
Leviathan, Tevrat’ta adı geçen bir her yere uzanabilen dev bir canavardır…
❗️ insansızlaşma; vicdansızlık.
Hobbes’un siyaset düşüncesi nedir? Hobbes’un siyaset düşüncesi nasıl şekillenir? Hobbes’a göre akıl ve devlet nedir? Akıl ve devlet arasında nasıl bir ilişki kurulmaktadır?
Hobbes’un siyaset düşüncesinin anlaşılması için birincil olarak onun aklı nasıl ele aldığını incelemek gerekir. Akıl ile insanlar arasında mutabakat kurulabileceğini öngören Hobbes, insanların akıl yetisine sahip olmalarıyla doğuştan eşit olduklarını düşünmektedir. Eşitlikten kastedilen bireylere tanınmış olan potansiyel durumdur. Ancak, bireyler akıl yetisine sahip olmalarına rağmen, ortada olan şeyler üzerinde hak iddia edebilirler. Bahsedilen zaman aralıklarında anlaşmazlık/çatışma durumlarının ortaya çıkması muhtemeldir. Böyle durumlarda bir üst iradenin varlığının gerekliliği anlaşılır. Doğru sonucun ortaya çıkabilmesi için doğru öncüllere ihtiyacımız vardır. Bir Tanrı yasası olacaksa herkes tarafından anlaşılır olmalıdır.
Nedenler arasında ilişki kurarak yeni bir olgu oluşturulması, Rönesans dönemi bilim anlayışı ile bağdaşmaktadır. Bilim ancak bu şekilde gerçekleşmiş sayılmaktadır. Ayrıca Hobbes, paganlığı ve çok tanrılı inançları insanların vehimlerinin ürünü olarak değerlendirmiştir.
Hobbes, yasaları ikiye ayırmaktadır: Tanrı yasaları ve doğal yasalar. Bu yasalar birbirleriyle uyumludur. Bunlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar Tanrı yasalarını yanlış yorumlayan din adamlarından ötürüdür. Doğa öncesi durumda güzel hasletlerin olduğunu belirten Hobbes, bunlar arasında suistimal edilmeye açık olanların olduğunu belirtmiştir. Bunlar, insanlar arasında egemenliklerini sağlama talebinde bulunanlarca kötüye kullanıldığına işaret edilmiştir. Böyle durumlarda dengeyi sağlayıcı, barış durumunu hakim kılacak bir devlet gücüne gerek duyulur. Resmedilen canavar, ölümsüz bir Tanrıyı simgelemektedir. Hobbes’un bireyi sistemden egale ettiği iddiası doğru değildir. Devletin tesis ettiği hukuk sistemi ile halk, ilişkiler bütünü ve birey korunmuş olur.Devletin temel görevi yasa koymak olarak görülür. Bu yetki tabii olarak devlet dışındaki hiçbir kişi ve gruba ait olmamaktadır.
Yasa öncesi durumda bireyin sorumluluğu yoktur. Devlet ve onun koyduğu yasalar ilebireyin yükümlülükleri ortaya çıkmıştır.
Devlet yasaya tabi değildir. Uyruk yasalara bağlıdır. Güçler ayrılığı sisteminin devletin dağılmasına neden olacağını düşünen Hobbes, temsili demokrasilerin karşısında durup, monarşik bir yönetimi öncelemiştir. Doğal yasaların yazılı olmayıp, söz ile aktarılan yasalar olduğu eserde belirtilmiştir. Modern hukuk anlayışında karşısında sorumlu olduğumuz yasaların geçerliliğinin yazılı olmasının gerekliliği düşüncesi eserin yazıldığı dönemlere kadar uzanmaktadır.

İlham iddiası, metinlerin yanlış yorumlanması, devletin/yasaların bozulması durumları devletin sonunu hazırlar. Devletin varlığının korunması için bireylere devletin istediği ölçüde mülkiyet hakkı tanınmaktadır. Varlıkların dağılımında kontrolün dengeli ve denetim üzere sağlanamaması durumlarında devletin güvenliği tehlikeye girmektedir.
Her devletin kendine özgü özelliklerinin olduğunu belirten Hobbes, komşu devletlerin yönetimlerinin/uygulamalarının taklit edilmesinin, o ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik düzenlerinin bozulmasına neden olacağının altını çizmektedir.
Yasaların, yasaları uygulayanların kudretinin önemine vurgu yapan Aydınlanma düşünürü, bu gücün sağlanamadığı durumda devletin itibarını, düzeni sağlamaya yönelik etkisini kaybedeceğini ifade etmiştir.
Hobbes, Leviathan adlı eserinde Tanrı’nın üç sözünün olduğu belirtilir:
- Akıl: Akıl bahsinin ele alındığı bölümlerde insana verilen doğal aklın geliştirilebilir olduğu, rasyonellik ile, aklın çalışması ile beraber yasaların ortaya çıkması ele alınmıştır.
- Vahiy: Vahiy, doğaüstü algı alanıdır. Metafizik alana karşılık gelmektedir. Bu algının inşası vahiy yardımı ile gerçekleşmektedir.
- Risalet: Risalet, Peygamberane, iman sağlayıcı alandır.
Tüm bunlar, bir bütünün parçalarıdır. Rasyonellik ile kastedilen, insanın bu düzeni aklı ile üretmesidir. Hobbes’a göre kişinin iradesi ve çıkarı, devletin iradesi ve çıkarı ile çelişmemektedir. Herkesin kendi hakkından feragat etmesi ve yetki devrinin sağlaması durumunda, eşitlerin üzerindeki devlete itaat etmeleri mümkün hale gelmektedir.
Furkan EMİROĞL
Hobbes’un monarşi yanlısı, tek hükümdarlık sistemini savunmasının sebeplerinden birisi de, yaşadığı dönemin İngiltere’sindeki anarşi ve huzursuzluktur…
❌❌❌❌❌❌❌❌❌❌
Modern devlet anlayışının düşünsel arka planı
Ömer Ömeri Independent Türkçe için yazdı
Modern devlet anlayışı, 15'inci ve 16'ncı yüzyıllarda ortaya çıkmış ve günümüze kadar gelmiştir. Modern devletleri geleneksel devletlerden ayıran en önemli özellik, onun sahip olduğu egemenlik ve meşruiyet anlayışıdır.
Modern öncesi dönemde devlet iktidarının “tanrı” kaynaklı olduğuna ve bütün iktidarların tanrıdan geldiğine inanılıyordu. Bu dönemde siyasal iktidarın/devletin meşruiyeti de dinsel, mitolojik ve geleneksel kaynaklara dayanıyordu.
Modern devlet anlayışı, Avrupa’nın bu dönemde yaşadığı felsefi dönüşümün de bir sonucudur. Modern devlet anlayışının düşünsel temelleri, bu felsefi dönüşüm sırasında atılmıştır.
Modern devlet kuramı, bu dönemde yaşayan, Niccolo Machiavelli, Jean Bodin, Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau ve Emmanuel Sieyés gibi düşünürlerin katkılarıyla oluşmuştur.
15'inci ve 16'ncı yüzyıllarda ortaya çıkan ve günümüze kadar gelen modern devletlerin gelişim süreci, iki döneme ayrılarak incelenmektedir.
Ortaçağın sonlarında, burjuvazinin desteğini arkasına alan kralların; kilise ve feodalitenin tasfiye edilmesi sonucu tek, mutlak ve bölünmez iktidar sahibi olarak tarih sahnesine çıkmaları modern devlet anlayışının ilk aşamasıdır.
Bu aşama, Avrupa’da mutlak monarşilerin hâkim olduğu bir dönemi ifade etmektedir.
Niccolo Machiavelli, Jean Bodin ve Thomas Hobbes modern devlet teorisinin kurucuları olarak kabul edilmektedir.
Bu üç düşünürün ortak yanı, siyasal iktidara/devlete dünyevi/laik bir temel oluşturmaları ve bunu mutlak monarşiler bağlamında savunmalarıdır.
Bu üç düşünürden önce devlet iktidarının tanrı kaynaklı olduğuna ve bütün iktidarların tanrıdan geldiğine inanılıyordu.
Machiavelli, Bodin ve Hobbes’un teorileriyle birlikte, devlet iktidarının toplum kaynaklı olduğu ve meşruiyetinin de toplumda aranması gerektiği fikri işlenmeye başlamıştır.
Bu süreç ilk olarak Machiavelli’nin tanrısallıktan arınmış laik/dünyevi bir siyasal iktidar/devlet kurgusuyla başlamıştır.
Ardından Bodin egemenlik kavramını ortaya atmış ve onun niteliklerini (mutlak, bölünmez, devredilemez, sürekli) ortaya koymuştur.
Hobbes’ta “Toplum Sözleşmesi” kuramını geliştirerek, modern devlet düşüncesinin yetkinleşmesini sağlamıştır.
Mutlak monarşiler, on altı ve on yedinci yüzyıllarda feodal düzenin siyasal birimlerini ortadan kaldırdığına göre; artık tarihi görevini tamamlamış demekti.
Aydınlanma döneminin laik ve akılcı doktrini ile yetişen düşünürleri de temel hak ve özgürlükleri, serbest piyasa ekonomisini, kuvvetler ayrılığını, devletin sınırlandırılmasını, parlamenter demokrasiyi, anayasacılığı, egemenliğin kaynağının halk/ulus olduğunu savunarak yeni bir siyaset kuramı oluşturdular.
Bu düşünürlerden ilki John Locke’dur. Locke, doğal haklar teorisini, serbest piyasaekonomisini, kuvvetler ayrılığını, devletin sınırlandırılmasını, toplum sözleşmesini ve direnme hakkını savunarak mutlakıyetçi görüşlere en ağır darbeyi indirmiştir.
Ardından Rousseau, “Sosyal Sözleşme”kuramında, egemenliğin kaynağını halka (vatandaşlar kitlesine) dayandırarak; (halk egemenliği teorisini savunarak) devletin meşruiyetini demokratik temeller üzerine oturtmuştur.
Temsil sisteminin halk egemenliği anlayışına uygun düşmediğini savunarak; egemenliğin bizzat yurttaşlar tarafından kullanılması gerektiğini belirtmiştir.
Sieyés’in modern devlet anlayışı açısından en önemli katkısı ise, “millet” kavramı ve “temsil” anlayışıdır.
O, milleti kendisini oluşturan kişilerden ve onların iradelerinden ayrı; kendisine özgü bir kişiliği ve iradesi olan soyut bir bütün olarak ele almıştır.
Sieyés, egemenliğin kaynağı olarak da bu soyut bütünü (milleti) göstermiştir. Bu şekilde, Sieyés“milli egemenlik” teorisini oluşturmuştur.
Sieyés, egemenliğin ancak millet adına hareket eden temsilciler vasıtasıyla kullanılabileceğini belirterek temsil mekanizmasını ortaya çıkarmıştır.
Avrupa’da mutlak monarşiler dönemi, 1789 Fransız Devrimi’ne kadar devam etmiştir. 1789 Fransız Devrimi’nden günümüze kadar geçen süreç, modern devlet anlayışının ikinci aşamasıdır.
Bu aşamada krala ait olan egemenlik, ondan alınarak topluma verilmiş, böylelikle egemenliğin demokratik niteliği ortaya çıkmıştır.
Ayrıca, egemenin kullanabileceği yetkilerin sınırsız olarak değil de; belirli sınırlar dâhilinde kullanılabileceği biçiminde gelişmeler yaşanınca, mutlak egemenlikten farklı, sınırlı bir egemenlik anlayışı ortaya çıkmıştır.
Egemenliğin sınırlandırıldığı ve demokratik niteliklere kavuşturulduğu bu dönemin siyasal iktidar tipi, ulus devlettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️