Büyü Nedir?
Büyü, tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler olarak tanımlanabilir. Edward Burnett Tylor, James George Frazer, Levi-Strauss, Marcel Mauss, Lévy Bruhl, Bronisław Malinowski gibi yazarlar çeşitli disiplinler açısından büyünün nitelik ve özelliklerini tartışmışlardır. Kültürel antropolojinin kurucusu Britanyalı antropolog Edward Burnett Tylor (1832-1917), İlkel kültür (Primitive culture, 1871) adlı kitabında büyüyü “sahte bilim” olarak tanımlarken, ilkel kabile mensuplarının büyü ile olaylar arasında kendilerine göre bir sebep-sonuç ilişkisi kurduklarını belirtmiş dahası din ile büyünün aynı düşünce sisteminin ayrı parçaları olduğunu ileri sürmüştür.
İskoç antropolog James George Frazer, Altın Dal (The Golden Bough, 1890) adlı kitabında bu düşünceyi geliştirerek dinlerin kaynağının büyü olduğunu, insanların tabiatı kontrol etme çabalarında büyünün yetersizliğini anlayınca bu kontrol gücüne sahip ruhanî varlıklar inancına yer veren dinlerin ortaya çıktığını iddia etmiş dahası büyünün ilkel bir bilim olduğu, bilimin ortaya çıkması ve gelişmesine yardım ettiğini ileri sürmüştür. Buna karşın Fransız teolog Alfred Loisy (1857-1940), Fransız sosyolog Émile Durkheim (1858-1917), İngiliz etnolog ve İngiliz Evrimsel Kültür Antropolojisi Okulu’nun savunucusu Robert Ranulph Marett (1866-1943) tersine büyünün dinden çıktığını ileri sürmüşlerdir. “Ne kadar ilkel olursa olsun büyüsüz ve dinsiz toplum yoktur” diyen Polonyalı antropolog Bronisław Malinowski (1884-1942) ve Rus antropolog Alexander Goldenweiser (1880-1940) büyü ile dinin birbirine benzer bazı özelliklere sahip olduğunu, din adamı ve büyücü aynı pratik gayeyi güttüğünü ancak ikisinin de mitolojik temel ve geleneğe sahip olduğunu yazmıştır.
Eski Yunan’da Büyü

İngilizce büyü anlamındaki magic kelimesinin kökeni MÖ 6. Yüzyıl sonlarında Farsça maguš kelimesinin magos ve mageia formlarında antik Yunan diline ödünçlenmesine dayanmaktadır. Yani, başlangıçta dindar bir Pers kabilesinin Yunanca adı olan Magos kelimesinden türemişti. Yunanlılar ve daha sonra eski Romalılar için “sihir, dinden farklı değildi, aksine onun istenmeyen, uygunsuz bir ifadesiydi veya bir başka deyişle ötekinin diniydi”. MÖ 1. yüzyılda, Yunan magos kavramı Latince’ye uyarlanmış ve bir dizi antik Romalı yazar tarafından magus ve magia formlarında kullanılmılştır. Terimin bilinen en eski Latince kullanımı, Virgil’in MÖ 40 civarında yazdığı eseri Ekloglar’dır. Eski Yunan’da büyüler ve kötü dualar (epoidai), lanet tabletleri (katadesmoi), şifa veren ilaçlar ve ölümcül zehirler (pharmaka[9]), muskalar (periapta) ve güçlü aşk iksirlerinden (philtra) oluşmaktaydı. Antik Yunan ve Roma’da büyü, bir şekilde din ile bağlantılıydı ve etkisi genellikle çeşitli tanrıların yardımına bağlıydı. Eski kültürlerde büyüler, batıl inançlar, din ile bilim arasında kolayca aşılabilen ince bir çizgi vardı. Eski büyücüler bir yandan bilgelik sembolleri, önemli sırların koruyucuları hatta çeşitli sanat ve bilimlerin ustaları olarak saygı görüyor diğer yandan doğaüstü güçlere erişimi olduklarına da inanıldıklarından kendilerinden korkuluyordu.
Bu ikilem yüzünden çoğu zaman büyü uygulamaları yöneticilerce ne tamamen onaylanmış ne de tamamen yasaklanmış olduğu için kendine özgü bir kültürel statüye sahip olmuştur. Şüphesiz ki hem Yunan hem de Romalıların büyülü uygulamaları kısıtlayan yasaları vardı, ancak sihrin güçlü bir cazibesi olduğu ve toplumun her düzeyinde kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Romalı tarihçi Suetonius, İmparator Augustus’un MÖ 13’te 2.000 büyülü parşömen yakılmasını emrettiğini yazmıştır ki bu baskının sonucunda büyücüler ve literatürleri yeraltına inmiştir. Onaylanmış ve onaylanmamış din biçimleri arasında seçim yapıldığında onaylanmayan inançlara ait her türlü öğreti ve literatürün Gnostik ve Hermetik sınıfına sokulmuş, büyü ve literatürü de bu gruptaki inançlarla ilişkilendirilmiştir. Hıristiyanlığın yükselişiyle birlikte ise sihir bilgisi tamamen yok olma sürecine girmiştir ki Havari Pavlus‘un birçok Efesliyi büyülü kitaplarını yakmaya ikna ettiği Havarilerin İşleri metni yeterince fikir vericidir.
Büyüye İnanma ve Uygulama
Eski Yunan’da sihir sadece fakir ve cahil kesimlerin ilgi alanı değildi iyi eğitimli zenginlerce de aynı oranda rağbet görüyordu hatta şehir devletlerinin kıtlık, salgın hastalık ve istila tehlikesi gibi olası felaketlerden korunmak için büyücüleri görevlendirdiğini biliyoruz. Bununla birlikte pharmaka deleteria olarak da anılan kara büyüye sıcak bakılmamaktaydı ki MÖ 5. yüzyılda Teos’ta bir adam ve ailesine bu sebepten ölüm cezası verilmişti. MÖ 4. yüzyılda Theoris adlı bir kadın da büyülü ilaçlar dağıtıp ve büyülü sözler söylediği için ölüm cezasına çarptırılmıştı. Şehir yöneticileri de sihre inanıyor ve ondan korkuyor Epikürcü ve Stoacı filozoflar hatta ‘Devlet’ kitabının yazarı ünlü filozof Platon büyü ve lanet tablet satanları cezalandırılmasını savunuyor ve sihrin ortadan kaldırılması için mücadele ediyordu. Bununla birlikte Yunan toplumu büyüye tüm kalbiyle inanıyordu özellikle köylüler hasat ve evcil hayvanlarının kaderi doğrudan hava koşullarına bağlı olduğundan muskalar yoğun olarak kullanılıyor ve tarlalara bolca yağmur getireceğini umut ediyorlardı.
Muska ve Tılsımlar
Antik Yunan’ın büyü gelenekleri büyülü sözleri, kara büyü sınıfına giren lanet tabletlerini ki birazdan üzerinde duracağız ayrıca çeşitli ilaçları, iksir ve zehirleri, muska ve tılsımları kapsıyordu. Büyü ile yakından alâkalı kült nesnelerinden birisi olan muskaların, olumlu bir durumun korunmasını veya iyi özelliklerin çekilmesini sağladığına inanılıyordu ki bu sonuçları sağlamak için muska kişinin boynuna veya bileğine takılmakta veya duvarlar, evler ve hatta tüm kasabaları korumak için çeşitli yerlere yerleştirildi. Yani Eski Yunan’da insanlar muska kullanımıyla kendilerinin ve çocuklarının yanı sıra evlerini ve hayvanlarını da kötü güçlerden korumaya çalışmaktaydı. Muskalar bitkiler, çiçekler, hayvan dişleri, ince hayvan kemiği şeritleri, değerli metaller, oyulmuş tabletler veya yarı değerli taşlardan yapılan dekoratif mücevherlerden oluşmakta kimi zaman üzerine dua veya büyülü sözler yazılmaktaydı ki bu durum arkeolojik nesnelerin bize kullanım amacını içi kanıt da sunmaktadır. Muskalar vücutta genellikle korunulacak meş’um gücün görebileceği varsayılan açık yerlere takılmaktaydı ki ilkellerde vücudun belirli yerlerine uygulanan dövmelerin de bir çeşit muska olduğu iddia edilmektedir. Muskaların ilk örnekleri MÖ 3000’lerde aşağı yukarı Mezopotamya ile eş zamanlı eski Mısır’da görülmüş olup, muskalar hem yaşayan insanlar tarafından taşınır hem de öbür dünyada kullanılmak üzere ölülerin yanlarına bırakılırdı.
Muska Çeşitleri
Yunan muskaları iyi şans getirdiğine inanılan tılsımlar ve koruma amaçlı phylacteries[14] olarak iki grupta ele alınabilir. Babil, Mısır ve Yunan unsurlarının çeşitli formüllerinin bir karışımı olan ikinci gruptaki muskalar muhtemelen diğer sihir biçimlerine karşı korunmak için hazırlanmaktaydı. Kemik, tahta, taş hatta kıymetli taşlar tılsım yapmak için kullanılmakta olup, küçük papirüs parçalarına veya metal bir tabakaya da yazılabilirler. Tılsımlar genellikle bir kese veya küçük bir kapta taşınmaktaydı. Muskalar fiziksel bir rahatsızlığı iyileştirmek, salgın hastalıklardan korunmak, doğum kontrol yöntemi olarak, bir spor müsabakasını kazanmak, birisinin aşkını kazanmak, hırsızları uzak tutmak, kem gözlerden uzak tutmak veya takan kişiyi herhangi bir kötü büyüden korumak için takılmaktaydı.
Tılsımın işe yaraması için mutlaka bir veya birden çok tanrı veya tanrıçayı ki genellikle kavşak, giriş yolları, gece, ışık, hayaletler, büyü ve büyücülük, şifalı ve zehirli bitkiler bilgisi ile ilişkilendirilen bir tanrıça olan Hekate çağrılmalı ve sihirli bir güce sahip olduğuna inanılan ve hiçbir insan diline ait olmayan yabancı kelimeler ezberden okunmalıydı. Ayrıca göz, düğümler, erkek ve kadın cinsel organları, Mısır bokböceği ve Türkiye’de ‘nah’ işareti olarak bildiğimiz müstehcen el işaretinin minyatür boyutlardaki küçük heykelciklerini taşımanın da şans getireceğine inanılmaktaydı. Bu muskalardan bazıları sözgelimi nazar boncuğu Yunanistan ve Türkiye’de, cornicello (İtalyanca ‘boynuz’) ise Yunan kültüründen etkilenen Güney İtalya’da hala aynı amaçla kullanılmaktadır. MS 1. Yüzyılda Romalı yazar Pliny’nin Doğa Tarihi’ adlı kitabında tılsım “bir kişiyi beladan koruyan bir nesne” olarak tanımlanmış ve Latince amuletum olarak anılmıştır ki İngilizce aynı anlamda bugün kullanılan amulet kelimesinin kaynağıdır.
Muskalar antik Roma toplumunda da yaygındı, Yunan geleneğinin mirasçısı ve ayrılmaz bir şekilde Roma dini ve büyüsüyle bağlantılıydı. Bazı değerli taşlar ve tanrılar arasında bağlantılar öne sürülmesine rağmen, muskalar genellikle normal din alanının dışında yer almaktaydı. Örneğin, Jüpiter sütlü kalsedon üzerinde, Sol (Güneş) Helyotrop (kantaşı), Mars kırmızı jasper, Ceres yeşil jasper ve Bacchus ametist ile ilişkilendirilmekteydi. Muskanın kendine özgü gücü olduğu üzerinde vterfexix (utere fexix) veya “kullanıcıya iyi şanslar” gibi yazıtlardan anlaşılmaktadır. Romalı çocuklar kötülüklerden korunmaları için bulla ve lunula adlı nazarlıklar takılmaktaydı. İnsanlar kendilerini kötü ruhlardan ve belalardan korumak için üzerine harfler kazınmış nesneler giyerler, sporcular, başarı sağlamak için kıyafetlerine veya deri sandaletlerine harflere diktirirdi.
Efes Artemis heykelinin üzerine kazınmış olduğu iddia edilen, gramer anlamı olmayan gizemli bir harf setinden oluşan Ephesia Grammata ise Yunanlılar ve Romalılar tarafından kullanılan özel bir tılsım türüydü.
Kutsal ve Şifalı Bitkiler
Hastalıkları önlemek ve iyileştirmek için kullanılan hazırlanan çeşitli iksirde kullanılan kutsal bitkiler de bir çeşit muska olarak kabul edilmektedir. Hasta veya yaralı insanlar şifalı bitkileri kullanarak tıbbın temellerini attığına inanılan Asklepius’a dua ederlerdi. Aristoteles’in halefi olan Eresuslu Theophrastus (MÖ 370-288) yüzlerce bitkiyi ve onların sözde sihirli özelliklerini tanımlamıştı. Bu dönemde Yunanistan’da doğum kontrol için yarpuz, veba gibi salgın hastalıktan kurtulmak için kabak, kırıklarda ebegümeci, afrodizyak olarak mor orkideler kullanılmaktaydı. Yunan Büyü Papirüsü ise iksir ve ilaç yapımı için 450’den fazla bitki ve mineralden bahsetmektedir.
Yunan Büyü Papirüsünden bazı sayfalar
4. Yunan Büyü Papirüsü
Eski Mısırlılar tarafından binlerce yıldır kullanılıyordu ve Yunanlılar pek çok şeyi olduğu gibi büyü geleneğini de önemli ölçüde Mısır’dan öğrendiler. Greko-Roman Mısır kökenli Yunan Büyü Papirüsü (Latince ‘ Papyri Graecae Magicae’) Eski Yunanca’nın yanı sıra Eski Kıpti dili ve Demotik Mısır dilinde, farklı kişilerce yazılmış büyü, formül, ilahiler ve ritüelleri içeren bir papirüs koleksiyonunun adıdır.
Papirüslerin içeriği MÖ 100’lerden MS 400’ler arasında oluşturulmuş olup, 1700’lerden itibaren antika ticareti sayesinde gün ışığına çıkmıştır. En ünlüsü ‘Mithras Duası’ olan bu papirüs koleksiyonunda ayrıca fiziksel rahatsızlıkların nasıl üstesinden gelineceği, kişinin cinsel hayatını nasıl iyileştireceği, şeytan çıkarma, evdeki haşaratları nasıl ortadan kaldıracağı ve hatta kendi muskanızı nasıl yapacağınız gibi talimatlar bulunmaktadır.
Yunan Büyü Papirüsü iksir tariflerinin yanı sıra, büyücülerin işini kolaylaştırmak için uygulanacak sihirli formüllerin, söylenecek ilahilerin ayrıca yakarılacak tanrı ve iblislerin isimlerinin listelerini içermektedir. Bu papirüs sayesinde eski Mısır dini kısmen hayatta kalmış kısmen de büyük ölçüde Helenleştirilmişse de bilim adamları ne kadar gizli ya da halka açık olduğu konusunda kararsızdırlar. Papirüslerde Zeus, Hermes, Apollo, Artemis ve Afrodit gibi tanrıların çağdaş edebiyatta olduğu gibi Helenik aristokratlar olarak değil, Yunan folklorunda olduğu gibi şeytani ve hatta tehlikeli olarak tasvir edilmesi dikkat çekicidir.
Mitolojide Büyü
Cadılar ve büyücüler Yunan mitolojisinde görünmektedir ki büyülü iksirleriyle kurnaz kahraman Odysseus’un adasından ayrılmasını engelleyen büyücü Circe bunların en ünlülerindendir.
MÖ 8. yüzyılın başlarına kadar uzanan Odysseia efsanesinde destanın ana kahramanı Odysseus’un Titan Circe ile Aeaea adasında karşılaştığında Circe’nin büyüsü Odysseus ve adamlarına karşı bir asa kullanımıyken Odysseus’un büyüsü moly adlı bir bitkinin kullanımıdır. Bunlar sonraki dönem edebiyatında tekrarlanan sihrin yapılabilmesi için hayati önem taşıyan üç şartın ortaya konulduğu ilk örnektir: Özel güçlere sahip gizemli bir aletin (asa) kullanılması, nadir bulunan bir sihirli bitkinin (moly) kullanımı ve büyü eyleminin oluşmasına yardım eden tanrısal bir figür (Hermes).
Mitolojide tanrıların habercisi Hermes, ay ve büyücülük tanrıçası Hekate, Trakya’da Homeros’tan bir nesil önce” yaşadığı söylenen ve karısı Eurydice’i geri getirmek için yeraltı dünyasına inen efsanevi müzisyen Orpheus büyü ile ilişkilendirilen diğer önemli karakterlerdir. İki şehirde aynı saatte görüldüğüne, hayvanları kontrol etme yeteneğine ve gelecekten haber verebildiğine inanılan ünlü matematikçi ve filozof Pisagor ile hastaları iyileştirebildiğine, yaşlıları canlandırabildiğine ve ölüleri çağırabildiğine inanılan Empedokles de sihirle ilişkilendirilmiştir. Ayrıca Hades‘ten gelen hayaletler, sihirli iksirler ve lanetlerle ilgili hikayelerde bol miktarda bulunur. Karısı Deianeira’nın kentaur Nessos’un sihirli kanını alıp kahramanın pelerinine yaymasının ardından zehirlenerek korkunç bir şekilde ölen Herkül bu lanetlerden birisine maruz kalmıştır.
Vudu bebekleri (Kolossoi)
Ayrıca lanetin kurbanına benzemek için yapılmış kolossoi adıyla bilinen kurşun, bronz, kil veya balmumundan vudu

bebekleri de MÖ 4. Yüzyıldan itibaren Yunanistan’da lanet tabletleri kadar yaygın olmasa da aynı amaçla kullanılmıştır. Mısırlıların bu bebekleri ilk olarak MÖ 2000’lerden beri kullandığı bilinmektedir. Kolossoi kabul edilebilmesi için heykelciklerin şu kriterlerden en az ikisini karşılamalıdır: (1) bebeğin kolları veya bacakları sanki bağlanmış gibi arkasından bükülmüş olmalı (2) bebek çivilerle bağlanmış olmalı (3) bebeğin başı veya ayakları veya üst gövdesi öne doğru bükülmüş olmalı (4) oyuncak bebek bir kaba sıkıca kapatılmış olmalı (5) oyuncak bebek bir kurbanın adıyla yazılmış olmalı (6) oyuncak bebek bir mezarda, kutsal alanda veya suda keşfedilmiş olmalı.
Kolossoi heykelciklerde kurbanı temsil eden figürün genellikle kolları arkadan bağlanmış, bükülmüş, bazen çivi çakılmış olup, genellikle Yeraltı Dünyası’na yolculukları minyatür bir kurşun tabutun içine gömülmüş durumda tasvir edilmekteydi. Platon, oyuncak bebeklerin üç yolun kesiştiği noktalarda, kapılarda ve ebeveyn mezarlarında sergilendiğinden bahsetmiştir[17]. Louvre müzesinde sergilen bir örneğinde görüldüğü gibi aşk büyüsü amacıyla yapılan heykelciklerde, iğneler genellikle zarar vermek için değil, uyarılmayı teşvik etmek için gözlere, ağza ve cinsel organlara yerleştirilirdi. İnanışa göre lanet tabletleri ve lanet bebeklerini etkisiz hale getirmek mümkündü. Tabletler bulunup kırılırsa lanet sonra eriyordu, bebekler ise bulunduktan sonra ise önce üzerine batırılan çivileri sökmek gerekmekteydi. 6. yüzyılda Kudüs Patriği Sophronious’un ‘Aziz Cyrus ve John’un mucizeleri’nde bildirdiğine göre tüm eklemleri bir lanet yüzünden ağrıyan İskenderiyeli Theophilus’un rüyasına giren meleklerin din adamına bir balıkçı tutup, denize göndererek bir kutuyu aratmasını tavsiye etmişlerdi. Gerçekten de balıkçı denizde bir kutu içerisinde her uzvuna çivi çakılmış bronz bir Theophilus büstü bulup getirmişti. Büstteki çiviler çıkarıldığında Theophilus ağrı ve felçten kurtulmuştu.
Nekromansi
Nekromansi, ölmüş kişilerin ruhlarını doğaüstü kötü güçlere karşı ruhsal koruma olarak çağırma olayına verilen isim olup, Mısır, Babil, Yunanistan ve Roma’da yaygın olarak uygulandığı bilinmektedir. Yunanca νεκρομαντεία’dan (nekromanteía), Antik Yunan νεκρός (nekrós), “ceset” ve μαντεία (manteía), “aracılığıyla kehanet” kelimelerinin birleşiminden oluşan kelime Geç Latince necromantia üzerinden Batı dillerine geçmiştir. Antik Yunan’da nekromansi yasadışı bir ritüel olmakla birlikte gizlilik içinde uygulandığını gösteren çok sayıda kanıt vardır. Antik Yunan’da Epir bölgesindeki arkaik bir yerleşimin kuzey batısında acheron ırmağına nazır bir yerde Yeraltı Tanrısı Hades ve eşi tanrıça Persephone onuruna kurulan Nekromanteion ünlü bir nekromansi tapınağıdır. Eski Yunanlılar, ölülerin bedenleri yeryüzünde çürürken, ruhlarının serbest kalacağına ve yeryüzündeki çatlaklar yoluyla Yeraltı Dünyasına gideceğine inanıyorlardı. Ölülerin ruhlarının, geleceği önceden bildirme gücü de dahil olmak üzere, yaşayanların sahip olmadığı yeteneklere sahip olduğu söyleniyordu. Bu yüzden için Yeraltı Dünyasının girişi olduğu düşünülen yerlere tapınaklar dikilmişti.
Büyücülüğün en eski edebi örneği Homeros’un Odysseia‘sında bulunmakta olup, güçlü bir büyücü olan Circe’nin yönetimi altında olan Odysseus, Circe’nin kendisine öğrettiği büyüleri kullanarak yeraltı dünyasına (katabasis) seyahat etmiştir. Özellikle Tiresias’ın ruhunu çağırmak ve sorgulamak istemişse de başkalarının yardımı olmadan amacına ulaşamaz. Odysseia nekromantik ritüellere birçok açıklayıcı referans bulunmakta olup, ayinler gece saatlerinde içerisinde ateş yakılan bir çukurun etrafında yapılmalıdır. Ayrıca Odysseus, yeraltı dünyası ruhları ve tanrıların içmesi için bir içki uydurmak için kurban hayvanların kanını içeren belirli bir tarifi uygulamıştır.
Delphi Kahinleri
Antik Yunan’da büyü ritüellerine katılan belki de en önemli gruplardan birisi de Delphi Kahinleri olup, bunların doğrudan tanrılardan gelen şifreli mesajları tercüme etme ve kehanet açıklamaları yapma yeteneğine sahip olduğuna inanılmaktaydı. Delphi’deki Apollon Tapınağı’nda kâhin olarak hizmet veren rahibelerden Pythia çok ünlüydü. 50 yaşın üzerinde bir kadın olmasına rağmen kocasından ayrı yaşayan ve bakire kıyafeti giyen Pythia, Plutarch’a göre kehanette bulunmadan önce tapınağın iç odasına (Adyton) girer, burada bir tripodun üzerine oturur ve gözenekli topraktaki bir uçurumdan kaçan içeriği bilinmeyen bir gazı solumaktaydı. Bu şekilde transa girdikten sonra ölümlüler için anlaşılmaz kelimeler mırıldanmakta, bu sözler Delphi rahipleri tarafından ortak bir dilde yorumlanarak talep edenlere aktarılırdı. Amerikalı klasikler uzmanı Joseph Fontenrose (1903-1986) ve Antik Çağ uzmanı Lisa Maurizio gibi bilim adamları bu düşünceye karşı çıkarak Pythia’nın anlaşılır bir şekilde konuştuğunu ve kendi sesiyle kehanetlerde bulunduğunu iddia etmişlerdir. Gerçekten de MÖ 5. yüzyılda Herodot, Pythia’nın daktilik heksametreler ile konuştuğunu yazmıştır.
Pythia adı, efsanede Delphi’nin orijinal adı olan Pytho’dan türemiştir. Etimolojik olarak, Yunanlılar bu yer adını, canavar Python’un Apollo tarafından öldürüldükten sonra parçalanmasının hastalıklı tatlı kokusuna atıfta bulunan πύθειν (púthein) “çürümeye” fiilinden türetmişlerdir. Tapınağın MÖ 1400’e ulaşan bir tarihe sahip olduğu iddiasına karşın Pythia rahibesi, MÖ 7. yy’ın sonunda öne çıktı ve klasik dünyanın en güçlü kadınları arasında yer alıp MS 4. yüzyılın sonlarına kadar danışılmaya devam edildi. Kahin’den bahseden yazarlar arasında Aeschylus, Aristoteles, İskenderiyeli Clement, Diodorus, Diogenes, Euripides, Herodotus, Julian, Justin, Livy, Lucan, Nepos, Ovid, Pausanias, Pindar, Plato, Plutarch, Sophocles, Strabo, Thucydides ve Xenophon sayılabilir.
Bergama’nın Kutsal Diski
MÖ 3. Yüzyıla tarihlenen ve kehanet amacıyla kullanıldığı anlaşılan Bergama’nın Kutsal Diski 1899’da Anadolu’da Pergamon‘da (Bergama) keşfedilmiş olup, Berlin’deki Bergama Müzesi’nde (Almanca: Pergamonmuseum) Antikensammlung koleksiyonunda muhafaza edilmektedir. Anadolu’daki Pergamon antik kentinin kalıntılarında, Alman arkeologlarca bulunan ve Bergama Kiti (Zaubergerät aus Pergamon) olarak adlandırılan 10 parçadan oluşan büyücü kiti bulunmuştur. Parçalardan biris kayıp olup geri kalan dokuzu 4 taraflı bir bronz çivi; iki bronz yüzük; Taş ustalarının monogramlarına benzer karakterlerle yazılmış iki dikdörtgen bronz lamel, aynı yazıtlara sahip üç düzleştirilmiş siyah nehir taşı ve Prognosticon – çok sıradışı bir bronz dışbükey disk ve bir dikme dikenli üçgen bir tabandan oluşan bronz bir masadan oluşmaktadır. Prognosticon’un yüzeyi, aralarında Yunanca ünlüler de bulunan farklı karakterler içeren bölümlere ayrılmıştır. Bilim dünyasında diskten ilk bahseden yazar 1905 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde Dr. R. Wünsch olmuştur. Okültistler, diskin, çoğu modern arkeologun zannettiğinden bile daha eski bir inanç sistemi ile Orta Doğu’dan gelen büyü sistem ve uygulamaların bir karışımı olduğu iddia edilmekte hatta Kral Süleyman muskalarında kullanılan bazı yaygın sembollerin kullanıldığı iddia edilmektedir. Buna karşılık kimi yazarlar parçaların farklı kaynaklardan bir koleksiyon olarak bir araya getirildiğini iddia etmişlerdir.
Kaynakça
Bonnefoy, Y., Mitolojiler Sözlüğü. 2 Cilt. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2000
Brashear, W. M. “The Greek Magical Papyri: An Introduction and Survey; Annotated Bibliography (1928-1994)”, in W. Haase (ed.), Aufstieg und Niedergang der römischen Welt II, 18.5, Berlin, New York, 1995, pp. 3380-3684.
Copenhaver, Brian P. Magic in Western Culture: From Antiquity to the Enlightenment. Cambridge: Cambridge University Press, 2015
Dzwiza, K. “Das ‘Zaubergerät’ aus Pergamon”, in: R. Grüssinger, V. Kästner, A. Scholl (Hrsg.), Pergamon – Panorama der Antiken Metropole. Begleitbuch zur Ausstellung in den Staatlichen Museen zu Berlin, Petersberg, 2011, s. 239-241, 542-543.
Evans-Prichard, E. E. Witchcraft, Oracles, and Magic among the Azande, Clarendon Press. Oxford, 1976
Fontenrose, Joseph Eddy, Python; a study of Delphic myth and its origins, New York, Biblio & Tannen (1959; 1974)
Frazer, J. G. Altındal: Dinin ve Folklorun Kökleri, (Çev., M. Doğan), İstanbul, Payel Yayınları, 1991
Goldenweiser, A. Antropology, London 1937, s. 216-217.
Hans Dieter Betz (ed), The Greek Magical Papyri in translation. University of Chicago Press, 1985
Kartopu S., Ünalan A. Büyü ve Tabiatüstü Güçlere Başvurma Nedenleri Üzerine Bir Saha Araştırması. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl: 2019 Cilt:19 Sayı:2
Demirci, Kürşat. TDV İslâm Ansiklopedisi. İstanbul, 2006 Cilt 31, s.267-269
Gager, J. G. Curse Tablets and Binding Spells from the Ancient World, Oxford, 1992
Levi-Strauss, C., Din ve Büyü. (Çev: Ahmet Güngören), İstanbul: Yol Yayınları, 1983
Malinowski, B., Büyü, Bilim ve Din. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2000
Maurizio, Lisa, “The Voice at the Centre of the World: The Pythia’s Ambiguity and Authority” pp. 46–50. İçinde: (Ed.) Andre Lardinois & Laura McClure Making Silence Speak: Women’s Voices in Greek Literature and Society, Princeton University Press, 2001
Ogden, Daniel. “Binding Spells: Curse Tablets and Voodoo Dolls in the Greek and Roman Worlds.” Witchcraft and Magic in Europe: Ancient Greece and Rome. University of Pennsylvania Press, 1999
Ogden, Daniel. Greek and Roman Necromancy. Princeton, NJ: Princeton University Press, 2001
Otto, Berndt-Christian; Stausberg, Michael. Defining Magic: A Reader. Durham: Equinox, 2013
Rivers, W. H. R. Tıp, Büyü ve Din (Çev: İbrahim Enis Köksaldı), İstanbul 2004, s. 17-21, 71-129.
Russell, B. Din ile Bilim, (Çev. A. Göktürk), İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1997
Tanyu, Hikmet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul, 1992 cilt 6, s.501-506
Wünsch, R. Jahrbuch of the German Archaeological Institute, Ergänzungshaft, No. 6, 1905
Antik Mısır'da Büyü
Makale
Antik Mısır'da bir kadın hamile kalmakta güçlük çekiyorsa, tapınak içerisinde bulunan (kuluçka odası olarak da bilinen) Bes odasında bir gece geçirirdi. Bes doğum, cinsellik ve bereket tanrısıydı ve diğer sorumlulukları bir yana; tanrının mevcudiyetinin olduğu bir gecenin doğumu teşvik ettiğine inanılırdı. Kadınlar doğurganlıklarını artırmak adına Bes tılsımları taşır, dövmeleri yaptırırlardı.
Bir çocuk doğduğunda, onu korumak adına Bes resimleri ve tılsımları kullanılırdı ve bu çocuk yetişkin olduğunda da, aynı ritüel ve inanışları kendi gündelik hayatında devam ettirirdi. Ölüm kapıyı çaldığında, kişinin farklı bir varlık düzeyine, tanrılar evrenine geçtiğine inanılırdı ve cenaze defin adetleri de insanların hayatları boyunca kendilerini adadıkları inanışlar ile paralel bir anlayışta gerçekleşirdi; doğaüstü güçler varoluşun herhangi bir yönü kadar gerçekti ve evren büyü ile doluydu.
Antik Mısır'da büyü, ucuz hileler veya illüzyondan ibaret değildi; belirli bir amaç uğruna doğaüstü varlıklar ile meydana gelen doğa kanunlarının itici gücü olarak algılanırdı. Mısırlılara göre büyü olmayan bir dünya düşünülemezdi. Evren büyü ile yaratılmıştı, gündelik hayatı şekillendiren şey büyüydü. Birisi hastalandığında şifa büyüden gelirdi, yoklukta var eden güçtü ve ölümden sonraki sonsuz yaşamın teminatı büyüde saklıydı. Antik Mısır bilimcisi James Henry Breasted, Antik Mısır hayatında yaşamın her bir zerresinin büyü ile şekillendiğini ve yemek içmek kadar mühim bir konu" (200) olduğunu belirtir. Büyü birinin rahme düşüşünde, doğumunda, ölümünde ve ölümden sonraki hayatında mevcudiyetini sürdürmekteydi ve yaratılıştan da eski bir tanrı tarafından temsil edilmekteydi: Heka.
Heka
Heka büyü tanrısıydı ve büyü sanatının icraasının ta kendisiydi. Bir büyücü-keşiş veya keşiş-hekim heka esnasında Heka'ya başvururdu. Tanrı, Erken Hanedan Dönemi Öncesi (y. 6000-y. MÖ 3150) biliniyordu ve Erken Hanedan Dönemi (y. 3150-y. MÖ 2613) çevresinde gelişti ve Eski Krallık'a ait (MÖ y. 2613-2181 ) Piramit Metinleri ile Birinci Ara Dönem (MÖ 2181-2040) Tabut Metinleribünyesinde kendisini gösterdi. Heka'ya ait bir tapınak, tarikatvari oluşum veya resmi bir ibadet şekli hiçbir zaman var olmadı; o Mısır yaşamının her bir hücresine nüfuz etmişti.
Heka, resmi bir ayini veya tapınağı olmayan Tanrıça Ma'at gibi, görünen ve görülmeyen âlemlerin temelinde var olan güç olarak görülüyordu. Ma'at, temel Mısır denge ve uyumunu temsil ederken; Heka ise denge, uyum ve diğer bütün kavram ve yaşam görüşünü var eden güçtü. Tabut Metinleri'nde, Heka ezeli gücünü şu şekilde ifade eder, "Evren, diğer tanrılar var olmadan evvel bana aitti. Benim ardımdan geldiniz çünkü ben Heka'yım" (Spell 261). Yaratılıştan sonra, tanrılara güçlerini bahşeden güç olarak dünyayı ayakta tuttu. Tanrılar bile ondan korkardı, der Mısır bilimcisi Richard H. Wilkinson, "kudreti ölçülemez bir tanrı olarak görülürdü" (110). Bu kudret canlıların gündelik hayatında da apaçık ortadaydı: dünya tanrılar sayesinde dönüyordu ve tanrılar da görevlerini Heka sayesinde yerine getiriyordu.
Büyü & Din
Tapınak tarikatının keşişleri bunun farkındaydı; ancak misyonları çerçevesinde kendi şahsi ilahları ile ilgilenir ve onları onurlandırırlardı, tanrılar ile insanlar arasında mütekabiliyet sağlarlardı. Bu nedenle keşişler Heka'ya direkt olarak başvurmazlardı, hizmet verdikleri ilahın gücü ile hâli hazırda mevcudiyet gösterdiğine inanırlardı.
Büyü & Tıp
Heka büyünün yanı sıra tıbbın da tanrısıydı, tıbbi profesyonellere göre bu ikisi de eşit derecede önemli görülürdü. Kendine has çalışma yöntemlerine sahip swnw (pratisyen hekim) ve sau (büyücü hekim) bulunurdu ancak her ikisi de büyüden büyük ölçüde faydalanırlardı. Doktorlar, Per-Ankh ("Yaşam Evi") adı verilen bir kurumu yönetiyorlardı; tapınağın bir bölümü olan bu mekânda tıbbi metinler yazılır, nüshası çıkarılır, incelenir ve tartışılırdı.
Antik Mısır'daki tıbbi metinler, hastalık ve sakatlıkları iyileştirmede kullanılacak büyüler ve günümüzde "kullanışlı tedbirler" olarak kabul edebileceğimiz bilgiler içerirdi. Mimar Imhopet (MÖ y. 2667-2600) hastalıkların doğal yollarla meydana gelebileceğini ve tanrıların gazabı olmadığını belirten tıbbi eserler yayınlamış olsa dahi, Mısır tarihi boyunca, hastalıkların doğaüstü kaynaklı olduğuna inanılırdı.

Keşiş-hekim-büyücü, sorunun temeline inmek için hastayı ehemmiyetle muayene eder ve incelerdi, ardından bu sorunu çözebilecek en uygun tanrıya danışırdı. Hastalık, doğal nizamın sekteye uğraması olarak görülürdü; bu sebeple standart ritüellerle insanların tanrıya olan inancını besleyen tapınak keşişinden farklı olarak, hekim güçlü ve öngörülemeyen güçleri çağırmak ve onları ustalıkla kontrol etmekle yükümlüydü.
Kırsal köylerde bile doktorlar çok masraflıydı; bu sebeple insanlar tıbbi yardım için daha öncesinde bir doktor ile çalışmış, o veya bu şekilde tıbbi bilgi edinmiş kişilere başvururlardı. Bu kişiler kırık çıkık işlerinde veya bitkisel tedavide tecrübe sahibiydiler ancak tedavi için büyü yapma konusunda yetkin oldukları düşünülmüyordu. Konudaki uzman görüş bu olsa da, doktor olmayan birçok kişi büyü aracılığıyla tedavi yöntemlerine başvuruyorlardı.
Gündelik Yaşamda Büyü
Kahinler ve geleceği görebilen bilge kadınlar da tedavi konusunda rol oynuyorlardı. Mısır bilimcisi Rosalie David bu durumu, "bu gibi kahinlerin Yeni Krallık ve hatta daha da öncesinde, gündelik dini ibadetlerin bir parçası olabileceği iddia edilmiştir" (281) şeklinde ifade eder. Kahinler kadınların hamile kalmasına yardımcı olur, rüyaları yorumlar ve hastalıklar için bitkisel tedavi imkânı sunarlardı. Mısırlıların büyük bir çoğunluğunun okuma yazması olmasa da, kahinler gibi, birçok insan daha sonrasında fayda sağlayacak büyüleri ezberlerlerdi.
Kraldan köylüye, her sosyal sınıfa mensup Mısırlı; gündelik yaşamında büyüye inanır ve bel bağlardı. Buna dair kanıtlar; kazı çalışmalarında bulunan birçok sayıdaki muska ve tılsım, dikili taşlardaki yazıtlar, abideler, saraylar ve tapınaklar, mezar işlemeleri, kişisel ve resmi yazışmalar, yazıtlar ve mezar eşyalarında saklıydı. Rosalie David bu durumu şu şekilde açıklar, "büyü, insanlara tanrılar aracılığıyla savunma amaçlı bahşedildi ve krallar ile tanrıların görevlerini üstlenen büyücüler aracılığıyla yürütüldü" (283). Kral, büyücü veya doktorun müsait olmadığı zamanlarda yerel halk kendi ritüellerini yaparlardı.
Efsun ve büyüler; doğurganlığı artırmak, iş konusunda şans getirmek, daha sağlıklı olmak ve ayrıca düşmana lanet etmek amacıyla kullanılırdı. Bir kişinin ismi onun kişiliği ile eş değerdi ancak Mısırlılar yalnızca kişinin ve tanrının bildiği, her bir bireyin gizli bir ismi (the ren) olduğuna inanırlardı. Birinin gizli ismini keşfetmek, o kişi üzerinde hakimiyet kazanmak anlamına gelirdi. Birinin ren'i bilinmez olsa dahi, o kişinin adını karalayarak veya o kişinin adını tarihten silerek o kişi üzerinde kontrol sahibi olurlardı.
Büyü ve Ölüm
Büyü, bir kişinin doğum ve yaşamında ilintili olduğu kadar, öteki dünyaya uğurlanışında da varlığını göstermektedir. Mumyalama, öteki tarafta ruh tarafından tanınması için vücudun muhafaza edilmesi amacıyla uygulanmaktaydı. Cenaze töreninde keşişler son olarak Ağız Açma Ritüelini uygulamaktaydı; kulak, göz, ağız ve burnun işlevini yeniden kazanması için mumyalanmış cesetin birçok yerine farklı cisimlerle temas ederlerdi. Bu büyülü ritüel sayesinde ebediyete uğurlanmış kişi, öteki tarafta tekrardan görüp duyabilecek, koku alıp yemek yiyebilecek ve konuşabilecekti.
Tılsımlar, koruma amaçlı olarak mumyaya iliştirilirdi ve kabir eşyaları öteki tarafta ruha destek olması için mezara dahil edilirdi. Kabir eşyalarının birçoğu işlevsel malzemeler ve kişilerin hayatta sevdikleri eşyalardan oluşuyordu ancak fayda sağlayabilecek büyülü objeler ve tılsımlar da mevcuttu.
Buna en bilinen örnek uşabti heykelcikleridir. Bunlar çini, ahşap veya farklı materyallerle yapılan ve zaman zaman ölüyü andıran figürlerdir. Öteki yaşam, dünyevi yaşamın bir uzantısı olarak algılandığından, uşabti Sazlık Tarlası'na çağrılabilirdi. Tabut Metinleri'ndeki 472 numaralı Büyü (sonrasında Mısır Ölüler Kitabı'ndaki 6 numaralı Büyü olarak geçer), ihtiyaç duyulduğunda uşabtiyi canlandırmak amacıyla ortaya konmuştur, böylece kişi çalışma endişesi duymadan öteki tarafın tadını çıkarabilirdi.
Mısır Ölüler Kitabı, ahiretteki yaşamda büyü inancını örneklerle ortaya koyar. Bu metin, kişinin ruhunun Sazlık Tarlası cennetine ulaşmasını sağlayan 190 büyü içerir. Bu sonsuz cennet hayal kırıklığı, hastalık, kayıp veya ölüm korkusu içermez; kişinin dünyadaki hayatının mükemmel bir yansımasıdır. Mısır Ölüler Kitabı; ruha hangi odadan geçeceğine, odalara nasıl gireceğine, tehlikeleri atlatmak için kişinin ne şekilde farklı hayvanlara dönüşeceğine ve tanrıların soracakları soruları nasıl cevaplayacağına dair yol gösterir. Bu büyüler; antik Mısır'da yaşayan birine, günümüzde bir haritadaki yol yönlendirmeleri kadar mantıklı ve normal gelirdi.
Sonuç
Modern bir zihne, büyü çözümlerini mantık ile eşleştirmek tuhaf gelebilir; bunun sebebi ise günümüzde antik Mısır'da hakim süren paradigmadan tamamen farklı bir sisteme alışkın olmaktan kaynaklanıyor. Fakat bu durum; onların algılarının çarpık veya "ilkel" olduğu, günümüz algısının doğru ve sofistike olduğu anlamına gelmez. Günümüzde kitlesel olarak "hakikat" olarak kabul edilen dünya ve evren modelinin, mümkün olan en iyi model olduğuna inanılır. Bu anlayışa göre, birinin doğrusundan farklı olan inanışlar yanlış olarak kabul edilir ancak durum böyle değildir.

Yazar C.S. Lewis Narnia ile alakalı fantastik eserleriyle meşhurdur ancak edebiyat, toplum, din ve kültür alanlarında birçok kitap ve makale yazmıştır. The Discarded Image adlı kitabında Lewis; toplumların eski paradigmaları yeniler daha doğru olduğu için değil, eski inanış sistemlerinin toplum ihtiyaçlarına karşılık vermediği için terk ettiğine işaret eder. Geçmişe kıyasla daha gelişmiş olduğu kabul edilen modern dünyanın hüküm süren inanışları daha doğru değil, daha çok kabul görür bir pozisyondadır. Günümüz insanları bu algıları hakikat olarak görürler çünkü dünyanın işleyişine dair zihinlerindeki modele daha çok uymaktadır.
Antik Mısırlılar dünyayı tam olarak bu şekilde algıladı. Bildikleri dünya, temel element olarak büyü içeriyordu ve bu onlara tamamen mantıklı geliyordu. Yaşamın kaynağı tanrılardı ve bu tanrılar insanlara uzak varlıklar değillerdi; şehir tapınaklarında, nehir kenarındaki ağaçlarda barınan, yaşam kaynağı nehirler ve sürülen tarlalardaki dostlar ve komşulardı. Herhangi bir çağdaki her medeniyet hakikat merkezli bir yaşam sürdüğüne inanır, aksi söz konusu olsaydı bunu değiştirirlerdi.
Antik Mısır'da MS 4. yüzyılda dünya algısı değiştiğinde - henoteistik/çok tanrılı bir inanıştan Hristiyanlığın tek tanrılı inancına geçildiğinde - "hakikat" algıları da değişti ve hayatlarına nüfuz etmiş büyü yerini yeni inanışlarına uyan yeni bir paradigmaya bıraktı. Bu yeni inanışın, binlerce yıl inandıklarından daha doğru olduğu anlamına gelmiyordu; sadece daha çok kabul görüyordu.
Bibliografya
- Breasted, J. H. Development of Religion and Thought in Ancient Egypt. University of Pennsylvania Press, 1972.
- Bunson, M. The Encyclopedia of Ancient Egypt.Gramercy Books, 1991.
- David, R. Religion and Magic in Ancient Egypt.Penguin Books, 2003.
- Gibson, C. The Hidden Life of Ancient Egypt.Saraband, 2009.
- Lewis, C. S. The Discarded Image. Cambridge University Press, 1964.
- Magic and Theology in Ancient Egypt by Jan AssmanAccessed 23 Feb 2017.
- Pinch, G. Egyptian Mythology: A Guide to the Gods, Goddesses, and Traditions of Ancient Egypt. Oxford University Press, 2004.
- Shaw, I. The Oxford History of Ancient Egypt. Oxford University Press, 2016.
- The Doctor in Ancient Egypt by J.F. NunnAccessed 23 Feb 2017.
- Wallis Budge, E. A. Egyptian Ideas of the Future Life.CreateSpace Independent Publishing Platform, 2012.
- Wilkinson, R. H. The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt. Thames & Hudson, 2003.
Antik Mısır'da büyü çeşitleri
Umut Ataseven Independent Türkçe için yazdı
a. Kara büyü:
Bu büyü çeşidinde, özellikle birbirinden nefret edenler için yapılırdı. Sonucu ölüm idi. Bu büyü sayesinde, kişi amacına ulaşırdı.
Kara büyü, özellikle Firavunlar için yapılırdı. Amaç, Firavunu bir şekilde tahtan indirmek idi. Bunun tek yolu da ölümdü.
Büyüyü yapan kişi, yapacağı kişinin bilgilerine eksiksiz olarak sahip olması gerekirdi. Büyü ancak bu şekilde tutardı. Kara büyü, daha çok hayvan kemiği kullanılarak yapılırdı.
Büyüyü yapan kişi, yapacağı kişini adını hayvan kemiklerine yazardı. Daha sonra iplerle iki kemiği bağlar, üzerine sihirli metinden dualar okuyarak ortadan ikiye ayırırdı.
Böylelikle yapılan büyü, amacına ulaşana kadar beklenirdi. Sonucu her daim ölüm olmuştur.
Kimi zaman bu büyü yapılan kişiye değil, yakınlarına tesir ettiğini görmek mümkündür.
b. Bebek büyüsü:
Bu büyü çeşidinde, bir bebek motifi dikkat çekmektedir. Büyü yapılacak kişi erkek ise, erkek; kadın ise kadın şeklinde, kumaşlardan bir bebek yapılırdı.
Bu bebeğin yapılışı esnasında büyü yapılacak kişi düşünülürdü. Büyü metinlerinin yardımıyla bebek yapımı bitirilirdi.
Sivri aletlerle (iğne vb.) bebeğe delikler açılırdı. Her açılan delik, büyü yapılan kişiye zarar verdiği düşüncesi vardı.
Sonucu ağır sakatlık ya da ölüm olabilirdi. Bu büyü yine birbirinden nefret eden kişiler tarafından yapılırdı.
c. Ateş büyüsü:
Bu büyü çeşidinde daha çok hayvanlar kullanılırdı. Keçi, domuz ve fare gibi hayvanların başları koparılarak, ateş içine atılırdı.
Atılan bu ateş, sönene kadar başında beklenir ve sabaha kadar kutsal sözler okunurdu. Büyü daha çok zarar verme amaçlıdır.
Bu nedenle kutsal sözlerin iyi bilinmesi gerekiyordu. Büyüyü yapan kişi, sıradan bir Mısırlı da olabilirdi.
Büyünün amacı, nefret edilen kişiye tabiri caizse hayatı zindan etmekti. Bu büyü çok fazla kullanılmazdı.
Çünkü fazla zahmet ve zaman gerektiren bir büyü idi. Yapan kişi sayısı oldukça azdı. Bu büyünün sonucu oldukça ağır olup kimi zaman ölümle dahi sonuçlanabiliyordu.
d. Muskalar:
İsminde de anlaşılacağı üzere muska, köken olarak Babillere kadar dayanır. Onlardan kalan muska çeşitlerini Mısırlılar da kullanmış ve yeri geldiğinde boyunlarına takmışlardır.
Bu uygulama günümüzde dahi devam etmektedir. Mısırlılar hazırlayacakları muskayı daha önceden bazı işlemlerden geçirirlerdi ancak bu işlemler sonucunda hazırlanabilirdi.
Mısırlılar hiyeroglif yazısını papirüslere yazar ve üstüne birtakım baharatlar sürerek tanrıya adanmışlıklarını ifade ederlerdi.
Bu papirüsleri kimi zaman uyudukları yerlerde saklarlar, kimi zaman da bir koruyucu takarak boyunlarında taşırlardı.
Bu muska uygulaması sadece kendilerini ruhani varlıklardan korumak için değil, bir büyü çeşidi olarak da kullanılırdı.
Mısırlılar muska konusunda oldukça iyilerdi. Bu işin erbabı idiler. Bir büyü çeşidi olarak karşımıza çıkan muskalar, kimi zaman da yemekler içine katılabilirdi.
Oral yolla da büyü yapmak böylece mümkün olabiliyordu. Günümüzde nazar olayının varlığından haberdarız.
Doğu toplumlarında nazarı görmek mümkündür. Mavi boncuk olarak tasarlanmış ve ortasında göze benzer bir tasvir vardır.
Bu mavi nazar boncuğu, sanılanın aksine nazardan korunmak için değildir. Toplumda yanlış bilinen bu bilginin yine Eski Mısır'a dayandığını kaynaklardan görebilmekteyiz.
Yukarıdaki görselde Horus'un gözü tasviri vardır. Rivayete göre Set, Horusun gözlerini çıkararak Nil'e atmıştır.
Daha sonra zorlu bir mücadele sonucunda Horus, gözlerine kavuşmuştur. Bu efsanevi olay, Mısır mitolojisinde oldukça yer tutmakta ve hatta Mısır ile özdeşleşmiştir.
Yukarıdaki görselde görüldüğü üzere Horus'un gözü ve gözünün üstünde uzun bir kaş vardır.
Görselden de anlaşılacağı üzere, belki de bugün birçoğumuzun evinde bulunan nazar boncuğunun kökeni Eski Mısır'a dayanmaktadır.
Kimi yazılan kaynaklarda bu göz tasvirinin Ra' ya ait olduğu geçmektedir. Bu bilgi doğru olmamakla birlikte Ra ile benzerliği de yoktur.
Eski Mısır'da da bazı uğursuzluk getirdiğine inanılan nesneler ve olaylar mevcuttu. Örneğin; Kara Kedinin uğursuzluk getirdiği inancı, eski Mısır'da da vardı.
Mısırlılar ve onların kedileri bir bütün halde idiler. Mısırlılar kedileri, evin bir ferdi olarak görmekteydiler.
Onlar öldüğünde saçlarını kazıtıp yas tuttukları bile olurdu. Bir evde yangın çıktığında ilk olarak kediler kurtarılırdı. Onlara sonsuz bir sevgi ile yaklaşırlardı.
Mısır'da kendi tonundan olmayan insan ve hayvanların uğursuzluk getirdiğine inanırlardı. Siyah bir hayvanın üzerindeki beyaz bir tüyü bile kabullenemezlerdi.
O beyaz tüy kir olarak ifade edilirdi. Bu nedenle o çok sevdikleri kedilerden siyah olanlarını dışlarlar ve onların uğursuzluk getirdiğine inanırlardı.
Siyah renkteki hayvanları kurban etmezlerdi. Çünkü o hayvanların etlerinin de siyah olduğuna inanılırdı.
Uğursuz olarak gördükleri sadece hayvanlar değildi. Siyahi bir insanı da uğursuzluk olarak görüyorlardı.
Onları köle olarak çalıştırıp, eziyet ettikleri dahi olmuştur. Mısırlılar, tanrı ile sürekli irtibat halinde olduklarından, yaptıkları büyüleri tanrının da yüceliğine armağan etmekteydiler.
Yaptıkları her büyünün sonunda "Tanrıya Adanmış" diye eklerlerdi. Bu adanmışlık, zaman içinde tanrı ile savaş yoluna girilmesine zemin hazırlayacaktır.
Çünkü tanrılar her zaman istenileni vermeyebilirdi. Bu karşın Mısırlılar tanrıdan çok daha fazlasını istemeye devam edeceklerdir.
Antik Çağ yazarlarından Dioskurides’in MÖ 1.yüzyılda aktardığına göre banotu, insanlar için domuzlarda olduğu kadar zararsız değildir. Bilinçsiz kullanımının körlük, delilik ve hatta ölüme varıncaya kadar kötü sonuçlar doğurabileceği aktarılır.
Plinius da bu sebeplerden dolayı bengildek de denen banotunun tıbbi amaçla kullanılmasını tavsiye etmemiştir. Buna karşın büyü ve tedavilerde sıkça kullanılan banotuna, ejderhanın otu da denilir. Ay tanrıçası ve ölüler ülkesinin kraliçesi Hekate de kehanet ve büyülerde banotu kullanırdı.
Çok sayıda türü olan banotu halüsinojen bir bitki olduğundan bilicilerin vazgeçilmeziydi. Bu yüzden Apollon’un bitkisi olarak da tanınıyordu. Kehanette bulunabilmek için Apollon rahibeleri banotundan yaptıkları bir tür içecek içiyorlardı.
Orta Çağda ise banotu cadılar tarafından kullanılan başlıca otlardan biriydi.




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️