Mutlak,Tin, Hiclik
Mutlak
Mutlak ya da saltık, felsefî bir kavram olarak şeylerin, keşfedilmiş olsun olmasın, bütününü, tamamını tanımlar.
Felsefenin farklı konularında ve farklı felsefî metinlerde, Mutlak nihai varlığı tanımlamak için de kullanılabilir; bu kullanımda fâni ve varlığı zorunlu olmayanın tersi olan yani mutlakolan varlık anlamındadır.
Neden hiçbir şey yok değildir de varlık vardır.
Hiçbir şeye bağlı olmaksızın var olan, bağımsız ve koşulsuz olan anlamında felsefi terim.
Genelgeçer anlamı bakımından hiçbir şey ile sınırlandırılamaksızın var olan şeyanlamındadır.Felsefe tarihinde her zaman mevcut olmuş, üzerinde en çok tartışılmış kavramlardan birdir. Metafizikte, mantıkta, epistemolojide, estetikte, bilimde bu kavramın değerlendirilmesi ve üzerinden süregelen tartışmalar söz konusudur. Mutlak; sınırsız, sonsuz, koşulsuz, değişmez, zorunlu olduğu varsayılanı anlatan felsefe terimidir.
Felsefi anlamda mutlak kavramı, bu bilinen genel anlamıyla eş fakat kısmen daha kompleks bir anlaman katmanına sahiptir. Buna göre, mutlak, her şeyi kuşatan, en temel gerçeklik anlamındaki felsefi ilkedir. Göreli kavramının karşıtı olarak, mutlak, hiçbir koşula bağlı değildir ve hiçbir şey tarafından koşullanmamış olanı, kendinde var olanı, varlığının koşulu ya da nedeni kendinde içkin olanı belirtmek üzere kullanılır. Mutlak kavramı bu anlamda felsefenin en çok eleştirilen kavramlarından birisidir; ancak buna rağmen vazgeçilemez bir kavram olarak varlığını sürdürmektedir.
Mutlak kavramının bir terim olarak ortaya çıkış ve süregeliş tarihi çok eski olmakla birlikte, Aydınlanma Çağı'ndaki ortaya çıkışı ve kullanılışı dikkate değerdir. Bir yanda Spinoza'nın Tümtanrıcı felsefesinde ve bundan kaynaklı tartışmalarda belirgin bir yer tutar mutlak kavramı, bir yanda da Friedrich Schelling ve Hegel gibi Alman idealizminin önemli isimlerinde tartışmasız öncelikli bir yere sahip olarak belirir.
Hegel'in Mutlak zihin kavramı:
Hegel felsefesinde mutlak kavramının özel bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Mutlak tin ya da mutlak zihin kavramı Hegel'de vazgeçilmez kavramlardır. Hegel'in tin, geist, idea, mutlak kavramlarıyla anlatmak istediği, her şeyi var kılan tinsel bir varlık, tüm insan bireylerinin dışında var olan nesnel bir varlıktır ki bu Tanrı'dan başka bir şey değildir.
Hegel, esas olarak insanın kendisinin dışında olan, kendisinin yaratmadığı ve insandan bağımsız olan bir dünyayı deneyimlediğini ve bilgi olarak bu dünyanın bilgisini edindiğini kabul eder. Bu doğal dünya yine de bütünüyle zihnin eseridir, fakat burada söz edilen zihin insanların zihinleri değil, insandan başka bir zihindir. Bilginin nesneleri insan zihni tarafından yaratılmamıştır. Sonlu ve sınırlı bir birey olarak insanın zihni, dünyayı meydana getiren ve bilginin konusu olan nesneleri/gerçekliği meydana getiremez, bunlar başka bir zihnin eseri olabilirdir ancak; ki bu Hegel'e göre mutlak bir özne, mutlak bir zihin ya da akıl ya da tindir. Gerçeklik ve onu var kılan mutlak zihin, insan bireylerin zihninden bağımsız olarak vardırlar; ancak insan zihni, bu mutlak zihni yine de kısmen kavrayabilir. Mutlak zihin, insan zihinlerinde ve doğada tezahür eder ve gerçekleşir. Bu gerçekleşme diyalektik yoluyla meydan gelir.
Din ve mutlak:
Mutlak sözcüğü sözlüklerde "göreli (nispi) ve görece (rölatif, izafi) olmayan, var olmak için başka hiçbir şeye gerek duymayan ya da hiçbir ilişkiyi gerektirmeksizin kendiliğinden var olan, varlığının nedeni yine kendisi olan, hiçbir şeyle bağlı, kayıtlı ve ilintili olmayan" biçiminde tanımlanır.
Mutlak hiçbir sıfatla eksiltilemez, hiçbir şeyle benzerlik ve zıtlık kabul etmez, eksiklik ve tamlık kavramlarından uzaktır. Mutlak hakkında değişmek, başka türlü olmak, yükselmek, alçalmak ve tekamül etmek gibi kavramların hiçbiri düşünülemez ve söz konusu edilemez. Bu tanımlanma biçimlerine bağlı olarak metafiziğin yanı sıra dinsel düşüncede de mutlak kavramı önemli bir yer tutar. Kimilerine göre "mutlak olan" yalnızca Tanrı ya da Allah’tır.
♻️
Panteizm
Panteizm ya da tüm tanrıcılık, her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı'nın,[1] Evren'in ya da doğanın Tanrıile aynı olduğu görüşüdür.[2] Panteistler kişileştirilmiş ya da antropomorfik bir Tanrıyainanmazlar.
Panteizm, genellikle monizm ile ilişkili bir kavramdır. Panteizmde her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insandünyasında vardır.
Panteizm, 17. yüzyıl filozofu olan Baruch Spinoza'nın çalışmalarına dayalı bir teoloji ve felsefe olarak modern çağda popüler oldu. Monizm, Spinoza'nın felsefesinin temel bir parçasıdır. Spinoza, terimin adı o öldükten sonra konulsa da panteizmin en ünlü savunucusu olarak kabul edilir.
Tarihçe:
Tahminen 2. veya 3. yüzyılda yayınlanan ve Hermetik bir derleme olan Asclepius (logos teleios) da “Her şey bir bütünün parçasıdır veya tek biri hepsidir” cümlesi ile karşılaşıyoruz.
Felsefî bir görüş olarak panteizm, Eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans'tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından ağırlıklı olarak temsil edilmiştir. Spinoza ağırlıklı panteizm algılayışına göre Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı-Evren-insan ayrımı yoktur, böyle bir ayrım aklın illüzyonu, yanılsamasıdır. Bilimsel olarak Tanrı, evren ve insan birdir, aynıdır.
19. yüzyılda panteizm pek çok önde gelen yazar ve filozofun teolojik bakış açısı oldu. Britanya'da William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge; Almanya'da Johann Gottlieb Fichte, Friedrich Wilhelm Joseph Schelling ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel; Amerika Birleşik Devletleri'nde Walt Whitman, Ralph Waldo Emerson ve Henry David Thoreau panteist yaklaşıma sahip kişilerdir.
Albert Einstein birçok yazısında panteist eğilimler sergiler, kişileştirilmiş bir tanrıya inanmadığını belirten "Asla doğaya bir amaç ya da hedef ya da insanmerkezci (antroposantris) olarak anlaşılabilecek herhangi bir şey yüklemedim" sözü,[7] Spinoza hayranlığını belirttiği yazısı "Evren'in harikulade düzenlenmiş olduğunu ve belli yasalara uygun hareket ettiğini görüyoruz ama bu yasaları sadece bulanık bir şekilde anlayabiliyoruz. Spinoza’nın panteizmine hayranım, ama onun modern düşünceye katkısına çok daha fazla hayranım, çünkü o ruh ve bedenî iki ayrı şey değil de bir bütünmüş gibi gören ilk filozoftur"[8] ve "Tanrıya inanıyor musun?" sorusuna verdiği cevap "Varolanların düzenli uyumunda kendini gösteren Spinoza’nın Tanrısı’na inanıyorum, insanların kaderiyle ve eylemleriyle ilgilenen bir Tanrı’ya değil."
20. yüzyılın sonlarına doğru panteizm, genellikle neopaganizmin benimsediği teolojik yaklaşım olarak ilan edildi ve panteistler, panteizm için özel olarak örgütler kurmaya başladı.
Dinlerde panteizm:
Dinlerde panteizmin kökeni Hint ve yerli Amerikan dinlerine kadar uzanır. Bilinen en eski panteist fikirlerin Hindu dini metinlerinde yer aldığı iddia edilmektedir.islâm panteist unsurlar içerir. islâm‘da vahdet-i vücud olarak isimlendirilen yaklaşımda Dünya'daki bütün varlıklar ve tüm Evren, Tanrı'nın yansımaları olarak görülür. Vika gibi modern pagan dinleri panteist görüşler içermektedir.
♻️
Tin (felsefe)
Tin, evreni açıklamak için her şeyin özü, temeli veya yapıcısı olarak benimsenen madde dışı varlık.
Düşünceden bağımsız varlığın olamayacağını savunan görüşlerde (İdealizm) özdek kavramına, fizik etkinliğe ve içgüdüsel etkinliğe karşıt olan şey anlamında kullanılır. Ayrıca stoa felsefesinde, evren usu, evren ruhu; etki yapan, biçim veren, canlandıran ilke olarak geçmektedir.
Kelime anlamı olarak ruh kelimesine karşılık gelse de, felsefi bir terim olarak tin, ruhtan ayrı bir kavramdır. Ruh, organik ve duyusal yaşamın ilkesidir (hayvanların da ruhundan söz edilir). Tin ise yalnız insana özgü düşünme yetisidir.
İdealar teorisi
İdealar Kuramı, felsefede önemli bir prensip olarak Platon tarafından ortaya atılmış ve epistemeanlayışından doğmuştur. Gerçek bilginin temelinin ancak idealar dünyâsında bulunabileceği temeline dayanır.
Platon bunu mağara örneğiyle açıklar: Bir mağaranın girişinde durup arkası güneşe dönük olan kişi, güneşi hiç görmemiştir. Yalnızca önündeki mağara duvarına yansıyan kendi gölgesini görmektedir. Bu kişi duvardaki gölge ve ışığı gerçekliğin kendisi zanneder. Oysa gerçek, Güneş ve kendi bedenidir.
İdea nedir?
İdealar kuramı her ne kadar da en genel anlamda zihinde oluşan ve belirli anlayış formlarına dönüşen, bugün 'duyumsanamaz' görüşünü koruyan algılamalar dizisi olsa da idealar daha çok basitçe, yaşantımızın, bellekteki akışının kendimiz tarafından ve tarafımızdan olmayan bir dizi denetim mekanizmalarının oluşturduğu bir çeşit sayısal kolajlar dizisidir. Bir başka deyişle zihin, belleğe kaydolan verileri saklar ve biz bellek bölümünün gücüne ve seçiciliğine bağlı kalarak istencimiz veya beklentilerimiz ekseninde kimi veriler -yeni benzer veya olmayan bilgiler- oluştururuz. Zihinde doğan bu yeni bilgi bütünü, sonrasında dış dünya (nesneler dünyası) ile tutarlılıklarını ilişkilendirir. Ortaya çıkan bu düşünsel bütün, fiziksel ortam ile -zaman, onun içindeki gerçeklik, görelilik ve en önemlisi belleği ikna ediciliği ki bu, aynı zamanda fiziksel olana aykırı gelmemesi anlamı taşır- kendisini söz konusu gerçeklikte benimseten yeni bakış açısına verilen kuramın 'soyut' sistemlenen bilgiler dizisidir.
Kuramın temelleri:
Eflâtun'un Herakleitosçu öğretiden alarak İdealar Kuramı'na taşıdığı "evrende değişmeyen ve aynı kalan hiçbir şey yoktur, her şey akar" mantığından çıkarımla, "mademki evrende değişmeyen hiçbir şey yoktur, o hâlde, gelip geçici bilgilerin (göreceli/relatif gerçeklerin) değişmez ilksiz ve sonsuz, hep aynı kalan asılları olması gereken gerçek bilgiler, (idealar) bu evrenin dışında bir yerlerde olmalıdır" sonucuna varmıştır. Eflâtun, bu düşünceleri ile felsefeye çok önemli boyutlar getirmiştir.
Eflâtun'un idealar kuramı, hem mantık, hem de metafizik içeriklidir.
- Kuramın mantıksal dizini, Parmenides'in, "Eğer dil bir saçmalık değilse, sözcükler bir anlam taşımalıdır. Üzerinde konuşulsun veya konuşulmasın, var olan nedenleri anlatmalıdır." savından yola çıkar. Örneğin, doğru olarak "bu at'tır" diyebileceğimiz pek çok hayvan vardır. Bir hayvan, atlara özgü genel yapıyı taşıdığında "at"tır. Dil, "at" gibi genel anlam içeren sözcükler olmaksızın yaşayamaz. Bu sözcük eğer bir şeyi betimliyorsa bu herhangi bir "at" değil, evrensel "at" kavramıdır. Bu kavram, herhangi bir at doğduğunda doğmaz, herhangi bir at öldüğünde de ölmez. Bir varlık da değildir. Uzayda bir yer kaplamadığı gibi, zaman ile de sınırlandırılamaz.
- Kuramın metafizik bölümüne göre "at" sözcüğü, belirli bir düşünsel (ideal) at'ı, Tanrı'nın yarattığı tek bir at'ı, ilk ve ana örneği, kalıbı betimler. Tek tek atlar, ideal at ile ortak bir yapıya sahiptirler. Bu ortaklık, az ya da çok eksiktir (kopya tam ve yetkin değildir). Bu yüzden tek bir at ideası ve çok sayıda at vardır. Düşünsel (ideal) at gerçek, tek tek atlar görüntüseldir.
- Temel düşünce yapısı itibarıyla "Batı metafiziği"nin kurucusu olarak anılan Eflâtun, bu düşünsel zincirin ilk halkası olarak kabul ettiği "ruhun ölmezliği" kavramını, alışılagelmiş mythos halinden soyutlayarak, daha sağlam temellere oturtması gerektiğini de hissetmiştir. Bu noktada, ruhun ölümsüzlüğü yanında, idealar dünyasından geldiğinin ve kökünün orada olduğunun da belirlenmesi gereklidir.
Tin
- Tin, Türk mitolojisinde soyut bir varlık (spirit).
- Ruh
- Tinia, Etrüsk mitolojisinde bir baş tanrı
- Tin Suresi, Kur'an'da bir sure
- Tin (felsefe), felsefede bir kavram.
♻️
Şey
Şey, felsefi bir kavramdır. Mistik İslamöğretisindeki sonsuzluk ve vahdet-i vücudkavramlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bir anlatıya göre şey aslında hiçbir şeydir, hiçbir şey olduğu için de her şeydir. Hiçlik kavramıyla arasında gizli bir bağıntı vardır. Burada sözü edilen hiçlik, Hayyam öğretisinde sonsuzluğa işaret eden hiçliktir.
♻️
Hiçlik
Hiç veya Yok, kelime anlamıyla hiçbir varlığın olmadığını ifade eden bir işaret zamirdir.[1] Yani olmayanı ama mutlak anlamda olmayanı işaret eder. Hiçlik veya Yokluk ise Hiç zamirinin hakim olduğu durumu ifade eder. Felsefi ve teknik olmayan günlük kullanım anlamında, Hiç veya Yokkelimesi varlıktaki bir eksiği ifade eder.[2] Örneğin bardağımda hiç su yok gibi bir ifadede bardaktaki bir eksiklik anlatılmaktadır. Bu mutlak anlamdaki hiçlik / yokluk kavramından farklıdır. Mutlak anlamda yokluk ve hiçlik, suyun aslında hiç olmadığı, su diye bir varlığın yok olduğunu ifade etmektedir.
Felsefi Sözlük Tanımı:
Kelime tanımı itibarıyla, bir genel anlamda felsefe de varolmama durumu olarak tanımlanır. Varlıkta eksiklik ya da bulunmayış durumu, mevcut olmama hali olarak belirtilir. Bu anlamda felsefi bir kategori olarak anlaşılır ve yokluk ya da namevcudiyet şeklinde kullanılır. Felsefedeki bir başka anlamı ise, inkâr ya da yadsıma nedeniyle gerçeklikteki durumların, özelliklerin ortadan kaldırılması sebebiyle meydana gelen varolmayış durumu olarak belirtilir. Bu hiçlik göreli hiçlik olarak ifade edilmektedir. Hiççilik akımı bu anlamlar üzerinde kurulu bir öğretidir. Etikde, bilgi teorisinde ve siyasal felsefede hiççilik akımları vardır. Hiççilik bir tutum olarak hiçlik'i benimser.
Felsefede Hiçlik/Yokluk
Batı Felsefesinde Hiçlik
Yokluk, felsefi ve dini anlamda çok sayıda tartışmayı beraberinde getirmektedir. İnsan algısını zorlayan ve tehlikeli bir düşünme alanı olarak ilan edenlerin yanında, böyle bir kavramın düşünülmesini aptalca bulanlar da vardır. Bir Hristiyan rahip olan Giacomo Casanova (1725–1798) tarafından bu durum aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir: Her şey gibi, onun için, kaderin bir cüzü olarak hiçlik, onun aklında anlaşılması güç bir kavramdır: Büyük tufan bütün dünyayı kapladı; öncesinde insanlar bin yıl yaşayabilirlerdi ve Tanrı onlarla sohbet ederdi; Nuh gemisini yüzlerce yılda inşa etti; o sırada dünya hava içinde saklıydı ve Tanrı'nın hiçlikten yarattığı kainatın merkezinde durmaktaydı. Ona hiçliğin varlığını anlattığımda ve ispatladığımda, sözümü kesip beni aptallıkla suçladı.
Parmenides
Batıdaki hiçlik kavramı ile ilk ilgilenenlerden birisi milattan önce 5. yüzyılda yaşayan Yunan filozof Parmenides'tir ve tekçi ekolünden gelmektedir. Yokluğun var olamayacağını aşağıdaki cümle ile ifade eder: Bir şeyi konuşabilmek için, konuşabilecek bir varlığın olması gerekir. Geçmişte var olan şeyleri konuşabildiğimize göre bu şeylerin hala var olduğunu söyleyebiliriz ve buradan aslında değişim diye bir şeyin var olmadığı sonucuna varılabilir. Benzer şekilde, varlığa geliş, var olmaktan çıkış veya var olmayış gibi şeylerin var olmadığını da söyleyebiliriz.[5]
Parmenides'in en önemli yanı, Sokrates ve Platongibi filozoflar tarafından dikkate alınmış ve bu düşünürleri etkilemiş olmasıdır.[6] Aristo, Parmenides'i ciddi şekilde çalıştıktan sonra şu sonucu çıkarır: Her ne kadar bu düşünceler diyalektik tartışmanın etkisinde görülse de, deliliğin yan kapıda olduğuna inandıran gerçeklerdir.[7]
Parmenides'in yaklaşımı en güzel anlatan cümle kendisinin meşhur sözü olan Hiçlik hiçlikten gelir(veya yokluk yokluktan gelir) şeklinde tercüme edilebilecek olan sözdür. (Latince: ex nihilo nihil fit, İng. Nothing comes from nothing). Bu sözün mekan ve zaman algısı içerisinde dilbilimaçısından modellenmesi çoğu zamansal mantık ve matematiksel gösterimleri zorlamaktadır.
Leukippos
Parmenides'e benzer şekilde milattan önce 5. yüzyılın başlarında yaşamış olan ve atomcu ekolün temsilcilerinden olan Leukippos da hareket ve değişim üzerine günlük gözlemlere dayalı iddialarda bulunmuştur. Tekçi yaklaşımdaki boşluk (vakum) olmadan hareketin olmayacağını kabul etmiştir. O dönemde kullanılan boşluk (vakum) kavramı, varlığın zıddı olarak düşünülüyordu ve tekçi yaklaşımda göre aynı anda aynı yerde iki varlık olamayacağı için bir varlığın hareket edebilmesi için önce gideceği hedefin boş olması gerektiği kabul ediliyordu. Bununla birlikte plenumismi verilen ve bir varlıkla dolu yer anlamına gelen yer için hareketin mümkün olmadığını da kabul etmekteydi, çünkü bu yer madde ile doluydu ve aynı anda aynı yerde iki madde bulunamazdı. Ayrıca kendisinin geldiği atomcu yaklaşıma göre ve daha sonraları Demokritos (M.Ö. 460 - 370) tarafından daha detaylı ortaya konulacak olan görünmeyen küçük atomlar bulunmaktaydı ve bu atomlar arasında boşluk bulunmaktaydı. Buna göre, Parmenides'in iddiasının aksine varlığa gelişmümkündür ve aslında varlıkların bu boşluğa geçişi ile yokluk içerisinde varlık oluşur. Benzer şekilde, varlığın terk ettiği yerde de var olmaktan çıkış yaşanmaktadır. Bu hareketi gerçekleştirebilmek için boşluğun (ve dolayısıyla boşluk durumunda yokluğun) var olduğunu kabul etmek gerekir, aksi halde hareketin hiç olmadığı donmuş bir dünyayı Parmenides'in kabul etmesi gerekir iddiasındaydı.
Bu iddialara cevap olarak Bertrand Russell, Leukippos'un iddilarının, Parmenides'in iddialarını tam anlamda çürütmediğini iddia etmektedir. Buna karşılık, Leukippos'un iddiaları, tartışmayı felsefi düzeyden çıkararak günlük gözlem düzeyine (hareket örneğinde olduğu gibi) ve dolayısıyla uygulamalı bilime kadar giden sürece çekmiş olduğunu bu yüzden önemli olduğunu iddia eder. Aynı zamanda Russell, iki görüşün de plenumda hareketin mümkün olmadığını söyleyerek hata yaptıklarını ancak plenum içerisinde hareketin başlayamayacağını iddia etmektedir.[9] Cyril Bailey, Leucippus'un bir varlığın bir bedeni olmadan var olabileceğini ve materyalist atomlardan meydana geldiğini iddia eden ilk kişi olduğunu iddia eder. Bu anlamda Leucippus'un hiçliğin gerçek anlamda kendisine bağlı olduğunu iddia eden ilk kişi olduğu söylenebilir.
Aristo:
Aristo (M.Ö. 384–322), Parmenides tarafından ortaya atılan ve madde ve boşluk kavramları arasındaki ayrıma atıfta bulunur. Bu senaryoya göre boşluk, hiçliktir ama bu hiçlik sadece varlıkların yer işgal etmesi için kullanılan kaplardır. Oysaki gerçek anlamda hiçlik, bu boşluktan daha farklı bir kavramdır ve Aristo bu boşluk düşüncesini hiçlik algısının dışında tutmaktadır.[11][12]
Bu boşluk sınıflandırması, Isaac Newton tarafından doruk noktasına ulaşmış ve varlığın mutlak boşluk olduğu iddiasına kadar ulaşmıştır. İlginç şekilde, her ne kadar Albert Einstein'ın genel izafiyet algısı, Newton'un mutlak boşluğu ile tutuşmasa da, modren Kuantum Teorisi boşluğun hiçlikolmadığını ve Kuantum Köpüğü kavramı ile de hiçbir şeyin var olmadığı varlıktan bahsetmektedir. Öte yandan, Rene Descartes boşluğun inkârı için Parmenides benzeri bir iddia kullanmaktadır. Descartes'e göre, madde vardır ve maddenin varlığı yokluğuna yer bırakmamaktadır.[13]
Plenum yaklaşımındaki iddialarını takip eden filozoflar tarafından boşluk fikir genel olarak bir maddeden boş olma durumu olarak kabul edilmektedir. Descartes'in bu fikri, Blaise Pascaltarafından çürütülmeye çalışılmış ve geleneksel inancın aksine, Doğa, vakumu emer iddiası ortaya atılmaktadır. Bu iddia 1643 yılında vakum üzerindeki çalışmaları ile ünlenen Evangelista Torricelli tarafından barometrenin icadında da gösterilen boşlukların cıva tarafından doldurulacağı gerçeği ile uyuşmaktadır. Gerçi Torricelli'nin hocası sayılan meşhur Galileo Galileitarafından pompanın emme etkisi tam olarak açıklanamamış olsa bile Torricelli bu deneyinde doğanın emme gücünü gösterebilmiştir.[
İskoç John:
İskoç John veya Johannes Scotus Eriugena (815–877) olarak bilinen Hristiyan din adamı ve filozof, kendi dönemi için Hristiyanlığa isyan olarak kabul edilebilecek çok sayıda yeni görüş ortaya atmıştır ancak yine de kendisine karşı ciddi bir tepki gösterilmemiştir. Fikrinin ana yapısı, Dionysius-taklidi görüşlerin tercümesi üzerine oturmaktadır. Görüşleri temel olarak panteist görüşte olup şeytanı çoğu diğer şeyle birlikte var-olmayanolarak tanımlamaktadır. Panteist yaklaşımda Tanrı her şey olduğu için ve Tanrının tersi olamayacağı için Tanrının tersi olarak görülen şeytanın var olmayan olduğunu düşünmektedir. Benzer şekilde Tanrı dünyayı yokluktan yarattı cümledeki yokluk kelimesinin Tanrı ile eş anlamlı olarak yorumlanması gerektiğini düşünmektedir.
G. W. F. Hegel:
Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770–1831) diyalektik düşünceyi zirveye taşıması ile bilinen düşünürdür. Hegel'e göre Bilim Mantığı üç adımdan oluşur. İlk adım tez aşamasıdr ve bu aşamada mantık içerisinde bir esas konulur. İkinci aşamada, ilk aşamadaki tezin tersi olan antitezüretilir ve son aşamada tez ve antitez'den bir sentez oluşturulur. Hegel'e göre hiçbir esas, tam olarak doğru olamaz. Sadece bütünün kendisi doğru olabilir ve diyalektik sentez, bütünün özel bir esas ile olan ilişkisini göstermektedir. Gerçek bütün sürecin, tez, antitez ve sentez olarak parçalara bölünmesi ile tek başına anlam ifade eden bir cümleye indirgenemeyeceği için, bu aşamaların tamamı (yani tez, antitez veya sentez) tek başına doğruyu ve gerçeği ifade etmekte yetersizdir. Yokluk kavramı, Hegel'in Mantığının başında yer alır. Hegel'e göre bütün, Mutlak olarak adlandırılmakta ve ruhsal bir anlam verilmektedir. Buna göre Hegel için aşağıdaki liste yapılabilir:[16]
Varoluşçuluk:
Varoluşçuluk yaklaşımının en önemli figürlerinden birisi Jean-Paul Sartre'dir ve Varlık ve Hiçlik(Orijinal ismi: L'être et le néant, ayrıca kitabın Türkçe tercümesi de bulunmaktadır. Çeviren: Turhan Ilgaz, Gaye Çankaya Eksen), İthaki Yayınları, 2009) isimli kitabında yoğun olarak Martin Heidegger'in Varlık ve Zaman (Almanca: Sein und Zeit) isimli eserinden etkilenmiştir ve Heidegger daha sonradan Sartre'nin kendisini yanlış anladığını iddia etmiştir. Sartre'ye göre iki tülrü varlık (être). vardır. Birincisi ağaç gibi taş gibi varlığın kaba maddeleridir (être-en-soi). İkincisi ise bilinç seviyesindeki varlıktır (être-pour-soi). Sartre bu ikinci varlığın aslında yokluk olduğunu, çünkü düşüncenin kaba bir varlığa dönüşemeyeceğini iddia etmektedir.[18] Bu düşünce daha sonra Sartre'ye benzer şekilde Jaques Lacan ve benzeri filozoflar tarafından kendi ateist felsefelerine temel olarak kullanılmıştır. Bu düşünceye göre, yokluk, yokluktan yaratılmalıdır ve dolayısıyla Tanrı'nın var olması gerekmemektedir.
Doğu Felsefesi:
Doğu ve Batı felsefelerinin yokluk kavramına bakışı arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Örneğin Budizm'de boşluk anlamına gelen Śūnyatākelimesi, yokluk kavramından farklı olarak, Budizm'de bir seviyeye işaret etmektedir (bkz. Nirvana). Buna göre, yeterli ayıklık ve aydınlık seviyesine ulaşılabilirse tam odaklanılacak hiçbir şeyin olmadığı mutlak hiçliğe ulaşılmış olur. Bunun klasik bir uygulaması, bir okçunun bütün düşüncelerinden arınarak sadece okuna ve hedefine odaklanmasıdır. Her ne kadar yazarların kendisi tarafından hiçbir zaman vurgulanmasa da bazı yazarlar, Budist düşünce ve Heideger ve Sartre'nin düşünceleri arasındaki benzerliklere dikkat çekmiştir.
Yine doğudaki bazı felsefi akımlara göre, yokluk, insanın egosundan arınması ve kişinin kendisini Kozmos'un ufak bir parçası olarak kabul etmesidir.
İslam'da Yokluk:
İslam'da yokluk algısı çeşitli konularda geçmektedir. Bunlar, kainatın mutlak yokluktan/hiçlikten yaratılması, tasavvufta hiç(fena) olma hali ve ölümün yokluğa geçiş olup olmaması gibi başlıklarda toplanabilir.
Yaratılış:
İslam'da yokluk kavramı, Kur'an'da çeşitli ayetlerde geçmektedir. İslam'daki yokluk ve hiçlik algısının temelini oluşturan ayet, yaratılışta yer alan yokluk ile başlar (6. Enam Suresi, 101. Ayet):
- O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O'nun bir eşi olmadığı halde nasıl bir çocuğu olabilir? Halbuki her şeyi O yarattı. O her şeyi hakkıyla bilendir.
Ayette geçen ve yaratılışın örnekleri olmadan yaratmak olduğu, yani mutlak yaratmanın ki buna ibda ismi verilmektedir benzeterek yaratmaktan ki buna da inşa ismi verilmektedir, farklı olduğu, dolayısıyla mutlak yaratma için önce yokluğun varlığı ifade edilmektedir.
Tasavvuf'ta Yokluk ve Fenafillah:
Tasavvuf yolundaki yokluk hali Fakr olarak adlandırılır ve bu hal kaynağını Kur'an'a dayandırmaktadır. 28. Kassas Suresi 88. Ayet aşağıdaki şekildedir:
- Sen Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Onun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O'nundur ve kesinlikle O'na döndürüleceksiniz.
Bu ayetin tasavvuf yorumunda, Allah'tan başka her şeyin terk edilmesi ve Allah dışındaki varlıkların, kişinin inancının dışına çıkarması, neticede de Allah dışında her şeyin yok olduğu günde, tek var olan Allah'ın kişinin gerçek anlamda tek iman ettiği varlık olması vurgulanmaktadır. Bu makama tasavvufta Fenafillah ismi verilmektedir ve kısaca kesretten kurtulup Vahdet'e ulaşmakolarak anlatılabilen haldir. Yani kişinin yaşamı ve dünyadaki çok sayıda (kesret) varlığın yok olacağını bilmesi, inanması ve bunu bir hal olarak yaşaması ve neticesinde bu çokluğu terk edip bir (Vahdet) olan Allah'a ulaşması halidir. Bu görüş, Panteist yaklaşım yani Tanrı'dan başka varlığın reddi olarak anlaşılmamalıdır (bkz. Vahdet-i Vücûd)
İslam'da Ölüm ve Yokluk ilişkisi:
İslam inancına göre, hiç kimse yok olmamaktadır. Ölüm kişilerin yok oluşu değil beden ve ruhun birbirinden ayrılmasıdır. Bu ayrılma sonucunda bedenler yok olmakta, çürümekte ve toprağa dönüşmekte olsa da ruh değişmeden ahireti beklemektedir. Berzah denilen kabir hayatından sonra, insanlar ebedi bir hayat için yeniden diriltilecek, yani ruhlara o aleme uygun bedenler verilecektir.[28] Yani İslam'a göre, ölüm yokluk değildir, hiçlik değildir. İslam'ın bu konuya yaklaşımını ifade eden Mektubat isimli eserde aşağıdaki ifadeler yer almaktadır.[29]
- Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir inidam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
Yani daha basit bir ifade ile, Ölüm bir idam değildir, üzüntü değil, yokluk değil, batma değil, sönme değil, sonsuz ayrılık değil, yokluk değil, tesadüf değil, yapanı belli olmayan bir yokluk değildir. Belki Yapanı Hakim ve Rahim olan tarafından bir görev bitimidir, bir yer değiştirmedir. Sonsuz saadet tarafına, ana vatanlarına bir dönüştür. Yüzde doksan dokuz dostun toplandığı yer olan berzah alemine ulaşma kapısıdır.
♻️
Fenafillah
Fenâfillah, tefâni sırrı da denilen, "ölmeden önce ölmüş gibi olup" yokluk sırrına ermek, Allah'ın varlığında yok olmak, erimek anlamına gelir. Tasavvuf inancına göre, evrende Allah'ın varlığından başka gerçek varlık yoktur. Varlıklar onu gösteren birer aynadan ibarettir.
Fenafillah bir vahdet-i vücud kavramıdır. Kul bu makamlarda kendinden ve sıfatlarından fani olarak Hakk'ın sıfatlarıyla beka bulur. Tasavvuftaki en son mertebe olan salah makamının kapısıdır.

Namaz için ön şartlardan birisi kıble istikametine doğru yönelişi içerir.
🔴
Varlık ve Hiçlik Bağlamında Jean-Paul Sartre’ın Estetik Teorisi
Jean-Paul Sartre (1905-1980) yaşadığımız çevreye, olaylara tarafsız kalma veya sorumsuz davranabilme ihtimalini reddeden ve bu düşüncesini temel yapıtı Varlık ve Hiçlik’te (Fenomenolojik Ontoloji Denemesi) (1943) varlığın anlamını sorgularken, insan varlığının, varolmasındaki süreçte önceden belirlenmiş öz düşüncesini yok sayar.
Xx
Yorumlar
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️