İsmail Turan Hoca & 1904 Yemen İsyanı
İsmail Turan Hoca’nın tam adı, İsmail b. Tâhir b. Salih Turan’dır. 1924 yılında Çanakkale’nin Biga nâhiyesine bağlı Danişment köyünde dünyaya geldi. Küçük oğlunun ismine nispetle Ebû Ahmed diye künyelenmiştir. Muhafazakâr bir ailede yetişen İsmail Turan’ın babası Tahir Turan ve dedesi Salih Turan Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış büyüklerdendi. Annesi Kezban Hanım ise faziletli kadınlardandı. Hoca’nın iki kızı ve iki oğlu vardır..
Babası, onun iyi bir eğitim alması hususunda çok istekliydi. Kur’an’ı babasının ve dedesinin yanında okumuş, Osmanlıca’yı iyi bir şekilde öğrenmişti. Hafız, sağlam hafızalı, zeki biriydi; çabuk ezberler geç unuturdu. İlimle çokça iştigal ederdi. İlim ehlini, özellikle hadis ehlini sever, ilimde kendisine işaret edilirdi. Meseleleri ve onların kitaptaki yerlerini Arapça olsun veya olmasın doğru ve müthiş bir şekilde bilirdi.
İsmail Turan yüce ahlak sahibi, güler yüzlü, hoş sohbetli, mütevazı, edepli ve zeki biriydi. Büyüklere saygı gösterdiği gibi küçüklere de saygı gösterirdi. Cömert tabiatlı, eli açıktı. Mübarek ve hoş karşılanan bir kimseydi. Türkiye için Allah’ın bereketlerinden bir bereketti. 1951 yılında evlenen İsmail Turan 1952 yılından itibaren Ankara’da ikamet etmeye başladı. Kendisi proje mühendisidir.
İlkokulu köyündeki okullardan birinde okudu, sonra Biga nahiyesine geçti. Ortaokul ve liseyi oradaki okullardan birinde tamamladı. Eğitimi sürecinde idraki, asaleti ve tahsilinin iyi olmasıyla akranları arasında ayırt edildi. Ortaokuldayken Fransızca sözlüğü ezberlemiş olması onun zihninin temizliğine, anlayışının kuvvetine ve aklının üstünlüğüne delalet etmektedir. İsmail Turan, liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde mühendislik okumaya başladı ve 1949’da büyük başarılarla okulunu tamamladı. Dil ve fen bilgisi dersleri ileri düzeyde olduğu için fakülteye direk ikinci sınıftan başladı. Üniversiteye devam ederken aynı zamanda, Osmanlı son müderrislerinden Siirtli İbrahim ve Hüsrev hocalardan hadis dersleri aldı. Üniversiteden sonra iki yıl da mastır eğitimi alarak eğitim süresi boyunca iyi derecede Arapça, Almanca ve Fransızca öğrendi. Fakülte yıllarında arkadaşlarına dini bilgiler aktarmış ve mescitte onlara namaz kıldırmıştı.
Üniversiteden mezun olduktan sonra Çanakkale’nin Biga nahiyesinde mühendis olarak çalışmaya başlayan İsmail Turan, Ankara’da havayollarında da görev yaptı. Yaptığı projelerde başarılı olması ve Arapça, İngilizce, Almanca ve Fransızca bilmesi sebebiyle 1950 yılında Hava Kuvvetleri Karargâhına Şef Mühendis olarak atanmış sonra tekrar Karayollarına geçmiştir. İsmail Turan, karayollarının proje bakımından kurucusu olduğunu ve köprülerde hala kendi projelerinin uygulandığını söylemektedir.
İsmail Turan 1957 yılında hac için kutsal topraklara yolculuk yapmıştır. Hac mevsimi o yıl haziran ayına denk geldiği için hava sıcak olduğundan hacılar zorlanırlar, İsmail Turan Hoca da elinden geldiğince onlara yardımcı olmaya çalışır.
Hoca bir ay gibi kısa bir sürede hafız olur. Allah’ın bu lütfunu, yaptığı yardımlar vesilesiyle kendisini ödüllendirmesi olarak görür.
İsmail Turan Hoca, 1962 yılında tekrar hacca gider. Orada Suud yetkilileriyle görüşür ve hacdan sonra Medine-i Münevvere’nin imarı ile ilgili çalışmalar yapmak üzere orada kalır. Yedi yıl belediye mühendisi olarak çalışır. Bu arada ilmi, dirayeti ve doğruluğuyla çevresindekilerin takdirini kazanır. Kendisine teklif edilen rüşvetlere meyletmez ve “Bana rüşvet teklif etmeye utanmıyor musunuz?” diyerek rüşvet teklif edenleri azarlar. Bu durum Kral Faysal’a bildirilir ve Kral kendisiyle görüşerek ömür boyu kendisine Arabistan’da oturma izni verir.
İsmail Turan, Arabistan’da kaldığı yıllarda Arapçasını da iyice ilerletmiş, Arap dilinin lehçelerine de hakim olmuştur. Hoca, Vücûhu’t-te’vîl fî esrârı’t-tenzil isimli tefsirini Arapça olarak yazmıştır. Tefsir yaklaşık otuz ciltten oluşmaktadır. İsmail Turan, tefsiri Arapça yazmasının sebebi olarak Türkçe ifade etmede zorlandığını söylemektedir.
İsmail Turan, Ankara’ya döndükten sonra Sincan, Elmadağ ve Beypazarı belediyelerinde anlaşmalı olarak proje mühendisliği yapmaya devam etmiş, bu sırada gece geç saatlere kadar Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inden dersler yapmıştır.
1974 yılında Libya’ya gidip orada da Proje mühendisliği yaptı. Libya’da 10 yıl kalan İsmail Turan Mekke ve Cidde’de olduğu gibi burada da boş vakitlerini ilimle meşgul olarak geçirmiş, özellikle yabancı dillere olan ilgisinden kaynaklı olarak bütün Afrika’yı dolaşmış, oralarda konuşulan Arapça lehçelerini öğrenmişti. Öğrendiği dillerden radyo ve televizyon haberlerini dinleyerek dünyadaki olayları da takip etti. İsmail Turan, yapmış olduğu seferlerinde ilim, davet ve o ülkedeki Müslümanların durumlarına vakıf olmayı bir araya getirmişti. Türkiye’ye döndükten sonra kendini telif ve yazı çalışmalarına verdi. Bunun neticesinde tüm teliflerini yaptı. Yazmış olduğu büyük tefsir de bunlardandır.
Hoca otuz kadar yabancı dil bilmektedir. İmam hatip veya ilahiyat fakültesi okumamış ancak ilimle bağını sürdürmüştür. İsmail Turan aynı zamanda senetleriyle birlikte yüz bin hadis-i şerifi ezbere bilmektedir. Öğrencisi Hüseyin Çelik bir keresinde kendisine hafızasının kuvvetinin sırrını sormuş, o da “Rasulullah’ın bir hadisini ezberlemedim ki kendisiyle amel etmemiş olayım. Öğrendiğim ve kendisi ile amel edebileceğim her hadis-i şerifle amel ettim. Rasullullah’ın hadisine tutunmam ve ezberlemem sebebiyle her şeyin kapısı bana açıldı. Bana bütün ilmi kapılar Hadis-i şeriflerden açıldı. Hatta Arapçayı dahi Hadis-i şeriflerden öğrendim” diyerek cevap vermiştir.
Hadis ilmine ayrı bir önem vermekte, kendisine dini ilimlerin hadis ilmi yoluyla açıldığını söylemektedir.
İsmail Turan, hadis derslerini yaparken, derse katılanlardan birine hadisi okutur sonra hadis ve ravileri ile ilgili açıklama yapardı. Ravileri anlatırken çok iyi tanıdığı biri hakkında konuşur gibi anlatır, ravinin boyundan ve belirgin özelliklerinden bahsederdi. Okuttuğu kitaplar sırasıyla Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Tirmizi, Sünen-i İbn-i Mâce ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel’dir.
Tasavvufî bir kişiliğe de sahip olan Hoca’nın sufiliği, Türkiye’de insanların çoğunun bildiği tipik tarzda bir sufilik değildi. Bilakis o, sufilerin şatahatlarını ve doğru olan nebevî yönteme uymayan bazı davranışlarını tenkit ederdi. Bu tenkitin sebebi öncelikle hadis-i nebevîye olan derin ilgisinden kaynaklanmaktaydı. Bununla birlikte tasavvufun önemli şahsiyetlerine hürmet gösterir, onları kötülemez ve konumlarını küçük görmezdi. Bilakis onların hayırlılarıyla sohbet etme konusunda çok istekliydi. Hasib Efendi, Abdulaziz Bekkine ve Muhammed Zahid Kotku hazretleri bu kişilerdendi.
İsmail Turan Hoca’nın bazı acayip halleri vardı. Rasullahı (s.a.s) rüyasında çok görürdü. Rasulullah’ın sevgisine bağlı bir gönül ve sabah akşam onun hadislerini ezberlemek ve tatbik etmekle meşgul bir nefis için bu garip değildir. İsmail Turan bir kere rüyasında kendisi ile hocası Siirtli İbrahim Efendi’yi Ravza-i Şerifte gördü. Rasulullah’ın kabrinden bir pencere açıldı ve İsmail Turan, Rasulullah’ın kemiklerinden bir kemik alarak emmeye başladı. Kemikten daha önce hayatında hiç tatmadığı bir lezzet çıktı. Sonra kemikleri bir torbanın içinde sırtına aldı ve çıktı.
Hocamız, vefatına yakın yakalanmış olduğu hastalığı sebebiyle hafıza kaybı yaşamış ve 4 Eylül 2004’te Ankara’da vefat etmiştir.
KAYNAKLAR
- Hüseyin Çelik, Ismail Turan
- Talip Uluşan, Mühendis Hoca İsmail Turan ve Emekli Müftü Hamdi Çetinkaya
- Talip Uluşan, Mühendis Hoca
- Hüseyin Çelik, “İsmail Turan Ve Fatiha Tefsiri”, Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 4, 2016/1, s. 124.
- Talip Uluşan, Mühendis Hoca.
İmam Yahya'nın Da'an Antlaşması'nın onaylanmasıyla ilgili Sultan Mehmed Reşad'a yazdığı mektup
4 Haziran 1904'te Yemen imamı olup Zeydi yönetimini tanımayan Osmanlı İmparatorluğu'na karşı çeşitli isyanlar düzenledi. 1911 yılında imzalanan Da'an Mukavelesi'nde tanınmasıyla Osmanlı'yla uyumlu bir politika yürütmeye başladı.

İmam Yahya ve İsyan
Osmanlı devletinin uzun yıllar bastırmak için uğraştığı bu önemli isyana geçmeden önce isyanın baş aktörünü tanımakta fayda vardır. İmam Yahya, 1869 yılında Sana’da doğdu. Ailesinin tek oğlu olan Yahya, annesi ve babası tarafından özel bir ilgiyle yetiştirildi. Altı yaşındayken Kuran’ı ezberleyen Yahya’nın ilk hocası babası İmam Mansur idi. İlmi açıdan yetişmesine önem verilen Yahya, döneminin önemli alimlerinde çeşitli alanlarda dersler aldı. Ders almış olduğu hocalarının bazıları; Ali b. Ali el-Yemani , Muhammed b. Abdulmelik Anesi ve Ahmed b. Rızku’s-Seyyani’dir.
İmam Mansur, Osmanlı idaresinin bölgede vücuda gelmesiyle beraber, yukarıda da değinildiği üzere yöneticilerin su-i idaresini propagandaya dönüştürerek, yol arkadaşları Muhsin e’ş-Şehâri ve Ebu Nib ile beraber Osmanlı idaresine karşı bir isyan hareketini halk arasında yaymaya başladı. Kimi zaman gizlice ve kimi zaman da aleni bir şekilde sürdürülen ihtilal propagandasına karşı Osmanlı idarecilerinin kötü idaresi ateşleyici bir etki oluyordu.
İmam Mansur, Sa’de’ye gittiğinde Osmanlı idaresine karşı gerçekleştirilen mukavemetin lideri ve zeydilerin İmamı olarak seçildi. Bu sıralarda Yahya’nın yaşı yirmiyi geçmiyordu. Sa’de’de İmam Mansur, oğlu Yahya’yı siyasi ve askeri açıdan yetiştirmek istiyordu. Bu sebepten Yahya’yı, Zû Gaylan kabilelerine göndererek bölge halkını cihada teşvik etmesiyle görevlendirdi(1891). Bu vesileyle siyasi eğitimden geçen Yahya, aynı yıl içerisinde e’ş-Şeref e’l-A’la ve Vadii’ş-Şahil’e, Osmanlılara karşı savaş içerisinde bulunan ordulara kumandan olarak görevlendirildi. Bundan başka Kıfle’ye de giden Yahya bu bölgede kale muhafazasıyla ilgilendi. Tüm bu eğitimin amacı, İmam Mansur’un arkasında güçlü bir halef bırakarak hakimiyetlerinin devam etmesiydi. ve gerçekten de babasının ölümünün ardından kendisi siyasi, askeri ve ilmi açıdan çok donanımlı bir lider olarak ortaya çıkıyordu.
İmam’ın resmi ünvanını taşıyan mührü üzerinde ‘’emirül’l müminin el-mütevekkil ala-Allahu Rabbu’l-alemin el-imam Yahya Hamidüddin’’ yazılı idi. Lakabı mütevekkilolmakla beraber Zeydiler, kendisine bağlılıklarını belli etmek için ‘’ya mütevekkila’’, diye bağrışırlardı. İmam Yahya, babasının ölümünün ardından, ulemanın çoğunun oy birliği, ayan ve şeyhlerin de desteği ile imamlığa seçildi.(1904) Hamidüddin isminin, Sultan Abdulhamid’inkine benzerliğinden dolayı, İmam, Osmanlı belgelerine şaki-i mahud, şaki-i malum gibi isimlerle kaydedilmiştir. Hatta emirü’l-müminin unvanını da kullandığı bilinir. Ancak değişen şartlar sonucunda zamanla Osmanlı belgelerinin dilinde de bir değişiklik görülecek ve isimlendirmelerde bir takım değişikliklere gidilecektir. Bu konuya ilerleye bölümlerde tekrar değinilecek.
Yukarıda bahsedildiği üzere İmam Yahya, imamlığa seçilene kadar Osmanlı idaresine karşı beslenen olumsuz hislerin gölgesi altında yetişti. Babasından devraldığı isyan bayrağını, hedeflemiş oldukları istiklali elde edinceye kadar indirmeme konusunda kararlı bir kişiliği vardı. İmamlık görevine başladığı aynı yıl isyan hareketlerine hız veren Yahya’nın, Kıfle taraflarında bir ordu topladığı, dönemin Yemen Valisi Tevfik Biren’in hatıratında zikredilir.
Sana’nın merkezinde bulunan vilayet merkezinin çevresinin mütemerrid kabilelerle çevrili olduğundan yakınan Biren, buna mukabil ordunun dağınık bulunduğunu ve eski silahlarla mücehhez olduğunu söyler. Gün geçtikçe eşkıyanın artmakta olduğunu ve İmamın, aşar ve sair vergilerin hükümete verilmemesini halka emrettiğini belirterek toplanan eşkıyanın Sana ve Taiz’e doğru hareket etme temayülünde olduğunu belirtir.
Eşkıyaların zamanla Sana telgraf hatlarını tahrip ettikleri ve Sana-Taiz yolunu kestikleri ve muhasara çemberinin gittikçe daraldığı Biren tarafından zikredilir. Ancak tüm bunlara rağmen hükümet tarafından gönderilecek yardım gecikmekte ve durum Osmanlı devleti aleyhine gelişmekteydi. Buradaki askeri birliğin yetersiz kalması sonucunda Medine’den bir askeri birlik yardıma gönderilmiş ve kesilen yol tekrardan ulaşıma açılmıştır. Ancak bu askeri tabur oldukça gecikmiş ve mütemerrid güçler oldukça ilerlemişti.
Muhasara çemberi içinde kalan Osmanlı kuvvetlerinin durumu o kadar kötüleşmiş ve erzak o kadar azalmıştı ki artık deve eti yenilmeye başlanmıştı. Ancak nihayet Ahmet Hikmet Paşa kumandasında bir askeri birlik imdada yetişmiş ve Şehrin muhasara hattını yarıp Sana’ya girmiştir. Askeri yardımın yetişmesi sonucunda zor duruma düşen İmam Yahya uzlaşmayı talep ettiyse de Osmanlı idaresi tarafında kabul görmedi.
Ancak 1905 yılında isyanın şiddetlenmesi sonucunda Sana’da açlık had safhaya ulaşmış ve Ali Rıza Paşa komutasında yeni bir ordu gönderilmiştir. Ancak İmam kuvvetlerinin şiddetli akınları ve Osmanlı askerlerinin teçhizat ve erzak açısından içinde bulunduğu kötü durum savaşın sürdürülmesini zorlaştırmıştı. Dolayısıyla Sana’nın müdafaası imkansız görülmüş ve İmam ile muhabereye başlanılması kararı alınmıştı. Yapılan müzakereler sonucunda Sana’nın tahliyesine karar verilmiştir.
Uğranılan mağlubiyetin ardından merkezden acil tedbirler alındı ve bu minvalde 40. Hamidiye Süvari Alayı Yemen’e sevk edildi ve Ahmed Feyzi Paşa bölgeye vali olarak atandı. Paşa’nın 15 Temmuz-1 Eylül 1905 tarihleri arasında yürüttüğü harekat sonucunda Taiz’deki kuvvetlerin de desteğiyle Sana’ya girdi ve isyan halindeki kabile reislerini etkisiz hale getirdi. Bu başarılı hareketi yaymak isteyen Paşa, Hacce ve Zafir taraflarını da zapt ettikten sonra İmamı tamamen sindirmek için, onun asıl bölgesi olan Şehhare’yi kuşattı. Şehhare bölgesi ulaşımı oldukça zor olan bir yerdi. Bununla beraber, Şehhare’yi tazyik ederkeni etrafı sarılan Paşa, Sana’da vekil olarak bıraktığı Ahmet İzzet Paşa’nın göndermiş olduğu takviye kuvvetler sonucunda kurtulabilmişti.
Yemen’de bundan sonrası, karşılıklı saldırılar ve müzakere atılımlarına sahne olmuştur. Merkeze gelen raporlarda, İmam Yahya’nın Kasımî ile ittifak ettiği, eşkıyaları topladığı, Amran civarında 400-500 kişinin toplanıp şaki-i mahudun ol civarda isyan bildirgeleri dağıttığı haberleri gelmekteydi.
1909 yılında İmam’ın tekrar harekete geçeceği haberleri dolaşmaktaydı. Bu hassad dönemde, İmam Yahya meselesine ek olarak bir de Asir kazasında Şeyh İdrisi isyanı patlak vermişti. Mahmud Nedim Bey, İdrisi’nin İtalyanlardan yardım aldığı iddiasında bulunur.
İmam Yahya’nın, 1911 yılında büyük bir isyanın girişimlerine başladığı ve Cebel-i Hıraz’a yöneldiği. Burası Sana’ya ulaşım açısından bir üs hüviyeti taşımaktaydı.

1904 Yemen İsyanı;

Yemen, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezine olan uzaklığı, mezhepsel farklılıkların körüklediği sorunlar, bölgeye nüfuz etmeye çalışan emperyalist devletlerin baskısı gibi nedenlerle 1882, 1896 ve 1902 yıllarında da isyan hareketlerine girişmiş Yemen, Birleşik Krallık ve İtalya Krallığı'nın kışkırtması ile İmam Yahyaönderliğinde 1904 yılında Osmanlı'ya karşı Yemen'in o ana kadar kalkıştığı en büyük isyanı çıkartmışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu o yıllarda maddi sıkıntılar çektiği için ve başkentten uzak olduğu için Yemen'e pek ikmalde bulunamıyordu. Yemen Vilayeti ile Ordu Hazineleri akçeden ve ambarlar da zahireden tümüyle boş idi ve ordunun vaziyeti de karışıktı.
İmam Yahya, isyanın başında aşiretleri ile birlikte Yemen Valisi Fâik Paşa'yı San'a'da kuşattı. Tevfik Paşa durumun vaziyetini tam olarak belirtmediği halde para ve yiyecek talep ettiği için kabul edilmedi.
Yemen Halkının savunmaya katılması ve Medine'deki Ârif Hikmet Paşa kuvvetlerinin Hudeyde üzerinden yardıma yetişmesi nedeniyle bir ara İmam Yahya barış istediyse de kabul edilmedi.
orta yerde, 2800 metre yüksekliğinde bulunan Dean köyünde bir araya gelindi. Çeşitli müzakerelerin sonucunda 12’si açık ve 5 tanesi de gizli olmak üzere 17 maddelik Dean anlaşması üzerinde mutabakat sağlandı.
1905'te isyan şiddetlenip, Yemen aşiretleri tarafından 1 yıl boyunca kuşatma altında kalan askerlerin yemek ve su bulamadığı için şehre yakın kaleleri terk etmesi, açlıktan savaşacak durumda olamamaları, Yemen'den sorumlu Kumandan Muhammed Tevfik Paşanın isyanı bastırmakta zorlanması ve yardım istemesi gerekirken, kendi başarısızlığı ortaya çıkar korkusuyla durumu Payitahta haber vererek yardım istemekte geç kalması gibi etkenler Yemen Türküsü'nde de anlatılan acıklı durumu ortaya çıkarmıştı.
Payitaht'ın yolladığı erzakların büyük çoğunluğu subaylara gittiğini gören Hasan Muhiddin Paşa bunu engellemek için aşçıları kendisi teftiş etmiştir. Askerler için kesilen katır etlerinin subaylar tarafından teftiş edilmediği sırada onbaşılar etleri kemiğinden sıyırıp sokaklarda fahiş fiyatlarda satıyordu. Etler askerlere ulaşana kadar sadece kemik kaldığı için bir asker "Kazanımıza giren kemikten başka bir şey değildir. Suyunu içip kemiğini atıyoruz." demiştir.
Hudeyde yolundan gönder Payitahta haber verildikten sonra bu isyanı bastırmak amacıyla, 1905 yılında Ali Rızâ Paşa komutasında nizamiye birliklerinin yanında Anadolu ve Rumeli'den çok sayıda redif taburu da sevk edilmişti. Fakat Zeydîler'in saldırısıyla askerlerin çoğu yolda öldü ve taburun elindeki çoğu top Yemenlilerin eline geçti.
Yemen Türküsündeki dizelerde bu redif taburundan bahsedilmiştir.
Tecrübeli aynı zamanda savaşa istekli Osmanlı birliklerinin nedensizce San'a şehrinin surlarının arkasına kapatılıp bekletilmesi, kendi askerine top atışı yapıp onlarca zayiat vermesi gibi durumların birliklerin morallerinin bozması nedeniyle isyancılar İmam Yahya önderliğinde San'a şehrine girerek Osmanlı askerlerini öldürmüş ve San'a kentindeki Türk mahallelerini yağmalamıştır.
Askeri olarak başarılı olunamayınca Fâik Paşa müzakereyle İmam Yahya'yı ikna etme çalışmalarına girildi fakat İmam Yahya San'a bırakılmaz ise isyandan vazgeçmeyeceğini belirttiği için müzakereler başarılı olmadı. Kuşatma'da insanların açlıktan çocukları yiyecek hale geldiği ve günde 30-40 piyadenin öleceği duruma gelirken subayların daha iyi beslenmesi durumuyla morallerin daha da düşmesiyle direncin kırılmasıyla İmam Yahya San'a şehrinin merkezini ele geçirdi ve burada birçok Osmanlı askerini de esir aldı.
San'a'yı ele geçirmiş olan İmam Yahya'nın isyancı ordusu boş ev ve dükkanları yağmalayıp San'a yerlilerinin ölümüne neden olduktan sonra "Arap Arap'a silah atar mı? İşte biz atmadık" diyerek bu olayları bastırmıştır.
Bu olayın ardından Mihrali Bey'in kumandasındaki 40. Hamidiye Süvari Alayı Yemen'e sevk etti. Yeni kuvvetlerle bölgeye vali olarak yollanan Ahmed Feyzi Paşa, 15 Temmuz - 1 Eylül 1905 tarihleri arasında yürüttüğü harekâtta Taiz'deki kuvvetlerin desteği ile San'a'ya girdi ve isyan eden aşiretleri bertaraf etti.
İsyanı bastırmak için 30 bine yakın asker harcandı. İmam Yahya her ne kadar tam da başarılı olmasa da de de facto olarak özerklik kazandı. İmam Yahya'nın eşkıyaca tavırları yüzünden tarımla geçinen binlerce köylü açlıktan öldü.
İsyan'dan sonra Osmanlı Devleti konuyu araştırdı ve sorumluları divan-ı harbe vererek cezalandırıldı. II. Abdülhamid, Yemen meselesini çözümlendirmek için gerekli reformu yapmak amacıyla Yemen ulemâsı ve ileri gelenlerinden bir heyeti İstanbul'a davet etti. Yemenliler ile Osmanlılar arasındaki görüş ayrılığı yüzünden bir sonuç alınamadı.
İmam Yahya'nın beş kişilik bir temsilciler heyeti İstanbul'a geldi ve düşüncelerini belirten bir rapor sundu ancak hükûmet değişikliği sebebiyle hayata geçirilemedi.
Yemen'de görev almış Hasan Muhiddin Paşa bu isyan hakkındaki raporunda “Açlık birçok facialara neden oldu. Tedbir alınmamış olması, beş bin padişah askerini açlıktan mezara gömdü. Kuyulara çukurlara attırdı. Bunları mürekkeple değil, gözyaşı ile yazıyorum.” sözleri ile durumu özetlemiştir.
Antlaşma Maddeleri
- Yemen İmamı Zeydilerin lideridir.
- İmam tarafından sunulan şikayetleri değerlendirmek için bir temyiz mahkemesi oluşturulacaktır.
- Mahkemenin merkezi San'a olacaktır. İmam, başkanı ile üyelerini seçecek ve koşulsuz şekilde Osmanlı atamaları onaylayacaktır.
- Mahkeme Yemen'de yargıyı sağlayacaktır.
- Görevlilerden biri görevi kötüye kullanırsa imamın bunu devlete bildirme hakkı vardır.
- Hanefi ve Şafii mezhebinin baskın olduğu bölgelerde Osmanlı Yemenli olmayan birisini atama hakkına sahiptir.
- Farklı mezheplerin şikayetlerini değerlendirmek için Zeydiler karma mahkemelerinin oluşturacaktır.
- Osmanlı, halkın mahkemelere giderken yaşayacağı zorlukları önlemek için davaları çözecek olan seyyar araba mahkemeleri kurulacaktır.
- Vasiyet ve vasiyet işleri imama emanet edilecektir.
- Osmanlı, Yemen dağları dışında Şafiiler ve Hanefiler için yönetici belirleyecektir.
- Siyasi suçlar ve vergiler için genel af kararı çıkarılacaktır.
- Havlan ve Arhab halkından yoksullukları nedeniyle on yıl boyunca vergileri ve zekatı tahsil edilmeyecektir.
- Yargı şeriât kanunlarına göre belirlenecektir.
- Şikayet Osmanlı ve imam vergilerinden dolayı kaynaklanıyorsa, durumun araştırılmasında ve uygulanmasında imam yöneticilerle katılmak zorundadır.
- Zeydiler, imama şeyhler ve vilayet valisi aracılığıyla hediye verme hakkına sahiptir.
- İmam, kazancının onda birini Osmanlı'ya vermek zorundadır.
- On yıl boyunca Enes'teki Jebel el-Şark'tan zekat toplanmayacaktır.
- İmam, Zeydilerin bulunduğu bölgelerde hüküm sürecektir.
- Yemen yöneticileri ve imamın takipçileri, kayıtsız şartsız Yemen'de dolaşabilecektir.
- İki taraf, bu koşulları onaylayan fermanın yayımlanmasından sonra kendileri için belirlenen sınırları aşmamalıdır.
https://youtu.be/rzeSwqFHgr8?si=icnXu7j9hrEw-p_T
Yorumlar
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️