9 Mart 2025 Pazar

"Ulü'l-elbâb"= "kalb gözü açık olanlar"

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

ULÜL-ELBÂB

Allah-u Teâlâ'nın duyurması ve göstermesi ile husule gelen bir akıldır. "Akl-ı kül"den sonra artık akıl çalışmaz. Ancak ondan sonraki beşinci akıl, Allah-u Teâlâ'nın duyurması ile ve göstermesi ile olan bir akıldır. Bu ise "Ulül-elbâb"dır.

Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'sinde "İlimde derinleşenler" diye vasıflandırdığı kimseler işte bunlardır. Bu ilim doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ'dan gelir, bu ilmi ancak bildirdiği kimseler bilir, başkasına şâmil değildir ve faydalı olan hakiki ilim de budur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İlim ikidir. Birisi dilde olup (ki bu zâhirî ilimdir) Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur." (Tirmizî)

Tarif edilen bu ikinci yol, yani münevver yol bu Hadis-i şerif'le öğrenilmiş oluyor.

⚠️Bir "Satır ilmi" vardır. Bu ilim duymakla, okumakla öğrenilir. Bir de Allah-u Teâlâ'nın kalbe koyduğu ilim vardır ki, bu "Sadır ilmi"dir, buna "Mârifetullah ilmi" de denir. 

İşte bunlar bu gayeye ulaşmış ve bu faydalı olan mârifetullah ilmine vâkıf olmuşlardır. Hem zâhirî hem bâtınî misal âlemine uçabilmek için iki kanatlı kuş mesabesinde olmuşlardır.

Ulül-elbâb, bütün varlığından soyunur, hiçbir şey bilmediğini ve câhil olduğunu itiraf eder. Çünkü dıştan içe geçmiştir, zâhirden bâtına intikal etmiştir.

"Ölmeden evvel ölünüz." (K. Hafâ)

Hadis-i şerif'inin sırrının tecelliyatı burada başlar.

Yerine göre ne akıl ne ilim burada çalışmaz. Burası Ulül-elbâb'a âittir. Bunlar Allah-u Teâlâ ile karşı karşıya gelenlerdir.

Allah-u Teâlâ ona ne bildirirse onu bilir, ne gösterirse onu görür. Gerçekten hiç olduğunu gözü ile görür ve bilir. Çünkü Hakk'a vâsıl olan Hakk'ı görür, kendisini görmez. Allah-u Teâlâ'ya iman eder, kendisini inkâr eder. Bu öyle bir makamdır.

Allah-u Teâlâ o kulundan perdeyi dilediği kadar kaldırır ve esrârını ona duyurur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"İlimde derinleşenler ise: 'Ona inandık, hepsi Rabb'imizin katındandır.' derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlarlar." (Âl-i imran: 7)

İşte Allah-u Teâlâ ancak ilimde derinleşen ve aklı Ulül-elbâb'a varan hakikat ehlinin hakikati kavrayacağını beyan ediyor, başkası kavrayamaz.

Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:

"Ancak akl-ı selim sahipleri öğüt ve ibret alırlar." (Zümer: 9) Ulül-elbâb'dan başka kimse bunu tefekkür edemez. Bu sırlara ancak o mazhar olur.

Ulül-elbâb'da Olanların İlmi:

Bu doğrudan doğruya vehbidir, Allah vergisidir. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm'ın vârisidir.

Allah-u Teâlâ'nın imanı kalbine yazması ile, nuru kalbine akıtması ile, kalp kulağına duyurması ile, kalp gözüne göstermesi ile olur, Allah-u Teâlâ bu kullarına lütfu ile ilham eder.

"Ulül-elbâb" İki Türlüdür:

1. Zâhirî ulül-elbâb: Allah-u Teâlâ kimi ilimde derinleştirdiyse bunlar ilimde derinleşenlerdir.

2. Bâtınî ulül-elbâb: Allah-u Teâlâ'nın kendinde derinleştirdiği kullar vardır ki, bunlar Hakk'a vâkıftır, Allah-u Teâlâ'ya vukûfiyet kesbederler.

Ezcümle kimi ilme vâkıftır, kimi Hakk'a vâkıftır. Kimisini ilimde derinleştirmiştir, kimisini Zât-ı akdes'inde. Allah-u Teâlâ onlara kendi ilminden ve hilminden ihsan eder. Binaenaleyh Ulül-elbâb'da olanlar doğrudan doğruya vehbîdir. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm'ın vârisidirler. Allah-u Teâlâ bir peygambere dilediğini verdiği gibi, vehbi ilim de böyledir, çalışmakla okumakla öğrenilmez.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir." (Cum'a: 4)

♻️

Aşkın ile bülbül gibi artmakdadır âhım / Kaydet beni de "defter-i uşşâk"a a mâhım

4 Mart 2022 Cuma

"Ulü'l-Elbâb" Ne Demekdir?

"Ulü'l-elbâb" tabiri bir Kur`ân tabiridir, tam on altı âyetde geçer. Kimileri bunu "Akıl sâhibleri" diye tercüme ediyorlar ki bu büyük bir hatâdır. Bazıları da zorlama yoluyla "saf akıl sâhibleri" veyâ "akl-ı selîm sâhibleri" gibi içinde ille de akıl olan tercümeler yapıyorlar. El-insaf! Cenâb-ı Hakk dileseydi akıl kelimesini kullanamaz mıydı? Nitekim pek çok âyetde akıl zikredilmişdir.

"Ulü'l-elbâb" demek, "kalb gözü açık olanlar" demekdir, "basîret sâhibi olanlar demekdir" demekdir. "Ulü'l-ebsâr" tabiri da aynı ma'nâya gelir. 

Burada elfâza dâir bir incelik de var. Elbâb, lübbün çoğuludur. Lübb, öz demekdir. Burada özden murâd, insanın kalbidir. 

Malûm olduğu üzere, kalb insana mahsûs bir özdür. Her insanda kalb vardır ama bazı kalbler mühürlü, bazıları hasta, bazıları kördür. 

Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur`ân'da kalb gözleri kapalı olanlar hakkında a'mâ yani kör tabirini kullanmışdır. Kalbleri mühürlü olanlar hakkında da, "خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ hatemallahu 'alâ kulûbihim" buyurmuşdur.

Cenâb-ı Hakk'ın, "ulü'l-elbâb" yerine, "akıl sâhibleri" dememesinin hikmeti şudur. Akıl bir bağdır, neye tealluk ederse onu sınırlar. Yine akıl bir bağ olduğu için fazla uzağa gidemez. Dikkat edilirse akıl kelimenin etimolojisinde de bu vardır. 

⚠️Zîrâ Arapça "akl" kelimesi deve bağından gelir. Halbuki hakîkat inhisar kabûl etmez, o yüzden akıl hakâîki idrâkden âcizdir. Hakîkatler ancak kalb ile idrâk edilebilir. 

Nitekim Kur`ân'a ve Resûlullah'a tâbi olmayanlar arasında, aklıyla temâyüz etmiş, zekâsıyla meşhûr olmuş pek çok kimse vardır. Bunlar akıllarına güvenerek yanılmışlar ve uçuruma yuvarlanmışdır. Ebû Cehil akılsız bir adam mıydı? Yâhud İslâm düşmanları olan meşhûr münâfıklar aptal adamlar mıydı?

Dikkat edilirse Kur`ân hidâyet ve îmân bâbında hep kalb üzerinde durmuşdur, kalbi esas almışdır, aklı esas almamışdır. Neden? Çünkü eğer kalb mühürlü ise aklın insana bir faydası olmaz. İnsanın kalb gözü kör ise, baş gözü bir işe yaramaz. Bir kimsenin kalbi sâlim ise, kalb gözü açık ise, aklı zayıf da olsa, ziyânı yokdur, o kimse muhakkak hak ve hakîkati görecek, hidâyete erecekdir.

Kur`ân-ı Kerîm'in pek çok yerinde akıldan da bahsedilmişdir demişdik. Bahsedilmişdir ama akıl mutlak ma'nâda zikredilmemiş, hep akletmekden bahsedilmişdir. Yani isim değil fiil sözkonusudur. Akıl kırk dokuz yerde geçer, hepsinde de fiil şeklindedir, "akletmez misiniz", "akletmezler", "akledesiniz diye" gibi. Bunda da büyük bir incelik vardır. Kur`ân-ı Kerîm'de akletmek, kalbe tealluk eden bir fiildir. 

Yani akletmek demek, hal ve hakîkati idrâk etmek, basîret sâhibi olmak, îmânı yakîne getirmek, taklidde kalmayıp tahkîke ermek demekdir. Yoksa bazı câhillerin zannetdiği Kur`ân'da zikredilen akıl, gündelik hayatda kullandığımız akıl yâhud da fazlalığı ile övünülen zekâ değildir. Zîrâ bu akıl ve zekâ, münkirde de, münâfıkda da vardır.

Nûr-i tevhîd ile pâk et kalbini eyle debbâğ
Tâlib-i Hakk olana bir lahza yok gaflet mesâğ
Nâra yanmak şân olur nûr-i visâl 'uşşâkına
Yanmadıkça nâra ermez nûra hiç bir şeb çerâğ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️