18 Mart 2025 Salı

Yedi Ünlü Efsanevi Mekân

 

Yedi Ünlü Efsanevi Mekân

Atlantis’ten Thule’e, bu yedi efsanevi mekân yüzyıllardır insanların hayal gücünü cezbetmeye devam ediyor.



Kitaplarda okuduğumuz ya da kadim mitlerden işittiğimiz kimi düşsel mekânlar, fiziksel gerçeklikte yer almasalar da öylesine ünlüdürler ki, kolektif hayal gücünde çoğu zaman gerçek mekânlardan daha fazla yer alırlar. Bu mekânlar genelde duygu durumlarımızla bağlantılıdır ve arzularımızı, korkularımızı ya da özlemlerimizi temsil edebilirler. Onlarla ilgili hikâyelerse kimi zaman tahmin edilenden çok daha kuvvetli olabilir ve insanları, bu kurgusal şehirlerin ve krallıkların bir zamanlar gerçekten var olduğuna ikna edebilir. 

Efsanevi mekânların, kentlerin ve zamanın kumlarına gömülmüş sırlarla örtülü cennetlerin hikâyeleri, tarih boyunca insanlığı etkisi altına aldı. Hangi kültüre dönüp baksanız bu yerlerden birini görebilirsiniz. Kimleri daha müreffeh ve huzur dolu zamanların alegorisi kimileriyse bulunup fethedilecek yeni bir dünya hayalinin temsili. Filozoflar kayıp şehirlerin hikâyelerini anlattı, kadim efsanelerse vakti zamanında insanın kendi altın çağını yaşadığı bu yerlerin tasvirini sundu. İşte içlerinden bazıları:

🔻Atlantis

Kökenleri tarihsel akışın içinde kaybolup giden pek çok efsanevi mekânın aksine Atlantis ile ilgili anlatıları ilk kimin dile getirdiğini biliyoruz: Platon kayıp kent Atlantis’in hikâyesini ilk kez M.Ö. 330 civarında, “Timaeus” ve “Critias” isimli iki diyalogunda aktardı. Bilimsel olarak Atlantis ile ilgili bir bulgu ya da tarihte var olduğunu gösteren bir kanıt yok. Görünen o ki Platon, Atlantis’i kendi anlatısında bir olay örgüsü aracı olarak kullandı.

Zira Atlantis, hani neredeyse yarı-tanrı diyebileceğimiz sofistike ve zengin bir toplum tarafından kurulan, güçlü bir uygarlık. Çok sayıda adadan meydan geliyor ve bu adalarda insanlar, şu an ismini dahi bilmediğimiz egzotik bitki ve hayvanlarla birlik içinde yaşıyor. Fakat uygarlık öyle bir düzeye ulaşıyor ki, Atlantis ulusu kendi kibrine yenik düşerek yok oluyor.

Atlantis ile ilgili hikâyenin kökeni tamamen kurgusal olmasına rağmen bu, yüzlerce yıldır kâşiflerin onu aramasına engel olmadı. Günümüzdeki spekülasyonların kaynağıysa Minnesota’lı bir politikacı olan Ignatius L. Donnelly’nin yazdığı, 1882 tarihli bir kitap. Donnelly kitabında Atlantis’in gerçek bir uygarlık olduğunun altını çizerek ekliyor: Mısır ya da Babil gibi eski ihtişamlı uygarlıklar aslında Atlantis’in devamıydı.

avalon

Avalon

Avalon’un bir zamanlar, Neo-pagan inançları ve Kral Arthur efsaneleriyle tanınan İngiliz kasabası Glastonbury’de olduğu düşünülüyor. Bu efsanevi kayıp cennetin adının ilk geçtiği yerse Geoffrey of Monmouth’un, 1136 tarihli Historia Regum Britanniae adlı eseri.

Genellikle Kral Arthur efsanesinin türevlerinde karşımıza çıkan Avalon, Arthur ile de bağlantılı olan büyücü Morgan le Fay tarafından yönetiliyor ve kimi zaman, üzerindeki elma ağacı ormanları dolayısıyla Island of Apples olarak anılıyor. Efsanevi kılıç Excalibur’un dövüldüğü, Kral Arthur’un altın bir mezarda gömülü olduğu Avalon’un sakinleriyse ilim ve anlayış bakımından şu anki insan ırkıyla pek ilgisi olmayan ölümsüz bir ırk.

arcada

Arcadia

Platon’dan birkaç yüz yıl önce Antik Yunan’da Arcadia isminde efsanevi bir yerin hikâyeleri anlatılırdı. Arcadia şu an, günümüz Yunanistan’ında yer alan bir bölgenin ismi olsa da o zamanlar, perileri ve satirleriyle birlikte yaşayan pastoral orman tanrısı Pan’ın ülkesiydi. Bilinç düzeyi bakımından insanlardan çok daha yüksek varlıklara ev sahipliği yapan bu yer, ruhların ve tanrıların vecd içinde yaşadığı bir cennetti.

Arcadia, antik çağdan modern çağa kadar sanatçılar için bir ilham kaynağıydı. Virgil ve Ovid, şiirlerinin çoğunu Arcadia’nın el değmemiş ormanlarında yazdı. Orta Çağ’da yaşamış yazarlar ve Rönesans ressamlarıyla eserlerinde altın çağı yaşayan bu gizemli yerin ruhunu yakalamaya çalıştı. Medeniyetin temas etmediği Arcadia, insanın bilinç bakımından tanrı düzeyine evrildiği bir dünyanın arketipiydi.

el dorado

El Dorado

On altıncı yüzyılda Güney Amerika’da at koşturan istilacılar, altın şehir El Dorado’yu bulabilmek için neredeyse bütün kıtayı didik didik ettiler. El Dorado başlarda ismi “Yaldızlı Olan” anlamına gelen bir kralla ilgili bir hikâyeydi. Bu kral taç giyme töreninin hemen öncesinde bütün bedenini altın tozuyla pudralıyor ve ihtişamlı mücevherleri göle atıyordu. Hikâyeler zamanla daha farklı bir hal aldı ve bir kişinin hikâyesi olmaktan çıkıp koca bir krallığın hikâyesine dönüştü.

Güney Amerika’daki Avrupa istilası genişledikçe ve Avrupa’dan gelenler kıtanın farklı yönlerini keşfettikçe bu efsaneler yıllar içinde büyüyerek pek çok maceraperesti kendine çekti. El Dorado’nun, Guatavita Gölü’nün yakınlarında, dile getirilemeyecek bir zenginliğe ve prestije sahip bir yer olduğu söyleniyordu. Kâşifler gölü bulduktan sonra bir şekilde su seviyesini düşürdüler ve göl tabanında gömülü olan yüzlerce altın parçası gün yüzüne çıktı. Fakat efsanevi şehir, Güney Amerika topraklarının tamamı sömürgecilerin eline geçince hem unutuldu hem de varsa öyle bir yer çoktan ellerinden kaçıp gitti. 

lemuria

Lemuria

Atlantis’ten çağlar önce var olduğu düşünülen bu saklı ülkenin ismine Doğu’dan gelen pek çok antik metinde rastlanır. Kimi Hint metinlerinde “Ra-Mu” olarak bilinen Lemuria,  Tibet metinlerinde önce Muri’ye sonra da Lemuria’ya dönüşür.   

Lemuria’nın Batı’da bilinip yaygınlaşmasını sağlayansa 1875 yılında Teosofi Cemiyeti’ni kuran Rus okültist Madam Blavatsky’di. Blavatsky, Gizli Öğreti isimli kitabında Lemuria’nın insan ırkının üçüncü kök soyu olduğunu belirtir ve bu soyun telepatiyle iletişim kurabilecek kadar gelişmiş olduğunu söyler.

shambala shangri-La

Shambala/Shangri-La

Shambhala, Sanskritçede “huzur mekânı” anlamına gelir ve Tibet Budizmi’nden bile önce anlatılagelmiş efsanevi bir cennettir. Anlatılan hikâyeler, Shambhala’da ne acının ne de yaşlılık ve ölümün olduğunu ancak dış dünyadan bir şekilde sevgi ve bilgelikle dolu bu yere ulaşan olursa onlardan yalnızca en saf olanların sağ kalabildiğini söyler.

Shambala ismine ilk kez Tibet’in batısındaki Zhang Zhung yazıtlarında rastlansa da, sıklıkla Shangri-la ismiyle anılmış ve Yasak Ülke, Işıldayan Ruhlar Ülkesi ya da Yaşayan Tanrılar Ülkesi gibi farklı isimler almıştır. Batılı okültist ve ezoteristler, Shambhala’nın Tibet dağlarının derinliklerinde olduğunu ve henüz doğmamış olan ancak gelecekte Maitreya ismini alacak bir Buda tarafından yönetileceğini, dünya üzerinde yozlaşma gezegendeki canlılığı tümüyle yok edecek bir savaşa dönüştüğünde Shambhala Krallarının yola çıkacağını ve kötülüğe karşı verilecek son savaşta iyiliğin yanında duran insanlarla birlikte savaşacaklarını belirtir. 

thule

Thule

Genelde Nazi okültistleriyle ilgili entrika ve komplo teorilerinin merkezinde bulunan Thule, Kuzey Kutup noktasının yakınlarında olduğu rivayet edilen bir bölge. Thule hikâyesinin kökeniyse M.Ö. 4. yüzyıla, Pytheas isminde bir Yunan kaşifin iddialarına dayanıyor. Pytheas, İskoçya’nın kuzeyinde yer aldığını söylediği buzlarla kaplı bir adaya seyahat etmiş ve orada Thule uygarlığıyla karşılaşmıştı.

Pytheas’ın çağdaşları elbette onun bu iddialarına şüpheyle yaklaştı ama Thule efsanesi yüzlerce yıl yaşamaya devam edip günümüze kadar gelebildi ki, hikâyenin modern çağda kaybolup gitmemesinin sebebi muhtemelen Aryan ırk fikrini ortaya atan ve Nazilerle bağlantılı olduğu bilinen Thule Cemiyeti’nin varlığıydı.

~Karl Max:

                               ♻️


                                     ❌
















XXXXXXX


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️