“…Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde (derinden derine) tefekkür ederler…” (Âl-i İmrân, 191)
Atomların İllüzyonu
Tüm maddelerin atomlardan meydana geldiğini biliyoruz. Yani biz de dahil her madde, birer atom yığınından ibaret. Atomlar, çok ama çok küçük oldukları halde, (ki ortalama bir atom metrenin 10 milyarda biri kadardır) milyarlarcası birleştiğinde ancak bildiğimiz/gördüğümüz maddeleri oluşturabilirler.

Peki atomlar neye benzer? Atomlar nasıldır? Atomun içinde ne var? Bir de bunlara bakalım: Atomlar, küre biçimli olup, elektron, proton ve nötron adı verilen son derece küçük parçacıklardan ve bunların arasında bulunan büyük bir boşluktan meydana geliyorlar. Proton ve nötron adı verilen parçacıklar atomun merkezinde (çekirdeğinde) bulunuyor, elektron adı verilen parçacıklar ise çekirdeğin etrafındaki yörünge adı verilen güzergahlarda son derece hızlı bir şekilde dönüyorlar. Evet, atomların neredeyse tamamı (yaklaşık %99’u) boşluk… Dolayısıyla tüm maddelerin yani her şeyin yapısı da böyle boşluktan meydana geliyor. Yani bunlar şu manaya geliyor: görüp dokunduğumuz gerçekliğine sımsıkı bağlandığımız maddelerin ,etrafımızı kuşatan eşyaların hasılı Dünyamızın % 99 u boşluktur. Ancak beynimiz gelen harici sinyallere bakarak bunların tümünü dolu telakki ediyor.

İşte bu örnek maddelerin yapısındaki atomlarla ilgili günümüzde bilimin geldiği noktayı çok güzel açıklamaktadır. Yani etrafımızda gördüğümüz tüm maddeler, aslında %99 u boşluktan ibaret olan atomlardan meydana geliyor. Gözümüz, dokunma hissimiz ve beynimiz elektrik sinyalleri ile çalıştığı için bu gerçeği algılamamıza engel olacak şekilde maddeleri bize içi dolu gibi göstermektedir. Bu enteresan bilgilere bilim son yüz yılda(1900’lerden beri) yapılan tecrübelerle ulaşmıştır. Bu deneylerin neticesinde elde edilen bilgilerle, bilim dünyasında bir kuantum fiziği inkılabı yaşanmış ve adeta bilim baştan yazılmıştır.
Özetleyecek olursak: elektronlar, atom çekirdekleri(proton ve nötronların) etrâfındaki küçücük yollarında, bir sâniyede, milyarlarca defa dönmektedir. Atom çekirdeğinin çapı, en küçük elektron yörüngesinden yüzbin defa küçük olduğundan, atomların içi boşdur. Bir nokta sâniyede en az yirmi devr yapınca, hayâlimizde dâire gibi görünür.
Elektronlar çok hızlı döndüğü için, atomların içi dolu sanılıyor. Boşluk olduğu hâlde, maddelerin hayâlimizde dolu sanıldığını ilk olarak yazan, 1900’lerden 300 sene evvel yaşamış, çok büyük bir islam alimi olan İmâm-ı Rabbânî hazretleridir. Onun, Mektûbat isimli eserinin 3. cildi 68. mektubunda yazdığı ve Nokta-i cevvale ismini verdiği yukarıda geçen ipe bağlı taş örneği, günümüzde deneylerle ispatlanmış ve atomların dolayısıyla maddelerin içinin dolu olmadığı, beynimizin bunları dolu zannettiği bilimsel olarak anlaşılmıştır.
🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧🫧
470.MEKTUP
MEVZUU: Mümkinatın yaratılmasının ve vücudunun, vehim mertebesinde olduğunun beyanı.
NOT: İmam-ı Rabbanî Hz. bu mektubu, Hâce Salâhaddin Ahrari'ye yazmıştır.
***
Var olan Allah idi; onunla bir şey yok idi.
Vakta ki, saklı kemalâtının zuhura gelmesini murad etti; isimlerinden her birine, bir mazhar (zuhur yeri) talep etti. Tâ ki, o mazhara, kemalâtını tecelli ettire. Onun vücud (varlık) mazhariyetini ve tevabiini (tâbilerini) ise, ademden (yoktan, yokluktan) başka bir şey kabul etmedi. Çünkü bir şeyin mazharı, onun mübayini (zıddı) ve mukabilidir. Vücudun mukabili ve mübayini ise, yalnız ademdir.
Mana üstte anlatıldığı gibi olunca; Sübhan Hak, kemal-i kudreti ile, adem (yokluk) âleminde isimlerden her bir isim için mazharlardan bir mazhar tayin etti. Ve onu, his ve vehim (Gerçekte var olmayan, fakat var olduğu sanılan, varmış gibi tasarlanan düşünce ve zan) mertebesinde yarattı. Hem de dilediği vakitte ve istediği şekilde... Eşyayı dahi, dilediği zaman yarattı; ebedi muameleyi dahi ona bağlı kıldı.
Şunun bilinmesi yerinde olur ki, ademe münafi (yokluğa zıt) olan hariçten his ve vehim mertebesinde ona arız olan sübut (sabitlik, varlığı kesinleşme, oluş) değildir. Zira, bununla aralarında bir münafat (zıtlık) yoktur.
Alemin sübutu ise, his ve vehim mertebesinde olup, hariç mertebede değildir ki, kendisine münafi bir durum ala...
Mana üstte anlatıldığı gibi olunca, câiz olur ki, his ve vehim mertebesinde ademe bir sübut arız ola ve orada kendisine yüce Allah'ın yaratması ile bir sağlamlık ve kuvvet hasıl ola... Böylelikle de bu mertebede hayy, âlim, kadir, mürid, basir, semi ve mütekellim (canlı, bilici, güçlü, dileyen, gören, duyan ve konuşan) ola... Amma in'ikâs ve zılliyet (yansıma ve gölge) yolu ile... Amma, harici mertebede onun için ne nam buluna; ne de nişan. Hariçte dahi, yüce Vacib Zat'ın, zat ve sıfatlarından başkası da sabit ve mevcud olmaya.
Mümkündür ki; bu mânâ sebebi ile şöyle denmiş ola:
– Şu anda dahi, önce olduğu gibidir.
Bu anlatılanın misali, nokta-i cevvale (dönen nokta) gibidir. Zira, orada mevcut olan yalnız noktadır. Hariçte daire yoktur (hızla dönen nokta daire şeklinde görünür); ne namı vardır, ne de nişanı... Bununla beraber, his ve vehim mertebesinde ona bir sübut arız olup o mertebede kendisine zılliyet yolu ile bir aydınlık ve ışık hasıl olmuştur.
Bu tahkikten ötürüdür ki, geniş mukaddimelere ihtiyaç kalmamıştır. Ki onları, Şeyh Muhyiddin b.Arabi ve onun taraftarları, âlemin tekvininde (yaratılışını) ilmi ve harici tenezzülat ve taayyünat-ı ilmiye ve hariciye beyanından olarak anlatmışlardır. Hakikatları ve ayan-ı sabiteyi Vacib Teâlâ'nın ilminde isbat edip onun akislerini dahi vücudun zahiri olan hariçte isbat etmişlerdir. Onun eserlerine dahi:
– Hariciyet... (dışa bağlı şeyler...) ismini vermişlerdir.
Nitekim bu mânâ, onların ıstılahına muttali olup da, sözlerine insafla bakana gizli değildir.
Bu tahkikten malum oldu ki:
Hariçte yüce Hak'tan başka mevcut değildir. Ne ayan, ne de ayanın eserleri. Belki de, bunların sübutunun his ve vehim mertebesinde sübut bulmasında asla bir mahzur yoktur. Zira o, vehmin yaratması ile mevhum olmamıştır ki, vehmin kalkması ile kalksın. Belki de şânı büyük Allah'ın yaratması ile vehim mertebesinde sübut bulmuştur. Bu mertebede onun sağlamlığı, muhkemliği vardır. Bu mânâda, bir ayet-i kerime meali şöyledir:
– "Bu, Allah'ın san'atıdır ki; her şeyi sapasağlam yapmıştır. Şüphesiz o, ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır." (27/88)
Bu beyanda da açığa çıktı ki, mümkinatın hakikatleri, ademlerden ibaret olup onlara Vacib ilmi makamında temeyyüz ve taayyün (belirme ve ortaya çıkma) arız olmuştur. Böylelikle de, his ve vehim mertebesinde ikinci kere yüce Allah'ın san'atı ile sabit olmuştur.
Onlardan bazıları, şânı yüce Allah'ın isimlerine aynalar durumunu almışlardır. Böylece, bu mertebede, zılliyet ve in'ikâs (yansıma) yolu ile hayy, âlim, kadir, mürid, semi', basir ve mütekellim (canlı, bilici, güçlü, dileyen, işiten, gören ve konuşan) olmuştur.
Şeyh Muhyiddin b. Arabi'nin ve ona tâbi olanların tahkiki şudur:
– Mümkinatın hakikatleri, ilmi; ilâhi isimlerin suretleri olup vücudi tenezzülat-ı hamsenin biridir.
Umumi olarak, bu Fakir'in anlayışına göre, mümkinatın hakikatleri ise şöyledir: Ademler... Halbuki, Şeyh katında tenezzül eden vücudlardır.
Hazret-i Şeyh, kesret görüntüsünü, hariçte sabit gördü. Dedi ki:
– Tekessür eden (çoğalan) ilmi suretler, mümkinatın hakikatleridir;
Sonra bunları:
– Ayan-ı sabite olarak tabir etmiştir. Sonra şöyle dedi:
– Bunlar, yüce vücud zahirinin aynasında in'ikâs etmiştir. Ondan başkada, hariçte mevcut yoktur. Böylelikle onlara, hariçte bir görünme arız olmuş; hariçte mevcutmuş gibi görünmüştür. Halbuki, gerçek mânâ ile, hariçte yüce Zat'tan başkası yoktur.
Sonra şöyle demiştir:
– Bu ilmi suretlerden her birine, vakitlerden bir vakitte; o suretlere ayna gibi olan zahir vücudla keyfiyeti meçhul olan bir nisbet vardır, iş bu nisbet, o suretlerin hariçte görünür olmalarına sebep olmaktadır. Bu nisbet ise, hiç kimseye malum değildir. Hatta enbiya bile, bu sırra muttali olmamışlardır.
O keyfiyeti meçhul nisbetin husulünden sonra, o suretlerin hariçte izharı için:
– Eşyanın halkı ve icadı (yani eşyanın yaratılıp vücud buldurulması) demiştir.
Fakir'in bulmuş olduğu daha önce anlatılan tahkike gelince... Şöyledir:
– Eşya, hariçte nasıl kendisinin vücudu olmayan bir şey ise, hariçte onun görünmesi dahi, kendi renksizliği iledir. Hariçte, başkasının vücudu, görünmesi ve bir işi yoktur. Eğer onun için bir görüntü sabit olur ise, o vehim mertebesindedir. Eğer onun bir sübutu var ise, o dahi, yüce Allah'ın vehim mertebesindeki san'atı iledir.
Hulâsa, onun sübutu ve görüntüsü, tek mertebede olmaktadır. Sübutu bir yerde, görüntüsü dahi, ayrı bir yerde değildir. Misal olarak, nokta-i cevvaleden meydana gelen daireyi verebiliriz. Onun sübutu hariçte olmayıp vehim mertebesinde olduğu gibi, görüntüsü dahi o mertebededir. Onun hariçte bir nişanı yoktur ki, orada görünür ola...
Bu babda netice şu ki:
Çoğu kez vehmi görüntü, harici görüntü sanılır. Nasıl ki, bakan bir kimse, misal alemindeki misali suretleri; ayık halde batın hissi ile görür ve hayal eder ki onları, zahir hasebi ile görmüştür.
Bu gibi, şüpheli durumlar çok olur. Salik mertebelerden bir mertebe bulur ki bu, başkalarına da benzer. Dolayısı ile, onun için vereceği hükmü, bunun için verir.
Üzerinde durduğumuz mânâ da, anlatılandan farklı değildir. Şöyle ki:
O mevhum daire, hayalde resmedilir. O resmedildiği mertebede de görülür. Amma hayal gözü ile... Fakat, hariçte baş gözü ile görüldüğü tahayyül edilir. Ne var ki, durum öyle değildir. Nokta-i cevvalenin mahalli olan hariçte onun ne namı vardır; ne de nişanı. Evet, böyle bir durumu yoktur ki, orada görüle...
Aynaya akseden bir şahsın sureti dahi, bu minval üzeredir. Zira onun hariçte bir sübutu yoktur. Hatta bir görüntüsü de yoktur. Elbette onun sübutu ve görüntüsü, her ikisi birden hayaldedir.
En iyi bilen Sübhan Allah'tır.
Allah sırrının kudsiyetini artırsın; Şeyh Muhyiddin b.Arabi'nin zannına gelince, ki o, harici sanıp eşya için orada sebat ve görüntü isbat eylemiştir. Yani in'ikâs yollu... Ne var ki o, hariçte değildir. Elbette vehim mertebesindedir. Şanı yüce Allah'ın san'atı ile ona sebat ve takarrür (sabitlik ve kararlılık) hâsıl olmuştur. Böylelikle tevehhüm edilmiştir ki, O hariçtir. Halbuki hariç olan bunun ötesinde olup, bizim şühudumuzdan ve hissimizden çok uzaklardadır. O ki, müşahedemize, hissimize, aklımıza ve hayalimize gelir; hepsi de vehim dairesine dahildir. Harici mevcud olan, fehimlerimizin ötesinin de ötesindedir. Orada aynalık yeri yoktur. O Hazret-i Zat'ta hangi suret in'ikâs edebilir!.. Görüntüler ve suretler, tamamen vehim ve his dairesine dahil olan zılâl (gölge) mertebelerindendir.
Duâ makamında bir ayet-i kerime meâli:
– "Rabbimiz, bize katından rahmet hibe eyle. İşimizde bizim için başarı hazırla..." (18/10)
♻️
Bir ipe taş bağlayın ve
hızlıca çevirin, taş dönerken bir
daire göreceksiniz.Bu
nokta-i cevvale denilen daire
var mıdır yok mudur? Var deseniz
taş çevrilmeyince daire yok oluyor. Yok deseniz taş çevrilince
daire görülüyor. Fakat aslında
daire yok. İmam-ıRabbani hazretleri buyuruyor ki; Bunların
her ikisi de aslında olmayıp bizim hayalimizde oluşanvehimdir, görüntülerdir.
yakîn” (kesin bilgi)
İslâm düşünce tarihinde doğru bilginin kesinlik
dereceleri üzere üç kategoride toplanmıştır.
İlme’l-yakīn aklî veya naklî delil ile,
ayne’l-yakīn duyu yoluyla elde edilen bilgiyi,
hakka’l-yakīn ise iç duyu veya iç tecrübe vasıtasıyla insanda meydana gelen en kesin bilgiyi ifade eder.
Bazı müellifler, hakka’l-yakīni “hem delile hem de gözleme dayanılarak elde edilen bilgi” şeklinde açıklamışlarsa da (bk. Cemîl Salîbâ, II, 589)
“Hakka’l-yakīn yoluyla elde edilen bilginin ötesinde daha kesin bir bilgi yoktur” önermesinde İslâm düşünürleriyle Batılı filozofların görüş birliği içinde olduklarını belirtmiştir (Yeni İlm-i Kelâm, I, 68-70).
~ Kriz insanın içindedir,
dışarıda kriz yoktur.~
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Simülasyon Hipotezi Üzerine Eleştirel Bir Bakış
Oxford Üniversitesi Felsefe Profesörü Nick Bostrom tarafından 2003 yılında bir makaleyle ortaya atılan simülasyon argümanı, kamuoyuna sunulduğu günden itibaren günümüz düşünürlerini, bilim insanlarını ve Elon Musk gibi ünlü isimleri etkilemiş ve evrenin kökeniyle ilgili yeni ve farklı bir hipotez ortaya koymuştur.

Simülasyon hipotezi, içinde bulunduğumuz evrenin ve gerçekliğin, çok ileri teknolojiye sahip bir uygarlık tarafından bilgisayar simülasyonu olarak simüle edildiğini öne sürer. Nick Bostrom’a göre, tarihin çok ileri bir noktasındaki “insan üstü” bir uygarlığın sahip olduğu teknolojik güç ve işlemci gücü sayesinde bu mümkün olabilecektir ve makalesinde ortaya attığı şu üç önermeden en az birinin doğru olduğunu söyler: (1) insanlık çok üstün bir teknolojik çağa ulaşmadan yok olacaktır; (2) teknolojik olarak üst düzeylere ulaşan medeniyetlerin hiçbiri bizim evrimsel tarihimizi simüle etmekle ilgilenmeyecektir; (3) neredeyse kesinlikle bir bilgisayar simülasyonunda yaşıyoruz (Bostrom 2003). İnsanlığın ileride gelişmiş bir uygarlık olacağına dair ciddi bir ihtimal olduğunu göze alan Bostrom, 3. önermenin doğruluğunu ve dolayısıyla simülasyon argümanını oldukça olası bulur. Ancak makalenin geneli incelendiğinde Bostrom’un birtakım varsayımlar üzerinden simülasyon argümanını tanımladığı açıkça görülecektir. Bunlardan temel olanı, Bostrom’un tüm canlılığı simüle edilmiş beyinler olarak ele alması ve tüm argümanını ve istatistiksel hesaplamalarını bu temelde incelemiş olmasıdır. Ancak bilindiği üzere beyinlerin simüle edildiğine dair en ufak bir delil bulunmamaktadır.
Simülasyon argümanı, evrenin kökenine dair bir açıklama yöneltmesinden dolayı bilimin de sınırları içerisine dahil olmuş olur. Bu sebeple, bu konunun felsefi savunmaları olduğu gibi bilimsel kanıtları olduğunu savunanlar da bulunmakta. Bu deliller arasında en ünlü ve yaygın olanı süpersimetri konusunda çalışmalar yürüten James Gates Jr.’ın ortaya koyduğu denklemler. Bu denklemlere göre, maddenin en temel yapı taşları basit bilgisayar kodlarından oluşmakta. Ancak kendisinin katıldığı bir panelde (2016 Isaac Asimov Anma Paneli) belirttiği üzere, bu matematiksel kodların bir gerçeklik kazanabilmesi ve üzerinde durulabilmesi için süper simetri kuramının kanıtlanması gerekiyor.
İnsanlık tarihi incelendiğinde, insanlığın doğa içerisinde yer alan “şey”ler aracılığıyla çevrelerinde bulunanları açıklama girişimine girdiğini görürüz. Örneğin, evrimsel tarih içerisinde insanoğlunun alet yapma süreci göz önüne alındığında; çevresel koşulların böyle bir ihtiyacı doğurması, tarihsel birikimin etkisi ve nesiller boyu toplumsal ihtiyaçların belli bir eşiği aşması sayesinde, “alet” artık kaçınılmaz bir gereksinim haline gelmiştir. Bu sebeple insanoğlu, bu gereksinimi bir amaç doğrultusunda şekillendirmesi gerektiği fikrine sahip olup aleti yapmaya başlamıştır. Bu süreç binlerce yıl almış; rastlantı ve deneme yanılma, süreci etkilemiştir. Ancak insan aleti üretenin kendisi olduğunu artık bilmekte ve bu aletin hem bir amacı hem de bu amaca giden yolda bir araç olduğunun bilincindedir. Bu düşünce şeklini, kendisinin de içerisinde yer aldığı doğaya ve çevresindeki şeylerle olan ilişkilerine uygulamaya başlar. Bu noktada düşünce, “aleti yaratan ben isem çevremde yer alan ağaçları ya da dağları kim yaratmıştır” doğrultusuna kaymış ve farkında olmadan insan, düşünsel bir sıçrama gerçekleştirerek idealarını doğanın kendisine uygulamaya başlamıştır.
Ancak insanın bu noktada yapmış olduğu hata, bu düşüncelerin doğayı ve evreni doğru bir şekilde açıkladığını sanmasındadır. İnsanoğlu, daima var olan şeyler aracılığıyla çevresindekileri açıklamaya çalışmıştır. Eski insanlar için bu durum aletin üretilmesinden doğan yaratma ve yaratılma fikri olarak şekillenmişken, günümüzde ise bu, teknolojik gelişmeler ile doğmuş olan simülasyon “alet”lerini kullanarak evreni açıklama doğrultusunda gerçekleşmektedir. Yani, evrimleşen teknolojinin yardımıyla, evreni açıklama çabasının günümüzdeki yeni “aygıtı”, simülasyon yöntemi olmuştur. Bu sebeple, insan, evren ve doğadan yola çıkıp onu taklit ederek bir şeyler bulmuş iken; simülasyon argümanı, yeni bulunan şeyleri taklit ederek evreni tanımlamaya girişip ilişkiyi tersinden kuran bir yol izler. Buna ek olarak, simülasyon hipotezi, tarihsel gelişimi ve değişimi göz ardı eden bir tutuma sahiptir. Çünkü gelişen teknoloji, çok daha ileri bir aşamaya geldiğinde veya simülasyon yöntemlerinden daha üst bir teknoloji bulunduğunda, simülasyon hipotezi terk edilecek ve yerine daha farklı ancak yine gününün anlayışıyla uyum içerisinde olan başka bir açıklama geçecektir. Tarih içerisinde, dönüşüm kaçınılmazdır ve değişmeyen tek şey ise değişimin kendisidir. Yani simülasyon argümanı, günümüz teknoloji çağının savunusu olup, gelişimi ve değişimi göz ardı eder ve dönemin hakim ideolojisiyle anlık bir uyum içerisindedir. Bu sebeple, argümanın kendisi bilimin materyalist tutumundan bir uzaklaşmadır ve günümüzün post-pozitivist anlayışıyla uyumlu olup pozitivist ögeleri içinde barındırmaktadır. Çünkü, aynı pozitivizmde olduğu gibi simülasyon hipotezi de var olan bilginin bir bilançosunu gerçekleştirir ve bu bilgilerin içeriğini formüle etmeye çalışan bir tutum ortaya koyar (Kolektif 2012, sf. 20).
Ayrıca hipotezin değişimi reddediyor oluşu, temelinde “metafizik” yöntemi barındırdığı anlamına gelmektedir. Argümanın bu anti-diyalektik tutumu, bilimi, toplumsal gelişimden kopararak gerçeğin özünü reddeden bir tavır izler.

Simülasyon argümanının bu temel hatalarına ek olarak söylenmesi gereken, inanç sistemleriyle oldukça benzeşiyor olmasıdır. Hipotezin temel savunusu, tüm evreni simüle eden bir uygarlığın yani bir üst bilincin var olduğudur. Evreni simüle eden bu uygarlık, insanlık tarihi içerisinde öne sürülmüş olan “yaratıcı” kavramlarının tanım ve özelliğine oldukça benzemektedir. “Her şeyin yaratıcısı tanrıdır” ile “tüm evren üst bir bilincin simülasyonudur” önermeleri arasında akıl yürütme açısından hiçbir fark bulunmamakla birlikte; hipotez, “tanrı vardır” demenin teknolojik versiyonu halindedir. Yani simülasyon argümanı, inançların ontolojik tavrına ve apriori önermesine benzer bir tutum da sergilemektedir. Bu sebeple, simülasyon hipotezi, inanç sistemlerinden bir kopuşun savunusunu değil ancak onların teknolojiyle birlikte farklı bir dille yorumlanmasını öne sürer. Bu sebeple argüman, demode olmaya başlamış inançların değiştirilerek topluma yeniden sunulması halidir. Ayrıca tüm hayatımızın ve deneyimlerimizin bir simülasyon olduğu iddiası, dolaylı yoldan bir “kadercilik” anlayışını beraberinde getirdiği gibi; farklı bir “öteki dünya” algısını da doğurmaktadır. Simülasyon hipotezini doğru kabul eden bir kişi, yaşadığı ve yaşayacağı tüm tecrübeleri “yazgısı” olarak görebilir. Bu sebeple, kişinin alın yazısı olarak gördüğü birtakım gerçeklerle yüzleşmesine engel olurken sorumluluklardan kaçılmasına da neden olur. Buna ek olarak, tüm evrenin insan için simüle edildiği görüşü, kişilerin “özel” olduklarını ve hayatlarının bir amaç için simüle edildiği düşüncelerine sebebiyet verir. Hipotezin bu tavrı, “ben” fikrini öne çıkararak, kişiyi toplumdan soyutlayıp bireyleşmesine alan açar. Bu sebeple hipotezin, kişiyi salt özne haline getirebilmesinden dolayı; günümüz neoliberal politikalar ile uyumlu olup, dönemimizin yeni popüler savunusu durumuna gelmektedir. Berkeley’in kendi döneminde felsefesini içinde bulunduğu toplumun çıkarlarına göre düzenlemesi gibi, simülasyon hipotezi de benzer bir tavırla sunulmaktadır.
Antik Yunan’da Aristo ile birlikte ortaya çıkmış olan “ilk nedir” sorusuyla doğan “ilk devindirici” kavramı, inançlar tarafından tarih içerisinde her daim kullanılmıştır. Dinlere göre ilk devindirici tanrıdır. Simülasyon hipotezi ise yaratıcı olarak tanrı yerine üst uygarlığı yerleştirir ve bu sayede “akıllı tasarım” fikrinin farklı bir yorumunu da sergilemiş olur. Akıllı tasarım argümanının iddiasına benzer bir şekilde, simülasyon hipotezi de evrenin ve canlılığın çeşitliliğini açıklayan evrim teorisinin, üst bir bilinç tarafından bilinçli bir şekilde tasarlandığını (simüle edildiğini) iddia eden bir algı yaratır. Akıllı tasarım argümanı, hiçbir bilimselliği olmayan bilim dışı bir görüştür. Buna bağlı olarak, simülasyon hipotezinin dolaylı yoldan da olsa akıllı tasarım görüşünü doğuruyor olması, hipotezin kendisini bilim dışı yapmaktadır.
Bunların dışında argüman, dünyayı adeta tüm evrenin bir merkezi ve evrenin sadece dünya için “simüle edildiğini” varsayarak jeosentrik evren modelinin dolaylı yoldan felsefi savunusunu da yapmış olur. Yani simülasyon hipotezi, insan merkezli evren tasvirine bir geri adımdır. Hipotezin kendisi, bilimin en temel özelliklerinden biri olan “yanlışlanabilirlik” ilkesiyle de bir çelişki halindedir. Bilimde yer alan her türlü bilgi, argüman, önerme ve teori yanlışlanabilirdir. Ancak bu durum, simülasyon hipotezi için pek mümkün değildir. Çünkü, simülasyonun içerisinde yer aldığımız için simülasyonda olmadığımızı gösteren her türlü kanıt, evreni simüle eden uygarlık tarafından yerleştirilmiş olabilir. Bu yüzden hipotez, kendi içerisinde yanlışlanamaz olduğu gibi; hipotezi yanlışlayabilmenin tek yolu da simülasyon sahibi sistemin somut bir şekilde gösterilip gösterilememesine varır.
Simülasyon hipotezinin sunuluşu ne kadar bilimsel bir temelde görülüyor gibi olsa da hipotezin altı kazılıp deşildikçe, bilim dışı savunular ve inançlar ile bağdaşan ve hatta onların düşünsel yönlerinden de beslenen yöntemler gün yüzüne çıkmaktadır. İnançlar tarihi içerisinde yer alan argümanların teknoloji sosuyla tekrardan sunulmaya çalışılıyor olması, inanç kavramının günümüzde farklı bir yola sokulmaya gayret edilmesinden kaynaklanmaktadır. Simülasyon hipotezinin “yaradan” algısı, inançların yaratıcı kavramının farklı bir türevi halindedir.
Simülasyon görüşünün doğru sayılması, beraberinde birçok kabulün de doğru sayılması anlamına gelmektedir. Bunlardan ilki, tüm insan yaşamının, insanlık tarihinin, insanlığın günümüze kadar getirdiği tüm birikimlerin ve hatta bilimin dahi hiçe sayılıp, hepsinin bir hayal olduğunun ima edilmesidir. Bir diğeri ise, hipotezin, bizi çevreleyen tüm evrensel gerçekliğin bütününü reddetmesi, somut gerçeklikten kopması ve maddeyi aslında hiç var olmadığına kadar vardırmasıdır. Bu noktada argümanın, esas gerçekliğin ne olduğuna dair akla gelen soruya bir cevap vermesi gerekmektedir. Yani simülasyon hipotezi, evrenin kökenini, maddi gerçeklikten sıyırarak idealar temelinde açıklamaya çalışır. Simülasyon argümanının maddeyi reddeden bu tavrı, insanlık tarihi içerisinde çok ünlü bir filozof tarafından aleni bir şekilde yapılmaya çalışılmıştır.

Bir piskopos olan, felsefi idealizmin babası sayılan ve felsefesiyle günümüz idealizmine dahi yön veren George Berkeley, tüm felsefesini maddenin yadsınmasına, maddi ilkenin ve nesnel gerçekliğin dünyada aslında varolmadığı düşüncesi üzerine kurmuştur. Ona göre varolan tek gerçeklik bilinçtir, idealardır. Bu sebeple, materyalizmin ilerlemesinde ve gelişmesinde en büyük rol sahibi olan bilimi de karşısına almış; bilimsel buluşların teorik önemini baltalamaya çalışmıştır.
Berkeley’e göre maddenin var olabilmesinin tek sebebi, bizim duyumlarımızın bir sonucu olarak ortaya çıkmasından dolayıdır. Maddesel gerçekliği, öznenin yani ideaların yarattığını öne sürmektedir. Ona göre, madde bir hayaldir ve idealar birincil veri kabul edildikleri taktirde çelişki ortadan kalkacaktır. Nesnenin öznede yarattığı duyumları gönderen ise tanrının kendisidir. Yani Berkeley, hem maddenin özelliklerini silip atıyor hem de onun aslında hiç var olmadığına kadar vardıran absürt bir tutum izliyordu. Bu tavrı hem bilimin kendisiyle çelişiyor hem de onu karşısına alıyordu.
Simülasyon hipotezi ve Berkeley’in felsefesi incelendiğinde, birbirleri ile olan ilişki açıkça görülmektedir. Berkeley’in felsefesinde maddeyi yadsıması gibi, simülasyon hipotezi de nesnel gerçekliğin bir hayal ürünü olduğunu ima eder. Aynı Berkeley’de olduğu gibi simülasyon hipotezi de nesnenin kökenini üst bir bilince vardırır. Kısacası Berkeley’in tüm felsefesinde doğrudan takındığı tavrı, simülasyon argümanı dolaylı bir yoldan gerçekleştirir. Bu sebeple simülasyon hipotezi, bilimin materyalist tutumundan çok uzakta olup, idealizmin ta kendisine varmaktadır. Yani simülasyon hipotezi, idealist bir savunudur.
Bilime idealist saldırılar tarih boyunca gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılar kimi zaman George Berkeley’in yaptığı gibi doğrudan yapılmış, kimi zaman ise simülasyon argümanı gibi masumane görülen açıklamalarla gerçekleşmiştir. Bu noktada toplumun, “bilim” ile “bilim-kurgu” ve “hayal” ile “gerçek” arasındaki farkı çok iyi kavraması ve bilimin materyalist tavrından taviz verilmemesi gerektiğini anlaması gerekiyor. Toplum önünde olan, popüler ve başarılı kişilerin söylemlerinin doğruyu her daim yansıtmadığının farkına varılması bu noktada önem arz ederken; bir kişinin her konuda aynı derinliği gösteremeyeceğinin iyi bir şekilde anlaşılması gerekiyor. Bu sebeple, ünlü isimlerin simülasyon hipotezini savunuyor olması, argümanın yanlışlığını değiştirmemektedir.
KAYNAKLAR
Kolektif (2012) Pozitivizm, Bilim ve Düşünce Kitap Dizisi, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Simülasyon argümanı nedir?
Simülasyon argümanı (simülasyon hipotezi veya simülizm), gerçekliğin bir simülasyon olduğunu ve bu simülasyonun içinde olanların bunun bir simülasyon olduğunun farkında olmadığını ileri sürer. Bu konsept René Descartes'in Uğursuz Şeytan'ını anımsatır ama daha fütürist bir simüle gerçeklik önerir. Aynı kurgusal teknoloji tek veya bütün halinde Uzay Yolu, Karanlık Şehir, The Thirteenth Floor, Matrix, Aç Gözünü, Vanilla Sky, Gerçeğe Çağrı, Başlangıç ve Tron gibi bilimkurgu filmlerinde işlenmiştir.
Simülasyon argümanının kökeni
Geçmişte gerçekliğin bir illüzyon olduğuna dair uzun felsefi ve bilimsel teoriler öne sürülmüştür. Bu şüpheci hipotez, Descartes'in ikiselliğini destekler ve Bertrand Russell'ın fenomenizm görüşü ile yakından ilişkilidir. Daha dar çerçevede bilimkurgunun ve son zamanlarda fütüristik çalışmaların önemli bir konusu haline gelmiştir. Transhümanizm çalışmalarıyla Nick Bostrom da bu konu üzerinde durmuştur. Simülasyon argümanı özellikle transhümanizm alanında ciddi akademik tartışmalara konu olmuştur.
Simülasyon argümanı halihazırdaki halini 2003 yılında Nick Bostrom'un yayınladığı bir makale ile alır. Bostrom, argümanın şüpheciliğin ötesinde olduğunu savunur ve "...elimizde dünya hakkında bazı alternatif iddiaların doğru olduğuna inanmanızı sağlayacak kadar yeterli ilginç ampirik veri mevcut..." derken alternatif iddiadan kastın bir simülasyon dünyasında yaşadığımız gerçeği olduğunu söyler. Bostrom ve diğer yazarlar simülasyon argümanının geçerli olduğuna dair ampirik verilerin mevcut olduğunu öne sürer. Bu konsept aynı zamanda teolojide Omphalos hipotezi ile de ilişkilidir. Bostrom'un üç önermeli durumu aşağıdaki şekilde formüle edilmiştir:
Teknolojik olarak çok gelişmiş "insan sonrası" bir medeniyet muazzam güçlü işlem gücüne sahip olacak. Bu ampirik veriye dayanarak, simülasyon argümanı aşağıdaki üç önermeden en az birinin doğru olduğunu söyler:
İnsanlık çok üstün bir teknolojik çağa ulaşmadan yok olacaktır;
Teknolojik olarak üst düzeylere ulaşan medeniyetlerin hiçbiri bizim evrimsel tarihimizi simüle etmekle ilgilenmeyecektir;
Neredeyse kesinlikle bir bilgisayar simülasyonunda yaşıyoruz.
Eğer doğru ise o zaman insanlık, çok üstün teknolojik bir çağa geçemeden yok olacak. Eğer doğru ise, ileride yaşayacak üstün medeniyetler arasında geçmişte yaşamış atalarının simülasyonunu yapmaya istekli bir birey bulunmayacaktır. Eğer doğru ise, biz şu an kesinlikle bir simülasyonun içerisinde yaşıyoruz. Eğer şu an bir simülasyonda yaşamıyorsak, atalarımız çok üstün bir teknolojiye ulaştılar fakat herhangi bir simülasyon programı hazırlamadılar.
Chalmers, bunun şüpheci bir hipotezden çok metafiziksel bir hipotez olduğunu söyler.[3] Chalmers, üç ayrı hipotezi birleştirip gerçekliğin bir bilgisayar simülasyonu olduğunu öne süren Matrix Hipotezini tanımlar:
Yaratılışçılık hipotezi, yani "fiziksel uzay-zaman ve içeriği, fiziksel uzay-zamanın dışındaki varlıklar tarafından yaratıldı."
Bilgisayımsal hipotez, yani "uzay-zaman boyunca gerçekleşen mikrofiziksel süreçler arka plandaki sayısal süreçler tarafından işletilir."
İkisellik, yani "zihin fiziksel uzay-zamanın dışındaki süreçlerle işletilir ve algısal girdileri fiziksel uzay-zamandan alıp tekrar oraya gönderir."
Eski Yunan
Şüpheciliğin kökeni M.Ö. 5. yüzyıla kadar dayanır. Parmenides "Doğa Üzerine" (Helence: περὶ φύσεως, Transliterasyon: Peri Physeōs) adlı eserinin "Hakikatin Yolu" bölümünde, fiziksel dünyanın günlük gerçekliğe bakışının yanlış olduğunu ve dünyanın değişmeyen, yenilenmeyen ve yok edilemeyen bir bütün olduğunu ileri sürer.
https://www.milliyet.com.tr/molatik/diger/simulasyon-argumani-nedir
⚠️ Hawking’e göre:
Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız.
💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫

Atom çekirdeği keşfedilmeden önce atom ile ilgili en yakın modellemeyi J.J Thomson hazırlamış ve atom içerisinde elektronların olduğunu ispat etmiştir. Proton ve çekirdek kavramı Ernest Rutherford tarafından bulunmuştur.
💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫💫
Entelektüel tartışmalar Hawking ailesi yemeklerinin ekmeği ve yağıydı.

Stephen Hawking: “Görülebilir evrenimizin dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen sonsuz sayıda evrenler var.” demektedir. Hawking, Evrenin var oluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan “Her Şeyin Teorisi”nin (Theory of Everything) formülünü oluşturmayı başardı ve buna “M-teorisi” adını verdi. Buradaki “M” (magic, mysterios, mother); büyülü, esrarengiz ya da her şeyin anası olarak değerlendirilebilir.
Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu “kobold evrenler”in yaşayanlarını “gölge insanlar” olarak nitelendiriyor.
• Hawking, Hamlet’in sözlerini şöyle yorumluyor; bütün fiziksel engellere karşın, sadece beynimizin gücüyle uzayı araştırabilir ve teknik açıdan ulaşılması mümkün olmasa da, teorik olarak, ilginç bölgelerin kapılarını aralayabiliriz.
• Hawking, “hiçlik” ile “varlık” arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, “Tanrı’nın planı”nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor.
Evrende on bir boyut vardı.
her şeyin başlangıcı"

evrenin sürekli genişlediğini, aynı zamanda içinde bulunduğumuz evrenin dışında da farklı evrenler de olduğunu ve genişlemenin sürekli devam ettiğini anlatıyor. Hawking'in son yayımlanan çalışması ise, evrenimizin aslında çoklu evrenlere kıyasla çok daha az karmaşık olduğu belirtiyor.
Hawking'in bir diğer tahmini ise, evrenin bir hologram olduğu yönünde. Bu durum ise üç boyutlu olan bir modeli, matematiksel olarak iki boyutlu hale getirebilmeyi kolay kılıyor.
kara delikler tamamen 'kara' değildi; 'sızabilirler' ve sonunda tamamen buharlaşabilirler.
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️