2 Ekim 2024 Çarşamba

Dünya tekbiri Itri ile okuyor

 

Dünya tekbiri Itri ile okuyor

Tekbirler ve Salâtı Ümmiyeler'in Buhûrizâde Mustafa Itrî Efendi. 

 

SEHL-i MÜMTENİ

Sözlükte “kolay” anlamına gelen sehl ile “gerçekleşmesi mümkün olmayan” mânasındaki mümteni‘

Bir edebî terim olarak kolayca söylenmiş gibi görünen, ancak benzerinin söylenmesi çok güç olan özlü söz ve ifadeyi belirtir. 

BİRLİK VE BERABERLİĞİ ÇAĞRIŞTIRIYOR 

“Itrî’nin segah makamındaki Tekbir ve Salat-ı Ümmiyye’sine baktığımızda; basit, yalın, sade ama çok etkili olduğunu görürüz. Aslında mûsikî sanatının en zoru, bu tür eserleri bestelemektir. Itrî bestelerinde, makâmı iliklerinize kadar hissedersiniz. Müslümanların çoğunluğu tekbir ve salavatlarını Itrî’nin bestelediği şekilde okur” Tekbirin segah makamında bestelenmesinin bir nedeni olduğunu söyleyen Sezikli, “Segah makamı; manevi ve kadim dini müziklerde çok kullanılan bir makamdır. Dinleyenlerde ilahi duygular çağrıştırır. Birlik ve beraberlik duygusu oluşturur.” dedi. Türk klasik müziğinin ustası olarak kabul edilen Itrî, 1633- 1712 yılları arasında yaşadı.


Buhûrîzâde Mustafa Itrî, Osmanlı döneminde yetişmiş en büyük sanat ve düşünce adamlarından biridir. Bestekâr,  hânende, şair ve hattattır. 

MÛSİKİ DEHASI

Hükümdarın huzurunda icra edilen küme fasıllarına hânende olarak katılan Buhûrîzâde Mustafa Itrî, bu dönemde kendi isteği üzerine esirciler kethüdâlığı ile görevlendirildi. Onun bu görevi, esirler arasındaki kabiliyetli ve güzel sesli gençleri bulup yetiştirmek ve geldikleri ülkelerin mûsikisi hakkında bilgi edinmek amacıyla istediği rivayet edilir. Şeyhî, Sâlim, Safâyî gibi tezkire müelliflerine göre bu görevde iken, bazı kaynaklara göre ise ayrıldıktan bir süre sonra vefat etti.

Vefat tarihi İsmâil Belîğ, Şeyhî ve Sâlim gibi dönemine daha yakın kaynaklarda 1711, Esad Efendi ve Müstakimzâde gibi diğer bazı kaynaklarda 1712 olarak verilir. Itrî Efendi’nin Yenikapı Mevlevîhânesi civarına veya Edirnekapı dışındaki Mustafapaşa Dergâhıkarşısına defnedildiği rivayet edilmekteyse de bu konuda kesin bilgi bulunmuyor.

MEVLEVÎHÂNEDE NEY ÜFLEMEYİ ÖĞRENDİ

Türk mûsiki tarihinin en önde gelen birkaç simasından biri olan Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi hânendeliği, şairliği ve hattatlığının yanı sıra özellikle bestekârlığı ile tanındı. Mûsikideki hocaları kesin olarak bilinmemekte, ancak Derviş Ömer, Kasımpaşalı Koca Osman, Küçük İmam Mehmed Efendi ve Hâfız Post gibi üstatlardan faydalanmış olabileceği tahmin ediliyor. İbrahim Alâeddin Gövsa, mûsiki hocasının Vakıf Halhalî diye tanınan Nasrullah Efendi olduğunu söyler. Rauf Yektâ Bey, onun Câmî Ahmed Dede’nin şeyhliği esnasında Yenikapı Mevlevîhânesi’ne devam ettiğini, âyinlerden aldığı ruhanî neşeyle Mevlevî olduğunu ve mevlevîhâneye gelen üstatlardan da faydalandığını, dervişlerden ney üflemeyi öğrendiğini ifade eder.

GÜZEL SESLİ BESTEKÂR

Huzûr-ı hümâyun fasıllarına hânende olarak katılması,Enderun’daki hocalığı yanında padişahın onu zaman zaman sadece kendisini dinlemek amacıyla huzura çağırması, sesinin bulunduğu mecliste diğer hânendelere ağız açtırmayacak derecede güzel olduğunu gösterir.

Sade ve açık ifadelerle yazdığı manzumelerinden Itrî’nin güçlü bir şair olduğu anlaşılıyor. Şuarâ tezkirelerinde ve güfte mecmualarında na‘t, gazel, muamma, tahmîs, nazîre, tarih ve kıtalarının yanı sıra hece vezniyle yazılmış türkülerine de rastlanır. Muamma hallinde de üstad olduğu belirtilen Itrî’nin şairliği üzerinde, manzumelerine tahmîs ve nazîreler yazdığı çağdaşı ünlü şair Nâbî’nin tesiri olduğu kanaati yaygındır.

SÖZ SAHİBİ HATTATTIR

Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi aynı zamanda ta‘lik hattında söz sahibi bir hattattır. Bu sahadaki hocası, ta‘lik üstadı Tophâneli Mahmud Nûri Efendi’nin talebelerinden Siyâhî Ahmed Efendi’dir. Sadettin Nüzhet Ergun, Halil Edhem Arda’nın özel kütüphanesinde bulunan Hâfız Post Mecmuası hakkında bilgi verirken bu mecmuaya Itrî’nin ta‘lik hattıyla yapmış olduğu bazı ilâvelerden bahseder.

Itrî’nin bir mûsikişinas olarak asıl önemli yönübestekârlığıdır. Türk mûsikisinin cami, tekke ve klasik mûsiki alanlarında peşrev, saz semâisi, kâr, beste, semâi, âyin, na‘t, durak, tevşîh, tekbir, salâ ve ilâhi olmak üzere hemen her formunda eser vermiş nâdir sanatkârlarından olan Itrî’nin eserleri alışılmışın dışında bir melodi örgüsüne sahiptir. Çoğunlukla Fuzûlî, Nev‘î, Şehrî, Nâbî gibi şairlerin ve arkadaşı Nazîm’in manzumelerini, nâdir olarak da kendi güftelerini besteledi.

SEGÂH TEKBİRİ

Dinî eserleri içinde özellikle cami mûsikisinin şaheserleri arasında bulunan segâh tekbiri ve salât-ı ümmiyyesi, küçük bir ses alanı içerisindeki büyük ifade gücünün çarpıcı örneklerindendir. Ayrıca mevlevîhânelerde âyin-i şeriften önce okunan, sözleri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye ait olan ve “Na’t-ı Mevlânâ” adıyla bilinen rast na‘t sağlam melodik yapının olgun bir göstergesidir. Öte yandan âhenkli bir ses örgüsüyle işlenen segâh âyini de Mevlevî âyinlerinin en güzel örneklerindendir. Klasik Türk mûsikisi alanında ise Hâfız-ı Şîrâzî’nin, “Gülbün-i iyş mîdemed sâkī-i gül‘izâr kû?” mısraıyla başlayan Farsça gazeli üzerine bestelediği nevâ makamındaki kârı bu formun şâheserleri arasında yer alır.

Kârların çoğunlukla terennümle başlamasına karşılık burada doğrudan güfteye girilmesi de eserin bir diğer özelliğidir. Ayrıca “Câm la‘lindir senin âyîne rûy-i enverin” mısraıyla başlayan hisar bestesi, “Her gördüğü perîye gönül mübtelâ olur” mısraıyla başlayan bûselik bestesi, “Gamzen ki ola sâkī-i çeşm-i siyeh-i mest” mısraıyla başlayan bestenigâr bestesi, “Dil-i pür ıztırâbım mevce-i seylâbdır sensiz”mısraıyla başlayan hisar ağır semâisi ile Nef‘î’nin, “Tûtî-i mûcizegûyem ne desem lâf değil” mısraıyla başlayan güftesine yaptığı segâh yürük semâisi klasik Türk mûsikisinin en seçkin eserlerindendir.

UNUTULMUŞ MAKAMLAR

Mehmed Esad Efendi Atrabü’l-âsâr’da onun binin üzerinde murabba, nakış ve kâr bestelediğini söyler. Müberka‘, necd, rekb, selmek gibi bugün tamamen unutulmuş makamlardan çok kullanılan meşhur makamlara kadar bestelediği eserlerine çeşitli el yazması güfte mecmualarında rastlanmaktaysa da günümüze bunlardan çok azı ulaşabildi. Yılmaz Öztunaonun zamanımıza ulaşan kırk iki, Ekrem Karadeniz ise kırk dokuz eserinin listesini verir. Camilerde cumhur müezzinliği çerçevesindeki birtakım uygulamaların ve bunların mûsikiyle ilgili düzenlemelerinin, teravih namazı esnasında makam değiştirme kurallarının da Itrî tarafından konulduğu genellikle kabul gören rivayetler arasındadır.

Not: Nuri Özcan’ın Buhûrîzâde Mustafa Itrî, DİA eserinden derlenmiştir.

Neva Kâr.
Buhurizade Mustafa Itri

Gülbün-i ıyş mîdemed sâki-i gül'izâr kû
Bâd-ı bahar mîvezed bâde-i hoş-güvâr kû
Her gül-i nev zi gül ruhi yâd hemi küned veli
Gûş-i sühan şinev kücâ dîde-i îtibâr kû
Meclis-i bezm-i ıyş râ gâliye-i murâd nist
Ey dem-i subh-i hoş nefes nafe-i zülf-i yâr kû
Ey şâhid-i kutsî ki keşed bend-i nikâbed
Vey mürg-i behiştî ki dihed dâne vü âbed
*
Zevk ve neş'e meclisinin gül fidanı yeşerirken / o gül yüzlü sâkî nerede
Bahar rüzgârı esmekte ama / hoş kokulu kevser şarabı nerede
Her yeni yeşeren gül fidanı / o gül yüzlüyü hatırlatmakta
Ama, söz duyup anlayacak kulak nerede / Baktığından ders alacak göz nerede
Bu zevk ve eğlence meclisinde / muradımız olan güzel koku yok
Ey hoş nefesli sabâ yeli / sevgilinin zülfünün kokusu nerede
Ey mukaddes sevgili, yüzündeki nikâbı kim açar senin
Ve ey cennet kuşu, senin dâneni ve suyunu kim verir.         

♻️          

•Ziyâ Paşa, Harâbât’ta Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini sehl-i mümteni örneği diye gösterip onu överken şöyle der: “Sûrette egerçi sâde düzdür / Aşk u sühan anda müctemi‘dir.” 

•Sürûrî de Bahrü’l-maârif adlı eserinde Türkî-i basît akımının temsilcilerinden Tatavlalı Mahremî’den sehl-i mümteni örneği olarak, “Gördüm segirdir ol ala gözlü geyik gibi / Düştüm saçı tuzağına bön üveyik gibi” beytini verir ki burada da anlaşılır olma esas alınmaktadır.

Yûnus’un Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’sini gördükten sonra onu uzun bularak söylediği, “Ete kemiğe büründüm / Yûnus diye göründüm” sözü bunlardan en çok bilinenidir. Ayrıca onun, “Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı / Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ede bir söz”; “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm / Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi” beyitleri de tanınmış sehl-i mümteni örneklerindendir.   

SU KASiDESi: Vezni: fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilün

Üstat Fuzuli bu naatinde Hz. Muhammed’e duyduğu derin sevgiyle birlikte, suya duyulan hasret ve aşk temalarına yer vermiştir. Su Kasidesi Fuzuli’nin Türkçe Divan’ındadır.

1. Beyit:
Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

Eşk: Gözyaşı
Denlü: Denli, gibi, kadar
Od: Ateş
Kim: ki bağlacı. Burada açıklama göreviyle kullanılmış

Günümüz Türkçesi:
Ey göz! Gönlümdeki içimdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma. (Ki) Çünkü bu kadar çok tutuşan ateşlere suyun faydası olmaz.

Edebi sanatlar:
Nida: Ey göz!
Mübalağa: Şairin gönlündeki ateşlerin su ile söndürülemeyecek derecede çok olması
Hüsn-i talil: Gözden yaş gelmesi, gözün gönüldeki yangını söndürmeyi istemesine bağlanmıştır.
Mecaz: Od’un aşk ateşi yerine kullanılması.
Tezat: Su-ateş.    

2. Beyit:
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su                        

Âb: Su
Gûn: Renk
Âb-gûn :Su rengi, Mavi
Devvâr: Devreden, dönen.
Günbed: Kubbe
Günbed-i devvâr rengi: Gökyüzünün rengi.
Muhît olmak: Kaplamak, çevrelemek

Günümüz Türkçesi:
Dönüp duran (gök)kubbenin rengi su renginde midir, yoksa gözümden akan yaşlar mı dönen kubbeyi kaplamıştır, bilemiyorum. 

3. Beyit:
Zevk-i tîgundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler divâra su

Tîg: Kılıç
Zevk-i tîg: Kılıcın zevki
Aceb yoh: Şaşılmaz.
Çâk çâk: Parça parça kılıç şakırtısı.
Mürûr: Akma, geçme
Mürûr ilen: Geçmek, akmak suretiyle, zamanla.
Rahne: Yarık, oyuk
Dîvâr: Duvar.

Günümüz Türkçesi:
(Ey sevgili!) Senin kılıcının ( kılıca benzeyen keskin bakışlarının) zevkinden gönlüm parça parça olsa da buna şaşılmaz. (Nitekim) Su da akarken duvarda yarıklar meydana getirir.

4. Beyit:
Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su

Vehm: Kuruntu, yersiz korku
Dil: Gönül
Mecruh: Yaralı
Dil-i Mecruh: Yaralı gönül
Peykan: Temren, okun ucundaki sivri çelik parça.
İhtiyat: Tedbirli olma

Günümüz Türkçesi:
Yaralı gönül senin okunun (ok temrenine benzeyen kirpiklerinin) sözünü korka korka söyler. (Nitekim) Yarası olan suyu ihtiyatla, çekine çekine içer. 

5. Beyit:
Suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün teg verse min gülzâre su

Suya vermek: Sele vermek, mahvolmaya bırakmak.
Bağ-bân: Bahçıvan
Gül-zar: Gül bahçesi
Teg: Gibi; tek
Min: Bin

Günümüz Türkçesi: 
Bahçıvan, gül bahçesini sele versin (boşuna) zahmet çekmesin. Bin gül bahçesine su verse senin yüzün gibi (güzel) bir gül açılmaz.

6. Beyit
Ohşatabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

Ohşatabilmez: Benzetemez
Gubâr: Toz,
Gubârî: Toz gibi çok ince bir yazı türü.
Hat: Yazı, çizgi, yanaktaki ince tüyler
Muharrîr: Yazar (Beyitteki anlamı: Hattat).
Hâme: Kalem

Günümüz Türkçesi: 
Hattatın gözlerine (aynı levhaya) bakmaktan kalem gibi kara su inse de (yine de) gubârî yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez.  

7. Beyit
Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zayi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su

Ârız: Yanak
Yâd: Hatırlama, anma
Nem-nâk: Nemli, ıslak
Müjgân: Kirpikler
Temenna: Dileme, isteme, dilek, istek
Hâr: Diken

Günümüz Türkçesi:
Senin yanağını anmaktan dolayı kirpiklerim ıslansa ne çıkar? Zira gül elde etmek isteğiyle dikene verilen su boşa gitmez.

8. Beyit:
Gam güni etme dil-i bîmârdan tîgin dirîğ
Hayrdur vermek karanu gicede bîmare su

Bîmâr: Hasta
Dil-i bîmâr: Hasta gönül
Dirîğ etmek: esirgemek
Karanu: karanlık

Günümüz Türkçesi:
Gamlı günümde kılıcını (kılıç gibi keskin olan bakışını) hasta gönlümden esirgeme; (zira) karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.     

9. Beyit
İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrada menüm-çün ara su

Peykân: Okun ucundaki sivri demir.
Hecr: Ayrılma, ayrılık.
Şevk: Gönül meyli, arzu, istek, neşe, sevinç.
Sahra: Çöl
Menüm-çün: Benim için

Günümüz Türkçesi:
Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve ayrılığında arzumu, özlemimi yatıştır; susuzum, bu çölde bir defa da benim için su ara.   

10. Beyit

Men lebün müştâkıyam zühhâd Kevser talibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su

Leb: Dudak
Müştak: Arzu eden, özleyen, can atan.
Zühhad: Zahidler, sofular, Dünya nimetlerinden el çeken kimseler.
Kevser: Cennetteki bir ırmak adı (Cennette bulunan bir havuz diyenler de vardır.)
Hûş-yâr: Akıllı, aklı başında, ayık

Günümüz Türkçesi:
Ben dudağını arzuluyorum, sofular ise cennetteki Kevseri istiyorlar. Nitekim sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir

11. Beyit
Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su

Ravza: Bahçe, bol ağaçlı, yeşillik yer; cennet.
Kûy: Köy
Dem: Soluk; içki; vakit; zaman.
Güzâr: Gezme, dolaşma.
Reftâr: Gitme, yürüme.
Hoş-reftâr: Hoş, nazlı gidişli                                                                                                                  

Günümüz Türkçesi:
Su, her zaman senin cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o da, o serviye benzeyen nazlı gidişli güzele âşık olmuş.

12. Beyit:

Su yolın ol kûyundan taprag olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

Günümüz Türkçesi:
Toprak olup suyun yolunu sevgilinin mahallesinden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, o yere varmaya bırakamam.

Edebi sanatlar
Kinaye: Toprak olmak (a.Ölmek, b. Öldükten sonra toprağa karışıp suyun önüne set olmak)
Teşhis/Kapalı istiare: Suyun şairin sevgilisine aşık olması

13. Beyit

Dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su

Dest: El
Bûs: Öpme, öpüş, öpücük
Dest-bus: El öpme
Kûze: Testi
Kûze eylen: Testi yapın

Günümüz Türkçesi:
Dostlarım! Eğer (sevgilinin) elini öpmek arzusuyla ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin. 

14. Beyit:
Serv serkeşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayagına düşe yalvara su

Serkeşlik: Dik başlılık, asilik
Kumrî: Kumru
Niyaz: Yalvarıp yakarma, dua.
Dâmen: Etek                                                                                                                                                  

Günümüz Türkçesi:
Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dik başlılık ediyor. Su, servinin eteğine sarılır, ayağına düşüp yalvarırsa belki onu bundan vazgeçirebilir. 

15. Beyit:
İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budagınun mizâcına gire kurtara su

Reng: Renk, hile
Mizac: Bir şeyle karşılaştırılan şey, huy, yaratılış; sağlık.

Günümüz Türkçesi:
Gül , bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor. Su, gül dalının damarlarına girerek bülbülü bundan kurtarsın.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️