Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme tekrar vurduğumuzda yine bir ses çıkar.
Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye “zaman” der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir.
Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır.
Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar.

Fizikçi Julian Barbour, zamanın tarifini şöyle yapmaktadır:
Zaman eşyaların pozisyonlarını değiştirme ölçüsünden başka birşey değil. Bir sarkaç sallanır, saatin kolları ilerler.
(Tim Folger, “Buradan Sonsuzluğa”, Discover, Aralık 2000, s. 54)
Kısacası zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın “ben otuz yaşındayım” demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir “an” ile muhatap olacaktır.
Zamansızlığın Bilimsel Anlatımı
Zamanın, hareket eden cisimler ve meydana gelen değişimler arasında yaptığımız belirli bir sıralamadan doğan bir kavram olduğu gerçeği, bugün bilimsel olarak da kabul edilmiştir. Bu konuda görüş belirten düşünür ve bilim adamlarından örnekler vererek konuyu daha iyi açıklamaya çalışalım.
The End of Time (Zamanın Sonu) isimli kitabında zamansızlık ve sonsuzluk hakkındaki açıklamaları ile bilim dünyasında büyük yankı uyandıran fizikçi Julian Barbour, zamanın bir algı olmasının, birçok insan için kabullenilmesi zor bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Discover dergisinde, Barbour ile yapılan bir röportajda zaman algısı için şu yorumlar yapılmaktadır:
Ben hala kabullenmekte zorlanıyorum” diyor (Barbour). Ancak, sağ duyu evreni anlamak için hiçbir zaman güvenilir bir yol gösterici olmadı-Copernicus Güneş’in Dünya çevresinde dönmediğini ilk söylediğinden beri fizikçiler algılarımızı şaşırttılar. Herşeye rağmen, Dünya 67,000 mil/saat hız ile boşlukta dönerken en ufak bir hareket bile hissetmiyoruz. Barbour zamanın geçtiğine dair hissimizin, “Düz Dünya Cemiyeti”nin (Flat Earth Society) batıl inancı kadar yanlış olduğunu iddia ediyor.”
(Tim Folger, “Buradan Sonsuzluğa”, Discover, Aralık 2000, s.54)
Yukarıda da görüldüğü gibi, ünlü fizikçi Barbour, zamanın mutlak olduğuna dair sahip olduğumuz inancın batıl olduğunu belirtmektedir. Ve günümüzde fizik alanındaki araştırmalar bu gerçeği açıkça göstermektedir. Zaman mutlak değildir, meydana gelen olaylara göre farklı algılanan göreceli bir kavramdır.
Nobel ödüllü genetik profesörü ve düşünür François Jacob ise, Mümkünlerin Oyunu adlı kitabında zamanın geriye akışı ile ilgili şunları anlatır:
Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın neye benzeyeceğini tasarlamamıza imkan vermektedir. Sütün fincandaki kahveden ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların hayret verici işbirliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır. Geçmiş ve gelecek için de aynı şey olacaktır ve dünya tastamam bize göründüğü gibi görünecektir
(François Jacob, Mümkünlerin Oyunu, Kesit Yayınları, 1996, s. 111)
Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda dünya üstte anlatıldığı gibi işlememekte ve zamanın hep ileri aktığını düşünmekteyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir. Gerçekte zamanın nasıl aktığını ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir.
Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan Einstein’ın ortaya koyduğu Genel Görecelik kuramı ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar:
Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik kuramını çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor… Nasıl uzay maddi varlıkların olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır. Zamanın öznelliğini en iyi Einstein’in sözleri açıklar: “Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar ‘daha önce’ ve ‘daha sonra’ ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur.(Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, s. 52-53)
Einstein, Barnett’in ifadeleriyle, “uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş”tir. Genel Görecelik Kuramı’na göre “zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur.” (Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980,s. 17)
Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.
Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett’in belirttiği gibi “rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir” (Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980,s. 58)

Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür.
Konuyu biraz daha açıklamak için bir örnek üzerinde düşünelim. Özel olarak dizayn edilmiş tek pencereli bir odada oturup, burada belirli bir süre geçirdiğimizi düşünelim. Odada geçen zamanı görebileceğimiz bir de saat bulunsun. Aynı zamanda odanın penceresinden güneşin belirli aralıklarla doğup-battığını görelim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, o odada ne kadar kaldığımız sorulduğunda vereceğimiz cevap; hem zaman zaman saate bakarak edindiğimiz bilgi, hem de güneşin kaç kere doğup battığına bağlı olarak yaptığımız hesaptır. Örneğin, odada üç gün kaldığımızı hesaplarız. Ama eğer bizi bu odaya koyan kişi bize gelir de, “aslında sen bu odada iki gün kaldın” derse ve pencerede gördüğümüz güneşin aslında suni olarak oluşturulduğunu, odadaki saatin de özellikle hızlı işletildiğini söylerse, bu durumda yaptığımız hesabın hiçbir anlamı kalmaz.
Bu örnek de göstermektedir ki zamanın akış hızıyla ilgili bilgimiz, sadece algılayana göre değişen referanslara dayanmaktadır.
Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konmuş somut bir gerçektir. Einstein’ın Genel Görecelik Kuramı ortaya koymaktadır ki zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine uzaklığına göre değişmektedir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır daha yavaş işleyerek sanki “durma” noktasına yaklaşmaktadır.
Bunu Einstein’ın bir örneği ile açıklayalım. Bu örneğe göre aynı yaştaki ikizlerden biri Dünya’da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. Aynı örnek bir baba ve oğul için de düşünülebilir; “eğer babanın yaşı 27, oğlunun yaşı 3 olsa, 30 dünya senesi sonra baba dünyaya döndüğünde oğul 33 yaşında, baba ise 30 yaşında olacaktır.” (Paul Strathern, Einstein ve Görelilik Kuramı, Gendaş Yayınları, 1997, s. 57)
Zamanın izafi oluşu, saatlerin yavaşlaması veya hızlanmasından değil; tüm maddesel sistemin atom altı seviyesindeki parçacıklara kadar farklı hızlarda çalışmasından ileri gelir. Zamanın kısaldığı böyle bir ortamda insan vücudundaki kalp atışları, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri gibi işlemler daha ağır işlemektedir. Kişi zamanın yavaşlamasını hiç fark etmeden günlük yaşamını sürdürür.
-alıntı-
🔴
Cengiz Demirci
Arapça - Türkçe Gelecek Zaman Mukayesesi
2.03.2016
1. Türkçede gelecek zaman eki genelde “cak” ekidir. Mastar halindeki fiile “yakın”kelimesinin eklenmesi ile “yakın zamanı”, “henüz gelmemiş ama yakında olacak zamanı” ifade etmek için gelir. Göçecek = göçmeye yakın, verecek = vermeye yakın gibi . `Y` harfi `C` ye dönüşmüştür.
Türkçede bir kaç tür fiilin mastar hali vardır
1. Mek – mak : gel-mek
2. E – a : gele
3. İp – ıp – üp – up : gelip (kazakçada bu haldeki mastar kullanılır: baruv = varmak gibi)
`cak` eki fiilin “e” mastarı ile gelir.
2. Bir de “si gelmek” ile gelecek zamanıifade edebiliriz, burada planlanmış gelecek zamanı ifade ederiz. “bilesim geliyor” –“göresi geliyor” gibi.
Arapçada “se” harfi ile gelecek zaman ifade edilir. Türkçedeki “s” harfi istek bildirecek şekilde gelecek zamanı ifade ederken arapçadaki s harfi de geleceği ifade eder. Se-ya’lemu= bilecek. Türkçedeki s harfinin kökü, fiil ve isim halleri varken arapçada bu bağlar kopuk ve belirsizdir: is-le-mek ifadesinde le eki fiilden fiil yapma ekidir, türkçede le = te dönüşümü ile istemek olmuştur. Kök olarak s harfi istekleri ifade eder. Muhtemelen arapçadaki gelecek zaman eki s harfide rica ve istekten geleceği ifade etmeye dönüşmüştür. Türki dillerde y-c-s dönüşümü vardır. Yol-col-sol, yıl-cıl-sıl gibi. Burada da “yakın”daki y ile dilek s”si dönüşümü ihtimali olabilir.
İngilizce de ise “will – istemek” fiili ile gelecek ifade edilir.
Ayrıca “s” harfi geleceğe yönelik bir isteği fiilden sıfat yapmada kullanılır: görülesi film – görülmeye değer film = görülecek film”anlamındadır.
İngilizcede de planlanmış gelecek zamanıifade etmek için “is going to = -meye gidiyor” kalıbı kullanılır: “he is going to meet= buluşmayı planlıyor= buluşacak”anlamındadır.
3. “r” harfi ile gelecek zaman ifade edilir. Türkçede geniş zaman olarak ifade edilse de bu genellikle gelecek zamanı ifade etmede kullanılır. “görür o ! = gününü görecek”anlamındadır.
4. Sürekli gelecek zaman: -yor olmak: yarın annemi görüyor olacağım.
5. “gı-gi”: algılı, vergili gibi. Bu tipleme hakaniye lehçesi olarak bilinen karahanlı ve bugünkü türeme kanalları olan kuzey çin ve uygur lehçelerinde geniş bir şekilde fiillerde de kullanılır. “ol evge bargay= o eve gidecek” gibi. Türkmencede ise “ge”harfinin “g”si düşmüş sadece “e” harfi kalmış, bu da fiillere eklenerek geleceğe yönelik rica ve istekleri ifade etmede kullanılır olmuştur: “al” (emir kipi) iken “alay” (rica kipidir).
♻️
Ebcedde ilk yaygın kullanım fenike ebcedi ile olmuştur. Arap ebcedinin İbrani ve Aramî alfabesinden alındığına şüphe yoktur. Ebced'in ilk çıkışının Mısır hyeroglif rakamları ile bağlantılı olabileceği düşünülmektedir.
Kabala sisteminde Gematria denen (İbranicesi: גמטריה, gemaṭriya) sayısal bir düzenek mevcuttur. Burada İbrani sayılarınrakamsal değeri 400'e kadar ebced numaraları ile aynıdır.
Günümüzde hala madde numaralamada ve haftanın ilk 6 gününü temsil için kullanılmaktadır.
Abced gadolda bazı harfler ve rakamsal değerleri:
Kabala sisteminde Gematria denen (İbranicesi: גמטריה, gemaṭriya) sayısal bir düzenek mevcuttur. Burada İbrani sayılarınrakamsal değeri 400'e kadar ebced numaraları ile aynıdır. Günümüzde hala madde numaralamada ve haftanın ilk 6 gününü temsil için kullanılmaktadır.
Ebcede göre harflerin sırası ve değerleri söyledir:
Arapçada kullanılmayan ve özellikle Farsçadan alınıp Osmanlıcada kullanılan pe, çim, je, gaf harfleri sırasıyla be, cim, ze ve kef eşit sayılır.
- Eski ilim kitaplarında
- Fizik, matematik, geometri ve astronomide Sa'fas” kelimesinin harfleri sıkça kullanılmıştır. Astronomide büyük rakamlar “ğayn” harfinin birkaç tekrarı ile ifade edilmiştir. Musikide sesler ve perdeler ebced alfabe düzeninden istifade edilerek oluşturulan bir “ebced notası” ile belirlenmiştir.
Mimarlıkta: Mimar Sinan’ın eserlerinde, boyutların modüler düzeninde çok sık kullanılmıştır. Örneğin Süleymaniye’de zeminden kubbe üzengi seviyesi 45, kubbe alemi 66 arşın yüksekliktedir. Yine Selimiye’de de kubbeyi taşıyan 8 ayağın merkezlerinden geçen dairenin çapı 45 arşındır. Kubbe kenarı zeminden 45, minare alemi buradan itibaren 66 arşındır. Süleymaniye ve Selimiye’nin görünen silüetleri 92 arşındır ki, bu da “Muhammed” kelimesinin ebced karşılığıdır.
- Tasavvuf ve sembolizmde
- Ebced hesabının tasavvuf ve din ilimlerinde kullanıldığına şahit olmaktayız. Özellikle “Kelime-i Tevhid” veya “Esmâ-i Hüsna”dan bir ismin kaç kere zikir edileceği ebced tablosuna göre tayin edilir. Kur’an tefsirlerinde ve hatta Kadir gecesinin tayininde de ebcedin kullanıldığını bilmekteyiz. Ebced’e göre “Âdem’ 45, “Allah” lafzı da 66 etmektedir. Ebced, cifr (şifrecilik), gizemcilik genellikle din bilginleri tarafından bazı Kur’an ayetlerine aykırı bulunarak reddedilir ve sapkınlık olarak görülür.
Sembolizmde: İki veya daha fazla kelimenin sayı değerlerinin aynı olmasından istifadeyle birini söylemekle diğeri kastedilmiş kabul edilerek halk arasında kullanılagelmiştir.
Meselâ: “Muhammed” kelimesi 92′dir. “Aman’ kelimesi de 92′dir. “Mevlevî” kelimesi de 92′ ettiğinden bu kavramlar arasında bir alaka kurulmuştur. Ör;
Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsavidir
Anınçin aşıkın zikri amandır ya Resulullah
İlim, amel, sa'y kelimelerinin, hilâl, lâle ve Allah sayı değerlerinin aynı olması anlamlı bulunur.
Örneğin Hicri takvimin Ömerzamanında, Rumi takvim'in ise Osmanlılar zamanında oluşturulmasına rağmen birtakım ayet ve hadisler üzerinde bu takvim sistemlerine göre hesap yapılabilmekte ve bu kaynaklara yeni anlamlar yüklenebilmektedir.
Pe (İbrani alfabesi)
Pe harfi İbrani alfabesinin 17. harfi olup Arap alfabesindeki muadili Fe harfidir. Karşılığı Yunan alfabesinde Pi (Π), Latin alfabesinde Pve Kiril alfabesinde Pe'dir.
İbranicede P ile biten kelime bulunmaz. Yabancı dilden girmiş sonu P ile biten kelimeler için ise, harf sonda olmasına rağmen פּ kullanılır.
Ebced hesabına göre kelime başında ve ortasında kullanılan Pe harfinin (פ) değeri 80'dir. Kelime sonunda kullanılan Pe harfi (ף)'nin değeri ise 800'dür fakat bu nadiren kullanılır; genelde 800 yazmak için ebced değeri 400 olan Tav harfi (ת) iki kere yazılır.
♻️
Kaf harfi İbrani alfabesinin 11. harfi olup Arap alfabesindeki muadili Kef harfidir. Karşılığı Yunan alfabesinde Kapa, Latin ve Kirilalfabelerinde K'dir. Ebced hesabına göre değeri 20'dir.




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️