İdris (Arapça: إدريس), Kur'an'da adı geçen peygamberlerden biri ve Şit'in oğlunun oğludur. İlk kez onun döneminde insanların hayvan derileri giymekten kurtuldukları söylenir. Kumaşı bulduğu ve yazı yazmayı geliştirdiği söylenir.
Âdem ve Şît’ten sonra âdemoğlundan ilk peygamber odur. Allah ona otuz sahîfe vermiştir. Kābiloğulları’na peygamber olarak gönderilmiş, kavmine tebliğde bulunup hak yola davet etmiş, onlardan Allah’a itaat etmelerini, şeytana karşı çıkmalarını istemiş, fakat kavmi onu dinlememiştir.
Remil ilmi, hey’et, nücûm, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi meslek ve sanatları İdrîs icat etmiştir. Sahîfelerinde semavî sırlar, rûhânîlere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara dair bilgiler vardı. Çok sayıda talebesi olan İdrîs, yeryüzünde ilk defa demiri keşfedip ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise dikmiştir (İbnü’l-Esîr, I, 54; Nişancızâde, I, 124-128). Yıldızlar ve hesap ilmiyle ilk meşgul olan kişi olduğu için Yunanlı hakîmler ona “Hermesü’l-hakîm” (Hermesü’l-Herâmise) demişlerdir (İbnü’l-Esîr, I, 54-55, 59-60; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 99-100).
İslâmî kaynaklarda üç Hermes’ten söz edilmekte olup her biri değişik özelliklere sahiptir. Bunlar Hermes (Hermesü’l-Herâmise), Bâbilli Hermes ve Mısırlı Hermes’tir. Birinci Hermes hakkındaki rivayetler İdrîs’e dair anlatılanlara benzemekte, bazılarınca bunun Uhnûh ve İdrîs’le aynı kişi olduğu kabul edilmektedir. Bu Hermes, gökler hakkında bilgiye sahip olan ve insanlara tıp konusunda bilgiler veren ilk insandır. Onun harflerin ve yazının mûcidi olduğuna, insanlara giyinmeyi öğrettiğine de inanılır; ilk defa Allah’a ibadet etmek için evler bina etmiş, Nûh tûfanını haber vermiştir (Seyyid Hüseyin Nasr, s. 151-152; Kılıç, s. 49).
Kur’an’da sadece iki yerde doğrudan zikredilmektedir. Bunların birinde, “Kitapta İdrîs’i de an; çünkü o çok sadık bir peygamberdi. Biz onu yüce bir makama yükselttik” (Meryem 19/56-57), diğerinde, “İsmâil’i, İdrîs’i, Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi kimselerdendi” (el-Enbiyâ 21/85-86)
Orhan Hançerlioğlu İdris'i şöyle anlatmaktadır;" Günümüzden beş bin yıl önce Mısır’da bir terzi yaşadı. Terzi, Mısır papirüslerinde Hermes Tut adını taşıyor. Kuran’a göre o, Adem ve oğlu Şit’ten sonra gelen üçüncü peygamber İdris’tir. Kalemle yazı yazan ve elbise diken ilk insan odur. Terzi Hermes’in, kendinden sonraki bütün düşünsel akımlara ışık tutan düşüncesi şudur: İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır."[2]
İdris'in Tanah'taki Hanok (İbranice: חנוך) ile aynı zat olduğu iddia edilir. Hanok Adem'in oğlu Şit'in zürriyetindendir ve 365 yıl yaşar. Yaşamının sonunda tanrı ile birlikte yürüyerek gözden kaybolur, yani ölmez.[3] Yunanlara göre O Trismegistus'tur (Üç kere ermiş, Yunanlar bu ismi Hermes'e de vermiştir ve bu da üç kere kutsanmış demektir. Bkz: Hermes Trismegistus) Astroloji ve simyanın kurucusu olmasının yanında kalemle yazı yazan ve dikiş diken ilk insandır.[3]
İdris, Hermes hürmüz bir ve aynı kişilikler olarak görüldüğünde İdris karakteri Zülkarneyn olarak da bilinen Büyük İskenderin Andreas ismindeki aşçısı, Zerdüştlüğün Huşengi, Budizmin Budası, İbranilerin Uhnuh'u üzerinden Akhenaton veya Osiris ile de bağlantılı görülür.[4]
Kaynakça
^Turgut Gürsan, Dünyanın Gizli Tarihi, 1. Bölüm, İstanbul: Pegasus Yayınları, 1. Baskı, ISBN 978-605-5943-49-3
Hermes; Kadim Mısır teolojisinde Kral Toth, Yunan mitolojisinde Hermes, İslamiyet’te ise İdris Peygamber olarak bilinir. Hermes’in İdris olarak hikâyesi önce Âdem’in yedinci kuşak torunu olarak Nuh Tufanı öncesinde başlar. Daha sonra Mısır’a uzanır ve kabaca M.Ö.1000 - M.S.1000 yılları arasındaki bir süreçte, Mısır’dan Yunanistan ve Ön Asya’ya dek uzanan coğrafyada, Hermes motifi antik Grek inancından İslam’ın söylemine (İdris) aktarılır. Hermes’eindirilen 30 sayfalık kitap çeşitli din ve bilim adamları tarafından zaman içinde pek çok kez tahrif edilmiştir. Aşağıdaki sözler Hermes’e atfedilen Corpus Hermeticum’dan (CH) seçilmiştir.
“Akıl, Hayat ve Nur (kaynağı) olan Tanrı’nın yarattığı her insan; (1) Toprak ve sudan mamul bir kesif beden, (2) Ateş ve havadan mamul bir hayati ruh (pneuma), (3) Cismani olmayan bir nefs ve akıldan mürekkeptir (CH I; 16-17).
Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır. Tanrı her şeyin üzerinde faaldir. Akıl, ruhun üzerinde faaldir. Ruh, havanın üzerinde faaldir. Hava da kesif maddeler üzerinde faaldir. ( CH XI; 13b, 14a).
Hermes (Trismegistos), üç kez büyük diye anılır çünkü filozofların, din adamlarının ve kralların en büyüğüdür. Hermes’in elindeki iki yılanlı asa” sembolü bugün tıp bilimini ama asıl beşeri simyayı simgeler. Batı Orta Çağ’daki engizisyon döneminde kitabın otuzdan fazla defa yakıldığı görülür. Bu sert tepkiler karşısında kitabın fişlenerek gizlenmesi yoluna gidildiği ve buradan bugün adına Tarot Kartları denilen kartların ortaya çıktığı söylenir.
Hermetizmin temel öğretisine göre, yeryüzü hayatı, ruhun maddeyle mücadelesinden oluşan bir imtihan sürecidir. Hermes’i binlerce yıldır cazip kılan Tanrı bilgisine (hikmet) ulaşmak için öngördüğü akıl yolculuğu ve yaratılış kozmolojisi oldu.
Severek aldanmak..
Eğer insan bedenini sever ve ona büyük iştahla bağlanırsa o zaman ölümün kudreti altına girer. Fakat bu insanlar onlarda gayr-i cismani şeyle kendilerini özdeşleştirirse, o zaman ölümsüz olurlar, iyiyi (hayr) elde ederler (yani Tanrı’yla bir olurlar). (CH I; 18b, 19).
İşte bu ‘kendini tanıma’dan uzak düşenler ölüme müstahak olurlar (bedenlerini sevme suçlusudurlar). Çünkü beden maddeden, cisimden mürekkeptir ve madde bütün kötülüklerin kaynağıdır. ‘Kendini tanıyan, kendini bilen’ kimseler ise iyiliğe kavuşurlar (CH I; 20-21).
“Gazap, kötü huyluluğun şeytanıdır. Hırs ise yitirmenin şeytanıdır. Bunların ikisi de bütün kötülüklerin menşei, bedeni ifsad eden ve ruhu tehlikeye atan iki şeydir.”
Aklın Tanrıya yolculuğu..
Hermetik düşünceye göre, kozmoloji ile metafizik arasında aracı olan (tıpkı güneş ışınları gibi) bu Akıl’dır. Akıl (Nous), Tanrı’nın Zat’ındandır. Beden nefsin içinde, nefs ruhun (ya da aklın) içinde, ruh da Kelam’ın içindedir. Tanrı ise her şeyin üstündedir.
Evreni (Kosmos) kuşatan gayr-i cismani şey akıl’dır (nous) (12a). Fakat Akıl’ın üstünde de bir şey vardır ki o da Akıl’ın ve gerçeğin (Hakkın) kaynağı olan iyi’dir (hayr).
Her şey Tanrı’nın düşündüğü düşüncelerdedir (CH XI; 17b-20a).
“..Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir (CH XI; 5-8).
Ölüm ve sonrası..
Kâinatta kozmik yasalar işler. Fiziksel âlem süptil (görünmez) âlemin aynasıdır. Gerçekten, kesinlikle ve şüphesiz, “’bir’ olan şeyin mucizesini yerine getirmek üzere, aşağıda olan ne varsa yukarıda olan gibidir ve yukarıda olan ne varsa da aşağıda olan gibidir. Küçük âlem, büyük âlemin (küçük evren-büyük evren) tam bir suretidir. Küçük âlem, Tanrı’nın suretinde yapılan kendi asli doğasını fark eden insandır.
Ruh, ilahi bir ışıktır. Ölümden sonra bir ışığa doğru yol alınır. Dünyaya tekâmül için gelinir. Ruhlar öte âlemde tekâmül durumuna göre bulunurlar. Başka dünyalarda da hayat vardır. Eski insanların kökeni dünya dışıdır.
İnsanların ‘ölüm’ dedikleri şeye ‘değişim’ demek daha doğru olur. Bir canlı varlık öldüğünde, onun içerisinde olan hayat, bizim görüşümüz alanından gider ama yok olmaz.
İslam ve Hermetik gelenek..
İdris peygamber Kuran’da iki kez anılır. “Kitapta İdris’i de an, o sadık bir peygamberdi, biz onu ali (Yüce) bir mevkiye yükselttik” (Meryem suresi, 56-57. ayet).
“İsmail, İdris, Zül-kifl, bunların her biri sabredenlerdi, onları rahmetimiz içine aldık, onlar Salihlerdendi.” (El Enbiya suresi, 85-86. ayet).
Hermetik öğreti İslamiyet içinde Bâtınilik, çeşitli tarikatlar, tasavvuf ve en önemlisi Anadolu’nun (heterodoks) İslam anlayışına çok önemli etkiler bıraktı.Bâtınîlik; İslam’da Kur'an Ayetlerinin görünür anlamlarının dışında, daha derinde gerçek anlamları bulunduğu inancı, ayetleri buna göre yorumlayan akımdır.Tarihte en iyi bilinen örnekleriİsmaililer,Bektaşilerve daha yakın zamanda ortaya çıkan Bahailer’dir.12. yüzyıldan sonra İran, Horasan, Hindistan ve Türkistan yörelerine dağılan Bâtıniler çeşitli kollar oluşturdular.
Anadolu’da oluşan “Anadolu Alevîliği” Bâtıni kökenlidir. Yunus Emre, Taptuk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Barak Baba ve nihayet Baba İlyas ve İshak gibi Türkmen şeyhlerinin (baba) anladığı İslamiyet, Türk Şamanizmi ve Batınilik vb. inanışların halka kadar inmiş geniş tasavvufi düşüncelerinden oluşuyordu.
Sonuç..
En eski bilgiler, Âdem’in oğulları tarafından, “içerdikleri doğal sanat konularıyla beraber, iki levha üzerine, Hiyeroglif denilen şifreli yazıyla sütunlara işlenerek gömülmüştü. Hiyeroglif yani şekillerle yazı, yazı Tanrısı Hermes’in işi idi. Bu yazı hem insanlar hem de hayvanlar tarafından okunabiliyordu.
Şimdi bu kitap nerede? Taş sütunların Suriye ve Sais’de (Mısır) olduğuna dair tezler var. Mısır’dan, Truva’yla belki de Türkiye’de birçok bölgeyle bağlantısı olan Hermes’in öğretisi hala gizemli uykusunda, kumların altında yatıyor olabilir.
Tanrı bilgisine yani hikmete, gerçeğin bilgisine ulaşmak, hala insanlığın en büyük merak konusu olduğuna göre, Hermes’in günümüze kadar olan hikâyesini bilmemiz sadece bizim için değil, tüm insanlık için kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Buraya kadar anlattıklarımız Hermes’in Tanrı bilgisi ve tüm dinlere etkisi ile ilgili tarihsel süreçte olanları anlamamız ile ilgili bir özetti. Makalenin geniş haline bulinkten ulaşabilirsiniz:
Prof. Dr. Sait Yılmaz
❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌
Antik Yunan Mitolojisinde Hermesi’in M.Ö 1100 dolaylarında yaşamış olduğundan bahsedilir. Kanatlı sandaletleri olan, yılanlı bir asa taşıyan bir tanrı olarak tasvir edilen Hermes Zeus ve Mania’nın oğludur ve rüzgar tanrısı olarak anılmıştır. Öte yandan Grekler Hermes’ten “Ermis Trigmegiste” yani “Üç kez güçlü” olarak bahsederler. Çünkü o kral, yasa koyucu ve aynı zamanda rahiptir. Benzer şekilde Antik Roma’da Hermes, “Mercure Trismegistus” olarak anılmıştır. Yazının yanı sıra, müzik, astroloji, ölçü ve tartıların keşfi de ona dayandırılmıştır. Platon bazı eserlerinde aritmetiğin, cebrin, geometrinin yazının ve diğer kimi bilimlerin kurucusu olarak eski Mısır’ın Thoth adındaki ilahi kişisini gösterir ki bu durum tarihçilerce Antik Yunan’ın öğretilerinin Eski Mısır kökenli olduğuna bir kanıt olarak yorumlanır. Musevilikte, Tevrat’ta ise Yared’in oğlu Hanok olarak bilinir. İbrani inançlarında Hermes ile özdeşleştirilen Enoch (Enoş) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelir ve hem aydınlatıcı hem öğretici hem de insanoğlu anlamını taşır. Hermetizm Arap-İslam kaynaklarında yaygın olarak “hikmet üçgeni” veya “Nubuvvet - Hikmet ve Mülk” üçgeni olarak bilinir. Hermes İslamiyet’te İdris Peygamber olarak kendini gösterir. Sünni inanışa göre Hz. Adem ile Hz. Nuh arasında yaşamıştır. Söylenceye göre İdris ölmemiş sonsuza değin Tanrı ile beraber yaşayabilmesi için cennete alınmıştır. İdris peygamber dikiş dikmeyi, terziliği, yazıyı, astrolojiyi, sanatı, tıp ve büyüyü öğreten ilk kişi olarak kabul görür. Başka kültürlerde örneğin Keldaniler ( Kaldeliler ) Hermes’e “Utarid” denmiştir. Utarid “Merkür” gezegenidir. Bu gezegen tezliği, çabukluğu nedeni ile “ok” anlamına gelen Farsça “tir” adını almıştır. Utarid, anlatıda düzgünlük ve açıklıkla birlikte amaca uygunluk ve retorik sembolü olduğundan bu yıldıza Farsça “Gök Katibi” anlamına gelen “Debir-i Felek” adı verilmiştir. Hermes Trismegistus hem peygamber, hem filozof, hem de hükümdar olduğu için kendisine “üç defa nimetlendirilmiş” (Trismegistus) denmiştir. Hermes’e otuz kitap ( kimi kaynaklara göre de 42 ) indirilmiştir. Hermes, matematik, felsefe, geometri, tıp, astronomi ve astroloji alanlarında ilk defa kitap yazmış olan kişidir. Yine ilk defa kalem ile yazı yazan odur. Bir başka deyişle Hermes bütün bu bilimlerin mucididir. Hermes’in üç önemli eserinden söz edilir. Bunlar
Yeryüzü ile ilgili kitabı Kitabu’l Ard Simya ile ilgili kitabı Kitabu’l-Kasb az - Zahab (Altın Elde Etmenin Yolları) Bu son eser bize Hermes ya da Hermesçilik ile Simyacılar arasındaki ilişkiye de ışık tutmaktadır. Nitekim modern tarih yazıcıları Arap Simyasının aslında Antik Yunan gizemciliği ile Hermetik kaynaklardan etkilendiğine dikkati çekmektedirler. Hermes’in varlığı, kimliği, kim olduğu konusundaki başka bir kuram daha bulunmaktadır. Bu kurama göre aslında Hermes diye tek bir kişi yoktur. Hermes bir kişiden, varlıktan yani bir ad olmaktan çok bir sıfattır. Gaibi ve sırrî bilimlerde yetkinleşmiş, otorite olabilmiş kişilere verilen ortak bir unvandır. Öyle ki Eski Mısır tarihi boyunca hermetik kurumların önderi olan birçok kişinin hep “Hermes” adı ile anıldığı söylenegelmiştir. Eski el yazması belgelerin bazılarında Hermes ile ilgili bir efsanesel öykü anlatılır. Bu efsanesel öyküde diğerlerinde olduğu gibi Tevrat’ın ilk bölümünden esinlenilmiştir. Ama bu Tevrat’ta anlatılan öykülerden biri değildir. Üstelik bu öyküde “Hermes” adı geçmez fakat sözü edilen kişi Hermes’tir.
olmak üzere peygamberlere toplam yüz sayfaverilmiştir (Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, VIII, 489) (İ.K.)
Theodor Nöldeke, önceleri kelimenin Theodoros’tan geldiğine kani iken daha sonra bir havârinin adı olan Andreas’ın Süryânîce kanalıyla gelen Arapça şekli olduğunu ileri sürmüştür. Richard Hartmann da İdrîs adının Andreas’tan geldiğini düşünmekte, ancak bunun bir havâri değil Büyük İskender’in âb-ı hayâtı aramaya çıkarken yanına aldığı aşçısının adı olduğunu söylemektedir (EI2[Fr.], III, 1056). Grimme, kelimenin Güney Arabistan menşeli olabileceğini belirtmişse de Güney Arabistan kitâbelerinde böyle bir isme rastlanmamıştır (Jeffery, s. 52). Paul Casanova, idrîsin aslının “ezra” olduğunu, buradan Grekçe’ye “esdras” olarak geçtiğini, oradan da idrîse dönüştüğünü öne sürmektedir (JA, CCV [1924], s. 358). C. H. Toy, idrîs kelimesinin Mopsuestialı Theodore’dan geldiğini iddia ederken Albright kelimeyi Hermes-Poemandres’e bağlar (Jeffery, s. 52).
Kur’an’daki bilgilerden hareketle ve Kur’an dışı kaynaklardan, özellikle de Kitâb-ı Mukaddes, apokrif eserler ve rabbânî literatürden faydalanarak İdrîs’i, Kitâb-ı Mukaddes’te yer alan ve semaya kaldırılmış olan şahsiyetlerden (Hanok [Hanokh, Enoch, Uhnûh], İlyâ [İlyâs] veya Hızır) biri olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan İdrîs, Hermes’le de bir sayılmıştır. İbnü’l-Kıftî, İdrîs’le ilgili şu görüşleri nakleder: Bazıları onun Mısır’da doğduğunu ve adının Hermesü’l-Herâmise olduğunu söylemektedir. Yunanca’da adı Ermis olup Arapça’ya Hermes olarak geçtiğini söyleyenler de vardır. İbrânîler ona Hanûh demektedir, bu isim Uhnûh olarak Arapçalaştırılmıştır. Allah kitabında onu İdrîs olarak adlandırmaktadır (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “drs” md.; İbnü’l-Kıftî, s. 1-2).
❌❌❌❌❌❌❌❌❌
Hermes’in Doğuşu ve Efsanesi
Hermes, Titanlar soyundan gelen Atlas’ın kızı Maia ile Zeus’un birleşmesinden doğmuştur. Hermes’in en önemli efsanesi, doğuşu ve ömrünün ilk günleriyle ilgilidir.
Hermes, Kyllene Dağı’nda doğduğunda annesi Maia tarafından kundaklanır ve bir beşiğe yatırılır. Şaşırtıcı bir hızla büyüyen Hermes, kundağından kurtularak olağanüstü işlere giriştiği maceralarla dolu hayat serüvenine başlar. Mağaradan çıkar çıkmaz bir kaplumbağa görür ve aklına bir fikir gelir. Kaplumbağayı yakalayıp öldüren Hermes, kabuğunu boşaltır ve koyun bağırsağından 7 tel gererek ilk 7 telli lirini yapar. Kısa sürede lirini ayarlayıp babası ve annesi onuruna güzel şarkılar söyler.
Apollon’un Sürüleri
Hermes 7 telli liri yaptıktan sonra başka arayışlar içine girer. Eti özleyen bebek tanrı, Apollon’un sığırlarını çalmak için bir plan yapar. Hermes, izlerini gizlemek için hasırdan sandalet örüp onu giyer ve 50 baş hayvanı kendi düz, sığırların ise yüzleri ona bakacak şekilde geriye doğru yürütür. Bereketli bir bağda çalışan yaşlı bir adam Hermes’in sürülerini fark eder. Hermes, onu gördüğünü kimseye söylemezse üzüm hasatının çok iyi olacağına söz verir.
Şafakta, Hermes inekleri besler ve onlar için bir barınak bulur. Daha sonra sığırların ikisini 12 parçaya bölüp tanrılara sunar. Kendi ise o tanrılardan biri olduğu için etlerin hiçbirini yemez ancak aromanın tadını çıkarır. Yaptıklarına dair tüm kanıtları yok ettikten sonra annesine geri dönen Hermes, beşiğine girer ve çaresiz bir bebek gibi davranır ancak annesi Maia, Hermes’e kanmayarak ona kızar. Hermes ise zeki sözlerle hırsızların prensi olacağına ve her ikisinin de Olympos tanrıları arasında onur ve zenginlik kazanacağına dair güvence verir.
Sığırlarının kaybolması konusunda endişeli olan Apollon, bağda dolaşan yaşlı adama sorular sorar ve yaşlı adam ona bir sürüyü geriye doğru süren bir çocuk gördüğünü söyler. Apollon mağarayı bulur ve masum görünmeye çalışan bebeğe bakar. Çevreyi aradıktan sonra acilen çocuğu çalıntı sığırlar hakkında sorgular. Hermes ise hiçbir şey bilmediğini iddia eder. Daha dün doğduğundan böyle bir suç işlemesi imkansız gözüküyordur fakat buna inanmayan Apollon, adaleti Zeus’ta arayacağını söyler.
Apollon sığırlarının çalınmasıyla ilgili gerçekleri doğru bir şekilde anlatır. Hermes’in cevabı ise yalanlarla doludur ve kesinlikle masum olduğuna dair güçlü yeminler eder. Zeus ise Hermes’in inkarlarını duyunca güler ve Apollon’u sığırları sakladığı yere götürmesini emreder.
Hermes, Apollon’u sığırların yanına götürürken icat ettiği 7 telli lirini de alır. Bu çalgıyı çaldığında ise Apollon lirin sesine hayran kalır ve bu telli çalgının 50 ineğe değeceğini söyler. Hermes’in tanrıların elçisi olacağına ve annesiyle birlikte ölümsüzler arasında ünlü olacağına söz verir. Hermes buna karşılık 7 telli lirini Apollon’a vererek onun müzik sanatının ustası olması gerektiğine hükmeder ve anlaşarak ikiside Olympos’a geri döner.
Hermes’in Kavalı
Bir süre sonra Hermes kamıştan bir kaval yapar ve bu kez de başka bir melodi çalmaya başlar. Bu sese de hayran kalan Apollon, Hermes’e eğer kavalı bana verirsen sana bunun karşılığında sürülerimi otlattığım altın değneğimi veririm böylece bütün sürülerin ve çobanların tanrısı olursun der. Ancak Hermes kavalın değnekten daha değerli olduğunu değneğin yanında kehanette bulunmayı da öğretirsen istediğin şeyi veririm der. Apollon “Bunun yapamam,” der, “Ancak benim Parnassos’ da yaşayan yaşlı bakıcılarım Thrialara gidersen onlar sana çakıl taşlarına bakarak kehanette bulunmayı öğretirler.
Nitelikleri
İki tanrı el sıkışılar ve Apollon, Hermes’i de yanına alarak Olympos’a götürür ve olan biten her şeyi Zeus’a anlatır. Zeus ise Hermes’i uyararak bundan sonra başkasının sahip olduğu şeylere saygılı olmasını ve yalan söylememesini ister. Hermes ise Zeus’a “beni kendi habercin yap bu şekilde bütün kutsal eşyalardan sorumlu olur ve gerçeği tamamen anlatmanın dışında asla yalan söylemem” der. Zeus ise gülerek ” bundan sonra senin görevin anlaşmalar yapmak, ticaret yapanlara kılavuzluk etmek ve dünyanın neresinde olursan ol yolcuların özgür hakkını korumaktır” der. Hermes bunları kabul ettikten sonra Zeus ona herkesin saygı duymasını emrettiği beyaz şeritli bir haberci değneği, yağmurdan korunması için başlığı ve rüzgarların yardımıyla çabuk hareket edebilmesi için de altından kanatlı sandaletler verir.
Daha sonra Thrialar, Hermes’e bir çanak sudaki çakıl taşlarından kehanette bulunmayı öğretirler. Hades’te, altın değneğini ölenlerin gözlerin kapatarak onların ruhlarını nazikçe toplaması için elçi olarak görevlendirir.
Souls on the Banks of the Acheron – Adolf Hirémy-Hirschl (1860–1933)
Hermes genellikle geniş kenarlı bir şapka takan, kanatlı sandaletler giyen ve başında taç şeklinde iki yılan olan genç bir adam şeklinde tasvir edilir.
Hermes’in tepesinde bir büst ve ön tarafında öne fırlamış bir cinsel organ bulunan dört köşeli sütunu, Yunanlılarca bilinen bir imgedir. Çünkü büstler kentte ve kırsal kesimlerde yol ayrımlarında bulunurdu. Ayrıca bu büstler bir kişinin toprağını başka birinden ayıran kutsal işaret olarak temel bir göreve sahipti.
İlyada Destanı’nda Hermes
Truva Savaş’ında Kral Priamos’un, oğlu Hektor’un cesedini Akhilleus’tan alabilmesi Hermes’in kılavuzluğuna sayesinde olur. Homeros bu olayı şu aşağıdaki gibi anlatmıştır:
…..
Kentten aşağı inip varınca ovaya,
oğulları, damatları bile döndü İlyon’a gerisin geri,
kalmıştı ovada kala kala iki adam.
Zeus’un gözünden kaçmadı bu, acıdı ihtiyara,
Seslendi sevgili oğlu Hermeias’a, dedi ki:
“En çok sen seversin yoldaşlık etmeyi bir insana,
Canla başla dinlersin hoşuna gideni,
Hadi götür Priamos’u Akhaların koca karınlı gemilerine,
öyle götür ki, hiçbir Danaolu görmesin onu,
görmesin kimse, Peleusoğlu’nun yanına varmadan o.”
Zeus böyle dedi, Argos’u öldüren tanrı dinledi onu.
O saat bağladı ayaklarına güzel sandallarını.
Bu tanrısal altın sandalları giyince o,
Rüzgarlarla bir olur, uçardı sularda, sonsuz toprakta.
Güçlü tanrı aldı değneğini eline, uçtu,
bu değnekle kapardı gözlerini insanların,
ya da isterse uyandırırdı uyuyanları.
….
Hermaphroditos (Hermafrodit)
Hermes’in ile Afrodit’in birleşmesinden çift cinsiyetli yaratık Hermaphroditos doğar. Hermes’in oğlu Hermaphroditos, kadınsı göğüsleri ve uzun saçları olan bir gençti. Hermaphroditos masalını Azra Erhat şu şekilde anlatmıştır:
Bodrum’un hemen yanında, deniz kıyısında, bir zamanlar ‘Salınakis’ denilen, bugün ‘Bardakçı’ diye anılan yerde, gökten düşme bir cennet parçası gibi küçücük, berrak bir göl varmış. Mersin ve yabani sakız ağaçları bu göle yeşil bir çelenk olurlarmış. Bu güzel gölde Salmakis adlı bir su perisi yaşarmış. İşi gücü gölün yemyeşil sularında çırpınıp yıkanmak, çırılçıplak cümbüş etmekmiş. Suya daldığı zaman su olur akar, takındığı çiçeklerle dağda gezerken dağ yamacının canı olur, ağaçlara karışır, türküsü de salınan dalların yaprak fısıltısı haline gelirmiş.
Bir gün Salmakis göl kıyısında çiçek toplarken güzel bir delikanlı görmüş. Hermaphroclitos adındaki bu körpe delikanlıyı görünce Salmakis’in gönlü sevgiyle harlanmış ve yanına varıp şöyle demiş ona: “Ne mutlu seni doğuran anaya, seni emziren sütnineye! Ama gelin olarak sana varan kız onlardan yüz kere, bin kere daha mutlu. Nice zevkler tadacaktır o! Bugüne değin evlenmedinse, gel birbirimize varalım; yok, bir gelinle gerdeğe girdinse, yine de sevişelim şuracıkta, duyacağımız zevk hırsızlama bir zevk olsun.” Ama çocukluk çağından yeni çıkmış olan Hermaphroditos çekingen, sıkılgan bir gençmiş. Salmakis’in elediklerini duyunca yanakları utançla kızarmış ve ” Git oradan! ” diye dürtmüş peri kızını. Salmakis, içi acıyla burkularak, bir çalının ardına çekilip gizlenmiş.
Hermaphroditos ise soyunmuş, çırılçıplak göle dalmış. Dibi görünen derin suda fildişi bir heykel gibi yüzüyormuş. Peri kızının gözleri arzu ateşiyle yanıp çakmış ve “Artık benimsin ! ” diye bir sevinç çığlığı atarak, kınından sıyrılan bir kılıç gibi çıplak ve parlak gövdesiyle göle atlamış. Hermaphroditos’u elleri, kolları, bacaklarıyla sarmış, acıtırcasına kavramış. Dudaklarını dudaklarına kenetlemiş. Hermaphroditos kurtulayım diye çırpınırken, peri kızı, tanrılara seslenmiş, “Size yalvarırım, ikimizi birbirimize kavuşturun!” diye yakarmış. Tanrılar dileğini yerine getirmişler. Kızla erkeğin iki gövdesini tek bir gövdede birleştirmişler, öyle ki, o gövde ne erkek ne dişi, aynı zamanda hem erkek hem dişi olmuş . . .(Azra Erhat-Mavi Anadolu)
Yüz Gözlü Argos
Zeus sevgilisi İo’yu, eşi Hera’nın nefretinden korumak için Hermes’i görevlendirmiştir. Bir gün İo ile yakınlaştığı sırada Hera’nın geldiğini gören Zeus sevgilisini beyaz bir ineğe dönüştürür. Hera ise bundan kuşkulanarak ineği Zeus’tan uzak tutmak için yüz gözlü Argos Ponaptis isimli bir canavarın korumasına bırakır.
Hermes, Argus and Io – Peter Paul Rubens (1577-1640)
Zeus ise İo’yu kurtarmak için Hermes’i görevlendirir. Tanrıların habercisi olan Hermes, Argos’u flütünden çıkan nağmelerle uyutur ve Argos’u öldürüp İo’yu kaçırır. Argos’un ölümü üzerine Hera bu olayın unutulmaması için Argos’un bedenindeki gözleri alarak tavus kuşunun kuyruğuna yerleştirir.
Diğer Efsaneleri
Hermes’in bunun dışında birçok efsanelerde rolü vardır. İda dağına Üç Güzeli o götürür ve Paris’e altın elmayı verip yargıçlık etmesi buyruğunu o ulaştırır.
Phriksos’la Helle’yi Yunanistan’dan Anadolu’ya götürerek altın postlu koçu Nephele’ye o verir. Odysseus’u Kalypso’nun ellerinden kurtarmak için araya girdiği gibi, Kirke’nin büyülerine karşı koyacak bitkiyi de o verir yiğide.
Yararlanılan Kaynaklar
Azra Erhat – Mitoloji Sözlüğü
Robert Graves – Yunan Mitleri
Halikarnas Balıkçısı – Anadolu Efsaneleri
Richard Buxton – Yunan Mitolojisi
Arthur Cotterell & Rachel Storm – Büyük Dünya Mitoloji Ansilopedisi
❌❌❌❌❌❌❌
Mitolojide kişiliği
Hermes'in tanrısal gücüyle ikiye ayırdığı inek bağırsağını, kaplumbağa kabuğuna bağlama olan altın bir lir çalan Apollon müzler korosunun başıdır. Gümüş yayıyla oku en uzağa o atabilir ve okların tanrısıdır. Tıbbı insanlara o öğretmiştir, yine hekimliğin tanrısıdır.
❗️ Lir, antik Yunanlılar tarafından çalınan telli bir müzik aletidir ve muhtemelen Yunan dünyasının en önemli ve en iyi bilinen enstrümanıdır. Kaplumbağa kabuğundan yapılan chelys, dört telli phorminx ve yedi telli kithara gibi
Apollo and the Muses - Anton Raphael Mengs (1728–1779)
Yunan kültüründe yeri
Olymposluları altın liriyle eğlendiren, çok uzaklara ok atabilen, hastaları iyileştiren, iyileştirme sanatını hastalara ilk öğreten gümüş yayın efendisi okçu Tanrı olarak Yunan şiirlerine geçmiştir. Aynı güneş ışınları gibi Apollon'un okları da hem hasta edici hem de iyileştiricidir.
Kutsal ağacının defne olması ile ilgili iki rivayet vardır. Bir nehir perisinin kızı olan Daphne adlı nympheye hayrandır. Fakat Daphne, bakire kalmaya yemin etmiştir. Peşine düşen Apollon'dan kaçabilmek için Artemis'ten kendisini saklamasını ister ve orada bir defne ağacına dönüştürülür. Onunla dalga geçtiği için Eros, iki tane ok hazırlar birinci oku altınla kaplamıştır ve atılan kişiyi sonsuz aşık edecek ikinci ok ise aşktan uzaklaştıran bir oktur. Altın kaplı ok Apollon'a diğer ok ise Daphne'ye gelmiştir. Apollondan kaçan Daphne yakalanacağını anlayınca babası Peneus'tan yardım ister ve babası da onu Defne ağacına dönüştürür bunun üzerine Apollon onu unutmayacağı üzerine yemin eder.
Apollon, adını Pythia adlı kahinelere verecek olan Python ejderini bir mağarada ya da yeraltı yarığında öldürür ve öldürdüğü yerde Trakyalı Orfe Delf inisiyasyonunu başlatır.
Zagreus’un kemiklerini Apollon Delf’e gömer: Zeus’un buyruğu üzerine Musaların (müzler) yardımıyla Zagreus’un parçalarını bir araya getirir. Dünya’nın merkezi yakınına gömer.
Hera'nın oyunuyla Hera, Athena, Poseidon ile birlikte Zeus'u tuzağa hapseder. Ancak Briareus'un yardımıyla tuzaktan kurtulan Zeus, Apollon'u Poseidon ile birlikte sürgüne yollar ve Truva kralı Laomedon tarafından surlarını örmeye cezalandırır. Surlar örülürken kendisi lirini çalarak kralın sürülerine göz kulak olur. İş bittiğine Laomedon belirlenen ücretini vermeyince ceza olarak şehre hastalık yayar.
Hermes’e sihirli bir altın asa verir. Hermes ateş çıkartabildiği bu asa sayesinde habercilerin efendisi olur.
Üç uçlu yabayla yaptığı bir hareketle yunusu göğe bir takımyıldız olarak yerleştirir.
Kız kardeşi Artemis'in Orion ile beraber olmasını engeller.
Karısı Koronis'in sadakatsizliğini cezalandırmak için kız kardeşi Artemis'i yollar. Oğlu Asklepius'u da yetiştirmesi için at adam Kheiron'a verir.
Artemis ile birlikte Niobe'yi kibri yüzünden cezalandırmıştır.
Flüt çalmaktaki becerisini kendisiyle kıyaslanan Marsias'ı yarışın sonunda bir ağaca bağlayarak diri diri derisini yüzer ve oyunu Marsias'tan yana kullanan Midas'ın kulaklarını da eşek kulaklarına çevirir.
Akıl ve mantığı temsil eder.
(Photo: John William Waterhouse, Apollon ve Daphne, 1908)
Daphne ile Apollon‘un hikayesi de burada başlar. Apollon, gördüğü an aşık olduğu Daphne’den ne yazık ki karşılık bulamaz ve aralarında durmak bilmez bir koşuşturma başlar.
Daphne yalnız başına dolaşmayı çok severdi ve yalnızlık onun her şeyiydi. Daphne sonsuza kadar yalnız kalmaya yemin etmiştir bir kere. Evlenmeyi hiç istemez.
Peneus ırmağı kenarında karşılaşan Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak ister ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başlar. Daphne, Apollon’dan sürekli kaçar ve aşkını reddeder.
Daphne, yorgun düşene kadar koşar, koşar, koşar. Daphne, koşacak gücü kalmadığında ise yere yıkılır ve Toprak Ana’ya yalvarmaya başlar;
“Ey Toprak Ana! Beni Apollon’dan kurtar! “
Daphne yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hisseder.Gri renginde bir kabuk göğsünü kaplar, güzel kokulu saçları yapraklara dönüşür ve kolları dallar halinde uzanır. Küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru iner. (Daphne, ağaca dönüştüğünü hissedince “Meyvem ne yenilsin ne de içilsin.” der ve Defne Ağacı haline gelir.
Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken bu Defne ağacına çarpınca şaşırır. O günden sonra Defne ağacı Apollon’un en sevdiği ağaç olur.
Efsane’nin Hatay Antakya’nın Harbiye mevkisinde geçtiği söylenmektedir. Antakya Mozaik Müzesinde Apollon ile Daphne’nin mozaiği bulunmaktadır.
Defne Ağacı’nın meyvesi sonbaharda hasat edilir ve bu meyvenin tadı acıdır. Ne yenilir, ne içilir. Lakin kokusu ve yağı günümüzde birçok yerde kullanılmaktadır.
❌❌❌❌❌❌❌
Düşünce Tarihi – 10 (Tek’lik / Bir’lik” anlayışı; Hermes-İdris Peygamber; Kabala; Simya İlmi;
Batı’da da “Ezoterik öğreti” dediğimiz “Tek’lik=Bir’lik” anlayışının etkin olduğu oluşumlar vardır. Hadi, şimdi İlkçağ’dan başlayarak Batı’nın da “Ezoterik öğreti” dediği “Tek’lik=Bir’lik” görüşünü savunan düşünürleri kısaca görelim!.
Hermes = İdris Peygamber
İnsanlar Ölümlü Tanrılar, Tanrılar Ölümsüz İnsanlardır. M.Ö. 3000 yıllarında Eski Mısır döneminde bir başrahip vardır! Adı Hermes! Eski Yunanlılar kitaplarında, bu kişiden “Üç Kere Büyük Hermes” anlamında “Hermes Trismegistus” olarak söz ederler.
Hermes’ten, Tevrat‘ta da ve Kuran’da da söz edildiğini görüyoruz, Tevrat’ta Enoch adında gizemli bir peygamber olarak zikredilen, Kuran-ı Kerim’de İdris Peygamber olarak anılan, Bahaî metinlerinde Hermesi Elvah olarak belirtilen, kadim Mısır bilgilerinde Toth diye bahsedilen, Eski Yunanda Hermes Trismegistus olarak belirtilen kişinin aynı kişi olduğu yaygın olarak kabul edilir.
İşte, bu rahip Hermetika adlı kitabında ilk defa “Tek Tanrı’dan” söz eder ve “Tüm evrenin Tanrı’nın görüntüsü ve her şeyin ondan bir parça olduğunu” söyler!..
İslam anlatılarında, ilk göğe çekilen peygamber olarak İdris Peygamber kabul edilir. ”Göğe çekilme; Tanrıyla bütünleşmek ve fiziki olarak da, orada ve yerde var olmak” anlamındadır.
İdris Peygamber; “İnsanlar ölümlü Tanrılardır, Tanrılar ölümsüz insanlardır” deyişiyle de ünlüdür! İdris Peygamberin kitabı olan Hermetika da ki dizelerden birkaçı şunlardır;
“Haydi dinleyin çamurdan insanlar!
Bir an düşün, nasıl oluştuğunu ana rahminde.
Aklına getir o usta işçiliği ve ara o sanatçıyı, böyle güzel bir görüntüye şekil veren.
Kim çizdi göz yuvalarını?
Kim açtı burun deliklerini, kulaklarını ve ağzını?
Kim uzattı sinirlerini ve sıkıca bağladı?
Kim yaptı kemiklerini ve etini deriyle örttü?
Kim ayırdı parmaklarını ve düzleştirdi tabanlarını?
Kim hazırladı kalbini ve boşluklar bıraktı ciğerlerinde?
Kim görünür kıldı güzelliğini ve sakladı bağırsaklarını içeride?
Kaç çeşit beceri kullanıldı ve kaç tane sanat eseri yaratıldı oluşturmak için bir insanı?
Gözlerinle görmek için O’nu, mükemmel düzenine bak!
Eski Yunan yazarlarına göre, Hermes’in bu görüşü, Eski Mısır’ın Teb ve Memphis şehirlerinde ki tapınaklarında öğretiliyordu.
Bu tapınaklara kabul edilenler, “İnisiyasyon” denilen ayinlerde, geçmiş yaşamda edindikleri şartlandırılmalardan arındırılıp, bu yeni anlayışın içinde yeni bir yaşama başlıyorlardı!
(İnisiyasyon, adayın geçmiş yaşamını terk edip, ezoterik anlayış içinde, toplulukta yeniden yaşama başlamasıdır.)
Hermetik düşünce, sadece Mısır ve Mısır dinini değil, bütün insanlığı etkilemiştir! Kabalist anlayış, Simya geleneği, Yeni Plâtonculuk, Rönesans, Hıristiyan Gnostizm’i, Reform hareketleri ve İslam’daki mistisizm, Tasavvufi anlayış, Rafizilik, Mutezile, İsmaililik gibi tasavvuf düşüncesinin temelleri ve Pagan rahiplerin mistisizmi Hermetik metinlere dayanır.
İlmi Nücün (astroloji), İlmi Simya ve İhvan-ı Safa risalelerinin çoğunluğu Hermetik metinlerle doludur. İhvan-ı safa için, 12. yüzyılda yazılmış Arapça el yazması risaleler kitabı
***
Kabalist Anlayış
Kabala, Tevrat’ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bir anlayıştır. Kabala için, “Eski Mısır’dan Yahudiliğe devrolan öğreti” de derler. Bir başkaları ise Kabala’yı; “Kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur” diye de tanımlar.
Kabala’nın en önemli bölümü, “Evren’in Oluşumuna” ilişkin kuramıdır. Bu kuram, tek tanrılı dinlerde benimsenen yaratılıştan pek farklıdır.
Kabala’ya göre; yaratılışın başlangıcında, “Daireler” ya da “Yörüngeler” anlamına gelen ve “SEFİROT” olarak anılan, hem özdeksel (maddî) hem de tinsel (manevî) nitelikli oluşumlar meydana gelmiştir. Bunların toplam sayısı 32’dir; ilk 10 Güneş Sistemi’ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız kümelerini temsil ederler. İşte, Kabala’nın bu savı, eski astrolojik inanç sistemleriyle yakın bir bağlantısının bulunduğunu ortaya koyar… Böylece Kabala, Yahudi dininden bir haylice uzaklaşır; Doğu’nun eski gizemci inanç sistemleriyle çok daha bağdaşır.
Bu etkilenmeyi de doğal karşılamak gerekir. Çünkü Yahudiler çok uzun bir süre Eski Mısır’da, hem de Firavunların baskısı altında, köle gibi yaşamışlardır. (Kutsal Kitaplara göre)
Yahudilerin o dönem yaşantılarını ve İsrailoğulları’nın Hz. Musa önderliğinde Eski Mısır’dan çıkarak, Firavun zulmünden kurtulmaları Kuran’da ayrıntılı anlatılır. Hatta Kuran’ın bir önemli bölümünü Yahudi Tarihi oluşturur. Bir Alıntı:
“İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler de geçersizdir. (Araf Suresi, 138-139)” “Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaad de bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?”
Dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından bir takım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı. Ve ateşten onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, “İşte, sizin ilahınız ve Musa’nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu” dedi. (Taha Suresi, 86-88)”
“Ey Musa, biz Allah’ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız” dediler. (Bakara Suresi, 55)
Kuşkusuz, tüm Yahudiler için aynı şey söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır’ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin) öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif etmişlerdir. Eski Mısır’ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat’ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyü ritüellerini de benimsemişler ve böylece Kabala, Yahudiliğin içinde ama Tevrat’a göre farklı bir mistik öğreti olarak gelişmiştir.”
İngiliz yazar Nesta H. Webster “Ancient Secret Tradition” (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:
“Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin’in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kâhinlerine ve büyücülerine sahipti.
Musa Yasası’nda (Tevrat’ta) büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı zamanda Yahudi Kabalasının spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden, Neo-Plâtonizm’den ve Yeni Pisagorculuk’ tan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala’nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır.
Kuran’da bu konuya işaret eden bir ayet bulunmaktadır. “Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi, ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme” demedikçe hiç kimseye öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Ant olsun onlar, bunu satın alanın, ahretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 102)”
Kabalizmde her şey gizli semboller ve işaretlerle anlatılır. Aşağıdaki tablolar gizemli anlatımın birer örneğidir.
***
Simya İlmi veya Simyacılık
Eski yıllar da; “Değersiz maddeleri altına çevirme, bütün hastalıkları iyileştirme ve hayatı sonsuz biçimde uzatacak ölümsüzlük iksirini bulma” uğraşlarına Simya, bu işle uğraşanlara Simyager ya da Simyacı denirdi.
Simyacılığın bilinen geçmişi; M.Ö. 2500 yıllarına gider. Mezopotamya’da, Eski Mısır’da, İran’da, Hindistan ve Çin’de ve Klasik Yunan döneminde Yunanistan’da, Roma İmparatorluğu’ nun hüküm sürdüğü coğrafyada, önemli İslam başkentlerinde Simya mesleği ağırlık kazanır!..
Bu mesleğin özüne baktığımızda, ünlü bir Simyacı da olan Hermes Trismegistus’un bir felsefi/Spiritüel sistemi olan Hermetizm ile Simya’ nın yakından bağlantılı olduğunu da görürüz!.. Hatta, 17. yüzyılda bile Simya ve Hermetizm, o yüzyılın önemli bir Ezoterik ekolü olan “Gül-haçlıların” doğuşunda etkili olmuştur.
Bazı yazarlar Simya’ ya, doğanın araştırılması da derler. Halk, Simyacıları kimi zaman kaçık, ya da şarlatan olarak, zaman zaman da büyücü olarak nitelemiştir.
O yıllar için; “Kurşunu altına çevirmeye çalışmaları, Evrenin dört elementten (toprak, hava, su ve ateş) oluştuğuna inanmaları ve zamanlarının büyük çoğunluğunu mucize ilaçlar, zehirler ve sihirli iksirler hazırlamaya çalışmaları” sebebiyle, insanların bu yargıya varmaları doğaldır.
Ancak, Simyacı olarak bilinen, önemli bilim adamları da vardır. Örneğin, Newton ve Robert Boyle’nin Simyacı olduğu bilinmektedir.
Sonuç olarak; “Simyacılar, madenleri altına çevirecek olan, hem de ölümsüzlük iksiri yaratılmasında kullanılacak efsanevî bir madde olan “Felsefe Taşını (philosopher’s stone)” bulamadılar ama onu ararken; “Barutu keşfettiler, madenleri test ve rafine ettiler, metaller üzerinde çalışmalar yaptılar ve mürekkep, kozmetik, boya üretimi, deri boyanması, seramik ve cam üretimi, likör ve esans üretimi ve benzerlerini keşfettiler!”
Ne var ki; Simyacıların işleri ve hedefleri “Maddenin fiziksel (kimyasal) boyutları” iken, bu kişiler elde ettikleri sonuçları metafizik yorumlarla ortaya koymuşlardır!
Gizlilik duygusu içinde, Hıristiyan ve pagan mitolojisi, astroloji, Kabala ile diğer Mistik ve Ezoterik sembolleri kullanmışlardır. Kısaca; “Hermes Trismegistus’a dayanan ezoterik sembolleri anlayabilmek için, o sembolleri anlayabilecek inisiyatik eğitimden geçmiş olmak gerekir” savı, burada da ön plana çıkmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️