınkine benzer çıkıntılı köpek dişlerinin yer aldığı bir maske takar şekilde resmediliyordu. Tlaloc yağmura ek olarak tarım, doğurganlık ve fırtına ile de ilişkilendiriliyordu. ThoughtCo‘ya göre Tlaloc, MÖ 1200’den MÖ 400’e dek modern Meksika eyaletlerinden Veracruz ve Tabasco’da gelişim gösteren Olmek kültürü kadar erken bir dönemde bile yer alan tasvirleri ile en eski Mezoamerika tanrılarından biriydi.
Aztek İmparatorluğu’nun Çöküşü
Nadal, “II. Moctezuma dönemine gelindiğinde, 16. yüzyıl başlarında, Aztek İmparatorluğu en geniş haline ulaşmıştı.” diyor. “İmparatorluk, günümüzde büyük oranda Meksika’nın orta kısmını kaplayan en az 61 şehre bölünmüştü.” Fakat 1519’da Cortés, Aztek İmparatorluğu’nu istila etti. 500 İspanyol asker eşliğinde Veracruz’a ayak bastı ve Aztek yönetimiyle ters düşen birkaç yerli grupla ittifak yaparak ülkenin iç kısmına doğru ilerlemeye başladı; bu gruplardan biri de Tlaxcala’da yaşayan, Nahuatl dilini konuşan, hiçbir zaman Aztek egemenliği altına girmeyen ve Azteklere şiddetle kafa tutan Tlaxcalalılardı.
Cortés Tenochtitlán’a ulaştığında her biri Aztek İmparatorluğu’nu devirme ve şehri yağmalama niyetinde olan binlerce askeri komuta ediyordu. Yeni hükümdarları Cuauhtémoc’un yönetimindeki Aztekler ilk başta sert bir şekilde direndiler. Fakat yüksek kaliteli demir silahlar, arkebüzler (fitilli tüfekler), toplar ve hem İspanyol hem Tlaxcalalı süvariler, Aztekler için çok fazlaydı. 1521’de Cortés ve müttefikleri şehri ele geçirmeyi başardılar.
Fakat Aztekleri yok oluşa götüren tek faktör silahlar değildi.
Günümüzde Meksika’da konumlanan Templo Mayor, Azteklerin başkentleri Tenochtitlan’da yer alan ana tapınaklardan biriydi. C: Getty
Smith’in söylediklerine göre Avrupa’dan gelen hastalıklar, özellikle de çiçek hastalığı, Cortés’in zaferinde önemli bir rol oynamıştı. “Yerlilerin bu hastalığa karşı bağışıklığı yoktu ve hastalık, binlerce kişiyi öldürerek bölgeyi yıktı geçti.”
A Pest in the Land: New World Epidemics in a Global Perspective adlı kitabın yazarı olan Tarihçi Suzanne Alchon, Aztekler ve diğer yerli halklar da dahil olmak üzere Meksika Vadisi sakinlerinin dörtte biri ila yarısının hastalıktan öldüğünü belirtiyor.
Bugün popüler hayal gücünde Aztekler, doğru ya da yanlış, öncelikle kan donduran insan kurban etme ritüeliyle uğraşan azılı savaşçılar olarak biliniyorlar. Fakat Smith’e göre Aztekler bundan çok daha fazlasıydılar: Belki de Mezoamerika’nın en sofistike uygarlığını yarattılar ve o dönemde Avrupa’da yürütülenlerle yarışan, hatta bazen onları geçen devasa mühendislik ve inşaat projeleri ile ilgilendiler. Aztek sanatçıları, Amerika Kıtası’nın en karakteristik sanat eserlerini oluşturdular; bu eserlere ait harika taş, tüy ve seramik parçaları şimdi dünya etrafındaki müzelerde sergileniyor.
Aztekler Hakkında Sizi Şaşırtacak 20 İnanılması Güç Bilgi
1. Aztek ismi Avrupalılar tarafından uydurulmuştur, onlar esasen kendilerini "Meksikalı" diye adlandırıyorlardı.
2. Azteklerde mezarlık diye bir şey yoktu, genellikle ölülerini evlerinin altına gömüyorlardı.
3. Çoğu zaman, diğer hayatında kendisine yol göstersin diye köpekleri de ölen sahipleriyle birlikte öldürülüyordu.
4. Bir gelir kaynağı olarak bizzat kendilerini veya çocuklarını köle olarak satıyorlardı.
5. Sözleşmeli kölelik sistemi yaygındı, yani sözleşme bitiminde bonservisinizi ödeyerek özgür bir insan olabiliyorsunuz.
Cjgfjkk
6. Azteklerin başkentinin adı "Tenochtitlan"dı ve bir gölün ortasında bulunuyordu.
Bugün oraya biz Mexico City diyoruz ve tamamen kuruduğu için gölü göremiyoruz.
7. Tenochtitlan gelişmiş bir temizlik sistemine sahipti, şehri temizleyen temizlik işçileri vardı ve kent resmen bal dök yala kıvamındaydı.
8. Avrupalılar tarafından ilk keşfedildiğinde Tenochtitlan çoğu Avrupa kentinden çok daha büyüktü.
9. Aztekler asla tekerleği icat edemedi!
10. Ve asla demir ve çelik kullanmadılar.
Mcjl
11. Çocuklar için eğitimi zorunlu hale getiren ilk uygarlık Azteklerdir.
12. Azteklerin yok olmasına sebep olan şey Avrupalıların bulaştırdığı hastalıklardır.
13. Aztek dili "N’ahuatl" hiyeroglif gibi resimlerden oluşmaktaydı.
14. Aztekler bu dili kurbanların adlarından vergilere kadar her şeyi kayıt altına almak için son derece başarılı bir şekilde kullanmışlardır.
15. Kauçuk bir topu, hiç yere düşürmeden, son derece küçük bir halkadan geçirmeye çalıştıkları "Ullamaliztli" adlı bir oyunları vardı.
Bu oyunda sadece dizlerinizi, dirseklerinizi, kafanızı ve kalçalarınızı kullanabiliyordunuz.
16. Kurban ayinlerinin bu oyunla ilgili olduğu düşünülüyor çünkü oyun sahalarının civarında çok sayıda eski oyunculara ait olduğu düşünülen iskeletler bulunmuş.
17. Kurban edilmek bir onur sayıldığı için, tarihçiler bu cesetlerin oyunu kazananlara mı yoksa kaybedenlere mi ait olduğu konusunda kararsızlar.
18. Avrupalıları çikolata ile tanıştıran uygarlık Aztekler.
Öyle ki çikolata adı Aztek dilindeki 'chocolātl' kelimesinden geliyor. Çikolatayı bizim bu gün bildiğimizden farklı şekilde, baharatlarla zenginleştirilmiş içecek olarak üretiyorlar.
19. Aztekleri İspanyol istilacı Hernan Cortes komutasındaki ordu, çevre kabilelerden de destek alarak yıkıyor.
20. Tenochtitlan'ı almak için yapılan savaşta 250 bin kişinin öldüğü düşünülüyor.
Ardından Cortes, Mexico City'i bulma umuduyla Tenochtitlan'ın harabeleri içerisinde ilerlemeye devam ediyor.
Kolomb'un İkinci Amerika yolculuğunda olan Dr. Diego Alvarez Chanca, acı biberi İspanya'ya getirmiş ve bu konudaki ilk yayını 1494 yılında yapmış.
Acı biberin tarihi konusunda okuduğum metinlerde orijin olarak Kuzey Amazon havzasından dağıldığı, MÖ 7500 civarında Güney Amerika'nın çok yerinde, özellikle Meksika'da, Peru'da ve Guatemala'da yabani bir ürün olarak yetiştiği yazılıyor. Dolayısıyla doğal coğrafi yayılımla Orta - Güney Amerika bandında Batı Hint Adaları ve ABD'nin en güney eyaletlerini de içine alacak şekilde yabani olarak boy veriyor ya da yetiştiriliyormuş. Bu görüşü destekleyecek şekilde geçtiğimiz yıllarda yapılan arkeolojik araştırmalarda Peru ve Bolivya'da, muhtemelen 5000 - 6000 yıl önce, farklı biber çeşitlerinin yetiştiği, Peru yerli halkının acı biberi MÖ 3000 civarında evcilleştirdiğine dair kanıtlar bulunmuş. Recoto, Locoto ve Ekvador'da da çok yakın zamanlarda ortaya çıkarılan aynı dönemlere ait kullanılmış pişirme kaplarında ve öğütme taşlarında farklı biber cinslerinin nişasta tanelerini tanımlamaları, hatta bazı mikrofosiller bulmaları tropikal Amerikan yerel mutfağındaki en eski biber kanıtları olarak oluşturulan savları desteklemekteymiş. İlginç olan şu ki, bu bölge günümüzde de dünyadaki en fazla yabani bibere sahip olma özelliği taşımaktaymış!
Dört yüzden fazla çeşidi, farklı dillerde iki yüzden fazla kelime karşılığı olan "chilli"
Amerika kıtasına ilk çıkanların satırlar arasına sıkışmış cümlelerinde, hazırladıkları raporlarda Aztek ve Maya geleneklerinde, acı biberin sadece yiyecekleri tatlandırmak için değil, aynı zamanda evleri dezenfekte etmek, ritüelik törenleri süslemek, hastalıkları iyileştirmek, hatta düşmanlardan korunmak için de kullanıldıklarını göstermiş. Botanik adı Yunancada "ısırmak" anlamına gelen "kapsimo" kelimesinden türetilerek Aztek lehçesi Nahuatl'dan esinlenilip "Capsicum Annuum" olarak isimlendirilen biberin saptanan 400'den fazla çeşidi varmış. Dünya dillerinde acı biber için kullanılan 200'den fazla karşılık olsa da, Meksika terimi olan "chilli" kelimesi, Şili ülkesini andırırcasına genellikle her dile geçen karşılığıyla anlaşılmakta ve lezzetlerin ortak bileşeni olarak damaklara buruk bir acı tat katmakta.
O günlerde dünyanın en pahalı tüketim malzemesi olan karabiberi ve baş tacı yapılan egzotik baharatları ülkesine getirmek için İspanya'dan Hindistan'a gitmek amacıyla yola çıkan Kolomb, sadece Amerika'yı Hindistan sanmakla kalmamış, -belli ki- acı biberi de başlarda karabiber zannetmiş. Zaten bu yüzden Avrupalı hiç kimsenin bilmediği bu bitkiye de "biber" denmiş; karabiberin yerine ikame edilebileceği düşüncesiyle Avrupa'ya taşınanlar içinde ilk değer verilenler arasında olmuş. Yerli halk tarafından tamamen evcilleştirilmiş olarak tarımı yapılan acı biber, 1493'te Kolomb'un Amerika kıtasına yaptığı ikinci yolculukta yanında götürdüğü Dr. Diego Alvarez Chanca tarafından İspanya'ya getirilmiş, acı biberin nitelikleri hakkında ilk yayın yine onun eliyle 1494 yılında eve döner dönmez yayımlanmış.
Acı biber renkleri üzerinden Aztek felsefesini anlamak
İncil'de yer almadığı için kültürleri değer bulmayan, birikimleri kaba şiddet ve zulümle karşılaşan Güney Amerika yerli halklarının örf adetleri, törenleri, inanışları, üretimleri, günlük yaşamdaki özellikleri asırlar sonra da olsa bugün anlaşılmaya, yaşatılmaya çalışılıyor. Yeni yeni fark edilen şeylerden biri de Aztek kültüründe biberlerin renkleri üzerinde kurulan karmaşık sembolizmalar ve felsefi açılımlar!
Aztek yerel dili Nahuatl lehçesinde biber anlamındaki "xoxouhqui" kelimesi hem "yeşil" hem de "çiğ" anlamına geliyormuş. Yeşil renk olgunlaşmamış bitkilere ve baharın gelişine çağrı yaparken sarı - kırmızı renkler olgunluğa, bilgeliğe, verimin bereketine atfediliyormuş; yağmurlu mevsim ve verimlilikle ilgiliymiş. Amerika kıtasına çıkanların yıllar sonra fark ettiği şey Meksika'da acı yeşilbiberlerin tek başına ve taze olarak yenmediği, mutlaka yanında kurutulmuşu ile sofraya taşındığı olmuş. Dolmalık biber, domates, kabak, patlıcan ve asma yaprağı gibi içi doldurulabilen sebzeler, tek başına yenmiyor, mutlaka farklı gıdalarla birlikte işleniyormuş. Bugün de yerel kültürlerin yaşam tarzında devam ettiğini fark ettiğim renk sembolizması biberleri taze ve kuru olarak değerlendirip, kurutulmuşu "sıcak", yaşı "soğuk" olarak nitelendiriyormuş. Ve kuruyla yaşın, sıcakla soğuğun mutlaka birlikte yenmelerini öğüt veren bir anane şeklinde, renkli karışımlar sofradaki kültürel geçmişinin koruyucusu olarak devam ediyormuş.
Batının "dualizm" olarak tanımladığı iki karşıt ilkenin varlığını andıracak benzerlikte olan bu felsefe, taze - kuru ve kırmızı – yeşil renkleriyle yaşatılıyormuş. Yani bizim "siyah-beyaz" karşıtlığı onlarda farklı renklerdeki biberlerde aranıyormuş. Ve bir süre sonra fark edilmiş ki, Miletli hemşerimiz Anaksimandros'un dediği gibi, kırmızılı yeşilli biber renkleri karşıt ve tamamlayıcıymış; sıcak-soğuk, yaş-kuru gibi zıtlar evreni kuran dinamizm içinde sürekli çatışma halindeymiş.
Aztek kültüründe farklı biber renkleri karşıt ve tamamlayıcıymış. Bizdeki siyah-beyaz çatışması onlarda kırmızı-yeşil arasında simgeleniyormuş.
Güney Amerika festivallerinde görülen Aztek inancı izleri
Aztekler yeşili, çok sevdikleri yeşim taşıyla birlikte topraktan bitkilerin damarlarına dağılan, bitkinin kanı olan değerli su şeklinde ifade ederken, kırmızıyı karşı cins olarak görüp kan rengi ile ilişkilendirmiş. Azteklerin hala sürdürülen geleneklerinden olan "Ateş Tanrısı Festivali" boyunca yeşil ve kırmızı renkli yiyeceklerden bir karışım sunulması bu kültürün günümüzdeki yansıması olarak kabul ediliyormuş. Bugün ağaç kabuklarından ve liflerden örülü kumaş üzerine resmedilen figürlerde bu iki tamamlayıcı renk yer alırken, misyonerlerce dört bir yere dağılan kiliseleri süsleyen kırmızı çiçekler ve yeşil yapraklar yerel ibadetlerde eski günleri anarcasına yer alıyormuş.
İşte bu yüzden bu döngüyü tamamlamak için biber sosları her zaman dövülerek ya da suyla karıştırarak yapılırmış. Nahuatl dilinden konuşursak, kırmızı renk için kullanılan "chilchitic", "chilli" ve "eztli" sözcükleri aynı zamanda "kan" ile eşdeğermiş, kırmızı acı biber damarlarımızda dolaşan kana verilen önem kadar işlevselmiş.
Batı dünyasının siyaha yüklediği simgesel değerler Aztek kültüründe kırmızıda toplandığı için, Antik Nahau ikonografisinde kırmızı - beyaz kombinasyonu kurak mevsimi gösterirken yağmurlu mevsim, kırmızı – siyah karışımıyla ifade edilmiş. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan toprak boyamalardaki kırmızı-yeşil ve siyah renkler İspanyol istilasından önceki dönemi gözler önüne seriyormuş. Kırmızı aynı zamanda doğurganlığı simgelenirken gece ve kadın üreme organları siyahla şekillenmiş, siyah çoğalmanın mekânı olarak yeraltı dünyasının temel rengi olarak irdelenmiş.
Yolunuz bu topraklara düşerse lütfen sofranıza bu gözle de bakın, biberin yaşamı da, yiyecekleri de daima sıcak hale getirdiği, kuru kırmızıbiberin pişirilen ya da suya bastırılan her şeye hayat katacağı düşüncesi içinde önünüze konanları birlikte tatmaya çalışın. Güney Amerika kültürünün yansıdığı her yerde hem göze hem de gönüllere hitap eden Meksika mutfağının geleneksel "mole" yemeği de bu konuda verilebilecek iyi bir örnek! Bu yemeğin içinde kırmızının ve yeşilin açık ve koyu tonlarının yer alması, tam bir renk harmonisi içinde sofralara taşınması doğanın sunduğu nimetlerin bir bütün içinde ele alınması aynı zamanda her şeyin karşıtıyla var olduğunu da anlatıyormuş.
Meksika mutfağının ünlü "Mole" yemeği, yerli halkların izdüşümlerini renkleriyle yaşatmakta.
Felsefi açıdan çok düşünüre ışık tutan "karşıtların birliği" ile hayatı anlayabilmek, tez-antitez-sentez süreci içinde bilimsel araştırmalara zemin hazırlamak –demek ki- biberli bir yemeğin sunduğu lezzetlerle de karşımıza çıkabiliyor. Zaten yaşam da, bilim de, doğayı anlayabilmek ve daha doğruyu bulmada kullanılacak en etkin yolu aramak değil mi? Mole yemeği içindeki "sarı" mısır hamuruyla karıştırılan açık kırmızı "guajillo" biberiyle, "siyah" da çikolata ve kızarmış tortillayla karıştırılarak elde ediliyormuş. Hoş bugün tohumların ıslahıyla ve genetik denemelerle turuncu, siyah, mavi, mor gibi farklı renklerde de biber üretiliyor ama Aztekler örneklerini doğadan aldıkları için çok daha sağlıklı ve doğal yoldan çözüm bulmuşlar, simgelerini biberli imgelere eklemişler.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
İrfan Yalın | Koleksiyoncu
'Büyük bir uygarlık kendi içinden parçalanmadıkça fethedilemez' William Durant.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️