AKŞEMSEDDİN’İN HAYATI VE BAZI ESERLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ
Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi.
ÖZET
Akşemseddin (Muhammed bin Hamza), h. 792 m. 1389/1390 yılında Dı- mışk (Şam)’da doğdu ve 863/ 1458 yılında da Göynük’te vefat etti. Asıl adı Şemseddin bin Hamza olup Akşeyh ve Akşemseddin adlarıyla tanındı. Muham- med Sühreverdî’nin torunlarından Şamlı bilge Şerafeddin Hamza’nın oğludur. Soyu Hz. Ebubekir’e kadar uzanan Akşemseddin, yedi yaşında iken babasıyla birlikte Şam’dan Anadolu (Amasya)ya geldi.
Anahtar Sözcükler: Akşemseddin, Şam, Amasya, İstanbul, Göynük.
İSLAM DÜNYASI / ISLAMIC WORLD
Akşemseddin, Karamanoğulları ve Candaroğulları dışındaki bütün Anadolu beyliklerin Osmanlı idaresine girdiği ve geniş ölçüde Anadolu’da Türk birli- ğinin kurulduğu XV. yüzyılda yaşamış önemli bir şahsiyettir (Saraç, 2006: 36).
Asıl adı Şemseddin Muhammed olan Akşemseddin’inin, 792 / 1389- 1390’da Şam (Dımışk)’da doğduğu bilinir (Taşköprî-zâde Ahmed, 1985: 26); (Mehmed Mecdî, 1989: 240); (Kitâb-ı Silsile, 40); (Şemseddin Samî, 1889: 265–266); (Özönder, 1974: 29-33).
Suhreverdî’nin (ö. 632 / 1234) torunlarından olan babası Şeyh Hamza’nın şeceresi Hz. Ebubekir’e kadar uzanır (Riyâzî Muhammed, 76 b); (Kılıç, 1998: 132); Enîsî,102a-b); (Bursalı Mehmed Tahir, 2000: 12).
Akşemseddin’in daha yedi yaşında iken babası Şeyh Hamza ile birlikte, hiçbir denetim ve gözetime tabi tutulmadan Şam’dan Anadolu’ya gelerek Kavak (bugün Samsun’a o zamanlarda da Amasya’ya bağlı) kasabasına yerleştiği bilinir. Babası Şeyh Hamza’nın mezarı hâlen burada bulunmaktadır (Enîsî,102 b); (Köprülü, 1950: 183).
Akşemseddin’le ilgili olarak son asır tezkirecilerimizden Mehmet Nâil Tuman, şu bilgileri verir:
Şeyh Şemseddin Muhammed Efendi, Hamza Efendi’nin oğludur. Şeha- beddin Sühreverdî sülâlesinden olmakla bu suretle nesli Hazreti Ebubekir-i Sıddîk’a müntehî olur. Şam’da doğdu. Vefâtı Cemâziyelâhir H. 863/ 1458. Göynük’de medfûndur. Kâşifü’l-Esrâr (Türkî) vefâtına tarihdir. Vefâtı târihini Kâmusu’l-Â’lâm ile Lügat-ı Tarihiye ve Coğrafiyye’nin 864 ve Sicill’in 880 olarak kaydetmeleri doğru değildir. Mutasavvıfâne ilâhiyyâtı (şiirleri) vardır (Mehmet Nâil Tuman, 2001: 233).
Manevî kir ve pasları temizleme işinde mahir, riyâzet ehli, saçı, sakalı bembeyaz ve yüzü, Yazd şehrindeki parlak ışıklar gibi çevresine nur saçan bir kimse olduğu için hocası Hacı Bayram-ı Velî tarafından kendisine Akşemseddin ve Akşeyh unvanlarının verildiği rivayet edilir. !Ayrıca az yeme, az uyuma ve az konuşma gibi özellikleri sebebiyle Akşemseddin’inin yüzünün tamamen beyazlaştığı bilinir (Özönder, 1974: 29).
Enîsî’nin Menakıb-ı Akşemseddin 3 adlı eserinde Akşemseddin’in soyu, ailesi ile birlikte Şam’dan Anadolu’ya gelişi ve babası Şeyh Hamza hakkında şu bilgiler yer alır:
Akşemseddin, Şeyh Şihâbeddin’in oğullarındandır. Hz. Ebubekir’e kadar uzanan soy ağacı (Muhammed Akşemseddin, Şeyh Hamza, Şeyh Hacı Ali, Şeyh Hediye, Şeyh Musa, Şeyh Muhammed, Şeyh Ebu Hafz ve Şeyh Şihâbeddin es-Suhreverdî, Muhammed, Abdullah, Mes’ûd, Hasan, Âsım, Nasr, Kasım, Mu- hammed ve Hz. Ebubekir) burada belirtilmiştir.
Akşemseddin H.792 tarihinde Şam’da doğdu. Babası Şeyh Hamza’nın, Şam diyarında birçok kerameti orta- ya çıktı. Yüce Allah’ın emriyle Şam diyarından Anadolu’ya göç etti. (o zaman) Amasya sancağında Kavak kasabasına yerleşti. Mübarek kabirleri buradadır.
Rivayet edilir ki (Şeyh Hamza) toprağa verildiği gece gece, kabrine sırtlan adı verilen bir kurt geldi. Mübarek kabrini açtı ve mübarek bedenini (cesedini) yemek istedi. Şeyh Hamza, elini yattığı yerden çıkardı; kurdu yakalayarak boğazından tutup öldürdü. Ertesi sabah kabri ziyarete gelenler, Şeyh Hamza’nın cesedini bu vaziyette (eli kabrin dışında) buldular. Kurdu oradan kaldırarak Şeyh Hamza’nın elini tabutun içine koydular. Şeyh Hamza’nın eli, tabutun içinden tekrar dışarı çıktı.
Sezgi gücü yüksek olan bilge bir kimse, temiz olmayan kurda değdiği için (değen) o elin yıkanması gerekir, dedi. Yıkayıp tabutun içine koydular. O za- mandan sonra Şeyh Hamza’ya Kurtboğan dediler. Şeyh Hamza’nın mezarı, o bölgede Kurtboğan mezarı olarak bilinir.
Rivayet edilir ki Akşemseddin yedi yaşında Kur’an’ı ezberledi. Babası Şeyh Hamza ile Anadolu’ya geldi. Şeyh Hamza, Anadolu’da vefat etti. Oğlu Akşemseddin ilme talip oldu. Arapça ilimlerin yanında fen ve edebiyat alanlarındaki ilimlerle de meşgul oldu.
Akranları arasında seçkin duruma geldikten sonra Osmancık Medrese- si’ne hoca oldu. O günün şartlarında, daha çok pozitif bilimlerle meşgul olma- sına rağmen tasavvufî ilim (gönül ilmi) isteği, kalbinden hiç çıkmadı ve daima kendini bir eksiklik içinde hissederek gösterişten uzak sade bir hayat yaşadı (Enîsî, 102 b).
Eserleri
Def’-i Metâ’ini’s-Sûfiyye (Hall-i Müşkilât: Güçlüklerin Çözümü)
Büyük devlet adamı Fatih Sultan Mehmed Han’ın isteği üstüne 1437 yı- lında Arapça yazılmış olan tasavvufi bir eserdir. İbn-i Arabî başta olmak üzere büyük mutasavvıfların sözleriyle, Kuşeyrî, Gazâlî, Cüneyd-i Bağdadî, Necmed- din-i Kübrâ gibi ünlü âlim ve bilgelerin sözleri arasındaki benzerliklerin ele alın- dığı bu eserin Türkçe çevirisinin adı Kâşifü’l-Müşkilât’tır.
Metâ’inü’s-Sûfiyye
Sofilere dil uzatanlara cevap olarak Arapça yazılmış olan bir eserdir. Maddetü’l-Hayât
Bazı kaynaklarda Akşemseddin’e ait olduğu belirtilen ve tıp konusunda Türkçe kaleme alınan Hayatın Sermâyesi adlı bu eserin Akşemseddin’e ait olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi mevcut değildir.
Mektûbât (Mektuplar)
Türkçe yazılan bu eser iki bölümden oluşmakta olup fetihle ilgili olarak kaleme alınmıştır.
Makâmât-ı Evliyâ (Velilerin Makamları)
On sekiz başlık altında tasavvufî ahlâkla ilgili çeşitli konuların ele alındı- ğı Türkçe bir risaledir.
Mücerrebât (Denenmişler)
Tıp kitabı olan bu eserde, canlıların kimyasal yapıları, çeşitli hastalıkların ortaya çıkış sebepleri ve tedavilerinde kullanılan ilaçlar hakkında bilgi veril- miştir.
Risâle fî’d-Deverânı’s-Sûfîyye ve Raksihim
Sufilerin sema ve raksları konulu Arapça risaledir.
Risâle fî-Istılâhâti’s-Sûfîyye
Tasavvuf ıstılahları ile igili olarak kaleme alınanArapça risaledir.
Risâle fî’t-Tasavvuf
Tasavvuf konusunda kaleme alınan Arapça bir risaledir.
Risâle-i Kimyâ-yı Sa’âdet
Hayatta mutlu olma yollarının ele alındığı, tasavvuf konulu Türkçe bir eserdir.
Risâletü’d-Duâ
Arapça yazılan bu makalenin şeyhlik icazeti olan İcâzatü’s-Sadriyye ol-
duğu, sonundaki kayıttan anlaşılmaktadır.
Risâlâtü’n-Nûriyye
Bazı tasavvufi görüşleri sebebiyle eleştirilen Hacı Bayram-ı Velî ve derviş- lerini savunma amacıyla yazılmış olan Arapça bir eserdir. Eser, Akşemseddin’in kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
Risâle-i Şerh-i Ahvâl-i Hâcî Bayram-ı Velî
Hacı Bayram-ı Velî’nin sözlerini açıklayan Arapça bir risaledir.
Risâle-i Zikrullâh
Allah’ın zikri konusunda kaleme alınan Arapça bir risaledir. Eserin diğer bir adı da Risâle fi’z-Zikr ve Âdâbihâ ve Afdâlihâ’dır.
Vakıf-nâme
Akşemseddin’in, kendi dest-i hattı ile telif ettiği Türkçe bir bağış yazısın- dan ibaret bir risaledir.
Tabîr-nâme: Rüya yorumlarının yapıldığı Arapça bir eserdir.
Cevâb-nâme (Cevap Mektubu)
Fâtih Sultan Mehmed’in Uzun Hasan üzerine giderken gördüğü rüyanın tabiri ile igili olarak yazılmış olan bir cevap mektubudur.
Eş’âr (Akşemseddin’in Dinî-Tasavvufî Şiirleri)
Türkçe yazdığı otuz sekiz şiir (üç yüz bir beyit)in otuz üçü aruzla, beşi de hece ölçüsüyle kaleme alınmıştır.
Akşemseddin’in Şems ve Şemsî mahlasları ile kaleme aldığı dinî tasav- vufî muhtevalı şiirlerinin (daha çok gazel nazım şekli ve ilâhi nazım türü ile) bestelenerek tekke ve dergâhlarda büyük bir coşku ile okunduğu bilinir.
Akşemseddin’in Milli Kütüphane Fahri Bilge kitapları arasında 442 nu- marada kayıtlı 150 varaktan oluşan yazma mecmuada bulunan şiirleri, ilk defa Kemal Eraslan tarafından yeni harflere aktarılarak yayımlanmıştır (Eraslan, 1987: 31-55).
Akşemseddin, bu mecmuda yer alan toplam otuz sekiz şiirinden beşini hece, diğerlerini de aruz vezni ile kaleme almıştır.
Söz konusu şiirlerin, Türk edebiyatında ilâhi nazım türünün en büyük temsilcilerinden birisi olan Yûnus Emre ve hocası Hacı Bayram-ı Velî’nin öğrencisi ve damadı Eşrefoğlu Rûmî etkisi altında yazılmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Daha çok Şeyh Akşemseddin Kaddesallahu sırrehu’l-azîz başlıklı olan şairin hayal dünyasının ürünü olan bu şiirlerden bazılarına aşağıda yer veril- miştir.
Sonuç:
Türk tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen İstanbul’un fethinin ve bundan sonra süratle geliştirilen Türk-İslam medeniyet ve biliminin manevi mimarlarından birisi olan Akşemseddin (dinin güneşi), daha çok devrinin bi- lim dili Arapça kaleme aldığı eserlerle bilim, kültür, edebiyat, tıp ve tasavvuf tarihimizde önemli bir yere sahiptir.
Akşemseddin’in, tıp ve tasavvuf konulu Türkçe ve Arapça mensur eserle- rinin yanında Şemseddin, Şemsî ve Şems mahlaslarını kullanarak Türkçe şiirle- riyle, Ahmed Yesevi, Mevlâna ve Yûnus Emre gibi şairlerin yolunda yürüyen önemli bir şair olduğunu göstermiştir.
Akşemseddin, devrinin büyük bir mutasavvıf, mürşit ve bilim insanı (mü- derris) olarak yazdığı pek çok önemli Arapça mensur eserinin yanında, sayısı çok fazla olmamakla birlikte hece ve aruz ölçüsü ile didaktik şiirler kaleme almıştır. Söz konusu şiirlerden beş tanesi, aşağıda verilmiştir.
Akşemseddin’in şairlik yönü, Müjgan Cunbur ve Kemal Eraslan’ın de- ğerli araştırma ve çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Yapılabilecek olan bazı yeni araştırmalar sonucunda, onun daha başka yeni şiirlerine de ulaşılabileceği tahmin edilmektedir.
Kemal Eraslan tarafından kaleme alınan ve kaynaklar kısmında adı geçen makalenin sonunda, Türkçe arkaik kelimelerin de yer aldığı bir okuma sözlüğü verilmiştir. Söz konusu okuma sözlüğünde, anlamları genel okuyucu kitlesi tarafından anlaşılabilecek olan kelimelere yer verilmemiştir.
Akşemseddin’in Şiirlerinden Bazı Örnekler 4
I
Sâkiyâ gel bizi hayrân eylegil Ben garîbi ışka mihmân eylegil
Derd-i yârı cân içinde saklaram
Ol kadar kim derde dermân eylegil
Işk-ı ma‘şûk gönlümi yağmaladı Gel benüm karşuma cevlân eylegil
Bilmezem ma‘şûk ben mi yoksa sen Gel benüm müşkilüm âsân eylegil
Âşıkısan ma‘şûka ey Şems eger Ma‘şûkun sırrını pinhân eylegil
II
Âşık oldum sana cândan Hacı Bayram pîrüm Sultan Gönül himmet umar senden Hâcı Bayram pîrüm Sultan
Irak mıdur yollarunuz Taze midür güllerünüz Hûb söyler bülbüllerünüz Hâcı Bayram pîrüm Sultan
Ana varan olur hacı Başındadur nurdan tâcı Molla Hünkâr’un sagdıcı Hâcı Bayram pîrüm Sultan
Al yeşil sancağı kalkar Türbesi mis gibi kokar Altın şem‘alarum yakar Hâcı Bayram pîrüm Sultan
Al yeşil zeyn olmış üsdi Server Muhammed’ün nesli Yaradan Allah’un dostı Hâcı Bayram pîrüm Sultan
Sensin Allah’un velîsi
İki cihânun dolusı Evliyâlarun ulusı
Hâcı Bayram pîrüm Sultan
Akşemseddîn dir varılur Azîm tevhîdler sürilür Yılda bir çağı bulınur Hâcı Bayram pîrüm Sultan
III
Zihî cân kim münevverdür bugün nûr-ı tecellâdan
Hârâbât içre uşşâkı görüp ta’n itme iy zâhid
Ki ol rüsvâ-yı ışk olmuş yanupdur derd-i Mevlâ’dan
Gönül dildâre virenler cihânda kılmadı ârâm Budur âvâre sergerdân geçer dünyâ vü ukbâdan
Temaşasın duyan ışkun nazar kılmadı ağyâra
Ki dâim ışk u şevk ister usanmaz ol bu sevdâdan
Cihânun mâverâsında kurupdur haymeyi âşık Bu âlemde haber bilmez dahi hem Arş-ı a‘lâdan
Hudâ’nun âşıkı çokdur velî Akşemseddîn gibi Kanı bir dertli âşık kim yana aşk-ı dilârâdan
Çün mest-i hayrân oldılar deryâ-yı ummân oldılar Katrede pinhân oldılar benzemez ad u sanları
Ey Şemseddîn âlemde bil âşıklara yokdur hicâb Kat‘-ı menâzil idicek arşdan yüce seyrânları
IV Ölümdür yârdan ayru zindegânî Belâdur ansuz olan şâdumânî
Belâsı âşıkun ayruksı olur
Ne bilsün ışkı yok kimseler anı
Belâlar âşıka cân râhatıdur Belâlu kişilerdür kâmurânî
Güzîn itdüm belâsın başum açdum Habîbün yolına kurbânı cânı
İlâhî lûtfınun pâyânı yokdur Seni kıl mûnisüm dâyim nihânî
V
Işk hastası olanlarun dost derdidür dermânları Işk esîri olanlarun dosta fedâdur cânları
Işka esîrdür ehl-i hâl bu ışka sığmaz kîl ü kâl Işkun acîb hâlâtı var kul eyledi sultanları
Işk ile bu cân milkini bir dem imâret kılmadın Henüz bu nefsin baykuşı terk itmedi vîranları
Hak’dan cüdâ görmen eri erdür dü âlem serveri Eğer kılurlarsa nazar altun iderler dağları
💮
2 Akşemseddin’in, İslam dünyasındaki pek çok şehri gezdikten sonra ancak ulaşabildiği ve çetin bir sınav sonucunda bağlanabildiği hocası Hacı Bayram-ı Velî ile olarak kaleme aldığı Hâcı Bayram pîrüm Sultan redifli şiiri, yazımızın son kısmında yer almaktadır. Anadolu’nun önemli manevi mimarlarından birisi olan Hamid el-Kayseri (Somuncu Baba)’nin talebesi Hacı Bayram-ı Velî’nin, Akşemseddin’in yanında İznikli Eşrefoğlu Rûmî gibi daha pek çok bilge kişiyi yetiştirdiği bilinir.
3 Emir Hüseyin Enîsî tarafından kaleme alınan Menâkıb-ı Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’in hocası, Ankaralı Hacı Bayram-ı Velî’nin öğrencisi ve Osmanlı Devleti’nin manevi mimarlarından bilim ve gönül insanı Akşemseddin’in menkıbelerinin yer aldığı ve onun tasavvufi görüş ve öğretilerinin ele alındığı önemli bir eserdir. Akşemseddin’in hayatını konu alan en güvenilir kaynak Menâkıb-ı Akşemseddin’in, farklı nüshaları da dikkate alınarak ortaya konulan çeviri yazı ve günümüz Türkçesine aktarımı, okuyucu ve araştırmacıların hizmetine sunulmuştur (Bilal Aktan-Mustafa Güneş, Menâkıb-ı Akşemseddin, H Yayınları, İstanbul 2011).
Menâkıb-ı Akşemseddin örneğinde de görüldüğü gibi menakıp kitapları, Türk edebiyat, kültür ve anlatı geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Anadolu coğrafyasının her tarafına yayılarak bazı dinî-tasavvufî değerlerden beslenen söz konusu eserler, diğer halk anlatılarına göre daha inandırıcı bir özellik taşımaktadır. Eren ve alperen şeklinde adlandırılan din ve tasavvuf büyüklerinin, Anadolu kapılarının Türklere açılması sırasında ve devam eden fetihlerde önemli katkılar sağladıkları bilinir. Sözü edilen bilge kişilerin, Anadolu halkının ruh, gönül ve zihin dünyasında silinmez izler bıraktıkları söylenebilir (Ünsal Yılmaz Yeşildal, “Yozgat Menkıbeleri”, Bozok Üniversitesi, Uluslaraarası Bozok Sempozyumu (İnternational Bozok Symposium) 5-6-7 Mayıs/May 2016, Bildiri Özetleri Kitabı, s. 478).
4 4 Şemsî mahlasıyla daha çok beyit nazım birimiyle dinî-tasavvufî içerikli elliye yakın şiir yazmış olan Akşemseddin’in bu şiirlerinden (ilâhilerinden) bazıları, bestelenerek tekke ve dergâhlarda okunmuştur. Yazımızın Kaynaklar kısmından sonra verdiğimiz örnek şiirler, devrin ses özellikleri çeçevesinde yeni bir değerlendirmeye tabi tutularak belirtilen kaynaktan alınmıştır: Büyük Türk Klasikleri, C. III, “XV. Yüzyıl Tekke Şiiri, Akşemseddin”, Hazırlayan: Abdullah Uçman, İstanbul, 1986, s. 27–31.
KAYNAKÇA:
AKTAN B.-GÜNEŞ M. (2011), Menâkıb-ı Akşemseddin, H, 1. Bas. , İstanbul.
AYVERDİ, S. (2005), Edebî ve Mânevî Dünyâsı İçinde Fâtih, Kubbealtı,
1. Bas. , İstanbul.
Bursalı M. T. (1333), Osmanlı Müellifleri, C. I, İstanbul: Meral Kitabevi,
1. Bas. , İstanbul.
-------, (2000), Osmanlı Müellifleri I-II-III ve Ahmed Remzî Akyürek Miftâhü’l-Kütüb ve Esâmî-i Müellifîn Fihristi, C. I., Hazırlayanlar: TATCI, M. KURNAZ, Bizim Büro, 1. Bas. , Ankara.
CUNBUR, M. (1991), “Akşemseddin ve Göynük”, Türk Kültürü Araştır- maları, XXIX/ 1-II, Ankara, ss.77-104.
E. H. Enîsî, Menâkıb-ı Akşemseddin, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Nu. 4666.
ERASLAN, K. (1983), Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, 1. Basım, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara.
-------, (1987), Akşemseddin’in Dinî-Tasavvufî Şiirleri, Türk Dili Araştır- maları Yıllığı Belleten, Yıl: 1987, 1984’ten Ayrı Basım, ss. 31-55.
KILIÇ, F. (1998), XVII. Yüzyıl Tezkirelerinde Şair ve Eser Üzerine Değer- lendirmeler, Akçağ, 1. Basım, Ankara.
Kitâb-ı Silsile; Kütahya Belediyesi Mustafa Hakkı Yeşil Kütüphanesi, Yazmalar Bölümü, Sıra nu. 469.
KÖPRÜLÜ, M. F. (1950), Akşemseddin, MEB İslâm Ansiklopedisi İslâm Âlemi Tarih, Etnografya ve Biyografya Lugati, C. V, İstanbul, ss. 230-231.
-------, Hamdî Muhammed Hamd Allâh, MEB İslâm Ansiklopedisi -İslâm Âlemi Tarih, Etnografya ve Biyografya Lugati, C. I, İstanbul, ss. 183-185.
Mehmet N. T. (2001), Tuhfe-i Nâilî Dîvân Şâirlerinin Muhtasar Biyogra- fileri, C. I, Hazırlayanlar: KURNAZ, C.& TATCI, M. Bizim Büro, 1. Basım, Ankara.
ONUR, N. (1991), Yusuf u Züleyha Hamdî, Akçağ, 1. Basım, Ankara.
ÖZÖNDER, H. (1974), İstanbul’un Mânevî Fâtihi Akşemseddin, Hayat
Tarih Mecmuası, Yıl 10, ss. 29-33.
Riyâzî Muhammed Efendi, Riyâzü’ş-Şuarâ, Nuruosmaniye Kütüphanesi,
Nu. 3774.
SARAÇ; M. A. Y., (2006), Osmanlı’nın Şiiri, 3F, 1. Bas., İstanbul.
Taşköprî-zâde Ahmed Efendi, (1985), E’ş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye, Hazırlayan: A. Suphi Furat, İstanbul: İstan- bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1. Bas., İstanbul.
-------, (1989), Şakâik-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri, Hadâiku’ş-Şakâik, Ha- zırlayan: Abdülkadir Özcan, Çağrı, 1. Bas., İstanbul.
Türk Ansiklopedisi, (1946), Akşemseddin, MEB, C. I, İstanbul, ss. 381-382.
Şemseddin S., (1307/1889), Kâmûsu’l-A’lâm, C. I, 1. Bas., İstanbul.
YAVUZ, K. (2001), Şiirleri İçinde Akşemseddin’in Tasavvuf Dünyasına Psikolojik Bakışlar, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 2, ss. 39-50.
YEŞİLDAL, Ü. Y. (2016), “Yozgat Menkıbeleri”, Bozok Üniversitesi, Uluslaraarası Bozok Sempozyumu (İnternational Bozok Symposium) 5-6-7 Mayıs/May Bildiri Özetleri (Abstract) Kitabı, ss. 478.
YURD, A. İ. (1972), Fâtih’in Hocası Akşemsedddin, Hayatı ve Eserleri, İstanbul: Fatih Kitabevi, 1. Basım, İstanbul.
YURD, A. İ.-KAÇALİN, M. (1994), Akşemseddin Hayatı ve Eserleri, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1. Basım, İstanbul.
http://www.noktavirgul.com/biyografi/aksemsettin-kimdir-hayati-eserle- ri (17.05. 2016)
Akşemseddin ve tıp 🩺
Akşemseddin, bilimde ve tasavvufta olduğu gibi, tıp ve eczacılık alanında da büyük bir üne sahipti. Fakat kaynaklarda Akşemseddin’in tıp ilmini kimden ve nasıl öğrendiğine dair net bir bilgi yoktur. Bununla alâkalı İskoç oryantalist Elias John Wilkinson Gibb, History of Ottoman Poetry adlı eserinde, Akşemseddin’in tıp alanındaki ilmini, Hacı Bayram Veli ile beraber olduğu yıllarda elde ettiğini kaydetmekte ve kendisinden âlim ve mübarek bir kimse diye söz etmektedir.Sadece beden hastalıkların değil, aynı zamandan ruh hastalıklarının da hekimi olan Akşemseddin, ruh hastalıklarını da tedâvi ederdi.
İlmi yönü📚
Bahsettiğimiz gibi Akşemseddin Hazretleri birçok konuda ilim sahibi. Başta tıp, astronomi, matematik ve İslami ilimlerle meşgul bir zat. Bu hususlarda da pek çok talebe yetiştirmiş biri. Aynı zamanda kaynaklarda “tabîb-i ebdân” (beden doktoru) olduğu, devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı bilinenler arasında. Nispeten eczacılık ile ilgilendiği de malumdur.
Kaynaklarda Sultan II. Murad’ın kazaskeri Süleyman Çelebi’yi ve Fatih Sultan Mehmed’in bir kızını tedavi ettiği belirtilmektedir. Hatta Fatih’in bu kızı ona kendi hastalığını tedavi etmesi üzerine Beypazarı’nda kendisine ait pirinç tarlalarını hediye etmiştir. Bu bağlamda Mâddetü’l-hayât (Hayatın Maddesi/Kaynağı) adlı eseri tıp ilmi anlamında oldukça önem arz eder. Ayrıca bu eserde bulaşıcı hastalıklar üzerine eğilerek dikkat çekici noktalar yakalamıştır.
“ Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya çıktığını sanmak hatadır. Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma, gözle görülmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.”
Mâddetü’l-hayât’taki bu iktibastan da anlaşılacağı üzere Akşemseddin Hazretleri mikrop meselesine temas etmiş biridir. Üstelik hastalıkların da bu yolla bulaştığı fikrini öne sürer. Hem de bu hususta kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya değinen tabiptir. İşte onun İslam ve Osmanlı bilimi içerisinde ayrıcalıklı bir yerinin oluşu bu durumlardan mütevelittir. Hocalık vasfı yanında ilmi keşiflerin peşinden giden, bugünün modern tıbbına buluşlarıyla referans teşkil eden bir alimdir. Diğer eserlerinin büyük bir çoğunluğu ise tasavvufa dairdir.
Mikrobun kaşifi 🦠
Akşemseddin, Louis Pasteur’in yaklaşık 400 yıl sonra deneyle keşfettiği mikrobu, Maddetü’l-Hayat adlı eserinde yıllar öncesinde dile getirdi:
“ Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya çıktığını sanmak hatadır. Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma, gözle görülmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.
Mâddetü’l-hayât ve mikrop nazariyesi
Sözlük anlamı “sağlığın sermayesi, hayatın ana unsuru” gibi anlamlar taşıyan Mâddetü’l-hayât, Akşemseddin Hazretleri’nin tıp ve daha çok eczacılık alanındaki birikimlerini yansıtan bir eser olup bitkilerle tedavi konusunda iyi bir örnektir.
⚠️Nitekim bu eserde Anavarzalı antik çağ hekimi olan Dioskorides’in meşhur farmasötik eseri De Materia Medica’sına tekabül edecek şekilde bir isimlendirme yoluna gidilmiş, Mâddetü’l-hayât bu şekilde ortaya çıkmıştır.‼️
Neticede bitkilerle tedavi insanlık tarihi kadar eskiye götürülebilir. Akşemseddin Hazretleri de kendinden önceki birikimi yanına alarak eserine bu doğrultuda bir yön vermiştir.
Eserde sıtma türünden kan hastalıklarını ele almıştır. Zira bu meseleler o devre kadar incelenmiş değildir.
Yine, tıbbi hastalıkların kökenini ırsiyet ile ilişkilendirerek genetik bilimine işaret eder. İnsanların fiziki ve ruhi özelliklerinin nesep yoluyla aktarıldığını söyler. Bunun tedavilerde göz önünde bulundurulması gereken bir ilke olduğunun altını çizer. Tıpta teşhis ve tedavi noktasında soyaçekim yasasına vurgu yaparak hastalıkları bu minvalde değerlendirir. Esasında bu eser bitkilerden ilaç elde etme ve onlarla tedavi etme yöntemlerini ihtiva eder. Elbette o bu metotları sıralarken tıp bilgisi ile hastalıklara dair önemli meseleleri de açıklamıştır.
Baş ağrısı, göz ağrısı, nezle, vitiligo hastalığı, cüzzam, unutkanlık, melankoli, veba, bağışıklık sistemi, ahlat-ı erbaa (dört hılt) eserin çatısı altında yer alan mühim meselelerden bazılarıdır. Bu hastalıklar için çeşitli bitkilerin adları zikredilir ve reçeteler verir.
Ayrıca eski Mısır’a dayanan ahlat-ı erbaanın hastalıkların vuku bulmasındaki rolünün üstünde durur. Söz gelişi melankoli hastalığının ardında kişide çok fazla kan sıvısının oluşu yatar.
Bu noktada “…bu durum vücutta orantılı bir şekilde bulunması gereken dört karışımdan olan ‘sevda’nın (kara safra) normal değerler üstünde çok olmasından kaynaklanır…’’şeklinde bir teşhis ileri sürerek “…işlenmiş karabaş otu kullanarak beyni temizlesinler ve toprak karışımdan yapılmış mağlayı ve ishal yapıcı ilacı kullanıp, bütün bedenini arındırsınlar…’’ biçiminde bir iyileştirme yöntemi sunar.
Eserin gövdesi bu hususlardan meydana gelir. Ona göre hastalıklar gözle görülmeyen tohumların bir tezahürüdür ve bu düşünce bizi bugünkü manada mikrop nazariyesine götürür. Elbette mikrobun keşfi mikroskoba bağlıdır. Bu durumda Akşemseddin Hazretleri kimilerine göre mikrobu bulan değil onu ihsas eden konumdadır. Ancak Orta Çağ Avrupa’sında görülen büyük salgınlar ve akabinde yaşanan ölümler Tanrı’nın cezası olarak değerlendirilirken, 15. yüzyılda yaşamış bir Osmanlı tabibi olan bu alimin gözlem veya tecrübe olmaksızın mikrop fikrini ima etmesi tıp ilmine önemli bir katkıdır.
Tıp tarihinde antik dönem de dahil kimi isimlerce mikrop mefhumuna değinilmektedir. Akşemseddin Hazretleri de bunlardan biri olup kendinden önceki ilim merdiveninde bir başka basamak olarak yer almaktadır.
Buyururdu ki :
“Her işe besmele ile başla. Temiz ol, daim iyiliği adet edin, tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükür, belaya sabret. Dünyanın mutluluğuna mağrur olma. Ömrüm uzun olsun dersen, kimseye kızma, eziyet etme. Kimsenin nimetine haset etme. Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme. Tırnağını asla dişinle kesme. Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti Kur’an-ı kerim oku. Zikrin daima hamd-i Hüda (Allahü tealaya hamd etmek) olsun. Hem Cehennem azabından endişeli ol. Hasedi terk et, kendini başkalarına medh etme. Namahreme (harama) bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırma. Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen fakirlikten kurtulursun. Edepli, mütevazi ve cömert ol. Cünüb kimse ile yemek yemek gam verir. Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.”
Kaynakça
Yavuz Unat, Mikrop Kuramı ve Akşemseddin. Bilim ve Ütopya , Sayı: 295, Ocak 2019, s. 54 -58
TDV İslam Ansiklopedisi, Akşemseddin maddesi.
Muhammed b. Hamza Akşemseddin, Mâddetü’l-hayât (Yaşam Kaynağı) çev. Mehmet Sait Toprak, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınları.
Hasan Ali Çetin, Akşemseddin’in Mâddetü’l-Hayât Adlı Eseri (İnceleme-Metin-Dizin-Tıpkıbasım). Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Dili Bilim Dalı. Doktora Tezi. İstanbul, 2016.

De Materia Medica MS 70 – İlaç hazırlama ve dağıtma sanatının ilk örnekleri:
Antik çağın en önemli farmakoloji kitaplarından biri
Bin yıl boyunca, eczacılığın tarihi - tıbbi ilaçları hazırlama ve dağıtma sanatı - doğal kaynaklardan türetilen ilaçların incelenmesini içeren farmakognozi (ilaç bilimi) tarihi ile özdeşti. M.S. birinci yüzyılda, ordu cerrahı Pedanius Dioscorides, bitkiler ve diğer doğal maddeler hakkındaki bilinen tüm tıbbi bilgileri, 1.500 yıl boyunca okunacak ve tercüme edilecek bir eserde birleştirmek için dikkate değer bir arayışa başladı. Araplar başlangıçta İslami farmakolojinin temeli olan ve sonunda Latince olarak yeniden kopyalanan eseri korudular ve kopyaladılar.
Nero zamanında Roma'da çalışmış, şu anda Türkiye sınırları içerisinde olan bir yerde doğmuş bir Yunan doktor olan Dioscorides, yoğun bir şekilde seyahat etti ve beş ciltlik çalışması De Materia Medica'da ("Tıbbi Konulara Dair" yaklaşık M.S. 70), kusursuz çizimler üretti. Açıklamaları pratikti ve hastalara uygulama talimatlarının yanı sıra hazırlık için dozajlar ve tarifler içeriyordu. Afyonun ağrı için kullanımlarını açıklamanın yanı sıra, kenevir (esrar, marihuana), nane ve yaban mersini gibi bitkilerden de bahsetti. Tedavileri ülserler, yuvarlak kurtlar, zehirlere panzehirler ve çok daha fazlasıyla ilgiliydi.
Kimyager John Mann şöyle yazıyor: "Dioscorides’in bitkisel (kitabının) en büyük zaferi ve yeniliği, bitkileri botanik ailelerinden ziyade farmakolojik özelliklerine göre sıralamasıydı. Bitki özlerinin birçoğu şüphesiz etkiliydi, örneğin ağrıyı gidermek için kullanılan tropan alkaloidleri (doğal olarak oluşan nitrojen içeren organik moleküller) içeren banotu ve mandrake. Ancak baldıran otu kullanımı daha az ikna edici çünkü "Bakirelerin göğüslerinin büyümesini engelliyor." diye bir inançta yer alıyor. Diğer batıl inançlar arasında sıtmayı tedavi etmek için tahtakuruları kullanmak da vardı."
Modern zamanlarda, doktorların genellikle bitkilerde bulunan bileşiklerle ilişkili olan ilaçları reçete ettiklerini unutmayın. Örneğin aspirin, söğüt kabuğunda bulunan aktif bir bileşene sahiptir ve ateşi, ağrıyı ve iltihabı tedavi eder. Yaygın bir bahçe çiçeğinden elde edilen digitalis(yüksükotu), kalp atış hızını kontrol edebilir.
Yazı görselin açıklaması: Dioscorides'in De Materia Medica'sının (1224) Arapça çevirisinden sayfa.
Yazıda geçen tarihi kişiler: Pedanius Dioscorides (M.Ö. 40–90)
KAYNAK: Dioscorides’s De Materia Medica 70. Page 56. The Medical Book: From Witch Doctors to Robot Surgeons, 250 Milestones in the History of Medicine. 2012
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️