14 Mart 2024 Perşembe

kutsal sandik &Tanis Sehri & Kral Arthur

⚠️Üzeyir’le ilgili temel problem Kur’an’da bildirildiği üzere (et-Tevbe 9/30) yahudilerin onu Allah’ın oğlu olarak kabul etmeleridir. İslâm âlimlerine göre Üzeyir kaybolan Tevrat’ı yeniden ortaya çıkardığı için yahudiler onu Allah’ın oğlu kabul etmişlerdir. İslâm kaynaklarında bununla ilgili iki rivayet vardır. Bir rivayete göre Üzeyir zamanında İsrâiloğulları Tevrat’ı terketmiş ve doğru yoldan sapmışlardı. Bunun üzerine Allah, Tevrat’ı ve tabutu (tâbût, ahid sandığı) ortadan kaldırır ve hâfızalarındaki Tevrat’la ilgili bilgileri siler. İsrâiloğulları musibetler içinde sefih bir hayat sürmeye başlarlar. Hikmet sahibi sâlih bir kimse olan Üzeyir, Tevrat’ı yeniden göndermesi için Allah’a dua eder. Bir gün gökten bir nur iner ve Üzeyir’in kalbine nüfuz eder; bu nur Tevrat’ın nurudur. Nurun Üzeyir’in kalbine girmesiyle Tevrat onun belleğinde canlanır. Üzeyir bunu halka açıklar ve Tevrat’ın kendilerine yeniden verildiğini müjdeler, ardından Tevrat’ı onlara öğretir. Üzeyir’in ölümünden sonra tabut bulunur ve içinden çıkan Tevrat’la Üzeyir’in öğrettiği Tevrat karşılaştırılır. İkisi arasındaki uygunluğu görünce hayrete düşen İsrâiloğulları, “Üzeyir’e bu bilgi ancak Allah’ın oğlu olduğu için verilmiştir” derler (Ali b. Muhammed el-Hâzin, II, 351). Diğer rivayete göre Bâbil Kralı Buhtunnasr, İsrâiloğulları’nı savaşta yenip mâbedi tahrip etmiş ve Tevrat âlimlerini katletmişti. Üzeyir bu olay sırasında henüz küçük bir çocuktu. İsrâiloğulları sürgünden döndüklerinde aralarında Tevrat’ı bilen kimse kalmamıştı. Allah bir işaret olarak yüzyıl ölü bıraktığı Üzeyir’i yeniden diriltince elindeki tasla bir melek Üzeyir’in yanına gelmiş ve Üzeyir meleğin sunduğu tastaki suyu içince Tevrat bilgisine sahip olmuştur. Daha sonra Allah onu İsrâiloğulları’na göndermiş, Üzeyir kendini onlara tanıtmıştır. İsrâiloğulları, “Sen Üzeyir isen Tevrat’ı bize yazdır” demiş, Üzeyir de Tevrat’ı onlara yazdırmıştır. İçlerinden biri, “Babam Tevrat’ın gömülü olduğu yeri bana haber vermişti” deyince Tevrat’ın gömülü olduğu yere gidip Tevrat’ı çıkarmış, Üzeyir’in yazdırdığı Tevrat’la bu Tevrat arasında hiçbir fark görülmemiştir. Bunun üzerine İsrâiloğulları, Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğu için Allah’ın onun kalbinden Tevrat’ı yok etmediğini söylemiştir (a.g.e., II, 351-352; İbnü’l-Cevzî, III, 423-424). 

İslâm kaynaklarında Üzeyir hakkında nakledilen bu rivayetler yahudi tarihinde önemli bir yere sahip olan Ezrâ’yı akla getirmektedir. Nitekim “pseudepigrafik” metinlerden IV. Ezrâ’da (IV/19-48) bu rivayetlere benzer bir anlatım bulunmaktadır. Yahudi geleneğine göre Ezrâ bir peygamber değildir, fakat Yahudilik’te peygamberden üstün bir konuma sahiptir.‼️

TanisMısır'ın kuzeydoğu Nil Deltası'ndaki önemli bir arkeolojik alan ve aynı adı taşıyan bir şehrin konumu olan eski Mısır'ın Yunanca adıdır. Nil'in uzun zamandan beri çamurlu olan Tanitik kolunda bulunur. Tanis'in ilk çalışması, Napoléon Bonaparte'ın Mısır seferi sırasında 1798 yılına kadar uzanıyor. Mühendis Pierre Jacotin, Description de l'Égypte'de sitenin bir haritasını çizdi. İlk olarak 1825'te, şimdi Louvre Müzesi'nde bulunan iki pembe granit sfenksi keşfeden Jean-Jacques Rifaud ve daha sonra 1860-1864 yılları arasında François Auguste Ferdinand Mariette ve daha sonra 1883'ten 1886'ya kadar William Matthew Flinders Petrie tarafından kazılmıştır. Çalışma, 1939'da Üçüncü Ara Dönem'e tarihlenen kraliyet nekropolünü keşfeden Pierre Montet tarafından 1929'dan 1956'ya kadar devralındı. Mission française des fouilles de Tanis (MFFT), Jean Yoyotte yönetiminde 1965'ten beri siteyi inceliyor. ve 2013'ten beri Philippe Brissaud ve François Leclère.

Bugün, tapınağın Amun-Re'ye adanmış ana bölümleri, diğer Mısır tapınaklarında olduğu gibi çeşitli direkleri işaretleyen büyük dikilitaşların varlığıyla ayırt edilebilir. Şimdi yere düşmüş ve tek bir yöne uzanan bu yapılar Bizans döneminde şiddetli bir depremle yıkılmış olabilir. Tanis bölgesinin en dikkate değer yönlerinden birini oluştururlar. Arkeologlar yirmiden fazla saydılar. Farklı çağlardan kalan bu birikim, Tanis'te İbranilerin firavun köleliğine maruz kalacakları İncil'deki Zoan kentini gören ilk arkeologların kafa karışıklığına katkıda bulundu. Pierre Montet, 1930'larda büyük kazı kampanyalarını başlatırken, Eski Ahit'teki hesapları doğrulayacak izleri keşfetmeyi umarak aynı öncülden yola çıktı. Hayatının sonuna kadar bu İncil bağlantısını savunmuş olsa bile, kendi kazıları bu hipotezi yavaş yavaş tersine çevirdi. Qantir/Pi-Ramesses'in keşfine ve Jean Yoyotte yönetimindeki kazıların yeniden başlamasına kadar, Tanis'in yeri, delta yerlerinin uzun kronolojisinde nihayet restore edilmedi.

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Tanis#


Antik Mısır şehri Tanis

Antik Mısır şehri Tanis'in arkeolojik kazıları (lito)

(Archaeological excavations of the Ancient Egyptian city of Tanis (litho))

❌❌❌❌❌❌❌❌


Tarihin 8 Sihirli Objesi Gerçekten Sihirli Miydi?


Sandık Musa'dan sonra el değiştiriyor ve korunamadığı için kısa süre sonra ortadan kayboluyor.

Bu nesneler hakkındaki bilgiler, kitaplarda, filmlerde ve destanlarda anlatılan efsaneler haline geldi; tıpkı Kral Arthur’un Excalibur’u ve Kutsal Kase efsaneleri gibi.

Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com

Kraliyet yüzüklerinden mütevazi taşlara kadar, mistik objelerin tarih boyunca insanın akıbetini şekillendirdiğine inanılıyordu. Sahip oldukları güçler, onlara inanan insanların umutları ve korkuları hakkında çok şey ortaya koyuyor.


Ölüler Kitabı’ndan bir parça

Tarih, insanların doğaüstü güçlerle dolu olduğuna inandıkları kitaplar, yüzükler, silahlar, hatta eski taşlar gibi nesnelerle dolu. Eski Mısır’dan Ölüler Kitabı, Kader Taşı ve Gençlik Çeşmesi gibi en değerli olanları, koruma, hükümranlık veya şifa sağlayabilirdi. Avustralya’nın kutsal Uluru’sunda turistler tarafından toplanan taşlar da dahil olmak üzere diğer bazı nesneler ise, görünüşe göre talihsiz sahiplerini lanetleyebilirdi.

Bu nesneler hakkındaki bilgiler, kitaplarda, filmlerde ve destanlarda anlatılan efsaneler haline geldi; tıpkı Kral Arthur’un Excalibur’u ve Kutsal Kase efsaneleri gibi.

Bu güçlü nesnelerin ardındaki gerçek çoğu zaman belirsiz. Aslında, etraflarında örülen hikayelerin romantik doğası, insanları, geçerliliğini kanıtlayacak çok az kanıt olsa bile inanmaya devam etmeye teşvik etti. Doğru ya da değil, bu sıradan nesnelerin her biri, zamanının kültürünü ve geleneklerini inceleyen olağanüstü bir efsaneye sahip.

1- Mısır’ın Ölüler Kitabı


Ölüler Kitabı’na ait bir papirüs.

Eski Mısırlılar için fiziksel ölüm, ölümden sonraki yaşama yapılan tehlikeli bir yolculuğun sadece ilk adımıydı, çünkü ruh tanrıların yargısıyla yüzleşmek için yaşamaya devam ediyordu. Bu nedenle, ölen kişinin ölümsüzlüğe giden yolda yürümek için büyülere ve talimatlara ihtiyacı vardı.

Ölüler Kitabı’nda yaklaşık 200 büyüden oluşan bu talimatlar, birbirine yapıştırılmış papirüs yapraklarına yazılmıştı, ancak aynı zamanda üst sınıf Mısırlıların mezar duvarlarında, tabutlarında, muskalarında ve hatta mumya sargılarında da yer aldılar.

Büyüler, karanlık dünyanın geçitlerinde kişiye rehberlik etmeyi ve o dünyanın tehlikelerine karşı onu korumayı içeriyordu – hatta bazıları kişiyi şahin gibi güçlü hayvanlara dönüştürüyordu. Büyülerin Mısırlıları öteki dünyaya gerçekten yönlendirip yönlendirmediği bir sır olarak kalsa da, büyü sanatının estetiği ve yazıtları taş ve papirüslerde yaşamaya devam ediyor.

2- Uluru’nun Taşları


Uluru veya Ayers Kayası, şafakta ve alacakaranlıkta kırmızımsı bir renge bürünüyor.

Kumtaşından devasa bir monolit olan Uluru, Orta Avustralya’daki çöl manzarasının 348 metre üzerinde bulunuyor. İkonik kaya oluşumu, ataların kutsal yerler de dahil olmak üzere her şeyi yaratmak için yeryüzünde seyahat ettikleri zamanın başlangıcı hakkındaki hikayelere atıfta bulunarak, Anagu halkının yaratılış mitinin kalbinde yer alıyor.

Uluru aktif bir ibadet yeri olmaya devam ediyor, ancak 2019’dan beri ziyaretçilerin tırmanması yasak. Milli park çalışanlarının bildirdiğine göre, bölgeden hatıra olarak taş çalan turistlerin bir kısmı, hastalık ya da kötü şanstan kurtulamadıklarını bildirerek taşları iade ediyor.

3- Ahit Sandığı

Ahit Sandığı’nın tahtadan yapıldığı ve altınla kaplandığı söylenir.

İnanışa göre, Musa peygamber altın kaplamalı, akasya ağacından bir sandık olan Ahit Sandığı’nı, Tanrı’nın kendisine verdiği kesin talimatlara göre yapmıştı. On Emir’in taş tabletlerini barındıran sandık, Kitab-ı Mukaddes öğretisindeki en güçlü nesnelerden biri. Örneğin, Yahudiler vadedilen topraklara giderken rahipler sandıkla beraber Ürdün Nehri’nin kıyısına vardığında, geçmeleri gereken nehir bir anda kurudu ve böylelikle karşı kıyıya geçebildiler.

Eski Ahit’e göre sandık, MÖ 6. yüzyılın meşhur Babil kralı Nebukadnezar tarafından yıkılan Kudüs Tapınağı’nda bulunuyordu. Eğer sandık gerçekten var olsaydı, kalıntıları hala o kutsal alanda toprak altında gömülü olabilirdi. Etiyopyalı Hıristiyanların bir kısmı, bunun yerine sandığın şimdi Aksum’daki bir şapelde olduğunu iddia ediyor. Diğer görüşlere göre de sandığın izleri, Fransa ya da Zimbabve’ye kadar takip edilebiliyor. Popüler kültürde ise, Kutsal Hazine Avcıları filminde Indiana Jones, Ahit Sandığı’nı Mısır’ın Tanis şehrinde keşfetmişti.

4- Mühr-ü Süleyman

Süleyman’ın Mührü, İslam sanatında popüler bir motif.

Yahudi ve Arap Orta Çağ efsanelerinde, İsrail Kralı Süleyman sadece bilgeliğiyle değil, aynı zamanda çeşitli doğaüstü donanımlarıyla da tanınıyordu. Bunların arasında, mektupları ve kararnameleri mühürlemenin dışında büyülü güçleri için de kullandığı mühür yüzüğü de bulunuyordu. Mühür yüzüğüyle rüzgarları kontrol edebilir, rüzgarla taşınan bir halı üzerinde uçabilir, hayvanlarla iletişim kurabilir ve hatta cinlere hükmedebilirdi. Yüzüğün güçlerini kullanan Süleyman, Kudüs Tapınağı’nın inşasında emrindeki cinleri de çalıştırmıştı.

Böyle bir yüzük gerçekten varsa, sahibiyle birlikte kaybolmuş gibi görünüyor, ancak mührün şekli – altı köşeli yıldız – Davut Yıldızı ve Yahudiliğin bir sembolü olarak günümüzde yaşamaya devam ediyor.

5- Excalibur

Bir Orta Çağ minyatüründe tasvir edilen Yuvarlak Masa, bir başka iyi bilinen Arthur efsanesi.

Kral Arthur’un büyülü kılıcı, belki de tarihin en harika nesnelerinden biri. Arthur efsanesinin pek çok yönü gibi, kılıcın da kaynağa bağlı olarak çeşitli isimleri ve kökenleri bulunuyor. İlk olarak 1136 yılında Monmouth’lu Geoffrey’in “Britanya Krallarının Tarihi” adlı kitabında, Kral Arthur’un 470 adamı tek başına öldürmek için kullandığı Caliburn olarak ortaya çıktı.

Sir Thomas Malory’nin Arthur efsanesini detaylandıran 15. yüzyıl çalışmasında, Arthur daha çocukken mucizevi kılıcı bir taştan çıkarmıştı. Aynı eserde, kılıcı Arthur’a sunan kişi Gölün Hanımı adlı bir büyücüydü. Kral Arthur, son savaşından sonra can çekişirken, sadık Sir Bedivere’den kılıcı göle atmasını istedi, ancak o sırada gölden yükselen bir el (muhtemelen Gölün Hanımı) kılıcı yakalayarak ortadan kayboldu.

Tarihçiler, Kral Arthur’un gerçek varlığına dair daha sağlam kanıtlar bulana kadar gerçek bir Excalibur da olası değil.

6- Kutsal Kâse


İsa ve Son Akşam Yemeği’ndeki kadeh, Gustave Doré’nin bir gravüründe gösteriliyor

Orta Çağın kutsal arayış hikayelerinden Indiana Jones filmlerine kadar, Kutsal Kâse – geçerliliği bazıları çelişkili olan birçok farklı hikayede belirsiz kalsa da – uzun zamandır en çok arzu edilen Hıristiyan kalıntısı oldu. İlk büyük referans, Chrétien de Troyes’in 12. yüzyıl tarihli, “Kasenin Hikayesi”nde görülüyor. Kısa bir süre sonra, çarmıha gerilen İsa’nın kanını toplamak için bu kasenin kullanıldığını iddia eden Robert de Boron’un yazılarında Son Akşam Yemeği ile ilişkilendirildi.

Perceval ve Galahad gibi şövalyelerin hayat veren Kâse’yi bulma arayışlarında çektikleri acıları çeşitli Arthur hikayeleri izledi. Orta Çağ Avrupa’sında ise bir değil iki Kase ortaya çıktı. Valencia Katedrali’ndeki kendi şapelinde saklanan ilk kase, İsa dönemine tarihlenen kırmızı kahverengi akik bir kap. Cenova Katedrali’nde korunan diğer kase ise, iyileştirici güçleri olduğu bildirilen ve Orta Çağ’a tarihlenen yeşil renkli cam bir servis tabağı. Günümüzde her ikisi de hala görülebiliyor.

7- Scone Taşı

Scone Taşı’nın bir kopyası, Scone Sarayı yakınlarındaki bir şapelin önünde duruyor.

İskoçlar tarafından Kader Taşı olarak bilinen Scone Taşı, İskoçya, İrlanda ve İngiltere’deki hükümdarların taç giyme töreni için gerekli olan 152 kiloluk kumtaşından bir blok. İskoç efsanesine göre, İncil’deki Yakup taşı yastık olarak kullanmıştı. Orta Çağ’da, taç giyme törenleri sırasında hükümdarın koltuğunun bir parçasını oluşturduğu İskoçya, Perth yakınlarındaki Scone Manastırı’nda tutuluyordu.

İngiliz kralı I. Edward, taşı 1926’da ele geçirdi ve altı yüzyıldan daha uzun bir süre boyunca Westminster Manastırı’nda tutuldu, ta ki 1950 yılında dört İskoç öğrenci tarafından çalınana kadar. Taş, kısa bir süre sonra bir İskoç manastırının sunağında gizemli bir şekilde yeniden ortaya çıktı. İskoç hükümeti, taşı 1996’da kendilerine geri verecek olan İngiltere’ye iade etti. Günümüzde İskoçya Perth bölgesinin belediye binasında tutuluyor. Taş, en son 1953’te II. Elizabeth’in taç giyme töreninde kullanılmıştı.

8- Gençlik Çeşmesi

Bir Rönesans astroloji el yazmasında tasvir edilen Gençlik Çeşmesi.

Ponce de Léon muhtemelen en çok, içenlere gençliğini geri kazandıran büyülü bir su kaynağı olarak geçen Gençlik Çeşmesi’ni arayışıyla ünlü. Gerçek şu ki, İspanya hükümdarı 1500’lerin başında Ponce de Léon’u Porto Riko’ya vali olarak atadığında, öncelikle altın ve köle iş gücü ile ilgileniyordu. Ancak, 1513’te Bimini Adası’nı aramak için denize açıldığında, sonunda Florida kıyılarına vardı.

Peki, bu yolculuğunda Gençlik Çeşmesi’ni mi arıyordu? Tarihçiler daha sonra, Bimini adlı efsanevi bir ülkede sağlık veren sular hakkında binlerce yıldır süren bir efsaneye dayanarak, valinin böyle bir arayışta olduğunu öne sürdüler. Ancak, bunun doğru olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Görünüşe göre Ponce de León’un düşmanları, en eski efsanelerden birini eşeleyerek onunla dalga geçiyorlardı. Ne olursa olsun, dünya hala sihirli bir gençlik pınarının özlemini çekiyor.

National Geographic. 7 Haziran 2022.

https://www.arkeolojisanat.com/shop/blog/tarihin-8-sihirli-objesi-gercekten-sihirli-miydi_3_1364301.html

❌❌❌❌❌❌

Tanis Şehri San El Hagar

Tanis Şehri veya bugünkü adıyla San El Hagar, bir zamanlar eski Mısır’ın başkentiydi. Araplar 7. yüzyılda Mısır’ı fethettiğinde, Tanis’e San deniyordu ve birçok kaya ve taşa sahip olduğu için, yani Arapça’da Hagar anlamına gelen San El Hagar adını verdiler.

Tanis Şehri
Tanis Şehri

Bazı tarihçi kayıtları, Tanis’te bulunan bazı taş blokların Cheops, Pepi I ve diğer bazı Eski Krallık Firavunlarının adlarını taşıdığı için Tanis’in eski Mısır tarihinin Eski Krallığına kadar uzandığını iddia ediyor. Tanis, 19. Aşağı Mısır eyaletinin veya kuzey Mısır’ın başkenti Kahire’nin yaklaşık 150 kilometre kuzey doğusunda yer almaktadır. Orta Krallık’ta, Mısır’ın birçok kralı ve Firavunu, Krallar Senosurt I ve Amenmehat I gibi Tanis’te kurulan kuruluşlara ve yapılara sahipti.

Tanis Şehri San El Hagar
Tanis Şehri San El Hagar

Şehir, babasının ve büyükbabasının şehre ziyaretlerini sürdürmek için II. Ramses döneminde gerçekten gelişti. Ramses II’nin dedesi Hour Moheb döneminde ordu liderlerinden biriydi ve babası da MÖ 1330’da Mısır kralı Set I olduğunda şehri ziyaret etti. Kral I. Şenosurt tarafından yaptırılan ve yedi metre genişliğinde tuğla taşlardan yapılan kentin surları günümüze kadar gelebilmiş ve bazı yerlerde surların üzerinde kral adını taşımaktadır.

Ramses Tanis Tapınak
Ramses Tanis Tapınak

Öte yandan II. Ramses Tanis’te üç tapınak inşa etmiştir; Büyük Tapınak, Küçük Tapınak ve Tanrıların Tapınağı. Bu, çok sayıda dikilitaşın yanında ve Nil Deltası’nda hayatta kalan tek korkmuş göl. Tanis, şehrin farklı yapılarının inşaatçıları, tapınak rahipleri ve kral için çalışan bazı görevliler tarafından kullanılması gereken suyu korumak için bazı su depolama kuyularına sahipti.

Tanis Kraliyet Nekropolü, 21. ve 22. hanedanlara ait kral ve kraliçeler ile bazı prens ve askeri liderlerin mezarlarına da ev sahipliği yapıyor. Tanis eskiden birçok yerde çok sayıda dikilitaşı barındırırdı. Ancak bunların çoğu depremler ve bölgenin maruz kaldığı birçok saldırı nedeniyle yıkılmıştır.

Ayrıca, orijinal olarak Tanis’te dikilmek üzere inşa edilen bazı dikilitaşlar, Kahire’deki El Andalus Bahçesi’ne konmak üzere nakledilen II. Ramses’in dikilitaşı ve II. Ramses’e ait olan diğer dikilitaş gibi başka yerlere taşınmıştır. Kahire Havalimanı’nda konuşlandırıldı. Bu, Mısır’dan ihraç edilen ve Roma ve İstanbul gibi Avrupa’nın birçok şehrine konmak üzere ihraç edilen birçok dikilitaşın yanı sıra.

Tanis’in Adı

Birçok tarihçi ve arkeolog Tanis’in Mısır’daki en zengin tarihi bölge olduğuna inanıyor. Kent, Firavunlar döneminde “Janet” adını almıştır.

Tanis'in Adı
Tanis’in Adı

Tanis ismi, eski Mısır dilindeki “Jan” kelimesinden ve Eski Ahit’te geçen Kıpti ismi “San”dan türemiştir ve tüm bu isimler 21. yüzyıl krallarının başkentini ifade etmektedir. ve Mısır’daki 22. hanedanlık. Tanis’in önemli coğrafi konumu ve Manzala Gölü üzerindeki limanı, şehri Mısır’da Ptolemaios döneminde İskenderiye ve limanının kurulması için önemli bir destinasyon haline getirdi.

Tanis’ten Alınan Eşyalar

17. yüzyılda Napolyon önderliğindeki Fransızların Mısır’ı işgali Mısır’a girdiğinde, askeri güçlere eşlik eden Fransız bilim adamları, Tanis’in o dönemde hayatta kaldığını ve hazinelerinin ve bileşenlerinin birçoğunun iyi durumda olduğunu bazı tarihi kayıtlarında belirtmişlerdir. . Ancak o sırada Tanis’te bulunan birçok eşya Avrupa’ya götürüldü. Bu, Paris’e taşınan iki büyük sfenks heykelini ve Berlin ile Saint Petersburg’a götürülen diğer bazı değerli eşyaları içerir. Öte yandan Tanis’te ortaya çıkarılan heykel ve buluntuların bir kısmı Panjur’a gönderildi. Bugün Tanis’in tarihi bölgesinin önemini biraz yitirmiş olmasına şaşmamalı.

Tanis'ten Alınan Eşyalar
Tanis’ten Alınan Eşyalar

Tanis’te Tarih Boyunca Kazı Çalışmaları

Tanis’te ciddi kazı çalışmaları yapan ilk arkeolog, 19. yüzyılın ortalarında ünlü Fransız bilim adamı Auguste Mariette’dir. Fransız arkeolog, Orta Krallık’a tarihlenen bir dizi kraliyet heykeli de dahil olmak üzere birçok ilginç eşyayı ortaya çıkarmayı başardı. Ayrıca Tanis’in II. Ramses’in Delta’da kendisi için kurduğu başkent olabileceğini ve ona ait hiçbir kanıt veya iz bulunamayan bir şehir olan Pi Ramses olarak adlandırıldığını belirtti.

Tanis’i keşfeden ikinci arkeolog, 19. yüzyılın sonunda Tanis’i kazıyan İngiliz Mısırbilimci Petrie idi. Tanis’in tarihi bölgesinin ve tapınaklarının tüm tasarımını yapılandırmayı başardı. Ayrıca Petrie’nin bazı bulguları şimdi Londra’daki British Museum’da sergileniyor.

Ancak Tanis’te yapılan en önemli kazı, ünlü Fransız Mısırbilimci Pierre Montet tarafından yapılmış ve 1922’den 1950’lere kadar 25 yıldan fazla sürmüştür. Montet, Tanis’in hiçbir zaman Yeni Krallık döneminde II. Ramses’in başkenti olan Pi Ramses olmadığını bilimsel kanıtlarla kanıtlayabildi.

Aynı zamanda Mısır’daki 21. ve 22. hanedanlık dönemine tarihlenen kraliyet nekropolünü keşfetmekle tanınan arkeologdur. Tanis kraliyet nekropolünün mezarlarının tümü kerpiç taşlarla inşa edilmiştir. Tanis’te çok sayıda mezar ortaya çıkarılmış ve bunlardan dördü MÖ 1039’dan 991’e kadar olan dönemde yapılmıştır; bunlardan biri MÖ 993’ten MÖ 984’e kadar Mısır’ı yöneten kral Amenemope’ye aitti. Tanis’teki mezarlarda bulunan bazı dikkat çekici lahitler de vardı. Bu, Mısır’ı MÖ 825’ten 733’e kadar yöneten Sheshonk III’ün kraliyet tabutunu ve MÖ 850’den 825’e kadar ülkeyi yöneten Taklot II’nin tabutunu içerir.

Tanis’in Hayatta Kalan Bölümleri

Bugün gördüğümüz Tanis, bugün tarihi alan harabelerle dolu olduğundan, şehrin yüzyıllar öncesinden önemli ölçüde farklı görünüyor. Ana avlu bölgenin kalbinde yer alır ve şehrin surlarla çevrili tarihi surlarının çoğu artık yok olmuştur. Bugün Tanis’in tarihi yerinde, Eski Krallık’tan başlayarak Orta Krallık’tan geçerek Yeni Krallık ve II. Ramses’in kuruluşları ile biten Mısır tarihinin farklı dönemlerine tarihlenen birçok yıkık sütun bulunmaktadır. Bugün Tanis’in tarihi alanı yaklaşık 75 dönümlük bir alana sahip ve Tanis’teki en önemli yapılar Ramses II tarafından yaptırılan Amun Tapınağı’dır. Amun tapınağının içinde, eski Mısırlıların hasat mevsimine hazırlanmak için Nil nehrindeki suyun yüksekliğini ölçmek için kullandıkları alet olan Nilometre işlevi gören iki su kuyusu vardır. Bu, 21. ve 22. hanedanlar dönemine tarihlenen, birçok altın ve gümüş eşyanın ortaya çıkarıldığı ve şimdi Mısır Eski Eserler Müzesi’nde sergilenen kraliyet nekropolünün yanında ve “Tanis Hazineleri” olarak adlandırılıyor. Turistlerin bugün Tanis’te görebilecekleri, Amun Tapınağı, Mut Tapınağı, Khonsu Tapınağı ve Paskalya Tapınağı gibi bir dizi tapınağı içeren bir dizi tarihi kuruluştur.

Tanis’te bulunan 21. ve 22. hanedanlar dönemine tarihlenen Kraliyet Nekropolü de ilgi çekicidir ve Amun Tapınağı kompleksi içinde yer alır. Ayrıca Amun Tapınağı rahiplerinin ritüelleri için kullandıkları kutsal bir gölün kalıntıları da bulunmaktadır ve Luksor’daki Karnak Tapınağı’nın kutsal gölünden sonra günümüze ulaşan en büyük ikinci kutsal göldür. Amun Tapınağı’nın içinde yer alan dört büyük kuyunun yanı sıra, eski Mısırlıların su koruma yöntemlerini kullanma konusunda ne kadar akıllı olduklarını gösteren farklı şekil ve boyutlarda kuyular var. Tanis, Mısır’a yapılan hemen hemen her turda yer alan Luksor Tapınağı, Karnak Tapınağı ve Edfu’daki Horus Tapınağı gibi Mısır’da varlığını sürdüren diğer dikkat çekici Firavun yapılarına kesinlikle benzemiyor. Tanis, ülkeyi ikinci veya üçüncü kez ziyaret eden veya eski Mısır tarihi ve mimarisine gerçekten düşkün turistler için önerilmesi daha olasıdır.


Indiana Jones: Kutsal Hazine Avcıları


https://www.arkeolojidefterim.com/tanis-sehri-san-el-hagar/

❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌

Osmanlı döneminde Kudüs'ü karıştıran Ahit Sandığı kazısı

Gazeteci Andrew Lawler tarafından yazılan yeni bir kitap, Osmanlı İmparatorluğu zamanında kutsal şehir Kudüs'te 1909-1911 yılları arasında yapılan yasadışı bir kazıyı anlatıyor.

1. resim
24.08.2022

Arkeolojinin yıllıklarında, en tuhaf kazı ekibi olarak yer alan ekibi yakışıklı bir İngiliz aristokrat yönetiyordu ve ekip üyeleri İsviçreli bir medyum, bir Fin şair, bir İngiliz kriket şampiyonu ve bir zamanlar Kongo Nehri üzerinde bir buharlı gemiyi kullanan bıyıklı bir İsveçli'den oluşuyordu. Hiçbirinin sahada eğitimi yoktu.

Aramalarının amacı da sıradan değildi. Bu rengarenk topluluk, Kudüs'e 1909'da, Kutsal Şehir'in İstanbul'dan yönetilen Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altındayken geldi. Efsaneye göre 3.000 yıl önce Kral Süleyman tarafından toplanan hazinelerle birlikte ünlü Ahit Sandığı'ndan daha azını aradılar .

Raiders of the Lost Ark  bir gişe rekoru kırmadan çok önce , bu beklenmedik kaşifler grubu, Orta Doğu'yu sallayan uluslararası bir skandala dönüşen ve sonuçları bugün hala hissedilen gizli bir kazı başlattı.

'Kudüs'ün Altında: Dünyanın En Çok Tartışmalı Şehrinin Gömülü Tarihi için önizleme küçük resmi
'Kudüs'ün Altında: Dünyanın En Çok Tartışmalı Şehrinin Gömülü Tarihi için önizleme küçük resmi

Kudüs Altında: Dünyanın En Tartışmalı Şehrinin Gömülü Tarihi [https://translate.google.com/website?sl=auto&tl=tr&hl=tr&client=webapp&u=https://www.amazon.com/dp/0385546858?tag%3Dsmithsonianco-20%26linkCode%3Dogi%26th%3D1%26psc%3D1]

Her şey, bilinmeyen bir İskandinav bilim adamının gömülü kutsal hazinenin yerini belirleyen gizli bir İncil kodunu çözdüğünü öne sürmesiyle başladı. Valter Juvelius'un hayatta kalan notları, karalanmış sayılar, belirsiz ifadeler ve kutsal yazılara yapılan referanslardan oluşan bir yığındı, bu nedenle tam olarak hangi şifreyi çözdüğünü iddia ettiği belirsizdi. Ancak kutsal nesnelerin bir Kudüs tünelinde durduğuna inanmıştı. Juvelius, bir İngiliz kontunun 30 yaşındaki erkek kardeşi Yüzbaşı Montagu Brownlow Parker'la tanışmasını sağlayana kadar sonuçsuz bir şekilde bir patron arayarak Avrupa'yı dolaştı.

Bir Boer Savaşı gazisi ve beceriksiz Londra sosyetesi Parker'ın ilgisini çekti. Keşif lideri olarak hizmet etmeyi kabul etti ve girişimdeki 60.000 sterlinlik hisseyi satmak için bir şirket kurdu. Onun statüsü, çekiciliği ve gösterişli görünüşü, Chicago et paketleyicisi J. Ogden Armor'dan Marlborough Düşesi'ne kadar bir dizi yatırımcı için karşı konulmaz olduğunu kanıtladı. Masrafları karşılamak için bugünkü değeriyle 2,4 milyon dolar para topladılar.

Parker'ın kazanan argümanı, bu cüzi meblağın yalnızca dünyanın en ünlü kutsal eserini değil, aynı zamanda muazzam bir serveti de geri kazanacağıydı. Kutsal Kitap metninde bahsedilen birçok altın ve gümüş tabak, kase ve diğer değerli nesnelerle birlikte Ahit Sandığı'nın sanat piyasasında net 200 milyon dolar, yani bugünün parasıyla yaklaşık olarak 5,7 milyar dolar olacağını tahmin ediyordu. Ahit Sandığı'nı aramak sadece ruhsal bir arayış değildi; aynı zamanda son derece kârlı bir şey olurdu.

Valter Juvelius (solda) ve Parker misyonunun kimliği belirsiz bir üyesi
Valter Juvelius (solda) ve Parker misyonunun kimliği belirsiz bir üyesi 

* * *

Exodus kitabında Ahit Sandığı, Akasya ağacından yapılmış, altın varakla kaplanmış ve altın kapağında iki melek heykeli ile süslenmiş dikdörtgen ahşap bir sandık olarak tanımlanır. Kutsal Yazılar, İsrailoğulları'nın Mısır'dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra On Emir'in yazılı olduğu iki tableti koymak için inşa edildiğini ileri sürer. Tanrı Musa'ya, portatif aracın tasarımı hakkında ayrıntılı talimatlar verirken, “Orada, Ahit Yasası'nın Sandığı'nın üzerindeki iki Keruvlar arasındaki örtünün üzerinde, sizinle buluşacağım ve İsrailliler için size tüm emirlerimi vereceğim” diyor. 

Bu tür yapıtlar antik Yakın Doğu'da yaygındı. Kral Tut'un mezarında benzer büyüklükte bir tahta sandık keşfedildi, Mısır'daki diğerlerinde ise tanrı heykelleri ile lahit olarak kullanılmış bulundu. Bazıları rahipler tarafından direklerde taşınan tören tekneleriydi. İncil'deki Keruvlar muhtemelen Babil geleneğinden türetilmiştir.

Benjamin West, Joshua, Ahit Sandığı ile Ürdün Nehri'ni Geçiyor , 1800
Benjamin West, Joshua, Ahit Sandığı ile Ürdün Nehri'ni Geçiyor , 1800 

Sandık'ı Yakın Doğu'daki diğer yapıtlardan ayıran şey, onun Ürdün Nehri'ni ayırma, Eriha'nın duvarlarını yıkma ve genel olarak İsraillilerin herhangi bir düşmanını bozguna uğratma yeteneğine sahip güçlü bir manevi silah olarak hizmet ettiğine dair İncil'deki iddiaydı. Kral Davut'un onu Kudüs'e getirdiği söylenir; kutsal nesne şehre girerken önünde kendinden geçmiş bir şekilde dans etmişti. Sonunda, şehrin Süleyman'ın tapınağındaki Tapınak Dağı'nda, Kutsalların Kutsalı olarak bilinen odanın içinde, yalnızca baş rahibin erişebildiği ve ardından yılda yalnızca bir kez erişilebilen merkezi tapınağa yerleştirildi. Onun varlığı dağ kasabasına yeni ve güçlü bir dini güç verebilirdi, ancak İncil'de bir daha asla bahsedilmiyor.

MÖ 586'da Babil ordusu Yeruşalim'e saldırdı ve "Tanrı'nın tapınağındaki irili ufaklı tüm eşyaları ve Rab'bin tapınağının hazinelerini ve kralın ve görevlilerinin hazinelerini Babil'e taşıdı". İncil Chronicles Kitabı. Ahit Sandığı'nın kendisinin bu nesneler arasında olup olmadığı belli değil; istilacılar, her halükarda, kutsal alanı yağmalayan İncil'de bahsedilen üçüncü orduydu. Alınmış, gizlenmiş veya yok edilmiş olsun, Ahit Sandığı'nın kaderi sayısız efsane, yüzlerce kitap ve bir Steven Spielberg gişe rekorları kıran film üretti.

Aiht Sandığı için aday yerler arasında bir Etiyopya kilisesi, bir İrlanda bataklığı, bir Vatikan bodrum katı, bir Mısır tapınağı, bir Ürdün dağ zirvesi ve bir Ölü Deniz mağarası yer alıyor. Bazı Yahudi gelenekleri, rahiplerin Ahit Sandığı'nı ve diğer hazineleri, MS 70'te son Yahudi tapınağının Roma tarafından yıkılmasından sonra bile kaldıkları iddia edilen Tapınak Dağı'nın altına veya yakınına sakladıklarında ısrar ediyor.

* * *

On dokuz yüzyıl sonra, altın Kubbe'tüs Sahra ve genişleyen Mescid-i Aksa, İslam'ın üçüncü en kutsal bölgesinin parklarının ve çeşmelerinin üzerinde yükseldi. İslam'ın en kutsal yerlerinin bekçisi olan İstanbul merkezli padişah, Müslümanların kutsal mabet olarak adlandırdıkları yerde kazı yapmak kesinlikle yasaktı. Yine de Juvelius, bir keşif heyeti üyesinin daha sonra yazdığı gibi, "İbranice metni tercümesinin Ahit Sandığı'nın tepeyi yeraltı geçitlerinden geçerek bulunabileceğini gösterdiğine" inanıyordu.

Kubbet'üs-Sahra, 1910
Kubbet'üs-Sahra, 1910

Bu geçitler, arkeologların MÖ 1000 yıllarından sonra Davut Peygamber tarafından fethedilen antik kentin yeri olduğunu yakın zamanda belirlediği akropolün güneyinde uzanan kayalık bir sırtın altında uzanıyordu. Mescid- Aksa'dan uzaklığı. Süleyman'ın hazinesine yokuş yukarı giden tüneli bulmak için tepeyi delmek sadece bir meseleydi.

Parker, Londra'dan İstanbul'a gitti ve ganimetin yarısını Osmanlı yetkilileriyle paylaşmak için gizli bir anlaşmayla birlikte 500 İngiliz sterlini (bugün yaklaşık 80.000 dolar) karşılığında bir kazı izni aldı. 1909 yazında, ekibin büyük bir kısmı, bir hıyarcıklı veba salgını nedeniyle karaya çıkmaları ertelenmiş olsa da, Filistin liman kenti Yafa'ya ulaştı. Grup, Kudüs'e vardığında, İran halıları ve uzun hortumlu nargilelerle donatılmış lüks bir villa kiraladı ve bir odası yakında toplayacaklarından emin oldukları değerli buluntulara ayırdı.

Şehirde büyüyen Amerikalı bir misyoner olan Bertha Spafford Vester, “Kudüs'ü ziyaret eden en tuhaf arkeologlar kesinlikle onlardı” dedi. 

Vester'ın eğlencesi, ekibin Mescid'- Aksa'nın güneyindeki tarihi yamaçta kazmayı planladığını öğrendiğinde öfkeye dönüştü. “Arkeolojik bilgiden tamamen yoksun olmaları” onu dehşete düşürdü. Bu abartı değildi; sefer üyelerinden biri, görünüşe göre Nuh'un Gemisini Davut peygamber'in gemisiyle karıştırdığı için, geminin Ağrı Dağı'nda bulunması gerektiğinde ısrar etti. Yerel destekçilerinin baskısı altında Parker, aynı zamanda arkeolog olan bir Fransız keşişin bulgularını kaydetmesine izin vermeyi kabul etti - ancak aramalarının amacı kesinlikle gizli tutuldu.

Montagu Brownlow Parker
Montagu Brownlow Parker 

Kazı, Kudüs tarihinde bugüne kadar yapılmış en büyük kazı olduğu için sır olarak saklanması zordu. Yaklaşık 200 işçi, mekanik pompalarla sağlanan havayla, sırtın altında dört buçuk fit yüksekliğinde geçitler kazdı. Fransız keşiş daha sonra “Gündüz olduğu sürece yeraltında yaşadık” dedi. "Çalışmalar, geceleyin, meşalelerin ışığında ve işçilerin söylediği şarkıların sesinde durmadan devam etti." Çok sayıda antik geçitle karşılaştılar-—“kayaların içlerine kadar sonsuzca uzanan karanlık gizemli tüneller.” Ancak keşiş, buldukları tek eserin "pişmiş kilden yapılmış bazı eski Yahudi düz lambaları, bazı kırmızı çömlek kavanozları [ve] birkaç metal sapan topu" olduğunu söyledi.

Ark bir yana, altın ya da gümüşten hiçbir iz yoktu. Kısa süre sonra hava keskin bir şekilde soğuk ve nemli hale geldi; bir noktada işçiler greve gitti. O sonbahar, Parker ve ekibi toparlandı ve bir sonraki yaza kadar ayrıldı. Döndüklerinde, Londra'nın “tüp” olarak bilinen devrim niteliğindeki metro sisteminin baş mühendisiyle birlikteydiler. O zamana kadar, Juvelius sıtmaya yakalanmış ve aramayla hayal kırıklığına uğramıştı. Kazıyı izleyen Osmanlı yetkilileri gecikmeler karşısında sabırsızlandıkça, o eve yelken açtı. Azalan ekip, sonraki kış boyunca daha iyi şanslar olmadan çalıştı.

1911 baharında, izin süresinin dolmasına yalnızca birkaç ay kala Parker, gözü kara ve tehlikeli bir plan yaptı. Mescid-i Aksa'dan sorumlu Müslüman şeyhe rüşvet verdi ve muhafızları şehir dışında düzenlenen İslami bir etkinliğe göndermesini sağladı. Haçlı Seferlerinden bu yana ilk kez, saygıdeğer bölge yabancıların izinsiz girişlerine karşı savunmasızdı. Sonraki dokuz gece boyunca, Parker ve adamları platformun çeşitli yerlerini kürekle uzaklaştırdılar, ancak boşuna.

Parker ve kazı ekibi tarafından ele geçirilen çanak çömlek
Parker ve kazı ekibi tarafından ele geçirilen çanak çömlek 

Sonunda, etkinlik sona ermeden önce zaman daralınca Parker daha da aceleci bir karar verdi. Onuncu gece, o ve küçük bir ekip, Hz. Muhammed'in Miraç'ta göğe yükseldiği yere yakın olan ve Batılılar tarafından Ömer Camii olarak bilinen Kubbet-üs-Sahra'nın altındaki sığ mağaraya girdiler. Aristokrat, Süleyman Peygamber'ın uzun zamandır kayıp olan Kutsalların Kutsalı'nın yerini işaretlediği söylendiğinden, buranın Ahit Sandığı'nın bariz bir şekilde saklandığı yer olduğuna ikna olmuştu. Aynı zamanda Müslümanlar arasında kutsallık bakımından sadece Mekke ve Medine'nin geçebildiği bir yerdi.

12 Nisan 1911 gecesi olanların ayrıntıları bulanık. Ya uykusuz bir sakin, kayayı keserken işçilerin üzerine tökezledi ya da sırda olmayan bir bekçi gürültüyü duydu ve alarmı kaldırdı. Tartışmasız olan, Kudüs'ün Müslüman sakinlerinin, kutsal yerlerinin Hıristiyan saldırısı altında olduğu haberiyle çileden çıkarak sokakları hızla doldurmalarıdır. Hayatları için endişelenen Parker ve arkadaşları kaçtı ve hızla Yafa'ya giden trene atladı. Yatlarında Osmanlı muhacir memurlarını ziyafete davet etmeden önce liman kasabasında sakin bir şekilde çay içtiler. Parker ve meslektaşları, konuklarına hazırlanmak için tekneye kürek çektiler ve hemen yola çıktılar.

Yabancıların Musa'nın asasını, On Emir tabletlerini veya herhangi bir sayıda olası başka kalıntıyı kaçırdıklarına dair söylentiler tüm dünyayı sardı. New York Times'ın 4 Mayıs tarihli pankart manşetinde, "Süleyman'ın Hazinesiyle Gitti"  alt başlığını okudu: "İngiliz Partisi, Ömer Camii'nin Altını Kazdıktan Sonra Yatta Kayboldu." Üç gün sonra aynı gazete “ İngilizler Ahit Sandığını buldu mu? ” The Times şunları bildirdi: “Kaşiflerin Süleyman'ın tacını, kılıcını ve yüzüğünü ve Mukaddes Kitabın eski bir elyazmasını bulduğuna inanılıyor.”

Onlar kesinlikle Kudüs'ü ziyaret eden en tuhaf arkeologlardı.

Bu arada, yaklaşık 2 bin gösterici adalet talebiyle şehrin sokaklarına döküldü. Bir sefer üyesi, “Kudüs'te bulunan Türk Piyade taburlarının her ikisinin de bastırılmasını gerektiren korkunç bir kavga vardı” diye yazdı. Mescid- i Aksa'nın şeyhi ve şehrin valisi tutuklandı, ancak bu, halkın öfkesini bastırmak için çok az şey yaptı. Washington DC'nin Evening Star gazetesinin manşetinde “Kudüs'ten Yakın Zamanda Duyumlar”da “Öfkedeki Müslümanlar” yazıyor .

Avrupa basınında yer alan haberler, Parker'ın fiyaskosunun İstanbul'da hükümetin devrilmesine yol açabileceğini bile ileri sürdü. 8 Mayıs'ta Osmanlı parlamentosu çekişmeli bir özel oturumda toplandı. Arap milletvekilleri, Kudüs valisine ve yerel ordu komutanına Parker tarafından rüşvet verildiğine dair kanıtlar sundular . Karadeniz bölgesinden skandal bir temsilci “Hükümet her şeyi örtbas ediyor” dedi. Bir hükümet bakanı, Parker'ın hazinesindeki paylarının neredeyse tüm ulusal borcu ödemek için yeterli olacağı konusunda ısrar ettiğinde yuhalandı. Sonunda, Kudüs valisi işini kaybetmesine rağmen, tüm üst düzey yetkililer suç işlemekten aklandı.

Bir Amerikan gazetesi, Hıristiyan maceraperestlerin hazine avının “dünya çapında bir kutsal savaşı kışkırtmış olabileceği” konusunda uyardı. Bu abartı değildi: Kutsal Şehir'deki olaylar, Britanya Hindistanı da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki İslami liderlerden kınama aldı. Hintli Müslümanlardan oluşan bir komisyon olayı araştırdı ve sonunda hiçbir şeyin yağmalanmadığı sonucuna vardı. Londra'daki yetkililer rahat bir nefes aldı.

* * *

Parker, eylemlerinin sonuçlarını kavrayamadan İngiltere'ye döndü. İngiliz Dışişleri Bakanlığı da haydut aristokratı dizginliyor gibi görünmüyordu. Şaşırtıcı bir şekilde, aynı yılın Eylül ayında iddia edilen hazineyi ikinci kez denemek için geri döndü. Osmanlı arkadaşlarının daha önce Yafa'ya demirlediği yere inmemesini tavsiye eden Parker, cesurca İstanbul'a yelken açtı. Ancak imparatorluk ile İtalya arasında savaş patlak vermişti ve hiçbir rüşvet ona yeni bir izin kazandıramazdı; savaş altın için kazmaktan öncelikliydi. Parker asla Kudüs'e dönmedi ve 1911 olayı, eğer hatırlanırsa, Batı'da küçük bir komik opera olarak reddedildi.

Sefer lideri Montagu Brownlow Parker
Sefer lideri Montagu Brownlow Parker 

Yine de bu olasılık dışı keşif, diğerlerini Ahit Sandığı'nı aramaya teşvik etmekten daha fazlasını yaptı. Filistin milliyetçiliğinin temellerini atarken, sessizce Filistinli Müslümanlar arasında arkeolojiye karşı yoğun bir güvensizlik tohumları ekti. Brooklyn Koleji tarihçisi Louis Fishman'a göre, olay yerel Araplara Osmanlıların Mescid-i Aksa'yı korumak için güvenilemeyeceğini gösterdi; onun kutsallığını sağlamak Filistinlilerin elindeydi. Kubbet-üs Sahra ve kutsal platform kısa süre sonra yükselen Filistin milliyetçiliğinin merkezi bir sembolü olarak ortaya çıktı. Bu, Kudüs'teki Müslümanları, yakındaki Ağlama Duvarı boyunca dua etmek için toplanan Yahudi göçmenlerin yükselen dalgasıyla doğrudan bir çarpışma rotasına soktu.

İngilizler, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Kudüs'ü işgal etmeye ve Filistin'i yönetmeye devam ederken, Parker Fransa'da İngiliz ordusunda görev yaptı ve ardından spot ışıklarından çekildi. 1951'de erkek kardeşinin ölümü üzerine Morley'in Beşinci Kontu oldu ve Plymouth'un dışında zarif bir malikanede ikamet etti. Bilindiği kadarıyla, Kudüs talihsizliği hakkında bir daha asla konuşmadı veya yazmadı. 1962'de bekar olarak öldü.

Andrew Lawler'ın Under Jerusalem: The Buried History of the World's Most Contested City adlı kitabından uyarlandı, Doubleday tarafından 2 Kasım 2021'de yayımlanacak. Telif hakkı © 2021 Andrew Lawler'a aittir.


https://gdh.digital/kuduste-ahit-sandigi-kazisi-35891



🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰🏰



Kral Arthur

Tanım

Joshua J. Mark
 tarafından yazıldı, Mertcan Temel tarafından çevrildi 
12 Mayıs 2017 tarihinde yayınlandı

King Arthur by C.E.Butler (by Charles Ernest Butler, Public Domain)
Kral Arthur
Charles Ernest Butler (Public Domain)

Kral Arthur, tüm zamanların en ünlü edebi karakterleri arasında yer alır. Arthur'un Yuvarlak Masa Şövalyeleri,Camelot, Kutsal Kase Arayışı, Guinevere ve Lancelot'un Aşkı ve Büyücü Merlin efsaneleri yüz yıllardır edebiyatı,müziği ve diğer büyük sanatsal görüşleri etkiledi ve ilham verdi. Avrupa'da 1136-1485 yılları arasında Orta Çağ'da gelişen Arthur efsanesiyle sayısız kitaplar, büyük filmler,operalar,televizyon programları,oyunlar, oyuncaklar, yazılı oyun ve çizgi romanlar ya efsaneyi yeniden anlatıyor ya da ondan ilham alıyordu.Efsane 19. Yüzyılda yeniden canlandı ve hâlâ günümüzde popülerliğini korumaktadır.

Büyük efsanevi kral , büyük olasılıkla 5. ya da 6. Yüzyıldan gerçek tarihi bir şahsiyete dayanmaktadır. Arthur'u tarihi bir şahsiyet olarak tanımlanın zor olmasının sebebi hikayesini ilk anlatan birincil kaynaklardan kaynaklanmaktadır.

Badon Tepesi Savaşı'nda İngilizlerin Saksonların üzerindeki galibiyetini gösteren Arthur'la yakından ilgili ilk hikayeler bulunmaktadır fakat bu Arthur'u İngilizlerin lideri olarak tanımlamamaktadır.Ambrosius Aurelianus'un figürü en eski kaynaklarda verilmiştir ve bu Ambrosius'u tarihi Arthur olarak en iyi aday yapar fakat başka kaynaklarda Arthur adında birini Ambrosius'un savaş komutanı olarak gösterir.Efsanevi Arthur'un gerçek bir figüre dayandığı genel olarak kabul edilir, ancak kim olabileceği belirsizdir. En akla yatan fikir efsanevi Arthur'un, Arthur adında büyük tarihi bir savaşçıya dayanmasıdır.

Tarihi Arka plan

GENEL OLARAK ARTHUR EFSANESİNİN GERÇEK BİR ŞAHISA DAYANDIĞI KABUL EDİLSE DE KİM OLDUĞU AÇIKÇA ORTADA DEĞİLDİR.

Efsanevi Arthur'un gerçek bir kişiye dayandığı iddiası, Arthur'un Roma soyadı Artorius'tan türetilen bir Galce adı olduğu gerçeğiyle desteklenmektedir.Ambrosius Aurelianus figürüne Artorius adının verilmiş olabileceği ileri sürülüyor. Roma isimleri M.S 43 Claudiuskontrolündeki fetihten itibaren İngiltere'de yaygın olarak kullanıldı.


Roma, imparatorluğu barbar işgalcilerden korumak için M.S 3. Yüzyılda birliklerini geri çekmeye başladı.Bu sıkıntıların şiddeti M.S 5. Yüzyıla kadar yaklaşık 200 yıldır artmaktaydı ve Roma kıtada birliklere ihtiyaç duyduğu için İngiltere'deki askeri karargahlarını devamlı olarak azaltıyordu.Aynı yıl Gothların Romayı yağmaladıkları M.S 410'a gelindiğinde, tüm Roma askeri birlikleri İngiltere'den çekilmişti.

Roma'nın askeri birliklerini kaldırma kararı İngiltere'deki insanları işgalcilere karşı korumasız bıraktı.Hadrian Duvarı ve diğer bölgeler boyunca konuşlanmış Roma ordusu 300 yılı aşkın bir süredir İngilizlerin koruyucusuydu.Roma güçlerinin geri çekilmesiyle, Kuzey Piktler ve İskoçlar fırsatı gördüler ve ardından İngiliz çiftlikleri ve köylerine baskınlar düzenlediler.

Aynı zamanda Sakson konfederasyonu kıtada dağıldı ve Sakson göçmenler ve yağmacılar İngiltere'nin güneydoğu kıyılarında görünmeye başladılar. Anglo-Sakson Tarihi Kayıtları:

M.S 443 yılında İngilizler deniz yoluyla Roma'ya gittiler ve Piktlerin akınlarına karşı yardım istediler fakat Romalılar Hunların Kralı Atilla ile savaştıkları için yardım edemedi.Sonrasında İngilizler Anglusların soylularından aynı yardımı istediler.

Roma'dan hiçbir yardım gelmediğinde, Vortigern adında bir İngiliz Kral, İskoçları ve Piktleri püskürtmek için Saksonları askeri güç birleştirmeye davet etti. Saksonlar teklifi kabul ettiler fakat istilacıları yendiklerinde, İngiltere'de kalacaklardı. Tarihçi Gildas (M.S 500-570. yüzyıl), Bede (M.S 672-735) ve Nennius (M.S 9. Yüzyıl)'a göre, Sakson göçü İngiltere'nin devamlı olarak yağmalandığı bir istilaydı.( modern bilim adamları tarafından tartışılan bir iddia)

Britain, c. 600 CE
M.S, Yaklaşık 600 Civarı, Britanya
Hel-hama (CC BY-NC-SA)

Aynı zamanda büyük bir İngiliz lider ortaya çıktı,insanları kendi etrafında topladı ve Saksonları Badon Tepesi Savaşı'nda yendi.Bu kahraman Gildas ve Bede tarafından Ambrosius Aurelianus, adından ilk kez bahseden tarihçi Nennius tarafından Arthur olarak adlandırılmıştır.Arthur, Nennius'un çalışmalarından önce zaten iyi biliniyor gibi görünüyor. M.S 600'de Catraeth Savaşı'nda düşen savaşçılar için bir ağıt olan Gal şiiri Y Goddodin, ondan büyük bir kahraman olarak bahseder.Mevcut el yazmaları yalnızca M.S 13. yüzyıldan kalma olmasına rağmen, eserin savaştan kısa bir süre sonra bestelendiği düşünülmektedir.


Monmouth'lu Geoffrey (M.S 1100 -1155) tarafından yazılan Britanya Krallarının Tarihi kitabının ön sözünden, Arthur'un kendi zamanında büyük bir kral olarak kabul edildiği açıkça anlşılmaktadır ama yine de Geoffrey'in çalışması onu efsanevi bir konuma yükseltirdi.

Arthur Efsanesi

Monmouth'lu Geoffrey, Kral Arthur karakterini geliştirmesi, hikayesine efsanevi unsurlar eklemesi ve daha sonra diğer yazarlar tarafından genişletilecek olan birçok ana karakter ve motifi tanıtması nedeniyle Arthur Efsanesinin Babası olarak bilinir.

Arthur Efsanesi ifadesi hikayenin birçok versiyonunu kapsar fakat günümüzde , temel olarak, M.S 1485'te William Caxton tarafından yayınlanan Sir Thomas Malory'in İngilizce eseri Le Morte D'Arthur (Arthur'un Ölümü)'e atıfta bulunmaktadır. Britanya Kralları Tarihi'nden gelişen efsane Malory hapisteyken M.S 1469'da bir düzyazı versiyonunu derleyene, düzenleyene, revize edene ve yeniden yazana kadar Fransa'ya, Almanya'ya, İspanya'ya ve Portekiz'e geçti ve sayısız eklemeler yapıldı ve versiyonları çoğalarak İngiltere'ye geri döndü.


King Arthur & the Lady of the Lake

Hikaye; bir zamanlar, Uther Pendragon adlı güçlü bir kralın, başka bir kralın karısı olan Igrayne adlı bir kraliçeyle yatmasını sağlayan Merlin adında bir büyücü vardır.Merlin'in şartı, birlikteliklerinin çocuğu doğduğunda kendisine verilmesidir. Bütün bunlar olması gerektiği gibi olur, çocuğa Arthur adı verilir ve kendi oğlu Kay ile büyütmesi için başka bir lort olan Sir Hector'a verilir. Yıllar sonra Arthur büyüdüğünde, Kay ve Hector'a Kay'in yarışacağı bir turnuvada eşlik eder, Kay'in kılıcını evde unuttuğunu öğrenir ve ormanda bir kayaya sıkışmış bir kılıç bulur. Bu, yalnızca Britanya'nın gerçek kralı tarafından kayadan çıkarılabilen Kayadaki Kılıç'tır.

Merlin bu noktada, evlat edinildiği hakkında hiçbir fikri olmayan Arthur'a durumu açıklamak için geri döner ve taht iddiasına itiraz eden diğer lortlarla savaşmasına yardım eder. Kayadaki Kılıç sıklıkla ünlü silah Excalibur ile ilişkilendirilir fakat bunlar iki farklı kılıçtır. Arthur'un kayadan çektiği kılıç, Sör Pellinore ile bir savaşta kırılır ve Merlin, Arthur'u, Gölün Leydisi'nin ona Excalibur'u verdiği mistik bir su kütlesine getirir.

ARTHUR KRALLIĞINDA HER ZAMAN HER ŞEY OLABİLİR AMA İYİLİK HER ZAMAN KÖTÜLÜĞE KARŞI GALİP GELİR VE KARANLIK IŞIĞI ASLA SÖNDÜREMEZ.

Excalibur bir kılıçtan daha fazlasıdır; Arthur'un büyüklüğünün bir sembolüdür. Efsanenin bazı versiyonlarında Arthur, kılıcı Sir Gawain'e verir, ancak çoğu durumda, kılıç sadece Arthur'a aittir.Bu, büyük bir kahramanın bir tür sihirli silaha sahip olduğu birçok eski hikaye ve efsaneyle uyumludur. Arthur diğer lortları krallığını kabul etmeye zorladıktan sonra, güzel kraliçe Guinevere ile evlenir ve Camelot'ta sarayını kurar.

Krallığın en büyük şövalyelerini ziyafet salonunda yemek yemeye davet eder, ancak şövalyeler geldiklerinde, en iyi koltuğa kimin oturacağı konusunda kavga etmeye başlarlar.Arthur, kavgayı başlatan şövalyeyi ciddi bir şekilde cezalandırır ve gelecekte herhangi bir tekrarı önlemek için kayınpederinin bir yuvarlak masa teklifini kabul eder.Bu andan itibaren, Arthur masada oturan herkesin Arthur'un kendisi de dahil eşit sayılacağını ve sosyal statüleri her ne olursa olsun herkesin görüşlerinin ciddi bir şekilde tartışılacağını açıklar.Ayrıca, yardıma ihtiyacı olan herkes salonda hoş karşılanacak ve her yanlış Arthur ve şövalyeleri tarafından düzeltilecektir.

Yuvarlak Masa motifi, sihirli silahla birlikte, Arthur'u, kendi güç konumlarının neyin doğru ya da yanlış olduğunu dikte ettiğine inanan, kendisinden önce gelen kralların üzerine yerleştirir; Arthur, herkesin görüşünün geçerli olduğuna ve bunun onu sınırlandırmak için değil, doğruyu desteklemek için kullanılması gerektiğine inanır. Arthur yine asil şövalyelere kendisine katılmaları için davetiyeler gönderir, ancak bu sefer habercileri Britanya sınırlarının ötesine, daha da ileri gidecektir.


Knights of the Round Table

Çağrısına cevap veren şövalyeler arasında, savaşta rakipsiz bir Fransız şövalyesi olan Gölün Lancelot'u var. Lancelot ve Arthur arkadaş olurlar aynı zamanda Lancelot Guinevere'e âşık olur, Guinevere'de Lancelot'a.Bu olay perde arkasında sürerken, Yuvarlak Masa Şövalyeleri her türlü fantastik maceraya atılır. Görünürde bir macera yoksa, Arthur gidip bir tane bulacaktır..Gawain ve Yeşil Şövalye'nin ünlü hikayesinde, maceraya başlamak için bir meydan okuyucu saraya gelir. Jaufre'nin (Girflet olarak da bilinir) hikayesinde, şövalye olmak için saraya gelir ve geri dönmeden ve diğerlerini dahil etmeden önce kendi maceralarına devam eder.

Şövalyelerin üstlendiği en büyük macera Kutsal Kase arayışıdır. Kase aslen Fransız versiyonunda bir tabaktır ya da Galce'de bir kazandır. Bununla birlikte, Malory hikayeyi gözden geçirdiğinde Son Akşam Yemeği'nde kullanılan Mesih'in kasesine dönüştürülür ve genel olarak bu şekilde anlaşılır. Kâse arayışı ancak saf kalpli bir şövalye tarafından tamamlanabilir ve bu arayış sonunda Lancelot'un oğlu Galahad tarafından gerçekleştirilir.

ARTHUR, KRALİÇE VE EN İYİ ARKADAŞININ İLİŞKİSİ OĞLU MORDRED TARAFINDAN AÇIKLANANA KADAR İYİ VE ASİL BİR KRAL KALIR.

Tüm bu maceralar boyunca, Guinevere birkaç kez bazı tehditkar lordlar tarafından kaçırılır ve kurtarılması gerekir ya da diğer leydilerin başı beladadır ve ayrıca soylu bir şövalyenin yardımına ihtiyaç duyarlar.Efsanede ejderhalar, devler, görünmez ruhlar, kutsal kuyular, geçilmesi gereken bitmek bilmeyen sular, hareket eden ve konuşan cansız nesneler, cesur kahramanlar, entrikacı kötüler, güzel ve soylu kadınlar ve sinsi doğalarını güzelliklerine gizleyen diğerleri vardır.Tüm bunlarla karşılaşan Arthur, kraliçesinin ve en iyi arkadaşının ilişkisi Arthur'un gayri meşru oğlu ve sonrasında Arthur'un yönetimine karşı çıkan Mordred tarafından ortaya çıkarılana kadar iyi ve asil bir kraldır.

Mordred ve Arthur arasındaki son savaşta Mordred öldürülür ve Arthur ölümcül bir yara alır. Guinevere bir manastıra ve Lancelot bir inzivaya çekilir. Sarayın diğer tüm büyük şövalyeleri öldürülür. Sir Bedevere, Arthur'a yardım eder ve Excalibur'u Gölün Leydisi'ne geri götürür. Kılıç geri döndüğünde, Arthur ölür ve bir gemiyle Avalon adasına götürülür.

Alegori olarak Arthur Efsanesi

Kral Arthur ve şövalyelerinin hikayesi, Geoffrey'in MS 1136'da eserini yayınlamasından kısa bir süre sonra Orta Çağ'daki okuryazarlar arasında anında yankı uyandırdı. M.S 1160'ta Norman şair Wace efsaneyi Eski Fransızcaya çevirmişti ve Provence'ın büyük şairi Chretien de Troyes ( M.S 1130-1190) eserlerinde bunu kullandı.Efsane diğer Fransız şairler tarafından derinleştirildi ve genişletildi, Alman yazarlar tarafından yeniden çalışıldı ve daha sonra din adamı Layamon (MS 12.-13. yüzyıl) tarafından İngilizceye çevrildi.Daha sonra İngilizce düzyazıda Vulgate Döngüsü (1215-1235) olarak düzenlendi ve Malory'nin MS 1469'da çalıştığı ana kaynak olan Post-Vulgate Döngüsü ( 1240-1250) olarak bilinen versiyonda düzenlendi.

The Death of King Arthur
Kral Arthur'un Ölümü
John Garrick (Public Domain)

Efsanenin en kalıcı motiflerinden biri, birçok hikayede onunla evlenen soylu bir şövalye tarafından kurtarılması gereken Tehlikedeki Kadın'ın motifidir. Arthur efsanesinin Chretien de Troyes döneminden itibaren kadınların statüsünü ve gücünü yükselttiğine dikkat çekilmiştir.Sıkıntı içindeki bir kadın bile çoğu zaman büyük bir servete, toprağa veya sihirli eşyalara sahip bir kraliçe olur.Bu, kadınların genellikle uğrunda savaşılacak veya korunacak nesneler olarak tasvir edildiği Orta Çağ edebiyatından önemli bir sapmadır.

EFSANLERİN, BİR İNANÇLININ İNANÇ YOLCULUĞUNU SEMBOLİK OLARAK TEMSİL EDEN HRİSTİYAN ALEGORİLERİ OLDUĞU ÖNE SÜRÜLMÜŞTÜR.

Efsanelerin, bir inananın inanç yolculuğunu sembolik olarak temsil eden Hristiyan alegorileri olduğu öne sürülmüştür.Örneğin Kutsal Kase Arayışı Hristiyanlığın izini örnekler: bunu tanımlamak için kişinin saf kalbe sahip olması gerekir ancak biri saf kalbe sahip olmasa bile ,arama teşebbüsüyle arayanın hayatı iyileştirilir.Efsanelerin mistik alegoriler olduğu da iddia edilmiştir.Bilgin David Livingstone, Arthur efsanelerinin "Tanrıile mistik bir birleşme yolunda mistiği kuşatan denemelerin ve tehlikelerin Kabalistik alegorileri" olduğunu iddia ederek bu görüşü öne sürer.(317) Çoğu yorum, hikayeler için bir Hıristiyan temeli ve onu ilerletmek için Hristiyan sembollerinin kullanımı konusunda hemfikirdir.

Daha az bilinen bir teori, güney Fransa'da 12. ve 13. yüzyıllarda gelişen Katharizm olarak bilinen bir Hıristiyan sapkınlığına dayandığını öne sürüyor. Katharlar (Yunanca Catharoi', saf olanlar), ibadetleri Ortaçağ'da Meryem Ana'ya duyulan saygıyla bağdaşık olan bir kadın tanrı Sophia'ya (Yunanca bilgelik) taparlardı; Ölen ve dirilen tanrı olarak Mesih'in kurban edilmesi de onların inançlarına uygundur. Katharlar, ruhun saflığını ,eylemde asaleti ve inançlarının samimiyetini vurguladılar, Katolik Kilisesi'nin yolsuzluğuyla karşılaştırıldığında, kilise Albigensian Haçlı Seferi'ni başlatana ve MS 1209-1244 arasında onları katletinceye kadar onlara bir dizi inanç değiştiren insan getirdi.


Bilim adamı Denis de Rougemont'un Love in the Western World adlı eserinde en ünlü şekilde ifade ettiği teori, Fransız şairlerinin - en önemlisi Chretien'in - Kathar inancını romantik masallarda gizlediğidir.Chretien, Aquitaine'li Eleanor'un kızı Marie de Champagne'nin sarayında bir şairdi, her ikisi de kilise doktrinine karşı gelmeleriyle tanınan ve her ikisi de güney Fransa ve Kathar aykırı düşünceleriyle ilişkiliydi.Bu görüşe göre, Guinevere'nin sayısız kaçırılması, kilisenin eski bilgesi Sophia'yı kendine mal etmeye çalışmasını temsil edecek ve onu kurtarması, geri alan Katharları sembolize edecekti.Aynı şekilde, Tehlikedeki Kadın da, daha sonra onunla “evlenen” ve hediyelerini alan bir Kathar perfecti (“mükemmel biri”) tarafından kurtarılması gereken Sophia olacaktır.

Efsanenin bariz Hristiyan tasviri ve sembolizmi bu görüşle çelişiyor gibi görünebilir - ve belki de öyledir - ancak onu destekleyebilecek bir dizi ilginç yön vardır.Bunların arasında, daha önceki AvrupaHristiyan edebiyatında kadınların aynı şekilde sunulmamasıdır.Birinin uğruna feda edebileceği, onsuz yaşayamayacağı ve hatta uğruna öleceği bir aşk kavramı, bir Kathar'ın Sophia ile olan ilişkisinde olduğu gibi, Arthur romanlarının merkezinde yer alır.Katharlarla en yakından ilişkili bölge olan Güney Fransa'da Saray Aşkı, şövalyelik ,ve kadınların yüceltilmesi kavramının gelişimi, bir başka düşündürücü yöndür.

Katharlar, kilisenin zulmü nedeniyle fikirlerini açıkça ifade edemedikleri için, mesajlarını, aykırı olmayanlar tarafından göründüğü gibi yorumlanan şiire yerleştirdiler ve Orta Çağ Avrupa'sını günümüz aşk şarkısının prototipiyle tanıştırdılar.Bilgisizler, ,Rougemont'un ifadesini kullanırsak, efsanenin yüzeysel mesajına, simgelerin ruhsal gücünü fark etmeden cevap verdiler.

Miras

Arthur efsanelerinin mirası o kadar yaygındır ki dünya kültürünün her yönüne dokunur.Manevi cevaplar arayışı, zayıfların asil savunucusu, romantik aşkın saflığı, sadakatin, özgürlüğün, adaletin ve eşitliğin önemi, adil ve duyarlı bir hükümet ve iyi ve asil bir lider,efsanenin tüm bu yönleri, yüzyıllar boyunca insanların çevrelerindeki dünyayı yorumlamalarını etkilemiştir.Ayrıca, romantik ilişkilerin modern anlayışı, Arthur motiflerinden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenir.

Camelot, Idylls of the King
Camelot, Kralın Idylleri
Gustave Doré (Public Domain)

Özellikle edebiyat ve sanat, eserin birçok farklı çevirisi ve ondan esinlenen diğerleri aracılığıyla Arthur efsanelerinden etkilenmiştir.Efsaneye Rönesans sırasında ilgi azalmıştı , ancak Alfred, Lord Tennyson (1809-1892) tarafından MS 1859'da yayınlanan Idylls of the King adlı eseriyle yeniden canlandırıldı.Tennyson'ın çalışması başkalarına ilham verdi ve Kral Arthur'un ve asil şövalyelerinin hikayesini, Yuvarlak Masa'yi ve büyülü bir harikalar dünyasını ve manevi anlamdaki ilgiyi canlandırdı.

Arthur krallığının büyülü topraklarında her an her şey olabilir ama iyilik her zaman kötülüğe galip gelir ve karanlık asla ışığı söndüremez.Yardım her zaman kahraman ya da leydiler için gelir, kötüler cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir, yaralılar iyileşir ve adalet her zaman tanınır ve karşılığını bulur.Yenilgide bile, doğru galip gelir ve sayısız mücadeleden sonra şövalye ve genç leydi, uzun mutlu bir yaşama doğru uzaklaşırlar.

Masallarda inkar edilemez bir şekilde çok sayıda dini ve manevi sembolizm olmasına rağmen, efsanenin popülaritesini açıklamak için hiçbir zaman alegorik bir yoruma ihtiyacı olmamıştır.Efsane Arthur ve şövalyelerinin trajik düşüşünde bile insanların hayatlarının çoğunlukla iyiye gittiği ve birinin anlam ve amaç bulabileceği bir vizyon sunar. Efsanenin her çağda devam eden popülaritesinin nedeni budur: çoğu zaman sihirsiz veya görünürde bir anlam taşımayan ve çoğu insanın sonsuza kadar mutlu yaşamadığı bir dünyadan kurtuluş.

Bibliografya


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️