7 Nisan 2024 Pazar

Antik Yunan ve Roma’da Büyü

 

Büyü Nedir?

Büyü, tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler olarak tanımlanabilir.  Edward Burnett Tylor, James George Frazer, Levi-Strauss, Marcel Mauss, Lévy Bruhl, Bronisław Malinowski gibi yazarlar çeşitli disiplinler açısından büyünün nitelik ve özelliklerini tartışmışlardır. Kültürel antropolojinin kurucusu Britanyalı antropolog Edward Burnett Tylor (1832-1917), İlkel kültür (Primitive culture, 1871) adlı kitabında büyüyü “sahte bilim” olarak tanımlarken, ilkel kabile mensuplarının büyü ile olaylar arasında kendilerine göre bir sebep-sonuç ilişkisi kurduklarını belirtmiş dahası din ile büyünün aynı düşünce sisteminin ayrı parçaları olduğunu ileri sürmüştür.

İskoç antropolog James George Frazer, Altın Dal (The Golden Bough, 1890) adlı kitabında bu düşünceyi geliştirerek dinlerin kaynağının büyü olduğunu, insanların tabiatı kontrol etme çabalarında büyünün yetersizliğini anlayınca bu kontrol gücüne sahip ruhanî varlıklar inancına yer veren dinlerin ortaya çıktığını iddia etmiş dahası büyünün ilkel bir bilim olduğu, bilimin ortaya çıkması ve gelişmesine yardım ettiğini ileri sürmüştür. Buna karşın Fransız teolog Alfred Loisy (1857-1940), Fransız sosyolog Émile Durkheim (1858-1917), İngiliz etnolog ve İngiliz Evrimsel Kültür Antropolojisi Okulu’nun savunucusu Robert Ranulph Marett (1866-1943) tersine büyünün dinden çıktığını ileri sürmüşlerdir. “Ne kadar ilkel olursa olsun büyüsüz ve dinsiz toplum yoktur” diyen Polonyalı antropolog Bronisław Malinowski (1884-1942) ve Rus antropolog Alexander Goldenweiser (1880-1940) büyü ile dinin birbirine benzer bazı özelliklere sahip olduğunu, din adamı ve büyücü aynı pratik gayeyi güttüğünü ancak ikisinin de mitolojik temel ve geleneğe sahip olduğunu yazmıştır.

Eski Yunan’da Büyü

John William Waterhouse’un büyücü Circe resmi (Oldham Gallery, İngiltere)

İngilizce büyü anlamındaki magic kelimesinin kökeni MÖ 6. Yüzyıl sonlarında Farsça maguš kelimesinin magos ve mageia formlarında antik Yunan diline ödünçlenmesine dayanmaktadır. Yani, başlangıçta dindar bir Pers kabilesinin Yunanca adı olan Magos kelimesinden türemişti. Yunanlılar ve daha sonra eski Romalılar için “sihir, dinden farklı değildi, aksine onun istenmeyen, uygunsuz bir ifadesiydi veya bir başka deyişle ötekinin diniydi”. MÖ 1. yüzyılda, Yunan magos kavramı Latince’ye uyarlanmış ve bir dizi antik Romalı yazar tarafından magus ve magia formlarında kullanılmılştır. Terimin bilinen en eski Latince kullanımı, Virgil’in MÖ 40 civarında yazdığı eseri Ekloglar’dır.  Eski Yunan’da büyüler ve kötü dualar (epoidai), lanet tabletleri (katadesmoi), şifa veren ilaçlar ve ölümcül zehirler (pharmaka[9]), muskalar (periapta) ve güçlü aşk iksirlerinden (philtra) oluşmaktaydı. Antik Yunan ve Roma’da büyü, bir şekilde din ile bağlantılıydı ve etkisi genellikle çeşitli tanrıların yardımına bağlıydı. Eski kültürlerde büyüler, batıl inançlar, din ile bilim arasında kolayca aşılabilen ince bir çizgi vardı. Eski büyücüler bir yandan bilgelik sembolleri, önemli sırların koruyucuları hatta çeşitli sanat ve bilimlerin ustaları olarak saygı görüyor diğer yandan doğaüstü güçlere erişimi olduklarına da inanıldıklarından kendilerinden korkuluyordu.

Bu ikilem yüzünden çoğu zaman büyü uygulamaları yöneticilerce ne tamamen onaylanmış ne de tamamen yasaklanmış olduğu için kendine özgü bir kültürel statüye sahip olmuştur. Şüphesiz ki hem Yunan hem de Romalıların büyülü uygulamaları kısıtlayan yasaları vardı, ancak sihrin güçlü bir cazibesi olduğu ve toplumun her düzeyinde kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Romalı tarihçi Suetonius, İmparator Augustus’un MÖ 13’te 2.000 büyülü parşömen yakılmasını emrettiğini yazmıştır ki bu baskının sonucunda büyücüler ve literatürleri yeraltına inmiştir. Onaylanmış ve onaylanmamış din biçimleri arasında seçim yapıldığında onaylanmayan inançlara ait her türlü öğreti ve literatürün Gnostik ve Hermetik sınıfına sokulmuş, büyü ve literatürü de bu gruptaki inançlarla ilişkilendirilmiştir. Hıristiyanlığın yükselişiyle birlikte ise sihir bilgisi tamamen yok olma sürecine girmiştir ki Havari Pavlus‘un birçok Efesliyi büyülü kitaplarını yakmaya ikna ettiği Havarilerin İşleri metni yeterince fikir vericidir.

Büyüye İnanma ve Uygulama

Eski Yunan’da sihir sadece fakir ve cahil kesimlerin ilgi alanı değildi iyi eğitimli zenginlerce de aynı oranda rağbet görüyordu hatta şehir devletlerinin kıtlık, salgın hastalık ve istila tehlikesi gibi olası felaketlerden korunmak için büyücüleri görevlendirdiğini biliyoruz. Bununla birlikte pharmaka deleteria olarak da anılan kara büyüye sıcak bakılmamaktaydı ki MÖ 5. yüzyılda Teos’ta bir adam ve ailesine bu sebepten ölüm cezası verilmişti. MÖ 4. yüzyılda Theoris adlı bir kadın da büyülü ilaçlar dağıtıp ve büyülü sözler söylediği için ölüm cezasına çarptırılmıştı. Şehir yöneticileri de sihre inanıyor ve ondan korkuyor Epikürcü ve Stoacı filozoflar hatta ‘Devlet’ kitabının yazarı ünlü filozof Platon büyü ve lanet tablet satanları cezalandırılmasını savunuyor ve sihrin ortadan kaldırılması için mücadele ediyordu. Bununla birlikte Yunan toplumu büyüye tüm kalbiyle inanıyordu özellikle köylüler hasat ve evcil hayvanlarının kaderi doğrudan hava koşullarına bağlı olduğundan muskalar yoğun olarak kullanılıyor ve tarlalara bolca yağmur getireceğini umut ediyorlardı.  

Muska ve Tılsımlar

Antik Yunan’ın büyü gelenekleri büyülü sözleri, kara büyü sınıfına giren lanet tabletlerini ki birazdan üzerinde duracağız ayrıca çeşitli ilaçları, iksir ve zehirleri, muska ve tılsımları kapsıyordu. Büyü ile yakından alâkalı kült nesnelerinden birisi olan muskaların, olumlu bir durumun korunmasını veya iyi özelliklerin çekilmesini sağladığına inanılıyordu ki bu sonuçları sağlamak için muska kişinin boynuna veya bileğine takılmakta veya duvarlar, evler ve hatta tüm kasabaları korumak için çeşitli yerlere yerleştirildi. Yani Eski Yunan’da insanlar muska kullanımıyla kendilerinin ve çocuklarının yanı sıra evlerini ve hayvanlarını da kötü güçlerden korumaya çalışmaktaydı. Muskalar bitkiler, çiçekler, hayvan dişleri, ince hayvan kemiği şeritleri, değerli metaller, oyulmuş tabletler veya yarı değerli taşlardan yapılan dekoratif mücevherlerden oluşmakta kimi zaman üzerine dua veya büyülü sözler yazılmaktaydı ki bu durum arkeolojik nesnelerin bize kullanım amacını içi kanıt da sunmaktadır. Muskalar vücutta genellikle korunulacak meş’um gücün görebileceği varsayılan açık yerlere takılmaktaydı ki ilkellerde vücudun belirli yerlerine uygulanan dövmelerin de bir çeşit muska olduğu iddia edilmektedir. Muskaların ilk örnekleri MÖ 3000’lerde aşağı yukarı Mezopotamya ile eş zamanlı eski Mısır’da görülmüş olup, muskalar hem yaşayan insanlar tarafından taşınır hem de öbür dünyada kullanılmak üzere ölülerin yanlarına bırakılırdı.

Muska Çeşitleri

Yunan muskaları iyi şans getirdiğine inanılan tılsımlar ve koruma amaçlı phylacteries[14] olarak iki grupta ele alınabilir. Babil, Mısır ve Yunan unsurlarının çeşitli formüllerinin bir karışımı olan ikinci gruptaki muskalar muhtemelen diğer sihir biçimlerine karşı korunmak için hazırlanmaktaydıKemik, tahta, taş hatta kıymetli taşlar tılsım yapmak için kullanılmakta olup, küçük papirüs parçalarına veya metal bir tabakaya da yazılabilirler. Tılsımlar genellikle bir kese veya küçük bir kapta taşınmaktaydı. Muskalar fiziksel bir rahatsızlığı iyileştirmek, salgın hastalıklardan korunmak, doğum kontrol yöntemi olarak, bir spor müsabakasını kazanmak, birisinin aşkını kazanmak, hırsızları uzak tutmak, kem gözlerden uzak tutmak veya takan kişiyi herhangi bir kötü büyüden korumak için takılmaktaydı.

Tılsımın işe yaraması için mutlaka bir veya birden çok tanrı veya tanrıçayı ki genellikle kavşak, giriş yolları, gece, ışık, hayaletler, büyü ve büyücülük, şifalı ve zehirli bitkiler bilgisi ile ilişkilendirilen bir tanrıça olan Hekate çağrılmalı ve sihirli bir güce sahip olduğuna inanılan ve hiçbir insan diline ait olmayan yabancı kelimeler ezberden okunmalıydı. Ayrıca göz, düğümler, erkek ve kadın cinsel organları, Mısır bokböceği ve Türkiye’de ‘nah’ işareti olarak bildiğimiz müstehcen el işaretinin minyatür boyutlardaki küçük heykelciklerini taşımanın da şans getireceğine inanılmaktaydı. Bu muskalardan bazıları sözgelimi nazar boncuğu Yunanistan ve Türkiye’de, cornicello (İtalyanca ‘boynuz’) ise Yunan kültüründen etkilenen Güney İtalya’da hala aynı amaçla kullanılmaktadır. MS 1. Yüzyılda Romalı yazar Pliny’nin Doğa Tarihi’ adlı kitabında tılsım “bir kişiyi beladan koruyan bir nesne” olarak tanımlanmış ve Latince amuletum olarak anılmıştır ki İngilizce aynı anlamda bugün kullanılan amulet kelimesinin kaynağıdır.

Muskalar antik Roma toplumunda da yaygındı, Yunan geleneğinin mirasçısı ve ayrılmaz bir şekilde Roma dini ve büyüsüyle bağlantılıydı. Bazı değerli taşlar ve tanrılar arasında bağlantılar öne sürülmesine rağmen, muskalar genellikle normal din alanının dışında yer almaktaydı. Örneğin, Jüpiter sütlü kalsedon üzerinde, Sol (Güneş) Helyotrop (kantaşı), Mars kırmızı jasper, Ceres yeşil jasper ve Bacchus ametist ile ilişkilendirilmekteydi. Muskanın kendine özgü gücü olduğu üzerinde vterfexix (utere fexix) veya “kullanıcıya iyi şanslar” gibi yazıtlardan anlaşılmaktadır. Romalı çocuklar kötülüklerden korunmaları için bulla ve lunula adlı nazarlıklar takılmaktaydı. İnsanlar kendilerini kötü ruhlardan ve belalardan korumak için üzerine harfler kazınmış nesneler giyerler, sporcular, başarı sağlamak için kıyafetlerine veya deri sandaletlerine harflere diktirirdi.

Efes Artemis heykelinin üzerine kazınmış olduğu iddia edilen, gramer anlamı olmayan gizemli bir harf setinden oluşan Ephesia Grammata ise Yunanlılar ve Romalılar tarafından kullanılan özel bir tılsım türüydü.

Kutsal ve Şifalı Bitkiler

Hastalıkları önlemek ve iyileştirmek için kullanılan hazırlanan çeşitli iksirde kullanılan kutsal bitkiler de bir çeşit muska olarak kabul edilmektedir. Hasta veya yaralı insanlar şifalı bitkileri kullanarak tıbbın temellerini attığına inanılan Asklepius’a dua ederlerdi. Aristoteles’in halefi olan Eresuslu Theophrastus (MÖ 370-288) yüzlerce bitkiyi ve onların sözde sihirli özelliklerini tanımlamıştı. Bu dönemde Yunanistan’da doğum kontrol için yarpuz, veba gibi salgın hastalıktan kurtulmak için kabak, kırıklarda ebegümeci, afrodizyak olarak mor orkideler kullanılmaktaydı. Yunan Büyü Papirüsü ise iksir ve ilaç yapımı için 450’den fazla bitki ve mineralden bahsetmektedir.

Yunan Büyü Papirüsünden bazı sayfalar

4.     Yunan Büyü Papirüsü

Eski Mısırlılar tarafından binlerce yıldır kullanılıyordu ve Yunanlılar pek çok şeyi olduğu gibi büyü geleneğini de önemli ölçüde Mısır’dan öğrendiler. Greko-Roman Mısır kökenli Yunan Büyü Papirüsü (Latince ‘ Papyri Graecae Magicae) Eski Yunanca’nın yanı sıra Eski Kıpti dili ve Demotik Mısır dilinde, farklı kişilerce yazılmış büyü, formül, ilahiler ve ritüelleri içeren bir papirüs koleksiyonunun adıdır.

Papirüslerin içeriği MÖ 100’lerden MS 400’ler arasında oluşturulmuş olup, 1700’lerden itibaren antika ticareti sayesinde gün ışığına çıkmıştır. En ünlüsü ‘Mithras Duası’ olan bu papirüs koleksiyonunda ayrıca fiziksel rahatsızlıkların nasıl üstesinden gelineceği, kişinin cinsel hayatını nasıl iyileştireceği, şeytan çıkarma, evdeki haşaratları nasıl ortadan kaldıracağı ve hatta kendi muskanızı nasıl yapacağınız gibi talimatlar bulunmaktadır

Yunan Büyü Papirüsü iksir tariflerinin yanı sıra, büyücülerin işini kolaylaştırmak için uygulanacak sihirli formüllerin, söylenecek ilahilerin ayrıca yakarılacak tanrı ve iblislerin isimlerinin listelerini içermektedir. Bu papirüs sayesinde eski Mısır dini kısmen hayatta kalmış kısmen de büyük ölçüde Helenleştirilmişse de bilim adamları ne kadar gizli ya da halka açık olduğu konusunda kararsızdırlar. Papirüslerde Zeus, Hermes, Apollo, Artemis ve Afrodit gibi tanrıların çağdaş edebiyatta olduğu gibi Helenik aristokratlar olarak değil, Yunan folklorunda olduğu gibi şeytani ve hatta tehlikeli olarak tasvir edilmesi dikkat çekicidir.

Mitolojide Büyü

Cadılar ve büyücüler Yunan mitolojisinde görünmektedir ki büyülü iksirleriyle kurnaz kahraman Odysseus’un adasından ayrılmasını engelleyen büyücü Circe bunların en ünlülerindendir. 

MÖ 8. yüzyılın başlarına kadar uzanan Odysseia efsanesinde destanın ana kahramanı Odysseus’un Titan Circe ile Aeaea adasında karşılaştığında Circe’nin büyüsü Odysseus ve adamlarına karşı bir asa kullanımıyken Odysseus’un büyüsü moly adlı bir bitkinin kullanımıdır. Bunlar sonraki dönem edebiyatında tekrarlanan sihrin yapılabilmesi için hayati önem taşıyan üç şartın ortaya konulduğu ilk örnektir: Özel güçlere sahip gizemli bir aletin (asa) kullanılması, nadir bulunan bir sihirli bitkinin (moly) kullanımı ve büyü eyleminin oluşmasına yardım eden tanrısal bir figür (Hermes). 

Mitolojide tanrıların habercisi Hermes, ay ve büyücülük tanrıçası Hekate, Trakya’da Homeros’tan bir nesil önce” yaşadığı söylenen ve karısı Eurydice’i geri getirmek için yeraltı dünyasına inen efsanevi müzisyen Orpheus büyü ile ilişkilendirilen diğer önemli karakterlerdir. İki şehirde aynı saatte görüldüğüne, hayvanları kontrol etme yeteneğine ve gelecekten haber verebildiğine inanılan ünlü matematikçi ve filozof Pisagor ile hastaları iyileştirebildiğine, yaşlıları canlandırabildiğine ve ölüleri çağırabildiğine inanılan Empedokles de sihirle ilişkilendirilmiştir. Ayrıca Hades‘ten gelen hayaletler, sihirli iksirler ve lanetlerle ilgili hikayelerde bol miktarda bulunur. Karısı Deianeira’nın kentaur Nessos’un sihirli kanını alıp kahramanın pelerinine yaymasının ardından zehirlenerek korkunç bir şekilde ölen Herkül bu lanetlerden birisine maruz kalmıştır.

Vudu bebekleri (Kolossoi)

Ayrıca lanetin kurbanına benzemek için yapılmış kolossoi adıyla bilinen kurşun, bronz, kil veya balmumundan vudu

Çıplak kadın vudu bebeği diz çökmüş pozisyonda, bağlı ve on üç iğne ile delinmiş durumda. Bağlama büyüsü (katadesmos) taşıyan kurşun tablet içeren pişmiş toprak bir vazoda (Mısır’da) bulundu. (Musée du LouvreParis)

bebekleri de MÖ 4. Yüzyıldan itibaren Yunanistan’da lanet tabletleri kadar yaygın olmasa da aynı amaçla kullanılmıştır. Mısırlıların bu bebekleri ilk olarak MÖ 2000’lerden beri kullandığı bilinmektedir. Kolossoi kabul edilebilmesi için heykelciklerin şu kriterlerden en az ikisini karşılamalıdır: (1) bebeğin kolları veya bacakları sanki bağlanmış gibi arkasından bükülmüş olmalı (2) bebek çivilerle bağlanmış olmalı (3) bebeğin başı veya ayakları veya üst gövdesi öne doğru bükülmüş olmalı (4) oyuncak bebek bir kaba sıkıca kapatılmış olmalı (5) oyuncak bebek bir kurbanın adıyla yazılmış olmalı (6) oyuncak bebek bir mezarda, kutsal alanda veya suda keşfedilmiş olmalı.

Kolossoi heykelciklerde kurbanı temsil eden figürün genellikle kolları arkadan bağlanmış, bükülmüş, bazen çivi çakılmış olup, genellikle Yeraltı Dünyası’na yolculukları minyatür bir kurşun tabutun içine gömülmüş durumda tasvir edilmekteydi. Platon, oyuncak bebeklerin üç yolun kesiştiği noktalarda, kapılarda ve ebeveyn mezarlarında sergilendiğinden bahsetmiştir[17]Louvre müzesinde sergilen bir örneğinde görüldüğü gibi aşk büyüsü amacıyla yapılan heykelciklerde, iğneler genellikle zarar vermek için değil, uyarılmayı teşvik etmek için gözlere, ağza ve cinsel organlara yerleştirilirdi. İnanışa göre lanet tabletleri ve lanet bebeklerini etkisiz hale getirmek mümkündü. Tabletler bulunup kırılırsa lanet sonra eriyordu, bebekler ise bulunduktan sonra ise önce üzerine batırılan çivileri sökmek gerekmekteydi. 6. yüzyılda Kudüs Patriği Sophronious’un ‘Aziz Cyrus ve John’un mucizeleri’nde bildirdiğine göre tüm eklemleri bir lanet yüzünden ağrıyan İskenderiyeli Theophilus’un rüyasına giren meleklerin din adamına bir balıkçı tutup, denize göndererek bir kutuyu aratmasını tavsiye etmişlerdi. Gerçekten de balıkçı denizde bir kutu içerisinde her uzvuna çivi çakılmış bronz bir Theophilus büstü bulup getirmişti. Büstteki çiviler çıkarıldığında Theophilus ağrı ve felçten kurtulmuştu.  

 Nekromansi

Nekromansi, ölmüş kişilerin ruhlarını doğaüstü kötü güçlere karşı ruhsal koruma olarak çağırma olayına verilen isim olup, Mısır, Babil, Yunanistan ve Roma’da yaygın olarak uygulandığı bilinmektedir. Yunanca νεκρομαντεία’dan (nekromanteía), Antik Yunan νεκρός (nekrós), “ceset” ve μαντεία (manteía), “aracılığıyla kehanet” kelimelerinin birleşiminden oluşan kelime Geç Latince necromantia üzerinden Batı dillerine geçmiştir. Antik Yunan’da nekromansi yasadışı bir ritüel olmakla birlikte gizlilik içinde uygulandığını gösteren çok sayıda kanıt vardır. Antik Yunan’da Epir bölgesindeki arkaik bir yerleşimin kuzey batısında acheron ırmağına nazır bir yerde Yeraltı Tanrısı Hades ve eşi tanrıça Persephone onuruna kurulan Nekromanteion ünlü bir nekromansi tapınağıdır. Eski Yunanlılar, ölülerin bedenleri yeryüzünde çürürken, ruhlarının serbest kalacağına ve yeryüzündeki çatlaklar yoluyla Yeraltı Dünyasına gideceğine inanıyorlardı. Ölülerin ruhlarının, geleceği önceden bildirme gücü de dahil olmak üzere, yaşayanların sahip olmadığı yeteneklere sahip olduğu söyleniyordu. Bu yüzden için Yeraltı Dünyasının girişi olduğu düşünülen yerlere tapınaklar dikilmişti.

Büyücülüğün en eski edebi örneği Homeros’un Odysseia‘sında bulunmakta olup, güçlü bir büyücü olan Circe’nin yönetimi altında olan Odysseus, Circe’nin kendisine öğrettiği büyüleri kullanarak yeraltı dünyasına (katabasis) seyahat etmiştir. Özellikle Tiresias’ın ruhunu çağırmak ve sorgulamak istemişse de başkalarının yardımı olmadan amacına ulaşamaz. Odysseia nekromantik ritüellere birçok açıklayıcı referans bulunmakta olup, ayinler gece saatlerinde içerisinde ateş yakılan bir çukurun etrafında yapılmalıdır. Ayrıca Odysseus, yeraltı dünyası ruhları ve tanrıların içmesi için bir içki uydurmak için kurban hayvanların kanını içeren belirli bir tarifi uygulamıştır.

Delphi Kahinleri

Antik Yunan’da büyü ritüellerine katılan belki de en önemli gruplardan birisi de Delphi Kahinleri olup, bunların doğrudan tanrılardan gelen şifreli mesajları tercüme etme ve kehanet açıklamaları yapma yeteneğine sahip olduğuna inanılmaktaydı. Delphi’deki Apollon Tapınağı’nda kâhin olarak hizmet veren rahibelerden Pythia çok ünlüydü. 50 yaşın üzerinde bir kadın olmasına rağmen kocasından ayrı yaşayan ve bakire kıyafeti giyen Pythia, Plutarch’a göre kehanette bulunmadan önce tapınağın iç odasına (Adyton) girer, burada bir tripodun üzerine oturur ve gözenekli topraktaki bir uçurumdan kaçan içeriği bilinmeyen bir gazı solumaktaydı. Bu şekilde transa girdikten sonra ölümlüler için anlaşılmaz kelimeler mırıldanmakta, bu sözler Delphi rahipleri tarafından ortak bir dilde yorumlanarak talep edenlere aktarılırdı. Amerikalı klasikler uzmanı Joseph Fontenrose (1903-1986) ve Antik Çağ uzmanı Lisa Maurizio gibi bilim adamları bu düşünceye karşı çıkarak Pythia’nın anlaşılır bir şekilde konuştuğunu ve kendi sesiyle kehanetlerde bulunduğunu iddia etmişlerdir. Gerçekten de MÖ 5. yüzyılda Herodot, Pythia’nın daktilik heksametreler ile konuştuğunu yazmıştır.

Pythia adı, efsanede Delphi’nin orijinal adı olan Pytho’dan türemiştir. Etimolojik olarak, Yunanlılar bu yer adını, canavar Python’un Apollo tarafından öldürüldükten sonra parçalanmasının hastalıklı tatlı kokusuna atıfta bulunan πύθειν (púthein) “çürümeye” fiilinden türetmişlerdir. Tapınağın MÖ 1400’e ulaşan bir tarihe sahip olduğu iddiasına karşın Pythia rahibesi, MÖ 7. yy’ın sonunda öne çıktı ve klasik dünyanın en güçlü kadınları arasında yer alıp MS 4. yüzyılın sonlarına kadar danışılmaya devam edildi. Kahin’den bahseden yazarlar arasında Aeschylus, Aristoteles, İskenderiyeli Clement, Diodorus, Diogenes, Euripides, Herodotus, Julian, Justin, Livy, Lucan, Nepos, Ovid, Pausanias, Pindar, Plato, Plutarch, Sophocles, Strabo, Thucydides ve Xenophon sayılabilir.

Bergama’nın Kutsal Diski

MÖ 3. Yüzyıla tarihlenen ve kehanet amacıyla kullanıldığı anlaşılan Bergama’nın Kutsal Diski 1899’da Anadolu’da Pergamon‘da (Bergama) keşfedilmiş olup, Berlin’deki Bergama Müzesi’nde (Almanca: Pergamonmuseum) Antikensammlung koleksiyonunda muhafaza edilmektedir. Anadolu’daki Pergamon antik kentinin kalıntılarında, Alman arkeologlarca bulunan ve Bergama Kiti (Zaubergerät aus Pergamon) olarak adlandırılan 10 parçadan oluşan büyücü kiti bulunmuştur. Parçalardan biris kayıp olup geri kalan dokuzu 4 taraflı bir bronz çivi; iki bronz yüzük; Taş ustalarının monogramlarına benzer karakterlerle yazılmış iki dikdörtgen bronz lamel, aynı yazıtlara sahip üç düzleştirilmiş siyah nehir taşı ve Prognosticon – çok sıradışı bir bronz dışbükey disk ve bir dikme dikenli üçgen bir tabandan oluşan bronz bir masadan oluşmaktadır. Prognosticon’un yüzeyi, aralarında Yunanca ünlüler de bulunan farklı karakterler içeren bölümlere ayrılmıştır. Bilim dünyasında diskten ilk bahseden yazar 1905 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde Dr. R. Wünsch olmuştur. Okültistler, diskin, çoğu modern arkeologun zannettiğinden bile daha eski bir inanç sistemi ile Orta Doğu’dan gelen büyü sistem ve uygulamaların bir karışımı olduğu iddia edilmekte hatta Kral Süleyman muskalarında kullanılan bazı yaygın sembollerin kullanıldığı iddia edilmektedir. Buna karşılık kimi yazarlar parçaların farklı kaynaklardan bir koleksiyon olarak bir araya getirildiğini iddia etmişlerdir.

Kaynakça

Bonnefoy, Y., Mitolojiler Sözlüğü. 2 Cilt. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2000

Brashear, W. M. “The  Greek Magical Papyri: An Introduction and Survey; Annotated Bibliography (1928-1994)”, in W. Haase (ed.), Aufstieg und Niedergang der römischen Welt II, 18.5, Berlin, New York, 1995, pp. 3380-3684.

Copenhaver, Brian P. Magic in Western Culture: From Antiquity to the Enlightenment. Cambridge: Cambridge University Press, 2015

Dzwiza, K. “Das ‘Zaubergerät’ aus Pergamon”, in: R. Grüssinger, V. Kästner, A. Scholl (Hrsg.), Pergamon – Panorama der Antiken Metropole. Begleitbuch zur Ausstellung in den Staatlichen Museen zu Berlin, Petersberg, 2011, s. 239-241, 542-543.

Evans-Prichard, E. E. Witchcraft, Oracles, and Magic among the Azande, Clarendon Press. Oxford, 1976

Fontenrose, Joseph Eddy, Python; a study of Delphic myth and its origins, New York, Biblio & Tannen (1959; 1974)

Frazer, J. G. Altındal: Dinin ve Folklorun Kökleri, (Çev., M. Doğan), İstanbul, Payel Yayınları, 1991

Goldenweiser, A. Antropology, London 1937, s. 216-217.

Hans Dieter Betz (ed), The Greek Magical Papyri in translation. University of Chicago Press, 1985

Kartopu S., Ünalan A. Büyü ve Tabiatüstü Güçlere Başvurma Nedenleri Üzerine Bir Saha Araştırması. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl: 2019 Cilt:19 Sayı:2

Demirci, Kürşat. TDV İslâm Ansiklopedisi. İstanbul, 2006 Cilt 31, s.267-269

Gager, J. G. Curse Tablets and Binding Spells from the Ancient World, Oxford, 1992

Levi-Strauss, C., Din ve Büyü. (Çev: Ahmet Güngören), İstanbul: Yol Yayınları, 1983

Malinowski, B., Büyü, Bilim ve Din. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2000

Maurizio, Lisa, “The Voice at the Centre of the World: The Pythia’s Ambiguity and Authority” pp. 46–50. İçinde: (Ed.) Andre Lardinois & Laura McClure Making Silence Speak: Women’s Voices in Greek Literature and Society, Princeton University Press, 2001

Ogden, Daniel. “Binding Spells: Curse Tablets and Voodoo Dolls in the Greek and Roman Worlds.” Witchcraft and Magic in Europe: Ancient Greece and Rome. University of Pennsylvania Press, 1999

Ogden, Daniel. Greek and Roman Necromancy. Princeton, NJ: Princeton University Press, 2001

Otto, Berndt-Christian; Stausberg, Michael. Defining Magic: A Reader. Durham: Equinox, 2013

Rivers, W. H. R. Tıp, Büyü ve Din (Çev: İbrahim Enis Köksaldı), İstanbul 2004, s. 17-21, 71-129.

Russell, B. Din ile Bilim, (Çev. A. Göktürk), İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1997

Tanyu, Hikmet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul, 1992 cilt 6, s.501-506

Wünsch, R. Jahrbuch of the German Archaeological Institute, Ergänzungshaft, No. 6, 1905        



                                                  XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX


Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 55, 1 (2015) 305-324

ORTAÇAĞ İSPANYA’SINDA BÜYÜ, BÜYÜCÜLÜK VE “LA CELESTİNA” ADLI ESERE YANSIMASI

Burcu TEKİN*

“Rahiplerin ve bilge kişilerin çalışmaları anlamına gelen ve Farsça kökenli olan maji (magi) sözcüğü İngilizce’ye Latince ve Yunanca’dan (magus) girmiştir” (Crow 12). Maji kelimesi Türkçe’de kelime anlamı açısından büyü kelimesiyle eş değerdir. Büyü sözcüğü dilimizde Arapça’daki büyü kelimesiyle; sihir (sihr), tılsım kelimeleriyle hemen hemen
aynı anlamda kullanılmıştır. Sihir ve büyü kelimeleri Farsça’dan gelen efsun/afsun kelimesini de karşılamaktadır.
Büyü; tarihin bilinen en eski dönemlerinden itibaren, doğası ve özü gereği içinde barındırdığı gizem, mistik oluşumlar, semavi güçler, ritüeller ve bu tip uygulamaların sonucu olarak, insan, hayvan, eşya veya cansız varlıklar üzerindeki etkisi, kesinliği ve kanıtlanamaz oluşundan dolayı, toplumlarda her zaman merak uyandırmaktadır.
Büyü kullanılarak elde edildiği varsayılan güç ve bu gücü pozitif ve/veya negatif bağlamda kullanarak olayların akışını değiştirme, kadere egemen olma arzusu; büyü yapanın veya yaptıranın büyü yapılan kişinin özgür iradesine bilinçli bir şekilde hükmetme isteği; olayları gerçekleştirirken ritüeller ve ayinler aracılığı ile cin, melek, peri, ruhlar ve Şeytan benzeri demonik varlıklardan yardım almak; tılsım, amulet, uğurluk, nazarlık, muska gibi eşyaları kullanarak kötücül güçlerden korunma içgüdüsü, kişinin kendi menfaatine şans faktörü yaratma arzusu, kısacası gündelik hayattaki sorunların doğaüstü güçlerin yardımıyla çözümleme isteği, büyü kavramını her dönem ilgi çekici bir hale getirmiştir.
Büyü adı altında yapılan ritüeller toplumların kendi inanç sistemleri dahilinde oluşturdukları pratiklerin yansımasıdır. Bilinmeze ve görünmeze duyulan merak, ona etki etme arzusu, doğaüstü güçleri kullanma isteği, tarih boyunca bilinen kültürlerde insanoğlunun anlam ve mana arayışını tetiklemiştir.
Kendi içinde birçok çelişkili anlam barındıran büyünün nasıl tanımlanacağı, bilim ve din karşısında nasıl konumlandırılacağı da antropologlar ve tarihçiler arasında uzun süre tartışma konusu olmuştur ve günümüzde hala bu tartışma devam etmektedir (Kieckhefer 10). Kieckhefer’a göre büyünün tek bir tanımı yoktur. Büyü dinin bilimle birleştiği, popüler inançların eğitimli sınıfın inançlarıyla kesiştiği ve kurmacanın günlük yaşamın gerçeğiyle buluştuğu bir kesişme noktasıdır (20).
Büyü, genel algıya göre ak büyü (zararsız) ve kara büyü (zararlı) olarak ikiye ayrılmaktadır. Yılmaz ak büyü ve kara büyüyü şu şekilde aktarmaktadır:
Genellikle iyi amaçlı ya da şifa bulmak amacıyla yapılan büyülerin ak büyü sınıfına girdiği söylenmektedir. Kötü amaçlı büyüler ise kara büyü adıyla adlandırılmaktadır.(...) Ancak bu sınıflandırılmada da bazı problemler vardır. Örneğin, aşk büyüsü gibi ak büyü sınıflandırmasına giren ve ilk bakışta oldukça masum gözüken büyüler de aslında kötü amaç taşımaktadır. Çünkü büyü yapan ya da yaptıran kişinin amacı, karşı taraftaki kişinin iradesini etkileyerek, onu kendi iradesiyle seçmediği bir işi yapmaya zorlamaktır (35).
Ortaçağ sonlarında doğan, döneminin en ünlü okültistlerinden biri olan teoloji ve simya çalışmalarıyla da tanınan Heinrich Cornelius Agrippa von Nettesheim kendi eklektik bakış açısıyla büyü kavramını şu şekilde açıklamıştır:
Büyü muhteşem bir etkileme yeteneğidir, en yüksek gizemlerle doludur, içinde en gizli şeylerin, doğanın, gücün, niteliğin, maddenin tesirleriyle birlikte derinlemesine düşünülmesini barındırır. Doğanın tüm bilgisini içerir, şeylerin birbirleri arasındaki değişimi ve uzlaşmasıyla ilgili şeyler öğretir. Böylece büyü bir şeyi başka bir şey üzerinde kullanır. Yüksek olanı, aşağıdaki uygun tebaasına uygular. Aşağıdakilerin etkisini bütünüyle üstün cisimlerin güçlerine, tesirlerine ekler, bağlar. Şeylerin tesirlerini birleştirir. Böylece harika sonuçlar üretir. Bu, en kusursuz ve başlıca bilimdir, felsefenin kutsal, yüce bir türüdür (9).
Antropoloji disiplininin en önemli isimlerinden Malinowski’ye göre ise büyü;
soyut, evrensel bir fenomenden ortaya çıkıp somut durumlara yerleşmemiş, aksine güncel durumlar içinde kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Kendi özel durumundan ve bu durumun duygusal geriliminden doğan her çeşit büyü kişinin kendi tepkisine dayanır ve bu tepkinin bir sonucudur. Büyüye yol açan durumlara sosyolojik açıdan yaklaşıldığında bir dizi şaşırtıcı örnek ile karşılaşılır. İnsan zorluğa düştüğünde, başına bir uğursuzluk geldiğinde, olayların sonucu kendi aleyhine olduğunda, başarısızlığa uğramışlık hissi ile kendisini aciz hisseder ve bu ruh durumunu perçinleyen birçok karmaşık duygu yaşar. Bu durum karşısında insanoğlunun bitmek bilmeyen arzu ve ihtirası bir gerilimin oluşmasına zemin hazırlar. Kişinin büyü hakkında bilgisi olsun veya olmasın bu gerilim durumu karşısında mantığı ile hareket etmek aklına en son gelen şey olacaktır. Duyguları onu bu durumu telafi edebileceğine inandığı birtakım eylemlere iter. İçinden çıkılamaz öfke patlamaları ile yapılan klişeleşmiş geleneksel büyü ayinleri ve ritüeller insanların çıkış yolu bulamadığı durumlarda ne çeşit savunma mekanizmaları geliştirdiklerini açıkça göstermektedir. (90-91)
 Herhangi bir sorunla karşı karşıyla kalındığında, akla ve mantığa uygun olan bir çözüm yolu aramak yerine doğaüstü güçlerden faydalanarak daha az çaba gerektirecek gibi görünen bir yöntem izlemek zaman zaman insanoğluna daha cazip görünebilmektedir.
Frazer, büyünün kurgusal bir kavram olduğunu şu şekilde aktarır: “ Büyü, yanıltıcı bir davranış kılavuzu olduğu kadar sahte bir doğal yasa sistemidir; eksik bir sanat olduğu kadar sahte bir bilimdir” (33).
Eski Dönemlerde Büyü
Antikçağ’dan günümüze kadar çeşitli alanlarda farklı tasarı ve niyetleri gerçekleştirmek amacıyla kullanılan büyünün çıkış noktası tam olarak bilinmemektedir, fakat arkeolojik kanıtlar Antikçağ büyüsüne dair canlı ayrıntılar sunar. Örnek olarak; 1934 yılında Londra’da ortaya çıkarılan, Roma İmparatorluğu dönemine ait kurşun levha verilebilir (Kieckhefer 43).
Tretia Maria’yı ve onun hayatını ve zihnini ve hafızasını ve karaciğerini ve akciğerini ve laflarını, düşüncelerini ve hafızasını, hep birlikte lanetliyorum; böylece, gizlenen şeylere dair konuşmasın (Kieckhefer 43).
Yukarıda görüldüğü gibi Roma İmparatorluğu’nun büyük bir kısmı, düşmanlarını yenmek için bir eşyanın, genellikle de kurşun bir levhanın üzerine örnekteki gibi beddualar yazarlar, büyünün etkisini artırmak için eşyayı bir çiviyle delip, ölüler diyarına ait güçlerin ortasında yerini bulsun diye ya gömerler ya da bir kuyuya atarlardı (Kieckhefer 43).
Eski Mısır büyünün hızla geliştiği ve çeşitli alanlarda kullanıldığı önemli toplumlar arasında yer almaktadır. Arkeologlar, Mısır’da üzerinde çeşitli büyüsel sözcüklerin geçtiği, hem korunma ve tedavi amaçlı hem de bunlardan farklı amaçlar için kullanıldığı bilinen amuletler bulmuşlardır. Çeşitli taşların üzerindeki yazılar; tanrı veya tanrıçalara ait figürler ve taşların üzerine kazınmış kısa ifadeler bulunmuştur. Diğer taraftan Yunanca ya da Mısır hiyeroglifiyle büyülü yazıların yazıldığı papirüs sayfalarında daha uzun metinlere rastlanır. Bu metinlerin çokluğu ve içeriğinin açık oluşu, onları Antikçağ’ın büyüye dair en önemli kaynakları haline getirmektedir. Mısır’da IV. ve V. yüzyıllarda bu papirüsler çok yaygındır. Bilinen en eski örnek MÖ birinci yüzyıla aittir. Genel olarak biçimlerinin aşağıdaki aşk büyüsüne benzediği görülmektedir (Kieckhefer 43-44):
9
Ölüm iblisi seni çağırıyorum... Sarapion’un, Tikoi’nin doğurduğu Dioskorous için haset çekmesini ve ona duyduğu tutkudan eriyip bitmesini sağla. Yüreğini tutuştur ki, erisin, kanını em ki aşk ve tutkuyla aksın ve benim için acı çeksin... Ve bırak onu benim aklımdakileri yapsın ve beni sevmeye devam etsin, ta ki Hades’e gidene dek ( Kieckhefer 44- 45).
Büyülü isimlerin, harflerin, büyüsel, dinsel ve astronomi ile ilgili metinlerin yazıldığı papirüsler Antikçağ’da yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Abracadabra formülünü önemli örnekler arasında sayabiliriz. İlk defa III. yüzyılda ortaya çıkmıştır fakat formülün kullanımın önceki dönemlere kadar gittiği bilinmektedir. Eski Mısır ve Yunan kaynaklarında da bu formülden bahsedilmektedir ve ters piramit formülünün bir örneğidir. Şeytan çıkarma ve çeşitli demonik ritüellerde bu formülün kullanıldığı bilinmektedir. (Akın, 2011: 38- 39)
Büyü eski çağlarda farklı zaman dilimleri içerisinde çeşitli uygarlıklar aracılığıyla şekil değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. Büyünün tam olarak çıkış noktasının bilinmemesinin nedenlerinden biri günümüzdeki büyü anlayışı ile önceki dönemlerdeki büyü anlayışı arasındaki farklardan ileri gelmektedir. Tek tanrılı dine geçişten önceki pagan inanışın hakim olduğu dönemlerde büyü, şu anki mevcut anlamından daha farklı bir şekilde algılanmaktadır.
“ Eski insanlar yaşamlarını sürdürebilme açısından doğada gizli, görünmez güçler bulunduğuna inanıyorlardı. Başlarına gelen ya da gelebilecek kötülükleri kovmak, iyilikleri davet etmek için bu gizli güçlerle ilişki kurabileceği düşüncesiyle “büyü” denilen inanç ve eylemlere sahiplerdi” ( Tez 7).
Antikçağ’da hastalıkları tedavi etmek, kötücül güçlerden korunmak amaçlı kullanılan büyü, tek tanrılı dinlere geçiş ile birlikte din olgusuyla etkileşim göstermiştir. Antik dönemden günümüze kadar anlamı değişerek, evrimcilere göre tıpkı canlıların basitten karmaşığa doğru ilerleyerek bugünkü hale geldikleri gibi din de aynı süreci takip etmiştir (Adıbelli 371). Din olgusu, büyü ile paralellikler de göstermektedir. Her iki olguya ait birçok uygulamanın ve disiplinin ortak olması nedeniyle din ve büyü arasındaki benzerlikler, farklılıklar ve bu sınırın tam olarak başladığı nokta, kilise, din adamları ve ruhban sınıftan entelektüellere kadar önemli bir kesimin uzun zamandır üzerinde durduğu bir konudur. Ancak bu konu hakkında tam olarak fikir birliği sağlanamamıştır (Akın, 2011: 70).
Ortaçağ’da Büyü
IV. yüzyılda Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul edilmesi ve klasik antik dönemden Ortaçağ’a geçiş ile birlikte Hıristiyanlığı Avrupa topraklarında yaymaya çalışan ilk misyoner keşişlerin en büyük rakibi, Avrupa’da kök salmış Kelt, Germen ve Slav halklarının binlerce yıllık geçmişe sahip farklı inanç yapılanmalarıdır (Akın, 2010: 69).
Hıristiyanlığın büyücülük ile olan savaşı erken dönemde başlar. Bu mücadelede bahsedilmesi gereken en önemli isimlerden biri, Ortaçağ boyunca izlenebilen ‘Şeytan’la işbirliği’ öğretisinin yaratıcısı Aurelius Augustinus’dur. Augustinus’un öğretisi Hıristiyanlık aleminde yankı uyandırmış, birçok destekçi toplamıştır. Isidoro de Sevilla, Albertus Magnus gibi düşünürler Augustinus’un öğretisini hem geliştirmişler hem de kilisenin desteği ile bu öğreti yayılma imkanı bulmuştur. Augustinus’un öğretisi en üst noktaya Dominiken Aziz Tomasso d’Aquino ile ulaşmıştır. Aziz Tomasso gelecek yüzyıllarda tüm Hıristiyanlık dünyası için rehber niteliğinde olabilecek bir demonoloji ve Şeytan öğretisinin kurucusu ve savunucusu olacaktır (Akın, 2010: 72-73).
Farklı bakış açıları ve kişisel deneyimler büyü kavramının anlamlandırılmasında tarihin her döneminde etkin bir rol oynamıştır. Büyü pratiğini uygulayan kişileri de tek bir stereotip ile sınırlamamakta fayda vardır. Ortaçağ’da toplumun her kesiminden bireyler; doktorlar, otacılar, din adamları, ebeler, şifacılar, halk kesiminden kadınlar ve erkekleri de bu gruba dahil edilebilir. Fakat farklı kesimlerin büyücülükle ilişkilendirildiği bu dönemde özellikle kadınlar büyücü veya cadı olmakla suçlanmışlardır (Kieckhefer 95).
Ortaçağ Avrupası’nda kötülüğün kaynağı ve sembolü olarak görülen on binlerce kadın cadı olmakla suçlanmış, ve öldürülmüştür. Kadın düşmanlığının kaynağı mitoloji ve yaratılış hikayeleri ile bağdaştırılmıştır. Yunan mitolojisinde tanrılar ve erkekler rahat ve huzurlu bir yaşam sürmektedir. Prometheus tanrılardan ateşi çalıp insanlara verdikten sonra Zeus, Pandora’yı insanları cezalandırmak amacıyla yollar. Pandora yanında açmaması gereken bir kutu getirir fakat Pandora kutuyu açar ve böylelikle tüm kötülükler, kötücül güçler dünyaya yayılır. O günden itibaren insanoğlu çalışmaya, yaşlanmaya ve ölmeye mahkum edilir. Bu hikayenin yayılması ile birlikte mitolojideki birçok feminen figür kötülük ile ilişkilendirilmiştir (Federici 243).
Kadınlar, ebeler, kadın şifacılar, otacılar, bilgin kadınlar Ortaçağ boyunca büyü yapmakla, Tanrı’ya karşı gelmekle ve onun evrensel düzeneğini bozmakla itham edildiler. Erkek egemen skolastik düşüncenin hakim olduğu toplum tarafından anlaşılamayıp cadılıkla suçlandılar. Cadı avının tarihsel bağlamını, kurbanların cinsiyetini ve bağlı bulundukları sınıfı ve katliamın etkilerini göz önünde bulundurduğumuzda, Avrupa’daki cadı avcılığının, kadınların kapitalist ilişkilerin yayılmasına karşı direnişlerine ve cinsellikleri, yeniden üretim üzerindeki kontrolleri ve şifacılık yetileri sayesinde sahip oldukları güce bir saldırı olduğunu anlayabiliriz ( Federici 243).
Tarihte bilinen en eski cadı veya kahin, M.Ö X. yüzyılda İsrail’in ilk kralı Şaul’a savaşta öleceğini söyleyen Endor bilicisi Endora’dır. Eski Yunan’da Homeros da cadılardan bahseder; otlardan, kabuklardan ve sulardan otacılık yapan Medea’nın ve cadılar kraliçesi Trakyalı Hekate’nin büyücülüğünü betimler. Avrupa’da büyücü veya cadı yakma olayları III. yüzyılda başlamış, kilisenin kahinlik ve büyücülüğü yasak ilan etmesi ve cadı düşmanlığının başlaması V. yüzyılda daha da belirginleşmiştir. Böylece cadılığın resmileşmesinin Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabul etmesiyle birlikte başladığı söylenebilir (Karaküçük 44-45).
Fatmagül Berktay†, Barbara Enzenreich’in Cadılar, Büyücüler ve Hemşireler adlı kitabının Türkçe basımına son söz olarak şunları eklemiştir:
1300 ve 1500 yılları arasında 500 cadı davasına ilişkin kanıtlar varken, bu sayı XVI. yüzyıl sonları ve XVII. yüzyıl başlarında Batı Avrupa’da olağanüstü derecede artmaktadır. Doğu Avrupa’da ise XVIII. yüzyıl ortalarına kadar sürdüğü görülüyor. Kimlerin cadı olarak damgalanıp katledildiğine baktığımızda, bunların kendilerine güvenen ve bağımsız hareket edebilen güçlü kadınlar oldukları anlaşılıyor. Bu tür kadınlar erkekleri daima korkutmuştur ve erkek egemenliğine meydan okumanın bedelini şu ya da bu biçimde ödemişlerdir (74).
Görüldüğü gibi cadılık inancı ve cadılar günümüze kadar hemen hemen her dönemde kendini bir şekilde göstermiştir. Erken Ortaçağ’da büyüye, büyücülere ve onların uyguladıkları büyüsel terkiplere bakış açısı daha olumludur. Büyü yoluyla gerçekleştiğine inanılan yaralanmalara ve ölüme sebebiyet vermeyi içeren yasalar vardır fakat soruşturmalar yaygın değildir. Geç Ortaçağ ve Yeniçağ’ın ilk dönemlerinde ise cadılığa farklı bir bakış açısı ile yaklaşılmaya başlanmıştır ( Martin 16). 1000-1400 yılları arasında Avrupa’nın toplumsal ve politik çizgisinde büyük bir değişim yaşandı. İşgalci Müslüman orduların tehdidi, doğu Ortadoks kilisesi ile yaşanan ayrım, heretikliğin yükselişi vebanın yıkıcı etkileri bir araya gelerek Avrupalı zihninde toplumsal, ruhsal ve politik hayatın içinde radikal değişikliklere neden olacak yeni bir kuşatılmışlık hissi yarattı. Ortaçağ Avrupası kendini saldırı altında hissetti ve sonraki dönemlerde komplo teorileri de artmaya devam etti. Yahudiler cüzzamlılar, heretikler, yani kafirler Avrupa Hıristiyanlığını bizzat Şeytan tarafından kurgulanan acımasız bir komployla yıkmaya çalışan yeni “iç düşmanlar” olarak görüldü. Zamanla cadı figürü, topluma karşı çalışan bu gizli Şeytan’ın nihai sembolü olarak yeşermeye başladı (Martin 16).
 Toplumlardaki kargaşa, yerli ve yersiz şüphe duygusu nedeniyle kaçınılmaz son olarak cadı figürü Şeytan kavramı ile beraber anılmaya başlanmıştır. Cadılar bebekleri öldüren, hayvanları telef eden, evli çiftleri ayıran, ekinleri yok eden, bela ve hastalık yayan kötücül kişiler olarak bilinmektedir. (Crow 255). Şeytan figürü de “Karakteristik boynuzları, kuyruğu ve ayrık toynağı ile Kelt av tanrısı Cernunnos ve Yunan kır, satir ve çobanların tanrısı Pan’a benzetilirdi” ( Martin 23-24).
Cadı genellikle Şeytan’ın hizmetkarı olarak adlandırılır ve doğaüstü birtakım güçlere sahip olabilmesi için Şeytan ile sözleşme yaptığı iddia edilirdi. Sözleşmenin yanı sıra cadıların Şeytan’ı onurlandırmak amacıyla toplanmalarına da Sabbat adı verilirdi. Genellikle geceleri, ıssız ve ormanlık alanlarda toplanılırdı. Cadılar hakkında ortaya atlan bir diğer iddia ise onların uçmak için vücutlarına uçuş merhemi adını verdikleri kremi sürmeleriydi. Merhem sayesinde uçma yeteneğini kazanan cadıların ayrıca uçmak için süpürge de kullandıklarına dair bir inanış vardı. Birtakım kişiler cadıların sürdükleri merhemler sayesinde gerçekten uçtuklarını iddia ederken diğerleri merhemin uçma hissi yarattığını düşünmekteydiler. Merhemlerin içerikleri bebek yağı, çeşitli hayvanların kanı, bitki özlerinden elde edilen esanslar gibi farklı bileşenden oluşmaktaydı. Avrupa’nın pek çok ülkesinde birçok kişi büyücülük ve cadılık ile suçlanmıştır. Engisizyon mahkemelerinin yargıladığı bu kişiler türlü işkencelerden geçirildikten sonra yakılarak veya boğularak öldürülmüşlerdir. İki Dominiken
Malleus Maleficarum (Cadıların Çekici) Ortaçağ’da cadı avcılarının başucu eseri olarak adlandırılmıştır. Kitapta doğaüstü güçlerle işbirliğinden ve büyü yaptığından şüphelenilen
 Heinrich Kramer ve James Sprenger tarafından 1486 yılında
 yazılan 1487 yılında Almanya’da basılan kişi veya kişilerin cadılık veya büyücülük ile ilişkilendirilmeleri durumunda uygulanan prosedürlerden bahsedilmiş, kişinin cadı veya büyücü olduğuna dair ipucu bulunduğu zaman uygulanması öngörülen ceza kodeksleri anlatılmıştır. Kitap üç bölümden oluşur, dönemin en ünlü eserleri arasında
 yer almaktadır.






Meşum kitap (Malleus Maleficarum) açıkça cinsiyetçidir. Kadınların cadı olmaları daha olasıdır, çünkü onlar erkeklerden daha aptal, zayıf, boş inançlı ve dönektir. Üstelik onlar bedensel keyiflerden hoşlanır ve umutsuzca, doymaz bir biçimde şehvetlidirler. Dominikenler female (dişi) sözcüğünün bizzat bunu kanıtladığını ileri sürdüler çünkü fe (inanç) ve minus (eksi) sözcüklerinden alınmıştı (Acterberg 13).
Suçlanan kişilerin genelinin kadın olmasına rağmen, büyücülüğün ve cadılığın sınırlarının tam olarak çizilemediği zamanlarda erkekler de suçlanıyordu. Fakat erkekler sadece politik nedenler yüzünden asılıyor veya yakılıyorlardı (Acterberg 106).
  kişi veya kişilerin cadılık veya büyücülük ile ilişkilendirilmeleri durumunda uygulanan prosedürlerden bahsedilmiş, kişinin cadı veya büyücü olduğuna dair ipucu bulunduğu zaman uygulanması öngörülen ceza kodeksleri anlatılmıştır. Kitap üç bölümden oluşur, dönemin en ünlü eserleri arasında
 yer almaktadır.
 Cadı avı adı altında yapılan infazlar,
 geneli kadınlar olmak üzere on binlerce
 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştır. “
 1430-1780 yılları arasında yoğun bir şekilde sürdürülen cadı avı
 özellikle Avrupa’da kendini göstermekte fakat bu durum tüm Avrupa ülkelerini kapsamamaktadır. Yaşanılan bu haksız infaz ülkelere göre
 çeşitlilik göstermektedir.
 Doğu Avrupa ülkelerinde gecikmiş, tedrici, kısa ancak bölgesel yoğunluk düzeyi yüksek bir cadı avı süreci söz konusuyken engizisyon mahkemelerinin erken faaliyete geçtiği, Güney Avrupa’daki av dönemi beklenenin aksine, Orta Avrupa’ya göre daha kısa sürmüştür. Kuzey ve Batı Avrupa’da avlar belirli merkezlerde yoğunlaşmakla birlikte süreklilik arz etmez (Akın,
 2011: 234).
 Ortaçağ İspanya’sında Büyü, Büyücülük ve Cadılık
 İspanya’nın en eski yerli topluluklarından biri olan İberlerin, uzunca bir
 zaman önce Afrika’dan geldikleri düşünülmektedir. İberler ve sonrasında gelen Keltlerin Duero ırmağı vadisine yerleşmelerinden Keltiberler ortaya



❌❌❌❌❌

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
Atatürk University Journal of Faculty of Letters Sayı / Number 65, Aralık/ December 2020, 17-32 

ORTA ASYA TÜRK BUDİZMİ’NDE BÜYÜ KAVRAMI
(UṢṆĪṢA VİJAYĀ DHĀRAṆĪ SŪTRA VE SİTĀTAPATRĀDHĀRAṆĪ ÖZELİNDE)

The Magic Concept in Central Asian Turkish Buddhism (For Uṣṇīṣa Vijayā Dhāraṇī and Sitātapatrādhāraṇī)

(Makale Geliş Tarihi: 01.03.2020 / Kabul Tarihi: 09.09.2020)
Hasan İSİ*


1. Büyü Nedir?
İnsanlığın en eski inancı olan ve kimi yazarlarca dinin ve sanatın kaynağı olduğu ileri sürülen büyü, doğaüstü güçlerin varlığı, bu güçlerden birtakım işlemlerle yararlanılabileceği, bu güçlerle doğanın insan iradesine bağlanabileceği gibi inanç- ları bünyesinde barındırır. Büyünün ortaya çıkışına bakıldığında, en küçük doğa bil- gisinden yoksun bulunulduğu çağlarda, doğa insanlara korkunç bir güç olarak görül- müş, görünmeyen bu güce yakalanan insanoğlu bunlardan arınma amaçlı ilk büyüleri yapmıştır. İlk büyülerde, esrarlı güçten korunmak için yine o esrarlı güçten yarar- lanma mantığı vardır. Bu ilkel mantık, parçaya yapılan bütüne, benzere yapılan asla yapılmış olur, inancına dayalıdır (Hançerlioğlu, 2001: s. 93). 

Büyünün kendi içerisinde ak büyü (koruyucu büyü), kara büyü, aktif büyü ve pasif büyü gibi türleri vardır. Ak büyü (koruyucu büyü), ferdin veya toplumun iyiliği için yapılan büyüdür. Kuraklık, yaralanma, mal ve mülkün zarara uğraması, hastalık gibi felaketlere karşı koruyucu büyüdür. Bu büyüde dinden ve din adamın- dan, dualardan ve dinî metinlerden faydalanılır. Kara büyü, kötülük yapmak, zarar vermek amacıyla gerçekleştirilir. Aktif büyüde, büyüyü yapan, tabiat olaylarını yö- netim ve denetim altına alarak güçlü iradesiyle onları dilediği gibi kullanabildiğini iddia eder. Pasif büyü, genellikle savunma ve korunma için yapılır. Kutsal yazı, bı- çak, makas, mavi boncuk ve çeşitli nazarlık eşyalar bulundurularak büyücülerin bazı faaliyetleriyle gebe ve loğusaların zararlı etkilere karşı korunması bu büyü içinde yapılır. Büyücü bu amaçla kişinin muska ve uğurluklar gibi okunmuş veya hazırlan- mış bazı şeyleri taşımasını ister. İnsanlar için varlıklar veya nesneler üzerinde iste- nilen davranış değişikliğini sağlamak büyünün en önemli amaçları arasında yer al- maktadır. Büyüler, insan hayatına, sağlık ve mutluluğuna, evine barkına zarar verme, uzaklaştırıcı uygulamalar olarak hastalıklardan, kötü ruhlardan, tabiatüstü gizli güç- lerin etkilerinden, ölüm ve diğer felaketlerden kurtulmak ve korunmak, yapılmak istenilen şeylerle ilgili uygulamalar olarak uygun tabiat olaylarını insanların lehine veya aleyhine kullanarak olaylardan sonuç elde etmek gibi amaçlardan ileri gelmek- tedir (Sipahi, 2006: s. 19-20).

1.1. Budizm’de Büyü Geleneği
Diğer dinlerde sıkça görülen metafizik, sihir, büyü gibi anlaşılmaz şeyler, Budizm’de yoktur. Budizm’in erken dönemlerinde tören ve ayinlere, karşı bir tutum söz konusudur. Buda yanlış öğretilerin ve Brahmanların yaptıkları sihir ve büyülerin karanlık olduğunu, kendi düşüncelerinin ise güneş ve ay gibi parlak ve açık olduğunu söylemektedir (Kaya, 1999: s. 31-32).

Buda evrenin bir bütün olarak sihir olduğunu fark ederek boşluğun başarısı- nın üstün bir güç olduğunu belirtmiştir (Faure, 2009: s. 117). Buda tarafından aydınlanmaya engel görülen bu karanlık güç, Buda sonrası Budist dönem içerisinde elde edilmesi istenen bir güç olarak erken dönem metinlerinde “yılan ısırması” gibi olay- lar için yazılmış metinlerde görülmektedir (Sengupta, 1999: s. 49).
Buda sonrası Budist okullara göre, mental ritüeller bir zorunluluktur. Onlara göre, ritüellerin olmadığı meditasyon, egoyu güçlendirir. Budist uygulamayı gerçek- leştiren kişi “Ben yaptım, oldu” tavrıyla kendi benliğini yüksek bir konuma sokar. Budist okullar, Buda’nın büyü ve ritüellerle ilgili karşı çıkışlarına rağmen, korunma adına Buda’yı çağrıştıran heykel ve kutsal resimlerle zihinlerinde Buda’yı canlan- dırmıştır (Blofeld, 2002: s. 49-50).
Budist rahipler, dhāraṇīlerin büyü yönünden etkilenerek büyü ve sihre yö- nelmiştir (Chen, 1997: s. 8). Budizm’de keşişlerin doğaüstü güçler taşıdığına dair inançlar da söz konusudur. Kesişlerin ruh çağırma, hipnoz ve geleceği tahmin etme gibi görevleri de vardır. Onların görevlerinden en önemlisi kötü ruhlardan inanırlarını korumaktadır. Bu yönden Budizm’de doğaüstü güçlere karşı yapılan ritüeller öylesine yaygındır ki her mezhebin kendine özgü bir sihir formülü bulunmaktadır (Turhan, 2013: s. 5).

1.2. Budizm’in Büyüsel Mezhebi: Tantrik Budizm
Tibet Budizmi, yeniliklere kapalı olan ve Hint Budizmi’nin tıkanmasına ne- den olan gelenekçi güçlere karşı Mahāyāna mezhebi içerisinden çıkmıştır. Kendilerini korumak ve savunmak için Mantrayanacılar gittikçe daha fazla büyüye yönelip gizli güçlere sığınmıştır. Tantrik Budizm inanırları, olağanüstü güçlerin ve varlıkla- rın gerçekliğinin kanıtını, derin meditasyonlarda kendinden geçerek elde ettikleri iç bilgeye dayandırmışlardır (Conze, 2005: s. 108).
Vajrayāna olarak da bilinen Tantrik Budizm, Buda öğretisinden çok eski Bön dinine dayalı Şamanizm ve animizme dayalı dinî harekettir (Blofeld, 2002: s. 9). Bön dini, Tibet’in Budizm öncesi yerli dinidir. Animist inançlarla Şamanlığın karışımı olan Bön dini, sihir ve büyücülüğe dayanır. Bön dini ve Tibet Budist gele- neği arasındaki benzerlikler aslında tesadüfi olsa da Bön dininin basit teknikleri, Ti- bet Budizmi’ne kaynaklık etmiştir (Buswell, 2004: s. 67).

Tantrik Budizm, yaklaşık olarak 7. yüzyıla tarihlenen ve sonradan Orta Asya, Çin ve Tibet’e yayılan bir akımdır. Sanskritçede Tantra olarak bilinen bu akım, mantra denilen büyü formüllerini ezberlemeyi, el hareketleri olarak bilinen mūdralar oluşturmayı, ritüel performans olarak bilinen maṇḍalaların kullanımı ile aydınlan- maya ulaşmayı amaçlar (Dictionary of Buddhism, 2002).
1.2.1. Tibet Budizmi’nin Büyü ile İlişkili Kavramları
Büyü formülleri, Buda sözünü temsil eden sembollerle gerçek yol üzerinde yürümeyi ifade etmektedir. Tantrik Budizm içerisinde büyü ile ilişkili kavramlar tantra, dhāraṇī (mistik formüller-mantra), yantra (mühür) ve mūdra (parmak kodları) terimleridir. Dhāraṇī (mantra), mūdra ve yantralar, mükemmel araçlar olarak kutsal kodları büyü ile geliştirip öğretilerin korunmasını ve yanlış anlaşılmamasını sağlar (Phuac, 2008: s. 36).

 Tantra
Tantra sözcüğü, Tibet Budizmi’nde dinsel tören yöntemleri kitabı olarak bi- linmektedir. Bu sözcük, Sanskritçede “öğreti” anlamına gelmektedir. Kimilerinde büyücülük ve gizemcilik üstüne önemli bilgiler vardır. Tantra kavramı, zamanla Hin- duizm’le gelişmiş Budizm’i, Mahāyāna Budizmi ile birleştirerek bu öğretiyi dinî bir tarikat hâline gelmiştir (Hançerlioğlu, 2001: s. 492).
Tantrik Budizm’in kaynağı, ilkel büyülerdir. İnsanlar bilinen ya da bilinme- yen düşmanlarını yenebilmek için çeşitli yollarla başvurmuşlardır. İnsanların vahşi hayvanlardan korunmak için kullandıkları tılsım ve muskalar, ısırıklara karşı kullan- dıkları bitkiler tıp, astronomi, kehanet ve yoga gibi alanlara katkıda bulunmuştur (Bhattacharyya, 1964: s. 8-9).
Tantra, büyü geleneğinden ilginç ögeler alarak bunları aydınlanma arayışı içerisinde kolaylaştırmak amacıyla kullanarak Budizm’i zenginleştirmiştir. Tantra, eski dönemde halkın düşlerinde yaşattığı cinlere, perilere, ifritlere, devlere yer vere- rek özellikle göçebe köylülerin önemsediği büyücülük uygulamalarını kendi bünye- sine katmıştır. Büyüye yönelim, Budizm’i halka yakınlaştırmak adına atılmış bir adımdır. Büyücülük uygulamaları ile birleşen uygulamalarla kurtuluş yolundaki en- gelleri ortadan kaldırmak hedeflenmiştir (Conze, 2005: s. 104,105).

 Dhāraṇī
“Sürdürmek ya da sürdürme yeteneğine sahip olmak” anlamına gelen bu te- rim, edebî olarak “Buda öğretisini hatırlamaya yardım etmek” demektir. Buda öğre- tisinin mantıksallığını yansıtan bu terim, tüm kötü durumları yok etmeyi amaçlar (Phuac, 2008: s. 31).
Budist literatür içerisinde şimdiye kadar göz ardı edilen dhāraṇī formülleri, Budist entelektüellerce kavramsallaştırılan bir terimdir. Orta Çağ Çin’inde Budistler tarafından dhāraṇī sözcüğü, “özel teknikler” şeklinde çevrilirdi. Sonradan dhāraṇīler, Mahāyāna mezhebinde Bodisatva yolunun felsefesi oldu (Mcbridge, 2005: s. 113).
Bazı araştırmacılar, dhāraṇīleri Bodisatvaların zihinlerinde ürettikleri yazı- lar olarak tanımlar. Dhāraṇīler, Buda’yı hatırlama ve anma amacı doğrultusunda zihni aktif hale getirmektedir (Pagel, 2007: s. 163).

6. yüzyılın Budist bilginleri ve dhāraṇī uygulayıcıları, dhāraṇīleri sūtralar içerisinde öğrenmiştir. Bu yüzyılın sonunda dhāraṇīler, Budist doktrinin ana kaynak- larından biri olmuştur. Bu dhāraṇīler, bir Bodisatva’nın Buda yoluna girip Dharma gerçekliği ile karşılaşmasına imkân vermiştir. Rahip ve Bodisatvalar, dhāraṇīlerin özel yönünü elde etmek isterler. Bu istek, günümüzde alışılmış uygulama ve ekip biçme gücü, meditasyonun etkisini artırma ve Dharmaların özel tekniğine yaklaşan gerçek bilgiyi elde etme amacından ileri gelmektedir. Büyü formülleri ve uygulama- larını içeren dhāraṇīlerin elde edilişi özellikle Bodisatvaların dinî gelişimi açısından önemlidir. Özellikle meditasyon durumunda bir Bodisatva’nın kullandığı yöntem, dhāraṇīlerdir (Mcbridge, 2005: s. 98, 99).
Çok sayıda dhāraṇī uygulamaları, Tantrik Budizm’in yükselişine katkı sağ- lamıştır. Dhāraṇīleri belki de popüler kılan ve yaygınlaştıran sunduğu vaatlerdir. Bu vaatler, kötü karma kaynaklı eylemlerden arınma, doğurganlık, eski yaşamların ha- tırlanması, refah, saygı, mutluluk, güzellik, korkusuzluk, uzun ömürlülük, tam bi- linç, yeniden doğuş ve korunmadır (Hidas, 2015: s. 131).
 Mantra
Tantrik Budizm, dhāraṇīlerin yanında mantralarla tarım toplumundaki inanç ve geleneklerle Budizm’in büyüsel yönünü geliştirmiştir. Bu kavramlar, hem dün- yevî hem de ruhsal olarak siddhi “başarı” kavramına ulaşmayı kolaylaştırmaktadır. Çeşitli büyü teknikleri ile Budalığa ulaşan kişi, Tantracılarca siddha olarak adlandı- rılır (Harvey, 2013: s. 181, 189). Ustaca kullanılan mantralar, bilinç durumunda de- ğişikliklere yol açar.
Mantraların özü, büyü değildir. Mantralar ancak akıl sürecine geçilince büyü etkisini verir. Mantralar, vücudun, aklın ve sezginin birleşimi olan mūdra ve dhyāna uygulamaları ile üst seviyeye çıkar (Blofeld, 2002: s. 48).
 Mūdra
Vücudun gizemi ile ilişkili olan bu terim, Buda kutsallığı ile ilgilidir. Bu kavram, şiddete başvuran birini engellemek, şeytanları ve kötü ruhları kovalamak gibi faydalar içermektedir (Phuac, 2008: s. 33). Beden, mūdralar yoluyla harekete geçirilir. Sunular, tütsüler, çiçekler oluşturularak mental olarak zihin işleme hazırla- nır. Mūdralar, Hintli dansçıların hareketlerine benzese de, onlardan farklıdır. Mūdra- lar, mistik güç uyandıracak zihinsel hareketlerle kişiyi yüksek bilinç durumuna ulaş- tırmaktadır (Blofeld, 2002: s. 47).
 Yantra
Yantralar, aklın gizemi ile ilişkilidir. Meditasyon, evrensel yasaları tamamen anlamaya yardım eder. Evrensel yasaları anlayıp bu emirleri hayatına katan kişi bir yantra oluşturur (Phuac, 2008: s. 36).

2. Orta Asya Türk Budizmi’nde Büyü Geleneği
Eski Türklerin büyü ve sihir ile ilgili kavramlarına bakıldığında, abakı “bostan korkuluğu” (DLT Dizin, 2013: s. 1), arwa- “büyü yapmak, afsunlamak” (2013: s. 40), arwal- “büyü yapılmak” (s. 40), arwaş “büyü, afsun” (s. 40), arwaş- “birlikte büyü veya afsun tekerlemesi, duası söylemek” (s. 40), arwış “büyü, afsun” (s. 40), ırk “kâhinlik, fal, yürektekini dışarı çıkarma” (s. 218), ırkla- “kâhinlik etmek, ırk (fal)a bakmak” (s. 218), ısrık “çocukları perilere ve göz dokunmasına karşı afsunla- mak için ilaç yapıldığı zaman tekrarlanarak söylenir” (s. 219), kam “kam, şaman, kâhin” (s. 257), yalwı “büyü, sühür” (s. 737) , yalwıçı “büyücü, sihirbaz” (s. 73) yelwi “büyü, sihir” (s. 771) ve yelwiçi “büyücü, sihirbaz” (s. 771) gibi kelimeler Türklerin büyü ve sihir yönünden kapsamlı bir söz varlığına sahip olduğunu göstermektedir.
Eski Türklerde büyü ve büyücülük söz konusuydu. Eski Türklerde göz değ- mesine, cinlerin etkilerine ve kötü ruhlara karşı bağ, bostan ve bahçelerde korkuluk ve nazarlık dikilirdi. İslamiyet’ten önceki Türk boylarında büyü işiyle uğraşan kişi- ler, genellikle Şamanlardı (İnan, 1976: s. 133). Şamanizm, Türklerin ve çevrelerin- deki toplulukların Orta Asya’da yaşadıkları bölgelerde uyguladıkları Şaman veya Kam denilen sağaltıcı-din adamları aracılığıyla gerçekleştirilen inanç sistemidir. Şa- manizm, bir çeşit sihir ve büyüye dayalı halk hekimliği uygulamaları olarak da bi- linmektedir (Uğurlu, 2012: s. 323). Ziya Gökalp’e göre, Şamanizm Eski Türklerin dinî sistemi değil, sihri sistemleridir (Gökalp, 1976: s. 117). Şamanizm, bir peygam- ber ya da kutsal bir kitap olmadığı için Türklerde kam denilen kişiler, sahip oldukları yeteneklerle birtakım büyü faaliyetlerinde bulunmuştur (Uslu, 2017: s. 129, 131). 

Türk boyları, 10. yüzyıldan itibaren büyük kitleler halinde İslamiyet’i kabul ederler. İslam dini sihir ve büyüyü şiddetle yasaklamasına rağmen Türklerin eski adetlerini bir şekilde devam ettirdikleri görülür. Eski Türklerin İslamî dönemde or- taya koydukları Kutadgu Bilig ve Divanü Lugat-it Türk gibi eserler, Türklerin İsla- miyet’i kabul etmeden önceki yaşamlarına dair yazılı kaynaklara sahip eserlerdir. Kutadgu Bilig’in Muazzimler Birle Katılmaknı Ayur “Efsuncular ile Münasebeti Söyler” bölümü, bu dönemdeki büyü ve sihir anlayışını göstermesi bakımından önemlidir. Kutadgu Bilig’in 4361-4365. satırlarını kapsayan bölümüne bakıldığında, efsuncuların cin ve periden gelen hastalıkları tedavi ettikleri görülmektedir. Yusuf Has Hacip, efsuncularla tanışmanın gerekliliğini vurgulayarak fayda elde etmek için onlara iyi davranılması gerektiğini vurgulamaktadır. İlgili satırlarda efsuncular ile tabipler arasında rekabetin olduğu, efsuncuların tabiplerin; tabiplerin de efsuncuların sözlerini beğenmeyip birbirlerine kıymet vermedikleri görülmektedir. Tabip ilaç alı- nırsa hastalığın efsuncu muska alınırsa cin ve perilerin kişiden uzaklaşacağını belirt- mektedir (Arat, 1959: s. 315). Burada dikkat çekici olan husus, muazzim ifadesidir. İslamiyet öncesi dönemden gelen büyü ve sihir ile ilgili kavramlar, İslamî dönemde yeni dinle beraber içeriğini değiştirmeden bir isim değişimi yaşamıştır. Bu doğrul- tuda, muazzimlerin eski büyü sözlerine İslamî ayet ve duaları katarak eski inanışları yeni dinin kisvesinde sunarak mesleki itibar ve çıkarlarını korumaya başladığı görü- lür (Karaman, 2015: s. 1511). 

2.1. Budist Uygurlarda Büyü
Moğol imparatorluğunun kuruluşuna kadar Şamanizm, Uygurlarda ve doğu- daki değişik Türk halkları arasında önem taşımaktadır. Hebraeus, Moğolların Uy- gurların ülkesini fethettiklerinde orada kam diye adlandırılan büyücülerle karşılaş- tıklarını anlatır. Guvaini, Şamanizm ve Budizm sisteminin üstünlüklerini test etmek için, Şamanlar ile Budist rahipler arasında münazaralar yapıldığını, kamların bu ya- rışmada yenildikten sonra Uygurların Budizme geçtiklerini anlatmaktadır (Roux, 2011: s. 118).
VII-XVI. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan’da, aralarında Budist ve Mani- haist Türklerin de yaşadığı bölgede yapılan arkeolojik kazılarda tılsım ve muskalar bulunmuştur. Budist Uygurların dinî kitaplarında da tılsım şekillerine rastlanmıştır
(İslâm Ansiklopedisi, Büyü maddesi).
Tezcan, Tantracılığın Budizm’e etkisiyle klasik metinler içinde bile dhāraṇī denilen büyü formüllerinin yazılmaya başlandığını söyleyerek bu dhāraṇīlerin bir tür muska olarak kimi öyküler içinde yer aldığını belirtmektedir (Tezcan, 2001: s. 298).
Eski Uygur Türkçesine ait büyü metinlerinin Uygurcaya çevirileri genellikle iki yönde gelişim izlemektedir. Bunlardan ilki, Budist öyküler ve sūtralar içinde (Al- tun Yaruk ve İnsadi Sudra) yer alan kısa büyü dualarıdır. Diğeri ise doğrudan Tantrik Türk Budizmi’ne Tantracılık akımı ile Tibetçeden yapılan çevirilerdir (Demir ve Yıl- maz, 2007: s. 168).
Budist Uygurların büyü uygulamalarını yazılı kaynaklardan görürüz. Eski Uygur Türkçesi metinleri içerisinde Buda öğretisini en iyi şekilde yansıtan Altun Yaruk adlı eserde Budizm temelinde büyü ve tılsım ile ilgili bilgiler söz konusudur.
“O vakit biz bütün o tılsımı (dhāraṇī) tutacak kişiyi sıkıntısız kılacağız ve dünyadaki yer altındaki hazineleri görebilecek ad, yol, saygı, onur istese kolayca gerçekleştirecek kuz kuzgun dilini de anlayacak.” (Ayazlı, 2012: s. 176). 

Büyü formüllerinin Budist öyküler içinde yer alışının zengin örneklerini ve- ren Altun Yaruk adlı eserde, dhāraṇī denilen tılsıma sahip kimsenin Budizm içeri- sinde sahip olabileceği konum anlatılmaktadır. Tılsımlı sözleri içeren dhāraṇīlere sa- hip kimsenin çeşitli hazineler yanında şan ve şöhret ile şereflendirilmesi, Budist ge- lenek içerisinde dhāraṇīlerin popülerliğe sahip olduğunu göstermektedir. Dhāraṇī denilen tılsımlı sözlerin bir öğreti gibi kabul edilip korunma, uzun yaşama ve iyi yaşam formlarına sahip olma gibi vaatleri gerçekleştirmeye götürecek yöntem aynı şekilde Altun Yaruk’ta verilmiştir.
“Bu dhāraṇī’yi tutacak kişi kendi aklını, düşüncesini dağıtmadan bu en içten tılsımı kendi dinleyip diğerinin duymayacağı şekilde sessizce söylesin.” (Ayazlı, 2012: s. 176).
Dhāraṇī denilen tılsım ve büyü sözlerinin uygulanışının anlatıldığı bu satır- lar, tılsımlı sözlere aklen, zihnen ve bedenen odaklanmayı gerekli kılarak tekrarlan- dıkça etkisini artıran bir ritüel hüviyetine sahip olma özelliği taşımaktadır.
Aklen, zihnen ve bedenen yoğunlaşılan ve devamında çeşitli tekrarlara da- yanan uygulamalar sonucu, dhāraṇīlerin büyü işlemini gerçekleştirdiği şu satırlarda görülmektedir.
“Bu tılsımı da gerçekleştirecek, söyleyecekler bu öğreti mücevheri aracılı- ğıyla zahmetsizce sihir denilen işi gücü çabucak tamamlayacak.” (Ayazlı, 2012: s. 177).
Budist öyküler ve sūtralar içerisine serpiştirilen dhāraṇī kavramının doğru- dan Eski Uygur Türkçesi metinlerinde etkisini gösterdiği dönem, Tantrik Türk Bu- dizmi dönemidir. Bu dönem, Uygurların Moğol Yuan hanedanlığı hâkimiyeti altında Tibet Budizmi’ni benimsediği ve yaklaşık olarak 13-14. yüzyıllara tarihlenen metin- lerle en verimli çağını yaşadığı dönemdir. Blok baskı tekniği ile oluşturulmuş Eski Uygur Türkçesine ait Tantrik metinler arasında en bilinenler, Apara- mitāyurjñānasūtra, Sitātapatradhāraṇī, Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī, Pañcarakṣā ve Ölüler Kitabı’dır. Bu eserler arasında Sitātapatradhāraṇī ve Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī adlı eserler, dhāraṇī kavramına dayalı öğreti ve uygulamaları içeren metinlerdir.
2.2. Tantrik Türk Budizmi’nde Büyü Uygulamaları
Tibet Budizmi’ne dayalı inanç şeklini benimseyen Uygurlar, kişiyi çaresiz- liğe, hastalığa ve kötülüğe götüren yaşam şeklinden uzaklaşma adına Tantrik Bu- dizm içerisinde önem arz eden dhāraṇī kavramına yönelerek bu tılsımlı sözlerin sa- hip olduğu faydalara ulaşmak istemiştir.
Tantrik Türk Budizmi içerisinde dhāraṇī terimi ile ilişkili büyü uygulaması, tılsımlı sözlerin ulaştıracağı kurtuluş amacı açısından mūdra, maṇḍala gibi yöntem- lerle iç içedir.
Tantrik Türk Budizmi’ne ait Sitātapatradhāraṇī ve Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī adlı eserler, Tibet Budizmi’ne dayalı metotların sergilendiği, doğrudan dhāraṇī uy- gulamalarının yer aldığı metinlerdir. Tantrik Türk Budizmi sahasına ait bu eserlerde var olan dhāraṇī uygulamaları, Uygurlardaki büyü ve tılsım anlayışını göstermesi bakımından önemlidir.
Tantrik Türk Budizmi’nde Dhāraṇī Kavramı
Bu başlık içerisinde dhāraṇī kavramına yönelik olarak ortaya konan sorular, Türk Budizmi içerisinde dhāraṇī kavramının sahip olduğu görünümü göstermek amacından ileri gelmektedir. Bu bölüm içerisinde yöneltilen sorularla, adım adım dhāraṇī uygulamalarının sahip oldukları nitelikler, bu sahaya ait metinlerle destek- lenerek dhāraṇī kavramının vaat ettiği yaşam formları ve nihai son gösterilmeye ça- lışılacaktır.
 Dhāraṇīler neden kullanılır?
Tantrik Türk Budizmi sahasına ait eserlerde büyü ve sihir uygulamalarına karşılık gelen sözcük, dhāraṇī ifadesidir. Tantrik Türk Budizmi metinlerinden Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī adlı eserde dhāraṇī kavramının kullanılma amacı, dhāraṇīle- rin kişiyi tüm kötü yollardan kurtaracak niteliklere sahip olmasından ileri gelmekte- dir. Tehlikelerden korunma, kötü yaşam biçimlerinde gerçekleşecek doğumu engel- leme, hırs, öfke, cehalet ve kibri benlikten uzak tutma gibi koruyuculuğa sahip dhāraṇīlerin bu yönünü Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 073-082. satırlarında geçen “Tüm kötü yolları fazlasıyla saflaştıracak, günahları, acıları ve tüm acılı doğumları 
sona erdirecek ve saflaştıracak; Cehennem ülkesi ve yer altında Kral Yama’nın ül- kesindeki her şeyi temizleyecek, iyi yola sevk edecek şey, bir dhāraṇīdir.” (İsi, 2019: s. 189) ifadesi, ortaya koymaktadır. Aynı durum, Sitātapatradhāraṇī’nin 109-132. satırları arasında da görülür (Kılıç Cengiz, 2018: s.133-134).
 Dhāraṇīler, sıradan bir büyü tekniği midir?
Dhāraṇī denilen tılsımlı ve büyülü sözler, her ne kadar Tantrik Budizm içe- risinde Budacılığa götürecek kısa yollardan biri olsa da, sıradan bir büyü tekniği de- ğildir. Kendi içerisinde sistematik bir düzene sahip olan dhāraṇīler, Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 110-122. satırlarında geçen “Bu dhāraṇī bir an için bile duyulmaya de- ğer olduğundan bunu duyanların hayatları sona erdiğinde, Buda ülkesinde tüm Bu- dalarla, Bodisattvalarla ve toplumda ayrı bir konuma sahip ulu Śala ağacına benzer Brahmalar ve Kśatriyalar ile refah içerisindeki zengin Śresthiler ile doğabilir.” (İsi, 2019: s. 190) ifadesi, dhāraṇīlerin sıradan bir teknikten ziyade kurtuluşu çeşitli yön- lerde olmakla müjdeleyen bir kavram olduğunu göstermektedir. İlgili satırlarda ge- çen “bir an için bile duyulmaya değer” olması, dhāraṇīlerin sahip olduğu özel du- rumu göstermesi bakımından önemlidir. 

 Dhāraṇīler, nasıl kullanılır?
Tibet Budizmi ile beraber Tantrik Türk Budizmi’nde de dhāraṇīlerin kişi üzerindeki olumlu etkileri, tılsımlı ve büyülü sözlerin okunması ve devamında du- yulması ile ilişkilidir. Okunan ve duyulan dhāraṇī ile beraber kişide çeşitli kötü ya- şam biçimlerinden uzaklaştırıcı etkilerin görülecek olması, dhāraṇī kavramının sahip olduğu etkinin kapsamlı olduğunu göstermektedir. Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 099- 110. satırlarında geçen “Bu dhāraṇīnin işitilmesi ile kişi cehennemde, hayvanlar âle- minde ve Kral Yama’nın ülkesinde; Pretalar, Asurelar Diyarında Putana, Katapu- tana, Bhuta, Pişaçe, Apasmara suretinde ya da köpek, kaplumbağa, yılan, yırtıcı ve pençeli canlılar, kuş, sinek, böcek ve karınca suretinde hiçbir zaman doğmaz.” (İsi, 2019: s. 190) ifadesi, dhāraṇīlerin sahip olduğu güçlü etkiyi yansıtmaktadır. Tek yöne dayalı kurtuluştan ziyade, tüm kötü durumların kapsayıcı ve iyileştirici gücü olan dhāraṇīler, inanırlarına çeşitli yaşam şekilleri sunar. 

 Dhāraṇīler, hangi durumlarda etki gösterir?
Dhāraṇīler, amaç ne olursa olsun, genellikle okundukça ezberlenen ve zamanla çeşitli tekrarlar sonucu kişinin bünyesine nüfuz eden etkilere sahiptir. Tantrik gelenek içerisinde dhāraṇīlerin genellikle şiir şeklinde yazılıp bayrak ya da flama ucuna asılması veya yüksek bir yere konması, etkiyi başlatan eylemler arasında gelmektedir. Dhāraṇīleri etkiye geçiren hareketleri, Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 162- 165. satırlarında geçen “Tanrılar hükümdarı Indra, bu dhāraṇīyi şiir şeklinde yazıp bayrak ya da flama ucuna ya da yüksek bir dağa, eve veya stūpa içerisinde yerleştir!” (İsi, 2019: s. 191) ifadesi ile görülmektedir. Dhāraṇīlerin bayrak ya da flama ucuna veya yüksek bir yere ya da kutsal bir tapınağa asılması sonucu birtakım etkilerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu etkiler, Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 165-188. satırlarinda geçen “Tanrılar hükümdarı Indra, eğer orada bu yapıların üstünde bu dhāraṇīyi gören rahip ve rahibeler, din sınıfına mensup olmayan bay ve bayan inanirlar ya da soylu erkek ve kızlar, bu yapıların gölgesine yakın düşen her ne ise, onun tozu toprağı vücutlarına üflenmelidir. İşte o zaman Tanrılar hükümdarı Indra, o canlarini hiçbir şekilde biriken kötü karmaları, onların Kral Yama, preta ve asurelar diyarında gitmelerine engel olup hiçbir şekilde bu gibi kötü yerlerde doğmalarına yol açmaz. Tanrılar hükümdarı Indra, o canlılar üzerine tüm Tathāgatalar kehanet kılıp “Kesintisiz, Doğru Kavramak” adlı Buda saadetini gerçekleşmeden yani “Mü- kemmel Aydınlanma” olmadan dönmeyeceklerdir.” (s. 191) ifadesinden anlaşılmak- tadır. Okundukça ezberlenen ve birer sembol niteliği taşıyan nesnelere yazılan dhāraṇīlerin etkisini göstermesi sonucu, çeşitli yaşam biçimlerine ulaşma vaadini or- taya koymaktadır. Aynı etki, Sitātapatradhāraṇī’nin 379-386. satırları arasında yer alan “Eğer herhangi biri bunu, öylece gelmişlerin Uṣnīṣalakṣaṇa’larından ortaya çık- mış Bhagavat Sitātapatra diye adlandırılan, kötülüğün yenilmez ulu bertaraf edicisi, ulu büyüler hanını kayın kabuğuna, yaprağa, kâğıda, pamuklu kumaşa, bayrağa da yazarsa ve bu dhāraṇīyi vücudunda ya da boynunda taşırsa ve okursa, o canlılara yaşamları boyunca hiçbir zehir zarar vermeyecek.” (Kılıç Cengiz, 2018: s. 145) ifa- desi ile de görülmektedir. 

 Dhāraṇīlerin etkisini artırılabilecek yöntemler var mıdır?
Dhāraṇīler, başlı başına gelişkin ve düzenli bir sistemin ürünü olarak etkisini yoğun şekilde gösterecek büyü formülleri olarak bilinmektedir. Dhāraṇīler, süsleniş, muhafaza ediliş, belli sayıları tekrar ederek okunma, mūdra ve maṇḍala teknikleri ile etkisini artıran ve artan etki ile büyüyen ve geliştiren faydalara sahiptir.
Dhāraṇīlerin çelenk, tütsü ve kolye gibi nesnelerle süslenmesi sonucu kişinin Buda’nın gerçek müridi olarak Mahasattva derecesine ulaşacağı, Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 188-192. satırlarında geçen “Tanrılar hükümdarı Indra, eğer biri saygı göstermek, ibadet etmek gibi çeşitli sunular içeren çiçek çelengi, parfümler, tütsüler, büyük başlıklı bayraklar ve değerli taşlarla donatılmış gölgelikler, değerli taşlardan yapılmış kolyelerle bu dhāraṇīyi süslerse, onlar Buda’nın gerçek müridi olarak ad- landırılan Mahasattva konumunda olacaklardır.” (İsi, 2019: s.192) ifadesi ile görül- mektedir.
Dhāraṇīlerin etkisi artıran yöntemler arasında bu sözlerin muhafaza edilişi ve uygulanışı da gelmektedir. Temelde Budizm’de var olan arınma uygulamalarını içeren ayın on beşinde temizce yıkanıp yeni elbiselerle oruç tutma eylemini, Tantrik Türk Budizmi’nde de görürüz. Yıkanma ve oruç uygulamalarıyla meşgul olan kişi- nin yapacağı bir sonraki iş, dhāraṇīyi 1000 kez okumaktır. 1000 kez okunan dhāraṇī ile kişi, Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 212-220. satırlarında görüldüğü üzere, “mahvol- muş ve tükenmiş yaşamı yeniden başlayarak uzun bir yaşama dönüşecektir.” (İsi, 2019: s.192) ifadesidir. Uzun yaşamı elde eden kişinin kazancı sadece bu etki ile sınırlanmış gibi görülse de, aynı eserin 220-246. satırları “hastalık acısından kur- tulma, günahlardan arınma, acı ve kötülük dolu dünyalarda doğmayıp Mutluluk ül- kesi Sukhavati’de yeniden vücut bulma, anne rahminde doğmama ve lotus çiçeğin- den dönüşerek var olma” (İsi, 2019: s. 193) gibi fırsatları inanırlarına sunmaktadır.
Dhāraṇīlerin etkisini artıran yöntemler arasında meditasyon haline girmeyi sağlayan mūdra ve maṇḍalalar gelmektedir. Tantrik Budizm’in temel kavramların- dan olan bu terimler, meditasyon haline girecek kişiyi zihnen, aklen ve bedenen Buda formuna sokarak aydınlanmayı hedeflemektedir. Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 282-287. satırları arasında yer alan ifadeler, Buda tarafından mūdra tekniğinin gös- terildiği bölümdür. İlgili satırlarda geçen “Bunun mūdrası ise, avuç içlerini birleştirip işaret parmağını eğip bunları iki büyük parmağa yapıştırmak ve ondan sonra da bu dhāraṇīyi düşünüp idrak etmektir.” (İsi, 2019: s. 194) ifadesi, Buda tarafından gös- terilen mūdraların meditasyon haliyle dhāraṇīlerin önemini ve gücünü artırdığını göstermesi bakımından önemlidir. Mūdra ile ilişkili meditasyon halini pekiştiren di- ğer bir yöntem ise, maṇḍala oluşturmaktır. Oluşturulan maṇḍala ile, dhāraṇī, mūdra ve meditasyon terimlerinin birbirlerini tamamladıkları ve devamında bu kavramların istenen amaca doğru götürdüğü görülmektedir. Tantrik Türk Budizmi içerisinde dhāraṇī geleneğinin bu kavramlarla gelişen nihai sonucu Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī’nin 287-303. satırları arasında yer alan “Ondan sonra dört taraflı bir kare oluşturup güzel kokulu çiçekleri yan yana dizip tütsü çubuklarını tutuşturup sağ diz ile yere çöküp çemberdeki Tathāgataların meditasyonları üzerine düşünüp bu dhāraṇīyi 108 kez okumalıdır. Bunu bir kez okumak Ganj nehrinin sonsuz sayıdaki kum tanesi kadar değerlidir. Bu kişi, Budalar tarafından aynı anda övülür. Mükemmel! Gerçekten ha- rika! İşte Buda’nın gerçek müridi! Aferin! sözü ile onurlandırılır. Böylece o canlılar, tüm Tāthagataların kendi varlıklarından doğan oğlu gibi olup engelsiz hikmet’e yani samadhi derecesine ve Büyük aydınlanmanın gerçekleştiği Budaların gönlüne denk olurlar.” (İsi, 2019: s.194) ifadesi ile görülmektedir.
 Bir büyü uygulaması olarak Dhāraṇīler, büyü bozar mı?
Dhāraṇīler, kişiyi Yaksa, Raksasa, Bhūta, Preta, Pisaca, Putana, Kataputana gibi kötü yaşam biçimlerinden uzak tutacak etkiler yanında inanırlarını bıçak, ateşli hastalık, kötü girişim, su ve ateş, zamansız ölüm ve büyü gibi tehlikelerden de koru- maktadır. Dhāraṇīler, genel bir ifadeyle, kişiye zor durumda bırakacak tüm olumsuz durumları ortadan kaldırma gücüne sahiptir. Dhāraṇīlerin kişiyi kötü etkilerden ko- ruduğu alanlardan biri de büyüdür. Önceki bölümlerde görüldüğü üzere, kişi üze- rinde olumsuz etki verecek büyüler de söz konusudur. Sitātapatradhāraṇī’nin 232. satırından 281. satırına kadar ki bölümü, dhāraṇīlerin büyü bastırma ile ilgili işlevleri üzerinedir. “Ben böylece şeytanların ve bütün Bhūtalar’ın yaptığı ve yarattığı büyü- leri kılıç ile keserim ve büyüleri Vajra ile çivilerim. Indra tarafından da yapılmış büyüleri keserim ve çivi ile çivilerim. Dākalar ve Dākinīler’in yaptıkları büyüleri keserim ve çivi ile çivilerim. Brahma’nın yaptığı büyüleri keserim ve çivi ile çivile- rim...” (Kılıç Cengiz, 2018: s. 139) bölümü, doğrudan dhāraṇīlerin kötü büyüden koruyan yönünü gösteren ifadelerden oluşmaktadır.
Sonuç
Doğaüstü güçlere karşı korunma amacından doğan ve zamanla da bu güçlere egemen olma güdüsü taşıyan büyü kavramı, bu çalışmada ortaya konan bilgi ve de- ğerlendirmeler neticesinde, insan varlığının her dönem ilgisini çeken popüler bir kavramdır.
Budizm içerisinde Śakyamuni Buda tarafından karanlık güç olarak görülen büyü kavramı, Budizm içerisinde zamanla Budist rahiplerce dahi uygulanan bir yön- tem olmuştur. Kutsal Buda öğretisinin önüne geçen büyü uygulamalarının en somut örnekleri, Tibet’te görülmektedir. 7. yüzyılda Budizm’in Tibet’e yerleşmesi için Bu- dist rahiplerce yerli dinlere verilen ödün sonucu, Budizm sihir ve büyü kavramları ile tanışmıştır. Buda yolunda ilerleyen Bodisattvalara mantra, dhāraṇī, mūdra ve yantra gibi teknikleri kullanma fırsatı veren Tantrik Budizm, kısa yoldan Buda yo- luna gitmeyi amaçlamaktadır. Popülerleşen büyü uygulamaları, Orta Asya Türk Bu- dizminde de görülmektedir. Moğol Yuan hanedanlığı altında yaşayan Uygurlar, Ti- bet Budizmi’ni benimseyerek aydınlanmaya, mantra, dhāraṇī, mūdra ve yantra gibi tekniklerle ulaşmaya çalışmıştır. Şamanist etkilerle kam denilen kişilerin uyguladık- ları yöntemlerle büyü kavramını tanıyan Uygurlar, Klasik Budizm’e dayalı öyküler içerisinde dhāraṇī denilen büyü formüllerine yer verse de, doğrudan büyü ve sihir ile ilgili konuların işlendiği eserleri, 13-14. yüzyılı kapsayan Tantrik Türk Budizmi içe- risinde vermiştir. Orta Asya Türk Budizmi’nin büyü ve sihre dayalı kolu olan Tantrik Türk Budizmi’nin Sitātapatradhāraṇī ve Uṣnīṣa Vijayā Dhāraṇī adlı eserleri, doğ- rudan dhāraṇī denilen büyü uygulamaları ile ilişkili metinlerdir. Bu metinler yoluyla, dhāraṇī denilen büyü uygulamalarının temelde kişiyi tehlikelerden koruma amacının olduğu görülür. Kişiyi doğaüstü canlı biçimlerinin istilasından kurtarma amacından yeniden doğum, acı içerisinde doğumu engellemeye kadar çeşitli vaatlere sahip olan dhāraṇīler, sıradan bir büyü uygulaması olmaktan ziyade, mantra, mūdra, yantra ve meditasyon gibi yöntemlerle amaca götüren sistemli bir uygulamadır. Sıklıkla tek- rarlanan ve tekrarlandıkça ezberlenen bu dhāraṇīler, kişiyi tehlikelerden koruma adına muska görevi de görmektedir. Bir büyü yöntemi olarak, kötü büyüyü de orta- dan kaldıran dhāraṇīler, uzun yaşam, sağlık, huzur gibi vaatlerle Budist inanırların yöneldiği ve uyguladığı formüller olarak Orta Asya Türk Budizmi’nin canlı kalma- sını sağlamıştır.
Kaynakça
Arat, Reşit Rahmeti (1959) Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig II Tercüme. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Atalay, Besim (2013). Divanü Lugat-it Türk II Dizin. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Ayazlı, Özlem (2012). Altun Yaruk Sudur VI. Kitap Karşılaştırmalı Metin
Yayını. İstanbul: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Bhattacharyya, Benoytosh (1964). An Introduction to Buddhist Esoterism.
Varanasi: The Chokhamba Sanskrit Series Office.
Blofeld, John (2002). The Tantric Mysticism of Tibet. Charleston: Charleston Buddhist Followship.
Buswell, Robert E. (2004). Encyclopedia of Buddhism. USA: Thomson Gale.
Chen, Jinhua (1997). The Formation of Early Esoteric Buddhism In Japan: A Study of Three Japanese Esoteric Apocrypha. Doktora Tezi. McMaster University, Kanada.
Conze, Edward (2005). Kısa Budizm Tarihi. Ömer Cemal Güngören (Çev.). İstanbul: Yol Yayıncılık (Orijinali 1980’de yayımlanmıştır.).
Demir, Nurettin; Yılmaz, Emine (2007). “Uygur Edebiyatı: Nesir”. Türk Edebiyatı Tarihi 1. (s. 154-172). İstanbul: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gakkai, Soka (2002). “Dictionary of Buddhism”. (09.11.2019) tarihinde https://www.nichirenlibrary.org/en/dic/Content/T/11 erişildi.
Gökalp, Ziya (1976). Türk Medeniyeti Tarihi. Kasım Yaşar Kopraman ve İsmail Aka (Haz.). İstanbul: Kültür Bakanlığı.
Günay, Enver; Güngör, Harun (2018). Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dinî Tarihi. İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
Hançerlioğlu, Orhan (2001). Dünya İnançları Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Harvey, Peter (2013). An Introduction to Buddhism Teaching, History and Practices. New York: Cambridge University Press.
Hidas, Gergely (2015). “Dhāraṇī Sūtras”. J. Silk, O. von Hinüber ve V. Eltschinger (Ed.) Brill’s Encyclopedia of Buddhism Volume I. Literature and Languages (s. 129-137. Leiden: Brill.
İnan, Abdulkadir (1976). Eski Türk Dini Tarihi. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
  İsi, Hasan (2019). Eski Türkçe Tantrik Bir Metin: Uṣṇīṣa Vijayā Dhāraṇī
Sūtra. Doktora Tezi. Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Karaman, Gülay (2015). “Klasik Türk Şiiri Estetiğinde Sihir”. Turkish
Studies, 10/8, s. 1503-1536.
Kaya, Korhan (1999) Buddhistlerin Kutsal Kitapları. Ankara: İmge
Kitabevi.
Kılıç Cengiz, Ayşe (2018). Eski Uygur Türkçesi Dönemine Ait Tantrik Bir
Metin: Sitātapatradhāraṇī. Doktora Tezi. Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Mcbridge, Richard D. (2005). “Dhāraṇī and Spells In Medieval Sinitic Buddhism”. Journal of the International Associaion of Buddhist Studies, Vol. 28/1, s. 85-114.
Pagel, Ulrich (2007). “The Dhāraṇīs of Mahāvyutatti Origin and Formation”. Buddhist Studies Review, 24/2, s. 151-91.
Phuac, Trieu (2008). The Quintessence of Secret (Esoteric) Buddhism. California: Mat Giao Friendship Association.
Roux, Jean-Paul (2011). Eski Türk Mitolojisi. Ankara: Bilgesu Yayıncılık.
Sengupta, H.W. (1999). “A Note on Uṣṇīṣa Sitātapatrā Pratyamgirā... Dhāraṇī”. K. Mishra (Ed.). Studies in Hindu and Buddhist Art (s. 49-56). New Delhi: Abhinau Publications.
Sipahi, Abdulkadir (2006). Türk Halk İnançlarında Büyü ve Büyü ile İlgili Uygulamalar. Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi, Ankara.
Tanyu, Hikmet. “İslâm Ansiklopedisi”. (09.11.2019) tarihinde https://islamansiklopedisi.org.tr/buyu erişildi.
Tezcan, Semih (2001). “En Eski Türk Dili ve Yazını”. Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe (s. 271-324). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Turan, Emine Zehra (2013). “Budizm’de Sangha Teşkilatı ve Kadın Keşişler”. International Journal of Religious Sciences, 1, s. 1-9.
Uğurlu, Serdar (2012). “Eski Türklerin Dini”. AİBU Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12, s. 323-335.
Uslu, Bahattin (2017). Türk Mitolojisi. İstanbul: Kamer Yayınları, 2017.
❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌

Antik Mısır'da Büyü

Makale

 tarafından yazıldı, Esra Çakmak tarafından çevrildi
24 Şubat 2017 tarihinde yayınlandı

Antik Mısır'da bir kadın hamile kalmakta güçlük çekiyorsa, tapınak içerisinde bulunan (kuluçka odası olarak da bilinen) Bes odasında bir gece geçirirdi. Bes doğum, cinsellik ve bereket tanrısıydı ve diğer sorumlulukları bir yana; tanrının mevcudiyetinin olduğu bir gecenin doğumu teşvik ettiğine inanılırdı. Kadınlar doğurganlıklarını artırmak adına Bes tılsımları taşır, dövmeleri yaptırırlardı.

Bir çocuk doğduğunda, onu korumak adına Bes resimleri ve tılsımları kullanılırdı ve bu çocuk yetişkin olduğunda da, aynı ritüel ve inanışları kendi gündelik hayatında devam ettirirdi. Ölüm kapıyı çaldığında, kişinin farklı bir varlık düzeyine, tanrılar evrenine geçtiğine inanılırdı ve cenaze defin adetleri de insanların hayatları boyunca kendilerini adadıkları inanışlar ile paralel bir anlayışta gerçekleşirdi; doğaüstü güçler varoluşun herhangi bir yönü kadar gerçekti ve evren büyü ile doluydu. 


Antik Mısır'da büyü, ucuz hileler veya illüzyondan ibaret değildi; belirli bir amaç uğruna doğaüstü varlıklar ile meydana gelen doğa kanunlarının itici gücü olarak algılanırdı. Mısırlılara göre büyü olmayan bir dünya düşünülemezdi. Evren büyü ile yaratılmıştı, gündelik hayatı şekillendiren şey büyüydü. Birisi hastalandığında şifa büyüden gelirdi, yoklukta var eden güçtü ve ölümden sonraki sonsuz yaşamın teminatı büyüde saklıydı. Antik Mısır bilimcisi James Henry Breasted, Antik Mısır hayatında yaşamın her bir zerresinin büyü ile şekillendiğini ve yemek içmek kadar mühim bir konu" (200) olduğunu belirtir. Büyü birinin rahme düşüşünde, doğumunda, ölümünde ve ölümden sonraki hayatında mevcudiyetini sürdürmekteydi ve yaratılıştan da eski bir tanrı tarafından temsil edilmekteydi: Heka.

BÜYÜ GÜNLÜK YAŞAMI YÖNETİRDİ, HASTALIKTA ŞİFA OLURDU, YOKLUKTA VAR EDEN GÜÇTÜ & ÖLÜMDEN SONRAKİ SONSUZ YAŞAMIN TEMİNATIYDI.

Heka

Heka büyü tanrısıydı ve büyü sanatının icraasının ta kendisiydi. Bir büyücü-keşiş veya keşiş-hekim heka esnasında Heka'ya başvururdu. Tanrı, Erken Hanedan Dönemi Öncesi (y. 6000-y. MÖ 3150) biliniyordu ve Erken Hanedan Dönemi (y. 3150-y. MÖ 2613) çevresinde gelişti ve Eski Krallık'a ait (MÖ y. 2613-2181 ) Piramit Metinleri ile Birinci Ara Dönem (MÖ 2181-2040) Tabut Metinleribünyesinde kendisini gösterdi. Heka'ya ait bir tapınak, tarikatvari oluşum veya resmi bir ibadet şekli hiçbir zaman var olmadı; o Mısır yaşamının her bir hücresine nüfuz etmişti.

Heka, resmi bir ayini veya tapınağı olmayan Tanrıça Ma'at gibi, görünen ve görülmeyen âlemlerin temelinde var olan güç olarak görülüyordu. Ma'at, temel Mısır denge ve uyumunu temsil ederken; Heka ise denge, uyum ve diğer bütün kavram ve yaşam görüşünü var eden güçtü. Tabut Metinleri'nde, Heka ezeli gücünü şu şekilde ifade eder, "Evren, diğer tanrılar var olmadan evvel bana aitti. Benim ardımdan geldiniz çünkü ben Heka'yım" (Spell 261). Yaratılıştan sonra, tanrılara güçlerini bahşeden güç olarak dünyayı ayakta tuttu. Tanrılar bile ondan korkardı, der Mısır bilimcisi Richard H. Wilkinson, "kudreti ölçülemez bir tanrı olarak görülürdü" (110). Bu kudret canlıların gündelik hayatında da apaçık ortadaydı: dünya tanrılar sayesinde dönüyordu ve tanrılar da görevlerini Heka sayesinde yerine getiriyordu.

Büyü & Din

Tapınak tarikatının keşişleri bunun farkındaydı; ancak misyonları çerçevesinde kendi şahsi ilahları ile ilgilenir ve onları onurlandırırlardı, tanrılar ile insanlar arasında mütekabiliyet sağlarlardı. Bu nedenle keşişler Heka'ya direkt olarak başvurmazlardı, hizmet verdikleri ilahın gücü ile hâli hazırda mevcudiyet gösterdiğine inanırlardı.

Büyü & Tıp

Heka büyünün yanı sıra tıbbın da tanrısıydı, tıbbi profesyonellere göre bu ikisi de eşit derecede önemli görülürdü. Kendine has çalışma yöntemlerine sahip swnw (pratisyen hekim) ve sau (büyücü hekim) bulunurdu ancak her ikisi de büyüden büyük ölçüde faydalanırlardı. Doktorlar, Per-Ankh ("Yaşam Evi") adı verilen bir kurumu yönetiyorlardı; tapınağın bir bölümü olan bu mekânda tıbbi metinler yazılır, nüshası çıkarılır, incelenir ve tartışılırdı.

Antik Mısır'daki tıbbi metinler, hastalık ve sakatlıkları iyileştirmede kullanılacak büyüler ve günümüzde "kullanışlı tedbirler" olarak kabul edebileceğimiz bilgiler içerirdi. Mimar Imhopet (MÖ y. 2667-2600) hastalıkların doğal yollarla meydana gelebileceğini ve tanrıların gazabı olmadığını belirten tıbbi eserler yayınlamış olsa dahi, Mısır tarihi boyunca, hastalıkların doğaüstü kaynaklı olduğuna inanılırdı.

Papyrus Chester Beatty VI
VI Chester Beatty Papirüsü
The Trustees of the British Museum (Copyright)

Keşiş-hekim-büyücü, sorunun temeline inmek için hastayı ehemmiyetle muayene eder ve incelerdi, ardından bu sorunu çözebilecek en uygun tanrıya danışırdı. Hastalık, doğal nizamın sekteye uğraması olarak görülürdü; bu sebeple standart ritüellerle insanların tanrıya olan inancını besleyen tapınak keşişinden farklı olarak, hekim güçlü ve öngörülemeyen güçleri çağırmak ve onları ustalıkla kontrol etmekle yükümlüydü.

Kırsal köylerde bile doktorlar çok masraflıydı; bu sebeple insanlar tıbbi yardım için daha öncesinde bir doktor ile çalışmış, o veya bu şekilde tıbbi bilgi edinmiş kişilere başvururlardı. Bu kişiler kırık çıkık işlerinde veya bitkisel tedavide tecrübe sahibiydiler ancak tedavi için büyü yapma konusunda yetkin oldukları düşünülmüyordu. Konudaki uzman görüş bu olsa da, doktor olmayan birçok kişi büyü aracılığıyla tedavi yöntemlerine başvuruyorlardı.

Gündelik Yaşamda Büyü

Kahinler ve geleceği görebilen bilge kadınlar da tedavi konusunda rol oynuyorlardı. Mısır bilimcisi Rosalie David bu durumu, "bu gibi kahinlerin Yeni Krallık ve hatta daha da öncesinde, gündelik dini ibadetlerin bir parçası olabileceği iddia edilmiştir" (281) şeklinde ifade eder. Kahinler kadınların hamile kalmasına yardımcı olur, rüyaları yorumlar ve hastalıklar için bitkisel tedavi imkânı sunarlardı. Mısırlıların büyük bir çoğunluğunun okuma yazması olmasa da, kahinler gibi, birçok insan daha sonrasında fayda sağlayacak büyüleri ezberlerlerdi.

Kraldan köylüye, her sosyal sınıfa mensup Mısırlı; gündelik yaşamında büyüye inanır ve bel bağlardı. Buna dair kanıtlar; kazı çalışmalarında bulunan birçok sayıdaki muska ve tılsım, dikili taşlardaki yazıtlar, abideler, saraylar ve tapınaklar, mezar işlemeleri, kişisel ve resmi yazışmalar, yazıtlar ve mezar eşyalarında saklıydı. Rosalie David bu durumu şu şekilde açıklar, "büyü, insanlara tanrılar aracılığıyla savunma amaçlı bahşedildi ve krallar ile tanrıların görevlerini üstlenen büyücüler aracılığıyla yürütüldü" (283). Kral, büyücü veya doktorun müsait olmadığı zamanlarda yerel halk kendi ritüellerini yaparlardı.

Efsun ve büyüler; doğurganlığı artırmak, iş konusunda şans getirmek, daha sağlıklı olmak ve ayrıca düşmana lanet etmek amacıyla kullanılırdı. Bir kişinin ismi onun kişiliği ile eş değerdi ancak Mısırlılar yalnızca kişinin ve tanrının bildiği, her bir bireyin gizli bir ismi (the ren) olduğuna inanırlardı. Birinin gizli ismini keşfetmek, o kişi üzerinde hakimiyet kazanmak anlamına gelirdi. Birinin ren'i bilinmez olsa dahi, o kişinin adını karalayarak veya o kişinin adını tarihten silerek o kişi üzerinde kontrol sahibi olurlardı.

Büyü ve Ölüm

Büyü, bir kişinin doğum ve yaşamında ilintili olduğu kadar, öteki dünyaya uğurlanışında da varlığını göstermektedir. Mumyalama, öteki tarafta ruh tarafından tanınması için vücudun muhafaza edilmesi amacıyla uygulanmaktaydı. Cenaze töreninde keşişler son olarak Ağız Açma Ritüelini uygulamaktaydı; kulak, göz, ağız ve burnun işlevini yeniden kazanması için mumyalanmış cesetin birçok yerine farklı cisimlerle temas ederlerdi. Bu büyülü ritüel sayesinde ebediyete uğurlanmış kişi, öteki tarafta tekrardan görüp duyabilecek, koku alıp yemek yiyebilecek ve konuşabilecekti.

Tılsımlar, koruma amaçlı olarak mumyaya iliştirilirdi ve kabir eşyaları öteki tarafta ruha destek olması için mezara dahil edilirdi. Kabir eşyalarının birçoğu işlevsel malzemeler ve kişilerin hayatta sevdikleri eşyalardan oluşuyordu ancak fayda sağlayabilecek büyülü objeler ve tılsımlar da mevcuttu.

Buna en bilinen örnek uşabti heykelcikleridir. Bunlar çini, ahşap veya farklı materyallerle yapılan ve zaman zaman ölüyü andıran figürlerdir. Öteki yaşam, dünyevi yaşamın bir uzantısı olarak algılandığından, uşabti Sazlık Tarlası'na çağrılabilirdi. Tabut Metinleri'ndeki 472 numaralı Büyü (sonrasında Mısır Ölüler Kitabı'ndaki 6 numaralı Büyü olarak geçer), ihtiyaç duyulduğunda uşabtiyi canlandırmak amacıyla ortaya konmuştur, böylece kişi çalışma endişesi duymadan öteki tarafın tadını çıkarabilirdi.

Mısır Ölüler Kitabı, ahiretteki yaşamda büyü inancını örneklerle ortaya koyar. Bu metin, kişinin ruhunun Sazlık Tarlası cennetine ulaşmasını sağlayan 190 büyü içerir. Bu sonsuz cennet hayal kırıklığı, hastalık, kayıp veya ölüm korkusu içermez; kişinin dünyadaki hayatının mükemmel bir yansımasıdır. Mısır Ölüler Kitabı; ruha hangi odadan geçeceğine, odalara nasıl gireceğine, tehlikeleri atlatmak için kişinin ne şekilde farklı hayvanlara dönüşeceğine ve tanrıların soracakları soruları nasıl cevaplayacağına dair yol gösterir. Bu büyüler; antik Mısır'da yaşayan birine, günümüzde bir haritadaki yol yönlendirmeleri kadar mantıklı ve normal gelirdi.

Sonuç

Modern bir zihne, büyü çözümlerini mantık ile eşleştirmek tuhaf gelebilir; bunun sebebi ise günümüzde antik Mısır'da hakim süren paradigmadan tamamen farklı bir sisteme alışkın olmaktan kaynaklanıyor. Fakat bu durum; onların algılarının çarpık veya "ilkel" olduğu, günümüz algısının doğru ve sofistike olduğu anlamına gelmez. Günümüzde kitlesel olarak "hakikat" olarak kabul edilen dünya ve evren modelinin, mümkün olan en iyi model olduğuna inanılır. Bu anlayışa göre, birinin doğrusundan farklı olan inanışlar yanlış olarak kabul edilir ancak durum böyle değildir.

Book of the Dead of Aaneru, Thebes
Mısır Ölüler Kitabı Aaneru, Teb
Mark Cartwright (CC BY-NC-SA)

Yazar C.S. Lewis Narnia ile alakalı fantastik eserleriyle meşhurdur ancak edebiyat, toplum, din ve kültür alanlarında birçok kitap ve makale yazmıştır. The Discarded Image adlı kitabında Lewis; toplumların eski paradigmaları yeniler daha doğru olduğu için değil, eski inanış sistemlerinin toplum ihtiyaçlarına karşılık vermediği için terk ettiğine işaret eder. Geçmişe kıyasla daha gelişmiş olduğu kabul edilen modern dünyanın hüküm süren inanışları daha doğru değil, daha çok kabul görür bir pozisyondadır. Günümüz insanları bu algıları hakikat olarak görürler çünkü dünyanın işleyişine dair zihinlerindeki modele daha çok uymaktadır.

Antik Mısırlılar dünyayı tam olarak bu şekilde algıladı. Bildikleri dünya, temel element olarak büyü içeriyordu ve bu onlara tamamen mantıklı geliyordu. Yaşamın kaynağı tanrılardı ve bu tanrılar insanlara uzak varlıklar değillerdi; şehir tapınaklarında, nehir kenarındaki ağaçlarda barınan, yaşam kaynağı nehirler ve sürülen tarlalardaki dostlar ve komşulardı. Herhangi bir çağdaki her medeniyet hakikat merkezli bir yaşam sürdüğüne inanır, aksi söz konusu olsaydı bunu değiştirirlerdi.

Antik Mısır'da MS 4. yüzyılda dünya algısı değiştiğinde - henoteistik/çok tanrılı bir inanıştan Hristiyanlığın tek tanrılı inancına geçildiğinde - "hakikat" algıları da değişti ve hayatlarına nüfuz etmiş büyü yerini yeni inanışlarına uyan yeni bir paradigmaya bıraktı. Bu yeni inanışın, binlerce yıl inandıklarından daha doğru olduğu anlamına gelmiyordu; sadece daha çok kabul görüyordu.

❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌

Antik Mısır'da büyü çeşitleri

Umut Ataseven Independent Türkçe için yazdı

 

 a. Kara büyü:

Bu büyü çeşidinde, özellikle birbirinden nefret edenler için yapılırdı. Sonucu ölüm idi. Bu büyü sayesinde, kişi amacına ulaşırdı.

Kara büyü, özellikle Firavunlar için yapılırdı. Amaç, Firavunu bir şekilde tahtan indirmek idi. Bunun tek yolu da ölümdü.

Büyüyü yapan kişi, yapacağı kişinin bilgilerine eksiksiz olarak sahip olması gerekirdi. Büyü ancak bu şekilde tutardı. Kara büyü, daha çok hayvan kemiği kullanılarak yapılırdı.

Büyüyü yapan kişi, yapacağı kişini adını hayvan kemiklerine yazardı. Daha sonra iplerle iki kemiği bağlar, üzerine sihirli metinden dualar okuyarak ortadan ikiye ayırırdı.

Böylelikle yapılan büyü, amacına ulaşana kadar beklenirdi. Sonucu her daim ölüm olmuştur.

Kimi zaman bu büyü yapılan kişiye değil, yakınlarına tesir ettiğini görmek mümkündür.
 

 

b. Bebek büyüsü:

Bu büyü çeşidinde, bir bebek motifi dikkat çekmektedir. Büyü yapılacak kişi erkek ise, erkek; kadın ise kadın şeklinde, kumaşlardan bir bebek yapılırdı.

Bu bebeğin yapılışı esnasında büyü yapılacak kişi düşünülürdü. Büyü metinlerinin yardımıyla bebek yapımı bitirilirdi.

Sivri aletlerle (iğne vb.) bebeğe delikler açılırdı. Her açılan delik, büyü yapılan kişiye zarar verdiği düşüncesi vardı.

Sonucu ağır sakatlık ya da ölüm olabilirdi. Bu büyü yine birbirinden nefret eden kişiler tarafından yapılırdı.


c. Ateş büyüsü:

Bu büyü çeşidinde daha çok hayvanlar kullanılırdı. Keçi, domuz ve fare gibi hayvanların başları koparılarak, ateş içine atılırdı.

Atılan bu ateş, sönene kadar başında beklenir ve sabaha kadar kutsal sözler okunurdu. Büyü daha çok zarar verme amaçlıdır.

Bu nedenle kutsal sözlerin iyi bilinmesi gerekiyordu. Büyüyü yapan kişi, sıradan bir Mısırlı da olabilirdi.

Büyünün amacı, nefret edilen kişiye tabiri caizse hayatı zindan etmekti. Bu büyü çok fazla kullanılmazdı.

Çünkü fazla zahmet ve zaman gerektiren bir büyü idi. Yapan kişi sayısı oldukça azdı. Bu büyünün sonucu oldukça ağır olup kimi zaman ölümle dahi sonuçlanabiliyordu.
 

 

d. Muskalar:

İsminde de anlaşılacağı üzere muska, köken olarak Babillere kadar dayanır. Onlardan kalan muska çeşitlerini Mısırlılar da kullanmış ve yeri geldiğinde boyunlarına takmışlardır.

Bu uygulama günümüzde dahi devam etmektedir. Mısırlılar hazırlayacakları muskayı daha önceden bazı işlemlerden geçirirlerdi ancak bu işlemler sonucunda hazırlanabilirdi.

Mısırlılar hiyeroglif yazısını papirüslere yazar ve üstüne birtakım baharatlar sürerek tanrıya adanmışlıklarını ifade ederlerdi.

Bu papirüsleri kimi zaman uyudukları yerlerde saklarlar, kimi zaman da bir koruyucu takarak boyunlarında taşırlardı.

Bu muska uygulaması sadece kendilerini ruhani varlıklardan korumak için değil, bir büyü çeşidi olarak da kullanılırdı.

Mısırlılar muska konusunda oldukça iyilerdi. Bu işin erbabı idiler. Bir büyü çeşidi olarak karşımıza çıkan muskalar, kimi zaman da yemekler içine katılabilirdi.

Oral yolla da büyü yapmak böylece mümkün olabiliyordu. Günümüzde nazar olayının varlığından haberdarız.

Doğu toplumlarında nazarı görmek mümkündür. Mavi boncuk olarak tasarlanmış ve ortasında göze benzer bir tasvir vardır.

Bu mavi nazar boncuğu, sanılanın aksine nazardan korunmak için değildir. Toplumda yanlış bilinen bu bilginin yine Eski Mısır'a dayandığını kaynaklardan görebilmekteyiz.
 

 

Yukarıdaki görselde Horus'un gözü tasviri vardır. Rivayete göre Set, Horusun gözlerini çıkararak Nil'e atmıştır.

Daha sonra zorlu bir mücadele sonucunda Horus, gözlerine kavuşmuştur. Bu efsanevi olay, Mısır mitolojisinde oldukça yer tutmakta ve hatta Mısır ile özdeşleşmiştir.

Yukarıdaki görselde görüldüğü üzere Horus'un gözü ve gözünün üstünde uzun bir kaş vardır.

Görselden de anlaşılacağı üzere, belki de bugün birçoğumuzun evinde bulunan nazar boncuğunun kökeni Eski Mısır'a dayanmaktadır.

Kimi yazılan kaynaklarda bu göz tasvirinin Ra' ya ait olduğu geçmektedir. Bu bilgi doğru olmamakla birlikte Ra ile benzerliği de yoktur.

Eski Mısır'da da bazı uğursuzluk getirdiğine inanılan nesneler ve olaylar mevcuttu. Örneğin; Kara Kedinin uğursuzluk getirdiği inancı, eski Mısır'da da vardı.

Mısırlılar ve onların kedileri bir bütün halde idiler. Mısırlılar kedileri, evin bir ferdi olarak görmekteydiler.

Onlar öldüğünde saçlarını kazıtıp yas tuttukları bile olurdu. Bir evde yangın çıktığında ilk olarak kediler kurtarılırdı. Onlara sonsuz bir sevgi ile yaklaşırlardı.

Mısır'da kendi tonundan olmayan insan ve hayvanların uğursuzluk getirdiğine inanırlardı. Siyah bir hayvanın üzerindeki beyaz bir tüyü bile kabullenemezlerdi.

O beyaz tüy kir olarak ifade edilirdi. Bu nedenle o çok sevdikleri kedilerden siyah olanlarını dışlarlar ve onların uğursuzluk getirdiğine inanırlardı.

Siyah renkteki hayvanları kurban etmezlerdi. Çünkü o hayvanların etlerinin de siyah olduğuna inanılırdı.

Uğursuz olarak gördükleri sadece hayvanlar değildi. Siyahi bir insanı da uğursuzluk olarak görüyorlardı.

Onları köle olarak çalıştırıp, eziyet ettikleri dahi olmuştur. Mısırlılar, tanrı ile sürekli irtibat halinde olduklarından, yaptıkları büyüleri tanrının da yüceliğine armağan etmekteydiler.

Yaptıkları her büyünün sonunda "Tanrıya Adanmış" diye eklerlerdi. Bu adanmışlık, zaman içinde tanrı ile savaş yoluna girilmesine zemin hazırlayacaktır.

Çünkü tanrılar her zaman istenileni vermeyebilirdi. Bu karşın Mısırlılar tanrıdan çok daha fazlasını istemeye devam edeceklerdir.


XXXXXXXXXXX

Antik Çağ yazarlarından Dioskurides’in MÖ 1.yüzyılda aktardığına göre banotu, insanlar için domuzlarda olduğu kadar zararsız değildir. Bilinçsiz kullanımının körlük, delilik ve hatta ölüme varıncaya kadar kötü sonuçlar doğurabileceği aktarılır.

FAZLASI DELİRTEN APOLLON’UN BİTKİSİ: BANOTU -Friendz10

Plinius da bu sebeplerden dolayı bengildek de denen banotunun tıbbi amaçla kullanılmasını tavsiye etmemiştir. Buna karşın büyü ve tedavilerde sıkça kullanılan banotuna, ejderhanın otu da denilir. Ay tanrıçası ve ölüler ülkesinin kraliçesi Hekate de kehanet ve büyülerde banotu kullanırdı.

Çok sayıda türü olan banotu halüsinojen bir bitki olduğundan bilicilerin vazgeçilmeziydi. Bu yüzden Apollon’un bitkisi olarak da tanınıyordu. Kehanette bulunabilmek için Apollon rahibeleri banotundan yaptıkları bir tür içecek içiyorlardı.

Orta Çağda ise banotu cadılar tarafından kullanılan başlıca otlardan biriydi.

Pergamon (Bergama) Kralı Attalus’un meşhur zehir bahçesinden etkilenen Anadolulu bir başka kral, hatta zehir kral diye bilinen Mithridates’in de şifalı ve zehirli bitkileri topladığı ünlü bahçesinde banotu yetiştirdiği söylenir. Mithridates çocukluğundan beri bitkiler, özellikle de zehirli bitkiler üzerine çalışarak türlü panzehirler keşfetmiş, pek çok zehirli bitki literatüre onun adıyla geçmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️