Nörobilim
M.Ö. 1700 yıllarına ait el yazmaları Mısırlıların beyin hasarı belirtileri hakkında bilgi sahibi olduklarını göstermektedir.
Beynin işlevine ilişkin erken görüşler, onu bir tür "kraniyal doldurma" olarak kabul etti. Mısır'da, Orta Krallık'ın sonlarından itibaren, mumyalama için hazırlıkta beyin çoğunlukla çıkarılırdı. O zamanlar kalbin zekanın merkezi olduğuna inanılıyordu. Herodotus'a göre, mumyalamanın ilk adımı "çarpık bir demir parçası almak ve onunla beyni burun deliklerinden çıkarmak, böylece bir kısımdan kurtulmaktı, kafatası ise ilaçlarla durulamadan geri kalan kısımdan temizlendi. "
Kalbin bilincin kaynağı olduğu görüşü, Yunan doktor Hipokrat'ın zamanına kadar sorgulanmadı. Beynin sadece duyumla ilgili olmadığına inanıyordu - çoğu uzmanlaşmış organ (ör. gözler, kulaklar, dil) kafanın beyninin yanında bulunur - ama aynı zamanda zekanın da merkezi idi. Platon ayrıca beynin ruhun rasyonel kısmının oturduğu yer olduğunu tahmin etti.Ancak Aristoteles, kalbin zekanın merkezi olduğuna ve beynin kalpten gelen ısı miktarını düzenlediğine inanıyordu. Bu görüş genellikle, Hipokrat'ın takipçisi ve Roma gladyatörlerine hekim olan Roma doktoru Galen, beyinlerine zarar verdikleri zaman hastalarının zihinsel yeteneklerini kaybettiğini gözlemleyene kadar kabul edildi.
Orta Çağ Müslüman dünyasında aktif olan Abulcasis, Averroes, Avicenna, Avenzoar ve Maimonides, beyinle ilgili bir dizi tıbbi sorunu tanımladı. Rönesans Avrupa'sında Vesalius (1514–1564), René Descartes (1596-1650), Thomas Willis (1621-1675) ve Jan Swammerdam (1637-1680) de nörobilime birçok katkı yaptı.
Luigi Galvani'nin 1700'lerin sonlarındaki öncü çalışmaları, kasların ve nöronların elektriksel uyarılabilirliğini incelemek için zemin hazırladı. 19. yüzyılın ilk yarısında, Jean Pierre Flourens canlı hayvanlarda beynin lokalize lezyonlarını gerçekleştirmenin deneysel yöntemine öncülük ederek motriklik, duyarlılık ve davranış üzerindeki etkilerini açıkladı.
1843'te Emil du Bois-Reymond sinir sinyalinin elektriksel doğasını gösterdi, hızı Hermann von Helmholtz ölçmeye devam etti, ve 1875'te Richard Caton tavşan ve maymunların serebral yarım kürelerinde elektrik fenomenleri buldu.
Adolf Beck, 1890'da tavşan ve köpeklerin beyninin kendiliğinden elektriksel aktivitesini gözlemledi. Beyin çalışmaları, mikroskopun icat edilmesinden ve 1890'ların sonunda Camillo Golgi tarafından bir boyama prosedürünün geliştirilmesinden sonra daha karmaşık hale geldi. Prosedür, tek tek nöronların karmaşık yapılarını ortaya çıkarmak için gümüş bir kromat tuzu kullandı. Tekniği Santiago Ramón y Cajal tarafından kullanıldı ve beynin fonksiyonel biriminin nöron olduğu hipotezi olan nöron doktrininin oluşumuna yol açtı. Golgi ve Ramón y Cajal, 1906'da nöronların beyindeki kapsamlı gözlemleri, tanımları ve kategorizasyonları için Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'nü paylaştı.
Bu araştırmaya paralel olarak, Paul Broca'nın beyin hasarı olan hastalarla çalışması, beynin belirli bölgelerinin belirli işlevlerden sorumlu olduğunu öne sürdü. O zamanlar Broca'nın bulguları Franz Joseph Gall'un dilin yerelleştirildiğini ve bazı psikolojik fonksiyonların serebral korteksin belirli bölgelerinde lokalize olduğunu teorisinin bir teyidi olarak görülüyordu.[17][18] Fonksiyon hipotezinin lokalizasyonu, nöbetlerin vücuttan ilerlemesini izleyerek motor korteksin organizasyonunu doğru bir şekilde ortaya çıkaran John Hughlings Jackson tarafından yürütülen epileptik hastaların gözlemleri ile desteklenmiştir. Carl Wernicke, dil anlama ve üretiminde belirli beyin yapılarının uzmanlaşma teorisini daha da geliştirdi. Nörogörüntüleme teknikleri ile yapılan modern araştırmalar, belirli görevlerin yerine getirilmesinde korteksin farklı alanlarının aktive olduğunu göstermeye devam eden bu dönemdeki anatomik tanımları (hücre yapısının incelenmesine atıfta bulunarak) hala Brodmann serebral sitoarşektonik haritasını kullanmaktadır.[19]
20. yüzyıl boyunca nörobilim, diğer disiplinlerdeki sinir sistemi çalışmaları yerine kendi başına ayrı bir akademik disiplin olarak tanınmaya başladı. Eric Kandel ve ortak çalışanlar, David Rioch, Francis O. Schmitt ve Stephen Kuffler'i sahayı kurarken kritik roller oynadıklarını belirtmişlerdir.[20] Rioch, 1950'lerden başlayarak Walter Reed Ordu Araştırma Enstitüsü'nde temel anatomik ve fizyolojik araştırmaların klinik psikiyatri ile bütünleşmesini sağlamıştır. Aynı dönemde Schmitt, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nün Biyoloji Bölümü'nde biyoloji, kimya, fizik ve matematiği bir araya getiren bir nörobilim araştırma programı oluşturdu. İlk bağımsız nörobilim bölümü (daha sonra Psikobiyoloji olarak adlandırılır) 1964 yılında James L. McGaugh tarafından Kaliforniya Üniversitesi, Irvine'de kuruldu.[21] Bunu 1966 yılında Stephen Kuffler tarafından kurulan Harvard Tıp Okulu Nörobiyoloji Bölümü izledi.[22]
Nöronlar ve sinir sistemi fonksiyonlarının anlaşılması, 20. yüzyılda giderek daha kesin ve moleküler hale geldi. Örneğin, 1952'de Alan Lloyd Hodgkin ve Andrew Huxley, kalamarın dev aksonunun nöronlarında aksiyon potansiyelleri adını verdikleri elektrik sinyallerinin oluşumu ve iletimini Hodgkin-Huxley modeli ile modelledi. 1961–1962'de Richard FitzHugh ve J. Nagumo, FitzHugh – Nagumo modeli ile Hodgkin-Huxley modelini basitleştirdi. 1962'de Bernard Katz, sinapslar olarak bilinen nöronlar arasındaki boşlukta nörotransmisyonu modelledi. 1966'dan itibaren, Eric Kandel ve işbirlikçileri Aplysia'da öğrenme ve hafıza depolamaya bağlı nöronlardaki biyokimyasal değişiklikleri incelediler. 1981'de Catherine Morris ve Harold Lecar bu modelleri Morris-Lecar modelinde birleştirdiler. Giderek artan niceliksel çalışmalar sayısız biyolojik nöron modeline ve nöral hesaplama modellerine yol açtı.
Sinir sistemine olan ilginin artmasının bir sonucu olarak, 20. yüzyılda tüm nörobilimcilere bir forum sağlamak için birkaç önemli nörobilim organizasyonu oluşturulmuştur. Örneğin, Uluslararası Beyin Araştırmaları Örgütü 1961'de,[23] 1963'te Uluslararası Nörokimya Derneği, 1968'de Avrupa Beyin ve Davranış Derneği,[24] ve 1969'da Nörobilim Derneği olarak kuruldu.[25] Son zamanlarda, nörolojik araştırma sonuçlarının uygulanması sonucunda nöroekonomi,[26] nöroeğitim,[27] nöroetik,[28] ve nörohukuk [29] gibi uygulamalı disiplinler de ortaya çıkmıştır.
Beyin araştırmaları zamanla felsefi, deneysel ve teorik aşamalardan geçerek beyin simülasyonu üzerinde çalışmanın gelecekte önemli olacağı öngörülmektedir.[
############

Tıp sosyal bir bilimdir ~ Rudolf Virchow👨⚕️
„Tıp, bir sosyal bilim olarak, insanoğlunun bilimi olarak, sorunlara işaret etmek ve bunların teorik çözümünü denemekle yükümlüdür.“
*Hastalığın asla tamamen biyolojik olmadığı, genellikle sosyal olarak türetildiği veya yayıldığı gerçeğine odaklanır.
"her canlı hücre başka bir canlı hücreden gelir"
❗️İnsan davranışının sonuçları genellikle amaçlananın tam tersidir.~Tora Kitap📕
Dumur nedir? = (ﺿﻤﻮﺭ) i. (Ar. ḍumūr) fizyo. (Organlar için) Kullanılmama veya beslenmeme sonucunda kuruyup kalma, körelme. ѻ Dumûra uğramak: Kabiliyet ve imkânlarını kaybetmek, zayıflamak, işgörmez veya etkisiz duruma gelmek.
Bir hastalığı iyileştirmek için hile yapamazsınız.
Alman patolog Alois Alzheimer'in 1906'da hastalıkla ilişkilendirdiği plaklar ve diğer protein birikintileri. 1984'te Aβ, plakların ana bileşeni olarak tanımlandı. Ve 1991'de araştırmacılar, aileye bağlı Alzheimer hastalığının izini, amiloidin türediği öncü protein genindeki mutasyonlara kadar takip etti. Birçok bilim insanına göre, Aβ birikiminin nöronlarda bir dizi hasar ve fonksiyon bozukluğunu başlatarak demansa neden olduğu açıktı.
- 19. kromozomda bulunan 864 harf uzunluğundaki APOE4 genin 334. harfinin „A” yerine „G” olması alzheimer hastalığına sebeb olmaktadır.
Kaliforniya Üniversitesi'nden bilim insanları, 26 Şubat 2021'de Biophysical Society konferansında sunulan çalışmada, Alzheimer hastalığının tedavisinde çığır açacak potansiyeldeki nanopartikülleri tanıttılar. Bu çalışmalarında bilim insanları, nöronlar arası biriken amiloid-beta plaklarını çözen kase şeklinde bir nanopartikülü (İng: "nanobowl") tanıttılar.
Matthew S. Schrag, MD, PhD
Dr. Matthew S. Schrag, kurul onaylı bir vasküler nörolog ve Vanderbilt Üniversitesi Tıp Merkezi'nde Nöroloji alanında Yardımcı Doçenttir. Dr. Schrag, vasküler ve kognitif nörolojik hastalıklar arasındaki örtüşme konusunda klinik uzmanlığa sahiptir ve hastaları Nöroloji Bölümü'nün İnme Bölümü'nde görmektedir. Dr. Schrag'in araştırma ilgi alanları serebral amiloid anjiyopatinin Alzheimer hastalığındaki bilişsel bozukluğa nasıl katkıda bulunduğuna odaklanmaktadır. Özellikle Alzheimer hastalığındaki morfolojik değişiklikleri anlamak için serebral mikro damar yapısının haritasını çıkarmakla ilgileniyor. Dr. Schrag , Vanderbilt Hafıza ve Yaşlanma Projesi'nin işbirlikçisi , Vanderbilt Alzheimer Hastalığı Araştırma Merkezi'nde araştırmacı ve Vanderbilt Alzheimer Hastalığında Disiplinlerarası Eğitim Programı'nın (T32) eğitim fakültesi üyesidir .
❗️Schrag'e göre Aβ araştırmasının tartışmalı iki konusu, Alzheimer'ı anlama ve tedavi etme
SCHRAG, VIZILDAYAN BİR BUZDOLABINDAN BİRKAÇ ADIM ÖTEDEKİ MÜTEVAZI OFİSİNDEantika bir mikroskop sergiliyor; bu, titiz laboratuvar bilimini tıbbın sonsuz gizemlerine uygulayan öncüllere bir saygı duruşu niteliğinde. Masasının üzerindeki küçük bir tabelada "Her şey anlaşılabilir" yazıyor.
Loma Linda Üniversitesi'nde öğrenci olan başka bir araştırma grubu, Alzheimer ile demir metabolizması arasında bir bağlantı olduğuna dair destek buldu.
Bağışıklık sistemi işlev bozukluğu veya iltihaplanma gibi diğer potansiyel Alzheimer nedenlerini ileri süren bilim insanları, "amiloid mafyası" tarafından bir kenara bırakıldıklarından şikayet ediyorlar.
UCSF'de tıp asistanı olarak Nobel ödüllü Stanley Prusiner'in nadir nörolojik bozukluklara neden olan bulaşıcı proteinler olan prionlar üzerine öncü çalışmasına katkıda bulundu. 1990'ların ortalarında, hayvanın beyninde plaklar oluşturan insan Aβ'sını üreten transgenik bir fare yarattı. Fare ayrıca demans benzeri semptomlar da gösteriyor. Tercih edilen bir Alzheimer modeli haline geldi.
2000'li yılların başlarında, Aβ'nın bazı vücut sıvılarında çözünen alt türleri olan "toksik oligomerler", Alzheimer'ın muhtemel baş suçlusu olarak (potansiyel olarak çözünmeyen plaklardan daha patojenik) popülerlik kazandı. Amiloid oligomerleri, in vitro ve hayvanlarda nöronlar arasındaki iletişimin bozulmasıyla ilişkilendirildi ve otopsiler, Alzheimer hastalarında bilişsel açıdan sağlıklı bireylere göre daha yüksek düzeyde oligomer bulunduğunu gösterdi. Ancak hiç kimse bilinen pek çok oligomerden herhangi birinin doğrudan bilişsel gerilemeye neden olduğunu kanıtlayamadı.
UMN ekibi, Ashe'nin transgenik farelerinin beyinlerinde, diğer oligomerlerle karşılaştırıldığında nispeten ağır moleküler ağırlığı nedeniyle Aβ*56 ("amiloid beta yıldızı 56" olarak telaffuz edilir) olarak adlandırılan, daha önce bilinmeyen bir oligomer türü keşfetti. Grup Aβ*56'yı izole etti ve genç farelere enjekte etti. Farelerin, labirentteki gizli bir platformun konumu gibi önceden öğrenilmiş basit bilgileri hatırlama kapasitesi düştü. 2006 tarihli makalenin ilk yazarı, bazen Aβ*56'nın kaşifi olarak anılan, Ashe'in doktoradan hemen sonra işe aldığı genç bilim adamı Lesné'ydi. Fransa'daki Caen Normandiya Üniversitesi'nde program.
Ashe, web sitesinde Aβ*56'yı "Alzheimer araştırmasında beyin dokusunda tanımlanan ve hafıza bozukluğuna neden olduğu gösterilen ilk madde" olarak lanse etti. Nature dergisindeki bir başyazı, Aβ*56'yı Alzheimer'da "yıldız şüpheli" olarak nitelendirdi . Bu alanda yaygın olarak okunan bir çevrimiçi merkez olan Alzforum, haberine “Aβ Yıldızı Doğdu mu?” başlığını verdi. Makalenin yayınlanmasından 2 haftadan kısa bir süre sonra Ashe, kısmen Aβ*56'ya yol açan çalışmaları nedeniyle prestijli Potamkin Sinirbilim Ödülü'nü kazandı.
PubPeer'de "Alzheimer" aramasında The Journal of Neuroscience'daki makaleler hakkındaki gönderiler Schrag'in dikkatini çekti. Fare beyin dokusunda Aβ ve benzer proteinleri ayırt etmek için kullanılan lekelerin gerçekliğini sorguladılar. Birkaç grup kopyalanmış gibi görünüyordu. Schrag, yazılım araçlarını kullanarak PubPeer yorumlarını doğruladı ve aynı makalelerdeki diğer lekelerde de benzer sorunlar buldu. Ayrıca uygunsuz şekilde kopyalanmış gibi görünen bazı lekeli arka planlar da buldu.Schrag'ın birden fazla görüntüyü işaretlediği 2013 Brain makalesi de Mayıs ayında kapsamlı bir şekilde düzeltildi . Lesné ve Ashe, çocuklarda ve genç yetişkinlerde Aβ*56'nın “ihmal edilebilir” seviyelerini, insanlar 40'lı yaşlara ulaştıklarında daha yüksek olduğunu ve bundan sonra da sürekli artan seviyeleri gösteren çalışmanın sırasıyla ilk ve kıdemli yazarlarıydı. Aβ*56'nın "Alzheimer hastalığının patogenezinde çok erken dönemde patojenik bir rol oynayabileceği" sonucuna vardı.
⚠️ Schrag'ın ve Science'ın iddiaları kanıtlanırsa, Dr. Andrew Wakefield'ın kızamık-kabakulak-kızamıkçık (KKK) aşılarının otizme yol açtığı yönündeki yalanlanmış makalesinin 1988'de Lancet'te yayımlanmasından bu yana görülmüş en büyük bilim skandallarından biri yaşanabilir.
⚠️Peki, Nörotransmitterler Doğru Çalışmazsa Ne Olur?
Vücudun birçok organında olduğu gibi bazen işler ters gidebilir. İnsan sinir sistemi gibi son derece karmaşık bir sistemin hiç ters işler yapmaması beklenemezdi.
Yanlış gidebilecek bazıları durumlar şunlardır:
- Nöronlar belirli bir nörotransmitteri yeterince üretemeyebilir.
- Nörotransmiterler çok hızlı geri emilebilir.
- Çok fazla nörotransmiter enzimler tarafından devre dışı bırakılabilir.
- Belirli nörotransmitterler çok fazla salgılanabilir.
Alzheimer, epilepsi ve Parkinson gibi hastalıklar, bazı nörotransmitterlerdeki örneğin; dopamin eksikliği ile ilişkilidir.
♻️
en baskın hipotez amiloid beta (Aβ) hipotezidir.
#######
P. gingivalis ve sistemik hastalıklar
Peki ya bugün dişlerinizi temizleme şekliniz, yıllar sonra Alzheimer hastalığına yakalanma ihtimalinizi etkileyebilecek olsa?
Gingivitis (Tür: "diş eti iltihabı") ve Periodontisis (Tür: "diş eti çekilmesi") gibi diş eti sorunlarının Alzheimer hastalığı için olası bir risk faktörü olabileceğini gösteren kanıtlar giderek artıyor. Bazı çalışmalar, Gingivitis ve Periodontisis'in on yıl veya daha uzun süre devam ederse riskinizin iki katına çıktığını bile öne sürüyor. Gerçekten de Science Advances dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, diş eti enfeksiyonuyla ilişkili Porphyromonas gingivalis (P. gingivalis) adlı bir bakteri türünün Alzheimer hastası kişilerin beyinlerinde bulunduğunu detaylandırıyor. Fareler üzerinde yapılan testler ise bu bakterinin ağızdan beyne yayıldığını ve sinir hücrelerini yok ettiğini gösterdi.
Ağız, diş eti iltihabına neden olabilenler de dahil olmak üzere yaklaşık 700 bakteri türüne ev sahipliği yapar. Ulusal Yaşlanma Enstitüsü (NIA) bilim insanlarının liderliğinde yapılan yakın tarihli bir analiz, diş eti iltihabına neden olan bakterilerin aynı zamanda Alzheimer hastalığı ve özellikle damar kaynaklı demans gelişimiyle ilişkilendirildiğini öne sürüyor.
NIA İç Araştırma Programı ekibi, CDC’nin Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi tarafından yürütülen büyük bir nüfus çalışması olan Ulusal Sağlık ve Beslenme İnceleme Anketi’nin (NHANES) ülke genelini temsil eden, halka açık verilerini kullandı. Ekip, diş eti iltihabının demans teşhisi ve ölümle ilişkili olup olmadığını Medicare kayıtları ve Ulusal Ölüm İndeksi ile sınırlı veri bağlantıları kullanarak inceledi. Araştırmada, başlangıçta farklı yaş grupları karşılaştırıldı ve 6.000’den fazla katılımcı için 26 yıla kadar takip yapıldı.
NHANES katılımcıları, diş eti iltihabı belirtileri için diş muayenesinden geçirildi. Ayrıca hastalığa neden olan bakterilere karşı antikorların tespiti için kan testleri yapıldı. Araştırma ekibi, 19 ağız bakterisine karşı antikorların Alzheimer teşhisi, herhangi bir tür demans teşhisi ve Alzheimer kaynaklı ölümle ilişkilendirip ilişkilendirilemeyeceğini analiz etti. Bu 19 bakteri arasında, Porphyromonas gingivalis diş eti iltihabının en yaygın nedeniydi. Aslında, yakın tarihli bir çalışma, Alzheimer hastalığının önemli bir belirtisi olan beta-amiloid protein plaklarının bu enfeksiyona karşı bir yanıt olarak üretilebileceğini öne sürmektedir.
Analiz, başlangıçta ağız iltihabı belirtileri gösteren yaşlı yetişkinlerin çalışma süresince Alzheimer hastalığına yakalanma olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koydu. 65 yaş ve üzeri kişilerde hem Alzheimer teşhisi hem de ölümler, Campylobacter rectus ve Prevotella melaninogenica gibi diğer bakterilerle kümeleşerek bu riskleri daha da artırabilen oral bakteri P. gingivalis'e karşı antikorlarla ilişkiliydi.
Diş eti iltihabı, dişleri yerinde tutan ağız dokularının enfeksiyonundan kaynaklanır. Kanayan diş etleri, gevşek dişler ve hatta diş kaybı bu hastalığın başlıca etkileridir. Ağızdaki enfeksiyonlardan kaynaklanan bakteriler ve onların ürettiği iltihap molekülleri, kan dolaşımı yoluyla beyine taşınabilir. Önceki laboratuvar çalışmaları, bunun demansa yol açan olaylar zincirini etkileyen mekanizmalardan biri olduğunu öne sürmüştür.
Diş eti iltihabının ilk evresine Gingivitis denir. Bu durum, diş yüzeyinde biriken bakteriyel plağa karşı diş etlerinin iltihaplanması sonucu ortaya çıkar.
Gingivitis genellikle tedavi edilebilir. Gingivitis tedavi edilmezse diş ile diş eti arasında bakterilerle dolu “diş eti altı cepleri” oluşur. Bu cepler, Gingivitisi'n Periodontitis'e dönüştüğünün göstergesidir. Bu aşamada bakterileri tamamen yok etmek neredeyse imkansız hale gelir ancak diş tedavisi bakterilerin büyümesini kontrol altına almaya yardımcı olabilir.
Diş eti iltihabı riski, kötü ağız hijyenine sahip kişilerde önemli ölçüde artar. Sigara kullanımı, ilaç kullanımı, genetik, beslenme tercihleri, ergenlik ve hamilelik gibi faktörler de hastalığın gelişimine neden olabilir.
Diş eti iltihabının sadece P. gingivalis’in işi olmadığını unutmamak önemlidir. Treponema denticola, Tanerella forsythia ve diğer bakteriler de bu karmaşık ağız hastalığında rol oynayan organizmalar arasında yer alır.
Son zamanlarda yapılan araştırmalar, kronik diş eti iltihabına neden olan bakterilerin Alzheimer hastalarının beyinlerinde bulunduğunu ortaya koyarak güçlü kanıtlar sunuyor ancak bu bulguların bağlam içinde değerlendirilmesi gerekiyor. Gerçek şu ki Alzheimer hastalığı yalnızca diş eti iltihabı ile değil, birçok başka durumla da ilişkilidir.
Mevcut araştırmalar, Alzheimer hastalarının beyinlerinde farklı bakteri türlerinin ve Herpes tip I virüsünün de bulunabileceğini göstermektedir. Down sendromlu kişiler ile şiddetli kafa travması geçirmiş olanlar da Alzheimer geliştirme riski daha yüksek olan gruplardandır. Ayrıca kardiyovasküler hastalıklarla ilişkili çeşitli durumların da Alzheimer riskini artırdığı araştırmalarla desteklenmektedir. Bu durum, Alzheimer hastalığının birçok nedeni olan ve tek bir sonuca bağlanan bir hastalık olduğunu ve bilim insanlarının hala bu bağlantıyı çözmeye çalıştığını göstermektedir.
Bu sonuç, Alzheimer hastalığının aynı belirtileriyle kendini gösterir: Hafıza kaybı ve davranış değişiklikleri. Beyindeki gri maddede plak birikimi ve “nörofibriler yumaklar” olarak bilinen yapılarla birlikte görülür. Nörofibriler yumaklar, bir nöronun iç iskeletinin çökmesi sonucu oluşan kalıntılardır. Bu durum, bir proteinin hücre yapısını stabilize etme görevini artık yerine getirememesiyle meydana gelir.
Son araştırmalar, diş eti iltihabının Alzheimer hastalığına yol açabilen etkenlerden biri olduğu teorisini destekleyen kanıtları artırıyor. Ancak dişlerinizi fırçalamaya koşmadan önce şunu unutmalısınız: Diş eti iltihabı olan herkes Alzheimer’a yakalanmaz ve Alzheimer hastalığı olan herkesin de diş eti iltihabı yoktur!
Kimin “risk altında” olduğunu belirlemek için bilim insanlarının diş hekimlerinin hangi kişileri hedef alması gerektiğini gösterebilecek testler geliştirmesi gerekiyor. Bu sayede diş hekimleri, bu kişilere ağız ve diş sağlığını daha iyi yöneterek Alzheimer riskini nasıl azaltabilecekleri konusunda tavsiyede bulunabilir. Ancak o zamana kadar, düzenli olarak diş fırçalamak ve ağız hijyenine dikkat etmek önerilmektedir.
Bu çalışma için uzun süreli takiplere ihtiyaç vardır çünkü bulgular, ağız iltihabının demans teşhisinden önce gerçekleştiğini göstermektedir. Sonuçta demans hastası olmak, bireyin etkili bir şekilde diş fırçalama ve diş ipi kullanma becerisini azaltabilir, bu da enfeksiyonlar ve diş eti hastalığı riskini artırır. Her durumda, istatistiksel çalışmaların korelasyon gösterebileceğini ancak nedensellik kanıtlayamayacağını unutmamak önemlidir. Yazarlar, P. gingivalis enfeksiyonlarının tedavisinin demansın gelişimini veya belirtilerini azaltıp azaltmayacağını test etmek için klinik deneylerin gerekliliğini vurgulamaktadır.
____!P. gingivalis enfeksiyonlarının tedavisinin demansın gelişimini veya belirtilerini azaltıp azaltmayacağını test etmek için klinik deneylerin gerekliliğini vurgulamaktadır.
######################
Nörogenez ya da nörojenez, sinir kök hücrelerinden, sinir sistemi hücrelerinin yani nöronların üretilme sürecidir.
1944'ten bu yana, nörojenezin, yani yetişkin beyninde yeni nöronların oluşumu, uzun süredir var olan "nöronların öldükten sonra asla yenilerinin gelmediği" fikrine karşı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bu keşif, yetişkin beynindeki nöronların zamanla yenilendiğini ve bu sürecin hafıza, öğrenme gibi bilişsel işlevlerde önemli rol oynadığını göstermiştir. Nörojenez, hipokampus gibi özel beyin bölgelerindeki kök hücrelerin bölünmesiyle gerçekleşir ve beyin, taze nöronlarla kendini yenileme potansiyeline sahiptir.
1944'ten bu yana nörojenezin varlığı bilimsel olarak tesis edilmiştir ve, dentat girusta, beyin çıkıntısı ve muhtelemen ön frontal kortekste yer alan ve özel bir tür hücre olan kök hücreler iki ayrı hücreye bölündüklerinde ortaya çıktığını biliyoruz: akson ve dentrites ile donatılmış tam bir nörona dönüşecek olan bir kök hücre ve bir hücre. O yeni nöronlar, onlara hitiyaç duyulan beynin en uzak bölgelerine dahi göç ederler ve böylece beynin nöron tedariğinin tazelemesine müsade etme potansiyeline sahip olurlar. Hayvan ve insan çalışmalarından bilindiği üzere ani nöron ölümlü (örneğin bir felçten sonra) etkili bir nörojenez tetikleyicisidir.
*"Dentat", Latince diş anlamına gelir ve yapısının diş benzeri görünümünden dolayı bu ismi almıştır. Dentat girus temporal lob'da yer alan bir beyin kabuğu kıvrımıdır.Dentat girusun önemli görevleri arasında hafıza, yeni nöron üretimi (nörojenez) ve sinirsel sinyallerin işlenmesi yer alır.
(Nörojenez, beynin kendini iyileştirmesi, öğrenme, hafıza gibi bilişsel fonksiyonlar için hayati öneme sahiptir.)
Beyin esnekliği ya da nöroplastisite beynin kendini iyileştirme ve yeniden yapılandırma becerisidir. Sinir sisteminin bu uyum potansiyeli, beynin bozulma ya da yaralanmalardan iyileşmesine imkan verir ve Çoklu Skleroz, Parkinson hastalığı, bilişsel bozulma, Alzheimer, disleksi, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, insomni,vs. gibi patalojilerde dolayı bozulan yapıların etkilerini azaltır.

Antrenmandan önce Nöral ağlarStimüslasyondan 2 hafta sonra Nöral ağlarStimüslasyondan 2 ay sora Nöral ağlar
Görevleri
Hippokampus hafıza oluşumu, uzaysal oryantasyon ve yön bulma fonksiyonlarında rolü olan bir bölgedir. Bu fonksiyonları gerçekleştirebilmek için serebral korteksten görme, koku, dokunma gibi duyusal bilgileri almalıdır. Dentat girusun hippokampusa bu bilgiyi sağladığı düşünülmektedir. Hippokampal trisinaptik devrenin bir parçasıdır.
Dentat girus duyusal bilginin pasif bir ileticisi değildir. Bilgiyi işler, analiz eder ve sınıflandırır. Böylece hippokampüsün işine yarayacak hale getirir.
Dentat girusun gelen bilgiyi ortak özelliklerine göre ayırabildiği düşünülmektedir. Buna örüntü ayırma denir. Örneğin dentat girus farklı yerlerde benzer duyusal sinyaller alabilir ve bunları hippokampusa göndermeden önce algılandıkları yerlere göre ayırt edebilir. Bu da hippokampusun birbirinden ayrı anılar oluşturmasına yardım eder.
Dentat girus duyusal bilginin uygun içerikle ilişkilendirilmesinde görev alır. Belli bir kokunun bir yerle ilişkilendirilmesini buna örnek verebiliriz.
Bilgilerin birleştirilmesi veya ayırt edilmesi dışında öne çıkan diğer bir rolü hatıraların doğru kodlanmasına yardım etmesidir. Tipik olarak hippokampusa atfedilen hafıza fonksiyonlarına dentat girus da katkı sağlar.
Referans
- Amaral DG, Scharfman HE, Lavenex P. The dentate gyrus: fundamental neuroanatomical organization (dentate gyrus for dummies). Prog Brain Res. 2007;163:3–22.
######
Ohsumi’ye 2016 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandırdı.
Ohsumi’nin çalışmaları, otofajinin hücre ölümü, enfeksiyon kontrolü, immün yanıt ve hastalık modellerindeki rollerini de açıklamada kilit bir role sahip oldu. Bu bulgular, otofaji sürecinin sadece hücre içi temizlik işleviyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda hücrelerin sağlıklı kalması ve çeşitli patolojik durumlarla başa çıkabilmesi için merkezi bir mekanizma olduğunu gösterdi.
Otofajinin keşfi ve bu sürece dair anlayışımızın derinleşmesi, biyoloji ve tıp alanlarında yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesine olanak tanıdı. Özellikle kanser, nörodejeneratif hastalıklar ve enfeksiyon hastalıkları gibi çeşitli durumların tedavisinde otofaji mekanizmasının modülasyonunun potansiyel faydaları üzerine yoğun araştırmalar yapılmaktadır. Bu sürecin daha iyi anlaşılması, gelecekte hastalıkların önlenmesi ve tedavi edilmesinde yeni yollar açabilir.
Otofaji sürecini tetikleyen faktörler nelerdir ve bu süreci nasıl optimize edebiliriz?
Otofaji sürecini tetikleyen faktörler arasında besin kısıtlaması, oksidatif stres, enfeksiyonlar ve fiziksel egzersiz gibi çeşitli çevresel ve fizyolojik koşullar bulunur. Bu sürecin optimizasyonu, hücrelerin sağlığını korumak ve yaşam sürecini uzatmak için önemli olabilir.
En bilinen tetikleyici, kalori kısıtlamasıdır. Kalori alımının azaltılması, hücrelerin mevcut kaynakları daha verimli kullanmaya başlamasına ve hasarlı hücre bileşenlerini temizlemek için otofajiye başvurmasına neden olur. Araştırmalar, sadece kalori kısıtlamasının değil, aynı zamanda aralıklı oruç gibi beslenme düzenlerinin de otofajiyi artırabileceğini göstermiştir.
Oksidatif stres, reaktif oksijen türlerinin (ROS) hücre içinde birikmesi ile ortaya çıkar ve bu durum da proteinlerin, lipitlerin ve DNA’nın hasar görmesine yol açar. Otofaji, hasar görmüş hücresel bileşenleri temizleyerek bu tür streslere karşı hücrelerin direncini artırabilir. Bu süreç, hücrelerin oksidatif stresten kaynaklanan zararları minimize etmesine ve genel hücresel sağlığını korumasına yardımcı olur.
Fiziksel egzersiz de otofajiyi tetikleyen önemli bir faktördür. Egzersiz sırasında kas hücrelerinde enerji ihtiyacı artar ve bu da enerji üretimi için gerekli olan mitokondriyel aktiviteyi teşvik eder. Ayrıca, egzersiz esnasında oluşan mekanik ve metabolik stres, hücrelerin hasarlı organel ve proteinleri temizlemek için otofajiyi aktive etmesine neden olur.
Otofaji sürecini optimize etmek için, düzenli fiziksel aktivite, dengeli ve besin değeri yüksek bir diyet, yeterli uyku ve stresten kaçınma gibi yaşam tarzı faktörleri önemlidir. Bu faktörlerin her biri, hücrelerin otofaji yoluyla kendini yenilemesine ve genel sağlığı korumasına katkıda bulunur. Ayrıca, belirli farmakolojik ajanlar ve doğal bileşikler de otofaji sürecini modüle ederek bu sürecin terapötik potansiyelini artırabilir. Bu tür müdahalelerin, yaşa bağlı hastalıkların yönetimi ve sağlıklı yaşlanma üzerinde olumlu etkileri olabileceği düşünülmektedir.
Yaşlanma sürecinde otofajinin rolü nedir? Yaşlanmayı yavaşlatmak için otofaji nasıl kullanılabilir?
Otofaji, yaşlanma sürecinde önemli bir rol oynar ve bu süreç yaşlanmayı yavaşlatmak için potansiyel bir hedef olarak görülmektedir. Yaşlanma ile birlikte, hücrelerin hasar görmüş proteinleri ve organeleri etkili bir şekilde temizleme yeteneği azalır. Bu birikim, hücrelerin işlevini bozar ve yaşlanma ile ilişkili çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir. Otofaji, hücre içi temizlik sistemini güçlendirerek bu sürecin önüne geçebilir ve hücrelerin daha uzun süre sağlıklı kalmasını sağlayabilir.
Araştırmalar, düzenli olarak otofajiyi teşvik eden yaşam tarzı seçimlerinin, özellikle kalori kısıtlaması ve düzenli egzersiz gibi, yaşlanma sürecini yavaşlatabileceğini göstermiştir. Bu faktörler, hücrelerin otofajik faaliyetlerini artırarak, yaşlanma sürecinde hücresel hasarın azaltılmasına yardımcı olur. Örneğin, kalori kısıtlaması, hücrelerin enerji tasarrufu moduna geçmesine neden olarak, daha az ama daha verimli çalışmalarını sağlar ve bu da otofajiyi teşvik eder.
Biyolojik olarak, otofaji yaşlanmayla ilişkili hastalıkların ortaya çıkışını engelleyebilir. Örneğin, nörodejeneratif hastalıkların birçok formu, hücrelerde protein agregasyonu ile karakterizedir.Otofaji, bu zararlı protein kümelerini parçalayarak ve hücreleri temizleyerek hastalığın ilerlemesini yavaşlatabilir veya önleyebilir.
Sonuç olarak, otofaji yaşlanma sürecinde kritik bir mekanizmadır ve bu sürecin etkinliğini artırmak, yaşlılıkta sağlık durumunu iyileştirebilir ve yaşam kalitesini artırabilir. Gelecekte, otofajiyi artıran ilaçlar ve diğer terapötik müdahaleler, yaşlanma ile ilişkili hastalıkların önlenmesi ve tedavisi için umut vaat eden yollar sunabilir. Bu nedenle, otofajinin yaşlanma üzerindeki etkilerini daha derinlemesine anlamak, yaşlılıkla ilişkili hastalıkların yönetimi ve sağlıklı yaşlanma stratejilerinin geliştirilmesinde önemli olacaktır.
Otofajiyle ilişkili hastalıklar hangileridir ve bu hastalıkların tedavisinde otofaji nasıl bir rol oynar?
Nörodejeneratif hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, kanser ve metabolik bozukluklar bulunur. Otofajinin bu hastalıkların tedavisindeki rolünü anlamak, tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine büyük katkı sağlayabilir.
Nörodejeneratif hastalıklar, özellikle Alzheimer ve Parkinson hastalıkları, otofajinin düzgün çalışmadığı durumlarda ortaya çıkar. Bu hastalıklarda, hasarlı proteinler ve organel yapılar hücre içinde birikir, bu da hücrelerin işlev bozukluğuna ve ölümüne neden olur. Otofaji bu birikintileri temizleyerek hücrelerin sağlıklı kalmasını destekler, böylece hastalığın ilerlemesini yavaşlatabilir veya durdurabilir.
Enfeksiyon hastalıkları bağlamında, otofaji patojenleri yok ederek hücrelerin enfeksiyonlara karşı savunmasında önemli bir rol oynar. Bakteriyel ve viral enfeksiyonlarda, otofaji doğrudan patojenleri hücre içinde izole ederek ve yıkarak hücrelerin savunma mekanizmasını güçlendirir. Bu özellik, enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde otofajiyi potansiyel bir hedef haline getirir.
Kanserle ilgili olarak, otofajinin hem tümör baskılayıcı hem de tümör destekleyici rolleri olabilir. Kanser tedavisinde, otofajiyi inhibe eden veya teşvik eden stratejiler, tümör hücrelerinin hayatta kalma kapasitesini azaltabilir ve bu hücrelerin ölümünü teşvik edebilir.
Metabolik hastalıklar açısından, otofaji karaciğerde lipid birikimini azaltarak yağ karaciğer hastalığı gibi durumların önlenmesine yardımcı olabilir. Diyabet gibi durumlarda, otofaji insülin direncini azaltabilir ve beta hücrelerinin sağlığını iyileştirerek hastalığın yönetilmesine katkıda bulunabilir.
Bu nedenlerle, otofajiyle ilişkili hastalıkların tedavisinde otofajiyi modüle eden ilaçlar ve terapiler geliştirilmesi, bu hastalıkların yönetiminde yeni ve etkili yollar sunabilir. Otofaji üzerine yapılan araştırmaların derinleştirilmesi, bu sürecin hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde nasıl optimize edilebileceği konusunda daha fazla bilgi sağlayacaktır.
Otofaji sürecini artıran beslenme alışkanlıkları ve diyetler nelerdir?
Otofaji sürecini artıran beslenme alışkanlıkları ve diyetler, hücresel sağlık ve yaşam süreci üzerinde önemli etkilere sahip olabilir. Bu süreci destekleyen en bilinen diyet yöntemi, kalori kısıtlamasıdır. Kalori kısıtlaması, hücrelerin daha az enerjiye erişim sağlamasına neden olarak, enerji verimliliğini artırmak ve hasarlı hücre bileşenlerinin temizlenmesi için otofajiyi teşvik etmek amacıyla hücrelerin kendi kendini yenileme sürecini aktive eder.
Aralıklı oruç da otofajiyi teşvik eden bir diğer popüler beslenme yöntemidir. Bu yöntem, belirli dönemlerde hiçbir kalori alımı olmamasını öngörür (genellikle 16-24 saat arası), bu süre zarfında hücreler enerji tasarrufu yapmak ve iç kaynaklardan enerji üretmek zorunda kalır, bu da otofajiyi artırır. Araştırmalar, aralıklı orucun hücresel temizlik süreçlerini aktive ederek, yaşlanma sürecini yavaşlattığını ve metabolik sağlığı iyileştirdiğini göstermiştir.
Ketojenik diyet, yüksek yağ ve düşük karbonhidrat içeriği ile bilinir ve bu da vücudu ketozise sokar. Ketojenik diyetin otofajiyi teşvik ettiği ve hücresel yenilenmeyi desteklediği düşünülmektedir. Ketozis sırasında, hücreler enerji üretmek için glukoz yerine keton cisimlerini kullanır, bu da otofajiyi artırabilir.
Polyfenoller açısından zengin besinler de otofaji sürecini destekler. Örneğin, yeşil çaydaki epigallocatechin gallate (EGCG) veya kırmızı şaraptaki resveratrol gibi bileşikler, otofaji sürecini teşvik edebilir. Bu bileşikler antioksidan özelliklere sahiptir ve hücre içi sinyal yollarını etkileyerek otofaji sürecini artırabilir.
Sonuç olarak, belirli beslenme alışkanlıkları ve diyetlerin, otofaji sürecini teşvik ederek hücresel yenilenmeyi desteklediği ve uzun vadeli sağlık yararları sağladığı görülmektedir. Bu diyetler, hücresel temizlik mekanizmalarını iyileştirerek hastalıklara karşı koruma sağlayabilir ve yaşam sürecini uzatabilir. Bu beslenme stratejilerini yaşam tarzına entegre etmek, genel sağlık ve yaşam kalitesini artırma potansiyeline sahiptir.
Spor ve fiziksel aktivite otofaji üzerinde nasıl bir etkiye sahiptir?
Fiziksel aktivite, vücutta bir dizi biyolojik süreci tetikler ve otofaji üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Spor yapmak, hücrelerde enerji talebini artırarak ve hücresel stres yaratılarak otofaji sürecini aktive eder. Bu etkileşim, özellikle kas ve diğer metabolik aktif dokularda belirgin olarak gözlemlenir.
Egzersiz sırasında kas hücreleri, artan enerji ihtiyacını karşılamak için ATP üretimini artırır. Bu süreç, mitokondriyal fonksiyonların yoğunlaşmasına neden olur ve zamanla mitokondriyel bileşenlerde hasar birikimi meydana gelebilir. Otofaji, hasarlı mitokondrileri hücreden temizleyerek mitokondriyal sağlığı sürdürmeye yardımcı olur ve bu sürece mitofaji denir. Mitofaji, enerji üretim verimliliğini artırır ve oksidatif stresten kaynaklanabilecek hasarı azaltır.
Ayrıca, egzersiz sırasında hücrelerde protein sentezi artışı gözlemlenir. Bu süreç eski veya zarar görmüş proteinlerin yerini alırken, otofaji hücre içindeki zararlı protein birikintilerini temizleyerek bu süreci destekler. Böylece, hücrelerin düzenli olarak yenilenmesi ve işlevsel kalması sağlanır.
Fiziksel aktivite ayrıca hücre içi sinyal yollarını aktive eder ki bu da otofaji sürecini direkt olarak etkileyebilir. Örneğin, egzersiz AMP-aktive protein kinaz (AMPK) aktivasyonunu teşvik eder, AMPK ise enerji seviyelerini algılayan bir molekül olarak otofajiye sinyal verebilir. Bu süreç, enerji dengesini korumak ve hücre sağlığını iyileştirmek için kritik öneme sahiptir.
Sonuç olarak, düzenli fiziksel aktivite otofaji sürecini teşvik ederek hücrelerin uzun süre sağlıklı ve işlevsel kalmasına yardımcı olur. Bu etkileşim, yaşlanma sürecini yavaşlatma, kas sağlığını iyileştirme ve çeşitli hastalıklara karşı koruma sağlama gibi faydalar sunar. Dolayısıyla, aktif bir yaşam tarzı benimsemek, hücresel temizlik mekanizmalarını optimize ederek genel sağlık ve yaşam kalitesini artırma potansiyeline sahiptir.
yıllar boyunca günlük olarak zeytinyağını tereyağı, mayonez ve diğer bitkisel yağlar yerine yemek pişirme ve salata soslarında kullanarak tükettiğini belirtti. zeytinyağı ağırlıklı bir Akdeniz diyeti tüketiminin, diğer faktörler tarafından neden olunan iltihabı engelleyerek demans gelişme şansını azaltabileceğini öne sürüyor.
kavrulmamış karışık kuruyemiş (ceviz, antep fıstığı, kaju ve fındık)

Lizozomal depo
hastalıklar
•Lizozomal enzimleri kodlayan genlerdeki bir mutasyon nedeniyle,enzim proteinler veya bunlarla ilişkili kofaktörlerde ortaya çıkan bir grup hastalıktır. Lizozomal enzimler pek çok molekülün yıkımında görev yapar. Yıkılmayan moleküller veya kısmen kırılan metabolitler lizozom içerisinde birikirler. Bu birikim gittikçe artar ve sonuçta hücrede lizozomlar, sindirilmeyen materyal ve depo ürünlerini içeren büyük yapılar haline dönüşürler. Hücre içindeki bu büyük lizozomlar,hücrenin şişmesine,fonksiyonlarının bozulmasına dolayısıyla da ölmesine neden olur. Lizozomal depo hastalıklar olarak adlandirilir.
LİZOZOM ( Tek Katlı Zarlı Organel):
( İntihar Keseciği )
Yapısı ve Özellikleri:
1- Lizozom, içerisinde sindirim (hidroliz) enzimlerini bulunduran tek katlı zarla çevrili bir organeldir.
2- Lizozom içeriğinde bulunan enzimler iş yapmazken pasif haldedir. Lizozom görevini yaptığı sırada aktif hale geçmektedir.
» (Lizozom içeriğinde bulunan enzimler, bulunduğu ortamın yaklaşık pH = 5 civarında (asitik ortamda) olduğunda aktif olmaktadır.)
3- Tüm hayvan hücrelerinde bulunur. ( Dikkat: Olgun alyuvar hücrelerinde bulunmaz.)
» Akyuvar , makrofaj ve karaciğer hücrelerinde
( karaciğerdeki kuppfer hücrelerinde) sayıca fazla miktarda bulunur.
» Özellikle pinositoz ( sıvı büyük molekülleri içine alma ) ve fagositoz ( katı büyük molekülleri içine alma ) yapan hücrelerde bol miktarda bulunur.
» Gelişmiş yapılı bitkiler ve mantar hücrelerinde bulunmaz.
» Basit (ilkel) yapılı bitkilerde fitolizozomdenilen lizozom benzeri yapılar vardır.
4- Lizozom organeli ;
» Ribozom, Endoplazmik retikulum ve golgi organellerinin faaliyetleri oluşur.
5- Lizozom, içinde bulunan sindirim enzimlerini kendisi değil, ribozom üretir.
» Lizozom, ribozom tarafından üretilen sindirim enzimlerini depo eder.

Görevleri:
1- Hücre içi sindiriminde görevlidir.
2 - Hücre içinde yaşlanmış, yıpranmış ya da işlevini yitirmiş ve fazla organellerin parçalanmasında görevlidir. ( Otofaji )
3- Otoliz olayında görevlidir.
Lizozomun Görevi Nedir?
Lizozom görevi ile dikkat çeken bir organeldir. Hücrelerin içinde veya dışında yer alan bütün maddelerin tamamen sindirilmesini sağlayan lizozomun görevleri bununla sınırlı kalmıyor. İşte lizozomun görevleri:
- Hücreyi dış etkenlere karşı koruyor.
- Yaşlanmış enzimlerin yok edilmesini sağlıyor. Bu özelliği sayesinde "intihar kesecikleri" olarak da anılıyor.
- İnsan vücudunda yer alan sayısız hücreler, lizozomlar sayesinde yenilenebiliyor. Yaşlanmış hücreleri yok etmesinin yanı sıra, vücudun genel olarak yenilenmesine katkı sağlıyor.
- Anne karnındayken de lizozomun katkıları oldukça büyük. Örneğin parmakların ayrılması lizozom sayesinde gerçekleşiyor. Aynı şekilde kurbağa larvalarında kuyruğun yok olmasını da, lizozomun parçalayıcı enzimleri sağlıyor.
- Sperm hücrelerinin uç kısmında da bulunan lizozom, yumurtaların etrafını çevrelen kısmın delinmesine yardımcı oluyor.
- Sürekli hareket halinde olduğu için bazı hücrelerdeki sindirimi kolaylaştırıyor. Bazı hücrelerde ise kullanılmayan organellerin sindirilmesine yardımcı oluyor.
- Hücrenin savunmasına karşı görev üstleniyor.
Lizozomun Yapısı Nedir?
Zarla çevrili olan yuvarlak ve küçük yapıya sahip olan lizozom, bütün farklı ökaryotik hücrelerin içerisinde yer alıyor. Özellikle materyal açısından zengin olan lizozom, homojen olmayan yapısıyla da dikkat çekiyor. Lizozomlar, yapısı itibari ile diğer organeller eşliğinde ortak olarak çalışıyor. Bu sayede gerekli enzimleri alarak sindirim yapılmasını sağlıyor.
Lizozomun Özellikleri Nelerdir?
Hücrelerin ihtiyaç duyduğu sindirimi gerçekleştiren lizozom, parçalayıcı özellikteki enzimlere sahip olduğundan başarılı sindirim sistemi gerçekleştiriyor. Lizozomun içerisinde yer alan enzimler, madde taşıması görevinde olan endoplazmik retikulum aracılığı ile golgi aygıtına iletiliyor. Burada da homojen ya da granüllü yapıda olarak görülüyor. Hücre içerisinde yer alan organeller yaşlanmış ya da işlevini kaybetmişse, onları da lizozomlar sindiriyor.
lizozomların yaşlanmış hücreleri yok etme özelliği bulunuyor. Bu özelliği sayesinde canlıların genç kalmasında etkili rol oynuyor. Memeli canlıların hücrelerinde yoğun olarak görülen lizozomlara,.Golgi cisimciğine yakın yerde bulunması, bu organel içerisinde tanecik şeklinde görülmesine neden oluyor. Asitli ve yuvarlak bir yapıya sahip olan lizozomlar, küçük parçacıklar halinde olarak yer alıyor.
Lizozom çevresinde zar bir yapı bulunuyor. Bu zara yapının zarar görmesi durumunda, orada yer alan enzimler kendilerini sitoplazmaya iletiyor ve sindirimi burada gerçekleştiriyor. Bu duruma ise "otoliz" adı veriliyor.
İnsanların öldükten sonra kokmasının nedeni genel olarak otoliz olarak biliniyor. Hücrelerin korunmasını ve savunmasını sağlayan lizozomlar, organellerin yıpranmış ve yaşlanmış kısımlarını parçalıyor ve ardından sindirimini gerçekleştiriyor. Bu özelliği sayesinde hücrenin iç ve dış olmak üzere, tamamını korumakla yükümlü oluyor.
Carl WERNICKE 1848-1905

Wernicke Korsakoff Sendromu (WKS)
Bu sendrom ilk varsayılan Korsakoff tarafından 1889’da tanımlanmış, tiamin (B1vitamini) eksikliği sonucu beyinde bozulmaların gerçekleşmesi ile ortaya çıkan nörolojik bir bozukluktur. Bazı alkolizm, açlık grevi, yetersiz beslenme sonucu oluşur. B1 vitamini emilimini ve depolamasını önler. Fakat ülkemizde ilk varsayılan açlık grevine giden mahkumlarda görülmesi ile gündeme geldi.
| Tahıllar | Yağlı Tohumlar | Hayvansal Ürünler |
| Arpa | Fındık | Karaciğer |
| Yulaf | Ceviz | Böbrek vb. organlar |
| Bulgur | Fıstık vb. | Et |
| Kinoa | Süt | |
| Mısır vb. | Yumurta vb. |
—Kardeş Lawrence
| İNCİR. 2.1 - İnsan Doğasına İlişkin Çeşitli Görüşler (Sayısal Karmaşıklığa Göre Sıralanmıştır) | |||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Ruh | Monad | KENDİ | |||||
| Ruh | Ruh | Ruh | Ego (Benlik) | İrade | |||
| Sezgi | |||||||
| Zihin / Ruh | Akıl | Ruh | Akıl | Akıl | Akıl | ||
| Kişilik ( kendi ) | Hayal gücü | ||||||
| Ruh | Arzu / Duygu | ||||||
| Hayat | |||||||
| Vücut | Vücut | Vücut | Vücut | Vücut | Vücut | Vücut | Vücut |
| Basit A | İki kat B | Üç kat C | Üç kat D | Üç kat E | Dörtlü F | Dörtlü G | Yedi kat H |

Çift Kanatlı At Mitosu ile Ruh
“Tanrıların atları da sürücüleri de iyidir ve iyi soydan gelirler. Ancak bizim sürücümüz atların dizginlerini elinde tutar. Atların biri iyi huylu diğeri ise; karşıt huyludur bu sebepten dolayı atların dizginlerini elimizde tutmak bir hayli güçtür.”
Arabacı logosu(akıl), iyi at iyiyi ve güzeli, kötü at hazları, araba ise; somayı temsil etmektedir.
Her ruhun gökyüzünde dolaştığını, kanatlarını yitirdiğinde ise reenkarnasyondaki gibi fiziksel bir cisim (soma) bulana kadar yeryüzüne düştüğünü söyler. Bu kanatları ağırlaştıran ve onları yitirmeye sebep olan şey erdemsizliklerdir. Tanrısal olana özgü olan erdemler iyi, güzel gibi ruhun kanatlarını güçlendirir. Tanrısal olan iyi ve güzelden fazla pay alan iyi at ise ruhun kanatlarını güçlendirerek ruhu yukarı taşır. Huysuz atı da terbiye eden, iyi arabalar yani bedenler ve atlar yani ruhlar var demektir. Kötülükten pay alan at iyi eğitilmezse kanatlara ağırlık yapar ve ruh aşağıya çeker.

Ruh gökyüzündeyken bir döngünün içindedir ve gökyüzünde dolaşır. Ne kadar yükselirse o kadar gerçeği görebilmesi mümkün olur. Ruh gerçekle beslenir. Ve bedende ruhla. Arabacı güzel bedenlerle karşılaştığında buna kötü atın (nefsin) hazzı için değil de iyi atın gerçek güzeli ve iyiyi görme çabasıyla o somaya yaklaşırsa ruhu yükselir. Ve bu yükselme de ancak tanrısallığın armağanı olan güzelliğin, aşkın payıyla mümkündür.
Platon deliliği ikiye ayırır. Akıl sağlığının bozulması ve tanrısal çılgınlık. Ve bizi doksadan (cehalet) kurtaracak olanında tanrısal delilik olan aşkın olacağını söyler.
Diyaloğun devamında Sokrates biçim ve içerik olarak en doğru retoriğin son söylevindeki gibi olacağını ifade ederek konuşmasını bitirir. Ve retorikle ilgili konuşmasını açıklamaya başlar.
| Şekil 2.2 - İnsan Doğasının Yedi Katlı Görünümü | ||
|---|---|---|
![]() | Monad | KENDİ |
| İrade | Benlik veya Ego veya Yüksek Benlik veya Bireysellik | |
| Sezgi | ||
| Soyut Zihin | ||
| Beton Zihin | benlik veya ego veya alt benlik veya kişilik | |
| Arzu/Duygu | ||
| Vücut/Canlılık | ||
Frank Visser, 1995, 2006
Evliya Çelebi'nin "Orada öyle bir darüşşifa vardır ki; dil ile tarif edilmez, kalem ile yazılmaz" diyerek tanımladığı hastanesi, 400 yıl boyunca aralıksız olarak hastalara şifa dağıtır.
Edirne Darüşşifası, kuruluşunda çok yönlü bir hastanedir. İlk yıllardaki kadrosunda 1 hekimbaşı, 2 hekim, 2 cerrah, 2 göz hekimi ve 2 eczacı bulunur. Bu hastanede görev yapan Hekimbaşılarına vakıf bütçesinden günde 30, diğer hekimlere ise günde 15'er akçe ödenirdi. Toplam personel sayısı 21, hastanenin yatak sayısı ise 32'ydi.
Uzun yıllar dertlilere deva olan bu şifa yurdu, daha sonraki yıllarda, sadece akıl ve ruh hastalarının tedavi edildiği bir merkeze dönüşmüştür.
Bu hastanenin en büyük özelliği tedavide dönemin hekimlik bilgilerinin yanında musiki, su sesi ve güzel kokuların kullanılmış olmasıdır.
On kişiden oluşan hanende ve sazende topluluğu, haftanın üç günü müzik sahnesinde yerini alır, her hastalığa göre farklı makam çalıp söylerlerdi.
Örneğin, havale ve felç rahatsızlıklarında Rast, sinirli kişilere Irak, baş ağrısı için Rehavi, kalp hastalıkları için Zengule, zihni açıp zekâyı arttırmak için ise İsfahan makamı çalınırdı.
Külliyenin medresesi, döneminin en önemli tıp okullarından biriydi ve hastaneye hekim yetiştirirdi. Önem rütbesi açısından Osmanlının üst derecesi sayılan altmışlık medreseler arasında yer alırdı. Müderris adı verilen hocası ve yardımcısının yanında kütüphane görevlisi ve 18 öğrencisi vardı. Hocasına günde 60, öğrencilerine ise 2 akçe ödenirdi.
Çavdar mahmuzu zehirlenmesi ölümcül olabilir. Bunun yanında deliriyum, sanrı ve psikoz gibi ciddi algı bozuklukları üzerine sorunlar da ortaya çıkarabilir. Pek çok çavdar mahmuzu alkaloidi nörotransmiterfonksiyonları etkileyerek merkezi sinir sistemi üzerinde zehirleyici etkilere neden olurlar.
İsviçreli kimyager Albert Hofmann'ın Basel'deki Sandoz laboratuvarlarındaki çalışmalarıyla çavdar mahmuzu alkaloidlerinden elde edilen lisejik asitten LSD'nin (liserjik asit dietilamit) sentezi sağlanmıştır.

1692'de Salem, Massachusetts'te üç kadının cadı oldukları iddiası ile öldürülmeleri olayına sebep olan genç kızın çavdar mahmuzu yüzünden halüsinasyonlar gördüğü kabul edilmektedir.

🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄🍄
Geoffroy de Breuil, Excideuil yakınlarındaki Sainte-Marie de Clermont köyünde yaşayan soylu bir aileye mensuptu. Büyükbabası Adémar de Breuil, Lo Pix lakaplı Excideuil lordu Peyr Bernard dRamnolphi'nin kız kardeşi Euphémie ile evlendi. 1167'de Clermont'ta ölen Lucie Marchès ile evlenen bir oğlu Geoffoi vardı ve onun da Adémar ve Geoffroy adında iki oğlu vardı. İkincisi, 1160 yılında Başrahip Pierre II tarafından Saint-Martial de Limoges'de , Grégoire de Vigeois ile aynı zamanda Yükseliş Oktavında (12 ile 19 Mayıs arasında) bir keşiş olarak kabul edildi. 20 Eylül 1163'te Cahors Géraud piskoposu tarafından rahip olarak atandı. Saint-Martial tarafından iddia edilen o, 1168'de manastırın vekili olarak La Souterraine'deydive burada annesinin öldüğünü öğrendi. 10 Haziran 1178'de, 1184 yılına kadar eski Saint-Martial manastırı olan Vigeois'in başrahibi seçildi . 17 Ekim 1183'te başına gelen kazanın etkisiyle Arnac kilisesindeki yıkık duvarın bir bölümünün düşmesi sonucu başından yaralanmış olabilir.
Sayfalar boyunca, üç, dört, beş ve hatta altı nesil boyunca değişen öneme sahip ailelerin soyağaçlarını ekledi. Chronicle'ın ilk kitabının altı bölümü (74'ten) Limousin'in vikont ailelerine ayrılmıştır: Comborn, Turenne, Ventadour, Limoges . Burada örnek olarak Ventadour vikontlarından bir aile seçilmiştir . altı nesli kapsayan bir süreç. Bu örnek, her yerde karşımıza çıkan şecere kırıntılarından bile daha fazla, Geoffroy de Vigeois tarafından verilen şecerelerin tüm ilgisini ama aynı zamanda sınırlarını da göstermektedir. Katkılar değerlidir ve bazen kişi doğrudan miras hattında olduğunda benzersizdir, ancak bir bütün olarak aileyle ilişkili olarak eksiktir.
Geoffroy profesyonel bir soybilimci değildir ve Ventadour, Limoges veya Comborn vikontlarının atalarını haklı çıkarmak için taleplerine müdahale etmez. Aile unsuruna duyarlı bir tarihçidir ve bahsettiği kişileri, anlatılan olaylar sırasında adı geçen kişileri kroniğin içinde konumlandırmayı sever. Karakterlerini doğru bir şekilde konumlandırmak için kendisi için yararlı olan bağlantılara odaklanır, ancak bunların kendi iyiliği için değil.
Geoffroy de Vigeois, ismine layık ilk Limousin tarihçisidir. Ausute Molinier, Sources of the History of France adlı eserinde kaydettiği kroniğinin ilgisini açıkça görmüştü. Bu olumlu görüşe rağmen, Vigeois'in kroniği ne Index scriptorum novus'ta ne de Buchwald'ın Yunan ve Latin Yazarlar Sözlüğü'nde yer alıyor. Daha da şaşırtıcı olanı, Max Manitius'un Orta Çağ Latin Edebiyatı Tarihi'nde yer almamasıdır... ve yine de metni uzun süredir bilinmektedir çünkü tamamı 1657'de Philippe Labbe tarafından, daha sonra küçük parçalar halinde 1657'de yayımlanmıştır. Fransa'nın Recueil tarihçileri. El yazması , Bernard Itier'in 1220'lerde yazdığı envanterlerden anlaşıldığına göre, Saint-Martial de Limogeskütüphanesinde 13. yüzyılda muhafaza ediliyordu . El yazmaları uzun süredir kayıptı ve kütüphanede yoktu. Katalog 1669 civarında hazırlanmıştır. Chronicle'ın bir el yazması da Château de Lastours arşivlerinde muhafaza edilmiştir: Geoffroy'un annesi aracılığıyla Lastour'larla akraba olduğu ve bu el yazmasının aynı zamanda Pseudo Turpin'li Şarlman'ın hikayesini de içerdiğini biliyoruz. yeniden çalışılmıştı.
(Kaynak: Casanova'nın Akitanya Edebiyatı )
♻️
Sebep yerine semptomları tedavi ettiğimizde elde edeceğimiz netice de budur.
Benzer şekilde, geçmişi düzeltmek istediğimizde, bu düzeltmenin en can alıcı kısmı, her şeyin başladığı yere geri dönmek ve orada bir şeyleri düzeltmektir.
Serotoninin işlevleri, iştah kontrolü, uyku, hafıza ve öğrenme, ısı regülasyonu, mood, davranış, kalp-damar işlevleri, hormonal düzenleme ve duygulanım olarak sayılabilir. Periferde ise, trombosit homeostazisi, ve gastrointestinal motilitenin düzenlemesinde önemli rol oynar.

Serotoninin, bu geniş kapsamlı farmakolojik ve fizyolojik etkileri, yaklaşık 10 mg ile meydana getirmesi, reseptörlerinin yaygın ve çeşitli olmasısayesindedir.
Flora (mikrobiyoloji)
Linnee, Rudbeck zamanında kurulmuş olan botanik bahçesini geliştirdi ve Avrupa'daki en güzel botanik bahçesi haline getirdi. Linnee, araştırılmamış bölgelere araştırıcı olarak gruplar yolladı; birçok keşif seyahatleri düzenledi ve birçok kişinin çalışmasında önderlik etti.
Linnaeus, minerallerin yer altında gelişen canlı maddeler olduğunu düşünüyordu. Linnaeus'un kütüphane ve koleksiyonları bir Londralı tabip olan J. E. Smith tarafından satın alındı.
Linnaeus, biyoloji ve botanikte sınıflandırma esasını getirmiş, bütün canlıları bir cetvelde göstermiştir. Onun bu metodu, bugün de kullanılmaktadır.
1737 yılında yayınladığı Genera Plantarum (Bitki Cinsleri) adlı yapıtında bitkileri çiçek yapılarına göre cins düzeyinde tavsif etmiştir. Linnaeus 1753'te derlediği Species Plantarum (Bitki Türleri) kitabında 6 bin kadar bitki türüne ikili adlandırma sistemini uyguladı. Linnee’ ye göre doğa, Tanrı'nın emri ile doğa var olmuştur ve onun rehberliğinde var olmaya devam etmektedir.Linnee'de Seneca'da görülen yarı-panteistic bir tanrı anlayışı vardır ve eserinde İncil'den alıntılar verir. Linnee'nin evren ve hayat ile ilgili görüşlerini Aristo, Cesalpino ve van Helmont'tan aldığı fikirlerle desteklemeye çalıştığı görülür.
Her canlı varlığı iki adla (1. cins adı, 2. Tür adı. Örnek: kedi için Felis catus, fasulye için Phaseolus vulgaris) adlandırma yöntemi olan ikili adlandırma yöntemini bulan Linnee'dir. Linnea ikili adlandırma sistemini 1753'te geliştirmiştir. 1742'den sonra bazı bitkilerdeki değişiklikleri gözleyen Linnee, bir bölge ya da ülkenin bitki ve hayvan topluluklarını belirtmek için ilk kez flora (bitey) ve fauna (direy) terimlerini kullandı.Linnaeus sistemini cins, takım, sınıf gruplarını ekleyerek daha da geliştirdi ve öldü.
Mikroflora, mikroorganizmanın kökenine göre iki kategoriye ayrılır.
- Otokton flora. - Konakçı ortama özgü bakteri ve mikroorganizmalar
- Allokton flora. - Konakçı ortama özgü olmayan geçici mikroorganizmalar.
Bağırsak florası bozukluğunun neden olduğu hastalıkların başlıcaları şunlardır.
Flora bakterileri yüzlerce farklı türden oluşur. Bunların % 85 i faydalı bakterilerden oluşurken geri kalan %5-10’luk kısmı ise candida başta olmak üzere patojen zararlı bakteri ve mantarlardan oluşur. Flora sağlıklı ise, yani çoğunluk faydalı probiyotik bakterilerden oluşuyorsa bunlar zararlı bakteri ve mantarların sayıca artarak bağırsak florasına hakim hale gelmesine engel olur. Beslenme şekline bağlı olarak değişiklik gösteren bağırsaktaki bakteri popülasyonu, zihinsel ve bedensel sağlıkla yakından ilintilidir.
_ Sızdıran bir bağırsağın sonucu aşağıdaki bozukluklardır;
- Halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı
- Depresyon, anksiyete, takıntı, uyku ve dikkat bozuklukları
- Gaz, şişkinlik, mide bulantısı, mide krampları, kabızlık veya ishal, hazımsızlık, ağız kokusu
- İnsülin direnci, kan şekeri dengesizliği, kilo artışı, ödem
- Ciltte kaşıntı, döküntü, alerjik astım, soğuk algınlığı
- Hashimoto tiroiditi
- Romatizmal hastalıklar.
Obezite, kabızlık, kronik ishal, irritable bağırsak sendromu (spastik kolon), aşırı gazlanma, gastrit, gluten ve diğer gıda entoleransları, baş ağrısı, hipertansiyon, kronik yorgunluk, fibromyalji, sık tekrarlayan sebepsiz enfeksiyonlar, osteoporoz, otoimmun hastalıklar (haşimato tiroiditi, ülseratif kolit, çölyak hastalığı, Tip1 diyabet, Basedow Graves hastalığı, multiple skleroz, romatoid artrit, otoimmun gastrit vb) alerjik hastalıklar (ürtiker- dermatit, allerjik astım, alerjik rhinit), sedef hastalığı (psöriazis), öğrenme bozuklukları, kişilik bozuklukları, otizm, dikkat eksikliği, depresyon
Çok yaygın olarak görülen ancak bağırsaklarla ilişkili olduğu çoğunlukla bilinmeyen veya gözden kaçırılan bu sağlık problemlerinin çözümünde kişinin bağırsak florasının düzeltilmesinin çok önemli olduğunun altını çizerek bir kez daha vurgulamak isterim.
- Riechstäbchen/-ampullen: Produkte wie AmmoLa-Riechampullen oder AmmoLa-Riechstäbchen werden in der Notfallmedizin und Ersten Hilfe verwendet.
- Anwendung: Die Ampulle wird zerbrochen und der Geruch wird in einem Abstand von einigen Zentimetern unter die Nase gehalten, um einen Reiz auszulösen.
- Zweck: Der starke Reiz soll die Kontrolle dissoziativer Zustände unterstützen, die Atmung anregen und die Sauerstoffversorgung verbessern.


















Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️