3 Ekim 2024 Perşembe

Altınordu Devleti”BatuHan” Tatar Türkleri

KIRIM TATARLARI KİMDİR?
Doç. Dr. Hakan KIRIMLI, Bilkent Üniversitesi

Kırım Tatarlarının tamamı Sünnî Müslüman olup, anânevî olarak Hanefî mezhebine bağlıdırlar. Kırım Tatarlarının ana dili olarak konuştukları lehçelerin hepsi Türk dilidir. Burada altı çizilmesi gereken husus “Kırım Tatarcası” diye adlandıracağımız tek bir lehçenin mevcut olmadığıdır. 1944 Büyük Sürgünü öncesi “Yalıboyu” tabir edilen Kırım’ın güney sahil şeridinde yaşayanlar düpedüz Osmanlıca’nın uzantısı olan büyük ölçüde Oğuz ağırlıklı bir lehçe konuşurlarken, “Çöl” tabir edilen Kırım’ın kuzey kesimlerindeki düzlük bölgelerin ve Kerç yarımadasının halkı bâriz Kıpçak özelliklerini taşıyan bir lehçeye mâliktirler. Diğer taraftan, coğrafî olarak Kırım’ın orta kesimlerinde yer alan Bahçesaray ve Karasubazar bölgelerinde konuşulan şive ise yukarıda anılan birbirinden hayli farklı dialektlerin karışımından müteşekkil bir yapı arz eder. “Orta yolak” adı da verilen ve aynı zamanda edebî Kırım Tatar dili olarak kabul edilmiş olan bu şive tam bir Oğuz-Kıpçak karışımı mahiyetiyle umum Türk dünyasında gayet orijinal bir mevkiye sahip olup, belki de bu dünyadaki hem Oğuz hem de Kıpçak grupları tarafından çok büyük ölçüde anlaşılabilen yegâne lehçeyi teşkil eder.

Bugünkü Kırım Tatarları birbirlerinden ayıran farklar yalnızca lehçe-şive farklarından ibaret değildir. Anılan şive farklılıklarına paralel olarak, fizyonomik özellikleriyle de çoğu Kırım Tatarının aslen Kırım’ın hangi bölgesinden olduğu kolaylıkla ve isabetle tahmin edilebilir. “Çöl” bölgesindekilerin nispeten çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli bâriz mongoloid özelliklerine karşılık, Yalıboylular genellikle Akdeniz tipleriyle birbirlerinden ayrılırlarken, aynen şive hususunda olduğu gibi, Bahçesaray, Akmescit ve Karasubazar gibi orta bölgelerden gelenler fizyonomik açıdan da bu vasıfların bir karışımını teşkil ederler. 

Mevcut dil ve kültür özellikleri bu halkın aslî kısmının kökünün tarihî Türk etnosuna dayandığını hiç bir şüpheye yer vermeyecek ölçüde ortaya koymaktaysa da, etnik Türk unsurların yarımadadaki hakimiyeti altında geçen çok uzun bir süreç içinde Müslümanlaşan ve/veya Türkleşen diğer etnik grupların da bu terkibe dahil olduğunu kaydetmek gerekir.

⚠️Bu meyanda, Türk veya proto-Türk halkların bölgede tesbit edilebilinen mevcudiyetlerinden önce, M.Ö. IX. yüzyıldan itibaren yarımadada Kimmer, Tavr, İskit, Sarmat, Yunan ve Got hakimiyetlerinin tesis edildikleri bilinmektedir. Antik çağlardan beri de özellikle Yalıboyu’nda canlı bir ticaret ve şehirleşme olgusu var olagelmiştir.‼️

VI. yüzyılın ikinci yarısında yarımadanın kuzeyindeki bozkır (Çöl) kesiminin kısa bir süre için de olsa Türk (“Göktürk”) Kağanlığı’nın hakimiyeti altına girdiğini kaydetmek gerekir. Bu kağanlığın dağılmasını müteakip VII. asrın ortalarına doğru Kırım’ın da yer aldığı çok geniş bir arazide bir Türk halkı olan Hazarların devleti teşekkül etti. 

Türkleşmeye başlaması açısından kritik bir devir olarak nitelendirmek mümkündür. Her ne kadar Hazar hakimiyeti yarımadanın tamamını ihata etmiyor idiyse de (güneydeki sahil şeridi kısmen Bizans idaresine tâbi idi), bu imparatorluğun bünyesinde Kırım’ın özel bir yeri olmuştur. 

Hazar varlığı Kırım’a öylesine damgasını vurmuştur ki, yarımadanın XV. yüzyılda bile bazı Avrupalılar tarafından “Gazaria” olarak adlandırıldığı görülür. Etnik olarak Türk olmakla birlikte Musevî bir hânedânın yönettiği Hazar İmparatorluğu’nda genellikle İslâmiyet de dahil diğer dinlere tolerans gösterilmekte ve devletin bir hayli Müslüman tebası bulunmaktaydı. 

Bu sebepten, Kırım’da ilk Müslümanlar Hazar döneminde görülmeye başlamış olmalıdır.

Kırım’daki Hazar hakimiyeti IX. yüzyılın ikinci yarısında çöktüyse de, Asya’dan gelen yeni göçebe ve savaşçı Türk dalgaları bölgenin tedricî Türkleşme sürecini devam ettirdiler. Bu meyanda, Peçenekler X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yarımadanın step ve dağ etekleri kısmına hâkim oldular. Adı geçen dönemde, Kırım Peçeneklerle Bizans İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin kilit noktasını teşkil ediyordu.

Peçeneklerin ardından gelen Türk kabilesi Kıpçakların (Kumanlar) X.-XI. yüzyıllarda Karadeniz’in kuzeyindeki muazzam bozkırlarda ve Kırım’da hakimiyetlerini tesis etmeleri, yarımadanın Türkleşmesi tarihinde en önemli dönüm noktalarından birini teşkil eder. Orta Asya’dan başlayıp Doğu Avrupa’ya kadar Karadeniz’in kuzeyi boyunca yayılan bozkırlara “Deşt-i Kıpçak” (Kıpçak Bozkırları) adının verilmiş oluşu boşuna değildir.

Kırım Tatarları adını verdiğimiz halkın dili ve kültürü üzerinde de Kıpçak unsuru büyük ağırlık taşımaktadır. XI. yüzyılda pek çok Kıpçak’ın İslâm’ı kabul etmiş olmasına binaen, Kırım’da ilk Müslüman cemaatlerinin teşekkülünden söz edilebilir. Zaten büyük sayıda Kıpçak’ın köle veya ücretli asker sıfatıyla Müslümanlaşarak Müslüman ülkelerde savaşçı görevini üstlenmeleriyle, Kıpçaklar ve İslâm dünyası arasında çoktan münasebetler kurulmuş durumdaydı.

Nitekim, Mısır’daki köle kökenli askerler Kıpçaklardan oluştuğu gibi, Memlûk Devleti’nin bânîsi Sultan Baybars da Kırım doğumlu bir Kıpçak’dı. Kırım’ın büyük kısmındaki Kıpçak hakimiyeti XIII. yüzyılın ortalarına kadar sürdü. 

ilk defa güneyden gelen Türk unsurlarının hâkim olduğu görülür. 1227’de Konya Sultanı I. Alâeddin Keykubat’ın emrindeki Hüsameddin Çoban Bey bir Selçuklu donanması ile Kıpçakları yenerek Sudak’ı ve çevresini ele geçirdi.

XIII. yüzyıl başlarında Cengiz Han’ın meydana getirdiği muazzam imparatorluk Kırım’ın da kaderini değiştirdi. Cengiz Han’ın ordularından bir grup ilk olarak 1223 yılında Karadeniz’in kuzeyine gelerek burada Kıpçak-Rus birleşik kuvvetlerini perişan etti. Bu zafere rağmen bölge kalıcı olmadılar. Ancak 1237’de Cengiz Han’ın torunu Batu’nun kumandasında geri dönerek benzeri görülmemiş bir kudretle önlerine gelen bütün güçleri ezerek Avrupa ortalarına kadar hemen her yeri ele geçirdiler. Kırım da böylece bu dev doğulu imparatorluğun parçası oldu.

⚠️Cengiz Han’ın ölümünden kısa bir süre sonra imparatorluğun fiilen dört parçaya bölünmesiyle, Kırım yarımadası “Altın Orda” nâmıyla anılan ve başlı başına muhteşem bir imparatorluk teşkil eden devletin payına düştü. asıl Moğollar devletin içinde küçük bir azınlık teşkil ettikten başka, diğer unsurların ve özellikle de Türklerin büyük payı vardı. Nitekim, Cengiz Han imparatorluğunun her birinin başında Cengiz soyundan hanların bulunduğu dört vâris imparatorluktan üçü hızla Türkleşecek ve İslâmlaşacaktır. Altın Orda’nın kalbini teşkil eden İdil (Volga) boyu, Deşt-i Kıpçak ve Kırım’daki Türk unsurların yoğunluğu, zâten Cengiz ordularıyla beraber doğudan gelen unsurların Moğollardan çok daha fazla sayıda Türkleri ihtiva etmesi, Altın Orda’nın bir kaç nesil içinde tamamen Türkleşmesine yol açtı. XIV. yüzyıla girildiğinde bu kudreti imparatorluk İslâmiyet’i resmen kabul etmiş durumdaydı.

Altın Orda dönemi İdil (Volga) boyu, Deşt-i Kıpçak ve Kırım’daki Türk varlığının nihaî şeklini alması bakımından büyük önem taşır. Ayrıca bu halklara yabancılar tarafından umumen “Tatar” adının verilmesi de yine bu dönemin bir hatırasıdır. Asıl “Tatar” halkı eski bir Moğol kabilesi olup, bu kabileye mensup olanların Cengiz Han devrinde üstlendikleri rol dolayısıyla Şarklı ve Garplı yabancıların Moğolları veya Cengiz Han’a tâbi olan bütün kavimleri “Tatar” tesmiye ettikleri anlaşılmaktadır.‼️

Cengiz imparatorluğunun ve bilhassa da Altın Orda’nın Türk tebasına miras olarak kalmıştır. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️