21 Haziran 2024 Cuma

NÖROKUANTOFİLOZOFİ ;Prof Dr.ismail Hakki Aydin


     
NÖROKUANTOFİLOZOFİ
          









Neden mi ilk olarak böyle bir ismi, “Nörokuantofilozofi” adını kullanıyorum ve yazıyorum ben bu bilim ve “bilgiden ziyade bilgelik olan felsefe” dünyasında! Durun, anlatayım. Biraz gerilere gidelim isterseniz…

Yıllar önce Medimagazin Gazetesi’nde de, Sevgili Editörümüz ve Genel Yayın Yönetmeniz Dr. İbrahim Ersoy’un ısrarı üzerine makale yazmaya başladığımda, köşemin adını “Nörofilozofi” olarak isimlendirmiştim. Çünkü Beyin Cerrahı olarak, beyin, sinir ve nöronların, istikbale yönelik çok büyük yenilik ve değişime sebep olacağını fark etmiş ve nöron ve beyin felsefesi ile ilgili olarak beyin fırtınası yapmayı zaruri görmüştüm. Daha sonra da “Beyin Fırtınası” isimli bir kitap da neşr etmiştim. 

Nitekim de, öyle oldu. Kuanum Düşüncesi ile birlikte, bilim ve teknoloji dünyasını bir pandemi gibi saran Nörokuantoloji de boy gösterdi! Zira, unutmamak gerekir ki öngörmek ve bilim, hükmetmek içindir! Bilimin esas amacı ise, yeni bilimsel felsefi düşünce yöntem ve metodları geliştirmektir. Beyni yanında, Omurilik de, göremediklerimizi gören ve hissedemediklerimizi hisseden kuantik boyutta “Altıncı His” olarak fonksiyon gören beynimizin bir “Anten”i olduğunu belirtmek isterim. Düşünce de, beyindeki nöronlar meclisinin ittifakla aldıkları kararlar sonucu  ortaya çıkar! Bu nedenledir ki; Erdemli insan; Holistik ve Kuantik düşünceyi haiz, cihanşümül hissiyata sahip insandır. Eleştirel, kollektif, salim ve holistik aklın, dogmatik temeller ve güncel bilimsel prensipler çerçevesinde, izah edemediği her düşünce de sapkındır!

Felsefeyi de bilimin antenleri ve bir meşale olarak düşünmeliyiz. Bugün yanlış ve saçma olarak kabul edilen, yarın doğru olabilir, bugün doğru olduğu düşünülen yarın yanlış olarak kabul edilebilir. Zira bilim ondülan ve değişkendir. Aynı zamanda bilimin, hem dinamik, hem de dinamit(!) olduğunu da hatırdan çıkartmamak gerekir!

Kuantumu anlamadan da, “Düşünmek” anlaşılamaz şimdilik. “Yok” olmak isteyen felsefe ile meşgul olsun! “Var” olmak isteyen de “Hiç” olmakla… Kuantum, hem “YOK”luktur, hem de “VAR”lık!

“Var”lığımız, düşüncemiz ile doğru orantılıdır. Gerisi algoritmadır. Varlık Âleminin aslı, “yokluk”tu. “Yok”lar, kendilerini “var” etmek için, onu da “var” ettiler! “Kün” ile başladı, olmayan zaman, yoklukta varlık, varlıkta yokluk, bidâyette nihâyet, nihâyette bidâyet ve “Hiç”likte insan. Bir “Nefes”i anlat bana deyince Felsefeye, birden nefesi kesildi Felsefenin! Âl-i İmrân 191. Âyeti, bu elektronlar, nötronlar, atomaltı kuarklar, leptonlar ve bosonlar iyi öğrenmişler aşikar…

Beyin Muhteşem! 

Beyin aklın, akıl zekanın, zeka sözün, söz düşüncenin, düşünce duygunun, duygu davranışın, davranış alışkanlığın, alışkanlık karakterin, karakter kaderin, kader bidayetin, bidayet nihayetin, nihayet hakikatın kapısıdır!

Düşünce beynin, duygu bedenin dilidir. Beyin, mazinin kaydı, istikbalin yol haritasıdır. Her düşünce, beyinde yeni bir devre meydana getirir ve kollektif ateşleme sağlar. Sadece hayal kurmak ve tekrar tekrar düşünmekle, beyin bunu daha önce yaşanmış gibi yazılım halinde kaydeder, programlar, geçmişe takılıp kalmaz, yeni nöronan devre kombinasyonları geliştirerek haritalar, ideallerin prova edilmesine ve gerçekleşmesine zemin hazırlar. Düşünme ve hissetme tavrımız, bir varoluş şekli ve durumu yaratır!

Evren bomboş… Sadece “BEYİN” var! Beyin, ruh, vicdan, akıl, zeka, düşünce ve zihin, birbirinden bağımsız fakülteler olarak görünse de, temelde entegre bir bütün olarak, devamlı devinim ve değişim içerisindedir. Biyolojik perspektiften, beynin çalışma prensiplerini  her safhada kimyasal veya elektriksel sinir iletimi, iyon akımı, aksiyon potansiyeli, hücre içi nakil süreçleri gibi daha pek çok fonksiyonu, klasik fizik seviyesindeki tespitlerle nispeten açıklayabilmek mümkün olsa da, daha özellikli ve derinlikli  olan şuur, düşünme, rüya görme, hatırlama, hissetme ve duygulanma gibi durumları açıklamak için, klasik fiziğin çok daha ötesinden ve  farklı bir boyuttan, Kuantolojik yaklaşımlara da ihtiyaç vardır. Yapay zeka tabanlı beyin-bilgisayar teknolojilerindeki çalışmalar, gelecekte “Yapay Sinir Modelli Fonksiyonel Beyin”i de mümkün kalabilecektir! 

“Beyin” de, “Zaman”ı üreten “Zihin”i oluşturan frekanslardan müteşekkil… Nörokuantofilozofik yorum için, sağlıklı bir beyin şarttır. Ütopya sahibi olmak ve istikbali şekillendirmenin yolu beyinden geçer. Gece sen uyusan da, beyin hiç uyumaz. Gün boyu elde edilen bilgilerin derin analizini yapar, düzenler ve uzun süreli hafızaya kaydeder. Beyin; faaliyetlerini birbirine bağlı olarak sürdüren, belli fonksiyonlarda sistematize olmuş ve maharet kazanmış “Mikrobilinç” modellerinden müteşekkil, her an istişare, devinim, değişim içinde ve mes’ûliyeti çok olan, hiç bir ânı bir daha yaşamayan bir mûcizedir! Beyin, anne karnında onikinci günde idareyi ele alır, doğuma kadar hem kendinin, hem de organların gelişimini organize eder. Düşünce sağlığı için de, beyinsel, bedensel ve zihinsel meditasyon şarttır! Kalp atışlarını hızlandıran senkronize sabah egzersizleri, düşünmeyi, öğrenmeyi, planlamayı, karar vermeyi, muhakemeyi ve hafızayı güçlendiren, beyinden ve vücuttan zararlı maddeleri temizleyen, obezite ve stresi azaltan, kan basıncını ve organsal hiyerarşiyi düzenleyen, Beyin Kaynaklı Nörotrofik Faktör (BDNF) salgılanımını arttırır. Her şey, “BEYİN” kontrolünde…  “Zaman” bile. Rûya Âleminin  paralel evrenlerini düren zaman, tüm matematik formüllerini alt-üst edip, bilime meydan okuyor şimdi. 

Fraktal Beyin Kavramı ise; beynin ve zihnin bir bütün halinde tekillik ve çok sıkı entegrasyonunun hiyerarşik olarak yapılanmış olduğu düşüncesinden kaynaklanmıştır. Hücrelerin şekil, şahsiyet ve haysiyet kazanması ve tezahürü, duygu ve düşüncelerin frekanslarına bağlıdır.  İnsan da, (reputation/tekrarlanan) düşünceden ibarettir! Beyin dalgalarını kontrol etmek ve değiştirmek ise, bir tekamül aksiyonudur.

Artık şimdi bakıyoruz ki, Kuantum Fiziği, Metafizik, Mistisizm ve Tasavvuf kol kola… İmanın algoritması ve matematiği için düştüler yola! Zira, ummanda korkunç fırtına. Yelkenler paramparça. Pusula, dümen sıkışmış, gemi alabora, su almakta… Bir kum tanesine bakıyorum da, ne kadar da Cihan var içinde!  Matematik çaresiz, rakamlar soluksuz. Kuantum çare mi acaba… Ve “Ben”, “SEN” karşıma çıkarsın diye, kahrına katlandığım bu dünyada. “İçinde “SEN”in olmadığın hiçbir şey bulamadım bu Âlemde…” dememin sebebi de bu zaten! 

Her şeyin hiçbir şey, hiçbir şeyin her şey, “Hiç” olamayanın varlık iddiasında, her şeyin de birbiri içine gizlenmiş ve varlık için gayrette olduğunu bize öğreten Kuantoloji, her şeyden önce geleceği incelemek içindir. Nitekim Kuantumu anlamışsanız, kafanız karışmış demektir. Benim de kafam karışmamış desem doğru olmaz! Kuantumu anladığımızı zannettiğimizde, zaten vakit geçmiş olacak. Nitekim, dün hiç bitmedi, yarın da hiç gelmeyecek!

Kuantum Fiziği, Newton Fiziğinin fiyakası bozuldu!

Her ne kadar, Newton Fiziğinin yasalarını nerede ise alt-üst eden Kuantum Fiziği, Mekaniği ve Düşüncesinin, genellikle 1900’lü yılların başından itibaren başladığı kabul edilse de, aslında ben bu Felsefenin, Panteist ve Panenteist düşüncenin ilk sahibi Anaxagaros(M.Ö. 500-428) ve Eflatun(M.Ö. 427-347) ile neşv’ü nema bulduğu inancındayım. Zira, özellikle Eflatun’un “ideler alemi, gölgeler dünyası ve mağara hikayeleri” gibi düşünceleri, Kuantolojik yaklaşıma ışık tuttuğu ve günümüzde Kuantik çağın başlamasına vesile olduğu kanaatindeyim.  Yani bana göre, özellikle akılcı Eflatun, kuantum düşüncesini ilk mütefekkiridir! Bu nedenledir ki, yenilik olarak neşr edilen birçok düşünce, araştırma(!) ve buluş(!), henüz fark edilmemiş intihaldir! Lakin şurası da unutulmamalıdır ki Aristo da, matematiksel düşüncenin akıl laboratuarındaki temsilcisidir. Dâhilik ile delilik arasındaki tek fark da, zaten “AKIL” değil midir ki…  Allah’ın en büyük ayeti de Nörokuantolojik bir hakikat olan “Akıl”dır zaten. 

İyi bir düşünce ve isabetli felsefik muhayyile için, önce matematikten bağımsız olarak düşünmek, sonra da düşünceyi matematiksel zemine oturtmak ve kelimelerle anlaşılabilir hale getirmek gerekir. Bu sebepledir ki, Nörokuantofilozofinin esasını da matematik teşkil eder. Zira sadece Matematik, mutlak sonucu vermese de, bize kesin sonucu verir. Bu sebeple de bilim, her gün yeniden doğmaktadır. Zira Kuantik Çağda da, Yapay Zekanın, bir gün idareci de olabileceğini, Bakanlıkların ve Devlet idaresinin kendilerine ihale edilebileceğini de hatırda tutmak gerekir! Ayrıca, yapay zekalar, beynimizin frekanslarını analiz ederek düşüncelerimizi okuyabilir ve buna göre tavır alabilirler.

“Kuantum Çağı”, Cihan’da “Bilgi Ağı”

En basit tabiriyle Kuantum; her şey bir aldatmacadan ibarettir!

İbrahim Nazzam, Cabir bin Hayyan, İmam Rabbânî ve Muhyiddin Ârabi yüzyıllar öncesinden uyarmış olsa da, sonunda Newton ve kurallarının pabucunu, Max Planck, Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger, Max Born, John von Neumann, Paul Dirac, Wolfgang Pauli, dama atılmıştır! Böylece de Kuantum, Matematik ve Fiziğin kesin(!) kurallarının, kesin olmadığını göstermiş, onların karmaşık ve zor kaidelerini, Kuantolojik felsefesi ile  basite indirgemiştir. 

Maalesef sadece insanların robotlaştırılmadığı, robotların da insanlaştırıldığı(!) zamanımızda, Moleküler Biyoloji, Gen Cerrahisi, Nörobilim, Nanobilim, Nanoteknoloji, Nanonöroşirurji, Nanonörobiyokuantoloji, Nanonörobiyoteknoloji, Kuantum Çağı, “Z” Kuşağı, Dijital Çağ, Laniakea, Epigenetik, Konnektom, Robotlar, Yapay Zeka, Syborg, Android, Humanoid, Transhümanizm, CRISPR Cas9 Gen Teknolojisi, Tasarım Bebekleri, Robotik Cerrahi, Holografik Düzen, Holistik Düşünce, Holistik Evren, Holistik Hafıza, Holistik Kayıt, Temessül, Tecessüd, Tayy-ı Zaman ve Tayy-i Mekan derken, bana da yeni dünya düzeninin felsefesi olan  “Nörokuantofilozofi” ismini ihdas etmek farz olmuştur! Çünkü Felsefe, hayatın kendisidir ve anlaşılmak içindir. Bu çerçevede, insan olan da bilmek ister ve bildiğinden haz alır. Paylaşmaktan gurur duyar ve yazdıkları ile de ölümsüzleşir! Her ne kadar, halen liyakatsızın liyakatı, sadakatinde yatıyorsa da(!), Kuantik ahlak da, bence “Ahlak”ın tam da kendisidir. “Ahlak”ınız varsa, dine ihtiyacınız yoktur! Zaten din de güzel ahlak değil midir ki… En hassas terazi de, gramı, dirhemi, santimi ve saniyesi olmayan “Holistik Terazi”dir!

Yıllardan beri üzerinde durduğum, kitaplarımda yazdığım, konferans ve TV programlarıma konu ettiğim “CRISPR Cas9 gen düzenleme  yöntemi” sebebi ile Emmanuelle Charpentier ve Jennifer A. Doudna 2020 NOBEL KİMYA ÖDÜLÜNÜ, Beyin, nöron, zihin, konnektom, hayat ve nöronal nanotüpler konularında da Stuart Hameroff ile birlikte çalışmaları olan ve “İnsan zihninin, insan bedenine üstünlüğü’nün simgesidir” diyen İngiliz Matematiksel Fizikçi Sir Roger Penrose, “Kara delik oluşumunun genel görelilik teorisinin sağlam bir tahmini olduğunun keşfi” için diğer iki bilim insanı(Genzel ve Ghez) ile birlikte, 2020 NOBEL FİZİK ÖDÜLÜNÜ kazandılar. (Tartışma konusu, CRISPR yöntemini ilk kim buldu… Nobel kazanan ekip, prokaryotlarda, Zhang ekibi ise eukaryotlarda  kullandı. Zhang’ın kullanımı memelilerde gen editleme yolunu açtı. 

Hayat, RNA-DNA boyutunda kontrol edilebilir bir rüya, bir hologram, bir illüzyondur!

Tıptaki “Nosebo ve Plasebo etkisi”ni, ancak Kuantoloji ile izah edebiliyoruz. Zira düşünce, kimyasallardan daha güçlüdür! (Şartlandırma, Beklenti, Anlam Yükleme) Tekrarlanan yeni duygu ve düşünceler, beyinde nöronal bağlantıların birlikte ve senkronize ateşlenmesine, yeni bir programlama yazılımına ve bu yeni yol haritasının genlere de işlenmesine vesile olur.

Bu gelişmeler, günümüzde bir başka dünyaya kapı açarak Teknik,  Metafizik, Mistik ve hatta Teolojik raddeye varınca, her ne kadar “çift yarık deneyi”nden, nanotüplere ve bosonlara kadar ve bu konular hakkında, daha önceki makalelerimde ve yayınlanmış “Beyin Sizsiniz 1, 2, 3” adlı seri kitaplarımda geniş bilgi vermiş olsam da, burada Kuantum ve Nörobilim düşüncesinden hareketle, spesifik felsefi ve tefekkür boyutundaki Nörokuantofilozofik fikirlerime de özet ve mümkün olduğunca kısa cümleler halinde yer vermek ve Kuantoloji ile bizim neleri daha iyi öğrendiğimizi ifade emek istiyorum.

Kuantumun da anası Felsefe, babası Matematiktir! Bilim ahlakının hakiki sınırlarını da, Nano-biyo-nöro-kuantoloji belirler. İnsanın acziyetini ve “hiç”liğini, Kuantum Fiziği kadar hiç bir şey ifade edemez! Hayatiyetin tek şartı ve işareti olan “Bilgi”, laboratuarda başlar, matematikle şahsiyet kazanır. NitekimMatematize edilemeyen hiç bir varlık, algoritma ve hakikat “Yok”tur! Bilim de, eninde sonunda tarihteki tüm savaşların galibi olmuştur.

Her şey önceden belirlenmiş, yazılmış! Bize, istediğimiz ve seçtiğimiz rolü oynamak düşer bu “Kâinat” denen fikirlerin bağlantısallığından meydana gelmiş, bir medeniyetler bütünü olan sahnesinde… Kuantik ve Dijital Çağda, Dijital Veri Bankerliği, Dijital Diktatörlük ve Dijital Faşizmden korunmanın tek yolu, “Dijital Milli Banka Sistemi” ve “DİJİTAL ve BİLİMSEL EGEMENLİK”tir! İnsan da sonunda, trilyonlarca hücrenin oluşturduğu devletlerden(!) meydana gelmiş bir “KUANTİK BİRLEŞİK DÜNYA DEVLETİ”dir! Kontrol edilebilir elektromanyetik dalgalar ve Wi-Fi özellikli her türlü cihaz, alet, ilaç, gıda ve eşyalar vasıtası ile, hedef alınan kişilerin ve toplumun cesaret, kişilik, ideoloji ve manevi değerlerinde, faşizan ve diktatöryal değişkenlikler meydana getirilebilir! 

Robot Terörizmi, Robotlar İttifakı, Robot ayaklanmaları ve isyanları, Robot Milletler ve Robot Devletler yolda… Robotik Teknoloji henüz yeterince güvenli değil…  Yapay Zeka, her an kontrolden çıkabilir, siber saldırıya maruz kalabilir, terminatöre dönüştürülebilir! Bir sabah kalktığımızda, yapay zeka-robot ittifakının(!) ihtilal yaptıklarına, meşru hükümet üyelerini tutukladıklarına ve idareye el koyduklarına şahit olmak, ürkütücü olsa da, işten bile değil… Hep öyle olmadı mı ki!

İnsanlık, evrenden yavaş yavaş, sessiz sedasız elini ayağını çekiyor! Bilgiye entegre Humanoid Kabileler(!) birleşerek, milletleşme(!) ve devletleşme(!) yolunda… Beyinler, kuantum bilgisayarlara entegre edilebilecektir! Hibrid insan(!)lar ve nanorobotlar sokaklarda cirit atacak. Akıbeti, artık varısın akl-ı selim sahipleri düşünsün!

Meçhulu malum, malumu meçhul ve imkansızı imkanlı kılan Kuantumun, atom ve atomaltı kanunlarının tutarlı ve Tanrısal olduğunu ve dokunulmaması gerektiğini ispat etmesiyle, aklının zekasına galip gelenin inanmaması için hiçbir bahane bırakmamıştır. Kâinattaki mevcudatın ve hayatın birliğini ve bütünlüğünü izah eden Nanonörokuantoloji’nin sadece temel bilgilerine bile vakıf oldukça ve anladıkça, Tanrıya iman sarsılmaz olacağını ve ateist bilim insanının ateistliğinin de, Kuantum Fiziğini anlayınca kadar sürebileceğini göstermiştir! Zira, Tanrıya inanmanın bir yolu da “Kuantum Fiziği”dir. Çünkü Kâinat da, zaman ve mevcudat, Tanrısal bir “Kuantum Matematiği” kaidelerince yaratılmış ve bu çerçevede hayatiyetini ve düzenini sürdürmektedir. İşte bu sebepledir ki; en makbul zikir, genlerin, atomların, elektronların, fotonların, titreşen frekansların ve onlara inançla vakıf olanların zikridir. Bunu fark edebilenler de, ermiştir! Müteharris müştekî derviş, mütemâdiyen mütevekkil münzevî dervişin zikrine müdâhale etse de, bir türlü bozamadı cezbedeki şehrâyin zikrini…

Hayâliyle hemdem olup, hayâlini yaşayanların başaramayacağı hiçbir şey yoktur. Aşk ve sevdanın, frekanslar mefkûresinin manzûmesi olduğunu fark edemeyenin de, “ÂŞIK” olmaya hakkı yoktur! Nitekim “Aşk” da, tensel temas değil, kuantik bir temas,  kuantolojik bir fenomendir ve aşkı anlamak, kuantumu anlamaktan geçer.

Kur’ân-ı Kerim’in, kendine mahsus çok özel ve istisnai bir “Kuantik Konnektom”u ve Kuantumun da en önemli yasasının yasasızlık olduğunu belirtmekle başlayacak olursak, Nörokuantofilizofik olarak Kuantum bize, Allah’a imanın ilk şartının “Bilim”e inanmak, bilimin, hayret ve tecessüsten(merak) doğduğunu, tecessüsün kaybolması ile de öldüğünü, mümkünün mümkün olmayanın bilinmesi ile mümkün ve “sualin çocuğu olan bilgi”ye irtifa kazandıran Matematiğin bilim değil bilimin lisanı ve dili, Kâinatı ve hayatı anlamanın, anlatmanın, açıklamanın ve tasvir etmenin, değiştirmekten daha önemli bulunduğunu, enerji, frekans ve titreşimden müteşekkil Cihan’da ki her canlının, hatta her varlığın bir teleolojik ereğe, amaca ve bir yaratılış gayesine matufiyetinin ve Tabiatın çok müsrif olduğunu, çok şey bilenin Âlim, kendisini bilenin  de Ârif olmadığını, olan her şey için, bir gün “Ke en lem yekün”(sanki hiç olmamış) diyeceğimizi, “Hiç” “VAR” olmayanın, “Yok” sayılamayacağını, zekanın çok şeye muktedir olmakla birlikte, ahlak ve akılın, “insanlık”ın olmazsa olmazı, insanın, ancak iradesi ile aklının kölesi olunca hürriyetine kavuşabileceğini, aklın kaderi mağlup edebileceğini, karman çorman bir beynin daha çok üretken ve öğretici, azın çoktan fazla ve basitin aslında çok karmaşık, güvenli ve girift muhtevalı, Kâinatın ahenk, armoni, estetik, balans, ahenk ve düzeni, düzensizlik, kaos ve keşmekeşliğinde gizlendiğini ve sırlandığını, modern hayatın bağlantısallık bütünselliği üzerine kurulduğunu, varlığını matematiğe borçlu olan medeniyetin savaşla değil ilmi yarışla tekamül ettiğini, ışıktan on binlerce kat daha hızlı hareket eden fotonların da bilinçli olup, kendi aralarında ve üst bileşenleri ile kuantolojik anlamda iletişim içerisinde ve Tanrısal parçacık bosonların da, Âlemde her ne varsa tüm mevcudatta olduğu gibi bilinçli ve nerede olurlarsa olsunlar birbirleri ile irtibat halinde olduklarını, hep var olan ve Kâinat durdukça var olmaya devam edecek  olan enerji, frekans ve titreşimin yok edilemeyeceğini, ancak farklı bir forma geçebileceğini, böylece “kuantik derviş”liğin Tanrısal sarhoşluk ile başladığını, kaderin gayret olduğunu, hiç bir yerde yalnız olmadığımızı, devamlı gözetlendiğimizi ve her halimizle kayıt altına alındığımızı, Kuantum sahilinde, bizim hakikat sandığımız zamanın zaman, bana “ben”im ben, bize “biz”im biz ve fiziksel olduğunu zannettiğimiz her şeyin aslında fiziksel ve hiç bir tesadüfün de tesadüf olmadığını, bir bülbülün göz yaşının ummanlara bedel olabileceğini ve bir karıncanın çığlığının bile hayatı değiştirebileceğini öğretti! Nitekim, “Şey”e değer verilinceye kadar, “ŞEY” değildir ve yoktur. Değer verildiğinde, “ŞEY” ve “gerçek” olur! 

Tanrısal boyutta her şey, kartezyen değil, Kuantik Sistemle işler. Yükseklik, genişlik, derinlik, madde ve zaman bir aldanmadan ibadettir. Kuantum dünyasında, frekansları keşfettikten sonra, zihinsel kodları değiştirmek ve yeni fikirleri davranışa dönüştürmek mümkündür. Bilim Dünyası da, “Tanrının Zar Atmadığını”, her şeyin bir düzen içinde olduğunu, ancak Kuantolojik kapıdan girince anladı! Akıl, atomun ötesine geçebildiğinde, bütün kapılar açılır, görünmeyen bir şey kalmaz. “HİÇ”likte “VAR”olmanın zenginliğine kavuşulur. Kuantum Dünyası da, kaderimizin belirlenmesi ve mes’ûliyetimiz için tercihimizi bekler. Bu nedenledir ki, Kuantum’un özeti; “Her şey, hiç bir şeydir” şeklinde ifade edilebilir.

Yine Nörokuantofilizofik değerlendirmelerimiz sonucunda; her insanın içinde bir Aristo, bir de Eflatun yattığını, demokrasinin, çok güçlü ve çok zayıfların değil, ancak orta sınıf insanların ideal sistemi olabileceğini, hazzın hayatın gayesi değil, asıl amacın elde edilmesinden sonra ortaya çıkan bir mükafat, öğrenmenin anlatmaya, anlatmanın yazmaya, yazmanın öğrenmeye sebep, cahilliğini bilerek öğrenmeye gayretle devam etmek özgürlüğe ve bilginin kırallığına giden yol, anlamanın iman ve saadet, kabullenmenin ise şüphe ve huzursuzluk olduğunu, en sadık dost, en vefalı arkadaş ve en samimi sırdaş gibi gördüğüm yalnızlığın bir nimet ve fikirlerle keşiflerin kazanıldığı bir muharebe meydanı olarak telakki edilmesi gerektiğini, üç büyük mucize olarak gördüğüm Kevniyetin ve Hayâtiyetin, ancak Matematik ile izah edilebilirliğini ve anlaşılabilirliğini, “Madde” denen şeyin, gerçekte “Boşluk”tan meydana geldiğini, frekanslar boyutundan algılanan ve hissedilen her şeyin, zihin tarafından şekillendirildiğini, dün, bugün ve yarın arasındaki tek farkın, farklı illüzyonların farklı holografik yansımalardan oluştuğunu, en Büyük Güç ve Tek “Var” olan, “BİLGİ”nin idare ettiği bu Âlemin, seyredenlerle seyredilenlerin birbirlerini seyrettikleri bir seyir sahnesinden meydana geldiğini, bugünkü hâli tam olarak çözebildiğimizde, istikbali de çözebileceğimizi, gözleyen ile gözlemlenen arasındaki münasebetin, ikisinin de farklı olmayıp, tek bir varlık ve hakikatten ibaret bir delil, (Hadid Suresi’: “Nerede olsanız o sizinle beraberdir. Çünkü size hayat veren ruhunuz ona bağlıdır.”) hakikatın, eşyanın gerçek özüne inmek, ve orada “Var” olmak gayesi ile Yok” olmak, Cihan’ın bomboş, ve ıssız, “şans”ın  herkesin kendi elinde olan Kuantolojik bir fenomen ve ölümün de bir son değil, yeni bir başlangıç, yeni bir değişim olduğunu, aşk kâşânesinde akla, akıl kâşânesinde de aşka yer olmadığını fark ettik! Kuantik bir hadise olan “DUA”nın gücünü de, “Nanonörokuantoloji”nin içine girince daha iyi anlamaya başlar insan. Şükür ve tevekkülün, reçetesi, molekülü, ücreti ve hiç bir yan etkisi olmayan yegane antidepressan olduğunu da farkına varır. Fitne de, kuantik bir hadisedir. Söz ve düşüncelerimize dikkat gerek!

Nörokuantofilozofi ile yine daha iyi fark ettik ki; dâhiler, yeterince anlaşılabilselerdi, dâhî olamazlardı. Dâhi ve Deli, ikiz kardeştir. Dâhi, kendisinin deli olduğunu bilir de, deli kendisinin deli olduğunu bilmez!  Akıllı isanların hayatı ise, zekâlarının muvaffakıyeti üzerine kurulmuştur. “Normal” alışır, “Dâhî” alışmaz, farklı düşünür, farklı algılar, farklı görür, farklı bir çıkış yolu arar. Makineleri de daha zeki yapan,  Lofty A. Zadeh’in bilim dünyasına çok önemli dijital bir armağanı olan “Bulanık Mantık”tır. “Bulanık Mantık” fikri, insan zekası, görsel, sözel ve duyusal değerler ile faaliyet gösterir. “Yapay Zekâ” klasik mantık yerine, sayılarla işitir, anlar, düşünür, konuşur ve çalışır. “ZEKİ İNSAN” olmak çok zor! Yüksek müşâhade(gözlem) zekâsına sahip, endişeli, detaycı, açık fikirli, hazır cevap, başkasının tecrubesini de dikkate alan, gereğinden fazla meraklı, riyâkârı hemen fark eden, yalnızlıktan keyif alan ve her adımında mantık arayan insan “ZEKİ İNSAN”dır! Akıllı insan ise, hem kendi tecrübesinden ve hatasından ders çıkarır. Hem de başkalarının… Zekâ, başarısızlıktan çıkışı gösteren işarettir! Dâhiler, dâhilerin fikirlerine müdâhil ve mazinin omuzlarında istikbale meş’aledi. Bilim insanı, gönüllü işkence mahkûmudur. Dâhi ise müebbet… Ahmak, her zaman kendinden çok emindir. Zekî ve akıllı ise, dâima şüphe kapısını aralık bırakır. Her beyni bir nöron gibi kabul edip, “EVRENSEL KONNEKTOM” vasıtası ile istişare içerisinde bulunmak gerektir. Beyni ne kadar iyi anlarsak, o kadar mükemmel yapay zeka algoritması yazmamız ve uygulamamız mümkündür. Herkesin de, “Tanrı” tasavvuru, tahayyülü ve tefekkürü farklıdır! Tanrısal “Cihanşumul  Kollektif Zihin”in Karbon ve matematiğinin esrarlı hayal dünyasında ve bir Matrix Sisteminin içinde nefes aldığını ve yaşadığını zanneden varlıklarız. İlimi ve  Bilimi kullanarak Âlemi ve kendimizi anlayıp inandığımız oranda, her an  O “Küll”e yaklaşıyoruz. Termodinamiğin yasaları ve Kuantik Düşünce boyutunun ağırlığı altında eziliyor, kendimizi bulmakta zorlanıyor ve hep “BEN”e dönüşüyoruz. Sıfır, hem yokluktur hem de varlık… İşte bu nedenledir ki, hakikate vukufiyetin muvacehesinde, nefsin kazandıkça fakir, kaybettikçe zenginsin! Kuantum “Belirsizlikler Dünyası” da aynı anda, hem varlıktır hem de yokluk. Sıfır gibi. “HİÇ” gibi… Onun için, en iyi bildiğim şey, yalnızlığımın “Hiç”liğidir! Varlık, “HİÇ”likten meydana gelmiştir zira. Hem var, hem de yok! Gayretimiz “HİÇ”likte vuslat olmalıdır. “Yok”luğunun hazzına, “Var”lığın sırrına  erebilmek için, gölgeni  sırtına giyinip, âlemi temâşâ gerekir! 

En mükemmel hesaplama yöntemini, atomlardan öğrenmeye gayret etmeliyiz. Kuantum Bilgisayarlar, zamanı ters düz eder ve Kuantum Fiziğinin esrarını da, ancak yapay zekalar çözer! Kuantum tabanlı internet, veri aktarımında foton kullandığı için, sistemi daha güvenli hale getirebileceği kanaatindeyim. Bu sebeple de, Kuantum Bilgisayarlar ve Kuantik Bilgi Üretimi için, Atomik Muallimlerin insafına muhtacız, henüz bitki yapraklarındaki hassasiyette bir bilgisayar geliştirememişsek de…

Kâinat tek bir bütün olup, algoritmik olarak tüm mevcudat, kendi içinde “Tek Bütün”ü temsilen, her yerde “Bütün Bilgi”yi ihtiva  eder. Atomaltı dünyanın ketum sakinlerinin sırrını ve büyüsünü çözmek, hayatın ve Cihân’ın  sırrına vâkıf olmak anlamına gelir. Sorularımıza, samimiyetimiz ve fedakârlığımız oranında cevap vermektedirler. En küçük parçanın mekan ve durumu ne kadar hassas tespit edilirse, haraket halindeki durumu hakkında o kadar az malumata, haraket halindeki durumu da ne kadar kesin ölçülürse, konumu hakkında  da o kadar az bilgiye sahip olunur! Her şey bulanık, karman çorman… Ama adildir! Keşke dokusal, moleküler, hücresel, atomik ve kuantik düzeydeki “Holistik Hukuk ve Adalet Sistemi” Cihan’a hakim olsa… Binaenaleyh “Holistik Dünya Düzeni”de, Adalet, Liyakat, Ehliyet, Emanet, Meşveret ve Maslahat ile sağlanabilir. Şayet insan, “Madde Âlemi”nden adım attığı bu “Kuantik Âlem”de kuark ve bozonları görebilseydi, nefesi kesilirdi! İnsan da, sonsuzluk ve “Hiç”lik arasında gidip gelen ve bu iki hakikatı çözebilecek kaabiliyette  olan bir meçhuldür. Aynı zamanda “Uzay” ve “Zaman” da zihnin bir illüzyonudur! 

Evrensel tüm gerçekler, illüzyondur. Hakikat ise  hakikat…  Hak ve hakikat, zamandan ve mekandan münezzehtir. Kuantum teknolojisinin, bu Dünyada çözemeyeceği sır, kıramayacağı şifre yoktur! Ancak, Kuantumla Kainatın sırrının çözüldüğü zannına rağmen, hala sırrını muhafaza etmesi, en büyük sır. Kâinatın matematiksel dilini çözdüğümüz oranda da, Kuantumun sırrına vakıf olacağız.

Meçhûlü de, ancak meçhullerle haşır neşir olanlar mâlum yapabilir. Fâil ile fiilin sırrı, meçhul mef’ulde gizli… Ne “BEN” var ne de “SEN”, bu Kainatta. Sadece “O” var her yerde, her zamanda. Güfte de Sen. Beste de Sen. Tel de Sen. Mızrap da Sen. Yay da Sen. Ney de Sen. Mey de Sen. Hey Hey de Sen! Hû de Sen. Yâ Hû de Sen. Her şey de Sen. Her şeyde SEN. “O” da “SEN”! İnsanlığı talan edenler farkında mı ki, mal da yalan, mülk de yalan… Var mı ki, Kuantumu tam anlayan! Nanonörokuantolojinin sırrını çözen, Evrenin de sırrını çözer sanırım. Dünyanın ve hayatın manyetik eksenini, dengesini, ahlakını ve düzenin bozanlar, parazit canlıların tufeyli frekanslarıdır. Oyun ve eğlenceden ibaret olan bu Âlem’de, hayatın zembereği boşalmadan, oyuna ve boyuna bakmadan bir frekans olmaya çalışmak gerekir. Frekanslar Âlemi’nde, en güçlü frekans “İBRET”tir. Baksana fotonlar bile kuyrukta… Her an içinde, ikmali olmayan imtihanlar silsilesini yaşıyoruz. En büyük ve en zor olanı, yıldızlar sönüp, zaman bükülünce, su yanınca, ateş üşüyünce, Güneş donunca, asuman nefessiz kalınca ve Cihan kararınca…

Al sana Kuantum! Kâinattan çok daha büyük, ama görülemeyecek kadar da çok küçük olan Kuantum Dünyası, olmayan(!) kanunları, sağduyuya aykırı, neden sonuç ilişkisi bulunmayan, geleneksel (Newtonian Kurallar) bilimsel kaidelerle ölçülemeyen ve gözlemlenemeyen, çok daha farklı bir dünyadır! Nefisle takdir etmek gıpta, masumca taleb etmek imrenmek, samimice ikram etmek cömertlik, hasetle nefret etmek kıskançlık ve  her şeyi boş ve hoş  görmek insanlıktır Nörokuantofilizofi’de de…

Her şeyin frekanslardan meydana gelmiş gölgelerin oluşturduğu, bazen mükafatın ceza, cezanın da mükafat olduğu ve gayesiz hiçbir hayata ihtiyacı olmayan bu Âlemde, acı da bir tatlı da bir, dert de bir derman da, can da bir canan da… Yansa ne olur, yanmasa da! Paylaştıkça yük artar bu dünyada… Kâinat frekans, frekans da, büyüdür, sırdır! Ne mutlu çözene… Aşk da, bir yönüyle şairlerin uydurduğu kuantik bir hadise, kuantik bir takıntı hastalığı değil midir ki. Her kim ki, aklın ve aşkın tarihçesini yazmaya kalktı, tımarhanede buldu kendini… Çünkü, elektromanyetik dalgalar uzaktan da olsa, nöronları devre dışı bırakıp, pasifize edebilir, karar ve muhakeme mekanizmalarını bozabilir ve hatta kardiyovasküler ve endokrin sistem üzerinden ölüme sebebiyet verebilir!  Bunun için diyorum ki; “Her yere barut kokusu sinmiş, Cihan tarumar/Frekanslar, sultanlığını ilan etmiş, hükümdar!” Asrın firavunları da, kötü niyetli “Nanonörokuantolog”lardan çıkar!

Kanser hücreleri, vücudun normal hiyerarşik düzenine karşı baş kaldıran, egoist, anarşist, isyankar, yağmacı, nümayişçileridir. Dağa çıkıp, çeteleşerek haydutluk, eşkiyalık ve sapıklık yapmadıkları müddetçe, savaşla değil, barışla ikna edilmelidirler! Tümör hücreleri, organizmanın kendi hücreleri olup, tedavide onlarla savaşmaktan ziyade, duygusal ve sevgi ile yaklaşarak kuantik boyutta dostça ikna edilmeleri gerekir! Biyolojik olarak iyi huylu tümörler, günahkâhkâr(!) değil de, pişmân olmuş “Tövbekâr Tümörler”dir. Tümörler, biyolojik olarak zeki(!) davrandıkları oranda kötü ve günahkâr(!), aptallıkları(!) oranında da tövbekâr ve iyi huyludurlar! Sağlıklı ve hasta hücre arasındaki fark, bir duygu değişimidir. Yenilmezlik hissi, genetik kodun ötesindeki “Duygusal Genom”da yatar. Uyandırmak ise elimizde… Artık tümörlerin teşhis ve tedavileri de, DNA bazlı nanorobotlara devredilecek ya!

Kimse farkında değil ama, geçmişimizi mumla aratacak bir gelecek kapımızda…

Halen hiç bir teknoloji, göz bebeğinin ışığın şiddetine göre genişleyip daralması ve geri besleme kabiliyetine haiz olamasa da, Nöron-Beyin Mühendisliği sayesinde(!), yorgunluk, acı ve merhamet duygusundan yoksun, terminatör(!) ve hedoni bağımlısı, “”Siborg Askerler” fırsat kolluyor! Yapay sinir ağları, siborg, humanoid, transumanizm, holografi, arttırılmış gerçeklik ve nanonörokuantoloji derken, insanın sadece hiç bir ses ve video kaydına değil, insana da inanası gelmiyor. Hepsine şüphe ile yaklaşıyor. 

Sibernetik; matematik, fizik, biyoloji, tıp, genetik, elektrik-elektronik  ve bilgisayar mühendisliğinin bilim ve san’at noktasındaki kesişimi olup, kuantum teknolojisinin sahaya çıkması ile Robotik Teknolojiye çok büyük ivme kazandırmıştır. Hologram Lensler, arttırılmış gerçeklik gözlükleri olup, üzerlerindeki retina ekranı vasıtası ile, etraftaki nesnelerden yansıtılan görüntülerini istenilen yere aktararak, kullanıcısının görüntüleri rahat bir şekilde izlemesini sağlar. Arttırılmış gerçeklik ile, gerçek ve sanal dünya birleştirilerek, yeni bir “dünya” içerisinde, algılarımızın değişeceği yeni bir “yaşam” hayatımıza girer!

Yapay Zeka ile “Ruh” bir araya gelmez. Fakat yapay zeka, algoritması olan ve matematikle ifade edilebilen her şeyi,  her duygu ve hissiyatı taklit eder. İnsan ve makine melezi “Hibrid İnsan”  yolda… Gerçi, giyilebilir teknolojiler ile biz çoktandır yaşıyoruz ya… Yapay Zeka ve Kuantum Teknolojileri, evrensel boyutta etik, ahlak ve hukuk kavram ve prensiplerinin yeniden tesbitini mecbur kılmalıdır. Aksi takdirde, geri dönüşü olmayan çok tehlikeli meçhullere yolculuk başlar! Siborg, Android ve Humanoid Teknolojilerinin esas gayesi, beyni ve bedeni kontrol edilebilir insan türünü üretmektir. Transhümanizm de, doymak bilmeyen ihtiraslı insan oğlunun bir “Ölümsüzlük” Projesidir! Teknolojik Tekillik, kuantum bilgisayarlar, transhümanizm, epigenetik ve gen mühendisliği ile birlikte, insan, makine ve sanal gerçeklik arasında ayırım yapmak mümkün olmayacak!  Ara ki “İNSAN” bulasın! Bir gün, “Android” değil de, “İnsan” olduğumuzu ispat edemeyebiliriz.

Kuantum İletişim, Kuantum Şifreleme, Kuantum Haberleşme ve Kuantum Uydularının olmadığını mı sanıyorsunuz? Aynı anda 2 üzeri 5000 (25000 ) işlem yapabilen 5000 Kubitlik Kuantum Bilgisayarlar (D-Wave 5000 Q), halen kullanılan bilgisayarlardan trilyonlarca kez daha hızlı çalışmakta ve atomlar, elektronlar ve fotonlar üzerinde eşit olarak kaydedilen ve depolanan bilgileri işlemektedir!

Kuantum Teknolojisi, hem parçacık hem de dalga gibi davranabilen fotonlar, elektron ve kuarklar üzerinden  atom ölçeğinde işlem yaparak, maddenin manipüle edilmesini sağlar. Nesnelerin interneti, yapay zeka ve dijital veri bankerleri(!), her şeyi gözetim altında tutacak, Kâinatı ve davranışlarımızı şekillendirecektir. 

Yarın, internette ışık hızı kullanılacak. Çünkü, ışık dalgalarının titreştiği oranında frekansı artar, frekansı arttığı oranda da bilgi taşıma kapasitesi artar. Nanonörokuantolojik Teknolojiler sessiz sedasızdır lakin, sesi bir çıktı mı, Kâinatın sesini keser! İnşallah, enzimlerin donanım, DNA’nın yazılım olarak kullanıldığı ve moleküllerle karmaşık hesaplamaların yapılabileceği “DNA Bilgisayarları”, kötü amaçla değil de, hayata katkı için kullanılır! 

Nanonörokuantolojik ve dijital kapıların açılması ile, hayal, duygu ve düşüncelerimizi videoya kaydedip düzenlemek, istediğimiz ve kurguladığımız rüyayı görmek, filme almak,  tekrar izlemek ve paylaşmak mümkün olacak! “Genetik Yazılım Devrimi”, “Kendi kitabımız”ı okuduktan sonra(İsra 14), yeniden “Hayat kitabı”nın kodlarını yazabilmemizin yolunu açtı! Kelimeler de “Gen”ler gibi canlı olup, ilk uyduran öldükten asırlar sonra da, kopyalama yöntemiyle nesiller boyu hayatiyetlerini devam ettirirler. Anne ve babamızdan hücrelerimize intikal eden genetik bilgiyi, düşünce ve hayallerimizle değiştirmek ve geliştirmek suretiyle, çocuklarımıza miras olarak aktaracağımız kendi  “Genetik Kitap”ımızı yazmak, yine kendi elimizdedir. (https://www.nature.com/articles/d41586-020-02765-9).

Canavarlaşmış Küresel Elit Sistem; her şeyi takip için nakit parayı ortadan kaldırıp, sanal hayatta puanlanabilir ve kredilendirilebilir sanal para ve beyni arayüz olarak kullanılabilecek, resetlenebilecek ve hacklenebilecek, kontrolü kolay bir insan türüyle, suç işlemeye meyillilerin önceden tesbitle hapsedileceği, çeşitli metotlarla insanların kısırlaştırılacağı ve/veya ömür boyu ilaca mahkum hastalıklara duçar ve bağımlı hale getirileceği, bütün dinlerin yok edildiği, sadece “Dijital Tanrı, Dijital Tapınak ve Dijital Din”in hakim olacağı, elektriğin olduğu her yerden verilerin toplandığı ve mahremiyetin kalmadığı, her türlü bilginin kuantum bilgisayarlarda kaydedilip muhafaza edileceği, enflasyon gibi değişik yöntemlerle milletleri ve devletleri bezdirip, yüzde yüz kontrol edilebilir “Dünya Veri Devleti”ne ve “Sahte Cennet Projesi”ne mecbur bırakacaktır! Toplumsal merhamet duygusu dünyanın manyetik eksenini değiştirebilir, kollektif bilinçaltı istikbali hissedebilir, toplum şuuru olacakları etkileyebilir ve herkes farklı sahalarda deha olabilir. Yeter ki, “İNSAN” olsun! 

Bidâyeti ve nihâyeti olmayan bu sonsuz “Hiç”lik Âleminde esen sır fırtınalarının cezbesinden “Ben”i kurtaramıyoru.  Dervişânın “Hû” devrânı ile semâya durmasını ve şehrâyin seyahatını anlayabilmen için, ya içinde olman gerek, ya da içinde olmalıdır. Kuantolojik/Metafizik düşüncede, dillenen dilden sıyrılıp lisân-ı hâl ile tefekkür âlemine, lisân-ı lâl ile de sırlar âlemine geçmek ve eşyanın “Hiç”lik hakîkatına vâkıf olmak mümkündür.

Hakk ve hayat uğruna, doğruların  her an değiştiği ve frekanslardan müteşekkil bu kuantum aleminin “Hiç”liğinde, hakikat ummanının yegane mevcudiyeti olan bilgi anaforunda gark olarak arınıp, kâinatın ve eşyanın tekamülü ve tenvirine soyunmak için, kapı girdap, kilit kara delik, anahtar ise kitaptır!

Hayret!

İllüzyon ve halüsinasyon şikayetleri ile müracaat eden/ettirilen, derviş kılığına bürünmüş beyin tümörlü bir hastama ameliyat teklif edince bana, “Ben halimden çok memnunum. Çünkü hakikati gördüm. Şayet ameliyattan sonra eski kör halime döneceksem, beni ameliyat etmeyin!” dedi. Şaşırdım. Tümör, beynin sırlı kapılarını mı açmıştı acaba!  Hâla çözemedim…

Dîvâne diye horladıklarımın hakikati gördüklerini fark ettikten sonra, geç de olsa, “Deli”nin bizâtihî “BEN” olduğunu anladım!

Atomaltı dünya, mikro kozmos, makro kozmosa nasıl sığdırılmış!  Elektronların da aklı, şahsiyeti  ve bilinci var! Kuantum, “Deri üstü” ve “Deri altı” takip sistemlerinin pabucunu dama attı. Artık bizi, bizden daha iyi tanıyan, kabullerimizi ve duygularımızı yönlendirebilen birileri (Biyolojik, Dijital ve Kuantik Takip Sistemleri) var! Günümüzde istihbarat ajanlarının yerini, sensör ve algoritmalar almıştır. Kâinattaki algoritmik varlıkların ve yapıların temel fonksiyonları, organ ve organel türünden büyük parçaları vasıtası ile  değil, kuantum düzeyindeki en küçük yapılar üzerinden düzenlenmektedir.

Cihanda algoritmik her ne varsa, hepsinde her an pek çok kuantik hadiseler cereyan etmekte, kuantumun temel parçacığı olan fotonlar, her bir an için frekansının, Planck sabiti ile çarpımı kadar enerji aktarımını sürdürmekte, bedenimizde hücresel seviyede elektron transferi yapmakta ve enerji elde etmekte, beynimizi, zihnimizi, hafızamızı, haysiyetimizi, onurumuzu, kimliğimizi ve en önemlisi de, “BEN”imizi meydana getirmektedir! 

Eski “Ben”den, yeni “Ben”e transformasyon, düşüncenin meydana getireceği nörokimyasal değişiklikler ile yeni bir zihin programlamakla mümkündür! Bugün nisbeten, Klasik Fiziğin pabucunu dama atma gayretinde olan Kuantum Mekaniğinin de, bir gün pabucu dama atılabilir. “Etme Bulma Dünyası”… Zira, yanlışlanabilen bilimde son durak yoktur! Bu gidişle, “Evrensel Bilgi ve Beyin-Bilgisayar Etkileşim Yöntemleri”, organlarının sınırlarını aşan bir “İnsan” türünü ortaya çıkartacaktır! 

Farkındayım biraz uzunca hasbihal oldu. Hoş görünüze sığınarak biraz felsefe yaptık, Nörokuantoloji hususunda.

Rubaiyyat-ı Bircis’den (İsmail hakkı AYDIN Girdap Kitap, 2018, İstanbul) bir rubaimizle bitirelim!

MIZRAP İLE YAY

— — • / • — — • / • — — • / • — 

(Mef’ûlü, Mefâîlü, Mefâîlü, Feûl)

Târihte, Merâgî, Dede,hep çağladılar.

Yıllar yılı tanburla, gönül bağladılar.

Tertille vuruş, teldeki ses, neyde nefes,

Mızrap ile yay, hem dem olup, ağladılar.

🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬🧬

„Sebastian Seung:

•Ben gen‘lerim den daha fazlasiyim.

•Konektom‘um neyse ben o‘yum.!

İnsan beyni, evrenimizdeki en karmaşık yapı. Henüz tam olarak nasıl çalıştığını bilmiyoruz fakat hakkında bildiklerimiz de az buz değil. Beyni daha iyi anlayabilmek için daha çok araştıran beyinlere ihtiyacımız var. Evet, beyin kendisinin nasıl çalıştığını anlamaya çalışan bir organ.


Bilim insanları, beynimizin nasıl çalıştığını öğrenebilmek için birçok projeler gerçekleştirdiler. Bu yazımda sizlere, insan beynini daha iyi anlamak için gerçekleştirilmekte olan “İnsan Konnektom Projesi (The Human Connectome Project (HCP))” den bahsedeceğim.

İnsan Konnektom Projesi Nedir?

Bilim insanı Sydney Brenner, 1970'lerin sonlarına doğru saydam ve renksiz olan bir solucanın sinir hücrelerini ve birbirleri ile olan bağlantılarını araştırmaya başlıyor. Seneler sonra 302 adet nöronunu ve bu nöronların kendi aralarındaki 7000 adet sinir bağlantısını tespit ediyor. Daha sonra bu sinir bağlantılarının haritasını çıkarıyor ve buna da “konnektom” adını veriyor. Aşağıdaki görsel ise bu solucanın nöronlarının birbirleri ile olan bağlantıları yani konnektom haritası.

Caenorhabditis Elegans solucanının nöron bağlantılarının (konnektom) haritası

Daha sonraları bilim insanları bu haritalama işlemini insan beyni içinde yapmak istediler. 2009 yılında “İnsan Konnektom Projesi (The Human Connectome Project (HCP))” ismi ile bu projeye başlanıldı.

Fakat, solucanın 302 adet nöronu olmasına karşın insan beyninde ise ortalama 86 milyar nöron bulunuyor ve her bir nöronsa diğer nöronlarla 10.000 ila 250.000 adet bağlantı kuruyor dolayısıyla inanılmaz derecede karmaşık bir ağ ortaya çıkıyor. Bu kadar karmaşık bir yapının haritasını çıkarmak bi’ hayli zor olsa gerek.

İnsan Konnektom Projesinin Amacı Nedir?

Projenin amacı; insan beynindeki nöronların birbirleri ile olan bağlantılarının haritası çıkararak bir referans değere sahip olmak. Bu sayede bilim insanları ve doktorlar, beyin temelli hastalığı olan kişilerin beyinlerindeki nöronların bağlantı anomalilerini tespit edip doğru yöntemlerle hastalığa karşı tedavi yöntemleri geliştirebilirler. Örneğin; disleksi, otizm ve şizofreni gibi hastalıklar sinir hücrelerinin birbirleri ile yanlış bağlantılar gerçekleştirmesi sonucu oluşan hastalıklardır.

Yukarıdaki görsel; asperger sendromu bir birey ile normal bir bireyin beyinlerindeki nöronların birbirleri ile olan bağlantılarının yani konnektom haritası. Asperger sendromu bireylerin normal bireylere göre daha kompleks düşünebilmelerinin nedeni; beyinlerindeki nöronlarının diğer nöronlarla çok daha fazla bağlantı kurmasıdır. Mesela; Albert Einstein, Nicola Tesla, Edison, Bill Gates ve Elon Musk asperger sendromu olan kişilerdir.

Asperger Sendromu: Yüksek işlevli bir otizm spektrum bozukluğudur. Dil ve konuşma becerileri oldukça gelişmiştir. Başlıca özelliği zekâ düzeyinin bir veya birden fazla alanda yüksek olmasıdır, buna karşın bazı alanlarda özellikle sosyal beceri gerektiren alanlarda başarısızlardır.

Peki, Konnektomun Önemi Nedir?

İnsan Konnektom Projesinden önce İnsan Genom Projesi vardı ve insanı insan yapan şeyin genler olduğunu düşünüyorduk fakat bunun doğru olmayıp her şeyin genden ibaret olmadığını öğrendik. Gen ekspresyonu ve epigenetik konuları genin kendisinden bile daha önemli olduğunu öğrendik. Peki insanı insan yapan şey nedir?

Gen Ekspresyonu: DNA’mızdaki bir genin kodladığı bilgiye göre bir protein sentezi yapması.

Epigenetik: DNA’mızdaki genlerin ne zaman, nerede ve ne kadar süre çalışacağını örneğin; belli bir etkiye sahip gene sahip olmanız illa o genin özelliklerini göstereceğiniz anlamına gelmez. Buna epigenetik denir.

Nöron, tek başına iken bir anlam ifade etmemektedir. Fakat insan beynin de 86 milyar tane nöron var ve her biri diğerleri ile 10.000 ila 250.000 adet bağlantı kuruyor. Bu bağlantılar zihin ve akıl dediğimiz unsuru ortaya çıkarıyor. Zihnimizi ve aklımızı oluşturan, nöronlarımızın birbirleri ile olan bağlantıları yani konnektomumuzdur. Hayatımızda edinmiş olduğumuz deneyimler nöronlarımız arasındaki bağlantıları yani konnektomumuzu değiştiriyor ve her insanın edinmiş olduğu deneyimler ve yetişmiş olduğu çevre birbirlerinden farklı olduğu için de her insanın konnektomu da birbirlerinden farklı oluyor. İşte bu sebeple her insan birbirinden farklı bir zihne ve kişilik özelliğine sahip oluyorlar.

Her insan aslında eşsiz bir canlı. Tek yumurta ikizi olan kişiler aynı genetik yapıya sahipler fakat kişilik özellikleri ve zihinleri birbirinden farklı. Buna neden olan unsur konnektomlarının birbirlerinden farklı olmasıdır.

Konnektomun ne derece önemli bir unsur olduğunu hem eğlendirerek hem de öğreterek anlatan Sebastian Seung’un “Konnektomum Neyse Oyum” TED konuşmasını mutlaka izlemelisiniz. Dilerseniz Türkçe alt yazılı bir şekilde de izleyebilirsiniz. İzleyin de yeter :)


https://youtu.be/HA7GwKXfJB0?si=hNiFQkgvGkdI7heP


Peki, Haritalama İşlemi Nasıl Yapılıyor?

Beynin haritasını çıkarmak için birçok teknolojiden yararlanılıyor. Fakat ben size en çok kullanılan üç teknolojiden bahsedeceğim.

1. fMRI:

fMRI, beynimizin kan akışının ve oksijen tüketiminin yoğun olduğu yani aktif olarak daha çok çalışan bölgeleri tespit eden bir görüntüleme yöntemidir. (Türkçesi: fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme)

fMRI Taraması Sonucu

fMRI cihazları ile elde edilen veriler bilgisayar yazılımları ile görsellendirebiliyoruz. Bu sayede kişinin herhangi bir görevi yerine getirirken beyninin hangi kısımlarının daha aktif olduğunu öğrenebiliyoruz. Bu yöntem sayesinde sinir bilimi çok önemli ilerlemeler kat etmiştir.

2. EEG:

EEG, kişinin baş gölgesine belli aralıklarla algılayıcılar yerleştirilerek beyinde aktif olarak çalışan nöronların elektrik sinyallerini tespit edip görüntülemeye yarayan bir yöntemdir. (Türkçesi: elektroensefalografi)

EEG Kaydı Alınma İşlemi

EEG ile, sağlıklı bir beyne sahip bireyin beynindeki elektriksel aktiviteyi ölçüp kaydedebilir ve referans bir değere sahip olabiliriz. Bu sayede beyin temelli hastalığa sahip kişilerin EEG kayıtlarını alıp beyinlerinde hangi kısımların sorun teşkil ettiğini sağlıklı bir beyindeki EEG kaydı ile kıyaslayabiliriz. Bu sayede hastaya doğru bir müdahale edebilme şansı yakalayabiliriz. Bu sebeple EEG önemli bir teknolojidir.

Aşağıda normal ve sağlıklı bir kişi ile depresyondaki kişinin beyinlerinin sol yarım küresinin EEG kayıtlarını görebilirsiniz. Depresyondaki kişinin sol yarımküresinin bariz bir şekilde az çalıştığı çıkarımında bulunabiliriz.

EEG Kayıtları Kıyaslaması

Aynı zamanda EEG ile elde edilen ölçümler ile beynimizin hangi bölgelerinin hangi frekansta çalıştıklarını öğrenebiliyoruz.

3. DTI:

Bu yöntem nispeten yeni bir teknoloji fakat MRI teknolojisine benzemektedir. DTI, Sinir hücrelerimizin aksonlarındaki su moleküllerinin difüzyonu ve bu su moleküllerinin ne yöne doğru hareket ettiğini tespit eden ve ölçen sistemdir. (Türkçesi: difüzyon tensör görüntüleme)

Bu yöntem sayesinde sinir hücresinde oluşan verinin hangi yolu ve doğrultuyu izleyerek veriyi ilettiğinin yol haritasını çıkarabiliyoruz.

DTI Görüntüleri ve Kıyaslaması

Yukarıdaki görsel; otizmli birey ile normal bir bireyin beyinlerinin sinir ağlarının yani konnektomlarının kıyaslaması. Otizm aslında sinir ağlarının olması gereken şekilde bağlanmadığı için oluşan bir hastalıktır.

DTI ile toplanan verileri derleyen ve görselleştiren “TrackVis” bilgisayar programının ara yüzü. Bu yazılım sayesinde yol haritasını görebiliyoruz.

Bu teknolojiler ile elde ettiğimiz verileri anlamlı ve doğru sonuçlar çıkarmak çok zor bir konu olsa gerek. Elde edilen veriler derken size bir örnek vermek istiyorum. 1mm³ kesit alınmış bir fare beyninin konnektom haritasının toplam veri büyüklüğü 2 milyon GB. Varın gerisini insan beyni ile siz mukayese edin.

1990 yılında fMRI teknolojisi icat edildikten sonra sinirbilimi müthiş bir sıçrama yaşadı. Halan daha araştırmalar hızla devam ediyor. 2009 yılında İnsan Konnektom Projesine başlandıktan sonra insan beyni üzerine çok daha yeni şeyler öğrendik ve hala daha öğreniyoruz.

Yıllara göre sinirbilimi konusunda yapılan araştırmaların sayısının grafiği.

İnsan Konnektom Projesi birçok bilim insanını heyecanlandırıyor. Bu proje hakkında fikirlerini beyan eden iki bilim insanın düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yukarıda TED konuşmasını sizlere paylaştığım Sebastian Seung diyor ki; “Konnektomum neyse ben oyum. insanın konnektomunu tamamen ortaya çıkarabilirsek beynimiz daha doğrusu fikirlerimiz ve anılarımız hiç ölmeyebilir.

Ben abartılı bulsam da popüler bilim insanı olan teorik fizikçi gerçi mesleği de bu ya teorikçi her neyse! Michio Kaku diyor ki; “Bu projeye göre konnektomumuzu ışık hızıyla uzaya yollayarak oradaki ara duraklardaki robotlarla evreni keşfedebiliriz” yine bu proje hakkında başka bir söylemi daha var; “sinir sistemi hastalıklarından sorumlu olan nöron ve sinapsları tespit ederek hasarlı olanları düzeltebilir ve yeniden yapılandırabiliriz.” Kaynakçada 6. sırada olan linke tıklarsanız Michio Kaku’nun bu proje hakkındaki düşüncelerinin tamamını okuyabilirsiniz.

Beyni araştırdıkça bu organın zannettiğimizden çok daha karmaşık bir organ olduğunu fark ettik. Maalesef ki hala daha insan beyini hakkındaki bilgilerimiz sınırlı. Bu gibi projelerle çeşitli hastalıkların nasıl meydana geldiğini öğrenebiliyoruz maalesef neden dolayı meydana geldiklerini henüz bilemiyoruz.

İnsan beyni üzerine daha çok yeni araştırmalar yaptıkça ve İnsan Konnektom Projesi de devam ettikçe bu gibi soruların cevaplarını öğrenebileceğiz.


Serotoniniz bol olsun :)


Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Lichtman JW, Pfister H, Shavit N. The big data challenges of connectomics. Nat Neurosci. 2014;17(11):1448–1454. doi:10.1038/nn.3837
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Sinir_h%C3%BCcresi
  3. https://neuroscienceblueprint.nih.gov/human-connectome/connectome-programs
  4. https://doi.org/10.1002/brb3.483
  5. https://www.researchgate.net/publication/276417125_Computer-Aided_Diagnosis_of_Depression_Using_EEG_Signals
  6. https://www.nbcnews.com/mach/science/michio-kaku-sees-amazing-things-our-future-except-those-scary-ncna851226
  7. https://www.scientificamerican.com/article/c-elegans-connectome/
  8. https://en.wikipedia.org/wiki/Functional_magnetic_resonance_imaging
  9. https://en.wikipedia.org/wiki/Electroencephalography
  10. https://en.wikipedia.org/wiki/Diffusion_MRI#Diffusion_tensor_imaging


🧠🧬🧠🧬🧠🧬🧠🧬🧠🧬🧠🧬🧠

Davranışlarınızı Belirleyen Beyin Kimyasalları 


Bu yazımda sizlere korkularımızdan tutun aşık olmamıza, takıntılı olmamızdan zevk almamıza, mutlu olmamızdan depresif olmamızı kadar her şeye neden olan beyin kimyasallarından bahsedeceğim.

Milyarlarca nörotransmitter molekülleri, beynimizi çalışır halde tutmak için sürekli salgılanarak, nefes alıp vermemizden kalp atışımıza, öğrenmeden konsantrasyon seviyemize kadar her şeyi yönetmektedirler. Ayrıca korku, ruh hali, zevk ve mutluluk gibi çeşitli psikolojik işlevleri de etkilemektedirler.

Nörotransmitter: Beyin hücreleri arasında ya da beyin hücreleri ile başka tür hücreler arasında iletişimi sağlayan kimyasal maddelerdir.

Nörotransmitterler Nasıl Çalışır?

Nöronların mesajları gönderebilmeleri için birbirleriyle iletişim kurmaları gerekmektedir. Fakat nöronlar basit olarak birbirleri ile bağlı değillerdir. Her nöronun aralarında sinaps adı verilen bir boşluk vardır ve bir sonraki nöron ile iletişim kurabilmeleri için sinyalin bu küçük boşluktan geçmesi gerekmektedir. Bu süreç Nörotranmisyon denilen bir işlem ile gerçekleşir.

Bir elektrik sinyali, bir nöronun sonuna ulaştığı zaman içinde nörotransmitterleri barındıran vezikül adı verilen küçük keseciklerin salınımını tetikler. Bu keseler, içindeki nörotransmitterleri sinaps boşluğuna döker ve komşu nöronların reseptörlerine bağlanır. Nörotransmitterin ne olduğuna bağlı olarak nöronu uyarır veya inhibe ederler.

Reseptörleri ve Nörotransmitterleri bir kilit ve anahtar olarak düşünülebilir. Bir kilidi açmak için doğru anahtarın olması gerektiği gibi bir nörotransmitterin (anahtar) sadece belli bir reseptöre (kilit) bağlanarak sinyalin iletimini sağlayabilmektedir.

Nörotransmitterler reseptörlere bağlanıp hücreden hücreye elektrik sinyali iletilmesini sağlayabileceği gibi sinyalin devam etmesini de engelleyebilirler.

Peki, Reseptöre Bağlanan Nörotransmitterlere Daha Sonra Ne Olur?

Nörotransmitterler istenilen etkiyi gösterdikten sonra aktivitesi üç işlem ile durdurulmaktadır.

  • Bozulma: Bir enzim, nörotransmitterin yapısını değiştirerek reseptör tarafından tanınamaz hale getirmektedir.
  • Difüzyon: Nörotransmiter reseptörden uzaklaştırılması.
  • Geri alım: Tüm nörotransmitter molekülleri, onu serbest bırakan nöronun aksonu tarafından geri alınması.

Nörotransmitterlerin İşlevlerine Göre Sınıflandırılması

Nörotransmitterler günlük yaşamda ve işlevsellikte çok önemli rol oynamaktadırlar. Bilim insanları insan vücudunda tam olarak kaç tür nörotransmitter olduğunu bilmemektedirler, ancak 60'tan fazla farklı türde nörotransmitter keşfedilmiştir.

Nörotransmitterler işlevlerine göre üç sınıfa ayrılmaktadırlar:

  • Uyarıcı nörotransmitterler : Adından da anlaşılacağı üzere bu tür nörotransmitterlerin nöron üzerinde uyarıcı etkiye sahiptirler. Başlıca uyarıcı nörotransmitterler ise; epinefrin ve norepinefrin’dir.
  • İnhibitör nörotransmitterler : Bu tip nörotransmitterlerin nöron üzerinde inhibitör etkileri vardır; nöronun bir aksiyon potansiyeli tetikleme olasılığını azaltırlar. Başlıca inhibitör nörotransmitterlerden bazıları, serotonin ve gama-aminobütirik asit (GABA)’ dır.

İnhibitör: Bir kimyasal işlemin etkinliğini azaltan veya durduran süreç.

  • Modülatör nörotransmitterler : Genellikle nöromodülatörler olarak adlandırılan bu nörotransmiterler, aynı anda daha fazla sayıda nöronu etkileme yeteneğine sahiptir. Bu nöromodülatörler ayrıca diğer nörotransmitterlerin etkilerini de etkiler. Sinaptik nörotransmitterlerin diğer reseptör nöronları üzerinde hızlı etkili bir etkiye sahip olmak için akson terminalleri tarafından salındığı durumlarda, nöromodülatörler daha geniş bir alana yayılır ve daha yavaş etkilidir.

Asetilkolin ve dopamin gibi bazı nörotransmiterler, mevcut reseptör tipine bağlı olarak hem uyarıcı hem de engelleyici etkiler yaratabilirler.

Nörotransmitterler Kaç Türe Ayrılırlar ve Ne işe Yararlar?

Nörotransmitterler altı farklı türe ayrılmaktadırlar:

Amino Asitler

  • Gama-aminobütirik asit (GABA): Doğal olarak oluşan bu amino asit, vücudun ana inhibitör kimyasalı olarak işlev görür. GABA görme, motor hareketlerine katkıda bulunur ve kaygının düzenlenmesinde rol oynamaktadır.
  • Glutamat: Sinir sisteminde en çok bulunan nörotransmitterdir. Glutamat, hafıza ve öğrenme gibi bilişsel işlevlerde rol oynamaktadırlar. Aşırı miktarda glutamat, hücresel ölümle sonuçlanan eksitotoksisiteye neden olabilmektedir. Glutamat birikmesinin neden olduğu bu eksitotoksisite Alzheimer hastalığı dahil olmak üzere bazı hastalık ve beyin hasarı ile bağlantılı olan felç ve epilepsi nöbetlerine sebep olmaktadır.

Peptitler

  • Oksitosin: Hem hormon hem de nörotransmitter olarak çalışmaktadır. Hipotalamus tarafından üretilir ve sosyal ilişkiler, bağlanma, aşk ve cinsel üremede rol oynamaktadır.
  • Endorfinler: Bu nörotransmitterler, ağrı sinyallerinin iletimini engeller ve öfori duygularının ortaya çıkmasını sağlar. Bu kimyasallar, vücut tarafından ağrıya tepki olaraktan doğal olarak üretilmektedir.

Monoaminler

  • Epinefrin: Adrenalin olarak da bilinen epinefrin, hem hormon hem de nörotransmitter olarak çalışmaktadır. Genel olarak, epinefrin bir stres hormonudur. Bununla birlikte, beyinde bir nörotransmitter olarak da işlev görmektedir.
  • Norepinefrin: Uyanık olmakta önemli bir rol oynayan nörotransmiterdir. Vücudumuzun savaş ya da kaç mekanizmasını oluşturur. Bu nörotransmitterin seviyesi uyku sırasında en düşük, stres anlarında ise en yüksektir.
  • Histamin: Beyin ve omurilikte nöronlarında olan bir nörotransmitterdir. Alerjik reaksiyonlar da rol oynar ve patojenlere karşı bağışıklık sisteminin tepkisinin bir parçası olarak üretilmektedir.
  • Dopamin : Genellikle kendini iyi hissettiren nörotransmitter olarak bilinen dopamin, ödül, motivasyon ve bağımlılıkta rol oynamaktadır. Bağımlılık yapan maddelerin çeşitli tipleri beyinde dopamin miktarını arttırmaktadır. Bu kimyasal, vücut hareketlerinin koordinasyonunda da önemli bir rol oynamaktadır. Titreme ve motor hareket bozuklukları ile sonuçlanan dejeneratif bir hastalık olan Parkinson hastalığı, beyinde dopamin üreten nöronların kaybından kaynaklanmaktadır.
  • Serotonin : Bir hormon ve nörotransmitter olan serotonin, ruh halini, uykuyu, kaygıyı, cinselliği ve iştahı düzenlemede ve modüle etmede önemli bir rol oynamaktadır.

Pürinler

  • Adenozin : Beyinde bir nöromodülatör görevi görür ve uykudan uyanılmasını sağlayan bir nörotransmitterdir.
  • Adenozin trifosfat (ATP) : Yaşamın enerji para birimi olarak kabul edilen ATP, nörotransmitter olarakta görev yapmaktadır.

Gaz Nörotransmitterler

  • Nitrik oksit : Bu bileşik, düz kasların kasılmasında rol oynamaktadır ve kan damarlarının genişletip kan akışının artmasını sağlamaktadır.
  • Karbon monoksit : Bu renksiz, kokusuz gaz, vücudun inflamasyon yanıtını modüle etmeye yardımcı olan bir nörotransmitter gibi davranır. Vücut tarafından doğal olarak da üretilmektedir.

İnflamasyon: İltihaplanma olarak bilinen inflamasyon, herkeste meydana gelen ve bağışıklık sisteminin vücudu çeşitli hastalık veya yaralanmalara karşı korumak amacıyla oluşturduğu bir tepkidir.

Asetilkolin

  • Asetilkolin : Bu, sınıfındaki tek nörotransmiterdir. Hem merkezi hem de periferik sinir sistemlerinde bulunur, motor nöronlarla ilişkili birincil nörotransmiterdir. Kas hareketlerinden, hafıza ve öğrenmede de oynamaktadır.


Peki, Nörotransmitterler Doğru Çalışmazsa Ne Olur?

Vücudun birçok organında olduğu gibi bazen işler ters gidebilir. İnsan sinir sistemi gibi son derece karmaşık bir sistemin hiç ters işler yapmaması beklenemezdi.

Yanlış gidebilecek bazıları durumlar şunlardır:

  • Nöronlar belirli bir nörotransmitteri yeterince üretemeyebilir.
  • Nörotransmiterler çok hızlı geri emilebilir.
  • Çok fazla nörotransmiter enzimler tarafından devre dışı bırakılabilir.
  • Belirli nörotransmitterler çok fazla salgılanabilir.

Alzheimer, epilepsi ve Parkinson gibi hastalıklar, bazı nörotransmitterlerdeki örneğin; dopamin eksikliği ile ilişkilidir.

Bilim insanları, nörotransmitterlerin zihin sağlığı açısından önemli bir etkiye sahip olduklarının farkındadırlar ve bu sebeple bu kimyasalları etkileyen çeşitli ilaçlar kullanarak psikiyatrik durumları tedavi etmeye çalışmaktadırlar.

Örneğin; Dopamin, bağımlılık ve şizofreni gibi durumlar ile ilişkilidir. Serotonin, depresyon ve OKB gibi duygu durum bozukluklarında rol oynamaktadır. SSRI gibi ilaçlar, depresyon ya da anksiyete durumları için hekim ve psikiyatristler tarafından reçete edilmektedir.

Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri (SSRI):Serotonin geri alımı engelleyerek alıcı hücrenin daha fazla serotonin almasına yardımcı olan ilaçlardır.

Nörotransmitterleri Etkileyen İlaçlar

Nörotransmitterlerin nasıl ve ne amaçla çalıştıklarının anlaşılmasında en büyük etken, kimyasal iletimleri etkileyen ilaçların keşfedilmesi olmuştur. Bu ilaçlar bazı hastalıkların semptomlarının hafiflemesinde veya nörotransmitterlerin çalışmalarını değiştirebilmektedir.

Etkinliklerine göre bazı ilaçların işlevleri:

  • Agonistler ve Antagonistler : Bazı ilaçlar agonistler olarak bilinir ve belirli nörotransmitterlerin etkilerini artırarak işlev görür. Etkinliklerini azaltan ilaçlara ise antagonist ilaç denilmektedir. Nöro tranmitterlerin etkinliklerini bloke ederek iş görmektedirler.
  • Doğrudan ve Dolaylı Etkiler : Doğrudan etkili ilaçlar, kimyasal olarak çok benzer olan bir nörotransmittleri taklit ederek çalışmaktadır, bir nevi yan sanayi ürünü gibi düşünülebilir. Aynı işlevi yapıyor fakat orijinal bir parça değil. Dolaylı etkiye sahip olan ilaçlarsa, direkt olarak postsinaptik nörondaki reseptörlere bağlanarak nöronun uyarılmasını sağlayan bir çalışma mekanizması vardır.

Nöronlar arası kimyasal salınımlar ve geri alımları etkileyecek psikoaktif ilaçların sınıfları, SSRI, Trisilik Antidepresanlar ve Benzodiazepinler’ lerdir. Bipolar Bozukluk, OKB, depresyon, anksiyete ve şizofreni gibi hastalıkları tedavi etmek amaçlı kullanılan ilaç sınıflarıdır.

Eroin, kokain, esrar, metamfetamin gibi uyuşturucular nöronlarımız arasındaki kimyasal salınımları etkileyen özelliklere sahiptirler. Eroin, beynimizin doğal opioidleri ile ilgili olan reseptörlere bağlanarak doğrudan etkili agonist bir etki göstermektedir. Kokain ise, dopamin nörotransmitteri salınımını arttıran bir etkiye sahiptir.

Opioid: Halk arasında afyon denilmektedir. Bu madde vücuda alındığı zaman morfin benzeri bir etki göstermektedir. Haşhaş bitkisinden elde edilmektedir. Ağrı kesen ve uyuşturan bir maddedir.

Haşhaş bitkisine çizikler atıldıktan sonra haşhaştan salgılanan sıvı ile afyon(eroin) elde edilmektedir. Yasa dışı!

Nörotransmitterler nöronlarımız arasında iletişimi sağlayan çok önemli kimyasallardır. İstemiz hareketlerimizden duygu durumlarımıza kadar her şey bu kimyasallar sayesinde gerçekleşmektedir.

Karmaşık ve aynı zamanda son derece büyüleyici sinir sitemimizin çalışma mekanizmasının bir bölümünü sizlere anlattım.

Serotoniniz bol olsun :)

Kaynakalar

  1. Sukel K. Neurotransmission: neurotransmitters. The Dana Foundation.
  2. Boto T, Tomchik SM. The excitatory, the inhibitory, and the modulatory: mapping chemical neurotransmission in the brainNeuron. 2019;101(5):763–765. doi:10.1016/j.neuron.2019.02.021
  3. Wang R, Reddy PH. Role of glutamate and NMDA receptors in Alzheimer’s diseaseJ Alzheimers Dis. 2017;57(4):1041–1048. doi:10.3233/JAD-160763
  4. Magon, N & Kalra, S. The orgasmic history of oxytocin: love, lust and laborIndian J Endocrinol Metab. 2011;15:S156-S161. doi:10.4103/2230–8210.84851.
  5. Sprouse-Blum AS, Smith G, Sugai D, Parsa FD. Understanding endorphins and their importance in pain managementHawaii Med J. 2010;69(3):70–71.
  6. Tank AW, Lee wong D. Peripheral and central effects of circulating catecholaminesCompr Physiol. 2015;5(1):1–15. doi:10.1002/cphy.c140007
  7. Nuutinen S, Panula P. Histamine in neurotransmission and brain diseasesAdv Exp Med Biol. 2010;709:95–107. doi:10.1007/978–1–4419–8056–4_10
  8. Arias-Carrión O, Stamelou M, Murillo-Rodríguez E, Menéndez-González M, Pöppel E. Dopaminergic reward system: a short integrative reviewInt Arch Med. 2010;3:24. doi:10.1186/1755–7682–3–24
  9. Albert PR, Vahid-Ansari F, Luckhart C. Serotonin-prefrontal cortical circuitry in anxiety and depression phenotypes: pivotal role of pre- and post-synaptic 5-HT1A receptor expressionFront Behav Neurosci. 2014;8:199. doi:10.3389/fnbeh.2014.00199
  10. Benarroch, EE. Adenosine triphosphate: a multifaceted chemical signal in the nervous systemNeurology. 2010;74(7). doi:10.1212/WNL.0b013e3181d03762
  11. Hanafy KA, Oh J, Otterbein LE. Carbon Monoxide and the brain: time to rethink the dogmaCurr Pharm Des. 2013;19(15):2771–2775. doi:10.2174/1381612811319150013
  12. National Center for Biotechnology Information. PubChem Database. Acetylcholine, CID=187.
  13. Berg KA, Clarke WP. Making sense of pharmacology: inverse agonism and functional selectivityInt J Neuropsychopharmacol. 2018;21(10):962–977. doi:10.1093/ijnp/pyy071
  14. National Institute on Drug Abuse. The neurobiology of drug addiction. Updated November 2019.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️